(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Gülse Birsel" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Gülse Birsel" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Gülse Birsel
Bırakın yılbaşını kutlayalım
20 Aralık 2016

Herkes daha çok ve coşkulu gelecek planları yaparken...

İnsanlar birbirine bu kadar kızıp bağırmazken...

Eskidendi, eskidendi, çook eskiden...

Şimdi ise... 

Her şeyden çok birlik beraberliğe evet, şüphesiz ama bir o kadar da morale, ümide, normal ve güvende hissetmeye ihtiyacımız olan günlerdeyiz. Çünkü kendimize de başkalarına da geleceğe de güvenimizin azaldığı günlerdeyiz. Bunun önüne geçelim.

Dağılmayalım! Hem el ele tutuşarak hem moralimizi yüksek tutarak toparlanalım. 

Şimdiden milletin arasına ikilik sokmak isteyen troller çalışmaya başladı. “Halep’te bunları yapan zalimlerin bayramını nasıl kutlar”mış insanlar.

Yılbaşı gecesini dini bayram zannedenler, ayrıca Hıristiyanların hepsini zalim zannedenler, Halep’te olanların sebebini yılbaşı kutlayan insanlar filan zannedenler ya da her şeyi gayet iyi bilip öyle sanılsın isteyenler bunlar.

Halep’i bahane ederek yılbaşında çoluğuna çocuğuna hediye alanı, sofra kuranı, misafir çağırıp eğleneni hedef haline getirenler bunlar.

Dükkânlar boş, ekonomi yavaşlamış. Milletin içi kararmış, enerjisi tükenmiş, ağlamaktan gözleri kurumuş.

Bırakın kutlayalım yahu!

Avrasya Tüneli’ni de kutlayalım. Köprüleri de kutlayalım. Türk sanatçıların uluslararası ödüllerini de kutlayalım. Milli bayramları da kutlayalım. Dini bayramlarımızı da kutlayalım. Şirketlerimizin açılışlarının bilmem kaçıncı yıllarını da kutlayalım. Doğum günlerimizi de kutlayalım. Evlilik yıldönümlerini de kutlayalım. Yeni bir yılın başlamasını da kutlayalım.

Bunların hepsi aslında yeni başlangıçları, umudu kutlamaktır. Kasvet, içine kapanma, bu enerjik, tezcanlı, güler yüzlü millete yakışmıyor.

Sen istemiyorsan kutlama kardeşim. Ama başkalarına karışma.

Sana zararı olmayan, biraz morale, neşeye ihtiyaç duyan vatandaşa çirkin laflar etme, baskı, zorbalık yapma. 

Çünkü yaparsan, bunun adı, bu hassas atmosferde bildiğin provokasyon olur!


70'LERDE ÜTOPYA , ŞİMDİLERDE DİSTOPYA YAŞAYAN GEZEGEN
- GİZLİ ajandası olan bir dini grup, ülkenin ordusunu içeriden ele geçirip darbe yapmaya çalışır. Cumhurbaşkanı o kaosta canlı yayındaki gazetecinin telefonuna Facetime programıyla bağlanarak halkı sokağa çağırır ve olaylar yön değiştirir.  

- Şehrin göbeğinde korkunç bir terör saldırısı yaşanır. Üstlenen örgüt, sadece bilinen terör örgütünün alt kolu mudur, yoksa bunların hepsinin arkasında esasen dost görünen ülkenin gizli servisi mi vardır? 

- Şoke edici bir büyükelçi suikastı yaşanır. Katil attığı sloganlarla hedef mi şaşırtmaktadır? Aslında hangi örgüt için çalışmakta ve bu örgütün ipini kimler tutmaktadır? 

Bu hikâyeler acayip bir dizinin senaryosu gibi. Tek farkla.

Hiçbir senarist bu kadar büyük ve çok hikâyeyi bu kadar kısa arayla patlatmaz, fikirlerini daha yavaş harcar. Hem hikâyeleri ekonomik kullanmak hem de bu kadar felaketin arka arkaya yaşanması, realist olmaz diye. 

Zaten biz de baş döndürücü, sürreel zamanlarda yaşıyoruz. 

Yukarıda bahsettiğim türden bir diziyi, açık konuşayım, ben yazamam. Bu kadar şiddet dolu, karanlık hikâyeler benlik değil.

Fakat böylesine şaşırtıcı, maske altında maske içeren siyasi gerilim tarzı diziler ilginçtir ve seyretmesini severim.

Tabii dizi değil, çiçek gibi memleketimin gerçek haberleri olunca çok tatsız! 

Öte yandan sadece ülke değil, dünya da siyasi gerilim türünde bir dizinin setine dönüşmekte.

Aynı gün Ankara’da Rusya büyükelçisi suikasta kurban gitti, Berlin’de terör saldırısı oldu, Brüksel’de terör tehdidi yüzünden kısmi sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

Dünyanın distopik film türüne en çok yaklaştığı günlerden biri. 

Üçüncü Dünya Savaşı çıkacak teorisinin aksine, ben kendi ülkemin en kısa zamanda siyasi gerilim türünden, sitcom’a geçiş yapmasını istiyorum.

Sanırım çoğumuz aynı bıkkınlıktayız ki, nostalji tavan yaptı. Eski şarkıları, en büyük derdimizin zamlar olduğu, siyasetçilerin espriyle atıştığı, Eurovision’un 10 gün konuşulduğu, çay bahçesinde popüler Türkçe şarkıların dinlendiği, vatandaşın vatandaşa diş bilemediği ve ne tartışılırsa tartışılsın her konunun siyasi bir yöne çekilmediği güzel günleri özlüyoruz, istiyoruz.

Ve gözümüz tok! Vallahi başka da bir şey istemiyoruz!

Yazının devamı...
Uzaklarda aramaa, kaosun içindeesiiin!
17 Aralık 2016

Mesele bir şeylerin eksikliği değil fazlası kardeş! Fazla trafik, fazla yemek, fazla stres, fazla kaos...

 

Her hafta, 120 yaşına kadar yaşamak, her şeyi yiyip haftada 3 kilo vermek, 50 yaşında 25 görünmek, stresten kurtulup sevgi kelebeği olmak için yepyeni, daha da yeni, en yeni ve bu sefer hakikaten mucize yaratacak bir formül buluyoruz.

 

Pakistan dağlarında yaşayan, 120’sinde hâlâ çakı gibi olan, 60’ında doğum yapan (ki bu bayağı kötü bir şey bence) Hunza Türkleriyle ilgili bir makale okudum az önce. Sağlık ve uzun ömürleri dağda yüksek oksijenli ortamda yaşamaya ve kuru meyve yemelerine bağlanmış. Şu an bu yazıyı pencere açık, kuru erik yerken yazıyorum! Kar atıştırıyor, hava buz ve iki kere hapşırdım. Sanırım Hunza Türkü değil, İstanbul Türkü olduğum için böyle oldu. Derhal pencereyi kapatacağım, zira gribim henüz iyileşti.

 

Bizim de kabahatimiz yok aslında. Derdimize deva arıyoruz. Az oksijenli, bol telefon ve televizyonlu, her yerden yeme içme ve tüketme sloganı fışkıran, çok trafikli, fazla sorumluluklu, aşırı stresli, eşten dosttan ziyade kötü haber alan kaynaklardan haber aldığımız bir hayatımız var.

 

2. Dünya Savaşı’nda bile yaşlı olan insanların hâlâ yaşadığı Sardinya Adası’na zeytinyağı içmeye, Okinawa Adası’na suşi yemeye gitmeye gerek yok. Zira bu uzun ömrüyle meşhur yerlerden biri de İkaria Adası ve bizim Söke’nin az açığında bulunuyor. Deniz aynı deniz, toprak bizimle aynı toprak yani.  

 

Kara mürver, polen özütü, çiya tohumu, yosun ekstresi, ananas hapı, badem sütü, Hindistan cevizi yağı, agave şurubu... Paranızı harcamayın. Ben hepsini denedim, bir arpa boyu yol gidemedim. Neysem oyum. Bir felaket de yok, mucize de.

 

Bu kalabalık, gürültülü, şikayet ve endişe dolu hayatımızı, mucizevi bir meyve, sihirli bir adada tatil yapmak düzeltmeyecek. Sadece Hazar Denizi’nde yakalanan ender bulunan bir balığın kılçığından yapılan bir hap, aniden derdimizi tasamızı almayacak. Yani bu karmakarışık hayatlarımıza bir şey ekleyerek her şeyi düzeltemeyeceğiz.

 

Bilakis, benim önerim, bir şeyleri hayatımızdan çıkararak yaşamı daha derli toplu ve basit kılmak.

 

Yeni yılda kendi hayatımdan, sistemimden çıkaracağım şeylerin listesi yaptım:

 

-Unlu ürünler

 

-Şeker

 

-İş çıkış saatlerinde yoğun trafikli semtlerde toplantılar

 

-Yürüyebilecekken, sıkıla pıkıla çekilen gereksiz otomobil yolculukları

 

-Çok ve boş konuşan tanıdıklar

 

-Sigara içilen ve beni duman eden her yer

 

-Umutsuzca ihtiyacım olmayan bütün giysi, ayakkabı, aksesuar ve kozmetikler.

 

-Sevmediğim, evde kalabalık yapan bütün eşyalar

 

-Beni çok eğlendirmeyen, vakit kazandırmayan, ya da hayati önemi olmayan her türlü elektronik zamazingo

 

-Sürekli aynı konukların aynı şeyleri anlattığı, çoğunda hiçbir bilgi veya yeni fikirle karşılaşılmayan tartışma programları

 

-Siyaset ve ekonomiyle ilgili felaket senaristlerinin tweet’leri

 

-Bağırıp çağıran siyasetçilerin demeçleri

 

-Tembeller ve işkolikler

 

-Yetkisi olup sorumluluk almayanlar

 

-Sözünü tutmayanlar, işini iyi yapmayanlar

 

-Suratsız, karamsar, asabi herkes

 

Hayatınıza değil ama bu listeye siz de bir şeyler ekleyebilirsiniz!

 

Detoks öyle et yememekle, çiya tohumlu puding yapmakla filan olmaz. Kebabını, şeyini afiyetle yersin, bu üsttekileri hayatından çıkarırsın, mis gibi detoks olur! Çareyi uzaklarda arama. Kaosun tam içindesin ve bunların sebebi bu. Herşeyin fazlalığı, beynimizdeki, bedenimizdeki bu kalabalık,  hayatımızı kaosa çevirmiş. Hâlâ da oturup daha ne yesek içsek, ne alsak de işleri düzeltsek diyoruz.

 

Matematik hatası yapıyorsun! Ekleme kardeş, çıkar... O uzun yaşıyor dediğimiz insanlar hayatını bizim kadar çer çöple doldursaydı, hâlâ el kadar adaya sığarlar mıydı? Bir de bunu düşün.

 

 

 

Yazının devamı...
Memleketim Şehitler Tepesi
13 Aralık 2016

Evden çıkıp yürüyerek Barbaros Bulvarı’ndaki ilkokula gittim. Yıllardır da Maçka’da oturuyorum. Memleketin neresi diye soranlar oluyor bazen. İzmirli zannedenler var. Değil, İstanbulluyum, Beşiktaşlıyım. Yani benim memleketim aha tam da burası. Yani bombaların patladığı yer!

Eski Beleştepe, şimdiki Şehitler Tepesi’ne pergelin ucunu koyup etrafına bir daire çizdiğinde, benim mahallem ortaya çıkıyor. En çok geçtiğim yollar, hayatımı geçirdiğim adresler, karış karış bildiğim kaldırımlar...

O iki bomba benim güzel havalarda çıkıp yürüdüğüm yerlerde patladı. Biri evden 100 metre ileride, diğeri taş çatlasa 1 kilometre. İnsan oturduğu binayı sallayacak kadar güçlü bir patlamada, içgüdüsel olarak kendini yere atıyormuş. Bu vesileyle öğrenmiş oldum cumartesi gecesi.

Korktum mu? Vallahi tuhaf ama pek de korkmadım! Korkmuyorum.

Aha işte burnumun dibinde patladı bomba. Gündüz olsa, yürüyüşe çıkmış olsam, belki yanımda patlayacaktı. Ne olacak ki, bir tane canın var ve eninde sonunda öleceksin. Berbat bir dizi yazmaktan daha çok korkarım. Birine kötülük yapmaktan, arabayla birine çarpıp bacağını kırmaktan filan daha çok korkarım.

Affedersiniz ........... (Buraya arzu ettiğiniz küfür ve hakaretleri gönlünüzce yazmanız için boşluk bıraktım) PKK’dan mı korkacağım?

Suratlarına gülüyorum! Patlamadan 100 metre ileride, patlamadan yarım saat sonra, az önce camları tesadüfen patlamamış salonda oturmuş komedi filmi yazıyordum ben!

Hayatı durdurmuyorum. Bunu yapan ............’lere (Burayı yine arzu ettiğiniz hakaretler için boş bıraktım) gıcıklık olsun diye, işe güce, eşe dosta, spor yapmaya, yılbaşı alışverişine filan daha çok sarılıyorum. Size de tavsiye ederim!

Beleştepe bizim mahallenin kendisi gibi eğlenceli bir isimdi. İnsanlar orada oturup, İnönü Stadı’ndaki maçları bedava seyrettiği için öyle denirdi. Şimdi adı Şehitler Tepesi. “Memleket nere?” derlerse, böyle diyeceğim artık.

Bir gün her şey düzelecek. Bu mahalle, bu şehir, bu ülke eski neşesine kavuşacak.

Bana inanın. İlk değil ki. Sadece benim yaşam süremde neler gördü bu sokaklar, caddeler. Ama sonunda hep hayat kazandı.

Gayet iyi biliyorum...

Çünkü burası benim mahallem... Benim memleketim...


HALK ÇİÇEK AMA SİYASET KENDİNE BİR BAKSIN
ÇEVİK kuvvetin o gencecik polisleri, canlı bombayı etkisiz hale getirmek için kendilerini feda etti.

Olaydan sonra farklı futbol takımlarının taraftarları, kızlı-erkekli bacak kadar gençler, bir araya gelip beraberlik mesajı verdi.

Başka başka partilere oy veren kalabalıklar, üç-beş kendini bilmezin bağırış çağırışı hariç, teröre karşı el ele yürüdü.

Bu insanların hepsi benim için ailedir.

Yani:

Hedef gösteren, oy arttırmak için rakip partiyi teröre destek vermekle suçlayan, fikrine katılmayanı vatan haini ilan eden, ayrıştıran, kutuplaştıran, Meclis’te saç saça baş başa birbirine giren siyasetçiler olmasa...

“PKK terörüne lanet olsun” diyemeyen, lafı bin kere dolaştırıp, kıyısından kenarından geçen, gayet makul bir terör karşıtı bildirgeye nedense imza atamayan partiler olmasa...

Hakaret eden, cahillik ve yalancılığın dibine vurarak ithamlar sallayan, küfür savurup hedef gösteren paralı sosyal medya trolleri ve gazeteci kılıklı troller olmasa...

Görüyoruz ki...

Aslında vatandaşın vatandaşla hiçbir alıp veremediği yok!

Yeter ki siyasetçiler, troller, trolden bozma gazeteciler, siniri burnuna gelmiş, az okuyan, önyargılı gençlere yalanla dolanla gaz vermesin, milleti provoke etmesin. Onları parti propagandası için canlı pankart olarak kullanmasın.

İddia ediyorum ki, siyasetçiler kendine çeki düzen verip milleti ayrıştıran dili bıraksa, partiler sosyal medya trollerinin ipini çekse...

PKK-TAK’ın, DAEŞ’in, FETÖ’nün ağlamaklı olması an meselesidir.

Bunu anlayabilen siyasetçiler de var neyse ki.

Misal, Ömer Çelik’in, bir AK Parti milletvekilinin, köşe yazısında CHP’yi terör örgütü listesinde göstermesine verdiği tepki. “CHP’nin hiçbir şekilde terör örgütlerinin sayıldığı bir listede sayılması doğru değildir, kabul edilemez, bu net bir durumdur... Bu yaklaşımı reddettiğimi söylüyorum.”

Önemli bir cümledir.

Binali Yıldırım, Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli’nin bugün bir araya gelip terör konusunda ortak görüşme yapmaları değerlidir. Ama bu paylaşma, ortak akıl, ortak fikir havasının her güne taşınması lazım. En azından şu dönemde.

Yani anlayacağınız, esasında halk çiçek gibi, halkta problem yok. Ama siyasette aklıselime her zamankinden çok hasretiz...

Yazının devamı...
Grip salgınının sebebi 15 Temmuz mu?!
10 Aralık 2016

Yaz sonundan beri arkadaşlarımla mütemadiyen tıp konuşur olduk.

 

Kiminde tiroid sorunu çıktı, kimi mide kanaması geçirdi, bazısı açıklanamayan baş dönmeleri yaşadı. En sağlıklıları bile tutulmuş kaslarla arayıp, boyun ağrısı için kullandığım (Yazar hastalığı efendim, yapacak bir şey yok) ilaç olup olmadığını sordular. Şu an da hepsi evde soğuk algınlığından yatıyor. Birbirimize sürekli ilaç tavsiye ederken, “Acaba yaşlanmak böyle bir şey mi” diye düşündüm. Ve fakat arkadaş demografim çeşitli. 25’ten 55’e her yaş var. Belki de bize böyle topluca nazar değmişti!

 

Derken, darbe girişiminden sonra, yazın ortasında, dizi filan da yazmazken, hayatımın en rahat ve dertsiz dönemlerinden birinde, boyun kaslarımın kasılıp berbat ağrılar yaptığını hatırladım. Oysa 48 saat hiç masadan kalkmadan yazdığım dönemlerin aksine, çiçek gibi hayatım vardı. Ama bu defa ilk kez ön boyun kaslarım bile o kadar acıyordu ki bademciklerim şişti sanmıştım.

 

Bu büyük travmanın kimsede iz bırakmaması mümkün olamazdı.

 

Bir soruşturmacı gazetecilik yapıp, hastalıkların 15 Temmuz’dan sonra artmış olma ihtimalini doktorlara sordum.

 

TRAVMA SONRASI TİP 1 DİYABET OLAN VAR!

 

Yahu bana setlerde boşuna ‘yarı doktor’ demiyorlar... (Hem yarı doktorum, hem yarı anneyim. Çünkü teyze, anne yarısıdır. İkisi de yarım yamalak yapılacak şeyler olmadığından, şu an ‘tam yazar’lıkta karar kılıyorum!)  Dahiliye uzmanı Dr. Murat Görgülü, teorimi teyit eden bilgiler verdi. Kaygı bozukluğu, stres, kandaki adrenalini olmadık zamanlarda artırınca, kortizol da artıyormuş. Bu kortizol yüksekliği de bağışıklık sisteminin zayıflamasına, enfeksiyonları havada kapmaya, çevre şartlarından daha çok etkilenmeye yol açıyormuş. “Stres yüzünden daha çok üşüyoruz, enfeksiyon kapıyoruz, kas spazmları yaşıyoruz, yorgun, miskin oluyoruz” diyor Murat Görgülü. Anlattığı son araştırmalar ise daha da ilginç. Travma sonralarında, otoimmün, yani bağışıklık sisteminin yanlış tepkilerinden ortaya çıkan hastalıklar bile görülüyormuş. Mesela trafik kazasından sonra Tip 1 Diyabet olan hastalar... Başka bir travmanın ardından ortaya çıkan haşimoto isimli tiroid rahatsızlığı... Cilt hastalıkları... Demek ki, 15 Temmuz’da yaşadıklarımız, sadece grip, nezle, kas tutulması değil, pek çok ilgisiz gibi görünen hastalığın da sebebi olabilir!

 

SEROTONİNİMİZİ DE AZALTMIŞ!

 

Dahiliye uzmanı Dr. Haşmet Pamuk, “Dahiliyeye gelen üç hastadan birinin şikâyeti psikosomatiktir” diyor ve ekliyor: “Ekonomik kriz, deprem, 15 Temmuz gibi büyük travmaların ardından iki şey oluyor. Bir, hiç doktora gelmeme, ümitsizlik, depresyon. İki, psikosomatik hastalıklarda artış ve bağışıklık sistemi zayıflıkları yüzünden sık görülen rahatsızlıklar.”

 

Serotonin stresli dönemlerde aşırı salgılanır ve cepten harcanırmış. Bu tür travmalar yüzünden hızlı tüketilip seviyesi düşünce, vücut kendi sistemini idame ettiremiyormuş! “Bağışıklık sistemi baskılanıyor ve evde oturduğun yerde grip oluyorsun” diyor doktor! Dr. Haşmet Pamuk “Evet, 15 Temmuz insanların bağışıklık sisteminde kesinlikle olumsuz etki yaratmıştır” diyor! Biliyorsunuz, bende okuyucuya hizmette sınır yok. Bilim adamları yardımıyla konuyu aydınlatıp, teorimi desteklediğim gibi, yazının kutulu bölümünde de “Neler yapmamız gerektiğini” listeledim. Ha “Hiçbirini beceremem” diyorsanız, bu güne kadar 280 bölüm komedi yazmışım. Açın seyredin, acık gevşeyin. Ben daha ne yapayım, gelip kulunçlarınızı mı ovayım, aaa?!

 

TRAVMAYI YAŞADIK, ŞİMDİ NE YAPALIM?

 

Bağışıklık sisteminizi, ruh halinizi öyle bir güçlendirin ki, üzerinizden asfalt silindiri geçse, kalkıp tozunuzu toprağınızı silkeleyip yürüyecek hale gelin! Dr. Haşmet Pamuk’un tavsiyeleri şöyle:

 

-Yarışsız, stressiz, ve yaşınıza uygun bir spor yapın.

 

- Doğru beslenin. Glüten, laktoz, şeker, bunlar iyi değil.

 

-Bağırsaklarınızı sağlam tutun.Hem bağışıklık sistemini, hem ruh halini belirliyor. Probiyotiklerle beslenin. Kefir, yoğurt, turşu yiyin.

 

-Törensel yaşamı terk edin. Her sabah aynı saatte kalkıp, aynı yere gidip, aynı insanla konuşmayın. İşe arabayla giderken farklı yoldan gidin, hep iç mekânlardaysanız, çıkın parkta oturun.

 

-Sabahtan akşama kadar haber seyretmeyin. Akşamları gevşemeye çalışın.

 

-Yeterince ve kaliteli uyuyun.

 

-Doktorunuza danışarak C vitamini, Coenzim Q10, balıkyağı, magnezyum gibi destekler alın.

 

-(Bu çok ilginç!) Arada kendinizle röportaj yapın. “Bunu yapmak zorunda mısın?”,  “Şunu niye alışkanlık haline getirdin?” diye sorun!

 

Bir tane de benden: Sabah kalkar kalkmaz müziği açın. Asla arabesk veya fado mado değil, neşeli, ruh halini yükselten müzikler dinleyin.

Yazının devamı...
Kehanetler ışığında gelecek analizi!
6 Aralık 2016

Hukukçular, akademisyenler, gazeteciler “Nasıl bir başkanlık sistemi?” sorusuna varsayımsal cevaplar ve hayali teoriler konusunda uzmanlaştı. Benden iyi senaryo yazıyorlar artık.

Bahçeli sisteme destek mi veriyor, yoksa kurt politikacı olarak köküne kibrit suyu mu ekilsin istiyor, bu konuda da rivayet muhtelif. Başkanlık olursa MHP’nin yok olma ihtimalinden söz ediliyor. O zaman plan nedir? En çok merak edilenlerden biri bu.

Doların ve ekonominin vaziyeti pek öngörülemiyor.

Dünya karışık. Avrupa’ya neler olacak, Trump neler yapacak, Suriye nasıl çözülecek, kimse bilmiyor.

Bu kadar az bilgi, böyle çok senaryo olan ve komplo teorisi konusunda böylesine verimli bir atmosferde, gelecek projeksiyonu için Baba Vanga’ya başvurmayı öneriyorum!

Malumunuz, kendisi 20 yıl önce ölen, Rusya gizli servislerinin uzun yıllar öngörülerine başvurduğu iddia edilen bir medyum. “İşimiz falcılara kaldı” demeyin yani, yüzde seksen kehanetinin tuttuğu söyleniyor. Baba Vanga’ya göre:

İmkânı olan 2043’ü beklesin! Zira o yıl dünya ekonomisi çok iyi durumda olacak ve Müslümanlar Avrupa’nın hâkimi konuma geçecekmiş. Bütün hayallerimizin gerçekleşmesine sadece 27 yıl kaldı yani. Sizi bilmem ama ben un ve şekerden uzak durarak 120’yi hedefliyorum. Hadi 110 olsun. En kötü ihtimalle 95.

Hoop geldik mi Baba Vanga’nın başka bir kehanetine. “2046’da bütün vücut organlarının yapayları üretilecek ve bütün hastalıklar böyle yenilecek” demiş. Yaşla ilgili planlarım kesin tutacak yani. Ben tamamım.

Sonraki kehanet biraz tatsız. Uzun yaşadık, vücudu yeni parçalarla rektifiye ettik filan ama “2066’da Müslümanlar Roma’ya saldıracak ve savunma için iklim silahları kullanılacak, dünyada ani bir soğuma olacak” denmiş. O yaşta soğuk hava hiç çekilmez. Büyük ihtimalle Bodrum’a taşınırım diye düşünüyorum. (Kendime not: 2066’ya kadar Bodrum’da ev almış ol!)

Baba Vanga 2076’ya kadar yaşayacak solcular için büyük müjde veriyor. “O yıl, bütün dünyada komünizm hâkim olacak” diyor. Yani Bodrum’daki müstakbel evimi bir komünle paylaşmak, yatak odamı daire olarak kullanmak zorunda kalabilirim. (Kendime not: Evi alırken, ebeveyn yatak odasının büyük olmasına dikkat et!)

Yazıyı gazeteci ciddiyetiyle bağdaştırmayacaklar için, bir çift lafım var:

1) En araştırmacı gazeteciler bile birçok konuda bilgiden yoksun, mizahçı ne yapsın?
2) Bu yazı, her şeye rağmen, yıllardır bazı gazetelerde okuduklarınızdan çok daha fazla doğru veri içeriyor!


DOLARLAR BOZULUYOR, KADINLAR HALAYA DURUYOR
DÖVİZ bozdurma çağrısı güzel karşılık buldu. Şahsen cuma günü Hürriyet Pazar’da yayımlanacak yazımı yazarken, benzer bir öneri getirmiş, “Herkes kendi 100 dolarını bozdursa, dolarlar dümdüz olur” demiştim. Aynı dakikalarda Cumhurbaşkanı da çağrı yapmaktaymış meğer. Gururluyum. Boğaziçi’ndeki hocalarım belki “Kedi olalı ekonomiye dair bir fare tuttu” diyorlardır. Aynı yazıda “Ne zaman döviz alacak olsam değeri yükselir, ne zaman dolar bozdurmaya karar versem dolar düşer. Şu an bozdurma niyetim var, belli ki düşecek, benden önce TL’ye geçin ki zarar etmeyin” demiştim. Geç ama isabetli bir duyuru olmuş. Dün dolar 3.48’e indi. Gördüğünüz gibi ekonomiyi bana danışıp yaptığımın tam tersini yaparsanız, 2 yıla ev alırsınız!

Öte yandan dövizi bozup altına çevirme fikri Türk kadınları tarafından alkışlarla karşılandı. Kuyumcular mutlu, satışlar fıstık. Zira kadınlarımız altın takı taleplerini “Kriz var, ne takısı” şeklinde karşılayan eşlerine şu aralar “Reis” kartıyla gidebiliyorlar! Haydi kolaysa “Hayır” de! Takdir edersiniz ki doları bozdurup altına çevirirken, o altının küpe veya bilezik şeklinde olması herhangi bir sakınca yaratmıyor. E kadınlar Reis’i sevmesin de ne yapsın?

Kanaatimce kampanyanın yaygınlaşması için, çağrıların açık açık “Dolarınızı bozun, hanımınıza altın bilezik alın, küpe alın” şeklinde yapılması, dolara esas darbeyi vuracaktır! Bu kampanya dünya kadınları tarafından duyulup iyice yaygınlaşırsa, iş çığırından çıkıp Amerikan ekonomisinin çökmesine kadar gider!

Yazının devamı...
Günah benim, suç benim, doları ben yükselttim!
4 Aralık 2016

Amcam TV’de diyor ki, Merkez Bankası 10 milyar dolar bozsun, sonra hoop bir daha bozsun, sonra bir daha, dolar bir daha yükselemez! 

Karşıdaki diğer ekonomist “Merkez Bankası dolar rezervi belli, adamlar toplamı biliyor, sattığımızla kalırız” diye anlatıyor, bizimki takmıyor. Piyasayı dövüş sanatlarından ilhamla yorumluyor. Bir kafa, bir yumruk ve hoop tekmeyle yere indiririz diye. Dedim ki, ne eksiğim var? Ben de kendi teorimi üretirim: 70 milyon insanız. Herkes 100 dolar bozdursa, 7 milyar dolar eder. Yabancı yatırımcı şok! Sonra haftaya bir daha! Güm! Malumunuz Merkez Bankası rezervinin aksine, vatandaşın yastık altında, sutyen askısı kenarında kaç doları var yabancı yatırımcı bilmez. Ya 100 trilyon dolarsa? Kabul edin ki, benim teorim mizahi olmasına rağmen, o abimizinkinden daha mantıklı.

Fakat doların şu anki yükseliş sebebi, buradan açıklıyorum, tamamen benim! Ne zaman dolarla bir mal almaya niyetlensem dolar yükselir. Ne zaman dolar alacağım olsa Amerikan finans lobileri hemen doların değerini düşürür! Çünkü mali denge umurlarında değil, adamlar şahsen bana kıl! Bu teoriyi son 22 yılın verileriyle bilimsel olarak kanıtlayacağım:

* Yıl 1994. Amerika’ya okumaya gitmişim. Tam okulun, evin filan parası ödenecek, laptop şu bu alınacak, Amerika’nın üst aklı bana bir sebeple gıcık olup hayat boyu kurtulamayacağım bir komplo kurdu. Tam masraf zamanı geldi, dolar 14.000 TL’den 39.000’e yükseldi! Evet, aynen öyle, yani 94 krizi patladı!

* 2001, mart. Çok beğenip dolarla bir ev kiraladık. Martta dolar 691.000 TL’ydi, Nisanda hemen 1.238.000 oldu! Gördüğünüz gibi 2001 krizinin sebebi de benim!

* Yıl 2003, yine mart ayı. Parlak bir ekonomist olduğum için dolar üzerinden bir reklam sözleşmesi yaptım. Dolar 1.754.000 TL idi. Ödemenin olacağı temmuz ayı dolar 1.381.000’e düştü. Amerika kıs kıs gülüyordu.

* 2008. New York’ta nohut oda bakla sofa bir tatil evi sevdasına düştük. Dedik ki her sene gelip arkadaşları, akrabaları görelim, oyundu, müzikaldi seyredelim diye 1 ay kalıyoruz. Otele can dayanmıyor. Hazır dolar 1.15’e düşmüş. Bir emlakçı bulduk. Sanırım daha biz düşünürken Wall Street elitleri duruma uyandı. Evi beğenip emlakçıyla konuşurken Dolar 1.70’e çıkıverdi. Vazgeçtik.

* 2016, ocak. Reklam sözleşmemi uzun yıllardır ilk kez dolar üzerinden yaptım. Dolar o esnada 3.04’tü. 20 gün sonra, tam ödemenin yapılacağı gün dolar 2.9’a indi. Şaşırmadım. Vallahi sevindim. Ülkem için umut vericiydi, bir. Benim istatistiklerimle aniden 1.7’ye filan düşmemesi ilginçti, iki.

* 2016, ekim. Dolar 2.95. O arada haberleştiğimiz New York’lu emlakçı, sen tut, bir okazyon buldum diye bana bir evin fotoğraflarını yolla! (Bu arada gözünüz kalmasın anacım. Standart otel odasının mutfaklısı. Yav tabii istesem şato alırım da, böyle temizliği daha kolay diye... Ondan. Evet.) Bakma fotoğraflara değil mi? Ne olacağı belli, ülkeni, eşini dostunu düşün, değil mi? Baktım fotoğraflara! Beğendim de, iyi mi?

Sonra... Ekonomide olanları biliyorsunuz... En son geçen hafta, satıcıyla fiyat konusunda yaklaşacak gibi olduk, cuma 3.52’yi gördük. Yani hep benim yüzümden. Sabahtan akşama kadar konuşuluyor, niye dolar arttı. Benim uğursuzluğumdan abicim!

Fakat enseyi karartmayın. New York’tan dün haber geldi. Orada binaların asabi yönetim kurulları var. Kurul demiş ki, “Valla böyle senede 1-2 ay gelip oturacak birileri bize zor. Yarın öbürgün aidatı ödemezse ara ki bulasın!”

Hiç üzülmedim. Dedim ki “Ses etme Gülse, bu milli bir görev olabilir”! Sadece işin iptal olduğunu, bir, satıcıya, iki dış mihraklara hemen belli etme, önce kendi vatandaşına duyur! Yani yakın gelecekten hep birlikte ümitlenebiliriz. Gördüğünüz üzere, ekonomiyi batırdığım gibi kurtaracağım, sıkıntı yok, o iş bende!

Dolarları bozdurmadan 2 gün önce haber vereceğim, siz o an hemen satın ki, sonra zarar etmeyin!

Yazının devamı...
Memleketin her derdiyle ben mi ilgileneyim arkadaş?
22 Kasım 2016

Kırmamak için hukuk fakültesini son tercih olarak yazmıştım. Ama kaderimiz buymuş. Son yıllarda hepimiz yarı avukat olduk!

Geçtiğimiz hafta, “Cinsel istismarcıların kurbanlarla evlenmesi durumunda affedilmeleri” olarak bilinen yasa tasarısı tartışmalarında, yasanın tarihçesini, cinsel istismardan ne kastedildiğini filan o kadar yakından inceledik ki. Ben bir ara Roma hukukuna kadar gidip, orada bayılmışım!

Çalışmalarımdan çıkan sonuçlarla toplumu aydınlatmayı borç bilirim:

- Konu, silah doğrultarak tecavüz değil, cinsel istismar, evet. Ve kanunlarımız, çocuk yaşta biriyle yaşanan her ilişkiyi cinsel istismar kabul ediyor. Zira “12 yaşında ama rızası vardı” tabiata aykırı! - Yine kanunlarımız, aile onayıyla 17 ve mahkeme kararıyla 16 yaşındakilerin evlenmesine izin veriyor. Bu demek ki, sıkı durun: Şu an bu yasayla tartışılan kurbanların hepsi “olay meydana geldiğinde” 15 yaşında veya daha küçüktü!

- Ya 40 yaşında bir adam, boğazına bıçak dayamadan ama tehditle, şantajla ya da kandırarak 12 yaşındaki kızla birlikte olduysa? Veya ailesini para, güç, zorbalık, tehdit vesaireyle ikna edip onunla birliktelik yaşamaya başladıysa?

- Ortada sahipsiz veya kimsesiz kız çocuklarının durumundan faydalanan (kibar olmaya çalışacağım) “profesyonel aracılar” varsa? Bu 15 yaşından küçüklere meraklı anormal adamlar, göstermelik bir nikâh kıydıklarında hesap kapanacak mı?

- 10 kişi bir araya gelip 12 yaşında bir kızı aylarca istismar ettiklerinde, kız hamile kalıp olay ortaya çıktığında, aralarından birinin kızla evlenmesi, hepsinin ceza almadan kurtulmalarına yol açacak! Bu nasıl bir korku filmi?

- Ayrıca kendileri isteseler de 15’in altındaki çocuklarınızı evlendirmeyin bir zahmet kardeşim! 13-14 yaşındaki kızlarını sinemaya yollamayan insanlar evlenip anne olmasına eyvallah diyor! Bu ne rezalet? 18 yaşına kadar gençlerin kemik gelişimi tamamlanmıyor ey ahali! Kanun 17’yi, hatta 16’yı bile kabul etmiş, size o bile yetmiyor! Kendinize gelin ve o çocukları okula yollayın. En büyük cezaları asıl size vermek lazım!

- En iyimser senaryo şu: “15 yaşında bir kızın 18 yaşında bir delikanlıya âşık olması, gençlerin kaçarak ya da ailelerin rızasıyla evlenmeleri, çocuk yapmaları.” Biz bu delikanlıları hapisten kurtarıp ailelerine kavuşturmak istiyoruz gibi bir savunma var AK Parti’den gelen. O zaman niye yasaya yaş farkı sınırı koymadınız arkadaşım? “Hapisteki şahıs, ancak şu an kızla evliyse, genç kızdan en fazla 3 yaş büyükse, çocukları varsa, genç kız ve ailesi ‘Aşk evliliğiydi, asla istismar olmadı’ diyorsa” sadece bir defalığına hafifletin cezayı. İlla yapacaksanız, yalnız bunları ayıklayın o suçluların arasından! Bu 3500-4000 kişinin kaçının hikâyesi böyle, kaçı pedofil, bilen yok!

Çok merak ettiğim iki konu var:

1) Ben bile bunları akıl edip iki satırda yazabiliyorsam, bu tasarıyı dev gürültü koparacağı belli ve insan haklarına aykırı haliyle niye apar topar Meclis’e getirdiniz? Mağduriyete çare bulmak gibi bir derdiniz varsa, bu şartları şurtları (misal yukarıdaki gibi) net olarak yazıp böyle teklif etmek niye hiçbir AK Parti milletvekilinin aklına gelmedi? Niye her işi bana bırakıyorsunuz efendim?!

2) KADEM’in eleştirel açıklaması ve Cumhurbaşkanı’nın “Sorun mutabakatla çözülmeli” uyarısı olmasaydı, dün AK Parti yine bu tasarıyı geri çeker miydi, yoksa kavga dövüş ısrar eder, karşı çıkanları yine “Siyasete alet edenler, ayrılık gayrılık çıkaranlar” ilan eder miydi?


HER YEMEKTEN ÖNCE 1 DEFA
CUMHURBAŞKANI uzun zamandır hasretle beklediğimiz cümleyi cinsel istismarla ilgili yasa tasarısı hakkında söyledi:

“Hükümet eleştirileri dikkate almalı, sorun mutabakat içinde çözülmeli!”

Bir iddiam var!

Bu cümle, Cumhurbaşkanı tarafından haftada 3 kez farklı konular için değişik mekânlarda tekrarlansa, Başbakan iki günde bir, bakanlar sabah-öğle-akşam yemeklerden önce birer defa bu cümleyi dillendirse...

İddia ediyorum! İklim yumuşar, gelecek endişesi azalır, dolar değer kaybeder, borsa yükselir, kutuplaşma seyrekleşir, suç oranı düşer...

Bir denesinler, ne kaybederler yahu? Hele bir de bu cümlenin söylemde kalmayıp gerçekleştiğini düşünün!

Hayal kuruyorum belki... Olsun, ekonomi zorda ama hayal kurmak bedava...

Yazının devamı...
Cumhurbaşkanıma maruzatımdır...
19 Kasım 2016


Eskiden beri ‘Ulusa Sesleniş’ konuşmaları vardır. Ülkenin lideri kamera karşısına geçip icraatları, son vaziyeti filan aktarır, vatandaşla iletişim kurar.

 

Fakat artık bir ‘Cumhurbaşkanı’na sesleniş’ kanalı yapılmasının zamanı geldi diye düşünüyorum. En azından vatandaşın derdi, tasası, şikâyeti kategoriler haline getirilip toplu olarak Sayın Erdoğan’a iletilir. Çünkü araştırdım da Cumhurbaşkanı’na seslenen çok. Acı olayları yazmayacağım. Eşini yanlış ameliyatta kaybedip adalet isteyen, gönüllü koruculuk yapan ve güvenlik isteyen, bir üvey annenin çocuklara yaptığı eziyetin videosunu seyredip cezalandırılması için Cumhurbaşkanı’na seslenen insanların çaresizliği gayet anlaşılır...

 

Ama şu örnekler de var:

 

- İktisadi İdari Bilimler mezunları Kamu İktisadi Teşebbüsleri kadrolarının kendilerine açılması için Cumhurbaşkanı’na seslenmişler.

 

- Ağrı’lı ailenin beşizleri doğunca “Biz üçüz planlıyorduk, şimdi geçim sıkıntısı çekeceğiz” deyip, Cumhurbaşkanı’na seslenip yardım istemişler.

 

- Kırşehir’de düğünden sonra altınları alıp kayıplara karışan gelin, yakalanınca “Ben bu altınları kendim için değil, Bayırbucak Türkmenlerine yardım için aldım, buradan Cumhurbaşkanıma sesleniyorum” demiş.

 

- Bir vatandaş, ev sahibi olamadığını ifade edip, Şahinbey Belediyesi’nin yaptırdığı evlerden alabilmek için Cumhurbaşkanı’na seslenmiş.

 

- Kocaelispor taraftar grubu Hodri Meydan, Süper Lig’e çıkmak için, bir fındık üreticisi ise Ordu Fındık’ın fiyatının yükseltilmesi için çektiği videoyla Cumhurbaşkanı’na seslenmiş.

 

- Bir vatandaş Necip Fazıl Kısakürek Özel Ödülleri’nde ödülün verildiği kişiyi doğru bulmayıp başkasını önermiş ve bu konuda Cumhurbaşkanı’na seslenmiş.

 

Hatta Harika Avcı avukatının kendisini dolandırdığını anlatıp yardım için Cumhurbaşkanı’na seslenmiş.

 

SUSTURAMAZSINIZ, SESLENİCEM

 

Görüldüğü gibi ekonomi, istihdam, adalet, emlak, spor, kültür, sanat, her sorunun ancak Cumhurbaşkanı’nın haberi olursa çözüleceğini düşünüyor memleketimin insanı.

 

Ki belki haksız da değiller... Cumhurbaşkanı pek çok farklı konunun, pek çok detayıyla ilgileniyor. Şahsen bu açıdan benzediğimizi düşünüyorum. Dizi yaparken, dekordaki aksesuvardan sahnedeki figürasyona, oyuncu odasındaki kanepenin temizliğinden makyajlara kadar işim olan olmayan pek çok konuya kafam takılır, kendimi tutamayıp karışırım. Yaz, oyna, evine git, değil mi? Yok.

 

Bir gün oyunculardan biri beni setin girişinde durdurup “Gülsecim bugün öğle yemeği çok kötüydü, onu bir çözersen çok iyi olur” deyince, aniden uyandım!

 

Her yetkiyi üzerine alırsan, her şeyin sorumlusu da bir süre sonra sen olursun. Aslında en güzeli sorumluluksuz yetkidir, en kötüsü de bunun tam tersi.

 

Ve aynı ben, bir gün sorumluluksuz ama ‘full’ yetki sahibi olduğum bir iş bulursam, parasına bakmam, hayat boyu yaparım inanın!

 

Cumhurbaşkanımızın şu an yetkileri ‘full’. Sorumlulukları nasıl paylaşıyorlar bilmem. Ama ben de vatandaşım, isteklerim var.

Cumhurbaşkanım, buradan size sesleniyorum!

 

- Diziler 60 dakika olsun!

 

- 34 beden kadınlar sokağa çıkmasın!

 

- Mevsim değişsin Akdeniz olsun.

 

- İnsanlar el ele tutuşsun, hayat bayram olsun.

 

- Sizden çok rica ediyorum, bunları ancak siz yapabilirsiniz. Zira bu konularda devlette sorumluluğu olan insanlar vardır belki, ama sanırım tüm yetkiler sizde. Benim işimi siz çözer, derdime ancak siz çare olursunuz.

 

- Arz ederim efendim.

 

Yazının devamı...