Bu hafta dost sohbetlerinde, kent yaşamında ve özellikle Çayyolu’ndaki ‘mış’larla ‘muş’ların izleri takip ettim.
Konut olarak inşa edilen binalarda, ticari işletmelere ruhsat verilmeyeceği ne zamandır konuşuluyordu.
Çayyolu’nda değişik bir uygulama gündeme gelmiş.
8. Cadde ve Türkkonut’a giden bulvar üzerinde bulunan binaların ticari işletme olarak kullanılabileceği kararı verilirken, meşhur Park Caddesi’ne bu izin çıkmamış.
Bitmedi..
Park Caddesi’nin göbeğindeki Atabilge Sitesi uzun süredir burada bulunan bar ve restoranlara karşı yoğun savaş veriyordu.
Gerekçe ise canlı müzik, sokak köpekleri ve araba gürültüleri idi..
Sonra Atabilge Sitesi’nin içinde bulunan 5 yıldızlı otel havuzu kıvamındaki içkili sosyal tesisin ruhsatsız olduğu ortaya çıkmış.
Hemen ardından tesisin ruhsatlı olduğu ve ruhsatını eski belediye başkanı Ahmet Duyar’ın verdiği belirlenmiş.
10 Haziran’da bir belediye görevlisi gelip, “Ahmet Duyar’ın verdiği ruhsatı ruhsat kabul etmeyiz, 14 Haziran’da tesisi yıkarız” demiş.
Bir diğer deyişle Park Caddesi’ne kızan Atabilge Sitesi’ne, belediye “yıkarsam ben yıkarım” diye karşılık vermiş.
Sonra sorun çözülmüş, çünkü Park Caddesi hakkındaki ölüm fermanını zaten Büyükşehir Belediyesi çok daha önce imzaya açmış.
Atabilge Sitesi ile Park Caddesi soğuk savaş dönemini yaşarken, Çayyolu’nda kırmızı çizgi tartışmaları, rengi kırmızı rant hesaplarına dönüşmüş.
Mafya özentisi yöneticiler, sivil toplum örgütü başkanlarına yaşlı kadınlar aracılığı ile tehdit mesajları bile göndermiş.
Tam da bu noktada, “Nükleer santral Çayyolu’na kurulacakmış” iddiasını ortaya atmak mümkün.
Ama Çayyolu, James Bond filmlerindeki o gizli görev talimatları gibi ‘kendi kendini yok ediyor’ zaten..
Bir zamanlar Çayyolu, şehircilik örneği olarak gelişen bir bölge idi..
Bugün ise kim ne yap’mış’, neler ol’muş’ sorularının cevabında, “Ben yaparım olur” keyfiyetinin izleri geziniyor.
Mışlarla muşların cumhuriyeti..
Hayırlısı olacakmış..
Polise dikkat
SÖZ Çayyolu’ndan açılmışken, asayiş ve Ankara Emniyeti’nin bu bölgedeki çalışmalarına da dikkat çekmekte fayda var. Bölgenin Jandarma’dan Polis’e devredilmesinin ardından, Yenimahalle İlçe Emniyet Müdürlüğü asayiş olayları ve özellikle hırsızlık açısından önemli bir başarı sağlamış gibi görünüyor.
Üstelik polisin bu başarıyı, vatandaşı bunaltan klasik denetim/baskı yöntemleri yerine çok daha stratejik bir yaklaşım ile sağladığı konuşuluyor.
Son on yılın istatistikleri ne gösteriyor bilmiyorum ama, sokakta Ankara Emniyeti’nin Çayyolu’ndaki başarısına dair konuşulanlar doğru ise bilimsel açıdan incelenmesinde fayda var.
Park Caddesi’nde ‘sosyal terör’ estiren polisten, huzuru ve güvenliği sağlayan polis noktasına gelinmesi sevindirici..
1. Dünya Çocuk Oyunları..
24 Nisan - 1 Mayıs tarihleri arasında 90 ülkeden 3 bin çocuğu Ankara’da ağırladık. Görkemli açılış töreninde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da vardı.
Başbakan, konuşmasının bir yerinde şunları söylüyordu:
“Dünyanın neresinde olursa olsun çocuk her yerde çocuktur. Dünyanın her yerinde çocuklar masumdur. Çocukları üzen bir dünya asla masum değildir.”
Başbakan’a katılmamak mümkün değil..
Gerçekten de çocuk, dünyanın neresinde olursa olsun ‘çocuk’tur..
Gerçekten de, dünyanın her yerinde çocuklar ‘masum’dur..
* * *
Organizasyonun resmi internet sitesinde çeşitli video görüntülerini incelerken, gözlerim Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Çok Sesli Çocuk Korosu’nun verdiği açılış konserine takıldı.
Erkek çocuklarında siyah pantolon, siyah yelek, beyaz gömlek ve papyon..
Hepsi güzel, güneş yüzlü çocuklar..
Kız çocukları üç farklı elbise giymişti..
Pembe bluzlu uzun etekli çocuklar, gri bluzlu uzun etekli çocuklar, uzun siyah elbiseli çocuklar..
Kız çocukları da güzeldi..
Sonuçta Başbakan Erdoğan’ın dediği gibi hepsi de çocuk, hepsi de masum..
Ancak en arkada duran uzun siyah elbiseli kız çocuklarında bir gariplik vardı. Daha doğrusu elbiselerinde..
Hepsinin de yakaları farklı farklı, eğreti duruyordu. Küçük bir araştırma yaptığımda, korktuğum şeyin doğru olduğunu gördüm..
* * *
Sanatın içine tüküren, Barbie bebeği tahrik edici bulan zihniyet, bu sefer de kendini ‘Dünya Çocuk Oyunları’nda göstermişti.
Çocuk korosunun çocuk koristlerinin bir omzu düşük kostümleri, “sakıncalı” bulunmuştu.
Bacak kadar çocukların “dekoltesi”ni örtmek için, apar topar çengelli iğneler bulundu. Uzun siyah elbiseli kız çocuklarına dağıtıldı ve talimat verildi:
“Derhal omzunu örtün..!”
Geleceğin sanatçıları küçük kız çocukları, omuzlarını çengelli iğne ile ‘örttü’ çaresiz.. Bazıları da bir şal ile çözmeye çalıştı durumu.
Çengelli iğneler ile çirkinleştirildiler..
Oysa Başbakan bambaşka şeyler söylemişti:
“Dünyanın neresinde olursa olsun çocuk her yerde çocuktur. Dünyanın her yerinde çocuklar masumdur. Çocukları üzen bir dünya asla masum değildir.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan dün ‘çılgın projem’ olarak nitelediği projesini en sonunda açıkladı. ‘Kanal İstanbul’ isimli projeye göre, kentin Avrupa yakasında Marmara ile Karadeniz arasına bir su kanalı açılacak ve İstanbul, içinden deniz geçen iki kente dönüşecek.
Başbakan Erdoğan konuşmasının bir yerinde, “Dünyada içinden nehir geçen nice şehirler vardır. İçinden deniz geçen yegane şehir İstanbul’dur. Başlattığımız projemizde, İstanbul artık içinden iki deniz geçen bir şehre dönüşüyor” ifadesini kullandı.
Projeyi ve Başbakan’ın bu sözlerini duyduğum anda, aklıma 3-4 yıl önce haber ve köşe yazıları ile Ankara Hürriyet sayfalarına taşıdığımız ‘kayıp dereler’ geldi.
Venedik, Amsterdam, Viyana, New York, Londra, Tiflis, Üsküp, Paris ve içinden su geçen sayısız dünya kentini örnek göstermiştik..
***
Ve Ankara..
Genç Cumhuriyet’in dereler üzerine kurulmuş Başkent’i..
Kavaklıdere, Dikmen, İncesu, Bademlik, Kıbrısköyü, Hacı Kadın, Hoşdere, Bentderesi, Bülbülderesi, Hatip, Ankara ve Çubuk çayları..
Neredeyse hepsinin üzerini hunharca kapatıp, yok etmişiz..
Yok edemediklerimize yıllarca pisliğimizi döküp, başımıza dert haline getirmişiz..
Yakın tarihin belgelerinde, Ankara’nın her deresi için farklı ve hazin bir öykü bulmak mümkün..
2007 yılının Kasım ayında Ankara Hürriyet’te yayınlanan yazımda, şu temennide bulunmuşum:
“Umarız bir gün ‘içinden su geçen kent’ olan Ankara, ‘suyu içinden geçiren kent’ haline gelebilir.”
***
Ve yıllar sonra bugün..
Başbakan benim bu hayalimi Ankara için değil, İstanbul için açıkladı..
İçinden su geçen İstanbul’un, suyu içinden geçiren kent olacağını söyledi..
Geçmişte Ankara’nın da çılgın projeleri olmadı değil işin doğrusu..
Burada o projeleri sayıp, proje sahiplerini utandırmanın bir anlamı yok..
Su denildiğinde aklıma gelen iki atasözü oldu. Birisi “Su akarken testiyi doldur”, diğeri ise “Su akar yatağını bulur”..
Biraz dikkatli düşündüğünüzde, Ankara’da yıllardır suya dair neler yapıldığını hangi atasözü tanımlıyor kolayca bulacaksınız..
Hep doldur, hep doldur..