(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Akif Beki" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Akif Beki" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Akif Beki
Nasıl bir bukalemun bu FETÖ?
21 Aralık 2016

Eğer Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun, ABD’li muhatabı Kerry’ye dediği gibi Ruslar da Türkler de suikastın FETÖ işi olduğunu biliyorsa...

 

Eğer FETÖ’nün, Türk-Rus yakınlaşmasını bozma ihalesi aldığından iki taraf da eminse...

 

Eğer Büyükelçi Karlov’un katili, Nusracı görünümlü bir FETÖ fedaisiyse...

 

Ortada çözmemiz gereken acayip bir garabet var demektir.

 

***

 

Bir örgüt ki...

 

Ancak sıkı istihbarat servislerinin yapacağı ‘sahte bayrak’ operasyonları planlayıp icra edebiliyor.

 

Bir örgüt ki...

 

Türkiye ile Rusya’nın arasını açmak için, Rusların Suriye’de savaştığı düşmanlardan Nusra kılığına girmeyi akledebiliyor.

 

Bir örgüt ki...

 

Rus Büyükelçi’yi vurduracağı intihar suikastçısına, terör örgütü Nusracı süsü verebiliyor.

 

Bir örgüt ki...

 

Bukalemun gibi kılıktan kılığa girebiliyor, çıkarları için intihar saldırılarına bile soyunabiliyor, bu saldırıları başka terör örgütlerine yıkılacak şekilde tasarlayabiliyor.

 

Bir örgüt ki...

 

Yapamayacağı şeytanlık yok. Alçaklıkta üstüne yok. ‘Benim’ diyen değme istihbarat teşkilatlarına taş çıkaracak kabiliyet ve kapasiteye sahip.

 

Fakat gelin görün ki bu profesyonel örgüt, dakika bir yakayı ele verecek acemilikler yapıyor.

 

***

 

Öyle bir suikastçı seçiyor ki bir alnında “haza FETÖ’cü” yazmadığı eksik.

 

Yüzünden gözünden akıyor, ilk bakışta akla FETÖ’yü getiriyor, bir çırpıda profili çözülüyor, daha bakar bakmaz kimliği ve amacı anlaşılıyor.

 

Yani Nusra tipi bir terör örgütü, FETÖ’nün üstüne yıkılacak bir kamikaze eylemi yapmak istese... ‘sahte bayrak’ dalgalandırayım da FETÖ işi gibi görünsün dese ancak böyle bir kostüm, böyle bir profil seçerdi.

 

O kadar çaylakça bir kandırmacayla karşı karşıyayız.

 

***

 

Katilin gittiği kurstan aldığı bursa, Çevik Kuvvet polisi olmasından mesleğe giriş torpiline, bağlantılarından kaldığı öğrenci evine, evinden çıkan kitaplardan robotlaşmış kişiliğine kadar her şey bağırıyor bu bir FETÖ’cü diye.

 

FETÖ’cü olduğu hemen çıksın, çıplak gözle anlaşılsın, arayan eliyle koymuş gibi bulsun diye özenle iz bıraksan bu kadar olur.

 

Sanki katil, FETÖ’cü görünümlü bir Nusracı gibi görünsün istenmiş, tersi değil de...

 

Sanki sahte bir ‘sahte bayrak’ operasyonu çekilmiş. ‘Sahte bayrağı’ kimse yemesin, Nusra işi olduğuna kimse inanmasın dercesine...

 

***

 

Yetmiyor...

 

Bukalemun kıvraklığına sahip bu sinsi örgüt, bunca açık vermekle kalmıyor.

 

Üstüne bir de güya her şeyi hesap ediyor ama suikastın amaçladıklarından ters sonuçlar üreteceğini hiç kestiremiyor.

 

Ankara ile Moskova’nın arasını açacağı yerde tarafları daha da yakınlaştıracağını hesap edemiyor.

 

Öyle şeytani bir eylem planlıyor ki...

 

Düne kadar Suriye’de karşıt pozisyonda olan Türkiye ile Rusya ve İran, üstünden 24 saat geçmeden el sıkışıyor.

 

Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, Türkiye’yle Esad’ı devirmek yerine terörle mücadeleye odaklanma konusunda anlaştıklarını ilan ediyor.

 

***

 

Eğer göründüğü gibiyse...

 

Rusya’yla aramızı açsın diye FETÖ’ye bir cinayet sipariş ediliyor. Ama çaktırmasın diye de tembihleniyor.

 

FETÖ de bir haşhaşiye göstere göstere tetiği çektiriyor.

 

Geride nal gibi parmak izi unutuyor, bildiğiniz imzasını bırakıyor.

 

Ve cinayet, Rusya’yla bizi yakınlaştırırken ABD’yle aramızı açmaya yarıyor.

 

Fakat ne patron ne de taşeronu bunu baştan göremiyor.

 

Sonuçta Türkiye, Rusya ve İran Suriye için çözüm masası kuruyor, ABD ise dışarıda kalıyor, kaybeden oluyor.

 

Yok mu bir terslik?

 

Hayır hayır, bence de FETÖ’yü andırıyor.

 

Ama kimin eli kimin cebinde?

Yazının devamı...
Vekâlet savaşını Ankara'ya sıçratanlar
20 Aralık 2016

Birincisi...

Katilin ve azmettiricilerinin vekâlet ettiği asıl patron, motivasyonun Halep hesaplaşması gibi görünmesini istiyor.

Fakat altından FETÖ işi bir kanlı provokasyon bile çıksa... Amacı, Türk-Rus yakınlaşmasını bozmak bile olsa bir Halep boyutu mutlaka var.

Çünkü dün Moskova’daki Türk, Rus ve İran dışişleri bakanlarının üçlü zirvesine denk geldi.

Mücadeleye giren güçler arasındaki hesaplaşma Halep üzerinden sertleşiyor.

O Halep ki BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri, orada savaş suçları işlendiğinden şüpheleniyor.
O Halep ki yaşadığı kıyım, 8 bin Bosnalı’nın soykırıma uğradığı Srebrenitsa katliamına benzetiliyor.
O Halep ki BBC, Batılıların orada insansız hava araçları ve uydularla savaş suçuna sessizce delil topladığını haber veriyor.
O Halep ki Başkan Obama, katliamlardan Rusya, İran ve Esad rejimini doğrudan sorumlu tutuyor.

Kısacası AB ve ABD, Halep’te Putin ve müttefiklerine suçüstü yapma peşinde...

Öyle ya Halep, yeni Srebrenitsa ise Slobodan Miloseviç’leri, Radovan Karadziç’leri, Ratko Mladiç’leri de olmalı.

Srebrenitsa’da soykırım belgelenmişti.

Halep’te de insanlık suçlarını tespit ve delillendirmek için çalıştıkları anlaşılıyor.

Srebrenitsa kasapları, Lahey’deki mahkemede savaş suçlarından yargılanmıştı.

Fakat Srebrenitsa’daki gibi katliama göz yuman, müdahale için vaktinde harekete geçmeyen AB ve ABD mi Halep kasaplarından hesap soracak?

Bunun için Türkiye’nin, diplomatik girişimlerle Halep’te tahliye koridoru açtırmasını, İran ve Rusya’yla Suriye’de siyasi çözüm masasına oturmasını mı beklediler?


ELÇİLİKLER ÖNÜNDE KARIŞIK ALGI İŞLERİ
İkinci olay şu...

Hizbu’t-Tahrir adlı cemaatten bir grup, cuma günü Ankara’da bir eylem yaptı.

Halep’te katledilen kurbanlar için gıyabi cenaze namazı kılıp tekbirler eşliğinde ABD Büyükelçiliği’ne yöneldiler.

Yürüyüşleri polis engeline takıldı ama kendi çaplarında dikkatleri Rusya yerine ABD’ye çektiler.

Şimdi fotoğrafı önümüze koyup bakalım.

Amaç gerçekten katliamdan sorumlu olanın kapısını mı işaretlemek?

Yoksa hedef şaşırtmak mı?

Amaç Rusya’yı mı korumak, İran’ın rolünü mü kamufle etmek?

Bu grup ne Rusçu ne İrancı biliniyor halbuki.

Üçüncüsü ise...

İran, Rus Büyükelçi’nin vurulduğu gün, Ankara’daki büyükelçiliklerini hedef alan Halep protestolarına tepki gösterdi.

Türkiye’nin Tahran büyükelçisini dışişleri bakanlığına çağırıp rahatsızlık bildirdiler.

Dışişleri Sözcüsü Kasımi, rahatsızlığı açıklarken şöyle dedi:

“Birileri Türkiye’de İran karşıtı bir atmosfer oluşturmak istiyor. Büyükelçiliğimizi hedef alan olayları kimlerin destekleyip yönlendirdiğini biliyoruz...”

Bu hassasiyet, İran’ın durumu ne kadar ciddiye alıp tehlikeli bulduğunu mu gösteriyor?

Büyükelçi Karlov’u vuran katilin arkasında kimin olduğunu öğrenmek istiyor Putin.

Bunun için ortak bir komisyon kurulacak.

Çok da isabetli olur.

Bu suikast motivasyonuyla, karanlık bağlantıları ve karar vericileriyle mutlaka aydınlatılmalı.

Kim hedef şaşırtmakla görevli, kim katliam gibi bir suçu karartmaya, kim kullanmaya çalışıyor, kim gerçek suçluyu saklayıp perdelemekle muvazzaf...

Şurası açık; suikastın aracıları ne yaptıklarını bilmeyen, kandırılmış kuklalar olamaz.

Cinayet aydınlatılırsa, Halep üzerinden yürütülen hesaplaşmayı Ankara’ya sıçratanlarla...

Üstümüzden güç mücadelesine tutuşanların kiraladığı aracılar da ortaya çıkacaktır.

Yazının devamı...
Sonraki gün tekrarını nasıl önleriz?
17 Aralık 2016


Her hain bomba, dün sabah Kayseri’deki gibi, sabrımızı patlatacak bir kıvılcım çakma denemesidir, biliyoruz.

 

Onun için gün, sağduyu günü.

 

O yüzden gün galeyana sürüklenmeme, kıvılcım almama, infiale kapılmama günü.

 

* * *

 

Her intihar saldırısı, kahpece bir provokasyondur, bağrımıza taş basa basa öğrendik.

 

Öyleyse gün provokasyona gelmeme, tahrike kapılmama günü.

 

Her canice katliam, öfkemizi taşırıp bizi kontrolden çıkarmaya dönüktür, ezberledik artık.

 

O halde gün, canilere karşı öfkeyle ayağa kalkarken taşkınlığa prim vermeme günü.

 

Canımızı yakan her vahşet, toplumsal barışımıza kurulmuş bir tuzaktır; düşmemek için az bedel ödemedik.

 

Demek ki gün, bir kez daha şehitlerimizin acısını tek yürek yaşarken, bir ağız olup teröre bin lanet yağdırırken... kanlı tuzaklara çekilmeme, yakıp yıkmama, ortalığı ateşe vermeme günü.

 

HEPSİNE AMENNA

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan söyledi; terör bizi birbirimize düşürmek, kardeş kavgası çıkarmak ister.

 

Biliyoruz ki gün kısır çekişmeleri, iç kavgaları bir kenara bırakıp toplumsal barışımızı güçlendirme günüdür.

 

Başbakan Yıldırım söyledi; terör bizi yıldırmak, hayatımızı korkuyla esir almak ister.

 

Biliyoruz ki gün teröristi sevindirmeme, korkuya teslim olmama, istedikleri tepkiyi vermeme günüdür.

 

CHP lideri Kılıçdaroğlu, MHP lideri Bahçeli söyledi; terör bizi birbirimize düşman etmek, içsavaş çıkarmak ister.

 

Biliyoruz ki gün bu tezgaha gelmeme, terörün ekmeğine yağ sürmeme günüdür.

 

* * * 

 

Acımız ne denli büyük olursa olsun, gencecik kardeşlerimizin toprağa düştüğü gün ne günüdür, 40 yıllık deneyimden biliyoruz.

 

İlk gün sınavını verecek olgunluğa sahip olmasaydı bu millet, şimdiye çoktan başarmışlardı, çoktan emellerine ulaşmışlardı.

 

Biliyoruz ki kalleşler, iç barışımızın dayanıklılığını sınamaktadır.

 

Onun için gün, psikolojimizi ayakta tutma, direncimizi koruma, birliğimizi bu alçakça darbelere karşı savunma, defansımızı güçlendirme günüdür.

 

EN ETKİLİ TEDBİR

 

Bir canlı bomba kalabalıkta pimini çektiğinde ne tepki vereceğimizi biliyoruz.

 

Fakat ertesi gün, başka bir gündür, onu da bilelim.

 

Terörü, intikam hisleriyle değil... demokratik katılım kanallarını açık tutarak yenebiliriz, onu da unutmayalım.

 

Bu intihar saldırılarını, hamasi öfke patlamalarıyla değil... ancak soğukkanlı bir akılla savuşturabileceğimizi de hatırdan çıkarmayalım.

 

 

Terörle mücadeleyi, ölmeyi ve öldürmeyi göze alarak değil... yaşamayı özendirerek, meşru siyaset yöntemini özendirerek kazanabileceğimizi de akılda tutalım.

 

Bize kan kusturanları, kan davası güderek değil... en acımasız askeri, en sert polisiye tedbirlerin yanına, eleman devşirme yollarını kesecek en kuşatıcı siyasi tedbirleri koyarak alt edebiliriz, geri de durmayalım.

 

* * *

 

Bilelim ki en etkili güvenlik önlemi, canlı bombaları canlı bomba olmaya karar verdikten sonra yakalayacak önlem değildir.

 

En etkili önlem, canlı bombaların canlı bomba olmasını önlemektir.

 

Bilelim ki tek tek etkisizleştirerek sonunu getiren yok.

 

Terörün kökünü kurutacak en köklü tedbir, insan kaynağını kurutacak tedbirdir.

 

Güvenlik zaafının, istihbarat zaafının mutlaka üstüne gidelim.

 

Ama şunu da bilelim...

 

Bu terör çağında, bu canlı bomba cehennemine çevrilmiş coğrafyada ne istihbarat ne güvenlik önlemleri bize yüzde yüz koruma sağlamaz.

 

Bizi koruyacak olan, yedi düvele birden meydan okumak değil...İçeride de dışarıda da çatışma ve düşmanlıkları azaltacak, dayanışma ve ittifakları çoğaltacak politikalardır.

 

* * *

 

Gün matem ve metanet günü, başımız sağ olsun.

 

Sonraki günse daha uyanık ve daha basiretli olma günüdür, bilelim.

Yazının devamı...
Parasını tutuklayandan alın bari
16 Aralık 2016

Balyoz ve Ergenekon davalarında yıllarca tutuklu yargılandıktan sonra beraat edenlere bir bir tazminatları ödeniyor.

 

Mahkeme en son, emekli Tümamiral Mustafa Aydın Gürül’le albaylar Ertuğrul Uçar ve Taylan Çakır’a 500’er bin lira manevi tazminat ödenmesine hükmetti.

 

3’er buçuk yıl yatırılmışlardı, alacakları bu.

 

Yine 3 buçuk yıl tutuklu kalan Balyoz davası sanıklarından emekli Korgeneral Hayri Güner de 870 bin lira tazminat kazanmıştı.

 

Gerekçe aynıydı, haksız tutuklama...

 

Ergenekon davası sanıklarından Engin Alan’a da içeride geçirdiği 4 buçuk yıla karşılık bir milyon 300 bin lira takdir edilmişti.

 

Vatandaş kesesinden keyfi ahkâm kesmenin faturası kabarıyor.

 

***

 

Arkası da gelecek...

 

Alt alta topladığınızda ciddi rakamlara ulaşıyor.

 

Mahkemeler, tazminat paralarının yasal faizi ile Maliye hazinesinden alınarak haksız tutukluluk mağdurlarına ödenmesini emrediyor.

 

Para devletin yani senin, benim cebimizden çıkıyor.

 

Dava Adalet Bakanlığı’na açılıyor, cezaya vatandaş çarptırılıyor.

 

Ceza hâkim ve savcıya döndürülmedikçe adil bir ödeşmeden söz etmek mümkün mü?

 

***

 

Haksız yere içeride tutulanların kayıp yıllarını hiçbir tazminat geri getiremez.

 

Kararan, dağılan hayatların bedelini hiçbir meblağ karşılamaz.

 

Para cinsinden telafisi ve tesellisi yok bu tür hataların.

 

Onun için tutuksuz yargılama esas.

 

Fakat madem tutuksuz yargılama esas olduğu halde tutuklu yargılamada ısrar ediliyor...

 

Yanlışın bedelini de o yanlışı göze alanlar ödesin.

 

Mağdurlar, mağduriyetlerine yol açan hâkim ve savcılarla hiç değilse bir nebze ödeşsin.

 

İsabetsiz, haksız ya da hatalı yargı kararlarının cezası, hiç günahı olmayan vergi mükelleflerine kesilmesin, bu çarpıklığa bir son verilsin.

 

Mahsuplaşma olacaksa, takdir yetkisini kötüye kullanan ya da kararında haksız çıkan yargıçla mağdur arasında olsun.

 

HATA BENİM, SUÇ BENİM GÜNAH BENİM Mİ Kİ...

 

Mesele sadece geçmişin hatalı yargı kararları değil.

 

Yarın faraza bir Ali Bulaç, bir Ahmet Altan, bir Murat Sabuncu, bir Necmiye Alpay’ın ya da benzer durumdakilerin fazladan hapis yatırıldığı anlaşılırsa ne olacak?

 

Tutuklu yargılama, istisnai şartlarda başvurulacak bir tedbirken, genel kural gibi oldu.

 

Yarın öbür gün, yeni haksız tutuklama mağdurlarının ortaya çıkmayacağını kim garanti edebilir?

 

Hâkim ve savcılar, ‘tutuklu yargılama’ mağdurlarına karşı bir hukuki sorumluluk taşımıyorsa onları keyfi ve yanlış uygulamalardan ne alıkoyacak?

 

O kararları verenleri bir daha düşünmeye zorlayacak bir yol izlenmiyor da... Yanlış, başka bir yanlışla düzeltiliyor.

 

Vatandaşın günahı ne ki hem canı yansın hem cüzdanı.

 

***

 

Tazminatların, haksız karar verenlere rücu etmesini dört gözle bekleyenlerdenim.

 

Ömürden gidenin telafisi yok ama hiç değilse haybeye başkalarının ömrünü çürütenlerin yanına kâr kalmadığını görmek isterim.

 

Hem insanların yıllarını yiyecek yanlış kararlara imza atacaksın hem de vatandaştan toplanan vergileri tazminat diye hatana katık edeceksin...

 

Masumu cezalandırıp cezayı hak edeni ödüllendirmekten farkı ne!

 

Ceremesini vatandaş çekecekse... Yanlış yapmaktan nasıl caydırılacak hâkim ve savcılar? Tutuklama kararı verirken iki kez düşünmeleri, kılı kırk yarmaları nasıl sağlanacak?

Yazının devamı...
Putin'den sahici dost olur mu?
14 Aralık 2016

Hatta bir adım daha ileri gidiyorum; size “Putin’in Rusya’sı, AB’den daha güvenilir” dedirtebilirler mi?

Halep’te yapacağını yaptıktan sonra tahliye koridorunu açmaya yanaştı. Daha önce ateş çemberinde aç biilaç sıkışmış yüzbinlerce sivil, haftalarca bombardıman altında imdat çığlıkları atarken değil.

Ve Halep yıkıldıktan sonra yol verdiği o ateşkesi dahi çalıştırtmadı, sözde kaldı.

Sadece bu bile Putin’in dostluğuna güvenerek AB’nin gözden çıkarılıp çıkarılamayacağını görmeye yetmez mi?

Türkiye’nin çabalarıyla sağlanan ateşkes açıklandığı sırada Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi şu açıklamayı yaptı: “Halep’te savaş bitmiştir...”

Yani Moskova, Tahran ve Şam işbirliğiyle katledilen katledilmiş, kurşuna dizilen kurşuna dizilmiş, bombalanan bombalanmış, yakılan yakılmış, yıkılan yıkılmış...

Kalan sağların tahliyesine ancak ondan sonra izin veriliyor.

Türkiye’nin ateşkes için gösterdiği çabayı önemsizleştirmek için söylemiyorum bunu.

80-100 bin can kurtulacaktı o sayede, küçümsemek mümkün mü?

Hayır, Türkiye canla başla elinden geleni yaptı.

Ama Putin’in, işini bitirdikten sonra, göstermelik jestlerle ellerini yıkayıp temize çıkmasına da gönlüm razı değil.

BM Genel Sekreteri, Halep’te yanan insan cesetlerine ait şoke edici görüntüler izlediğini bildiriyor.

Uluslararası Af Örgütü, Halep’ten gelen infaz haberlerinin savaş suçlarına işaret ettiğini belirtiyor.

Doğu Halep’in teslim alınması karşılığında Putin ateşkese ikna oldu diye...

Oradaki katliamlar hiç olmamış gibi mi davranacağız?

İnsanlığa karşı suçları işlenmemiş mi sayacağız?

Tabii ki Rusya’yla devletten devlete iyi ilişkiler kurulmasından yanayım.

Fakat bu, Putin’e toz kondurtmayacak kadar gözü kapalı sırtımızı yaslayabileceğimiz anlamına gelmiyor.

AB ile ABD gibi müttefiklerimizi güvenilmez bulduğumuz bir dünyada, Putin’in Rusya’sını güvenilir, sadık dost gibi mi göreceğiz?

Moskova’nın, terör örgütlerine arka çıkma, onlara kucak açma sicili, AB ile ABD’nin çifte standart sicilinden daha mı temiz diyeceğiz?

Ben diyemem...

Bana “Rusya, AB’den daha güvenilir bir müttefiktir” dedirtemezsiniz.

AB’nin haksızlıklarıyla ilgili bütün çekincelerimi, Rusya’yla iyi geçinme konusundaki bütün gerekçelerimi saklı tutarak yazıyorum.

Moskova’ya karşı hasmane bir tutum takınmayalım elbette.

Ama AB’yle en kötü ilişkileri, en iyi haliyle Rusya’nın dostluğuna feda etmeyelim.

En azından öngörülebilirler, en azından savaş suçları mahkemesini tanımazlık yapmazlar, en azından ellerinden ne beklenip ne beklenmeyeceği kestirilebilir.

Aksini düşünenlere de bir daha düşünmelerini öneririm.

Trump’ın Dışişleri Bakanlığı’na getireceği ismin, Putin’in kadim dostu olduğuna bakarak bir daha düşünsünler.

Exxon Mobil’in CEO’su Tillerson için, Putin’e en yakın birkaç ABD vatandaşından biridir deniyor.

Rus liderin elinden bizzat ‘dostluk nişanı’ almış bir Amerikalı.

Yani Trump’ın başkanlığında Rusya ile ABD arasında muhtemel bir paslaşma dönemi yaşanacak.

Birine karşı diğerine oynamamız zorlaşacak.

ABD’yi Rusya’yla dengelemek gibi bir siyaset seçeneğimiz kalmayacak.

Putin de sıkıştığımızı görüp bizi idare etmeyi takmayacak bugünkü kadar.

İşte o gün Putin’in nasıl pervasızlaşacağını düşünün.

Ankara’nın hassasiyetlerini gözetiyor gibi yapmak için, Haleplilerin kökünü kazıdıktan sonra bile ateşkese kapı açar mı?

Sırf bunun için bile “Putin’in ipiyle kuyuya da inilir, Putin’e güvenilip ABD’ye posta da konur, AB’ye sırt da dönülür” dedirtemezsiniz bana.

Yazının devamı...
Avşar Kızı'nın tepkisi mi Pekin Paşa'nın tepkisi mi?
13 Aralık 2016

Önce terörün amacını ve bizi nereye sürüklemek istediğini doğru tespit etmemiz gerekir.

Eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı İsmail Hakkı Pekin, Aydınlık gazetesine konuşmuş.Beşiktaş’ta patlayan melun bombaların amacını şöyle açıklıyor:

AB ve ABD’ye boyun eğdirmek, Rusya’yla aramızı açmak, Şanghay Beşlisi’ne üyelikten bizi vazgeçirmek, İran ve Çin’le ilişkilerimizi dondurmak, dolardan çıkıp yerel para birimleriyle ticarete başlamamızı engellemek...

Yani PKK bizi Rusya, Çin ve İran’dan uzaklaştırıp AB ve ABD’ye yakınlaştırmak için katliam işliyor.

Zaten doluyuz ya Batı’ya karşı...

İçimizde birikmiş haklı bir öfke de olunca kimse tersini düşünmüyor.

Öfkemizin hedefinde sadece AB ve ABD var.

Yaygın hava, Pekin Paşa gibi PKK teröründen Batı’yı sorumlu tutmak şeklinde.

‘Katliam Rusya’ya yaramıyor mu bu durumda’ diyen yok.

Kimsenin aklına öbür ihtimal, yani PKK’nın AB ve ABD’ye çalıştığı tezinin bir Rus propagandası olabileceği gelmiyor. Batı ittifakından bizi koparıp Rusya ve İran’a doğru itecek bir operasyona maruz kalıyor olabileceğimiz ihtimal dışı sanki.

Sanki PKK’nın arkasında Batı var da Rusya ve İran hiç yokmuş gibi...

Sanki AB ve ABD bizi dize getirmek istiyor da Rusya ve İran hiç istemiyormuş gibi...

Sanki bunlar Kandil’e silah sağlıyor da onlar hiç sağlamıyormuş gibi...

Sanki bunlar bizi hainlere vurduruyormuş da onlar ellerine cephane verip hiç vurdurmuyormuş gibi...

Sanki bunlar içimizi karıştırmaya, bizi kaosa sürüklemeye çalışan düşmanmış da onlar bizi çıkarsız seven candan dostmuş gibi...

Sanki Avrupa teröre kol kanat geriyor, güvenilmezmiş de Rusya ve İran hiç germiyor, çok güvenilirmiş gibi...

Sanki ABD ‘benim teröristim kötü, senin teröristin iyi’ ayrımı yapıyormuş, AB ikiyüzlü ve çifte standartlı davranıyormuş da...

Rusya ve İran çok dürüst ve samimiymiş, zinhar teröristlerin sırtını sıvazlamıyor, onları kesinlikle cesaretlendirip üstümüze salmıyor, tövbe ikiyüzlülük yapmıyor, çifte standartlı asla davranmıyormuş gibi...

Halep’i çoluk çocuk demeden kırıp geçirenlerin kim olduğunu bile unuttuk sanki.


ŞARKILARI SUSTURMAK DOĞRUYDU DA...
Hülya Avşar haberi aldığında bir eğlence mekânının sahnesindeydi.

‘Terörün hayat tarzımızı değiştirmesine izin vermeyeceğiz’ demedi.

‘Kalleş bombalara teslim olmayacağız’ demedi.

‘Bu alçakların istediği hayatımızın olağan akışını bozmak. İstediklerini yapıp rutinimizi bozmayacağız, hayatı durdurmayacağız, hiçbir şey olmamış gibi şarkılarımızı söylemeye devam edeceğiz’ demedi.

Sahnesini durdurdu. ‘İçimden şarkı söylemek gelmiyor’ dedi...

Gerçi çıkışta “Doğru mu yaptım, yanlış mı bilmiyorum. Duygularım çok karışık. Bence doğru olanı yaptım” diyerek gelgitler yaşadı.

Ama içsesini dinlemekle çok doğru yaptı.

Çoğumuzun sıcağı sıcağına ilk tepkisi doğruydu.

Bizi öldürerek korkutamayacaklarını, yıldıramayacaklarını, sindiremeyeceklerini göstermenin başka yollarını bulduk.

Kayıplarımıza ağladık, polisimizin arkasında kenetlendik. Eğlencemizi rehin alamayacaklarını göstermeye kalkışmadık. Şehitlerimizin acısını, üstüne bir alışmışlık, duyarsızlaşmışlık ve vurdumduymazlaşmışlık şalı örterek saklamadık.

Ancak arkasını doğru getiriyor muyuz, emin değilim.

Az deneyimli değiliz. Terör kalleşçe vurduğunda nasıl davranacağımızı öğrenmiştik.

Toplum psikolojisini ayakta tutacaktık.Terörün amacına hizmet etmeyecektik.

Teröristi sevindirmeyecektik.

Propagandasına alet olmayacaktık.

Bizi götürmek istediği yere sürüklenmeyecektik.

Bunlardan ilkini, yani psikolojimizi ayakta tutmayı başarabiliyoruz. Fakat gerisinden o kadar emin değilim.

Yazının devamı...
Hafta sonu FETÖ’yle nasıl mücadele etmeli
10 Aralık 2016

 

Bu yeni âdetten esinlenerek ben de ayrı bir kategori icat edip kendi önerilerimi yazayım dedim.

 

Önerilerimi şu başlık altında sıralıyorum:

 

Hafta sonu ve diğer zamanlarda FETÖ’yle nasıl mücadele etmeli.

 

* * *

 

Bir kere önce nasıl mücadele etmemeniz gerektiğini öğrenmelisiniz.

 

Ne yapıp ne edip bir şeyden kaçının.

 

Dün 15 Temmuz direnişinin medya ayağı diye döne döne takdir ettiğiniz bir medyaya... Siz siz olun, bugün FETÖ’nün medya ayağı yaftası yapıştırmaya kalkışmayın.

 

Yemezler, madara olduğunuzla kalır, gülünç hallere düşersiniz.

 

* * *

 

İkincisi...

 

Dün 15 Temmuz gecesinin medya kahramanı diye göklere çıkardığınız bir medyadan... Bugün FETÖ’cü hain çıkarmaya boşuna tevessül etmeyin.

 

Sözünüzü beş paralık eder, Zambiya Kwacha’sından beter değersizleştirir, berbat edip bırakırsınız. Adınız da vefasıza, güvenilmeze, kadir kıymet bilmeze çıkar.

 

Ayrıca dün bir kimse FETÖ’nün kumpaslarıyla mücadele ederken siz karşısına geçip onunla mücadele etmişseniz... Bugün ona FETÖ’cü gömleği giydirmeye zinhar yeltenmeyin.

 

Utanmazlığınıza, yüzsüzlüğünüze verilir.

 

* * *

 

Son olarak...

 

Dün Ergenekon’la mücadeleyi araçsallaştıranların başarısına özenip... Bugün siz de FETÖ’yle mücadeleyi araçsallaştırmaya heves etmeyin.

 

Dünküler ne kadar başarılı olduysa siz de en fazla o kadar başarılı olursunuz.

 

Yani mücadelenin inandırıcılığını sarstığınız, sağlam bir davayı sulandırdığınız, niyetiniz hakkında kafaları bulandırdığınızla kalırsınız. Yazık olur.

 

‘YAĞDIR MEVLAM DOLAR’ DİYEN KİM Kİ

 


BİR okur, dünkü yazım üzerine, ‘Diyanet dolar hutbesi okutsa ne yazar, bu işler hutbeyle duayla olsa Zambiya’nın parası pul olmazdı’ demiş.

Bir yıl önce 31 Aralık’ta çıkan yazımı da yüzüme vurmuş.

 

Şunda haklı...

 

Zambiya Cumhurbaşkanı Lungu’nun milli paralarını dolara karşı koruma çabalarını matrak bulmuştum.

 

* * * 

 

Demiştim ki...

 

“Cumhurbaşkanları Edgar Lungu 18 Ekim’i ulusal dua günü ilan etti.

 

Futbol maçlarını tatil etti, emir buyurdu, tüm yurtta bar ve restoranlar kapandı.

 

Her şeyi yasakladı.

 

Halkını, dünyevi işlerden yüz çevirip sadece ama sadece duaya konsantre olmaya çağırdı.

 

Günün sonunda da 15 milyonluk halkına müjdeyi verdi. ‘Tanrı yakarışlarımızı duydu’ dedi.

 

Semaya el açıp Tanrı’dan istedikleri ise milli paraları Kwacha’nın değer kaybının durmasıydı. Bir yılda yarı yarıya düşmüştü. Ve ancak ilahi bir müdahale, tepetaklak daha aşağı yuvarlanmasını önleyebilirdi.

 

Lungu’ya göre duaları kabul olmuştu ama ertesi sabah açılan piyasalar pek öyle demiyordu. Kwacha yüzde 14 daha çakılmıştı, kafa üstü hem de...”

 

* *  *

 

Hâlâ acıklı ve matrak buluyorum Zambiya’nın çabasını, fakat...

 

Yağmur duasına çıkar gibi dolar duasına çıkmakla dolara karşı hutbe okutmak farklı şeyler.

 

‘Yağdır Mevlam dolar’ demekle olmayacağını, Mevla’nın gökten dolar yağdırmayacağını denemeden de biliyoruz şükür.

 

Liraya değer kazandıracak bir dolar bolluğunu, kuru kuruya bereket duasıyla sağlayabileceğimize inanmak mı! O kadar da değil.

 

* * *

 

Dolar bozdurma kampanyası başlatmak, yerli parayla ticareti özendirmek, liraya geçişi teşvik etmek başka...

 

Diyanet okutsa okutsa bu kampanyaya destek hutbesi okutacaktı.

 

Dolar duasına çıkmayacaktı.

 

Cuma cemaatiyle doları tel’in mitingi de düzenlemeyecekti.

 

Elleri kaldırtıp ‘Şu kahpe doları Kahhar isminle kahreyle, yerin dibine batır, rezil rüsva eyle ya Rab’ diye beddua da ettirmeyecekti.

 

Zambiya’daki maskaralıkla bir alakası yok velhasıl, dolar hutbesiyle Kwacha duasını birbirine karıştırmayalım.

 

Yazının devamı...
Diyanet’in okutmadığı dolar hutbesi
9 Aralık 2016


Başlığı, “Vaktiyle bir dolar hutbesi okunmuştu” şeklindeydi.

 

Bahsettiği hutbe, 15 yıl öncesine aitti gerçi.

 

Yine de bunu işaret sayıp... Herhalde bu cuma bir dolar hutbesi gelecek diye beklemeye başladım. Fakat Diyanet şaşırttı, onun yerine “Halep’te insanlık ölüyor” hutbesi okuttu.

 

Soru şu; doğru tercih hangisiydi? Bu hafta dolar yerine Halep için hutbe verilmesi isabetli mi oldu?

 

DİYANET KAÇINDI MI?

 

Başkan Mehmet Görmez, bir gün önce STK’ları toplayıp etkili bir konuşmayla Halep için kampanya başlatmıştı.

 

Hem yardım toplama hem de toplumsal duyarlılığı ayağa kaldırma kampanyası...

 

Öyle olunca cuma hutbesi de bu kampanyaya ayrılmış görünüyor.

 

Halep’te insanlığın ölümünü güçlü ifadelerle ortaya koyan bir hutbeydi.

 

Ola ki şöyle de düşünenleriniz çıkabilir...

 

Umutların tükendiği bir zamanda Halep’e öncelik vermiş olmadı aslında Diyanet.

 

Sadece, dolar bozma kampanyası için hutbe okutmanın dinen kimi sakıncaları olduğundan böyle davrandı...

 

Ama doğru değil.

 

DOLAR HUTBESİNİN ŞARTLARI

 

Karaman Hoca’nın yazısında fetvası var.

 

Dolar için hutbe okutmak caiz. Yalnız şartlarını yerine getirmek kaydıyla...

 

Camiye ve cumaya para pul gibi malayani şeyler sokmuş, dünyevi meselelerle cemaatin uhrevi havasını kirletmiş olmuyorsunuz.

 

Ancak dikkat etmeniz gereken başka incelikler söz konusu.

 

* * * 

 

Karaman Hoca lafa, o günle bugünkü hükümetler arasında bir benzerlik olmadığını vurgulayarak giriyor.

 

Diyor ki:

 

“O günlerde hükümet Diyanet’ten ‘halkın doları terk etmesi ve TL’ye geçmesini’ tavsiye eden bir hutbe istemiş ve bu hutbe de okunmuştu.

 

Ben de o günlerde bir yazı kaleme almıştım.

 

Nereden nereye geldiğimizi ve o günkü talep ile bugünkü talebin farkını göstermek için bazı kısımlarını sunuyorum...”

 

BUGÜNKÜ İKTİDAR  HUTBEYİ NİYE HAK EDİYOR?

 

Ardından da o günkü dolar hutbesine getirdiği esaslı eleştiriyi hatırlatıyor Hoca:

 

“Cuma günü camilerimizde para ile ilgili bir hutbe okundu.

 

Fakat...

 

Diyanet’ten ‘dolar yerine Türk Lirası kullanılmasını teşvik eden’ bir hutbe okutmasını isteyenlerin... Önce TL’nin terk edilmesinin sebeplerini teşhis etmeleri, sonra da bu teşhise dayalı tedbirler almaları gerekirdi...”

 

Yani dolar için hutbe vermenin bir mahzuru yok da... Hükümet önce üzerine düşenleri yaptı mı ki sıra Diyanet’ten hutbe sipariş etmeye gelsin.

 

Ve soruyor:

 

“Halk, TL’yi niçin terk ediyor, niçin dolara hücum ediyor?

 

Herkes biliyor ki, bunun sebebi parasının değerini korumak, durduğu yerde satın alma gücünün azalmasını engellemektir.

 

Paranın değeri niçin azalıyor?

 

Yine herkes biliyor ki, bunun da sebebi yıllardan beri süregelen kötü ekonomi yönetimidir.”

 

DÜNDEN BUGÜNE NE DEĞİŞTİ?

 

Karaman Hoca’nın bahsettiği dönem, 2000’lerin başı.

 

Tıpkı bugünkü gibi, kuru frenlemek için dolardan liraya dönüş kampanyası açılmıştı.

 

Diyanet de 2001 Ağustos’unda “Türk Lirası Milli İtibarımızdır” konulu bir hutbe ile kampanyaya katılmıştı.

 

Fakat cemaati dolarını bozdurmaya çağırırken hac ve umre paralarını dolar cinsinden aldığı ortaya çıkınca tefe konmuştu.

 

* * * 

 

Karaman Hoca, o günle bugünkü hükümetler arasındaki farka odaklanıyor.

 

Yine doları bozdurma kampanyası açıyor olabiliriz ama...

 

“Şimdi görevlerini yerine getiren bir yönetim işbaşında” diyor.

 

Bense iki Diyanet arasındaki farka bakıyorum. Bugün istese haydi haydi dolar için hutbe okutabilecekken bilinçli bir tercihle Halep’e öncelik veren bir Diyanet var.

 

Ayrıca dolara karşı hutbe okutmak yerine hac ve umre tahsilatlarını anında liraya çeviren bir Diyanet var.

 

Yani... Dünkü Diyanet’in sadece dediğini, bugünkününse hem dediğini hem yaptığını yapacaksın.

 

Çıkardığım sonuç budur.

Yazının devamı...