Skip to main content

Umut Karabulut

Pamukkale University, History, Faculty Member
  • I work as a professor at Pamukkale University, in the Department of History. My fields of study include the history o... moreedit
Bu çalışma, Türk İstiklal Harbi (veya Amerikan basınında yer aldığı şekliyle, Türk-Yunan Savaşı) sonrası ortaya çıkan gelişmelerin Birinci Dünya Savaşı sonrasının en etkili devletlerinden bir tanesi olan Amerika Birleşik Devletleri’nde... more
Bu çalışma, Türk İstiklal Harbi (veya Amerikan basınında yer aldığı şekliyle, Türk-Yunan Savaşı) sonrası ortaya çıkan gelişmelerin Birinci Dünya Savaşı sonrasının en etkili devletlerinden bir tanesi olan Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) nasıl ele alındığına yönelik bir bakışı açısı sunmayı planlamaktadır.
ABD, dünya siyasi sistemine kazandırdığı Wilson Prensipleri (14 Nokta)1 ile savaş sonrası dönemde adından en çok söz ettiren ülkelerden bir tanesi olmuştur. Paris Barış Konferansına katılmış ve Türkiye’nin kaderi ile ilgili söz söylemiştir. Türk Millî Mücadelesi ise İtilaf Devletlerinin savaş sonrası planlarını bozan en önemli tarihsel olaylardan biri olarak ortaya çıkmıştır.
Çevre tarihi veya çevresel tarih, Dünyada ve Türkiye’de yeni gelişen bir tarihçilik alanıdır. İktidar merkezli tarih yazıcılığının ikinci dünya savaşı sonrası değişim göstermesi ve iktidar alanı dışında kalan bireylerin ve toplumların... more
Çevre tarihi veya çevresel tarih, Dünyada ve Türkiye’de yeni gelişen bir tarihçilik alanıdır. İktidar merkezli tarih yazıcılığının ikinci dünya savaşı sonrası değişim göstermesi ve iktidar alanı dışında kalan bireylerin ve toplumların incelenmesi sonucu yeni bir tarihçilik anlayışı ortaya çıkmıştır. Fransa’da Annales Okulu aracılığıyla ortaya çıkan ve Amerika Birleşik
Devletleri’nde kurumsallaşan bu yeni tarihçilik anlayışı, sıradan insanları ve onların her türlü etkinliğini merkeze almaktadır. Bu bakış açısı, aynı zamanda disiplinler arası çalışmayı da gerekli kılmıştır. Çevre tarihi ise bu yeni perspektifin bir sonucudur. İnsan doğa ilişkilerinin uzun erimli etkileşimi olarak insan dışı tüm aktörlerin (non-human agency) insanoğlunu (mankind) etkilediği düşüncesi, bu aktörlerin tarihin öznesi olabileceğini göstermiştir. Ayrıca doğanın son yıllarda hızlı bir şekilde tahrip edilmesi de doğaya dönük bir ilgi ve endişe yaratmıştır. Bu noktada nehirler, akarsular, dağlar, ovalar gibi coğrafi oluşumlar ile bitkiler, hayvanlar, salgın hastalıklar gibi unsurlar çevre tarihi çalışmalarının öznesi
olarak belirmişlerdir. Çevre tarihçiliğinin en önemli başlıklarından bir tanesi insan-su ilişkisi olarak görülmektedir. Bilindiği üzere antik dönemlerden bu yana insan toplulukları suyun yakınında olma ihtiyacı hissetmişler ve büyük medeniyetler genelde su kaynakları etrafında yükselmişlerdir. Setler ve barajlar ise insanoğlunun suyu kontrol etme ve sudan yararlanma anlayışının bir sonucu olarak yüzyıllar boyu gelişme kaydetmişlerdir.  Denizli Çivril Işıklı Gölü, Büyük Menderes Nehri ile Kufi Çayı’ndan beslenen bir tatlı su gölüdür. Bölgede mevcut su kapasitesi doğrultusunda tarımsal faaliyetler yürütülmüş, buna paralel suyu kontrol etmenin zorunluluğu da hissedilmiştir. Bu çalışmada, Denizli Işıklı Gölü Barajı’nın inşası çalışmaları ile barajın bölgeye etkileri analiz edilecek ve tüm bu gelişmeler çevre tarihi perspektifinden değerlendirilecektir.
İkinci Meşrutiyet’in Osmanlı devletinde ilanı, o güne dek görülmedik şekilde, toplumun siyasete katılımının da önünü açmıştır. Meşrutiyetin ilanının ardından başta Makedonya olmak üzere, ülkenin çeşitli coğrafyalarında halk kitleleri,... more
İkinci Meşrutiyet’in Osmanlı devletinde ilanı, o güne dek görülmedik şekilde, toplumun siyasete katılımının da önünü açmıştır. Meşrutiyetin ilanının ardından başta Makedonya olmak üzere, ülkenin çeşitli coğrafyalarında halk kitleleri, seslerini duyurabilmek ve özlemi içerisinde oldukları birtakım talepleri siyaset elitlerine duyurabilmek adına  eylemlerde bulunmuşlardır. Yurdun çeşitli yerlerinde halk kitleleri; sokaklar, meydanlar ve muhtelif kamusal mekânlarda düzenli veya düzensiz birliktelikler sonucu toplanarak seslerini duyurma arayışı içerisine girmişlerdir. Tüm bunların neticesinde halk, siyaset  katmanlarının bir üyesi hâline gelmiştir. Osmanlı siyaset mekanizması bundan böyle halkın siyasete katılımını, yalnızca parlamento gibi anayasal kurumlar aracılığıyla değil, kitle hareketleri örneğinde olduğu
gibi, farklı reaksiyonları dikkate almak suretiyle de göz önünde bulunduracak ve bunların sonucunda toplumun siyasette yeni bir güç hâline geldiği, artık görmezden gelinemeyeceği bir dönem başlayacaktır.
Ülkenin başkenti İstanbul ile yeni yönetim merkezi olma yolunda ilerleyen Ankara’da farklı siyasi yapılar faaliyet yürütmekte ve bu iki iktidar odağı birbirine almaşık bir yapı ortaya koymaktadır3. Bu çalışmada İzmir’in işgalinin birinci... more
Ülkenin başkenti İstanbul ile yeni yönetim merkezi olma yolunda ilerleyen
Ankara’da farklı siyasi yapılar faaliyet yürütmekte ve bu iki iktidar odağı
birbirine almaşık bir yapı ortaya koymaktadır3. Bu çalışmada İzmir’in işgalinin birinci yıl dönümü ve San Remo Konferansı sonrası Osmanlı Devleti’ne iletilen barış tasarısına duyulan tepki nedeniyle, İstanbul ve Ankara’da gerçekleşen mitingler değerlendirilecektir. İstanbul’da, iktidarın destekçisi görünen Hürriyet ve İtilaf Fırkası (HİF) ile Ankara’da Büyük Millet Meclisi (TBMM)4 üyesi milletvekillerinin öncülüğünde gerçekleşen mitinglerde görülen söylem ve talepler analiz edilecektir. Bu söylem ve talepler, Milli Mücadele döneminde İstanbul ve Ankara arasında baş gösteren ayrışmanın ne tür fikri ve siyasi temellerden kaynaklandığının anlaşılması bakımından dikkate değerdir. Hemen aynı günlerde meydana gelen ve siyasi bir refleks olan mitingler, temelde iki güç odağı arasındaki ayrışmanın boyutlarını gösteren veriler sunmaktadır.
Bu çalışmada, Tanzimat Dönemi’yle birlikte küçük çaplı grev ve protesto eylemleri yapan, II. Meşrutiyet’in ilânıyla da sınıf bilinci kazanmaya başlayan Osmanlı/Türk işçilerinin Atatürk dönemindeki faaliyetleri ve dönem içerisinde işçilere... more
Bu çalışmada, Tanzimat Dönemi’yle birlikte küçük çaplı grev ve protesto
eylemleri yapan, II. Meşrutiyet’in ilânıyla da sınıf bilinci kazanmaya
başlayan Osmanlı/Türk işçilerinin Atatürk dönemindeki faaliyetleri
ve dönem içerisinde işçilere ve çalışma hayatına yönelik yapılan hukuki
düzenlemeler değerlendirilmiştir.
Meşrutiyet'ten Milli Mücadele'ye, miting, gösteri ve nümayişler şeklinde gerçekleşen siyasi protesto eylemlerinin tarihsel boyutu ve Milli Mücadele tarihindeki önemi analiz edilmiştir.
Bu çalışmada amaçlanan, 1908-1912 yılları arasında İttihat ve Terakki'nin yapısal karakterinden ve dönemsel gelişmelerden kaynaklanan milliyetçi politikaları, Cemiyet'in geliştirdiği kitle siyaseti ve söylemler üzerinden ortaya koymak,... more
Bu çalışmada amaçlanan, 1908-1912 yılları arasında İttihat ve
Terakki'nin yapısal karakterinden ve dönemsel gelişmelerden kaynaklanan milliyetçi politikaları, Cemiyet'in geliştirdiği kitle siyaseti ve söylemler üzerinden ortaya koymak, başlangıcı 1912'ye tarihlenen
Türkçülük politikasının aslında 1908'den itibaren uygulanmaya
başlandığını ve bu iki ideoloji arasındaki dönemsel ayrımın kesin
hatlarla belirlenemeyeceğini ortaya koymaktır. Aynı zamanda bu
çalışmada öne çıkarılmak istenen bir başka argüman, 1912 öncesi
ittihad-ı anasır politikasının, Türk düşünce dünyasının ve özelde de
İttihatçı elitin inanıp benimsediği bir politika olmaktan ziyade, dönemin
şartlarının yarattığı bir sonuç olduğudur.
Yakın zamana kadar tarih yazıcılığı, daha ziyade devletin veya orduların ihtişamlı başarılarına veya hezimetlerine odaklanarak toplumu ve onu oluşturan "sıradan insanları" tarihsel gelişmelerin öznesi değil, nesneleri olarak görmüştür.... more
Yakın zamana kadar tarih yazıcılığı, daha ziyade devletin veya orduların ihtişamlı başarılarına veya hezimetlerine odaklanarak toplumu ve onu oluşturan "sıradan insanları" tarihsel gelişmelerin öznesi değil, nesneleri olarak görmüştür. Osmanlı tarih yazıcılığı için de geçerli olan bu husus, "devlet merkezli" ya da "yukarıdan aşağıya" tarih yaklaşımı olarak adlandırılmaktadır. Çeşitli toplumsal grupların büyük ölçüde pasif ve "sessiz yığınlar" halinde görmezden gelindiği bu yaklaşımda tarih hemen daima "büyük" adamların etrafında şekillenmiştir. Son dönemlerde bu yaklaşım giderek eleştirilmekte, gölgede kalmış ve ihmal edilmiş kesimleri ele alan, böylece Osmanlı tarihine "aşağıdan yukarıya" doğru yaklaşan yeni çalışmalar ortaya çıkmaktadır. Elinizdeki bu çalışma, "sessiz yığınları" tarih anlatısının aktörleri olarak gören bu yaklaşımı güçlendirmek ve Osmanlı toplumunun siyasi muhalefet ve protesto kültürünü anlamak maksadına yöneliktir. Alan uzmanı akademisyenlerin makalelerini bir araya getiren bu çalışmada, Osmanlı toplumunda siyasi muhalefet ve protesto geleneği değerlendirilirken başvurulacak kavramlar ve kaynaklar tartışılmakta, ayrıca İstanbul'da ortaya çıkan siyasi aksiyonlar konu edinilerek örnek vakalar sunulmaktadır.
İkinci Dünya Savaşı Türkiye'deki toplumsal yapıyı olabildiğince etkilemiştir. Bunun temel nedeni, savaşın Türkiye için yüksek bir olasılık haline gelmesidir. Bu nedenle devlet erki cephede gerçekleşecek savaşlara dönük önlemler aldığı... more
İkinci Dünya Savaşı Türkiye'deki toplumsal yapıyı olabildiğince etkilemiştir. Bunun temel nedeni, savaşın Türkiye için yüksek bir olasılık haline gelmesidir. Bu nedenle devlet erki cephede gerçekleşecek savaşlara dönük önlemler aldığı kadar cephe gerisindeki sivil toplumu da korumaya çalışmıştır. Pasif güvenlik önlemleri olarak hayat bulan bu önlemler uyarınca sivil toplumu korumaya yönelik kanunlar, talimatnameler ve nizamnameler yayınlanmış; siper ve sığınak kazma, maske temin etme, karartma uygulamalarına gitme ve tatbikat yapma türünde eylemler gerçekleştirilmiştir. Abstract The Second World War has profoundly affected the social structure in Turkey. The main reason for this was that the war became a high possibility for Turkey. Therefore, state took measures towards wars that might take place in the front line and tried to protect civilians beyond front lines. In accordance with these measures, invigorated as passive security measures, legislations, regulations and instructions were promulgated in order to protect civilians. Moreover, several other applications were carried out such as digging trenches and shelters, supplying masks, performing black outs and drills.
Bu çalışmanın konusu, Türkiye Cumhuriyeti üzerine ortaya çıkan tarih yazıcılığının güncel sorunlarını tartışmaktır. Bu bağlamda bu çalışma, geç Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine geçiş üzerine belli tartışmalar etrafındaki süreklilik... more
Bu çalışmanın konusu, Türkiye Cumhuriyeti üzerine ortaya çıkan tarih yazıcılığının güncel sorunlarını tartışmaktır. Bu bağlamda bu çalışma, geç Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine geçiş üzerine belli tartışmalar etrafındaki süreklilik ve kopuş sorununu değerlendirecektir. Ayrıca, Cumhuriyet tarihçisinin Türkiye ve yurtdışındaki mevcut sorunlarıyla ilgili olarak, bu alanın kapsadığı çeşitli yaklaşımları inceleyen belirli değerlendirmeler sunacaktır. Abstract The subject of this study is to discuss the current problems of the historiography emerged on the Turkish Republic. In this context, this study will evaluate the question of continuity and rupture around certain debates over the transition from the late Ottoman to the Republican periods. It will also present certain specific assessments on the current problems of the Republican era historiography in Turkey and abroad which examines a number of approaches that this field embodies.
Uluslararası ilişkilerde devletler hukukunun oluşturulma süreci 19 ve 20. yüzyılda hız kazanmıştır. 1864 Cenevre Sözleşmesi, 1899 ve 1907 Lahey Sözleşmeleri devletler hukuku içinde özellikle “savaş hukuku” açısından önemli belgelerdir.... more
Uluslararası ilişkilerde devletler hukukunun oluşturulma süreci 19 ve 20. yüzyılda hız kazanmıştır. 1864 Cenevre Sözleşmesi, 1899 ve 1907 Lahey Sözleşmeleri devletler hukuku içinde özellikle “savaş hukuku” açısından önemli belgelerdir. Osmanlı Devleti 19. yüzyıl ortalarından itibaren dâhil olduğu bu yöndeki sözleşmelere uymaya özen göstermiştir. Bunun neticesinde savaş içinde olduğu devletlerin misyonlarına ve vatandaşlarına karşı “muhasım devlet politikası” uygulamıştır. Osmanlı Devletinde bu tür uygulamaların savaş içerisinde uygulanması, Trablusgarp ve Balkan Savaşlarından itibaren görülen bir gelişme olarak kayda geçmiştir.
1920’li yılların başında Ankara’da yeni ve ulusal bir hükümetin işbaşına gelişinin yarattığı coşku birçok alanda olduğu gibi sağlık alanında da önemli gelişmelere yol açmıştır. Özellikle Dr. Refik Saydam’ın Sıhhiye Vekili (sağlık bakanı)... more
1920’li yılların başında Ankara’da yeni ve ulusal bir hükümetin işbaşına gelişinin yarattığı coşku birçok alanda olduğu gibi sağlık alanında da önemli gelişmelere yol açmıştır. Özellikle Dr. Refik Saydam’ın Sıhhiye Vekili (sağlık bakanı) oluşuyla birlikte gerçekleşen sağlık uygulamaları uzun yıllar boyunca Türkiye’deki sağlık politikalarında belirleyici olmuştur.
Bu nedenle, Dr. Refik Saydam’ın 1925-1937 yıllarında sağlık bakanlığı görevini yürüttüğü dönemin politikalarını anlamak hem yeni devletin sağlık alanına verdiği önem hem de sonraki dönemlere ışık tutması anlamında önemlidir.
Kutü'l-Amare Savaşı ile ilgili bilgiler içerir.
1936 yılında inşa çalışmalarına başlanan Malatya Bez ve İplik Fabrikası, 1939 yılında tamamlanmıştır. Çalışmada bu tesisin kuruluş çalışmaları değerlendirilecektir. Ayrıca şu sorulara yanıt aranacaktır: Malatya Bez ve İplik Fabrikası’nın... more
1936 yılında inşa çalışmalarına başlanan Malatya Bez ve İplik Fabrikası, 1939 yılında tamamlanmıştır. Çalışmada bu tesisin kuruluş çalışmaları değerlendirilecektir. Ayrıca şu sorulara yanıt aranacaktır: Malatya Bez ve İplik Fabrikası’nın Kuruluşuna nasıl karar verilmiştir? Bu tesisin bölge ve şehir için ne gibi önem taşıyacağı düşünülmüştür? Tesisin yapımının, kent üzerindeki etkileri neler olmuştur? Tesisin yapımı, başka hangi alanlarda yeni atılımlara yol açmıştır? Araştırmada yararlanılacak kaynaklar; Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nden temin edilen belgeler, Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı raporları, gelişmelerle ilgili dönemin basınında yer bulan haberler, hatıratlar ve değerlendirme eserler olarak belirlenmiştir.
Bu çalışmada, Osmanlı kadınlığı içerisinde medeni cesaretiyle önem arz eden ve cesareti sayesinde “ilk uçan Türk kadını” olma şerefine nail olan Belkıs Şevket Hanım’ın bu özelliği kazanma süreci ele alınmıştır. Çalışmanın ağırlık... more
Bu çalışmada, Osmanlı kadınlığı içerisinde medeni cesaretiyle önem arz eden ve cesareti sayesinde
“ilk uçan Türk kadını” olma şerefine nail olan Belkıs Şevket Hanım’ın bu özelliği kazanma süreci ele
alınmıştır. Çalışmanın ağırlık noktasını Belkıs Şevket Hanım’ın tayerânı oluşturur. Bununla beraber dönemin Avrupa’sı ve kadınlar üzerindeki etkisi ile dönemin Osmanlı havacılığının durumu ve Osmanlı kadınlarının talepleri hakkında da bilgi verilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın ana kaynağını Kadınlar Dünyası adlı dergi oluşturmaktadır. Bu dergide verilen bilgiler ışığında konu hakkında ayrıntılı bilgilere ulaşılmaya çalışılmıştır
Avrupa Birliği (AB) üyeliği, Türk dış politikasında önemli yere sahip konulardan biridir. Bazı dönemler önceliğini kaybetse de hiçbir zaman gündemden düşmemiş, Türkiye'nin “Batılılaşma” hedefi ile koşut olduğundan bu hedefe ulaşmada... more
Avrupa Birliği (AB) üyeliği, Türk dış politikasında önemli yere sahip konulardan biridir.
Bazı dönemler önceliğini kaybetse de hiçbir zaman gündemden düşmemiş, Türkiye'nin
“Batılılaşma” hedefi ile koşut olduğundan bu hedefe ulaşmada belirleyici rol
üstlenmiştir. Süreç içerisinde, birlik üyeliğinin getireceği başarıya paralel, üyelik konusu
daha güncel bir çizgiye oturmuş ve gündelik siyasetteki ağırlığını arttırmıştır. Kimi
zaman seçim kazandıran, kimi zaman da hükümetleri zora sokan bir niteliğe
bürünmüştür. 12 Eylül 1980 sonrası Anavatan Partisi’nin iktidara gelmesiyle hız kazanan
Türk-AB ilişkilerinin temelini, 31 Temmuz 1959'da, Demokrat Parti atmıştır.
Bu çalışmayla birlikte, Türkiye’nin AB’ye üyelik başvurusunun hangi amaçlarla yapıldığı,
Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile ilişkilerin dönem içerisinde Türk dış
politikasındaki yeri ve başvurunun kamuoyunda yarattığı tartışmaları belirlemek
amaçlanmıştır. Böylece üyelik hedefinin ilk yıllarındaki genel durum ortaya konacaktır.
Birlik için o zamanki ismi olan Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ifadesi
kullanılacaktır. Basındaki yorumlar alıntılandığında ise özgün metinde yer alan
“Müşterek Pazar” ifadesi değiştirilmeyecektir.
İzmir Limanının Türkiye ekonomisi ve dış ticareti içerisindeki yeri ile kent için üstlendiği rolü açıklanmaktadır.
donmuş bulunmaktaydı. 1983 yılında gerçekleşen seçimler sonucunda iktidara gelen Anavatan Partisi, bu süreci tersine döndürüp ilişkileri bir adım ileri götürmek amacıyla 1980’li yılların ortasında, AET’ye tam üyelik başvurusu yapma kararı... more
donmuş bulunmaktaydı. 1983 yılında gerçekleşen seçimler sonucunda iktidara gelen Anavatan Partisi, bu süreci tersine döndürüp ilişkileri bir adım ileri götürmek amacıyla 1980’li yılların ortasında, AET’ye tam üyelik başvurusu yapma kararı aldı.
Ancak Türkiye’deki iktidarın aldığı bu karara rağmen ilişkileri olumlu bir noktaya getirmek, kolaylıkla başarılacak bir iş değildi. Anavatan Partisi’nin ilk yıllarında gerçekleşen bu çabalar ve karşılaşılan zorluklar ileriki dönemlerde Türk Hükümetleri’nin çekeceği zorlukların işaretlerini oluşturuyordu.
Cumhuriyetin ilk yıllarında kabul edilen Muhâmât Kanunu (3 Nisan 1924), bazı avukatları tasfiyeye tabi tutmuş ve avukatlık kurumunu yeniden düzenlemiştir. Tasfiyeler, kanuni şartları avukatlık yapmaya uygun olmayanlar ve Mütareke... more
Cumhuriyetin ilk yıllarında kabul edilen Muhâmât Kanunu (3 Nisan 1924), bazı avukatları tasfiyeye tabi tutmuş ve avukatlık kurumunu yeniden düzenlemiştir. Tasfiyeler, kanuni şartları avukatlık yapmaya uygun olmayanlar ve Mütareke Döneminde ülke aleyhine çalışmış olanlara yönelik gerçekleşmiştir. Önemli miktarda Gayrimüslim avukatın tasfiyeye tabi tutulması güçlü itirazlara neden olmuştur. Kanunun yoğun olarak tartışılmasının bir diğer nedeni, dönemin önemli muhaliflerinden Lütfi Fikri Bey’in İstanbul Barosu Başkanı olmasıdır.
Bu nedenle Muhâmât Kanunu, avukatlık kurumunun yeniden düzenlenmesinin yanı sıra, Cumhuriyet yönetiminin eski düzen yanlısı muhalefet ve Mütareke Döneminde ülke aleyhinde çalışmış Gayrimüslimlerle hesaplaşması olarak ta görülmüştür.
İstanbul basını, Milli Mücadele’nin sona erip devrim sürecinin başladığı dönemde, bazı yayın organları aracılığıyla, Ankara’ya muhalif bir tutum takınmıştır. Bu muhalefeti izlemek, Milli Mücadele kadrolarının yaşadığı ayrışmayı takip... more
İstanbul basını, Milli Mücadele’nin sona erip devrim sürecinin başladığı dönemde, bazı yayın organları aracılığıyla, Ankara’ya muhalif bir tutum takınmıştır. Bu muhalefeti izlemek, Milli Mücadele kadrolarının yaşadığı ayrışmayı takip etmek için zorunludur. Çünkü bu basın organları,
kendi düşüncelerinin yanı sıra Ankara’ya muhalefet eden siyasilerin görüşlerini de, büyük bir istekle sütunlarına taşımışlardır. Dolayısıyla, İstanbul basını üzerinden Ankara’nın başkent ilan edilişine verilen tepkileri incelemek, Türk devrim tarihi yazıcılığı için önemli bir veridir. Bununla birlikte, Ankara ile tüm İstanbul basınının arası açık değildir. Hükümet ile birlikte hareket eden basın organlarının, bu birlikteliklerinin dayandığı temelleri ve gerekçeleri görmek, 1923 yılı Türkiye’sinde basın-iktidar ilişkilerinin analizi için önemli bir veridir.
Tanzimat Dönemi öncesi Osmanlı Devleti’nde, devletin geleneksel ekonomik yapısından mütevellit işçi sınıfı kavramı oluşamamıştı. Ancak Tanzimat Dönemi ile birlikte muhtelif alanlarda yüzünü Batı’ya dönen Osmanlı Devleti, ekonomik olarak... more
Tanzimat Dönemi öncesi Osmanlı Devleti’nde, devletin geleneksel ekonomik yapısından mütevellit işçi sınıfı kavramı oluşamamıştı. Ancak Tanzimat Dönemi ile birlikte muhtelif alanlarda yüzünü Batı’ya dönen Osmanlı Devleti, ekonomik olarak da Batılılaşma aşamasını başlatmıştır. Payitaht İstanbul gibi kozmopolit liman kentleri de Batı ekonomisinin Osmanlı Devleti’yle tanışmasında ve Osmanlı toprakları üzerinde nüfuz sahibi olmasında etkili olmuştur. Bunun sonucunda ise, Batı işçilerine ait
sosyo-ekonomik taleplere dayalı hak arama mücadelesi ve protesto kültürü Osmanlı işçilerini de etkilemiştir. Meşrutiyet’in ikinci kez ilan edilişi ile de birlikte İstanbul ve liman kentlerindeki işçiler başta olmak üzere Osmanlı işçileri, mevcut sosyo-ekonomik duruma dair memnuniyetsizliklerini ve isteklerini daha özgür bir şekilde dile getirmeye başlamış ve Tatil-i Eşgal Kanunu’na (1909) kadar
sürecek olan yoğun bir grev dalgası başlatmışlardır. Bu makalenin amacı ise bu süre zarfında işçi hareketlerinin, kozmopolit bir limana sahip Payitaht İstanbul’da nasıl seyrettiğini ve Osmanlı işçilerinin nasıl sınıfsal bir nitelik kazanmaya başladığını incelemektir.
Türk ordusu Filistin Cephesi'nde, Birinci Dünya Savaşındaki en önemli mücadelelerden birini vermiştir. İngiltere ile uzun yıllar süren savaş esnasında yalnız cephede değil, cephe gerisinde de birçok faaliyet yaşanmıştır ve bunların savaş... more
Türk ordusu Filistin Cephesi'nde, Birinci Dünya Savaşındaki en önemli mücadelelerden birini vermiştir. İngiltere ile uzun yıllar süren savaş esnasında yalnız cephede değil, cephe gerisinde de birçok faaliyet yaşanmıştır ve bunların savaş üzerinde birtakım etkileri olmuştur. Cephe gerisindeki faaliyetlerini etkin bir şekilde sürdüren İngilizler, bunların bir tanesinde sahte Tanin nüshaları basarak Türk ordusuna dağıtmışlardır. Sahte Tanin gazeteleri, Türk tarafının eline geçmiş ve başkent İstanbul'a ulaşmıştır. İngilizlerin bu faaliyetini Türk kamuoyuna duyurma işini, taklit edilen Tanin gazetesi üstlenmiştir.
Bu çalışma, Rusya’da gerçekleşen 1917 Ekim Devrimin sonucunda, Türk Ocaklarının, Rusya Türklerine yönelik ilgisini belirlemeyi amaçlamıştır. Konunun sınırlarını belirleyen dönemde Türk Ocakları ile Rusya Türklerinin ilişkilerini... more
Bu çalışma, Rusya’da gerçekleşen 1917 Ekim Devrimin sonucunda, Türk Ocaklarının, Rusya Türklerine yönelik ilgisini belirlemeyi amaçlamıştır. Konunun sınırlarını belirleyen dönemde Türk Ocakları ile Rusya Türklerinin ilişkilerini değerlendiren bir eserin olmaması çalışmanın
özgün tarafıdır. Çalışma boyunca, Osmanlı Devleti’ndeki Türkçü çevrelerin ülke dışındaki Türklere bakışı ve 1917 Ekim Devriminin bu çevrelerde yarattığı etki izlenecektir. Bu ilgide önceki dönemlere göre yaşanan artışlar, azalmalar ve süreklilikler belirlenecektir.
Türk Ocağı’nın Rusya Türklerine yönelik ilgisi belirlenirken, Türk Yurdu dergisinde Rusya Türklerine dair yazılar, Rusya’dan Türkiye’ye gelen ve Türk Ocaklılarla buluşan heyetler ve Türk Ocağı çevresinde tartışılan “ülke dışındaki Türklere yardım” konuları üzerinden sonuçlara
ulaşılmaya çalışılmıştır. Çalışmanın temel kaynağı, Türk Yurdu dergisinde yayımlanan yazılardır. Bununla birlikte, kamuoyunda beliren görüşlerden yararlanmak amacıyla ‘Tanin’ ve ‘Vakit’ gibi bazı süreli yayınlar da incelenmiştir. Başbakanlık Osmanlı Arşivinde Türk Ocağının Rusya Türklerine yönelik faaliyetleri ile doğrudan ilgili arşiv belgesi çok azdır. Yine de konuyla ilgili olabilecek bu türden belgeler değerlendirmiştir. Dönemi yaşamış ve olayların içerisinde bulunmuş kişilerin anıları da çalışmaya dâhil edilmiştir. Çalışmanın Mondros Ateşkes Antlaşması ile sınırlandırılması, bu tarihten itibaren Türk Ocağının faaliyetlerine ara vermesi nedeniyledir.
Milli Mücadele 1922 kitabı, Milli Mücadele’nin, yaklaşık dört yıl süren zorlu sürecinde, öne çıkan gelişmelerinin aktarıldığı dört ciltlik serinin son kitabıdır. Bu süreç içerisinde 41 farklı yazarın katkılarıyla 44 yazı ve söyleşi... more
Milli Mücadele 1922 kitabı, Milli Mücadele’nin, yaklaşık dört yıl süren zorlu sürecinde, öne çıkan gelişmelerinin aktarıldığı dört ciltlik serinin son kitabıdır. Bu süreç içerisinde 41 farklı yazarın katkılarıyla 44 yazı ve söyleşi okuyucuya sunulmuş, Millî Mücadele döneminin hemen her noktasına değinilmiştir. Yalnız cephedeki veya ülkedeki siyasi olayları değil, cephe gerisinde toplumu ilgilendiren; sosyal  konular, uluslararası ilişkiler vb. bir çok konudaki gelişmeler kaleme alınmıştır.
1920, Türk bağımsızlık mücadelesinin örgütlü ve kurumsal bir yapıya kavuştuğu, yeni Türk Devleti’nin temellerinin atıldığı yıl olarak tarihe geçmiştir. Bu nedenle yalnız Türkiye’nin değil, çevre coğrafyaların da şekillendiği tarihi bir... more
1920, Türk bağımsızlık mücadelesinin örgütlü ve kurumsal bir yapıya kavuştuğu, yeni Türk Devleti’nin temellerinin atıldığı yıl olarak tarihe geçmiştir. Bu nedenle yalnız Türkiye’nin değil, çevre coğrafyaların da şekillendiği tarihi bir sürecin başlangıcına işaret eder. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı Devleti’nin yıkılması sonucu kurulmuş ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan tarihsel bir boyut ortaya çıkmıştır. 1920 yılı birçok açıdan bu geçişin yaşandığı köprü görevini görmektedir. Bir yandan Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi yeni devletin temellerinin atıldığı kurumlar ortaya çıkmış, diğer yandan ise varlığı devam eden Osmanlı Devleti kurumları nedeniyle ikili bir yapı ortaya çıkmıştır.
Milli Mücadele ‘1920’ başlıklı çalışmamız, Milli Mücadele hareketine dair olayların yanı sıra, İstanbul’daki Osmanlı kurumlarının tarihlerine de ışık tutmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası olaylara da yer vermekte ve Milli Mücadele dönemi Türkiye’sini birçok boyutuyla ele alan tarihsel bir panorama sunmaktadır.
Yakın zamana kadar tarih yazıcılığı, daha ziyade devletin veya orduların ihtişamlı başarılarına veya hezimetlerine odaklanarak toplumu ve onu oluşturan "sıradan insanları" tarihsel gelişmelerin öznesi değil, nesneleri olarak görmüştür.... more
Yakın zamana kadar tarih yazıcılığı, daha ziyade devletin veya orduların ihtişamlı başarılarına veya hezimetlerine odaklanarak toplumu ve onu oluşturan "sıradan insanları" tarihsel gelişmelerin öznesi değil, nesneleri olarak görmüştür. Osmanlı tarih yazıcılığı için de geçerli olan bu husus, "devlet merkezli" ya da "yukarıdan aşağıya" tarih yaklaşımı olarak adlandırılmaktadır.
Çeşitli toplumsal grupların büyük ölçüde pasif ve "sessiz yığınlar" halinde görmezden gelindiği bu yaklaşımda tarih hemen daima "büyük" adamların etrafında şekillenmiştir. Son dönemlerde bu yaklaşım giderek eleştirilmekte, gölgede kalmış ve ihmal edilmiş kesimleri ele alan, böylece Osmanlı tarihine "aşağıdan yukarıya" doğru yaklaşan yeni çalışmalar ortaya çıkmaktadır. Elinizdeki bu çalışma, "sessiz yığınları" tarih anlatısının aktörleri olarak gören bu yaklaşımı güçlendirmek ve Osmanlı toplumunun siyasi muhalefet ve protesto kültürünü anlamak maksadına yöneliktir. Alan uzmanı akademisyenlerin makalelerini bir araya getiren bu çalışmada, Osmanlı toplumunda siyasi muhalefet ve protesto geleneği değerlendirilirken başvurulacak kavramlar ve kaynaklar tartışılmakta, ayrıca İstanbul'da ortaya çıkan siyasi aksiyonlar konu edinilerek örnek vakalar sunulmaktadır.
1908 yılında Meşruti yönetim sisteminin tekrar uygulanmaya konulması, birleşik bir Osmanlı toplumuna doğru yeni umutları da beraberinde getirmişti. Osmanlı Devleti'nin parçalanışı sona erecek ve toplum, eşitlik, kardeşlik ve özgürlük... more
1908 yılında Meşruti yönetim sisteminin tekrar uygulanmaya konulması, birleşik bir Osmanlı toplumuna doğru yeni umutları da beraberinde getirmişti. Osmanlı Devleti'nin parçalanışı sona erecek ve toplum, eşitlik, kardeşlik ve özgürlük ilkeleri doğrultusunda bir arada yaşayabilecekti. Ancak uluslararası gelişmeler kısa sürede bu iyimser havayı dağıttı. Peşi sıra yaşanan Bosna-Hersek, Bulgaristan, Girit ve Trablusgarp problemleri Osmanlı toplumunda bir öfke seli yarattı ve Meşrutiyetin temel prensiplerinden beslenen toplumsal tepkiler görüldü. Üstelik bu tepkiler milliyetçilik duygusunu öne çıkararak, 'milli donanma', 'milli iktisat' ve 'milli devlet' gibi kavramları sadece entellektüel çevrelerde değil, farklı toplumsal kesimlerde de tartışılır hale getirdi. Bazı Osmanlı kentlerinde bu tartışmalar çok daha güçlü bir zemin üzerinde gelişti ve kentsel politik yaşamda belirgin bir ağırlık kazandı. Bu kentlerden biri, gerek kozmopolit nüfusuyla, gerekse etkili entellektüel çevreleriyle öne çıkan İzmir'dir. Öyle ki İzmir, ticari canlılığından gelen güç sayesinde boykotlara; toplumsal dinamizmi ve büyük nüfusuyla da etkili mitinglere ve gösterilere ev sahipliği yapabilmiştir. Bu çalışmayla birlikte İkinci Meşrutiyetin ilk yıllarında ortaya çıkan uluslararası problemlerin İzmir kentindeki politik yansımaları ele alınmakta ve kent toplumunun duygu ve düşüncelerinin dışa vurumu irdelenmektedir.
Milli Mücadelenin 100. Yılı, çeşitli açılardan değerlendirilmiştir.