(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Onur Baştürk" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Onur Baştürk" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Onur Baştürk
‘La La Land’ diyarından bildiriyorum
22 Aralık 2016

Yedi daldaki Altın Küre adaylığı, “Oscar’ı kesin alır” yorumları ve tabii eskilerin müzikallerini anımsatan rengarenk fragmanıyla dikkat çekiyor film.
Bizde ise önümüzdeki cuma gösterime giriyor.
Ama ondan önce İKSV biletli bir gala yaptı ve çarşamba gecesi City’s’in salonlarını dolduran şanslı bir azınlık gösterimden önce La La Land’e kavuşmuş oldu.
Film başından sonuna müzikal müzikal değil.
Yani karakterler durmadan şarkı söylemiyor, önce onu söyleyeyim.
Ama eski müzikallere göz kırpan, o tadı anımsatan nefis sahneleri var.
Mesela Ryan Gosling ve Emma Stone’un Los Angeles’a tepeden bakan asfalt yolda yaptıkları “tap dansı” sahnesi müthiş.
O sahnenin sonunda Emma Stone’un canlandırdığı karakterin iPhone’unun çalması ise seyirciyi bir anda günümüze döndürüyor. O da filmin tatlı modern detayı...
Açıkçası La La Land bir ara çok toz pembe ilerleyince yer yer pöfledim izlerken...
Ama finale doğru öyle bir ters köşe yaptı ki, kalakaldım.
La La Land’in esas duygusu buymuş dedim.
Şimdi onun ne olduğunu söylemem olmaz.
Sadece şunu söyleyeyim:
Hayatta her şey birden elde edilmiyor.
Bir şeyleri hep feda etmek zorunda kalıyorsun.
Ama feda ettiğin o aşk da bir türlü unutulmuyor.
Sezen’in şarkısındaki gibi “son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda” vaziyetiyle illa ki karşılaşıyorsun.
Unutmadan: Filmin tema müziği olağanüstü. Kendinizden geçeceksiniz.

Şehirde en son neler oldu 

◊ SALI PARTİLERİ

Salı gecesi Nişantaşı’ndaki Nopa’da “Wear Your Glam” konseptli bir parti vardı.
Ayda bir Nopa’da parti düzenleyen Her Projects’in eseri olan partide DJ Gazali müzik yaptı, bar etrafında yoğunlaşan kalabalık ise daha çok sohbet etti. Bu ara herkes bezgin ve öfkeli ya, o kalabalık arasında o gergin insanlardan biri de bana düştü.
Yanımda duran kadın durup dururken atarlandı, “Tanışıyor muyuz? Niye bakıyorsunuz?” diye. Elbette hiç oralı olunmadı, uzaklara dalındı ve Mars’taki olası koloni hayatı filan düşünülmek suretiyle bünye gevşetildi.
Aynı gece Nopa’dan sonraki ikinci parti ise Klein’ın kardeş mekanı Flamme’daydı.
Be Bold konseptli partinin kalabalığı İstanbul’un sözde popüler mekanlarındaki tüm kitleden farklıydı; daha genç ve güzel.
Salının bir diğer olayı Asmalımescit’teki 5 Cocktails’de yapılan Gzone Rainbow Anthems (Gökkuşağı Marşları) Vol.2 adlı proje albümün tanıtım partisiydi.
İnsan özgürlükleri ve LGBT görünürlüğü için hazırlanan albümde gay dünyasına ilham kaynağı olmuş 17 şarkıya yer verilmiş.
O şarkılardan biri de Atiye’nin bu proje için yeniden seslendirdiği Maazallah.
Zamanında Bülent Ersoy’un seslendirdiği şarkıya Atiye klip de çekmiş. Umut Eker yönetmenliğindeki klip halihazırda her yerde yayında.

◊ VE MUST KAPILARINI AÇTI

Ercan Gümüşkaya’nın Must’ı merakla bekleniyordu.
Ve dün itibarıyla Nişantaşı’ndaki eski Central’ın yerinde kapılarını açtı Must.
Ercan tamamen kendi tasarımı olan mekanda yılların deneyimini konuşturmuş, şık bir işe imza atmış.
Hemen uğrayıp ayaküstü denediğim patatesli trüflü bir başlangıç var ki, onu bir daha tatmak istiyorum en kısa zamanda.

 

Yazının devamı...
Burak Yılmaz mı haklı, şoför mü
20 Aralık 2016

Çünkü bu tür kavgalar, atışmalar sürekli oluyor.
Mesela geçen günlerde bindiğim iki takside de hemen hemen benzer şeyleri yaşadım.
İlk taksi şoförü yandaki aracın şoförüyle durup dururken atışmaya başladı.
Ne oldu ne bitti, kim kime önce laf attı ya da onların deyişiyle ‘artistlik yaptı’, anlamadım bile...
Arabasına bindiğim diğer şoför ise zaten çok hızlı gidiyordu.
Ona korna çalan araçla tartıştı.
Klasik şeyler söyleyerek, “Gel lan, in aşağı” filan diyerek...
Eskiden sıkıcı ve uzlaşmacı bir yolcu tipi olarak iş tatlıya bağlansın diye şoföre “Abi boşver, değmez” gibi laflar sıralar, arka çıkardım.
Şimdi tamamen kayıtsız hale geldim.
Kafamı telefona gömüyor, sosyal medyayla oyalanıyor, yaşanan atışmanın bitmesini bekliyorum.
Çok uzarsa da parasını ödeyip taksiden iniyorum.
Neden sinirlerimi bozayım ki?
ESAS KÖTÜ OLAN
Gelelim Burak Yılmaz’la otobüs şoförü arasındaki tartışmanın videosuna...
Atışma ya da tartışma
nereden başlamış tam anlaşılmıyor ama ikisi de haksız ve gereksiz yere taşkın.
Burak Yılmaz da öyle, şoför de...
Şoförün sopa göstermesine sinirleniyorlar, ama o anda caydırıcı unsur olarak kullanmış adam onu.
Belli, bu türden çok fazla olay yaşıyor ve tedbirini almış.
Sopayı göstermese Burak Yılmaz bayağı dalacak çünkü.
Her şey bir yana arkadaşlar, herkes çok diken üstünde.
İşin esas kötü tarafı ve gözden kaçan büyük
resim bu.
Yoksa Burak mı haklı şoför mü haklı tartışması değil önemli olan...

Popçular özel uçak meselesinde neyi göremedi

Efendim, Demet Akalın’la Murat Dalkılıç’ın yılbaşı gecesi peş peşe iki farklı şehirde, Bakü ve İstanbul’da konserleri varmış.
Gidiş geliş pratik olsun diye beraber özel uçak tutalım demişler.
Sonra da kriz çıkmış, ayrı ayrı uçak tutmaya kadar varmış olay.
Dalkılıç ailesini de uçağa almak istemiş, filan da filan...
Neyse ne.
Tıpkı Burak Yılmaz ve otobüs şoförü olayında olduğu gibi kim haklı kim haksız durumundan öte bir şey var burada.
İki ünlü şarkıcıya da hiç mi hiç yaramayan bir şey.
Ne mi? Özel uçak tabii!
Bu haberi okuyan/izleyen ve halihazırda durmadan yükselen döviz kurlarından etkilenip krizle boğuşan vatandaş olaya nasıl bakacak?
Şöyle: “Pes! Özel uçak için kavga etmişler!”
Aynen böyle.
Keşke bu meseleyi kendi aralarında tatlıya bağlasalar ve hiç dışarı yansıtmasalardı.

Yazının devamı...
Tuhaf bağlantılar
18 Aralık 2016

“Gizemli cinayetle ilgili en çok konuşulan iddia ise ona terapiye gelen biri tarafından vurulduğu...”
O iddia doğru çıktı.
Haberlerde vardı, katil Sinem Koç üç kez seans almış Erikli’den.
Nitekim Koç’un sadece “Kitaplarını okudum, ruhsal dengem bozuldu” iddiasıyla Erikli’yi kalkıp vurması çok da mantıklı durmuyordu.
Sonuçta cinayetin adımlarına baktığınızda (evet, bugün içimden bir dedektif çıktı), Erikli’nin hangi saatte ne yaptığını bilen bir katille karşılaşıyorsunuz.
Yani katilin Erikli’yle daha önce yüz yüze görüşmüş olması çok şaşırtıcı değil.
Şimdi önemli olan ne konuştukları...
Asıl şaşırtıcı olan, katilin elini kelepçeleyen kadın polislere, “Sıkı tutma elimi, çek elini. Senin gibi bir insan değilim. Enerji bedeni ne biliyor musun?” demiş olması.



Neden böyle bir şey söylüyor?
Tüm spiritüel öğretilerde enerji bedeni, yani içimizdeki enerji kanallarının (çakra) uyanması, açılması iyi bir şey olarak resmedilir.
İçindeki gücün ortaya çıkması olarak...
Yoksa bu kanalların açılması ters etkiye yol açtı ve ‘öldürme potansiyeli’ni mi ortaya çıkardı? İyilik kadar kötülük de bir enerjiyse eğer...
SAÇ AYRINTISI
Bu cinayette ilgimi çeken diğer ayrıntı ise şu: Saçlar!
Katil, ‘melek yazarı’ Erikli’yi kuaför çıkışı (saçlarının iyi görünmesine her zaman çok önem verirmiş) apartmanın içinde vuruyor.
Ve cinayetin ertesi günü kendi saçlarını kazıtıyor.



Elbette tanınmamak, yakayı ele vermemek için saç kazıtmak ilk akla gelen şey.
Ama saç mevzusu deyince, zamanında filmi de yapılmış olan Samson ve Delilah’ın hikayesi de akla düşmüyor değil.
Ne demişler, ne varsa eskilerde var.
Hikaye malum, kimsenin yenemediği güçlü Samson bir gün çok âşık olduğu Delilah’a zayıf noktasını açıklar: Saçları!
Samson’un gücü, Tanrı’ya adadığı ve hiç kesmediği uzun saçlarından gelmektedir.
Delilah bunu öğrenince Samson uyurken saçlarını keser ve onu düşmanlarına teslim eder.
Neyse, cinayet yazarınızdan bugünlük bu kadar.
Daha fazla kafa karıştırmayayım...

Yılbaşı gecesi ne yapmalı

Kimselerde yeni yılı düşünecek, plan yapacak hâl kalmadı biliyorum.
Ama insanız, üç gün sonra düşüneceğiz işte, “Ne yapsak o gece?” diye.
Hem ilerleyen tarihlere dair plan yapmak bünyeye iyi gelir...
Yeni yılda en popüler yurtdışı destinasyonlarını söyleyeyim:
Berlin ve Beyrut.
Özellikle Berlin’e bilet fiyatları uçmuş durumda.
Airbnb’den ev de bulamıyormuşsun.
Yurtiçinde en popüler adres ise Alaçatı olacak gibi.
İstanbul’da kalanlar ise ev içi organizasyonlara abanacak.
Öyle görünüyor.

Miller ve o vergiler

Uçak bileti için mil biriktirmek iyi güzel
hoş bir şey de, işe yarıyor mu hâlâ emin olamıyorum.
Misal, önümüzdeki yıl Paris için öylesine bilet baktım.
20 bin mil ve 500 küsur lira vergi diyor.
Aynı tarihte bilete bakıyorsun. Toplam 900 lira filan.
E ne anladım ben bu işten?
Mille alınca dahi bu kadar vergi ödeyeceksem diyorsun, bari normal normal bilet alayım... Tuhaf.

 

Yazının devamı...
‘Melek yazarı’nın son dakikaları
17 Aralık 2016

Çekim yasasından bahsediyor, “Gerçekten isteyince her şey oluyor” deyip insanların kalbini çeliyor ve fena halde iddialı takılıyordu: 

“Tarihteki en önemli insanların bazıları yüzyıllar kadar eski olan bu sırra vakıf oldu. Eflatun, Beethoven, Edison, Einstein... Ve şimdi sır tüm dünyaya açıklanıyor.”
“Secret” o kadar konuşulmuştu ki, inananı inanmayanıyla birlikte herkesin diline düşmüş, kısacası sırrın suyu çıkmıştı.
2010’dan itibaren ise bizim topraklarda “Secret”ın etkisi çoktan bitmiş, dalga dalga başka bir şey yayılıyordu: “Meleklerle Yaşamak”!
Yazarı Beki İkala Erikli’ydi. Meleklerle konuştuğunu söyleyen Erikli’nin kitabı kısa sürede bir seriye, oradan da yüksek satış rakamlarına ulaştı.
Sonrası sessiz sedasız çorap söküğü:
Meleklerle bereketi, aşkı yaratma seminerleri, meditasyon CD’leri, “melek yazarı” olarak edinilmiş bir ün.
Öyle ki, hiç ummadığım insanlardan arada duyuyordum “Meleklerle Yaşamak”ı.
Kitabı okumaya başladıktan sonra evde, sokakta tüy bulduklarını, bunun meleklerin bir işareti olduğunu...
Kendi “Secret”ını yaratan Beki İkala Erikli’nin hayat hikayesi maalesef acı bir şekilde son buldu.
İki gündür herkes onun kurban gittiği esrarengiz cinayeti konuşuyor.
Beki İkala Erikli cinayetten yarım saat önce benim de sık sık kahvaltısı için gittiğim Setup Deli adlı kafede yemekteymiş.
Yemeğini bitirip kalkmış ve iki adım mesafedeki apartmanına girdiği anda da
vurulmuş.
Hem içeride hem de apartmanın dışında kamera varmış.
Yani katil bile bile lades demiş gibi.
Gizemli cinayetle ilgili en çok konuşulan iddia ise ona terapiye gelen biri tarafından vurulduğu...

Islak hamburger peşindeki ünlü yabancı şef

Geçen cumartesi...Dolmabahçe’de yaşanan patlamanın üzerinden sadece 3-4 saat filan geçmiş.
Ortalık karışık, Taksim civarı bir anda sessizliğe bürünmüş.
İşte böyle bir ortamda dünyaca ünlü bir şef etrafındakilerin “dışarı çıkma” uyarısına hiç kulak asmadı ve gecenin 02.00’sinde konakladığı CVK Oteli’nden çıkıp Taksim Meydanı’nda aldı soluğu.
Ne için mi? Kızılkayalar’da ıslak hamburger yemek için!
Çünkü daha önce methini çok duymuştu, mutlaka tatması gerekiyordu.
Kim mi o ünlü şef?
2015’te dünyanın en iyi pasta şefi seçilen Albert Adria.
23 senesini meşhur El Bulli’de pasta şefi olarak geçirmiş şahane bir adam.
Aynı zamanda moleküler mutfağın dahilerinden Ferran Adria’nın kardeşi.
Albert Adria’nın o tarihte İstanbul’da bulunma nedeni ise ikinci kez yapılan gastronomi konferansı Gastromasa.
Bu konferansa birçok ünlü şefle beraber konuşmacı olarak gelmiş Adria.
Olayı bana anlatan ise Avustralya’nın ünlü Türk şefi Somer Sivrioğlu.
Doğrusu Somer anlattığında şaşırdım:
Kızılkayalar’ın ıslak hamburgerinin ünlü bir şefi gece yarısı sokağa dökecek kadar meşhur oluşuna...
O yüzden derim ki hanımlar beyler, o ıslak hamburgerin değerini bilin!

Yeni yıl kafası en iyi AVM’lerde

Sev sevme, fark etmiyor. Şehirdeysen, hele İstanbul’daysan, AVM’lerde az ya da çok vakit geçiriyorsun.
Ve ne yalan söylemeli, yeni yıl heyecanını en iyi yaşatan yerler de oralar.
Misal 1: Kanyon’da bugün yılbaşına özel bir hediye pazarı kuruluyor. AVM’nin geleneksel yılbaşı konserinde ise bu yıl MFÖ var. Tarih, 25 Aralık.
Misal 2: Akmerkez, giriş kapısı önüne kurduğu mini buz pateni pistiyle şık bir iş yapmış.
Dahası, yeme-içme katına yeni açılan Take a Seat adlı çok amaçlı restoran, tam Bikini Berlin kafasında.
Kahvecisi, tatlıcısı, dizayn ürün satan dükkanı, ahşaba ağırlık veren tasarımı ve açık havada takılmanı sağlayan balkonuyla...
Misal 3: Zorlu’da ise geçen yılki gibi bir yeni yıl köyü kurulmuş, birçok marka ürünlerini sergiliyor.

Canlı yayının suyunu çıkarmak 

Canlı yayın dediğim, sosyal medyadaki canlı yayın.
Snap ya da Insta Story’den yapılanı.
Bazı ünlü ya da ünlümsü kullanıcılar işin suyunu çıkardı.
Bir bakıyorum, bin tane video peş peşe yüklemişler.
Kameraya bakıp konuşuyorlar. Sürekli bir konuşma hali, bır bır bır.
Ayarları bozuldu galiba. Ya da şarkıdaki gibi: Yalnızlık ömür boyu.
İkisinden biri.

Telefonum nerede

Akıllı telefonlarla olan bağımlı ilişkimize yaşanmış bir örnek.
Bir gece önce yaşadığı ve detaylarını çok demlenmiş olmaktan dolayı hiç mi hiç hatırlamadığı ‘tek gecelik ilişkisini’ ertesi gün arkadaşlarına şöyle anlatır üst düzey kariyerli bir kadın:
“Uyandım ve bir çığlık attım. Çünkü telefonum yoktu!”
Eh, ne de olsa telefon artık öbür yanımız, olmazsa olmazımız.
Hatırlanmayan detayların o dakika hiçbir önemi yok.

Meltem Cumbul ve bebek hareketi

Meltem Cumbul yeni başladığı dizisini 1 yaşından küçük bir bebek sette çalıştırıldığı için terk etti. Şahane bir hareketti. Bu zamanda kimse yapmaz böyle bir şeyi.
Üç beş söylenir ama umuru olmaz. Çekimlere devam eder, gelsin paralar...
Lakin olaydan sonra kafam karışmadı değil.
Meltem’e sordum hemen.
“İyi ama Amerikan film ve dizilerinde yeni doğan bebek sahneleri görüyoruz. Orada hep küçük yaştaki bebekler kullanılıyor. O nasıl oluyor?” diye.
Meltem bu sorumun yanıtı için başkanı olduğu Oyuncular Sendikası’nın avukatı Sera Kadıgil’e yönlendirdi beni.
Kadıgil şöyle giderdi merakımı:
“Oralarda şartlar o kadar iyi ki! Saat sınırlaması var, o çocuğun yanında çekim boyunca pedagog var, çocuk için ayrı hazırlanmış sözleşmeler var. Var da var!
Türkiye’de bunların hiçbiri yok. O yüzden biz hazırladığımız teklifte 3 yaşın altı çocuklar sette olmasın dedik. Çünkü setlerdeki şartlar çocuklar için iyi değil.
Gel gör ki Bakanlık üç yıl değil, asgari üç ayla sınırlandırmayı düşünüyor meseleyi.”

Yazının devamı...
2016'nın sosyal hayat raporu
16 Aralık 2016

◊ Yılın en iyi şeylerinden biri farklı mekanların bir arada toplandığı Bomontiada oldu. Babylon’un ardından ocak ayında açılan Kilimanjaro hem barı hem yemekleriyle dikkat çekti. Kısa sürede Bomontiada’nın diğer mekanları Popülist, Kiva ve Monochrome da çok gezenlerin radarına girdi. Karaköy eski havasını yitirdi, Arnavutköy ise yeni mekanlarla yılın en şanslı semti oldu.

◊ Bu yıl herkes kokteylci oldu. Farklı kokteylleri denemek ve onların olduğu barlara gitmek modaydı.
Misal: Asmalımescit 5 Cocktails, Arnavutköy Alexandra, Topağacı Efendi...

◊ Klein yılın en başarılı kulübüydü. Hafta sonu gece belli bir saatten sonra bu mekanı ‘son durak’ yapmak en bildik davranış kalıplarından birine dönüştü. Klein bununla yetinmedi, bir de Flamme diye bir mekan daha yarattı yanı başında.

◊ Nişantaşı Topağacı yükselişini sürdürdü. Grey, Moro, Son, Socrates gibi mekanların yanı sıra irili ufaklı kahveciler de peş peşe açılmaya doyamadı.

◊ DJ’ler kendi kitlelerini yaratmaya devam etti. Mesela Can Balta ve Murathan Özbek.
Önce Lucca’da çaldılar, sonra başka yerlerde. Nereye gitseler mekanı doldurdular.

◊ Yılın ikinci yarısında canlı müzik patladı. Halihazırda canlı müzik yapan mekanlara (Gizli Kalsın, Frankie gibi) yenileri eklendi (Hazine, La Boucherie Dinner Theatre ve Goya gibi).

◊ Soho House yılın ilk yarısında üyeliklerin yenilenmediği dedikodusu ve havuz problemiyle konuşuldu ama sonra yaptığı partilerle (özellikle Cadılar Bayramı partisi) kendini toparladı.

◊ Şanssız mekanlar da vardı. Yılın ilk günleri açılan Nişantaşı Central ve Taksim’deki Eden yılın sonuna göremeden kapandı. Bir başka şanssız mekan ise Küçük Bebek Lokal oldu. Büyük umutlarla açıldı, ama ilgi görmedi.

◊ Ortaköy’deki Zuma’nın İstinye Park’a taşınması başta “talihsizlik” olarak nitelendirildi, ama tam aksi oldu. Zuma yeni yerinde daha popüler oldu.

◊ Yazın İstanbul’da partilemek ve ferahlamak isteyen Babylon Sound Garden’a ve Suma Beach’e koştu. Boğaz kenarında takılmak isteyen ise Bijou ya da Reina’daki Goya’ya.

◊ Yazın Bodrum’da en çok ilgi gören mekan Fenix’ti. Pahalı fiyatlarıyla Blue Marlin İbiza çok konuşuldu. Hatta bu köşede konuya değinince fiyatları indirdiler.

Xuma Beach, Off Gümüşlük, Bella Sombra ve Sail Loft ise farklı kitleleri kendine çeken diğer popüler Bodrum mekanlarıydı.

◊ Alaçatı yaz boyu tıklım tıklımdı. Momo, Esnaf, Madeo, Köyün Diskosu, Single Fin, Before Sunset ve Fly-Inn adlı plaj ve mekanlar dillerdeydi. Klasik Bodrum-Alaçatı yarışında bu yaz Alaçatı ipi göğüsledi.

◊ Bu yaz Mikonos’tan sonra İbiza’ya da direkt uçuş başladı. Ama İbiza beklenen ilgiyi görmedi. Giden yine Mikonos’a gitti, Scorpios’da yedi içti. Mikonos’un eğlencesinden bunalan Patmos’ta ev kiralama olayını denedi.

◊ Çağdaş sanat adına çok da iyi gelişmeler yaşanmadı. Birçok yabancı galeri Contemporary İstanbul’a katılımını iptal etti. Ayrıca muhafazakar bir grup fuarı basıp bir heykelin kaldırılmasını istedi.

Yetmedi, sergi yapan bazı büyük kurumlar “Durumlar hassas, terör olayları” diyerek kimi sanatçıların sergisini iptal etme yoluna gitti.
Yine de iyi şeyler oldu. Mesela Dolapdere’ye açılan Dirimart Galeri bölgenin çehresini bir anda değiştirdi.

◊ Bu arada Beyoğlu’nda kendine küçük bir dükkan açmış Güney Koreli bir plakçıyı da üzdük. “Ramazan ayında içki içiliyor” diyerek bir grup insan plakçıyı bastı.
Oysa o sırada plakçıda Radiohead’in yeni albümünün dünya çapında düzenlenen etkinliği vardı.

◊ Şef restoranları ise yoluna bir şekilde devam etti. Nişantaşı’nın klasiği Kantin yeni yerine taşındı ve akşam servisine başladı. Yeni Lokanta bomba olayları nedeniyle bir ara kapandı ama yeniden açıldı.
Mikla dünyanın en iyi 100 restoranı listesinde 56’ıncı sıraya yükselince yeniden popüler oldu. Kuruçeşme’deki yeni yerine taşınan Toi ise epey ilgi gördü. Tek üzen Karaköy’deki Maya oldu. Çok sevilen mekan krize dayanamadı ve kapandı.

Ve şehrin en yenileri

Yılın son haftalarında iki yeni mekan şehrin sosyal hayat radarına giriyor. İlki Arnavutköy’de perşembe günü açılan Cult.
Üç katlı mekanın son katı galeri. İlk katı ise kokteyl bar.
Yemek yok, sadece tapas veriyorlar.
Diğer yeni mekan ise Nişantaşı’ndaki Must.
La Boom’dan ayrılan Ercan Gümüşkaya’nın hem ortağı olduğu hem de işletmeciliği üstlendiği Must, kapanan Central’ın yerine önümüzdeki cuma günü açılıyor.
Üç bölümden oluşan Must’ın nasıl olacağı şimdiden merak konusu.

Hafta sonu rotası

Hafta sonuna özel öneriler buraya sığmadı, hurriyet.com.tr’deki “Ne Yapmalı” bölümüne bakabilirsiniz, orada yer verdim.

Yazının devamı...
B planı konuşmaları ve çok paylaşılan o yazı
15 Aralık 2016

Özellikle şu son patlamadan sonra daha çok karşıma çıkmaya başladı bu soru.
B planından kasıt şu tabii:
Gitmek, başka bir yerde yaşamayı düşünmek ya da daha fazla düşünmeyi bırakıp bunu ciddi ciddi eyleme geçirmek...
Hayır, sadece yurtdışı değil, B planı olarak ülkenin güneyini işaret edenlerin de sayısı az değil.
Mesela daha geçenlerde spor salonumdaki genç bir hoca dedi ki; “Bodrum’a ya da Marmaris’e yerleşeceğim galiba. İstanbul güvenli değil.”
Hani güneye yerleşmek belli bir yaştan sonra düşünülen bir uzak hayaldir ya, oraları çoktan geçmişiz meğer.
Genç insanların yakın gelecek hayali olmuş çoktan.
Tam da bu B planı konuşmaları arasında Whatsapp’da çılgınlar gibi yayılan bir metin radarıma düştü.
Önce dediler ki; “Cem Boyner yazmış ve kendi şirketlerine yollamış.”
Sorup soruşturdum ve gerçeği öğrendim:
Hayır Cem Boyner’in kendisi kaleme almamış ama bu yazıyı çok beğenip çalışanlarıyla paylaşmış.
Daha sonra yazı oradan oraya, kopyala yapıştır, herkese yayılmış.
hurriyet.com.tr'den Anlatan Adam'ın yazdığı bu yazının konusu elbette “gitmek” üzerine. 
Hangi ülkeye gidince aşağı yukarı neler olabileceği ve neler hissedilebileceği üzerine tatlı/esprili bir yazı. Bazı yerleri yer yer klişe.
Mesela, “İngiltere’de hava hep kapalı, sürekli yağmur yağıyor, bu bizi bozar. O yüzden sütlü çayını içerken bir Ege türküsü söylersin” kısmı...
Ya da “Kanada çok soğuk, bizim bünyeler güneş ister. Hem kapının önündeki üç ton karı hayatta küreyemezsin” kısmı...
Ama asıl yazının sonu vurucu.
Şöyle bitiyor:
“Gitmeyin güzel insanlar, biz kardeşiz.
Gittiniz mi birbirimizi özleriz. Yılda bir gelinen tatille filan geçmez hasretimiz.”
E haklı değil mi?
Valla özleriz.
Gitmeyin.
Nazan Öncel şarkısındaki gibi durumu daha da duygusallaştırıp noktayı koyayım bari: “Gitme, gitme kal bu şehirde, gitme yazık olur bize...”

 

Google’daki psikolojimiz

Google, 2016 yılına dair arama trendlerini yayınladı.
Buna göre ‘kişiler’de en çok arananlar Aleyna Tilki, Mustafa Koç ve Oya Aydoğan.
Buradan çıkan kestirme sonuç:
Ya yola yeni çıkmışları çok merak edip arama yapıyoruz, Aleyna Tilki gibi.
Ya da vefat edip aramızdan ayrılanlar ilgi alanımıza giriyor.
Arası pek yok.
Yemek tarifleri kategorisinde aranan şeyler de ilginç.
En çok aranan trileçe tatlısıymış, sonra mücver, ardından istiridye mantarı.
İlk ikisini anlayabildim de, sonuncusu neden bu kadar trend olmuş, anlayamadım...
Yükselen genel aramada ise Pokemon GO ve Darbe en çok aranan kelimeler olmuş.
Pokemon’la darbenin peş peşe geliyor olması da bir Türkiye klasiği galiba:
Ruhlar her daim ergen ama başımıza gelenlerden dolayı ister istemez daha ağır kelimeleri de tarıyoruz Google’da...

 

Merakla bekliyorum

Emma Stone ve Ryan Gosling’in oynadığı, en son Altın Küre’de yedi dalda aday gösterilen “La La Land”i...
Aralık sonu vizyona girmesi muhtemel filmin, eski müzikalleri andıran tozpembe fragmanlarına bakmak bile iyi geliyor insana...

Yazının devamı...
Şemsiye çarpışmaları ve Tom Ford
13 Aralık 2016

Herkesin üzerinde bir ağırlık ve birbirine tahammülsüzlük hissi.
En basit misal: Sokakta şemsiyelerle yürüyoruz.
Malum, kaldırımlar dar ve şemsiyeyle yürüyünce alan ekstra daralıyor.
Dolayısıyla herkesin şemsiyesini karşılıklı eğmesi, yani azıcık kenara çekmesi şart, yoksa çarpışma kaçınılmaz oluyor.
Ama her seferinde sadece kendi kendine bu minik hassasiyeti gösterince uyuz oluyorsun.
O yüzden bir deneme yaptım.
Birkaç kere şemsiyeyi eğmeden yürümeye devam ettim.
Karşı taraf da bir şey yapmayınca güm!
Şemsiyelerimiz çarpıştı tabii.
Sonra uzaklaşırken bana baktı kıl kıl.
En iyisi dedim kendime, sen bir sinemaya sığın.
Başka bir dünyanın içine gir, bu dünyadan uzaklaş.
Tom Ford’un Gece Hayvanları’nı gözüme kestirdim.
Orta büyüklükteki salonun koltuklarından birine iliştim.
Ama o da ne?
Sokaktaki ağır ruh halinden sıyrılmak isteyen sadece ben değilim galiba.
Salon tamamen dolmasın mı?!
Tom Ford’un ismine mi geliyorlardı yoksa filminin aldığı övgüler mi yönlendirmişti onları sinemaya?
Neyse ne.
Kalabalıkta film izlemek sıkıcı olsa da bu vaziyet hoştu.
Sinemayı sadece güldürmek ya da ağlatmak sanan yerli filmlerin yanında böyle filmlerin de salon doldurabildiğini görmek...
“Böyle filmler” diyorum.
Çünkü kolay bir film değildi Gece Hayvanları.
Hele aniden bitiveren finaline bakarsınız, “Noldu şimdi?” dedirtmesi muhtemel filmlerdendi.
Peki nasıldı?
O da sonraki yazıda...

Gece hayvanı gibisin uykusuz ve mutsuz...

Gece Hayvanları bence şöyleydi:
◊ Çırılçıplak, şişman kadınların dans ettiği açılış sahnesi muhteşemdi. Beklenmedikti.
◊ Filmin sonrası biraz David Lynch biraz Haneke filmleri kafasında savrulup duruyordu. Ama Ford’un asıl arzusu sanırım Lynch gibi olmak.
◊ Filmle alakasız ama, salonda gördüğüm Sertab Erener ve Cansel Elçin’in diğer ünlülerin aksine “Bakın ben ünlüyüm” cakası satmaması pek hoştu, olgunluktu.
◊ Film aslında farklı bir intikam hikayesiydi. Ama her şeyi bir arada eleştirmeye de kalkıyordu. Mesela, güçlü olanı tercih etmenin aslında insanın hayatından ne çok şeyi götürebileceğini...
◊ Finaline birden çok yorum getirmek mümkündü. “Şöyleydi, böyleydi” diyerek. Zaten işin zevki orada. Fluluk güzeldir!
Sonuçta film, akıllı telefonu kırılan bir karakterin, “Boşver, haftaya yenisi çıkıyor nasılsa” netliğine/düzlüğüne sahip olmayı kafadan reddediyor.
Zihin bulandırmak istiyor, dürtmek ve rahatsız etmek...

Evet, bunlara ihtiyacımız var 

Sinema, tiyatro ya da konser...
Birkaç gün durur, durması da gayet normal.
Daha önceki bin bombalamada da öyle oldu. Ama sonra devam etmeli.
Çünkü sinemaya, tiyatroya, konsere ihtiyacımız var.
Yoksa delireceğiz!
Bu yüzden oyunlarına, şovlarına devam etme kararı aldıklarını söyleyen Ata Demirer ve Erkan Can’ın tavrı ayakta alkışlanası.
Çünkü ortam aynı zamanda abuk ve çok uçlarda.
Anında vatan haini filan ilan edilebilirlerdi.
Oysa insanların ruh sağlığı için iyi bir şey yapıyorlar.
Televizyondaki diziler duruyor mu? Durmuyor.
O zaman tiyatrosu da, konseri de durmamalı... 

 

Yazının devamı...
‘İyi misin?’ sorusunun gerçekten sorulduğu o gece
11 Aralık 2016

Bir yandan konuşuyoruz, “Önce senin eve mi uğrasak yoksa bana mı?”
Neşemiz yerinde, günlük/sıradan şeyler dilimizde...
Tam yol ayrımına geldiğimizde taksici bize sormadan, kendiliğinden Mecidiyeköy’e sapıyor.
Böylece Beşiktaş-Taksim ayrımını kaçırıyoruz.
Yani ister istemez arkadaşımın evine doğru gidiyoruz.
“Boşver” diyorum, “Zaten eve gidesim yoktu.”
Bu konuşmanın üzerinden çok geçmiyor ve “Patlama olmuş” haberiyle sarsılıyoruz.
Tam da benim oturduğum bölgeye çok yakın yerde patlama.
Neredeyse her gün arabayla geçtiğim yer...
İkimizin de az evvelki neşesinden artık eser yok.
İlerleyen dakikalarda haberleri aldıkça, görüntüleri gördükçe daha da kahroluyoruz.
Paramparça olmuş sarı dolmuşu, yerdeki polis kasklarını...
Herkes beni arıyor, ben de o bölgedeki tanıdıklarımı...
“İyi misin, güvende misin?” soruları havada uçuşuyor.
“İyi misin?” sorusu ilk kez laf olsun diye değil, gerçekten merakla soruluyor.
Konuşmalar, mesajlaşmalar ise hep aynı yere bağlanıyor:
“Bıktım artık ben, gerçekten bıktım.”
Gece böyle tamamlanıyor.
Ertesi sabah patlamanın olduğu yere çıkan bazı yollar hâlâ kapalı.
Taksiyle dolana dolana eve ulaşıyorum.
Taksim’de bir ölüm sessizliği...
Yaşının 70 olduğunu söyleyen taksici diyor ki, “Bitmez abi bu iş, kelle koltukta yaşıyoruz.”
Gerçekten bitmeyecek mi?
Şu anda 20’li yaşlarını sürenler 70’ine geldiklerinde aynı cümleyi kurmaya devam mı edecek?
Korkuyorum...

Sosyoloji öğrencisinden Subaşı yazısına itiraz

Dünkü “Yerli Kendall Jenner: Şeyma Subaşı” yazısından sonra gelen şu mail’i taze taze paylaşmak isterim, buyrunuz:
“Şeyma Subaşı yazınızı okudum ve bir Sosyoloji öğrencisi olarak üzüldüm.
Allah aşkına kim seviyor Şeyma Subaşı’nı?
Türkiye’nin en köklü üniversitesinde, en prestijli bölümlerinden birinde öğrenciyim.
Çevremde bu konuyu konuştuğumuz doğru.
Fakat hiç de anlattığınız gibi bir izlenim yok.
Yaşamını emeğiyle, çalışarak, aynı anda iki belki de üç işte çalışmak zorunda kalarak sürdüren kadınlardır özenilecek kadınlar!
Hayattaki her şey Instagram ya da takipçi değil.”
(Dilara)
HAYIR, ÖZENDİRMİYORUM
Sevgili Dilara. Öncelikle konunun kapsamı belli.
Başlıkta zaten “Yerli Kendall Jenner” diyorum, yani dünya çapında, takipçi sayısı yüksek bir Instagram fenomenine karşılık olarak bu topraklardan bir ismi koyup analiz ediyorum.
Yaptığım sadece bu. Özendirme olduğuna katılmıyorum.
Ki ben hayat koçu değilim, “şuna özenin, buna özenmeyin” diye büyük laflar edecek, doğru ya da yanlış yolu gösterecek...
“Bu konuyu biz de konuşuyoruz” diyorsun.
Demek ki kayıtsız kalınamayacak bir konu.
Sadece ben başka açıdan ele aldım.
Hayattaki her şey takipçi ve Instagram değil, çok doğru.
Ama şimdiki hayatın önemli bir kısmına da etki ediyor bu mecralar.
Ne yapayım, görmezden mi geleyim?
Tek hatam şu olabilir:
“15-25 yaş grubu” diyerek çok kesin bir genelleme yapmış olmam.
Önerim şu: Eğer istersen, aynı konuyu senin kaleminden okumak, burada yayınlamak isterim.
Ne dersin?

Yazının devamı...