Sanki yüzyıllar öncesine, barbarlık dönemlerine ait gibiydi anlatılanlar ama çok değil, 20 yılı bile bulmayan bir geçmişe adresliydi. 21’inci Yüzyıl’a beş kala, medeniyetin beşiği denilen Avrupa’ya…
Filmde, Bosnalı kadınların çocuklarıyla birlikte doldurulup toplu şekilde, yakın zamana kadar komşu oldukları Sırp erkeklerinin tecavüzüne uğradığı spor salonuna girdiğinde ağlamaya başladı kadın. Bosna cehennemini yaşayan binlerce kadından biri olan Enisa’ydı o. Çocukların bile ağlamaktan korktuğu odalarda tek tek neler yapıldığını anlattı, üzerinde hatırlamaktan bile acı duyduğu şeyleri yaşadığı eski eşyaların hala orada duruyor –ve kullanılıyor olmasından dehşete düştü, “İnsanlar bu masanın üzerinde nasıl tenis oynayabiliyorlar?” diye sordu gözyaşları içinde…
Salon da onunla birlikte ağladı.
Film bitip ışıklar yanarken, “Enisa burada, aramızda” anonsuyla salon neredeyse çığlık atacaktı. Perdedeki iki boyutlu acı, ete kemiğe bürünerek sahneye doğru yürüyordu şimdi…
Geçtiğimiz 25 Kasım Uluslararası Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü’nde İstanbul Bahçeşehir Üniversitesi’nde, Hürriyet Aile İçi Şiddete Son! Kampanyası ve BM Nüfus Fonu’nun birlikte düzenlediği “Gökyüzünün Yarısı” başlıklı konferansımızdaydık.
Ağır ağır çıktı sahnenin merdivenlerini Enisa ve tüm bu yaşadıklarından sonra nasıl kadınlarla bir araya geldiğini ve tecavüze, insanlık suçlarına karşı mücadele eden bir sivil örgüt olduklarını anlattı. Salon onu ayakta alkışladı.
Enisa’nınki, konferansa dünyanın çeşitli ülkelerinden konuk olan kadınların birbirinden çarpıcı hikayelerinden sadece biriydi. Diğerleri kadar acı ve isyan ettiriciydi; seks köleliğine mahkum edilen küçük kızlar, tecavüzler, sünnetler, töre cinayetleri… Ama orada anlatılanların hepsi, dokunaklı mağdur hikayelerinden çıkmış, itirazla, güçlenmeyle, karşı koymayla ve değiştirmeyle yürüyen mücadele yöntemlerine dönüşmüştü. Umut vardı yani…
BEYLER, GERÇEKTEN VAR MISINIZ?
Vardı da yaşananları ve onlara karşı yapılanları, yapılması gerekenleri dert eden, konuşan, çözüm arayanlar, biz bizeydik yine. Konferansın bakanlar, genel müdürler, üniversite rektörleri, köşe yazarlarının katıldığı sabahki açılışında hazır bulunan kalabalık, asıl gerçeklerin ve yapılması gerekenlerin konuşulduğu saatlerde ortada yoktu. Salondan bir izleyici “Körler, sağırlar yine hepimiz buradayız!” diye özetlemişti durumu.
Yıllarca çok değerli çalışmaları, fikirleri bu salonlarda biz kadınlar birbirimize anlattık, durduk. Körler, sağırlar, sen, ben vardı, “bizim oğlan” bile yoktu. Olmuyor böyle, dedik, erkeklere yönelik toplantılar, konferanslar yaptık, Kanada’lardan bu işin uzmanlarını davet ettik. Yine erkeklerin, bırakın sorunu kendine dert edip uğraşmayı, salondaki görünürlüğü bile bizim oğlanlar kadar olabildi.
Enisa’nın hepimizi ağlattığı o gün Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, Hürriyet ve BM Nüfus Fonu’yla birlikte, bir kampanya başlattı. “Erkekler olarak biz de varız!” diyen bir imza kampanyasıydı bu. Öyle arzu ediliyordu ki, “bu sadece kadınların sorunu değildir, hepimizi ilgilendirir” diyen vicdanlı erkekler sıraya girecek, imzaları çakacak ve mücadeleye katılacaktı.
Çok etkileyici cümleleri vardı metnin: Kadına yönelik şiddetin temel bir insan hakkı ihlali olduğunu, töre, gelenek gibi hiçbir gerekçeyle asla meşrulaştırılamayacağını söylüyordu. Gerçi kadının hem “birey” olduğundan söz ediyor, hem de “hayat arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, annemiz, geleceğimizi emanet ettiğimiz evlatlarımız” çerçevesiyle sınırlıyordu ama olsun. “Bu mücadelede üzerimize düşen görevi yapmak için kararlıyız” diyen metni ilk imzalayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dı. O imzalayınca tüm bakanları, milletvekilleri de sıraya girmişti. O sabah salonda bulunan tüm “ünlü” erkekler metni imzaladı.
Halen http://bilgiedinme.sydgm.gov.tr/bildirge/Default.aspx linkinden imzalanabilen metni, bugüne kadar kaç erkek imzaladı biliyor musunuz: 12 bin 725.
Neresinden bakmalı bilmiyorum ki. “74 milyona yakın nüfusun yüzde 50.2’sini oluşturan 37 milyon 043 bin 182 erkeğin sadece ve sadece 12 bin 725’i mi, pes!” diyebilirsiniz. Ama bir yandan da, hani ortalara dökülseler, bizimle yürüseler, bir şeyler yapsalar, 13 bine yakın erkek hiç de az sayılmaz diye de düşünebilirsiniz.
Salonda Enisa’yı ayakta alkışlayanlar arasındaki erkeklerin sayısı bir elin parmaklarını geçmediği için, imzaların ne kadarının sahici ve samimi olduğunu, yani elimizdeki sayının 12.725 bile olup olmadığını, zaman gösterecek.
Çok sevimli bir konu değil, ama 1999 Marmara Depremi’nden en çok etkilenen yerlerden biri olan Sakarya’da söz dönüp dolaşıp bu konuya geliyor. Cemiyet Başkanı Matur, Vali ve Belediye Başkanı’nın üzerine çok gidiyor. Şehirde bütün yüksek katlı binaların bir sonraki depremde yıkılacağını, bu konuda çalışma yapılmadığını söylüyor. Başkana göreyse, orta hasarlı olup güçlendirilmedikleri için dava açtıkları, sadece 60-70 bina varmış. Verilen süre dolana kadar güçlendirilmezlerse yıkma kararı alabileceklermiş.
Depremde, ihmaller nedeniyle ölmek, trenimizin temasıyla birebir bağlantılı: Yaşama hakkını gasp ediyor çünkü. Yeni depremi bilemem ama Sakarya, 1999 depreminin yaralarını büyük ölçüde sarmış gibi görünüyor. Bu nüfusunun son birkaç yılda yüz bin artmasından da belli. Artık daha iyi konularla gündeme gelmek istiyor. Bir yandan altyapının yenilenmesi, bir yandan sosyal kültürel faaliyetler, yapılmakta olan yeni okullar, belediyenin daha yakın zamanda açtığı Sosyal Gelişim Merkezi, Kent Park Eğitim Merkezi ve Kadın Konuk Evi...
Ne varsa gençlerde
Bense Sakarya’nın en çok "caddede kitap okuyan" gençlerini sevdim. Sakarya Üniversitesi Toplum Gönüllüleri, gencecik, pırıl pırıl çocuklar, bir "ulusal atak" projesi başlatmışlar. Akyazı’nın Sukenarı Köyü Anaokulu’nun yenilenmesinden il kütüphanesinin daha cazip hale getirilmesine, engelli sorunlarından "hayalini anlat" çalışmasına kadar, pek çok şey yapıyorlar. En ilgimi çeken, işlek caddelerde oturup bir saat boyunca kitap okumaları oldu. "Gençler kitap okuyor" dedirtmek ve kitap okumayı sevdirmek için...
Nasıl yaptıklarını göstermelerini istedim; garda hemen gösterdiler. Ben de size gösteriyorum.
Sakarya’da bir ilke de tanık oldum. Yine Sakarya Üniversitesi, Rektör Prof. Mehmet Durman’ın girşimiyle bir Yaşlı Bakımı Hizmetleri önlisans programı açmış. Bölümün hoca ve öğrencileri garda yapacakları işin kutsallığının farkında, gururla dolaşıyorlardı.
Sakarya’ya dair son not: Burası, 41 gündür içinde Türkiye’yi dolaştığımız lüks vagonların da yapıldığı yer. Türkiye Vagon Sanayi (TÜVASAŞ) burada. Şimdi hızlı tren vagonlarını yapmaya da başlıyorlar, dolayısıyla onlar da gururlu. Biz de etkinliklerimizi Sakaryalılarla da paylaştığımız için öyleyiz.