Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2 Spring 2012, p.443-460 , ANKARA/TURKEY
ESKİ UYGURCA YALGUKK(I)YA KELİMESİNE ETİMOLOJİK
BİR YAKLAŞIM
Murat ELMALI*
ÖZET
Bu çalışmanın amacı, 11. yüzyıla ait Eski Uygurca
Daśakarmapathaavadānamālā (DKPAM) adlı bir eserde geçen
yalgukk(ı)ya kelimesinin etimolojik bir incelemesini yapmaktır. Bu
kelime, hapax legomenon (Hap. leg) olarak tanımlanan bir kelimedir.
Hapax legomenon, bir dokümanda ya da bir edebi eserde yalnızca bir
kez geçen sözcük anlamına gelen Yunanca kökenli bir terimdir.
İncelememizin konusu olan yalgukk(ı)ya kelimesi, Berlin-Brandenburg
Bilimler Akademisi Mainz koleksiyonuna ait Mz. 766 numaralı belgenin
Ön yüzü 13. ve 15. satırlarında yer almaktadır.
Anahtar Kelimeler: yalgukk(ı)ya,
Daśakarmapathaavadānamālā.
etimoloji,
Eski
Uygurca,
AN ETYMOLOGICAL APROACH TO THE OLD UIGUR WORD
“YALGUKK(I)YA”
ABSTRACT
The aim of this study is to make on etymological analysis of the
word yalgukk(ı)ya which is stated in a work of 11th century called
Daśakarmapathaavadānamālā (DKPAM) which is written Old Uigur.
This word is defined as Hapax legomenon (Hap.leg). Hapax legomenon is
a Greek term which means the word being stated only ones in a
document or in a literary study. The word yalgukk(ı)ya, the subject of
our analysis, is mentioned in the 13th and 15th lines on the front page of
the document numbered mz. 766 which belongs to the Mainz collection
of Berlin Brandenburg Academy of Sciences.
Key
Words:
yalgukk(ı)ya,
Daśakarmapathaavadānamālā.
etymology,
Old
Uigur,
1. Giriş
Dilleri meydana getiren unsurların baĢında kelimeler gelir. Kelimeler zihnimizdeki sayısız
fikirlerin, kavramların birer ses ifadesidir. Tarihî Türk dillerinin incelenmesi bu sayısız fikirlerin,
kavramların en az günümüzdeki kadar çok olduğunu göstermektedir. Bu dillerden günümüze
metinler yani ses ifadelerinin yazılı Ģekilleri gelebilmiĢtir. Bu metinlerin incelenmesi hemen her
çalıĢmada bize yeni örnekler, yeni kelimeler, yeni kavramlar kazandırmaktadır. Bu kelimelerden
birisi de yalgukk(ı)ya kelimesidir.
yalgukk(ı)ya
kelimesi,
11.
yüzyıla
ait
Eski
Uygurca
DKPAM
(Daśakarmapathaavadānamālā) isimli esere ait Mz. 766 numaralı belgede geçmektedir. Bu belge,
DKPAM‟ın özlüg ölürmek (canlıları öldürmek) günahını anlatan bölümün içerisinde yer alır.
*
Yrd. Doç. Dr., Ġstanbul Ü. Edebiyat Fak. Dilbilimi Böl. El-mek: muratelmali1@gmail.com
444
Murat ELMALI
yalgukk(ı)ya kelimesi Mz. 766 numaralı belgenin ön yüzünün 13. ve 15. satırlarında bulunmaktadır.
Kelimenin geçtiği bölüm belgede Ģu Ģekilde yer almaktadır:
Mz. 766
Ön
(01)
[…]TWQ[…]L[…]L‟R ..
(02)
[…] yagız yir arka
(03)
[…]‟Y‟K neçe teñlig
(04)
[…]M‟Q sanı sakışı erser ..
(05)
[…] tınl(ı)glar üç y(a)vlak
(06)
[yol …]L‟R kaçan birök
(07)
[…] togg[uluk …]
(08)
L‟R .. ‟[…] agı[r …]
(09)
ugrıntakı {Y} açıg em[gek]-
(10)
-lerig teginür .. netegin tip tiser ..
(11)
er evçi amranmak ugrınta […]
(12)
kavışsar aşnu K‟L‟R[…]
(13)
yalgukk(ı)ya W[…]
(14)
anta basa yiti […]
(15)
ol ok yalgukk(ı)ya […]
(16)
barır .. yene ök yiti künte
(17)
kin ol kan et tançu bolur .. ..
(18)
anta basa ol ‟et tançuda
(19)
kol but b(e)lgüleri sügülk(i)ye-
(20)
-ler .. arıgsız akguluk telükk(i)yeTurkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2 Spring 2012
Eski Uygurca Yalgukk(I)ya Kelimesine Etimolojik Bir Yaklaşım
(21)
-ler b(e)lgülüg bolur .. .. ol kenç
(22)
karınta ornamışda anasınıñ
(23)
aylıkı (?) üze etöz igidir .. ..
(24)
yig aş turgu bışır aş
(25)
turgu bo iki orun ikin ara
(26)
ol kençniñ turgu ornagı ol .. ..
(27)
anası negü yiser [i]çser ol tatıg
(28)
kantıgıntın sına kirip […]
(29)
[…]W ‟ ol ogulk(ı)ya […]
(30)
togar .. .. birök […]
(31)
aş içser ol kençk(i)ye […]
(32)
etöziñe ört yagm[ı]ş te[g]
445
“… kara toprak arka … ne kadar … sayısı ise … canlılar üç kötü yaratılış biçimi … ne zaman ki …
doğum … ağır … zamanındaki ıstırapları çekilir. Nasıl diye soracak olursa: Erkek ve kadın
şehvetle … birleşse önce … sperm … ondan sonra yedi … o sperm … ulaşır. … Yine yedi günden
sonra o kan et parçası olur. Ondan sonra o et parçasında kol (ve) bacak işaretleri, kabarıkları;
pislik akacak delikçikleri belli olmaya başlar. O yavru, (ana) karnında düştüğünden beri anasının
plasentası ile beslenir. Çiğ besinlerin yeri (ve) pişmiş besinlerin yeri; bu iki yer (ve) ikisinin arası o
yavrunun (konakladığı) yerdir. Annesi ne yese, içse o tat boğazından bütün vücut organlarına girip
… o yavrucuk … doğar. Eğer … yemek yese o yavrucak … vücuduna ateş yağmış gibi.”
yalgukk(ı)ya bu metin dıĢında baĢka bir yerde karĢılaĢmadığımız Hap. leg. bir örnektir.
Y‟LQWQ QY‟ Ģeklinde yazılan kelime yalkukkıya biçiminde de okunabilir. Kelimenin geçtiği
bölüm cinsel birleĢme ve sonrasında anne karnında ceninin oluĢması ile ilgilidir. Bu kelimeden
önce kadın ve erkeğin cinsel birleĢmesi, sonrasında da bir kan parçasının et parçasına dönüĢmesi
anlatılmaktadır (Elmalı 2009: 236). Metnin bağlamı bize kelimenin sperm anlamına gelebileceğini
düĢündürmektedir.
2. yalgukk(ı)ya Kelimesinin Metin İçi Anlamsal Boyutu
yalgukk(ı)ya kelimesinin yer aldığı belge yaklaĢık 11. yüzyıla aittir (Elmalı, 2009: IX-X).
Metinde doğum öncesi evreler ile ilgili anlatılanlar bugün modern tıptan edindiğimiz bilgilerle
neredeyse birebir örtüĢmektedir. Bu dönemde doğum öncesi geliĢim evreleri ile bu kadar çok Ģeyin
bilinmesi Uygur Türklerinin Tıp bilimine olan ilgisine de bir iĢarettir. Ġnsanoğlu, bugün doğum
öncesi geliĢim evreleri hakkında doğal olarak çok net bilgilere ulaĢabilmektedir. Doğum öncesi
dönem döllenme ile baĢlar. Döllenme ile baĢlayan doğum öncesi geliĢim dönemi yaklaĢık otuz
sekiz hafta sürmektedir. Bu dönem dölüt, embriyo ve fetüs olarak üç dönemde incelenmektedir.
Dölüt evresi yumurtanın döllenmesi ile baĢlayan ve yaklaĢık iki hafta süren evredir. Bu evreden
sonra baĢlayan ve sekizinci haftanın sonuna kadar devam eden evre ise embriyo evresidir. Bu
dönemde bebeğin yaĢaması için hayati önem taĢıyan plesanta ile göbek kordonu geliĢir. Yine bu
evrede, doğmamıĢ bebeğin organları büyük ölçüde biçimlenmektedir. Doğum öncesi son evre ise
fetüs evresidir. Fetüs evresi süresince embriyo evresinde oluĢan bedensel sistemler ve organlar
gittikçe büyür ve geliĢirler. Bebeğin el ve ayak parmakları ile tırnakları Ģekillenir, kaslar geliĢmeye
baĢlar, dıĢ üreme organları oluĢur (Can ve diğer., 2011: 93-95). Metinde geçen “yene ök yiti künte
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2 Spring 2012
446
Murat ELMALI
kin ol kan et tançu bolur” cümlesinde kan hücresinin et parçasına dönüĢmesi anlatılmaktadır.
Bilindiği gibi doğum öncesi dönemde ilk oluĢan sistem dolaĢım sistemidir (Çimen, 2008: 8).
Metinde et parçasına dönüĢen „kan‟ ile yeni yeni oluĢmaya baĢlayan dolaĢım sisteminin
anlatılmaya çalıĢıldığı anlaĢılmaktadır. Bebeğin organlarının belirginleĢmeye baĢladığı dönem
embriyo evresidir. Metinde yer alan „kan‟ın et parçasına dönüĢtüğü evre embriyo evresine tekabül
etmektedir. “anta basa ol ‟et tançuda kol but b(e)lgüleri sügülk(i)yeler... arıgsız akguluk
telükk(i)yeler b(e)lgülüg bolur” cümlesi ile artık bedensel sistemlerin ve organların gittikçe
büyüdüğü, kasların geliĢmeye baĢladığı, üreme organlarının Ģekillendiği belirtilmekte yani fetüs
evresi anlatılmaktadır. Doğum öncesi baĢlangıç evresi dölüt evresi döllenmenin baĢladığı evredir.
Dölüt, kadının yumurtası ile erkek sperm hücresinin birleĢmesi sonucu baĢlayan evredir (Can ve
diğer., 2011: 93). Metinde geçen “yalgukk(ı)ya W[…] anta basa yiti […]ol ok yalgukk(ı)ya
[…]barır.” bölümünün, metinde düĢmüĢ kısımlar olmasına rağmen, dölüt evresine tekabül ettiği
anlaĢılmaktadır. Burada geçen yalgukk(ı)ya kelimesinin de gerek metnin bağlamı, gerekse dölüt
evresindeki bilgiler dikkate alındığında sperm anlamında kullanıldığı sonucuna varabiliriz. Çünkü
kelime kadın ve erkeğin birleĢmesini anlatan cümleden hemen sonra gelmektedir. Yine
yalgukk(ı)ya ile kastedilen hücrenin (dölüt evresinde, spermin kadın yumurta hücresine
ulaĢmasında olduğu gibi)1 bir yere ulaĢtığı bilgisi verilmektedir. Dolayısıyla yalgukk(ı)ya kelimesi
ile sperm hücresinin kastedildiği kuvvetle muhtemeldir.
Diğer taraftan elimizdeki metinde geçen bölümün Kur‟an-ı Kerim‟deki konu ile ilgili
ayetlerde geçen bilgilerle olan bezerliği de dikkat çekicidir. Ku‟an-ı Kerim‟de Kehf, Hac,
Mü‟minûn, Necm, Kıyâme, İnsan ve Abese surelerinde geçen bu konu ile ilgili bilgiler ile Mz. 766
Ön 1-32. satırlarda verilen bilgiler hemen hemen aynıdır. Mü‟minûn Suresi 13 ve 14. ayetlerde2 bu
bölüm Ģu Ģekilde anlatılmaktadır: Sonra onu az bir su (meni) halinde sağlam bir karargâha (ana
rahmine) yerleştirdik. Sonra bu az suyu “alaka”3 haline getirdik. Alakayı da “mudga”4 yaptık. Bu
mudgayı da kemiklere dönüştürdük ve kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık
olarak ortaya çıkardık. Yaratanların en güzeli olan Allah‟ın şanı ne yücedir! (AltuntaĢ-ġahin,
2005: 341). Bu bilgiler ıĢığında Kur‟an-ı Kerim‟deki bu ayetlerde az bir su (meni) olarak geçen
kelimenin metindeki yalgukk(ı)ya kelimesine tekabül ettiği açıktır. Bu da kelimenin sperm
anlamına geldiği bilgisini kuvvetlendirmektedir.
Ġnsanlar birbirleriyle iletiĢime geçerken nesnelerin var olan göstergelerine her zaman
kendilerini vermezler ve aynı kavramı tıpkı tıpkısına kullanmayabilirler. Bireyler, kavramları
yaratırken bir biri arkasından giden düĢünce zincirinin aynı parçasına karĢılıklı olarak değinerek
iletiĢimlerini gerçekleĢtirirler. Bu sınırlarda aynı kelime üzerinde birleĢirler. AlıĢılmıĢ bir nesnenin,
örneğin bir adın söylenilmesinde hepsi aynı kavramı düĢünür, ama her biri sözcüğe baĢka bir
1
Embriyo evresi öncesindeki 2 haftalık dönem insan geliĢiminin baĢlangıcı olarak da tanımlanır. Bu dönemin ilk haftası,
zigotun (döllenmiĢ yumurta) yarıklanması (mitoz bölünme süreci) blastosistin (baĢlangıç evresi) oluĢum haftasıdır. Ġlk
haftanın sonunda baĢlayan blastosistin implantasyonu (rahim içine yerleĢmesi, rahim içerisinde tutunması) ikinci haftanın
sonunda tamamlanır. Bu sürecin baĢlayabilmesi için spermin kadın üreme hücresine ulaĢması gerekir. Bu birleĢme
sağlanınca zigot meydana gelir (Çimen, 2008: 8-12).
2
Bu ayetler Eski Uygur Türkçesi dönemine yakın bir dönemde yazılmıĢ olan Karahanlı Türkçesi Satır-Arası Kur‟an
Tercümesinde Ģu Ģekilde geçmektedir: yana ḳıldımız anı arḳa suwı tayanġu yär içindä. Yana yarat(t)ımız oŋurḳa suwını
bir käsäk ḳan bäs yarat(t)ımız bir käsäk ḳannı bir käsäk ät bäs yarat(t)ımız bir käsäk ätdin süŋüklär bäs käḍürdimiz
süŋüklärkä ätni yana yarat(t)ımız anı taḳı bir yaratıḳ, ḳutluġ bergänlıġ taŋrı yaratıġlılarda körklügräki (Ünlü, 2004 :
5723/13-14). Buradaki ayetlerin yazılıĢını dikkate alırsak bir käsäk ḳan (kan pıhtısı) ve käsäk ḳan (kan pıhtısı)ndan yaratılan
bir käsäk ät (et parçası)ndan önce kullanılan ve sperm anlamına gelen arḳa suwı ve oŋurḳa suwı kelimeleri yalgukk(ı)ya
kelimesine karĢılık gelmektedir.
3
Erkeğin spermiyle döllenmiĢ yumurtadan bir hafta zarfında oluĢan hücre topluluğunun rahim cidarında asılıp gömülmüĢ
Ģekli demektir (AltuntaĢ-ġahin, 2005: 341).
4
Ceninin, üzerinde diĢ izlerini andıran Ģekiller taĢıyan henüz uzuvları oluĢmamıĢ Ģekli demektir (AltuntaĢ-ġahin, 2005:
341).
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2 Spring 2012
Eski Uygurca Yalgukk(I)ya Kelimesine Etimolojik Bir Yaklaşım
447
tasarım bağlayabilir. Bu yüzden dilin oluĢum dönemlerinde bir dilde aynı nesne için birçok farklı
kullanımlar meydana gelmiĢtir (Akarsu 1998: 30-31). yalgukk(ı)ya kelimesinin „sperm‟ kavramı
için Eski Uygurca döneminde türetilen kelimelerden birisi olması ihtimal dâhilindedir.
3. yalgukk(ı)ya Kelimesinin Anlamdaşları
Türk dilinin oluĢum sürecinde ve günümüz Türk dillerinde sperm anlamına gelen pek çok
kelimenin kullanıldığını görürüz. Bu kelimelerin kimi alıntı, kimi Türkçe kökenlidir. Bu
kelimelerin bir kısmı doğrudan doğruya bu anlama geldiği gibi bir kısmı da anlam geniĢlemesi
yoluyla sperm anlamını kazanmıĢtır. Türkçede kullanılan çeĢitli sözlüklerde sperm anlamına gelen
kelimeler tarandığında karĢımıza Ģu kelimeler çıkmaktadır: âb-ı âbistenî (Develioğlu, 2006: 1a),
âb-ı neşât (Develioğlu, 2006: 2a), âb-ı püşt (Develioğlu, 2006: 2a), atmık (TS: 146b), bel (TS:
235b), bel suyu (MBTS: 321b), dikel (TS: 522b), döl (DS: 1575a-b), döl suyu (TS: 1369a), er suyu
(TS: 648a), gelmik (Doğan, 2001: 145b), kök (Toparlı-Çögenli-Yanık, 2000: 4) meni (TS: 1369a),
nutfe (Doğan, 2001: 1014a), sperm (TS: 1807b), sperma (TS: 1807b), tohum (TS: 1986a-b).
Derleme sözlüğünde de bu anlamda kullanılan pek çok kelimeye rastlanılmaktadır: akmık
(DS I: 159b), atak (DS I: 365a), atgın (DS I: 365a), atık (DS I: 365a), atmık (DS I: 365a), attırak
(DS I: 365a), bel (DS II: 605b), bizir (DS II: 714a), çara (DS III: 1079a-b), dol (DS IV: 1541b), döl
(DS IV: 1575a-b), erlik (DS V: 1775a), gül (DS VI: 2216b), oğur (DS IX: 3271b), tatlıçiş (DS
XII: 4742b).
Bir dilin yazı dili olarak iĢlenmesi, çok ürün vermesi, o dilde kavramların sayısını arttırır.
Dilde, yeni yeni, aralarında çok az farklılık bulunan somut ve soyut kavramlar ortaya çıkacağı için
o dilde eĢ anlamlıların sayısı da artar (Aksan, 1996: 68).
Eski Uygur Türkçesi dönemi bu anlamda Türkçenin yazı dili olarak bol bol iĢlendiği,
Türkçenin kelime deryasına yeni kelimelerin katıldığı bir dönemdir. Bu süreç Eski Uygurca
döneminden sonra da tüm hızıyla devam etmiĢtir. Bundan dolayı hem Eski Türk dillerinde hem
çağdaĢ Türk dil ve lehçelerinde sperm, meni anlamına gelen eĢ anlamlılık ihtiva eden pek çok
kelime ile karĢılaĢırız.
Tarihi Türk dillerini incelediğimizde sperm anlamına gelen arḳa suwı (Ünlü, 2004: 5713),
ata suyı (E. Doğan, 2011: 83), erenler suyu (E. Doğan, 2011: 83), evin (EDPT: 12a-b), kokarsu (E.
Doğan, 2011: 83), meni (KB: 1200a), nutfa (Karamanlıoğlu, 1989: 337b), oglan oldugı su
(Topaloğlu, 1976: 266), oñurka (Ünlü, 2004: 485/4), sızındu (E. Doğan, 2011: 83), tohum suyu (E.
Doğan, 2011: 83), tö:l (d-) (EDPT: 490a), tamlığ suv (EDPT: 506a), urug/uruk (EDPT: 214b215a), urluk (EDPT: 229a), kelimeleri ile karĢılaĢırız.
ÇağdaĢ Türk dil ve lehçelerinde ise Ģu kelimeler sperm anlamında kullanılmaktadır: Az. döl
(ADĠL I: 679b), maya (ADĠL III: 298b), rüşeym (ADĠL III: 669b); Türkm. döl (Eren, 1999: 120b),
zuryât; Özb. tuxum (Yusuf, 2009: 567-568), maniy (Yusuf, 2009: 567-568), sperma (Yusuf, 2009:
567-568), urug' (Yusuf, 2009: 567-568), t l5; Uyg. töl (Necip, 1995: 423b); Kaz. urıq (Koç,
2003:587a); Kırg. töl, tölü (Yudahin, 1988: 754b); Tat. tül (Ganiyev, 1997: 352); KBalk. tölü6;
BaĢk. tül7; Hak. irdem (Naskali, 2003: 222a); Tuv. üre (MonguĢ, 2005: 226); Alt. üren (Naskali,
1999: 198a); Şor. üren (TannagaĢeva-Akalın, 1995: 124b); Nog. töl8; KKalp. töl9; Kum. töl10; Çuv.
täxäm (Eren, 1999: 410a).
5
http://starling.rinet.ru/cgi-bin/query.cgi?basename=\data\alt\turcet&root=config&morpho=0
http://starling.rinet.ru/cgi-bin/query.cgi?basename=\data\alt\turcet&root=config&morpho=0
7
http://starling.rinet.ru/cgi-bin/query.cgi?basename=\data\alt\turcet&root=config&morpho=0
8
http://starling.rinet.ru/cgi-bin/query.cgi?basename=\data\alt\turcet&root=config&morpho=0
9
http://starling.rinet.ru/cgi-bin/query.cgi?basename=\data\alt\turcet&root=config&morpho=0
6
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2 Spring 2012
448
Murat ELMALI
Humboldt: “Yeni bir kavramı betimlemek için yeni bir biçim, ya da var olan bir sesin bir
değiĢik biçimini kullanırız” demektedir. KonuĢanın amacı anlaĢılmak olduğundan, genellikle
bilinmeyenden kaçınır ve yeni olanı var olana bağlar. Kelimeler ve çeĢitleri yüzyıllardan yüzyıllara
ve dillerden dillere geçerler. Birçok kök kelime ilkçağın dillerine kadar uzanabilir (Akarsu, 1998:
31).
Türkçede her iki Ģekli de görmek mümkündür. Bir taraftan yalgukkıya örneğinde olduğu
gibi yeni bir duruma yeni bir biçimle yaklaĢılmaya çalıĢılmıĢ, bir taraftan da bilinmeyenden
kaçınılarak töl/döl kelimesinde olduğu gibi dilde zaten var olan bilinen kelimeler tekrar edilmiĢtir.
Bilinen kelimeler bağlamında töl/döl kelimesini ele alacak olursak bu kelimenin Eski
Türkçeden beri kullanıldığını görürüz. Kelimenin *tö- kökünden geldiği düĢünülmektedir (Eren,
1999: 120b-121a).
döl/töl kelimesi Eski Türkçeden günümüze kadar geniĢ bir alana yayılmıĢtır: PTürk. *döl
„1. evlat, döl, nesil 2. yeni doğan hayvanlar, yavru.‟ ETürk. töl 1 (EUyg.); Karah. töl „yavrulama
zamanı, yavru‟; Tür. döl 1; Az. döl 2; Türkm. döl 2, „sperm‟; OTürk. töl 2 (Sengl.); Özb. t l 2;
Uyg. töl 2; Tat. tül „kuĢ yumurtalığı‟; BaĢk. tül „doğurganlık, erkek üreme hücresi‟; Kırg. töl 2;
Kaz. töl 2; KBalk. tölü 2, „nesil, soy‟; KKalp. töl 2; Kum. töl 2; Nog. töl 2; Hak. töl 1; ġor. töl 1;
Oyr. töl-dö- „beslemek‟; Tuv. töl 1 (EDAL: 1379).
döl/töl ile ilgisi bulunan *tóle (( - io-, -ia-) „evlat, döl, nesil, soy‟: Türk. *döl; Jpn. *d .)
kelimesi, kavramın bu biçimle baĢka Altay dillerinde de kullanıldığının ipuçlarını vermektedir.
Kelime PJpn. *d „nesil, kuĢak, çağ‟: EJpn. jo; EJpn. jó; Tok. yó, yò; Kyo. yò; Kag. yó Ģeklinde
Japoncanın tarihi ve çağdaĢ lehçelerinde karĢımıza çıkmaktadır (EDAL: 1379).
döl/töl örneği sperm anlamında kullanılan kelimelerin geniĢ bir kullanım alanı olduğunu
göstermektedir. Bu anlamda kullanılan kelimeler incelendiğinde onların Türk dillerinde hatta
döl/töl örneğinde olduğu gibi Altay Dillerinde bile kullanım alanı bulduklarını görürüz.
Bütün bu örneklerin geniĢ bir yayılma alanı bulmasına rağmen Türk dilinin hemen hemen
hiç bir döneminde sperm anlamına gelen kelimeler içerisinde yalgukkıya kelimesine ya da
benzerine rastlanılmadığını söyleyebiliriz.
Bununla birlikte Altay dillerinde yayılma alanı bulmuĢ olan *dàli kelimesi farklı bir Ģekilde
düĢünmemize neden olmaktadır. Bu kelime ile ilgili verilen bilgilerde yal- fiilinin kökteĢi olduğu
düĢünülen ǯiale kelimesi ile *dàli kelimesinin Moğ. *dölü Ģekli arasında bir iliĢkinin olduğu
vurgulanmaktadır. Moğ. *dölü < *delü (erken dönemden *deli-w) kelimesinin Türkçe *ǯiale
kelimesinden dönüĢme ihtimali üzerinde durulması gerektiği vurgulanmaktadır (EDAL: 460).
„Kızartmak, yakmak‟ anlamına gelen *dàli kelimesi Tung. *dalga-; Moğ. *dölü; Jpn.
*(d)ìr-; Kor. *tàr Ģeklindedir. Tung. *dalga- Ģeklinde görülen kelimenin PTung. *dalga‘kızartmak‟; Evk. dalga-; Evn. dalgat-/č-; Neg. dalga-; Ul. ǯalGa-; Ork. dalda-; Nan. dalGa-; Sol.
dalga- „yakmak‟ halleri de mevcuttur. PMoğ. *dölü ‘alev‟ anlamına gelen kelime YMoğ. dölü,
döli; Kh. döl, Bur. düle(n) Ģeklindedir. Kelimenin Moğolcadan Yakutça ve Dolg.‟a tölön Ģekli ile
geçtiği düĢünülmektedir. PJpn. *(d)ir- ‘kızartmak, kavurmak‟; PKor. *tàr- ‘kızartmak, yakmak‟
Ģekilleri de vardır (EDAL: 460).
Özellikle Yakutça tölön (alev, ateş)11 kelimesi ve Moğ. *dölü kelimeleri bize Ana
Altaycada yal- fiili ve töl/döl kelimeleri arasında bir köken iliĢkisi olabileceğini düĢündürmektedir.
10
11
http://starling.rinet.ru/cgi-bin/query.cgi?basename=\data\alt\turcet&root=config&morpho=0
http://wold.livingsources.org/word/71312352689188880
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2 Spring 2012
Eski Uygurca Yalgukk(I)ya Kelimesine Etimolojik Bir Yaklaşım
449
Bu iliĢkinin temelinde ise “yanmak, yakmak, alev, ateĢ” anlamları yatmaktadır. Ana Altaycadan
farklı formlarla farklı dillere dağılmıĢ olan *dàli ya da *ǯiale kelimeleri Türk Dillerinde sıkça
rastladığımız d ~ y; d ~ t nöbetleĢmelerini de hatırlatmaktadır.
“yal-” fiili ile „döl/töl‟ arasında çok eskiye dayandığını düĢündüğümüz iliĢki yalgukkıya
kelimesini de yakından ilgilendirmektedir. yalgukkıya kelimesine ya da benzer bir kullanımına
Türkçenin herhangi bir döneminde rastlanılmamıĢ olsa bile bahsedilen bu iliĢki kelimenin
anlamlandırılmasında yanlıĢ bir yolda olmadığımızı da göstermektedir.
Bütün bu bilgilere rağmen yalgukkıya kelimesine ya da benzer bir kullanımına
rastlanılmamıĢ olması kelimenin alıntı bir kelime olabileceği Ģüphesini de beraberinde
getirmektedir. Eski Uygurca döneminde Türk dilinin temasta olduğu dillerde sperm anlamına gelen
ya da gelebilecek kelimeler tarandığında Ģu kelimelerle karĢılaĢırız:
Moğ. dusul, dusal „damlama, damla; gut hastalığı; meni kabilinden sıvı, sperma; nokta(lar)
(Lessing, 2003: 439b). Sank. māṉsi (MW: 805b) „sperm, sperm kokusuna sahip‟; Sank. rájas
(MW: 863b) „sonbahar, sperm, aspir‟; Sank. rétas (MW: 887c) „akım, akıntı, akıĢ; sperm, tohum‟;
Sank. ṡukrá (MW: 1080a-b) „parlak, göz alıcı, ıĢıl ıĢıl, temiz, saf, parlak renkli, beyaz; meyve suyu,
tohum, sperm, cinsel yönden güçlü‟. Sog. txm-, taxm, t xm (Gharib, 1995: 394a) „tohum, çocuk,
nesil‟. Toh. A. śäktālyi (Poucha, 1955: 321) „döl, meni, sperm‟. Toh. A. ṣūraṃ (Poucha 1955: 349)
„döl, meni, sperm‟. Toh. B. śukkär* (Adams, 1999: 633) „döl, meni, sperm‟. Çin. ching-yeh 精液
(Mathews, 1975: 162a) „salgı, salgılama; öz, töz, varlık; döl, meni, sperm‟.
Eski Uygurcanın temasta bulunduğu dillerde sperm anlamında kullanılan kelimeler ses ve
yapı olarak yalgukkıya kelimesi ile benzeĢmemektedirler. Bu da kelimenin alıntı bir kelime
olmadığı düĢüncesini güçlendirmektedir.
Bütün bunların yanında Sank. ṡukrá kelimesinin anlamları farklı bir Ģekilde düĢünmemize
neden olmaktadır. Sank. ṡukrá‟nın „parlak, göz alıcı, ıĢıl ıĢıl, temiz, saf, parlak renkli, beyaz;
meyve suyu, tohum, sperm, cinsel yönden güçlü‟ Ģeklinde anlam yelpazesinin olduğunu görüyoruz.
parlaklık, ışıl ışıl, beyaz, parlak renkli ve sperm anlamları aynı kelimenin anlam alanı içerisinde yer
almaktadır.
Eski Uygurca döneminde yoğun çeviri faaliyetlerinin olduğu bilinmektedir. Pek çok eser
yukarıda zikrettiğimiz dillerden tercüme edilmiĢtir. Kelimenin bulunduğu DKPAM isimli eser de
Eski Uygurcaya Toharcadan çevrilmiĢtir (Elmalı, 2009: VIII). Bu dillerden Eski Uygurcaya çeviri
yoluyla pek çok kelime geçmiĢtir. Fakat yalgukkıya kelimesinde farklı bir çeviri yaklaĢımının
varlığı hissedilmektedir. Burada yalgukkıya kelimesi ile Sank. ṡukrá12 kelimesi anlam olarak
birbirinin karĢılığı gibi durmaktadır. Çeviriyi yapan kiĢinin metinde geçen kelimeye, muhtemelen
ṡukrá kelimesine ya da Toh. B. śukkär kelimesine, tam bir karĢılık vermek çabası içerisinde
olduğunu düĢünebiliriz. Mütercim çeviriyi yaparken orijinal metindeki kelimenin anlamını her
yönüyle kendi metnine yansıtmak istemiĢ olabilir. Kelimenin hem parlaklık, ışıl ışıl anlamlarına
hem de sperm anlamına karĢılık vermek istemiĢ olabilir. Mütercim, belki de, ṡukrá/śukkär
kelimesini alıntılamak ya da dilde var olan kelimeyi kullanmak yerine burada yeni bir kelime
türetme yoluna gitmiĢ olabilir. Kelimenin oluĢumuna bakıldığında hem ṡukrá kelimesi tam olarak
karĢılanmakta hem de sperm kelimesinin Ģekil olarak tasvirî anlamı karĢılanmaktadır.
yalgukkıya < yal-guk+kıya „küçük parıltı, sperm‟. yal- „alevlenmek, parlamak‟; yalguk
„alev, parıltı‟. Bu tahlilden yola çıkarak kelimenin sperm kelimesine karĢılık geleceğini düĢünmek
mümkündür. Çünkü spermin canlı, akıĢkan, parlak, Ģeffaf ve hacim olarak küçük bir görüntüsü
12
Sank. ṡukrá Toh. B‟de Toh. B. śukkär* Ģeklindedir.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2 Spring 2012
450
Murat ELMALI
vardır. Mütercim hem kelimenin bu anlamını korumak hem de ṡukrá/śukkär kelimesine karĢılık
vermek için kelime türetmek yolunu tercih etmiĢ Ģeklinde düĢünebiliriz. Bunun nedeni olarak yeni
bir örtmece söz türetme gayreti gösterilebilir. Bunun yanında insanlar her toplumda cinsellikle
alakalı kavramları karĢılarken hep kaçamak yollara baĢvurmuĢlardır. Gerçekte bir asıl kelime
vardır. Onun dıĢındaki kelimeler dolaylı olan, çağrıĢım yapan veya Ģifreli kelimelerdir.
Diğer taraftan eĢ anlamlılık konusu da bu kelimenin kullanılması ile ilgili bize yardımcı
olacaktır. Bilindiği gibi eĢ anlamlı kelimeler bir dilde farklı yollarla oluĢabilir. Nesnelerin,
durumların ilk isimlendirmelerinde fark edilmeyen özelliklerini ve görünüĢlerini, birer birer
açıklayarak adlandırmak için veya anlam farklarını ifade etmek için yeni sözler türetilir. Bu
türetmelerin sonucunda da dilin söz varlığı sürekli bir geliĢme ve zenginleĢme gösterir. TüremiĢ
yeni sözler ise söz yapmanın çeĢitli yöntemleriyle oluĢturulur. Bu çeĢitli yöntemler aracılığıyla, söz
varlığının geliĢmesi sonucunda da eĢ anlamlı sözler ortaya çıkar (Erol, 2008: 55). yalgukkıya
örtmece söz olarak kullanılmıĢ olabilir. Diğer taraftan dilde var olan, sperm anlamına gelen
kelimelerin ilk isimlendirmelerinde fark edilmeyen özelliklerden dolayı yeni ve anlamı tam olarak
karĢılayan bir kelime türetme yoluna gidilmiĢ de olabilir.
4. yalgukk(ı)ya Kelimesinin Etimolojisi
Kavramlara, nesnelere veya durumlara isim verirken yukarıda da bahsedildiği gibi bazı
özelliklerin atlanması yeniden isimlendirmelere neden olabilmektedir. Kelime analizinde
bulunurken bu bilginin de atlanmaması gerekir. Buradan hareketle kelimenin hangi özeliklerden
dolayı türetilmiĢ olabileceğinin ayrıntılı bir analizine de ihtiyaç vardır. Tek bir tahlil önerisi her
zaman yeterli olmayabilir. Bu yüzden kelimenin farklı özelliklerini de dikkate alarak baĢka tahlil
seçeneklerini de değerlendirmemiz gerekmektedir.
Kelime ile ilgili olarak yukarıda yapmıĢ olduğumuz tahlilin yanı sıra kelimenin anlamını
etkilemeyen fakat kelimenin farklı bir Ģekilde oluĢtuğunu düĢündüren bir tahlil daha söz
konusudur. Buradan hareketle yalgukkıya kelimesinin Eski Türkçeden beri bildiğimiz yalañuk
(yalañuk kelimesinin yalñuk Ģekli de metinlerde geçmektedir) kelimesinin farklı bir okunuĢu
olduğunu düĢünülebiliriz. Bilindiği gibi g~ñ nöbetleĢmesi Türkçenin her devrinde görülen bir ses
olayıdır.
Osman Fikri Sertkaya, Türk Dili dergisinin 474. sayısında „okay‟ kelimesi üzerine yazmıĢ
olduğu makalesinde bu ses hadisesi ile ilgili oldukça tatmin edici bilgiler vermiĢtir. okay/oñay
kelimelerindeki ses değiĢimine dikkat çektiği makalesinde Sertkaya, kelime içindeki ve sonundaki
ñ sesinin “aykırı genizleĢme (denasalitation)” ile ġ/ḳ veya g/k olmasının mümkün olduğunu
belirtmiĢtir (Sertkaya, 1991: 325).
Genel fonetik kanunlara göre, çift dudak sesleri olan b ve p seslerinin nazal karĢılıkları m,
diĢ sesleri olan d ve t seslerinin nazal karĢılıkları n, damak sesleri (ön damak g/k, arka damak
ġ/ḳ)‟nin nazal karĢılığı ñ‟dir. ġema ile göstermek gerekirse:
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2 Spring 2012
Eski Uygurca Yalgukk(I)ya Kelimesine Etimolojik Bir Yaklaşım
YumuĢak
(Tonlu)
Sert
(Tonsuz)
Nazal
451
Damak
Dudak
DiĢ
(Labiale)
(Dentale)
b
Ön Damak
Arka Damak
(Palatale)
(Velare)
d
g
ġ
p
t
k
ḳ
m
n
ñ
Kelime içindeki ve kelime sonundaki ñ sesini aykırı genizleşme (denasalisation) ses olayı
ile kalın sırada ġ/ḳ ince sırada ise g/k olması mümkündür (Sertkaya, 1991: 325). oñay > okay
(Sertkaya, 1991: 325), eñim ~ egim, eñin ~ egin, eñir ~ egir (ETG: 39), teñri ~ tegri, yalguz ~
yalñuz vb. örneklerinde olduğu gibi bu ses olayını Türk dilinin her döneminde görmek
mümkündür.
Bu fonetik bilgilerden hareketle yalgukkıya‟nın tabanı olan yalguk kelimesinin yalañuk
kelimesinin farklı bir türevi olduğunu da söyleyebiliriz.
Marcel Erdal, yalñok/yalñuk „insanoğlu‟ kelimesinin yalıñ „yalın, çıplak‟ ile iliĢkili olduğu
üzerinde durmaktadır. Erdal, bu durumun insanın çaresizliğini akla getirdiğini vurgulamaktadır.
Kelimede ñ ve +g° seslerinin kaynaĢabileceğini (büzülebileceğini) belirten Erdal, Brahmi
örneklerinin birçoğunda O görüldüğü için, kelimeye getirilen ekin +gUk Ģeklinde değil de +gOk
Ģeklinde yazılması gerektiğini düĢünmektedir. Bu kelime yalnızca Uygurca ve Karahanlı
Türkçesinde bulunmaktadır ve Uygurca döneminde yaygındır (OTWF: 159). Bu bilgilerden
hareketle kelimenin < yal(ı)ñ+guk Ģeklinde tahlili ortaya çıkmaktadır. Marcel Erdal, bu tahlilin
yanında, A Grammar of Old Turkic isimli eserinde kelimenin tahlili ile ilgili < yal(ı)ñ+u- fiiline
dayandırdığı baĢka bir tahlil önerisi daha sunmaktadır (OTG: 110-111). Clauson ise kelimenin
yalın- „çıplak olmak, soyunmak‟ fiilinden türediğini düĢünmektedir. (EDPT: 930b). Buna göre
kelime < *yalın-guk Ģeklinde tahlil edilebilir. Burada geçen her tahlilde kelimenin kökeni *yal„çıplak olmak‟ fiiline dayanmaktadır (EDPT: 929b). Bu bilgilerin yanında Marcel Erdal‟ın baĢka
bir yerde rastlanmadığı için hayal ürünü (chimaera) olarak kabul ettiği yalñu- „tutuĢmak‟ fillinden
burada bahsetmek gerekir (OTWF: 159):
çiçeklikte sandvaç ünün sumlıdı
üḍiklig eşitti köñül yalñudı (KB: 9905972)
“Bahçede bülbül yabancı bir dilde bir Ģeyler söyledi; bunu duyan sevdalının gönlü tutuĢtu”
(KB: 9915972)
Anlamı çok net bir Ģekilde „tutuĢmak, yanmak‟ Ģeklinde olduğu anlaĢılan fiilin „ateĢ, yalın,
yalım, kıvılcım‟ anlamına gelen yalıñ kelimesinden türediğini söyleyebiliriz. < yal(ı)ñ+u- olarak
tahlil edebileceğimiz kelimenin yalñuk kelimesi ile biçim olarak yakınlığı da dikkat çekicidir.
yalñuk kelimesi ile ilgili olarak yapılan bu tahlillerin yanında kelimenin yañıl- „yanılmak,
hata etmek‟ fiilinden türeyen yañluk „hata eden, yanlıĢa düĢen‟ kelimesinin metatezli hali
olduğunu söylemek de mümkündür.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2 Spring 2012
452
Murat ELMALI
ġ. Tekin, Maytrisimit isimli çalıĢmasının 24, 3 numaralı notunda yalınayu turur birleĢik
fiili hakkında bilgi verirken *ya- fiiline ve bu fiil kökünden türeyen kelimelere değinmiĢtir. Bu fiil
kökünden türeyen kelimeler için yapmıĢ olduğu kavram alanı çalıĢmasında yalñuk kelimesine de
yer vermiĢtir. Bu kelimenin „ateĢ almak, alevlenmek, yanmak‟ anlamına gelen *ya- fiili ile ilgili
olduğunu vurgulayan ġ. Tekin kelimeyi < *yal+añ+-k Ģeklinde tahlil etmiĢtir (ġ. Tekin, 1976:
318-321).
Birden fazla etimolojik açıklaması bulunan yalñuk kelimesini daha önce de bahsedildiği
gibi yalguk Ģeklinde de okumak mümkündür. Bu kelimeye küçültme eki getirdiğimizde kelimemiz <
yalguk+kıya Ģeklinde türetilebilir. Kelimeye ise yalñuk „insan‟ anlamından hareketle „insancık,
küçük insan‟ anlamı verilebilir. Ġnsanı meydana getiren ve insanoğlunun hayat bulması için ilk
gerekli ham madde olan sperm kelimesine gerek hayatın baĢlangıcını ifade etmesi bakımından
gerekse küçük bir nesne olması bakımından bu anlamı vermek mümkündür.
Kelime ile karĢıladığı nesne arasında doğrudan bir iliĢki olup olmadığı meselesi Eski
Yunandan beri yapılan tartıĢmalardan birisidir. Kimi dilbilimcilere göre böyle bir iliĢki söz konusu
değildir ve dil Ģekilleriyle anlamları arasındaki ilgi tamamen tesadüfidir. (Erol, 2008: 22). Fakat bazı
kelime ve kavramlar anlamlandırılırken kelime ve nesne arasında iliĢki doğal olarak kendini
göstermektedir. Anlamlandırma ve kavramlaĢtırma hiçbir dilde tek bir Ģekilde gerçekleĢmez. Bunun
türlü yolları ve süreçleri vardır.
Anlamlandırma veya kavramlaĢtırma bir nesneyi, bir varlığı, bir kavramı, bir olayı,
zihnimizde bir ses bileĢenine, bir göstergeye bağlama; bir kavramı bir gösterge/kelime ile dile
getirme; anlam aktarma ve anlam verme olayı; anlamın üretiliĢ ve kavranıĢıdır (Erol, 2008: 28).
Her dilin nesneleri, hareketleri isimlendirirken kendi dilinin kavramlarıyla düĢünmesi doğal
bir süreçtir. Çünkü onları kendine özgü bir biçimde algılar ve belli kavramlara bağlar. Her dilin
kavramlaĢtırma eğilimleri arasında farklılıklar vardır. Mesela Türkçedeki akrabalık kavramlarıyla
Hint-Avrupa dillerindeki akrabalık kavramları bu bakımdan birbirinden farklıdır. Bugün bile HintAvrupa dillerinde bulunmayan pek çok akrabalık teriminin daha Eski Türkçe döneminde var
olduğunu görürüz (Erol, 2008: 28).
KavramlaĢtırma sırasında doğadaki nesneleri örnek almak, buradaki nesneler, Ģekiller,
renklerden yararlanıp bir Ģeyi canlandırarak anlatmak Türkçenin kavramlaĢtırma açısından en
önemli özelliğidir. (Erol, 2008: 28). Mesela; camgöbeği, yavruağzı gibi renklerin adlandırılmasında
doğrudan doğruya nesnelere dayanıldığı görülmektedir (Erol 2008: 29).
yalgukkıya kelimesi ile yalañuk kelimesi arasında yukarıda bahsedilen iliĢkinin yanı sıra
kelimeyi oluĢturan biçimbirimler bizi farklı bir kavramlaĢtırma yönünde de düĢündürmektedir.
KavramlaĢtırma bağlamı açısından yalgukkıya kelimesinin renk ve parlaklık kavramlarına
dayanılarak türetildiğini düĢünmek kuvvetle muhtemeldir. Toharca ve Sanskritçede bulunan ve
orijinal eserde bulunma ihtimalini düĢündüğümüz ṡukrá/śukkär kelimesi de bu düĢünceyi
desteklemektedir.
Türkçe, yapısı itibariyle geniĢ türetme ve birleĢtirme imkânlarına sahip bir dildir. Bu özelliği
ona somut ve soyut çeĢitli kavramları kolaylıkla oluĢturma, ayrıntılara inen bir kavramlaĢtırma gücü
vermektedir. Bunu Eski Türkçe döneminden itibaren izlemek mümkündür (Erol, 2008: 29). Bu
yönüyle, bağlantılı dillerin ilginç bir örneği olan Türkçede aynı kökten zaman zaman geniĢ kelime
ailelerinin oluĢtuğu görülür (Aksan, 1998: 99).
yal- fiili de bu tür köklerden birisidir. yalgukkıya kelimesinin tahlili daha önce de
gösterildiği gibi < yalgukkıya < yal-guk+kıya Ģeklinde yapılabilmektedir. yal- „alevlenmek,
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2 Spring 2012
Eski Uygurca Yalgukk(I)ya Kelimesine Etimolojik Bir Yaklaşım
453
parlamak‟ (TSD: 646a); yalguk „alev, parıltı‟13. yalguk kelimesine +kıya küçültme ekinin
getirilmesi ile kelimenin „küçük parıltı, küçük parlayan Ģey‟ anlamını ortaya çıkarmıĢtır. Spermin
parlak ve Ģeffaf görüntüsü dikkate alındığında kelimeye bu anlamı vermek mümkündür.
yalgukkıya kelimesi üç biçimbirimden oluĢmaktadır. Kelimeyi oluĢturan üç biçimbirim de
Eski Türkçeden beri bildiğimiz yapılardır. Özellikle yal- „alevlenmek, parlamak, yanmak,
ıĢıldamak‟ fiili ve bu fiilden türeyen pek çok kelime bugün bile pek çok Türk dil ve lehçesinde
kullanılmaktadır.
yal- fiili EDPT‟de yak-, yan-, yaru:- fiilleri ile birlikte Türkçenin herhangi bir devrinde
görülmeyen bir *ya:- köküne dayandırılmaktadır (EDPT: 918-956). Bu kökten türeyen dört fiil de
hemen aynı anlama sahiptir. EDPT‟de bu fiilden türeyen pek çok kelimeye rastlanmaktadır: yalçık
(EDPT: 921) „ay‟; yaltur- (EDPT: 923b) „alevlendirmek‟; yaltrı:- (EDPT: 923b), yaldrı:- (EDPT:
923b), yoldrı:- (EDPT: 923b), yıltra-(EDPT: 923b), yıldıra-(EDPT: 923b), çıldıra:- (EDPT: 923b),
yaltiri-(EDPT: 923b), jaltıra-(EDPT: 923b), yaltira-(EDPT: 923b), yaltıra- (EDPT: 923b), yaldıra(EDPT: 924a) „ıĢıldamak, parıldamak‟; yıldıra- (EDPT: 924a), yaldura- (EDPT: 924a), yıldıra(EDPT: 924a), yıldura- (EDPT: 924a), ıldıra- (EDPT: 924a) „parlamak‟; yaltrıt- (EDPT: 924a),
yaldırat- (EDPT: 924a) „parlamaya sebep olmak‟; yalın (EDPT: 929b) „alev‟; yalın- (EDPT: 931a)
„parlamak‟; yaltrık (EDPT: 922a), yaltırak, yaltrak (EDPT: 922b), yaldrık (EDPT: 922b), yoldrık
(EDPT: 922b), yıldrık (EDPT: 922b), yıltırık (EDPT: 922b), yaldırak (EDPT: 922b) „ıĢıldayan
nesne‟; yaltrıklıġ (EDPT: 924a) „parlaklık‟; yalınlıġ (EDPT: 932a) „alevlenmiĢ, parlak‟; yalınsız
(EDPT: 932a) „alevsiz, ateĢsiz‟; yalına:- (EDPT: 932a) „alev almak‟; yalınla:- (EDPT: 932a)
„alevlenmek‟; yaltrıt- (EDPT: 924a) „parlamak, alevlendirmek‟; yarut- (EDPT: 960a-b), yarıt(EDPT: 960b) „parlatmak, ıĢıldamak‟
An Etymological Dictionary of Altaic Languages isimli çalıĢmada yal- fiilinin bazı Altay
dillerinde de kullanıldığı görülür:
*ǯiale yanmak, yakmak, ıĢıldamak: PTung. *ǯild- „1 .göz atmak, gözlerin geniĢ bir Ģekilde
açık olması 2. yıldız 3 büyük‟; PMoğ. *ǯali „alev, ateĢ‟ YMoğ. ǯali; Kh. ʒaĺ; Bur. zali; Kalm. zäĺə.;
PTürk. *jal- „1. Yakmak, yanmak, parlak ıĢık, 2. alev, ateĢ‟ (EDAL: 1541).
*p῾iàlk῾i ‘yıldırım, gök gürültüsü‟; Tung. *pialki-; Türk. *jAlkɨ-; Jpn. *pìkàr-; Kor. *p nkái
(EDAL: 1149).
yalgukkıya kelimesinde yal-fiilinden isim türeten ek –guk ekidir. Bu eki Gabain –gak, -gäk
ekleriyle birlikte değerlendirmiĢ ve daima yapanı bildirdiğini ifade etmiĢtir (ETG: 52). Bu ek
canlılar için soyut isimler türetmemektedir. Marcel Erdal bu eki, –gOk Ģeklinde okumuĢtur. Ek,
Hotence yıgır-gok kelimesinde /O/ ünlüsü ile yazılmıĢtır. Bu üst ses birim ile /U/ ünlüsünü ayırt
eden bir yazı ile belirtilmiĢtir. Ek, asgok „sancak, bayrak, güneĢlik‟ kelimesinde Maitrisimit‟de
geçmektedir. DLT‟de tolkok „tulum, tuluk‟ kelimesinde ve tapuzguk „bilmece‟ kelimesinde;
Uygurca metinlerde geçen tirgök „direk, sütun, kolon‟ kelimesinde, Uygurca belgelerde ve
ġ. Tekin, < yalın+a- „parlamak‟ kelimesinin kavram alanını çıkardığı notta <ya-l „alevlenmek‟ <*ya-l „alev‟ ve <ya-ş
„hayat; yaĢ‟ kelimelerinin aynı kökten türediğini belirtmiĢtir. Notta ayrıca, <ya-ş „hayat; yaĢ‟ kelimesinin asıl anlamı
„ateĢ‟ dolayısıyla „parlaklık‟ üzerinden geliĢerek „canlılık‟ anlamının ortaya çıktığını belirtilmiĢtir. ġ. Tekine‟e göre
„hayat; ömür; yaĢ‟ anlamları ise kendiliğinden anlaĢılmaktadır. Sonradan geliĢen „ıslak‟ anlamı ise „parlaklık, tazelik‟
üzerinden geçilerek „yaĢ bitki ve ağaç yaprağı‟ düĢünülerek ortaya çıktığı düĢünülebilir. Buradan hareketle <yaş+a„yaĢamak‟, <yaşa-gu „hayat‟; <yaş+u- „parlamak‟, <yaşu-k „ıĢık, parıltı‟, <yaşu-t- „aydınlatmak‟; <*yaş+ı- „?‟,<yaşı-l
„yeĢil‟, <yaş+ar- „yeĢermek‟ kelimelerinin aynı kavram alanı içinde olduğu söylenebilir (ġ. Tekin, 1976: 318-321). ġ.
Tekin‟in verdiği bu bilgiler dikkate alınırsa yalguk kelimesine verdiğimiz „alev, parıltı‟ anlamlarının yanında kelimeye
„canlı, akıĢkan, Ģeffaf‟ anlamlarını da dâhil edebiliriz. Kelimeye küçültme eki olan +kıya eklendiğinde de kelimenin
„canlı, akıĢkan, parlak, Ģeffaf ve hacim olarak küçük Ģey yani sperm‟ anlamı ortaya çıkmaktadır.
13
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2 Spring 2012
454
Murat ELMALI
DLT‟de geçen yunguk „sabun, sabun gibi köpüren bitki‟ kelimesinde vb. kelimelerde bu eke
rastlanılmıĢtır. Bu ek hem geçiĢli hem de geçiĢsiz fiillere araç isimleri yapmaktadır. Muhtemelen –
gU ve +(A)k eklerinin birleĢmesinden oluĢmuĢtur. Günümüzde bu ekin yansıması yoktur (OTWF:
359-362).
+kIyA eki, Eski Türkçeden beri bulunan genellikle ad ve sıfatlara gelerek küçültme ifade
eden kelime teĢkilinde kullanılır. Gabain, „Eski Türkçenin Grameri‟ adlı çalıĢmasında bu ekin
kuvvetlendirme, küçültme ve sevgi sözcükleri teĢkilinde kullanılan bir ek olduğunu ifade ettikten
sonra ekin metinlerde geçen biçimlerini sıralamıĢtır: +kınya (kitabelerde), +kına (n ağzı), +kıya,
+kıa (y ağzı) ve önlü Ģekilleri +kinyä, +kinä, +kiyä ve +kiä (ETG: 105). Ek, Eski Uygurcada +kIyA
biçiminde görülmektedir. Eski Türkçede bu ekle biçimlenmiĢ pek çok kelime vardır. Gabain‟den Ģu
örnekleri aktarabiliriz: birkinyä mün „bir tek günah‟, ançakıa yme „çok az‟, azkınya ärin „çoz az
kiĢiyle‟ (ETG: 105). Bu eki Orta Türkçede de görürüz: ogulkıya „oğulcağız‟ (DLT III: 170), kızkıya
„kızcağız‟ (DLT III: 170), sözgine „az söz‟ (DLT III: 359); azrakkına „daha az, birazcık‟ (KB:
6633). Marcel Erdal‟a göre Çağataycadan Eski Osmanlıcaya, ondan Codex Comanicus‟a ve Yeni
Uygurcadan Karaimceye modern dillerde, bu ekin sadece n-‟li biçimleri bulunmaktadır (OTWF:
48).
yalgukkıya kelimesini oluĢturan kök ve ekler oldukça iĢlek yapılardır. Özellikle yalfiilinden türeyen pek çok kelime günümüz dil ve lehçelerinde bile sıkça karĢılaĢtığımız
kelimelerdir:
Gag. yalap (Baskakov ve diğer., 1991: 256a) „parlak; parlamak, ıĢık saçmak‟; yaldızlama
(Baskakov ve diğer., 1991: 256a) „parlamak, parlatmak‟. Az. yaldız (ADĠL IV: 514a-b) „parlak‟;
yaldızlamaq (ADĠL IV: 514b) „yaldızlı‟. Türkm. yalpıldı (Tekin ve diğer. 1995: 673b) „parıltı‟;
yalpıldavuk (Tekin ve diğer., 1995: 673b), yaldıravuk (Tekin ve diğer., 1995: 672b) „parlak‟. Özb.
yältirä- (Yusuf-Tulum, 1994: 191) „parlamak‟; yältiràq (Yusuf-Tulum, 1994: 191) „parıltı‟. Uyg.
yalkun (Necip, 1995: 456b) „alev‟; yalkuncimak (Necip, 1995: 456b), yalkunlimak (Necip, 1995:
456b) „alevlenmek‟. Kaz. jarkıldaq (Koç, 2003: 164a) „parlayan, parlak‟; jarkıl (Koç, 2003:
164a), jaltıl (Koç, 2003: 158a) „parıltı‟; jaltılda- „parlamak, ıĢıldamak‟ (Koç, 2003: 158a). Kırg.
calında- (Yudahin, 1988: 169a) „alevlenmek‟; caltır (Yudahin, 1988: 171a) „parlak‟. Tat. yalkılda(Ganiyev, 1997: 444a) „yalım yalım parlamak‟; yaltıra- (Ganiyev, 1997: 445a) „parlamak‟. ÇTat.
yaltır- „parlamak‟ (Teres, 2011: 183). Karaçay-Bal. ala (Tavkul, 2000: 76b) „parlak açık‟. Hak.
çaltırah, çaltırahay, çaltırañhay (Arıkoğlu, 2005: 78a) „parıltı, pırıltı, ıĢıltı‟; çaltırama (Arıkoğlu,
2005: 78a) „parlak, mükemmel, müthiĢ, çok iyi‟. Tuv. çalbııştalır (Arıkoğlu-Kuular, 2003: 20a)
„parlamak‟. Alt. caltıraş- (Naskali-Duranlı, 1999: 51a) „kıvılcım saçmak, parıldamak (gözler
hakkında)‟; caltırkay (Naskali-Duranlı, 1999: 51a) „ıĢıltılı, parıltılı, parlak‟. Şor.
çalın
(TannagaĢeva-Akalın, 1995: 13a) „alev, yalın, yalım; yakıcı, sıcak‟; çıltıra- (TannagaĢeva-Akalın,
1995: 19a) „parlamak, parıldamak‟. Sah. alamay (Pekarsky, 1945: 11b) „parlak aydın‟; ılay
(Pekarsky, 1945: 410a) „ıĢıldamak‟. Çuv. yaldəra-, yaldra- (Paasonen, 1950: 205) „parlamak‟.
yal- fillinin ve bu fiilden türeyen kelimelerin bu kadar iĢlek bir Ģekilde kullanılması
kelimenin dil kullanımında etkin bir yere sahip olduğunu göstermektedir.
Ġnsanoğlunun bütün basit fikirleri ya dıĢ nesnelerin algılanması ile ya da zihnin kendi
faaliyetlerinin iç-algısı ile oluĢur. Bu basit fikirlerden bir kısmının devamlı beraber oldukları
görülür. Mesela; tatlı, beyaz ve katı basit fikirlerin bir araya gelmesi, „Ģeker‟ dediğimiz kavramı
oluĢturur. Bu üç basit fikrin terkibine bir isim veririz: „Ģeker cismi‟. Ġlk nazarda bir tek adla iĢaret
ettiğimiz nesnelerin fikri (Ģeker) basit fikir sanılır ama aslında bunlar birçok fikrin karıĢımından
oluĢur (Ergat, 2008: 38-39). Bu Ģekilde bir kavramlaĢtırma sürecinde ilk kullanılan basit fikirler en
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2 Spring 2012
Eski Uygurca Yalgukk(I)ya Kelimesine Etimolojik Bir Yaklaşım
455
iĢlek fikirlerdir. Bu bağlamda düĢünüldüğünde yal- fiili kavramlaĢtırma sürecinde kullanılabilecek
iĢlek yapılardandır.
Buradan hareketle yalgukkıya kelimesinin parlak/canlı, beyaz, küçük fikirlerinden oluĢmuĢ
bir terkip olduğunu görürüz. Bu terkip üç yapının (yal-, -guk ve +kıya) bir araya gelmesiyle
oluĢmuĢ sperm anlamını ifade eden bir terkiptir.
5. Sonuç
ÇalıĢmamızda Mz. 766 numaralı belgenin ön yüzünün 13 ve 15. satırlarından baĢka bir
yerde geçmeyen yalgukk(ı)ya kelimesinin tahlili üzerinde durulmuĢtur. Kelimenin sperm anlamına
geldiği vurgulanmıĢtır. Kelime hap. leg. bir kelimedir. Kelimenin bulunduğu belge yıpranmıĢtır.
Kelimenin öncesi ve sonrasındaki kelimelerle doğrudan bir cümle bağlantısı bulunmamaktadır.
Bununla birlikte kelimenin geçtiği metnin içeriği bize anlamlandırma noktasında yardımcı
olmaktadır. Yine kelime ile ilgili yaptığımız analiz çalıĢmalarında kelimenin ya yal- fiil köküne
inilerek < yal-guk+kıya Ģeklinde ya da yalñuk kelimesinin bir türevi olan yalguk kelimesine
küçültme eki getirilerek < yalguk+kıya Ģeklinde tahlil edilebileceği sonucuna ulaĢılmıĢtır. Her iki
tahlil de kelimenin anlamlandırılmasında yanılmadığımızı göstermiĢtir. yalgukk(ı)ya kelimesi
sperm anlamına gelmektedir.
EĢ anlamlı ve yakın anlamlı kelimeler arasında bir yaĢam savaĢı hemen hemen her dilde
görülen bir olgudur. Özellikle tam eĢ anlamlılık özelliği taĢıyan öğeler arasında bu savaĢ daha sık
görülür. Ġster yerli, ister alıntı olsun bu türden eĢ anlamlılardan birinin zamanla silinip unutulduğu
görülür. (Aksan, 1998: 128). yalgukk(ı)ya kelimesi de çok fazla kullanım alanı bulmadan zamanla
silinip unutulmuĢ Eski Türkçe bir kelimedir.
Kısaltmalar
Alt.
Altayca
Az.
Azeri
Başk.
BaĢkurtça
Bur.
Buryat
Çin.
Çince
ÇTat.
Çin Tatarcası
Çuv.
ÇuvaĢça
Dolg.
Dolgan
Evk.
Evenki
Evn.
Even
Gag.
Gagauzca
Hap. Leg.
Tek örnek.
Hak.
Hakasça
Jpn.
Japonca
Kag.
Kagoshima
Karah.
Karakhanide Turkic
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2 Spring 2012
456
Murat ELMALI
Kaz.
Kazakça
KBalk.
Karaçay-Balkarca
Kh.
Khalkha
Kırg.
Kırgızca
KKalp.
Kara-Kalpakça
Kor.
Korece
Kum.
Kumukça
Kyo.
Kyoto
OJpn.
Orta Japonca
Moğ.
Moğolca
OTürk.
Orta Türkçe
Mz.
Mainz koleksiyonundaki belgeler.
Nan.
Nanai
Neg.
Negidal
Nog.
Nogayca
EJpn.
Eski Japonca
Ork.
Orok
ETürk
Eski Türkçe
EUyg.
Eski Uygurca
Oyr.
Oyrot (Dağ Altaycası)
Özb.
Özbekçe
PJpn.
Proto-Japonca
PMoğ.
Proto-Moğolca
PTung.
Proto-Tungus-Mançuca
PTürk.
Proto-Türkçe
Sah.
Saha-Yakutça
Sank.
Sanskritçe
Sog.
Soğutça
Sol.
Solon
Şor.
ġorca
Tat.
Tatarca
Toh. A.
Toharca A
Toh. B.
Toharca B
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2 Spring 2012
Eski Uygurca Yalgukk(I)ya Kelimesine Etimolojik Bir Yaklaşım
Tok.
Tokyo
Tung.
Tungus
Tür.
Türkiye Türkçesi
Türk.
Türk Dili
Tuv.
Tuvaca
Türkm.
Türkmence
Ul.
Ulcha
Uyg.
Uygurca
YMoğ.
Yazılı Moğolca
457
Eser Kısaltmaları
ADĠL
Az rbaycan Dilinin İzahlı Lüğ ti
EDPT
An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish.
DKPAM
Daśakarmapathaavadānamālā
DLT
Divanü Lûgat -it-Türk
DS
Derleme Sözlügü
EDAL
Etymological Dictionary of the Altaic Languages
ETG
Alttürkische Grammatik.// Eski Türkçenin Grameri.
KB
Kutadgu Bilig-Yusuf Has Hacib.
MBTS
Misalli Büyük Türkçe Sözlük.
MW
Sanskrit-English Dictionary.
OTWF
Old Turkic Word Formation: A Functional Approach to the Lexicon.
Sengl.
Senglah
TS
Türkçe Sözlük.
TSD
VIII-XVI Yüzyıllar Arasında Türkçenin Söz Dağarcığı.
KAYNAKÇA
ADAMS, D. Q. (1999). A Dictionary of Tocharian B. Amsterdam-Atlanta.
AKARSU, B. (1998). Dil-Kültür Bağlantısı. Ġstanbul.
AKSAN D. (1996). Türkçenin Sözvarlığı: Türk Dilinin Sözcükbilimiyle İlgili Gözlemler,
Saptamalar, Ankara.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2 Spring 2012
458
Murat ELMALI
AKSAN, D. (1998). Anlambilim Konuları ve Türkçenin Anlambilimi. Ankara.
ALTUNTAġ H., ġAHĠN M. (2005). Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı Kur‟an-ı Kerim Meâli, Ankara.
ARAT, R.R. (2006). Kutadgu Bilig-Yusuf Has Hacib. Ġstanbul.
ARIKOĞLU, E. (2005). Örnekli Hakasça-Türkçe Sözlük. Ankara.
ARIKOĞLU, E.; KUULAR, K. (2003). Tuva Türkçesi Sözlüğü. Ankara.
ATALAY, B. (1998). Divanü Lûgat -it-Türk Tercümesi I -II-III-IV, Ankara.
AYVERDĠ, Ġ. (2006). Misalli Büyük Türkçe Sözlük. Ġstanbul.
CAN ve diğer. (2011). Çocukluk Döneminde Gelişim-I. EskiĢehir.
CLAUSON, S. G. (1972). An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish. Oxford.
ÇĠMEN, V. (2008). Fizyoloji-Histoloji&Embriyoloji. Ankara.
DEVELLĠOĞLU, F. (2006). Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara.
DOĞAN, D. M. (2001). Büyük Türkçe Sözlük. Ġstanbul.
DOĞAN, E (2011). Şeyhoğlu Sadrüddin‟in Kabus-nâme Tercümesi, Metin-Sözlük-Dizin-NotlarTıpkıbasım, Ġstanbul.
ELMALI, M. (2009). Daśakarmapathaavadānamālā. Giriş-Metin-Çeviri-Notlar-Dizin-Tıpkıbasım,
Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi,
Ġstanbul.
ERDAL, M. (1991). Old Turkic Word Formation: A Functinal Approach to the Lexicon. Vol. I, II.
Wiesbaden.
EREN, H. (1999). Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü. Ankara.
ERGAT, E.A. (2008). Felsefede Dil, Düşünce Ve Varlık İlişkisi: J. Locke ve G. Berkeley Örneği.
Ġstanbul.
EROL, H.A. (2008). Eski Türkçeden Eski Anadolu Türkçesine Anlam Değişmeleri, Ankara.
GABAIN, A.V. (2003). Alttürkische Grammatik. Wiesbaden, (Çev. Mehmet Akalın: Eski
Türkçenin Grameri), Ankara.
BASKAKOV ve diğer. (1991). Gagauz Türkçesinin Sözlüğü (Çev. Ġsmail Kaynak, Mecit Doğru).
Ankara.
GANĠYEV, F. ; AHMETYANOV, R.; AÇIKGÖZ, H. (1997). Tatarca-Türkçe Sözlük. Kazan.
GHARIB, B. (1995). Sogdian Dictionary (Sogdian-Persian-English). Tehran.
KARAMANLIOĞLU, A.F. (1989). Seyf-i Sarâyî Gülistan Tercümesi (Kitâb Gülistan bi‟t-Türkî).
Ankara.
KOÇ, K.; BAYNĠYAZOV, A.; BAġKAPAN, V. (2003).
Sözlüğü, Ankara.
Kazak Türkçesi Türkiye Türkçesi
LESSING, F. D. (2003). Moğolca - Türkçe sözlük (2 cilt) (çev. Günay Karaağaç), Ankara.
MATHEWS R. H. (1931). Mathews' Chinese-English dictionary. A Chinese-English dictionary
compiled for the China Inland Mission by R.H. Mathews, Shanghai: China Inland
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2 Spring 2012
Eski Uygurca Yalgukk(I)ya Kelimesine Etimolojik Bir Yaklaşım
459
Mission and Presbyterian Mission Press, 1931. Harvard University Press; Revised
edition (1975). Harward.
MONGUġ, D.A (2005). Tuvaca-Türkçe Sözlük. Kızıl.
NASKALĠ, E.G.; DURANLI, M. (1999). Altayca-Türkçe Sözlük, Ankara.
NECĠP, E.N. (1995). Yeni Uygur Türkçesi Sözlüğü (çev. Ġklil Kurban), Ankara.
NĠKOLAEVNA, N.; TANNAGAġEVA, K.; AKALIN, ġ.H. (1995). Şor Türkçesi Sözlüğü, Adana.
ORUCOV, Ǝ; ABDULLAYEV, B.; RƎHĠMZADƎ, N. (2006). Az rbaycan Dilinin İzahlı Lüğ ti (4
cilt). Bakı.
PAASONEN, H. (1950). Çuvaş Sözlüğü, Ankara.
PAÇACIOĞLU, B. (2006). VIII-XVI Yüzyıllar Arasında Türkçenin Söz Dağarcığı, Ankara.
PEKARSKIY, E. K.(1945). Yakut Dili Sözlüğü: A-M. Ankara.
POUCHA, P. (1955). Thesaurus Linguage Tocharicae Dialecti A. Praha.
SERTKAYA, O.F. (1991). “Kelime Dağarcığımızdan (3): Okay „Zühal/Satürn‟ mü Yoksa
„MüĢteri/Jüpiter‟ mi?” Türk Dili- Aylık Dil Dergisi. Ankara.
STAROSTIN, S. ; DYBO, A.; MUDRAK, O. (2003). Etymological Dictionary of the Altaic
Languages. Brill-Leiden-Boston.
TAVKUL, U. (2000). Karaçay-Malkar Türkçesi Sözlüğü, Ankara.
TEKĠN, ġ. (1976). Maytrısimit-Burkancılığın Mehdisi Maitreya ile Buluşma Uygurca İptidai Bir
Dram. Ankara.
TEKĠN, T. (1995). Türkmence-Türkçe Sözlük. Ankara.
TERES, E. (2011). Çin Tatarcası Grameri, Ankara.
TOPALOĞLU, A. (1976). Muhammed Bin Hamza, XV. Yüzyıl Başlarında Yapılmış Kur‟an
Tercümesi I. Ġstanbul.
TOPARLI, R.; ÇÖGENLĠ, S.; YANIK, N.H. (2000). Kitâb-ı Mecmû-ı Tercümân-ı Türkî ve Acemî
ve Mugalî. Ankara.
TÜRK DĠL KURUMU (1963-1982). Türkiye‟de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü. 12. Cilt, Ankara.
TÜRK DĠL KURUMU (2005). Türkçe Sözlük. Ankara.
WILLIAMS, M. (1964). Sanskrit-English Dictionary. Oxford.
ÜNLÜ, S. (2004). Karahanlı Türkçesi Satır-Arası Kur‟an Tercümesi (Tiem 235v/3-450r7) GirişMetin-İnceleme-Analitik Dizin. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara.
YUDAHĠN, K.K. (1988). Kırgız Sözlüğü (çev. Abdullah Taymas), Ankara.
YUSUF, B. (2009). Türkçe-Özbekçe Sesteş Kelimeler Sözlüğü, Toshkent.
YUSUF, B.; TULUM, M.M. (1994). Sözlük Özbekistan Türkçesi Türkiye Türkçesi-Türkiye
Türkçesi Özbekistan Türkçesi, Ġstanbul.
http://starling.rinet.ru/cgi-bin/query.cgi?basename=\data\alt\turcet&root=config&morpho=0
(05.04. 2012)
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2 Spring 2012
460
Murat ELMALI
http://wold.livingsources.org/word/71312352689188880 (05.04. 2012)
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2 Spring 2012