(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Tolga Akyıldız" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Tolga Akyıldız" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.

Tolga Akyıldız

Duru, ‘jazzy’ bir ses

1 Temmuz 2017

Ayşe Özyılmazel, bazı seçimler yaptı müzisyen olarak. Şimdi biraz dinlenmeyi tercih ediyor; zamanı gelince daha iyisini yapacağına inanıyorum. Bir de Zeynep var; Neco’nun diğer kızı. Ayşe’nin medyada çok görünür olduğu zamanlarda geride durmayı tercih etti. Aslen müzikle yatıp kalkan kendisidir, Ayşe’ye sorun, o da onaylayacaktır. ‘Serin’ durmayı tercih etmiştir; o nedenle teklisini büyük dikkatle dinledim...

İki kardeş birbirlerini çok severler; doğal olarak önce onu sordum; bir sıkıntı var mı iki müzikli kız olarak aralarında? Mesela Ayşe, ünü nedeniyle ayak bağı olabilir mi acaba Zeynep’e? “Bizim Ayşe’yle aramızda ne sıkıntı olabilir ki? Bilakis benden daha önce sektöre girdiği ve daha tecrübeli olduğundan destek olup yol gösteriyor” dedi.

Peki, Neco’nun kızı olmak bu evladın penceresinden nasıl bir şey? Zeynep net... “Bir kız evlat; babasının desteğini, sevgisini, varlığını hissettiği her an kendini güçlü hisseder. ‘Bana bir şey olmaz, çünkü arkamda babam var... Canım babam’ der.”

Kafama takılan konulardan biri de Hıncal Uluç’u bir baba figürü olarak görüyor olmaları Ayşe ve Zeynep’in... Onu da sormadan edemiyorum. Yine samimi bir yanıt veriyor: “Hıncal Abi; kendimizi bildik bileli hayatımızda ve Ayşe’yi de beni de çok özel sever, bunu da bilir. O’nun yeri çok ayrıdır hayatımızda. Benim en yakın arkadaşım, abim, sırdaşım ve en büyük destekçimdir. Bana benden çok inanandır.”

Peki, Zeynep acaba şarkısına güveniyor mu? Hemen cevabı yapıştırıyor: “Ben sevdiğim işi yapıyorum. İçime sindiği gibi... Yaptığım işle ilgili önce benim iyi hissetmem önemli. ‘Zaman Olur’ projesinin ilk gününden itibaren hiç ‘Tutar mı?’ ya da ‘Nasıl yapsak tutar?’ diye düşünmedik; tam olarak beni yansıtmasına gayret ettik. Ve bence bu nedenle çok samimi bir iş oldu ve sevildi. Şu anda gördüğüm ilgiden çok memnunum ve tadını çıkarıyorum.”

Zeynep Özyılmazel... Duru, ‘jazzy’ bir ses... İşiyle ilgili müzikten gayrı kaygısı olmadığı belli ya da çok kaygılı kendiyle ilgili; müzikle ilgili herkes gibi... Benim tavsiyem; şarkıcılığına yatırım yapmaya devam etsin. O ses rengini harcamamak lazım. Çok daha iyi söyleyecek; içindeki yarışa devam.

Yazının devamı...

Bir Sabancı DJ olursa...

24 Haziran 2017

Sabancı soyadının ağırlığı büyük. Kendisi Hacı Sabancı’nın torunu. Yani Sakıp Sabancı, dedesinin ağabeyi. Babası Mehmet Sabancı’yı genç yaşta kaybetti ve iş hayatında ağır sorumluluk altında girdi. Ama müzik en büyük tutkusu. Ve hem kendi işinde hem de müzik hayatında gururla taşıyor soyadını. Eminim bunun zorlukları da var... 25 yaşındaki DJ ve prodüktör Faruk Sabancı ‘Home’ teklisiyle iddialı bir çıkış yaptı.

ÖNYARGILARA RAĞMEN...

Daha önce Armin van Buuren, Tiesto, David Guetta gibi dünyaca ünlü DJ’lerin de dikkatini çeken Faruk Sabancı; bu soyadını taşımanın çok büyük özen gerektirdiğini söylüyor. O da; bir Sabancı’nın DJ oluşunun alışılageldik bir durum olmadığının farkında. Ama farklı bir açıdan bakalım; teklisini çıkarmadan önce edindiği uluslararası hayran kitlesi için, soyadının artısından söz etmek mümkün değil. İç pazardaysa soyadının avantajdan çok dezavantajları olduğunu söylüyor: “Diğer müzisyenler her türlü proje ve etkinliğe dahil olabilirken ben ve ekibimin çok dikkatli olması, müzikal anlamda katkı sağlayacak olmasına rağmen marka uyuşmazlığı sebebiyle birçok teklifi geri çevirmemiz gerekebiliyor. Ek olarak zaman zaman algısal birtakım önyargılar doğuyor ancak bu konuda şikâyetçi değilim, artık alıştım...”

Faruk Sabancı’nın bu yılın başında İstanbul’da ünlü şarkıcı Lindsay Lohan’la baş başa yemek yerken çekilmiş görüntüleri basına yansımıştı. Gazeteci refleksiyle sorduğumda Sabancı; bu konunun merak edilmesini anlayışla karşıladığını ancak yanıtlamak istemediğini belirtiyor.

Söylediğine göre herhangi bir yurtiçi hedefi yok. Bayrağımızı dünyanın en önemli sahnelerinde dalgalandırmaktan başka bir düşüncesi olmadığını söylüyor. Ağır sorumluluklar altında çalıştığı kendi işiyle müzik kariyerini birlikte yürütürken de en çok ekibine güveniyor.

O, BİR FAZIL SAY HAYRANI...

Türk sanatçılardan biriyle ‘featuring’ yapmayı ya da yeni isimlerin şarkılarını remix’leyi düşünüp düşünmediğini sorduğumda ise yanıtı gayet net: ‘Aklımdan bile geçmiyor.

Yazının devamı...

‘Açıkhava’ya yıldız da yağacak, sürpriz de...

17 Haziran 2017

BUGÜN

ŞEBNEM’İN MİSAFİRLERİ VAR

Bu gece sahne alacak Şebnem Ferah, konserin bir bölümünde akustik düzene geçecek. Bu bölümde Ferah’ın grubuna geçen yıl Donizetti Klasik Müzik Ödülleri kapsamında ‘Türkiye’nin En İyi Oda Müziği Grubu Ödülü’nü alan Semplice Quartet, iki keman, bir viyola ve bir viyolonselle eşlik edecek. Ayrıca Şebnem Ferah’ın sesiyle ‘Can Kırıkları’ parçasının altyapısını bir şarkısında kullanan Sulukule çıkışlı rap/hardcore grubu Tahribad-ı İsyan bu parça sırasında sahneye konuk olacak.

YARIN

‘KENDİ KENDİNE’NİN İLK KONSERİ

Yarın gece gerçekleşecek MFÖ konseri; henüz taptaze olan akustik albüm ‘Kendi Kendine’nin ilk konseri olması itibariyle çok önemli. Grup, yeni albüm şarkılarının tamamını çalmakla kalmayacak;  o hepimizin ezbere bildiği klasikleriyle de Açıkhava’yı dolduran hayranlarını coşturacak.

Yazının devamı...

Gerçekten istediğimiz hayat bu mu?

10 Haziran 2017

Stüdyo albümü olarak bakacak olursak ‘Amused to Death’ten çeyrek asır; solo kariyeri açısındansa senfonik albümü ‘Ça Ira’dan 12 yıl sonra ve toplam yedi yılda kaydedilen yeni bir Roger Waters albümüyle karşı karşıyayız. Peki, böyle bir albümle karşılaştığımızda ne bekliyoruz?

Roger Waters’ın yeni albümü ‘Is This the Life We Really Want’, raflarda...

Açıkçası nisan ve mayısta üst üste yayımlanan teklileri ‘Smell The Roses’, ‘Deja Vu’ ve ‘The Last Refugee’yi dinleyene kadar ben kendi adıma daha modern bir sound deneyeceğini düşünüyordum Waters’ın. Bu beklentinin nedeni de Radiohead ve Beck’le yaptığı işlerden bildiğimiz Nigel Godrich’in prodüktörlüğünde bir albüm hazırlıyor oluşuydu. Ancak şimdi albümün tamamını dinlediğimde Godrich’in işe, ‘Pink Floyd’a güzelleme’ şeklinde yaklaştığını görüyorum.

Bunun artı ve eksileri var. Artılarından başlayayım... ‘Is This the Life We Really Want’; Pink Floyd’un ‘Dark Side of the Moon’ albümü sonrasını hatırlatan; üstelik dinleyici olarak içine girmesi nispeten kolay bir albüm. Bu anlamda kabulünüzse baş tacı edip hızlıca keyif almaya başlayabilirsiniz.

Sözlere ‘söz’ demek ayıp olur. Şairimiz Roger; yarım asra yakın bir zamandır rock’ın antifaşist, antiemperyalist; en öfkeli lakin en entelektüel çocuğu olmaya devam ediyor. Trump başkan seçildikten sonra gelen bu albümde öfke dozunun iyice arttığını görmemek içinse kör olmak lazım. Militarizme, dini inançları sömürenlere, teröre, medyaya hatta akıllı telefonlara verip veriştirmekten de geri kalmıyor. Albüm altmetninin; ‘Dünyayı ne hale getirdiniz ey egemenler!’ olduğu net.  Eksilerden de söz edelim... Sanki Roger Waters (sonradan memnun kalıp onayladığını bilsek de) bazı şarkıları yaparken Godrich’in işe bu denli 70’ler tarafından dokunacağını düşünmemiş olmalı. Beste formu ya da ruhu açısından baktığımda Floyd’vari tik tak saatler, kalp atışları, eski moda synth’ler ya da sound kolajları bütün şarkılara cuk oturmuş diyemem. Ayrıca bu denli yoğun şekilde Pink Floyd havasına girmişken gönül bir David Gilmour solosu da istemiyor değil. Eminim siz de böyle hissedeceksiniz. Roger Waters’ın ‘mücadele çağrısı’, hafif psikedelik dokunuşlu protest progressive rock ekseninde devam ediyor. Bu saatten sonra ‘yeni bir sound’ dener mi orası meçhul ancak bu yaptığını da Pink Floyd ekmeğini yemek için yapmıyor kesinlikle. Bana sorarsanız açık şekilde fırıncı olarak kendini görüyor zaten.

Yazının devamı...

Shakira, Kolombiyalı köklerine geri döndü

3 Haziran 2017

90’ların sonunda patlama yapan Latin pop kategorisinde Shakira’yı dünya çapında üne kavuşturan albümü ‘Laundry Service’in başarısı üzerinden 15 yıl geçti. O arada boş durmadı Shakira. İngiltere, Amerika ve Avustralya listelerinde 1 numara olan tek Güney Amerikalı kendisidir. Evinde; Grammy, Billboard ödülleri vardır. Toplam satışları dijital hariç 150 milyon kopyayı aşmıştır. Ancak ‘The Voice’taki (O Ses) vokal koçluğu, Dünya Kupası için yaptığı ‘Waka Waka’nın neredeyse uluslararası bir marş haline gelmesi, İspanyol futbolcu Gerard Piqué ile tanışıp çocuk sahibi olması derken önemli kafa karışıklıkları yaşamaya başladı. 2014 yılında çıkardığı ve kendi adını taşıyan albümü liste başarısına odaklı formülüne rağmen pek başarılı olmamıştı.

İnsan, anne ve şarkı yazarı Shakira’lar çatışma halindeydi içinde. ‘Belki de emekli olmalıyım’ diye düşündü ama Piqué’nin tokat gibi cevabı gecikmedi: ‘İnsan ancak söyleyecek bir sözü kalmadığında emekli olabilir. Senin söyleyeceklerin bitmedi!” Bunun üzerine Shakira yapılması gerekeni yaptı ve Kolombiyalı köklerine döndü. 

13 parçadan sadece üçü İngilizce (ki onun da biri yarı İspanyolca). Albümü, milenyumun ilk yıllarına göndermeli baladlar, yani Shakira’ya özgü yetişkin Latin pop diyerek özetlemek mümkün.

İçinde Rihanna, Beyoncé, Wyclef Jean gibi dev isimler geçmiyor ama Nicky Jam, Black M, Carlos Vives, Prince Royce ve Maluma eşliklerinin bu albümün ruhuna müzikal katkısı da büyük olmuş. ‘Me Enamoré’, ‘When a Woman’, ‘Comme moi’, ‘Chantaje’ ve ‘La Bicicleta’ya dikkat edin. Müzikal olarak daha Latin bir çerçeveye sıkışmış gibi gözükse de albüm farklı ruh hallerini ustalıkla kavrıyor ve bir bütünlük arz ediyor.

‘ZAMANSIZ AŞK’LAR BU YAZI KURTARIR

Yazının devamı...

‘Bir üst lige çıkmak’ isteyen iki dişli rakip

27 Mayıs 2017

SELENA GOMEZ’İN BUNA İHTİYACI VARDI

Selena Gomez’le epeydir mesai halindeyiz. Bu süre zarfında iyi şarkılara imza attı ancak bizi şaşırtmayı hiç başaramadı. Vasat değildi ama kendi başyapıtına da bir türlü kavuşamadı. Rakipleriyle kıyasladığımızda gerek trend öncüsü gerek kalıcı olma adayı olarak çok iddialı değildi. Bir şeyler yapması gerekiyordu.

Bu yıl yaptığı bir diğer iş (Kygo ile birlikte) olan ‘It Ain’t Me’ zaten kendi kulvarında çoktan kopup gitmiş bir radyo hiti. ‘Bad Liar’; ‘It Ain’t Me’nin akustik hissine sahip değil belki ama -prodüksiyon tarafından tamamen kontrol altında üretilmiş de olsa- şarkı olarak dikkat çekici. Gerek 70’lerin önemli şarkısı ‘Psycho Killer’ın (Talking Heads) basgitar yürüyüşü üzerine kurulu olması gerekse Selena Gomez’in bir ‘TOP 40’ markası haline gelmesi açısından alınan risk itibariyle önemli. Buna değmiş mi? Bence evet. Çünkü böyle tuhaf düzenleme çabalarından samimi ve nokta atışı sonuçlar doğabiliyor. Buna ihtiyacı vardı Gomez’in.

BU ŞARKI MİLEY CYRUS’IN GİTMESİ GEREKEN YOLU AYDINLATIYOR

Pop starlık dediğimiz mevki uzun bir yolculuğa alınan bilet olduğundan kendini tekrar etme şansın yok. Ergen idolü, atarlı kız, skandallar prensesi, hiperseksüel dışavurumcu, twerk teşnesi haller de bir yere kadar. Geri dönüp tekrar Hannah Montana olamayacağına göre Miley Cyrus’ın bir şeyler yapması gerektiği ortada.

Yazının devamı...

Gerçek duyguların ürünü taş gibi bir hit

20 Mayıs 2017

Göksel’in geçen günlerde yayımladığı (yıl sonunda çıkacak yeni albümünün habercisi olan) teklisi ‘Tam da Şu An’ı dinlerken bir yandan sosyal medya yorumlarını okuyordum. Yeri gelmişken bu ‘dijital müziksever’ tipini özetlemek isterim. Bazıları var ki dinlemeden ‘beğen’ butonuna basıyor. Tabii tam tersi de mevcut; “Ne kadar beğenmezsem o denli ‘cool’ olurum” diye düşünen çok. Göksel’in şarkısı üzerinden gidecek olursak; şarkıdan ya da videodan çok “Göksel’in eteğinin arkasındaki potluk fermuardan mı değil mi”; “Bu videoda Göksel, Zara’ya benziyor mu benzemiyor mu”, “2018’de Eurovision’a bu şarkıyla katılsak mı” gibi ‘derin’ konuların yanı sıra genel bir müzik cehaleti söz konusu... Örneğin bu şarkının eski albümden mi yoksa yeni bir şarkı mı olduğunu araştırma ihtiyacı duymadıkları gibi, Göksel’in vokaline uygulanan ‘lambalı radyo/eski plak’ efektini de ‘Ses bozuk’ şeklinde özetleyebiliyorlar. Destekleyebileceğim müzik dışı yorumlar arasında bir tek ‘Göksel şahane kilo vermiş ve harika görünüyor’ mevcut. Tebrik ederiz.

İYİ ŞARKI BİRİKTİRİYOR

Yeni şarkıdan biz söz edelim o halde... Şarkıyı dinledikçe, ruhu hüzünlü, hissiyatı eğlenceli parçadaki ‘Ozan Çolakoğlu etkisi’ni de anlayacaksınız. Bir şarkı yazarı ve düzenlemeler noktasında ne istediğini bilen biri olarak Göksel’in; bu işin matematiğini tarzından ödün vermeden çözebiliyor olması en olumlu yönü. Göksel’e özel bir ‘hit şarkı’ tarifi var ki en zoru da bunu başarmak galiba.

Lafa ‘Bizim zamanımızda...’ diye başlamak yaşlılık belirtisi de olsa mecbur kalıyor insan. Çünkü YouTube ve genel olarak dijital müzik dünyası, tüketici davranışı üzerinde keskin bir etki yarattı.

Bir sunum şekli olarak albümle, o albümün emekçileriyle, diskografiyle; yani müziğin kendisiyle değil yoğurdun kaymağıyla, bedava konserle ve eğlenceyle ilgilenen, oturduğu yerden ‘sallayan’ bir neslimiz var artık. Müziği de kâğıt mendil tüketir gibi tüketiyorlar.

Göksel’se1997’de ‘Sabır’la başladığı solo kariyerindeki yenilikçi tavrını gerçek duygu ve iyi şarkı biriktirerek başarıyla sürdürüyor.

Yazının devamı...

Arabeskin hakkını veren albüm

13 Mayıs 2017

Levent Yüksel’in arabesk klasiklerini yorumladığı albümünün adını görünce ağzımdan şu cümle çıkıverdi; ‘Hangimizin hayatına dokunmadı ki arabesk...’ Bu ülkede doğup büyüyen birinin arabeske ‘tu kaka’ demesi ne kadar samimi olabilir? Hadi arabeski Arap müziği ya da belirli bir sosyal sınıfın acılarından bahseden bir tür zanneden elitist cehaleti geçtim; Türk popüler müziğinin kalbindeki arabesk kodları da mı okuyamıyorsunuz? İnsanın kendi gerçeğiyle mücadele etmesi ne beyhude çaba...

Yine de itirazınız var diyelim; Müslüm Baba’nın ‘Aşk Tesadüfleri Sever’ albümünde okuduğu Bob Dylan, David Bowie, Rainbow, Leonard Cohen, Björk, Serge Gainsbourg, Garbage şarkılarını Müslüm Gürses şarkısı gibi sevdiğinizde ya da Kenan Doğulu, Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Fikret Kızılok, Teoman, Tarkan şarkılarına Müslüm Gürses yorumuyla bir başka hislendiğinizde de mi uyanmadınız mevzuya?

Bu noktadan hareketle Levent Yüksel arabesk söylemiş diye şaşırmanın hiç âlemi yok. Batı müziği armonisini çok iyi bilen bir müzisyen; usta bir basgitarist ve stüdyo adamı olmasına rağmen bu şarkıların hayatına dokunduğunu itiraf da etmiş, ne güzel... Zaten bir zamanlar ‘Zalim’i dinleyip de Levent Yüksel’in bir vokal olarak arabeskle kurduğu güzel bağı idrak etmediyseniz diyecek bir şeyim yok size...

BURHAN BAYAR’DAN GEÇER NOT

Bu işi becermiş mi Levent Yüksel? Belli ki çok uğraşmış ama ‘Kaderimin Oyunu’, ‘Yalan’, ‘Hor Görme’, ‘Yalnızım Dostlarım’, ‘Mutlu Ol Yeter’, ‘Bir Kulunu Çok Sevdim’, ‘Beni Böyle Sev’, ‘Sus’, ‘Yorgun Gözler’, ‘İtirazım Var’ gibi Burhan Bayar, Orhan Gencebay ve Rıfat Şallıel’e ait; Orhan ve Müslüm Baba’nın, İbrahim Tatlıses’in okuduğu klasiklere kendi üslubuyla hayat vermeyi başarmış. Hem şarkıların orijinal düzenlemeleriyle oynamayışı hem de orkestrayı tam ‘hücum tadında’ kaydetmesi itibariyle çok doğru yapmış. Albüm için bir vokal koçu gibi çalışan ve kolay beğenmediğini bildiğim Burhan Bayar’dan da geçer not almış, bize laf düşmez zaten.

Baktığınızda ‘arabesk’ film senaryosu gibi bir hayatı olmuş Levent Yüksel’in. Anneannesi ve üvey büyükbabası tarafından büyütülüp onları ana, baba bellemiş.

Yazının devamı...