(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Mevlüt Tezel" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Mevlüt Tezel" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.

Mevlüt Tezel

Bülent Ersoy’u korku filminde oynatın
4 Aralık 2009

Bizim boşanma sebebimiz; Arzu Hanım’ın fala ve Bülent Ersoy’a olan yakınlığıdır. Ersoy bize gelip, günlerce kalıyordu. Bu yakınlık, evlilik hayatımızı ve çocuklarımın gelişimini olumsuz etkilediği için boşandık.”
Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu yaptı bu açıklamayı Günaydın’a...
Saraçoğlu’nun haklı olabileceğini düşünüyorum.
Çünkü 36 yaşında bir yetişkin olarak ben bile Bülent Ersoy’dan korkuyorum! İnşallah Bülent Hanım alınmaz ve yazdıklarımı bir eleştiri olarak kabul eder. Ersoy yüzüne öyle abartılı makyaj yaptırıyor ki, “Nip/Tuck” dizisindeki Carver karakterini andırıyor. Sanki yüzüne bir maske takmış gibi...
O abartılı makyaja, devasa takılar, grotesk kıyafetler ve derinden gelen oktavlı ses de eklenince durum daha da vahim bir hal alıyor.
Vallahi anlatırken bile titriyorum. 
Bence Ersoy mutlaka bir korku filminde oynatılmalı. Kesin gişe rekoru kırar...

Seyirci sayısı meselesi

Farkındasınızdır...
Son birkaç yıldır iddialı Türk yapımlarının vizyonda olduğu dönemde hafta sonu gişelerini sürekli haber yapıyoruz. Müdürümüzün her pazartesi “Gişeleri sordunuz mu? Listeler geldi mi?” soruları dağıtımcıları bile etkisi altına alıyor. Ne yapıp edip, hasılatları pazartesi gününe bize yetiştiriyorlar ve bu gişe haberleri büyük ilgi görüyor. Çünkü ilk üç gün hasılatı okuyucular için beğeni kriteri oluşturuyor.
Biliyorsunuz iki hafta önce sinema sektörümüzde bir ilk yaşandı ve “7 Kocalı Hürmüz” filminin gişesi açıklanmadı.
Bayramdan sonra açıklanması bekleniyordu ama yapımcı Sami Dündar’dan tartışma yaratacak şu açıklama geldi: “Beyanlara dayalı, doğruluğu denetlenmeyen gişe bilgilerinin içinde anılmak istemiyoruz. Kuralları olmayan bir yarışa dâhil olmak istemiyoruz.” Aynı açıklamada hiçbir filmin gişe rakamlarının denetlenmediği ve denetlenebilir bağımsız Box Office kurumlarına ihtiyaç duyulduğundan da bahsediliyor.
Dündar’ın açıklaması ilk bakışta kulağa mantıklı geliyor ama benim Dündar’a sadece üç sorum olacak.
1- Eğer gişe hasılatınız atıyorum 200 bin kişi olsaydı yine açıklama yapmayacak mıydınız?
2- Dağıtım şirketlerinin güvenirliğini tartışmaya açıyorsunuz. Onca büyük şirket dururken neden yılda sadece iki-üç film çıkan Cinegroup’a filminizi dağıttırdınız?
3- Dünyada gişe hasılatlarının bağımsız kurumlar tarafından denetlendiğine dair elinizde bir örnek var mı?

Hasılatı bağımsız denetlemek ütopya

Son soruya detaylı yanıt verelim ki, gişe hasılatlarına dair sinema sektöründe dönen dedikodulara da son noktayı koyalım.
Gişe hasılatlarının bağımsız kurumlar tarafından denetlenmesi sorunları ortadan kaldırır ama dünyanın hiçbir ülkesinde yapımcı ve dağıtımcı şirketlerden bağımsız gişe hasılatlarını denetleyen bir kurum yok.
ABD’de ve birçok Avrupa ülkesinde gişe hasılatlarını Rentrak ve ACNielsen şirketleri denetliyor ama onlar da elde ettikleri bilgiyi açıklama özgürlüğüne sahip değiller. Bu şirketler gişe hasılatlarını, sadece bu zahmetli işle uğraşmamak için kendilerine para veren dağıtım şirketleri ve yapımcılara açıklıyorlar. Onlar da medyaya...
Yani isterlerse sinema şirketleri ve yapımcılar da açıklama yapmama özgürlüğüne sahipler ama ortada yıllardır süre gelen bir gizli anlaşma var...
Her şirket gişe hasılatını açıklıyor. Yanlış ve eksik beyanda bulunulursa tıpkı bizde olduğu gibi maliye tepelerine biniyor.
Ayrıca Türkiye’nin dünya sinema pazarındaki gelir yüzdesinin kaç olduğunu biliyor musunuz? 0.5... Bir bile değil! Kimse bu küçük yüzde için Dündar’ın ütopyasını hayata geçirme zahmetine girmez.
Ortada tek bir sorun var o da Türkiye’de hafta sonu gişe hasılatının bazıları tarafından yüzde 10 oranında fazla açıklanması. Daha fazla açıklayamazlar. Çünkü o fazla açıklanan gişe rakamları daha sonraki haftalarda bilet sayısı düşük gösterilip orantı sağlanıyor. Eğer orantı sağlanmazsa maliye devreye giriyor. İşte asıl çözülmesi gereken sorun bu...
İlk üç günde gişe hasılatlarının geç açıklanması ve oranın az da olsa yüksek tutulması.
Ne yazık ki, bu sorunu ortadan kaldırmanın formülü de dünyada yok.

Yazının devamı...
İki katı para vereyim prezervatif takmayayım
3 Aralık 2009
Bu artışta eski doğu bloğu ülkelerle olan ilişkilerimizin artması önemli rol oynadığını düşünüyorum. Yok yok... Bence asıl suçlu Türk erkeğinin “Biz Türküz bize bir şey olmaz” yaklaşımı.
LGBTT ve HIV Pozitif aktivisti Seyhan Arman, seks işçisi kadınlarla yaptığı görüşmelerde ‘atın ölümü arpadan olsun’ diyenlerle ilgili çok ilginç örnekler açıkladı.
Bizim yiğit Türk erkekleri arasında prezervatif kullanmamak için “Evliyim, bu benim için sadece fantezi, iki ayda bir yapıyorum ne olacak”, “Sana ücretin iki katını vereyim ama prezervatif kullanmayalım” diyenler varmış.
Bence eşine bilmeden de olsa AIDS bulaştırana da ceza verilmeli. Korunmasız cinsel ilişkiye girdiği için...

Titreten prezervatif çıktı

AIDS, korunma dedik... Sözü prezervatif kullanımına getirelim. Evet, prezervatif kullanımında da sınıfta kaldık. Marketing Türkiye dergisi, ülkemizde yılda yaklaşık 75 milyon adet prezervatif tüketildiğini ama bu rakamın en az 130 milyon civarında olması gerektiğini açıklandı.
Türkiye’de eczaneden prezervatif almak bile hâlâ tabu.
Ama bu tabuyu ortadan kaldırmak için bir şeyler yapılmalı. Az da olsa yapanlar var aslında. Mesela Fiesta adlı prezervatif markası, halkı bilinçlendirmek için MTV Türkiye ile birlikte “Güvenlik eğlenceli olabilir” sloganlı bir kampanya başlattı.
Bu kampanya çerçevesinde Fiesta, Türk damak tadına uygun (!) eğlenceli ürünler piyasaya sürüyor. Örneğin Fiesta Turkish Delight prezervatifleri. Bayağı bildiğiniz lokum renginde ve lokum kokulu. Ama asıl eğlence konseptine uyan ürünleri ise titreşimli Fiesta Vibe... Minik pille çalışan, uyarıcı tırtıklarla kaplı bir halkayı prezervatife monte etmişler. Açma kapama düğmesi varmış. Basıyorsun titriyor. O halkayı takan da Azer Bülbül gibi titriyor mu acaba?

Kampanya esprisi

Atlasjet bilet fiyatlarının 69 TL’ye indiğini duyuran bu reklam afişi, akıllara ilk cinsel ilişkideki malum pozisyonu (69) getiriyor. Fazlasıyla eğlenceli ama herhalde siz de bu slogan için “Tesadüfe bak... Dilin kemiği yok özellikle de Türkçe’de” gibi düşüncelere daldınız. Ancak Atlasjet daha önce de uçaklarındaki koltuk aralık genişliğini “Biz ikinciyiz ama bizimki 77 santim” sloganıyla duyurmuştu.
Evet, cinsel göndermeler dikkat çeker ve reklamın iyisi kötüsü olmaz.
Bakalım bir sonraki reklam sloganı ne olacak... Aslında benim aklıma ilginç fikirler geliyor ama burada sizinle paylaşmaktan korkuyorum!

Neşeli Hayat’ın gerçek gişesi...

“Neşeli Hayat”ın vizyona girdiği ilk üç günde seyirci sayısının 250 bin olacağına dair bir kehanette bulunmuştum. Seyirci sayısının 396 bin açıklanmasından sonra okurlarım “Karizman çizildi” benzeri yorumlar içeren mail’ler attı.
Hafta sonu box office listesi tüm dünyada olduğu gibi cuma, cumartesi ve pazar günlerini kapsar.
“Neşeli Hayat”ın ilk üç gün rakamı da 280 bin kişidir! BKM yalan açıklama yapmadı ‘bayram boyunca’ dedi. Yani dört günlük rakam açıkladı. Bizdeki habere de ‘dört gün’ notu düşüldü. Ama bu kurnaz girişim bazı gazeteleri yanılttı.
Yazının devamı...
Ezgi Mola’nın sözleri
27 Kasım 2009

Acayip bir şey. Sadece baktı gülümseyerek. Öyle gergin bir sahne de değil. ‘Allah’ım ben ne yapacağım?’ dedim. O kadar çaresiz hissettim ki kendimi... 15 dakika ara verdik. Çünkü fena oldum.”
Ezgi Mola’ya ait bu sözler. “Hayatımın Kadınısın” filminde Türkan Şoray ile karşılıklı oynamanın nasıl bir duygu olduğundan bahsetti “Medyatik” programında.
Sandalyede birden küçülmeler, kendini çaresiz hissedip fenalık geçirmeler falan... Türkan Şoray’ın nasıl bir çekim gücü var doğrusu çok merak ettim.
Gözlerinden ışın falan mı saçıyor, karşısında oturanın ruhunu mu emiyor? Hiç aklım almıyor. Yani karşımda Robert De Niro olsa çıkar oynarım. İşim bu benim.
Atıp tutmuyorum. Biz gazeteciler de yeri gelince dünya starlarıyla röportaj yapıyoruz. Hiç öyle donup kalanımızı görmedim ben daha.
Ne yazık ki, genç oyuncuların eski kuşak starlara dair bu tür ultra abartılı konuşma huyu var. Nedenini ise hâlâ çözebilmiş değilim...

Neşeli Hayat’ın gişesini açıklıyorum

Son birkaç gündür Yılmaz Erdoğan’ın “Neşeli Hayat” filmine övgüler düzüyoruz.
Bu övgüleri fazlasıyla hak ediyor, onda şüphe yok ama içimden bir ses bu filmin gişede büyük hasılat elde edemeyeceğini söylüyor.
Sinema işi hakikaten büyük kumar. Siz ne kadar iyi film çekseniz de dış faktörler gişeyi hiç beklemeyeceğiniz yerlerden vuruyor.
Bu film ilk üç günde 250 bini zor yakalar, toplamda da 1,5 milyonu geçmez. Çünkü...
? Kurban Bayramı’nda insanlar koç, dana peşinde koşar. Eş dost ziyaretleri daha sık olur. Sinemaya vakit zor ayrılır.
? Yılmaz Erdoğan için asıl tehlike geriden gelenler... “2012”, “Kurtlar Vadisi: Gladio” ve vizyonda son haftalarını oynamasına rağmen “Nefes” hâlâ ciddi rakipler. Bu filmleri izlemeyi bayrama bırakanlar çok.
? Uzun vadede bir sonraki haftaya “Abimm”, daha sonraki haftalarda ise “Testere 6”, “No Ofsayt”, “Vavien” ve herkesin nefesini tutarak beklediği “Avatar” gösterime girecek.
? En büyük handikap ise “Neşeli Hayat”ın sanatsal yönünün daha ağır basması ve popüler kaygılarla çekilmemiş olması. Bizim izleyici nankördür. Fragmanda çok fazla komik sahne görmezse hemen fikrini değiştirir. Bir de bu filmin “Vizontele” serisi ve “Organize İşler” gibi dev oyuncu kadrosu yok.
? Ve gelelim en büyük dezavantaja... “Vizontele” ve “Organize İşler” filmlerinde Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz’ın popülaritesinden fazlasıyla yararlanmıştı. Şimdi Cem Yılmaz da yok. Bence bu da Erdoğan için ayrı bir sınav olacak. Hatta gelecekte ortaya atılacak polemik konusunu da şimdiden söyleyeyim: “Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz’sız gişe yapamıyor mu?
İnşallah ben yanılırım. Çünkü “Neşeli Hayat”, izleyiciyle buluşmayı Erdoğan’ın önceki filmlerinden daha çok hak ediyor.

Lezbiyen öpüşmeye sansür yok, gay’lere var

Amerika Müzik Ödülleri gecesinde Adam Lambert’in önce erkek keyboard’cuyla öpüşmesi ardından da dansçısının kafasını tutarak temsili oral sekse imza atması ABD’yi karıştırdı. Dünya basını olayı ‘seks rezaleti’ olarak duyurdu. Lambert’in derdinin skandal çıkarmak olduğu ve fazlasıyla reklam kokan hareketlere imza attığı kesin ama harbi çocuk çıktı. Herkes özür dilemesini beklerken o “Madonna ile Britney Spears öpüşürken sorun olmuyor da biz öpüşünce mi oluyor” dedi.
Asıl bomba ise ünlü CBS kanalının “The Early Show” programında Madonna ile Britney’in öpüşmesini sansürsüz, Lambert’ın öpüşmesini ise buzlayarak vermesiydi.
Tabi bu da gay’ler ve bu mevzulara muhafazakâr yaklaşmayan kesimler tarafında çifte standart olarak yorumlandı.
Bizde eşcinselliği hâlâ hastalık olarak görenler var ama elin oğlu yapılan çifte standardı tartışıyor.

Yazının devamı...
Yeni akım: Erotik futbol anlatımı
26 Kasım 2009
Rüştü’yü her yerinden öpmek! Evet, bir futbolsever için maç sonrası bayağı ilginç bir deneyim olurdu!
şener muhtemelen televizyonculuk tarihimize geçecek bir söze imza attı. Daha da ileri gideyim. Gelecekte bu söz, Ekşisözlük’teki arkadaşların dediği gibi erotik futbol anlatımı akımının öncüsü olacaktır.
Bir topun peşinde koşan 22 adam ve onları izleyen binlerce erkek izleyici. Sürekli yakın temasın olduğu bir ortam. Yakışıklı futbolcular, terli vücutlar... Tamam, tamam daha fazla devam etmeyeceğim. Bir zamanlar Tan Sağtürk’ün de belirttiği gibi futbolda gizli bir eşcinsellik var. Bazen bu durum futbolcuların gol sonrası sevinçlerde yaptıkları el hareketleriyle de ortaya çıkıyor. Dudak dudağa öpüşmeler, birbirlerinin uzuvlarını tutmalar falan... (Bizim ligde bile buna benzer bir iki olay yaşandı...)
Evet, tekrar ediyorum: “Her yerinden öpüyorum Rüştü” sözü futbol sunuculuğunda yeni bir çağ başlatmıştır. Yeşil sahalardaki erotizm ve gizli eşcinsellik gelecekte futbol sunuculuğuna da damgasını vuracaktır!
şener’i hep eleştiriyoruz ama yiğidi öldür hakkını yeme. Onunla en sıkıcı maçlar bile daha renkli ve heyecanlı. Bazen ayrıntı bilgi verme konusunda kendini fazla kaptırıyor ama şener’in anlatımı kesinlikle diğerlerine göre farklı. Abartılı anlatımı da ertesi gün espri konumuz oluyor, fena mı?
Ben kendi adıma “Frisk’e bak Üründül, Tarzan gibi... Yakışıklı adam, Johnny Weismüller’e benzetiyorum hep bunu” diyen Orhan Ayhan yeniden maç anlatmasını çok istiyorum.
Velhasıl şener gibi farklılığın resmini çizen sunuculara sahip çıkalım derim.

Babanız annenize tecavüz eden bir katil olsa...

Sizi evlatlık verseler. Gerçek anne ve babanızı hiç tanımasanız. 41 yaşınıza geldiğinizde annenizin izini bulsanız. Ve anneniz size Charles Manson tarafından tecavüze uğradıktan sonra sizi doğurduğunu söylese. Daha sonra Manson’ın beş kişiyi öldüren bir seri katil olduğunu öğrenseniz... Ne yapardınız?
Bakın bu acı gerçeği öğrenen ABD’li Matthew Roberts adlı vatandaş ne demiş: “Bu sanki babanızın Hitler olduğunu öğrenmek gibi bir şey.”
Roberts sonunda babasıyla da temasa geçmiş. Bu durumdan çıkardığı ana fikir ise şu: “En zor şey anneme tecavüz eden bir canavara sevgi beslemek. Onu sevmek istemiyorum ama ondan nefret etmek de istemiyorum.”
Şimdi tüm bu yazdıklarımdan sonra size Çağan Irmak’ın “Karanlıktakiler filmini hatırladınız mı?” desem...
Vallahi Roberts’ın ajanslara düşen haber metni bile “Karanlıktakiler”den daha heyecanlı ve etkileyici.

Aile kurumu olmasa

SıYAD Başkanı Murat Özer’in de dediği gibi Yılmaz Erdoğan “Neşeli Hayat” filminde Frank Capra’nın “şahane Hayat”ına şapka çıkarıyor, Hollywood’un ‘pembe gerçekçi’ üslubunu yerli tatlarla çok iyi buluşturuyor.
Aslında insanlara pozitif enerji ve umut aşılayan “Neşeli Hayat”ı sadece ‘pembe gerçekçi’ bir yapıt olarak tanımlamak da yeterli değil. Daha fazlası var. “Neşeli Hayat”, varoşlara dair sınıfsal eleştirisiyle de Kemal Sunal’ın “Düttürü Dünyası”nı andırıyor.
Erdoğan, dolandırıcıların ağına düşünce oyuncakçıda Noel Baba kılığında çalışmak zorunda kalan, tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de işsiz kayınçosunu evlendirmek için daha büyük bir yükün altına giren Rıza’nın öyküsünde bize çok daha önemli bir özelliğimizi; Türkiye’yi ayakta tutan şeyi; aileyi, yardımlaşmayı hatırlatıyor.
Etrafınıza bakın.
Ekonomik kriz yüzünden insanlar işsiz ama hepsi de bir şekilde geçiniyor, hayata tutunuyor. Bunu sağlayan son dönemde büyük darbeler almasına rağmen aile kurumudur. ınşallah bizi hayata yapıştıran bu çimento bozulmaz.
Yazının devamı...
Siz uyurken...
20 Kasım 2009

Erkeklerden birisi, bir anda kendini havaya kaldırıp öpüştüğü erkeğin kucağına atladı. Bu hareketi yaparken de dudakları bir an olsun ayrılmadı...
? 03.45’te kaldırımda sigara içerken yanımdan geçen bir erkek, yanındaki kıza “Bak şu karşıdaki 13’lük çıtırları görüyor musun? şimdi ikisi ile jakuzi de olmak vardı” diyerek iç geçiriyordu.
? Etiler şamdan’ın tuvaletinde 01.30’da mini etekli esmer kadın çantasından çıkardığı kremi bacaklarına sürüyordu. Bir arkadaşı “Neden bunu şimdi sürüyorsun” diye sordu, o da “Daha seksi gözükmeleri için” dedi.
? Nişantaşı Aşşk Cafe’de 00.00’da iki kız şarap içiyordu... Bir adam yanlarına gidip, “Çok içtiniz ve yalnızsınız. ızin verin sizi evinize bırakayım” dedi. Esmer uzun saçlı kız, “Yok, Allah korusun” diyerek tersledi.
? Otto’da 03.00’te genç bir adam elinde birayla kapının önüne oturmuş, bacak bacak üstüne atmıştı... Uyuyordu. Kimse onunla ilgilenmedi.
? Otto’da 01.30’da yabancı bir çift hesaplarını ödeyip çıktı. Sürekli öpüşüyorlardı. Adam kadının elini bıraktı ve poposunu tuttu. Biz arkalarından bakıyoruz, elini poponun üzerinde ne kadar tutacak diye... Köşeyi dönene kadar eli kadının poposundaydı.
? Tünel Lokal’de 02.00’de bir grup eğleniyordu. Bir anda sesler yükselmeye başladı ve kız çığlık attı. Kız, karşısında duran çocuğa bir tekme sallayıp elini ısırdı ve hızla koşmaya başladı.
? Tekyön 04.30’da tuvalette iki gay öpüşüyordu. Ben de maalesef tuvaletteyim. Etrafım da erkek doluydu ama zararsızdılar. Ben tuvalette (mecburiyetten) 15 dakika geçirdim ve inanın o dudaklar bir an olsun ayrılmadı...
Bu notlar, Habertürk yazarı Esin Övet’in köşesindeki “Siz uyurken” başlıklı bölümünden alıntı... Övet gerçekten gecenin bir vakti bu kadar çok mekan ve tuvalet geziyor mu? Bunların hepsi kendi maceraları mı? Yüksek volümlü mekânlarda konuşmaları nasıl bu kadar net takip edebiliyor? Dudak mı okuyor, doğrusu çok merak ediyorum...
En çok merak ettiğim de Övet neden bunları yazıyor? ‘ızlenimci’ ya da ‘toplumsal’ magazin diye yeni bir akım mı yaratmak istiyor? Yoksa bar önünde sızan adama yardım edilmemesinden bahsederken toplum olarak ne kadar vurdumduymaz olduğumuz mesajını mı vermeye çalışıyor?

Bayramda grip salgını zirveye ulaşır

Domuz gribi salgınının bir korku filmi tadında vizyonda olduğu şu günlerde, grip olan arkadaşlar ya yüzüne maske taksın ya da işe gelmesin.
Evet, maske takarsanız size uzaylı gibi bakacaklar, hatta korkacaklar ama hapşırdığınız zaman ağzınızdan 140 km hızla çıkan yaklaşık 500 ila 2000 arası tükürük damlacığından insanlığı kurtarmış olacaksınız...
Bu arada haftaya bayram. Bakalım bayramdaki öpüşme fasılları domuz gribi salgınına nasıl bir ivme kazandıracak. Aman siz siz olun bayram da olsa öpüşmeyin!

Teoman’ı nasıl bilirdiniz...

Kameralar önünde kendini hiç kasmayan, halkla kaynaşmaktan korkmayanharbi rock’çı... Bu tanım tam Teoman’a göre değil mi?
Onun bu ‘içimizden biri’ durumlarına en güzel örneği geçenlerde Ekşisözlük’te okudum. Yule nick’li bir Ekşisözlük yazarı, Teoman’la Foça Rock Festivali’nde yaşadığı ayaküstü sohbeti yazmış.
Ben yazdıklarını samimi buldum. Bakalım sizin kararınız ne olacak...
Söz şimdi Yule’de: “Teoman, konserden sonra Foça Meydanı’nda sarhoş halde dolaştığını görüp sabaha karşı 04:00 sularında tanışma şansını bulduğum, sarhoş hali oldukça kafa olan bir müzisyen... Çevresi birkaç ergenle çevrilmişti. Yanına gittikten sonra sarhoş olmasının verdiği rahatlıkla muhabbete girdik:
Yule: Teo naber abi?
Teoman: Ooo gençler hoş geldiniz de ben gidicem ya.
Yule: Niye abi yeni geldik, gel bi fotoğraf çektirelim.
Teoman: ıyi hadi çektirelim.
(O sırada yandan bir kız geçer.)
Teoman: Hişşşt, bak bak saat sekiz yönünde geçiyor lan hatun!!!
Yule: Eeee bırak abi şimdi, gel sana bira ısmarlayalım.
Teoman: Oğlum bırakın beni ya, hepiniz erkeksiniz. Kızlara gidicem ben!
Yule: Ayıp ediyorsun ama Teo abi.
Teoman: şaka lan şaka!
Ergen gençler: Abi gel votka ikram edelim, bitirme ama.
Teoman’ın koruması: Teoman Bey uçağı kaçıracağız, gitmemiz lazım.
Teoman: Dur lan midye yiyelim.
Ergen gençler: Ismarlayalım abi!
Teoman: (midyeciye döner) Kolera, tifo ne var baba bunlarda? 
Her şeyi ile doğal, bildiğiniz
Teoman işte!

Yazının devamı...
Gladio kaça çekildi?
19 Kasım 2009

Tamam, Turgut Özal’ın Kürt açılımı çabası, Musul ile Kerkük’ü alıp Kürtler’e federasyon hakkı vermek istediği için zehirlendiği iddiası, Abdullah Öcalan’ın suikast girişimini kimin engellediği, Ergenekon soruşturmasının Gladio ile bağlantısı, Yeni Osmanlıcılık anlayışı, AKP’ye karşı darbe tertibi ve diğerleri...

Hepsi de bugün her kahve köşesinde üzerine türlü türlü komplo teorileri üretilen, Türk halkının her zaman ilgisini çekmiş vatan-millet meselesi konular ama bu kadar da baştan savma, basit anlatılmaz ki...

En kötüsü de, bu konulara dair kamuoyunun bilmediği bir şey söylenmemesi...

Yeni bir şey söylenmiyor, “Kurtlar Vadisi: Pusu”da verilen mesajlardan bir kolaj sunuluyor.

Asıl şaşırtıcı olan ise bir sinema filmi olmasına rağmen “Gladio”daki aksiyon sahnelerinin normal dizideki bir bölümden bile daha sönük olması.
ıskender Büyük elini kolunu sallaya sallaya her yere girip çıkıyor, eski paşaları evinde, tuvalette basıyor, hatta bu da yetmiyor rahmetli Turgut Özal’a bakanlar ve kuvvet komutanlarının yanında fırça çekiyor! PKK karargahını tek başına ortadan kaldırıyor falan...

Tamam, ıskender büyük de bu kadar büyük olmasına hiç gerek yoktu! Bir de ıskender’in çaylak avukatı vardı ki, o konuya hiç girmeyeceğim. Bu kadar m kötü oynanır bir rol!

Biliyorum, bunların hepsi ağır eleştiriler... Peki filmin hiç mi beğendiğim yönü yok? Var. Sadece Musa Uzunlar, sönük senaryoya ve basit diyaloglara rağmen her zamanki gibi muhteşem oynuyor.

Benim asıl merak ettiğim Kurtlar Vadisi ekibinin bu filmi kaça çektiği... 250? 500 bin dolar?

İddia ediyorum, kopya, PR harcamaları çıkarılsa bu filmin maliyeti, Kurtlar Vadisi dizisinin normal bir bölümüne eşdeğer.

Bence Kurtlar Vadisi ekibi bu filme asılmadı. Yoksa böylesine sönük bir senaryo, ucuz aksiyon sahneleri ortaya çıkmazdı. Tıpkı “Muro”da olduğu gibi ekip yine cepten yedi!

Kadınlar erkeklerden ne ister

20-30 yaş arası
1- Yakışıklı olmasını, giyinmesini bilmesini...
2- Arabanın kapısını açmasını, romantik sürprizlere imza atmasını...
3- Sevişirken ‘hep bana hep bana’ dememesini...
4- Yeterince parasının olmasını...
5- Doğum günü ve evlilik yıldönümlerini hatırlamasını...

40-50 yaş
1- Göbeğini artık eritemeyeceğinin farkına varmasını...
2- ışerken tuvaletin kapağını kaldırmasını...
3- Çocukların ev ödevine yardım etmesini...
4- Ayda bir kere de olsa sevişmesini...
5- Aynı espriyi defalarca yapmamasını...

60 yaş ve üstü
1- Küçük çocukları korkutmamasını...
2- Banyonun yerini unutmamasını...
3- Takma dişlerini nereye bıraktığını hatırlamasını...
4- Günleri şaşırmamasını...
5- Niye güldüğünü hatırlamasını...

Not: Bu yazı biraz benden, biraz da funzug adlı blog’daki “What Woomen Want in a Man” adlı yazıdan harmanlanmıştır.

TRT’ye Eurovision önerisi

Madem Hande Yener, Hayko Cepkin, Bedük, Emre Aydın, Manga, şebnem Ferah, Hadise ve diğerleri Eurovison’a katılmakta bu kadar hevesli, o zaman eskisi gibi Türkiye çapında bir eleme düzenlensin.

Şarkısına güvenen yarışmaya katılsın, halktan gelen oylarla hak eden kazansın.

Böylece medyanın TRT’nin tek adaylı sistemine dair getirdiği eleştiri de ortadan kalkar. Ayrıca bu tür halk oylamasına dayalı bir elemeden en kârlı da TRT çıkar.
Aday şarkıların kliplerinin bir ay TRT’de döndüğünü, Türkiye elemesi için görkemli bir törenin düzenlendiğini, her bölgenin tıpkı Eurovison’da olduğu gibi aday şarkıcılara puan verdiğini düşünün. TRT’nin reytingi tavan yapar, gelen SMS’lerden de güzel de para kalır!

Son bir not: Bu önerinin gerçekleşmesi için bu yıl yeterli vakit yok ama TRT Eurovison adayı sanatçının reklam gelirine ortak olmalı. Hadise örneğinde olduğu gibi, artık büyük markalar Eurovison’a katılan sanatçıların peşine yapışıyor. 

Yazının devamı...
Rahşan lütfen sinema yazma
13 Kasım 2009

Tamam, sizin sevdiğiniz bir film, başkası için eziyete dönüşebilir ama beğeni kriterlerinde bu kadar büyük uçurum olmaması gerekiyor.
Rahşan’ın yerin dibine soktuğu yapıt, şu anda imdb’nin Tüm Zamanların En ıyi 250 Filmi listesinde 86. sırada.
Eğer internet oylaması sizin için güvenilir bir kriter değilse o zaman sinema eleştirmenlerinin duayeni Roger Ebert’ın bu filme 4 üzerinden 3, efsane RollingStone dergisinin 4 üzerinden 3.5, dünyaca ünlü TOTAL FILM dergisinin 5 üzerinden 4 yıldız verdiklerini söylesem!
Rahşan’a mı yoksa bu saydığım kaynaklara mı inanırsınız? Peter Jackson ismini duyanların kafasında “Yüzüklerin Efendisi” serisinin canlandığını biliyorum... Evet, “District 9”, “Yüzüklerin Efendisi” tarzında bir film değil. Yarı belgesel tarzda çekilmiş, izlemesi emek istiyor ama kesinlikle bir başyapıt.

Tyson, Teoman ve paparazziler...

Dün size bir gazeteci olarak yamuk yapmamanız gerekenler listesinin birinci sırasında Mike Tyson’ın yer alması gerektiğinden bahsetmiştim. ışte kanıtı... Tyson, Tony Echevarria adlı paparazziyi enkaza çevirmiş. Daha önceki suçlarından dolayı göz hapsinde tutulan efsane boksörün, beş yıl hapis yatabileceğinden bahsediliyor.

Görüyorsunuz ABD’de yasalar nasıl işliyor. Bizim Teoman’ın magazin muhabirine attığı yumruğu hatırlayın. Tamam, Tyson’ın yanında sinek vızıltısı gibi kalır ama muhabir yere düşmüştü. Kafası yere çarpsaydı daha vahim sorunlar yaşanabilirdi.

Peki, sonra ne oldu?

Teoman kahraman ilan edildi, haftalarca röportaj verdi.

Hiç prezervatifiniz delindi mi

Efendim, Çinliler sonunda prezervatifin de sahtesini ürettiler. The Times of Londan’ın haberine göre Çin’in Hunan bölgesinde dört kişi sahte prezervatif üretirken yakalanmış.

Bu dört arkadaş geçtiğimiz mart ayından beri gece gündüz çalışıp piyasaya tam 2 milyon prezervatif sürmüş. Kayganlaştırıcı madde olarak sebze yağlarını kullandıklarını söylersem prezervatiflerin hangi steril(!) ortamlarda üretildiğini siz tahmin edin artık.

Haberde prezervatiflerin iç piyasaya sürüldüğünden bahsediliyor ama bence kesin yurtdışına da çıkmıştır! Bu arada bu vicdansızların prezervatif kutularının hepsine sizin gönül rahatlığıyla aldığınız dünyaca ünlü markaların etiketlerini koyduklarını da not düşeyim.

Bu aralar “Made in China” yazan prezervatiflerden uzak durun diyeceğim ama tüm dünyada kullanılan prezervatiflerin dörtte biri Çin’den ithal.

İyi giyinmek için...

Haberi, ‘bizibozmaz’ adlı nefis ayrıntılarla yüklü blog’da gördüm...

Bu şık giyimli arkadaşlar, açlıktan nefesi kokanların diyarı Kongo’da yaşıyor. Kongo vakti zamanında Fransa’nın sömürgesiydi. ılginç bir ayrıntı ama Fransa’dan Kongo’ya ilk gidenler ülkenin imajını da düşünüp Societe des Ambianceurs et Personnes Elegantes (La SAPE) adlı bir cemiyet kurmuşlar. Bu cemiyetin amacı Kongo halkının iyi giyinmesine yardımcı olmakmış. Bu cemiyete üye olanlar, o gün bugündür, Fransa’daki moda akımlarının en yakın takipçileri olmuşlar.
Kongo’da bir çalışanın aylık ücreti ortalama 300 dolar. Ancak bu paraya çalışıp La SAPE’e üye olanlar da var. Fransa’dan getirdikleri elbiseleri birbirlerine kiralıyorlar. Ya da Fransız tasarımcılara öykünüp kendi tarzlarını oluşturuyorlar.

Gördüğünüz gibi iyi giyinmek ve modayı takip etmek için para gerekmiyor...  

Yazının devamı...
Ceyda, Nietzsche okursa...
12 Kasım 2009
Esra, Leyla Bilginel’den “Penis bankasından penis alan kadın” diye bahsediyordu. Erçetingöz “Penis almadı... penis değil o” diye haykırıyordu... Sonra her ikisini de gülme krizi tutunca programa ara verilmişti.
Epeydir tartışılan “Rol mü yapıyorlar?” sorusunun yanıtı, MTV Avrupa Müzik Ödülleri için gittiğim Berlin’de netleşti. Biliyorsunuz Esra ve Ceyda, maNga’nın “Dünyanın Sonuna doğmuşum” klibinde de rol almıştı. Tıpkı hamburger reklamında olduğu gibi varlıkları klibe de ‘çuk’ diye oturmuştu.
Her neyse Berlin’de o klibi konuşurken maNga’dan Cem Bahtiyar “Kesinlikle rol yapıyorlar. Bizim klibin çekim aralarında Ceyda’yı Nietzsche okurken gördüm” dedi.
Ben de “Ya o, size hava atmak için getirmiştim kitabı” dedim. O da “Yok... Bayağı okuyordu. Çekimlere verilen aralarda direk kitaba yumuluyordu” dedi.
Nietzsche kimdir diye bahsetmeme gerek yok herhalde... ‘üstinsan’ kavramının yaratıcısıdır kendileri, felsefe tarihinin en sağlam filozoflarından biridir ama kitapları zor okunur, emek ister.
Esra, Bilkent Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği bölümünden mezunu, söylediğine bakılırsa IQ’su 150’miymiş. Ceyda ise Bilkent Üniversitesi İşletme bölümünden terk. Şimdi Kültür Üniversitesi Halkla İlişkiler’de okuyormuş.
Demem o ki, bu kızları gösterip “İşte Özal sonrası apolitik gençlik” deyip atıp tutmanın gereği yok. Esra-Ceyda kardeşleri bence bizim şov dünyasında eksikliğini fazlasıyla hissettiğimiz Paris Hilton’un yerli versiyonunu oynuyorlar. Çok da başarılılar.

Twitter’ın yeni fenomeni

Biraz kaba bir tabir olacak ama etrafınızdaki yaşlı moruklara kulak verin. Kafa ütülediklerini düşünmeyin, hayatın anlamı onlarda...
Bakın 28 yaşındaki Justin Halpern adında bir genç, 73 yaşındaki babasının gün boyunca söylediklerini tek tek Twitter’daki ‘Shit My Dad Says’ adlı sayfasına taşıdı.
Tabii her yaşlı Justin’in babası gibi değil. Adam öğüt verirken stand-up tadında espriler patlatıyor: “Eğer annen ararsa tuvalette olduğumu söyle. Merak etme oğlum... Evlilik tuvalette sıçma konusunda yalan söylemek zorunda olmadığın bir kurumdur.” “Niye 100 yaşına kadar yaşayım ki... Şu anda 73 yaşındayım ve canım fena halde sıkılmaya başladı.”
Bugün bu sayfayı tam 700 bin kişi takip ediyor. Bu yoğun ilgi meyvelerini de vermeye başladı.
Ünlü CBS kanalı, Justin ve babasının maceralarından bir sitcom ya da TV şovu hazırlamak için harekete geçti. Justin, artık babasının verdiği öğütleri bir senaryo yazarı olarak kaleme alıyor.
Büyük sözü dinlemenin en karlı yolu bu olsa gerek.

Hülya Avşar’ın çelişkisi

Hülya Avşar “Kızımla yan yana fotoğraflarımı gazetede görmekten utanıyorum” demişti.
Aynı Avşar şimdi “Haute Couture” adlı yeni albümündeki “Sonsuza Dek” şarkısına çekilen klipte kızını oynatmış. Avşar’ın evinde çekilen klibin ‘bonus’u da sanatçının günlük hayatından kesitler...
Buyrun burdan yakın!
Bu ne yaman çelişkidir sayın Hülya Avşar...

Tyson da magazin kurbanı

“Bir gazeteci olarak hakkında yanlış haber yapmak istemeyeceğiniz son kişi kim olurdu?” diye sorsanız... Mike Tyson’ı tek geçerim.
Tyson’ın kaplanını taciz eden Las Vegas kaçkınlarını affettiği, babacan takıldığı “The Hangover” filmi sakın sizi yanıltmasın.
Tyson ringlere veda etti, artık yumrukları bir ton çekmiyor ama hâlâ yamuk yapılmaması gereken insanlar listesinde birinci sırada.
Niye mi Tyson’dan bahsediyorum?
Dün sabah okuduğum ilk haberlerden biri Tyson’ın hastanelik ettiği paparazziyle ilgiliydi de ondan. Paparazzi, Tyson’dan yediği yumruğun etkisiyle Los Angeles Havaalanı’nda Zombi gibi sendeleyerek dolaşmış, her yer kana bulanmış. Ben şimdiden bu arkadaşı basın tarihinin en cesur ve talihsiz paparazzisi ilan ediyorum.
20 bin dolar kefaletle serbest bırakılan Tyson’ın savunması ise evlere şenlik: “Kendimi ve 10 aylık kızımı paparazzi şiddetinden korumaya çalıştım.”
Yazının devamı...