(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Mevlüt Tezel" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Mevlüt Tezel" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.

Mevlüt Tezel

maNga’nın after party’si kebapçıda son buldu

7 Kasım 2009

Çakırkeyif olmamın nedeni, maNga ekibiyle tören sonrası partilememizdi.
Yok, birkaç ünlü göreceğiz, onlarla fotoğraf çektireceğiz diye MTV’nin

Berlin’in üç-dört yerinde düzenlediği partilere akmadık, biz bize

eğlendik.
Berlin’in underground müzik piyasasının kalbinin attığı salaş mekanlara

takıldık.
En salaş yer de gecenin sonunda karnımızı doyurmak için girdiğimiz

kebapçı oldu.
Vallahi nasıl anlatsam, kült film tadındaydı. Ellerinde dürüm dönerler,

bildiğiniz club şarkılarıyla dans ediyordu 10-12 kişilik bir grup.

Üstelik hepsi de Alman’dı.
maNga’yı severdim ama Ferman Akgül ve Cem Bahtiyar’ı Berlin’de yakından

tanıma fırsatı bulunca, bendeki değerleri daha da arttı.
şarkılarındaki gibi harbi arkadaşlar, ego olayı kendilerine zarar

verecek derecede sıfır.
Aslında bu da onlara yakışıyor.
Hani sistemi eleştirirsin ama bunu yaparken de ünlü olursun ve popüler

olmanın nimetlerinden fazlasıyla beslenirsin ya...
Bu arkadaşlar galiba şarkılarındaki sözlerin arkasında durmaya

çabalıyorlar.
Umarım bu yolda devam ederler.

Türkiye’de rock müzik yapıldığı bilinmiyor

Bugünden itibaren, tıpkı geçtiğimiz yıl Emre Aydın örneğinde olduğu

gibi, maNga için de “Türk milliyetçiliği yine bir internet oylamasında

kendini gösterdi. Gurbetçi oyları maNga’yı birinci yaptı” diyeceksiniz.

Hatta ‘Avrupa’nın En ıyi Sanatçısı’ kategorisi gerçeği yansıtmıyor”

da...
Haklısınız ama bu eleştirileri yapmadan önce lütfen diğer adayların

parçalarını bir dinleyin. maNga’nın onlardan daha iyi olduğunu

göreceksiniz.
ıkincisi; maNga’nın menajeri Hadi Elazzi’nin de dediği gibi, madem

gurbetçi oylarına kızıyoruz o zaman Eurovision’daki başarıların, Sertab

Erener’in SMS oylarıyla birinci olmasının da bir anlamı yok.
Üçüncüsü; Eminem, 50 Cent dururken En ıyi R&B / Hip-Hop Sanatçısı

ödülünü Jay-Z hak ediyor mu? Ya da U2 varken En ıyi Rock şarkıcısı Green

Day olur mu?
Bu kategoriler de internet oylarıyla belirleniyor. MTV’nin bence

mantalitesi şu: “Müziksever, halk ne derse ben ona bakarım.” Zaten bu

düşüncede oldukları için en çok o izleniyor, müzik endüstrisine tek

başına yön veriyor.
Geçtiğimiz yıl da söyledim, yine dile getireyim; MTV ödülleri, müzik

sektörü açısından Eurovision’dan daha önemli. Bence alınan bu ödülü çok

fazla eleştirmeyelim, kazandırdıklarına bakalım.
Esra Oflaz Güvenkaya önderliğinde MTV Türkiye’nin gayretleri ve

kazanılan bu ödüller sayesinde Türk gençlerine bir şekilde Avrupa kapısı

aralanıyor ya da en azından dünya starlarıyla aynı ortamda bulunmalarına

vesile olunuyor.
Böyle olmasa, Kenan Doğulu ve Nil Karaibrahimgil niye Türkiye’de

düzenlenen bir oylamada geçilmeyi göze alsın?
Aslında şu son örnekle durum daha iyi anlaşılır; geçtiğimiz yıl Emre

Aydın’a yöneltilen sorunun aynısını bu sene maNga’ya da sormuşlar:

“Türkiye’de rock müzik yapılıyor mu?”
Bizi hâlâ çölde dansöz oynatan, davul zurna çalan fesli adamlar olarak

görüyorlar.
Kazanılan bu ödüllerle en azından bu büyük yanılsama gideriliyor, daha

ne olsun...

Yazının devamı...

Berlin notları...

6 Kasım 2009

Evet, Berlin’de çok Türk olduğunu biliyordum da, bu kadar çoğaldığımızı bilmiyordum. Taksici sayımızın 500 bine ulaştığını söyledi. 

Almanya bira cenneti ve üstelik çok da ucuz, meyve suyuyla aynı fiyat neredeyse. Bira manyağı İngilizlerin sırf hafta sonunda ucuza bira içmek için Berlin’e geldiklerini de taksici söyledi. Bir diğer geliş sebepleri de seks turizmiymiş. Türk girişimci ruhu bu sektörde de kendini göstermiş. Şimşek Kardeşler, Berlin’in en büyük genelevi Artemis’i işletiyormuş. 

Berlin’e gidip döner yemeden olmaz... Buradaki dönerler Türkiye’den çok daha leziz. Bir de içini yağmur ormanına çeviriyorlar, envai çeşit yeşillik dolduruyorlar. Sosları da çok ilginç. Çili sosu biliyordum da naneli, sarımsaklı sos döktüklerini ilk defa gördüm. Türkiye’de her yerden dönerci fışkırıyor ama buradaki yaratıcı ruh yok diyorum. 

KENAN VE NİL NEDEN BERLİN’E GİDEMEDİ

Dönerden çok keskin bir ‘U’ dönüşü olacak ama Berlin müzeleriyle de güzel. Museumsinsel (Müze Adası) diye bir yer var, sarı basın kartı sağ olsun çoğuna göz attım. Maalesef gezmekle bitmiyor. Bizim müzeler buradakilerin yanında gecekondu kalır. Sadece bir örnek vereyim: Ipod vari küçük aletler veriyorlar, gördüğünüz tarihi eserin numarasını giriyorsunuz o başlıyor size kulaklıktan detaylı bilgi vermeye. 

Gelelim Berlin’e asıl geliş sebebime. MTV Avrupa Müzik Ödülleri’ni (EMA) takip ediyorum. Siz bu satırları okuduğunuzda (dün gece) ödüller dağıtılmış olacak. Türkiye’yi temsil eden Manga’nın menajeri Hadi Elazzi’ye “Geçen sene Emre Aydın, bu sene de Manga EMA’ya katıldı. Hep senin sanatçılar geliyor, EMA’da ağabeylerin mi var” dedim. O da, “Rock’çılar, popçulara benzemiyor, oylamalarda hayranı oldukları sanatçıyı sonuna kadar destekliyorlar. Yeni gençliğin internetle de araları iyi, çok iyi organize oluyorlar. Kenan Doğulu ve Nil Karaibrahimgil çok iyi sanatçılar ama galiba hayranlarıyla koordinasyonları bizimki kadar sağlam değil” yanıtını verdi. Bir de “Emre Aydın kazanınca Türkler milliyetçi, bütün oylar ona gitti diyorlar” dedim. O da “Evet, doğru ama Sertab Erener de Eurovison’u gurbetçilerin SMS’leriyle kazandı. Yarışmanın formatı bu” dedi.

SHAKIRA AKREDİTASYON SIRASINA GİRDİ

Hadi, Manga grubundan Ferman Akgül ve Cem Bahtiyar’la otelde kahvaltı yaparken ilginç bir diyalog geçti, bu dedikoduyu es geçmek olmaz. Hadi, “Gördünüz mü, adamlar Jay-Z’ye sabahın 9’da soundcheck yaptırdılar, bir de bana kızıyorsunuz” diye çıkıştı. Ferman da ekledi: “Vallahi haklısın! Türkiye’de kimseye o saate soundcheck yaptıramazsın. Adamlar da ego olayı sıfır. Shakira bile törene akreditasyon olmak için sıraya girmişti.” Siz şöyle bir sahne düşünebiliyor musunuz? Tarkan, Kral TV ödülleri öncesinde akreditasyon sırasına giriyor. Evet, söz konusu töreni dünya markası MTV düzenliyor ama sıraya giren de Shakira! 

Manga kazanır mı bilmiyorum ama burada çok güzel bir ortama dahil oldukları kesin. Shakira, Jay-Z gibi starlarla aynı havayı soluyorlar, yabancı basından iki televizyon kanalına ve üç gazeteye röportaj verecekler. 

Berlin’den şimdilik bu kadar... U2’nun tarihi Brandenburg Kapısı’nda vereceği konser ve EMA’dan izlenimler yarın, yine burada...

Ah o elin yerinde ben olsaydım

Erkeklerin çoğu buna benzer hareketler yapıyor. Ama Hugh Jackman yapınca milyonlara mal oluyor.

İşte ünlü olmamanın avantajı!

Şimdi evrenin en seksi erkeği, yeni çekilen bu fotoğrafı için arkadaşlarına hepsinden önemlisi aynı karede bulunduğu kızı ve eşine ne diyecek?

Tabii ki, “İnsanlık hali” diyecek.

Bizde bu hareketin cezası ise Pascal Nouma örneğinde olduğu gibi sürgün edilmek. Peki, ABD’de? Vallahi internetteki okuyucu yorumları evlere şenlik. “Ah o elin yerinde ben olsaydım”, “Ne yapsa yakışıyor bu adama” yazan da var, “Evet, tahmin ettiğim gibi bayağı büyük, yerinde duramıyor” kehanetinde bulunan da...  Neredeyse Hugh’un heykelini dikecekler.

Jennifer Lopez’in kaseti

Latin yıldız Jennifer Lopez’in ilk eşi (bir yıl evli kalmışlardı) Ojani Noa izletti! İzleme kısmı şaka da böyle bir kayıdın olduğu gerçek.

Noa, eski eşini, birlikte çektikleri özel görüntüleri yayınlamakla tehdit ediyormuş.

Görüntülerin süresi tam 11 saat. Bu devasa Lopez belgeselinde Latin yıldızın, çıplak görüntülerinin yanı sıra, annesiyle yaptığı kavgalar, iç çamaşırı giymeden motosiklet sürmesi de varmış.

Perez Hilton okuyucularına “Dürüst olun bu kayıtları görmek istemez misiniz?” diye sormuş.

İnsan doğasını sorguya çeken güzel bir soru değil mi, özellikle hep belgesel izlediğini söyleyen, magazin programlarının ucunu bile es geçen sevgili okurlar...

Yazının devamı...

İyi ki varsın Okan Bayülgen

31 Ekim 2009

Ben aslında biraz küfredilmesinden yanayım. Birazcık küfredilebilir televizyonda, yani bütün dünyada olduğu gibi.

Evliliğim en az 10 sene sürer.

İstanbul çocuk ismi değil ama Şirin istedi.

Ben Türk’üm, çocuğum neden Amerika’da doğsun?

Film benim filmim değil, sadece oynuyorum. (Kanal(İ)zasyon filminden bahsediyor)

Bu paparazzi ile gazeteciyi ayıralım da rahatlıkla dövüşelim.

Benim Burcu Esmersoy’a hiç tahammülüm yok. O kızın niçin güzel bulunduğunu da anlamıyorum.

Demet Şener ördeğe dönmüş. Ördek olmuş! Çünkü bu dudakları böyle yapınca, bütün bu kadınların hepsi ördeğe dönüşüyor.

Bir kere Ebru Şallı kesinlikle güzel bir kadın değildir. Suratına bu kadar ektirme, biçtirme yapan bir insan güzel değildir. Hele yaşlılığı facia olacak.

Yavşak bir komedide oynamadığıma memnunum! (Muhtemelen Recep İvedik’ten bahsediyor)

Tüm bu açıklamalar son üç, bilemedin dört haftaya ait.

Okan Bayülgen, kah kendi, kah konuk olduğu programlar da ya da röportajlarda yaptı bu açıklamaları. Hepsi de internet, yazılı ve görsel basında haber oldu. Mutlaka benim kaçırdığım Okan çıkışlı daha çok haber vardır.

Tamam, Okan’ın işi bu, konuşarak para kazanıyor ama magazin basınına da çok güzel malzeme veriyor.

Programına katılan konukların açıklamaları da cabası. Ayrıca polemik yaratmada da Okan’ın üstüne yok.

Artık haber atlamamak için muhabirler evde Okan’ı izlerken not tutuyor. 

Durum böyleyken Okan’ın da şapkasını önüne alması, “Hem magazini yerin dibine sokuyorum hem de magazinin en kralını kendim yapıyorum” demesi lazım.
Hatta pazar gecesi “Medya Kralı” programının tartışma konularından biri “Okan’ın çelişkisi” olsun. Uzmanlar çağrılsın, geç saatlere kadar tartışılsın. Çünkü Okan’ın çizdiği profilin dünyada örneği az.

Otobüs durakları

Eskiden sadece bir direk ve üstünde İETT durağı yazan tabeladan ibarettiler. Sonra reklamcılar altın madenini keşfetti. Etrafını çevirdiler direğin, olaya biraz konfor kattılar ama düşlerimizi astıkları ilanlara hapsettiler.

İlanlara en ince detayına kadar, aptal aptal bakar olduk. Ama hiçbir değişiklik duraklardaki insanların birbirlerine kuşkuyla, hatta nefretle bakmasını engelleyemedi.

Bu durumun birçok sebebi olabilir. Belki de otobüs beklemenin yarattığı sıkıntı asıl suçlu...

Küçük bir sorun gibi gözükebilir ama insanları mutlu etmek bazen çok kolay.

Mesela FHM dergisinin bu ayki sayısında yer alan şu otobüs duraklarına bakın. İnsanın bu duraklardan çıkası gelmez.

İclal Aydın yazısı tadında bir benzetme olacak ama kocaman bir çilekten oluşan bir durağa hangi negatif duygu sızabilir ki. 

Beterin beteri var

Dün-yanın en çok okunan magazin yazarı Perez Hilton “Benden daha seviyesizleri var” başlığıyla Globe’un kapağını ti’ye almış.

Globe, güya doktorların şok eden raporlarını yayınlayıp kapağında fotoğraflarını koyduğu bu ünlülerden hangisinin daha önce öleceğini sormuş okurlarına.
Lindsay Lohan’ın kokainden, Bill Clinton’ın kalp krizinden hayata veda etme riskleri varmış. Daha da kötüsü Globe okuyucuları arasında bu haberle ilgili ödüllü bir anket düzenlemiş.

Vallahi buradaki magazincileri öpüp başınıza koyun...

Yazının devamı...

İngiliz belgeselciler beni de kandırdı

30 Ekim 2009

Önce bu nefis konu için ona teşekkür ediyor ve hemen mevzuya giriyorum:

The Sun ve Daily Mirror gibi ünlü İngiliz gazetelerinde çıkan Madonna’nın eski kocası Guy Ritchie’nin gözünün morarma haberini biz de arka sayfada kullanmıştık.

Meğer bu haber, geçtiğimiz hafta Londra Film Festivali’nde gösterilen “Starsuckers” adlı belgeselin yönetmeni Chris Atkins’in bir oyunuymuş.

Atkins, Amy Winehouse’un saçlarının yanması, Avril Lavigne’in bir gece kulübünde uyumasıyla ilgili başka sahte haberleri de İngiliz tabloid gazetelerine servis etmiş. Her şey Atkins’ın düşündüğü gibi olmuş. Bu haberlerin birçoğu kontrol edilmeden yayınlamış.

Durun hemen “İşte magazin, tabloid basını” demeyin... Bu tür sahte haberlerlerle vakti zamanında parlamento muhabirleri, BBC de avlanmıştı.

Belgeselin asıl tartışma konusu daha derin!
Atkins da sokaktaki her aklıselim vatandaş gibi tabloid basınındaki haberlerin birçoğunun eğlenceli olma adına fazla abartıldığını biliyor. Ancak bu abartma alışkanlığının artık tehlikeli boyutlara ulaştığının ve birçok haberin gerçeklikten koparıldığını belirtiyor.

Atkins’ın dikkat çektiği bir diğer konu da insanların ünlü olmak adına artık her şeyi yapacak kıvama gelmesi.

Evet, TV şovları çarpıcı hayat hikayesi anlatmak adına yalan söyleyecek konuk bulmada artık hiç zorlanmıyor.

Atkins toplumdaki ‘şöhret manyaklığı’na en güzel örnek olarak da İngiliz askerlerini Iraklı esirlere işkence yaparken gösteren sahte fotoğrafları yayınladığı için kovulan Daily Mirror’ın Genel Yayın Müdürü Piers Morgan’ı gösteriyor.

Morgan yalan haber yaptığı için tanındı ve asıl şöhreti de “Britain’s Got Talent” yarışmasının jüri üyesi olduktan sonra yakaladı. Evet, ne kadar ironik olsa da Morgan’ın yalan söylemesi artık insanların hiç umurunda değil.

Aslına bakarsanız ‘magazin basını’ tartışmalarını biz bayağı düşük seviyelerde ele alıyoruz.

Asıl konuşulması gereken insanlardaki ‘şöhret olma’ tutkusu... Birçok şeyi ‘beğenilme’ duygusuyla yapmıyor musunuz? İşte bunun bir üst level’ı da ‘şöhret olma’ tutkusu.

Yok, yok... Yanlış düşünüyorum. Aslında siz sadece belgesel izliyordunuz!

Nefes en iyi savaş filmi!

“Nefes” şu anda dünyada sinemaya dair en popüler internet sitesi imdb’in ‘Tüm Zamanların En İyi Savaş Filmleri’ listesinde birinci sırada yer alıyor. “Schindler’in Listesi”, Coppola’nın “Kıyamet”i gibi her biri efsane olmuş filmleri geride bırakmış durumda. Hem de 1204 kişinin oyuyla.

“Schindler’in Listesi” için mesela 244 bin 948 kişi oy kullanmış. Herhalde bu 1204 kişinin çoğu 10 üzerinden 10 verdi filme.

Evet, “Nefes” sağlam bir film ama  yine ülkece sevgimizi fazla abartmadık mı? Türkler’den başka bir halk var mı acaba bu anket olayını milli meseleye dönüştüren.

Bazen de kendimizi fena halde kandırıyoruz. Fenerbahçe-Galatasaray maçı için “Dünyanın en büyük derbilerinden biri... Dünya basını bu maçı takip ediyor” diyoruz ama bakın UEFA resmi sitesinde maç sonuçlarının verildiği minicik bir bölümünde sadece şu yoruma yer vermiş: “İstanbul devlerinin maçında Fenerbahçe Galatasaray’ı 3-1 yenerek ligde 10 maçta dokuzuncu galibiyetini aldı.” UEFA bile takmıyor bu maçı daha ne olsun.

Sadece yakışıklılar oynar

Dikkat ediyor musunuz Süper Lig’teki futbolcuların çoğu, oyuncu ve mankenlerden daha yakışıklı... Eskiden yeşil sahalar Galatasaraylı Suat, Beşitaşlı Recep ya da Ali Eren gibi yakışıklı olmayan oyuncularla doluydu. David Beckham bir futbol sihirbazı değildi ama yakışıklı olduğu için Zidane’dan daha çok para kazandı.
Merak etmeyin “Devir imaj devri” mesajını vermeyeceğim, bu imaj kaygısının ulaştığı en uç noktayı anlatacağım.

Fotoğrafta gördüğünüz şu yakışıklı arkadaşlar, ünlü Fransız rugby takımı Stade Francais’in koçu Ewen McKenzie’nin kovulmasına neden oldu.

Nasıl mı?

Hemen anlatayım: Kulüp başkanı Max Guazzini, takımını antrenörünün istemediği yakışıklı oyuncularla doldurmuş. Yok tahmin ettiğiniz gibi değil. Guazzini’nin derdi harem kurmak değil. Guazzini, dünyanın en çok satan takvimlerinden biri olan, kadınların ve gay’lerin büyük ilgi gösterdiği The popular Dieux du Stade’in sahibi.

Bu takvimde genelde seksi erkek sporcuların fotoğrafları yayınlanıyor ve Guazzini hem bu takvimden hem de oyuncuların rol aldığı reklamlardan büyük paralar kazanıyor.

İnanması güç ama Guazzini, bu takvime soyunmak istemeyen oyuncularla yollarını ayırmış. McKenzie’in de kovulmasının nedeni de hak edeni, yani yetenekli oyuncuları oynatmaktaki ısrarıymış.

Yazının devamı...

Halk, ilanı veren sanatçılarla dalga geçti

24 Ekim 2009

Sonra internette bu ilanla ilgili okuyucu yorumlarına göz attım.
Ne gördüm biliyor musunuz?
Haberle ilgili 170 okuyucu yorumundan yaklaşık yüzde 80’i bu ilanı verenleri haksız bulmuş.
Evet, tek tek okudum. İlanı haklı bulanları da aşağıdaki yorumlara eklemek istiyordum ama o zaman da birkaç yorumla halkın genel düşüncesini çarpıtmış olacaktım.
O ilanın altında imzası olan sanatçıların yüzde 80’i tek bir ajansa bağlı! Bu yorumları sanatçılarına topluca mail atarlar artık.
O kadar sert yorumlar vardı ki, bunlar en masumları:
? Sanatçı başka şeydir, bunlar değil. 12 Eylül döneminde bile halkının sorunlarıyla ilgilenen sanatçılar vardı. Bunlar geyik muhabbetçisi ve para düşkünü. Güncel herhangi bir konuyu işleyeni var mı şimdi? Kınanacak tek şey olarak magazin basınını görenleri sanatçı olarak göremem. (Serkan)
? Vayy vayy vayyy... Memleketimin sanatçılarının gündemine bak! Helal olsun valla. Memleket elden gidiyor, bunlarda gündem ne! (Murat Mert Gülsüm)
? Adam gibi dolaşın, adam gibi çeksinler. Bu kınamanız şu an yaşanan açılımlar üzerine olsa sevinirdim. (Orhan Veli)
? Biraz da ülkede olanları kınasanız ya! Sadece size yanlış yapıldığı zaman mı kınayabiliyorsunuz? Bizim haricimizdeki her ülkenin sanatçıları renklerini belli ediyor, siz ne yapıyorsunuz? (Aslı Güler)
? Sen sanatını icra et. Sanatsal hareketlerini KALDIRIM TAŞLARININ üstünde yapma. Ağzınızla için... (Zeki Cengiz Üstünel)
? Magazin gazetecilerine tavsiyem, bu sanatçı geçinen tuhaf insanlarla vakit geçirmesinler. Fazla yüz verdiniz, böyle oldu işte... Hemen cemiyet olarak bu ülkenin sorunlarına duyarsız olan kişileri kara listeye alın ve haber yapmayın. Biz dünden razıyız onlardan haber almamaya. (Nil Mari)

Yok mu Lily Allen olmak isteyen 

Otomatiğe bağladık, her hafta Lily Allen’ın bir frikiğini arka sayfaya açar olduk.
Ya sevgilisiyle pencerede öpüşürken göğüsleri açılıyor Lily’nin ya da arabadan inerken...
İngiliz basını onun frikikleri bilerek verdiğini söylüyor ama böyle haber olmasına hiç gerek yok. Şu anda dünya gençliği ona tapıyor zaten.
Bence Lily’nin tılsımı, yüzde yüz doğal arıza olması.
Tüm çılgınlıklarına rağmen Chanel gibi büyük markalar Lily ile reklam kampanyalarına imza atıyor.
Chanel’in Lily’yi seçmesi aslında bizim müzik piyasasına da örnek olabilir. Gençler her dönemde arıza sanatçıyı sevmiştir.
Geçmişle bugün arasındaki tek fark ise artık reklamverenlerin de asi sanatçıları tercih ediyor olması.
Ne yazık ki, bizim topraklardan böyle harbi arızalar nadir çıkıyor. Benim ilk aklıma gelenler Duman grubundan Kaan Tangöze ve Yasemin Mori...
Aslında Yasemin Mori’den çok iyi bir Amy Winehouse çıkabilir.
Ama yok, böyle ısmarlama olmaz. Arıza olmak da ayrı bir mesele. Rol yaptığın anlaşılır. 
Lily Allen gibiler aileden yetişen, ev yapımı harikalar. Lily katıldığı bir TV programında da bu durumu güzel bir anekdotla özetledi zaten... Bir gün babasına göğüs uçlarının ağrıdığını söylemiş. Babası “Hamile misin kızım?” diye sormuş, o da “Hayır olamaz” yanıtını vermiş. Babası da aynen şöyle sormuş: “Ne yani erkek arkadaşınla seks yapmıyor musunuz?”
İşte Lily gibiler böyle babalardan çıkıyor.

Evlilik sözleşmesi yapacak kadınlar bu yazıyı okusun

NBA yıldızı Lamar Odom ile Khloe Kardashian’ın evlilik sözleşmelerini okuyunca ağzım açık kaldı...
Sıkı durun, Gossip on This adlı internet sitesinde yayınlanan evlilik sözleşmesinin maddelerini açıklıyorum...
Lamar eğer boşanırsa, evli kaldıkları her yıl için Khloe’ye 500 bin dolar ödeyecek.
Genel harcamalar için de ayrıca aylık 25 bin dolar çıkacak Lamar’ın cebinden.
Lamar ayrıca yeni aldıkları evi eşine verecek.
Bitmedi... Lamar ne zaman arabasını değiştirirse bir tane de eşine alacak ve alışveriş masrafları için de her ay 5 bin dolar ödeyecek.
Khloe güzellik bakımı masrafları için de her ay bin dolar istemiş.
Ve geldik en garip isteğe...
Eğer boşanırlarsa Lamar, Kardashian ailesindeki her bir kişi için Lakers’ın saha kenarı biletlerini alacak.
Ben son maddede bir intikam duygusu sezdim. Düşünsenize Khloe, Lamar’dan ayrılıyor, büyük bir servetin üstüne konuyor, sonra da ailesiyle birlikte “Kerizi nasıl sövüşledik” der gibi gülmek için saha kenarından Lamar’ın maçlarını izliyor.

Yazının devamı...

Hıncal, Ahmet Hakan ve Beren’in göğüsleri

23 Ekim 2009
Ahmet Hakan önce “Gemide”, “Laleli’de Bir Azize”, “Dar alanda Kısa Paslaşmalar” filmlerinin altında imzası olduğu için Serdar Akar’ı göklere çıkarıp, sonra da Beren Saat’in sevişme sahnelerini basına sızdırmakla eleştirmiş.
Evet, Akar, Hakan’ın bahsettiği harbi filmlere imza attı ama unutuluyor galiba... Akar “Maruf” hezimetinden sonra epeyce dizi de çekti... “Koçum Benim”, “Aşk Meydan Savaşı”, “Sağır Oda” diye sıralanır bu diziler. “Elveda Rumeli” yıldızlı peki alacak bir projeydi ama Akar aynı zamanda “Kurtlar Vadisi: Irak” filmi ve “Kurtlar Vadisi” dizisinin en kanlı, şiddeti en öven bölümlerini de çekti.
Yani Akar’ın magazin, TV ve sinema üçgeninin tam ortasında biri. Yani Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz yapsa “Evet, olmadı” denebilir. Ama Akar yapınca aynı etkiyi bırakmıyor.
Ayrıca Hakan’a bir tüyo: O fotoğrafların basına yansımasından genelde yönetmenlerin pek haberi olmaz. İşi bilen yapımcı ve PR şirketi servis eder o fotoları.
Gelelim Hıncal Uluç cephesine... Uluç, Hakan’a “Mars’ta mı yaşıyorsun artık filmler en etkili böyle tanıtılıyor” demiş.
Doğru söylüyor ama bir de maalesef magazin anlayışımız bu demeye getirmiş. Beren Saat’in ya da diğerlerinin sevişme fotoğraflarının ya da görüntülerinin yayınlanması Mars’ta bile magazin haberidir.
Unutulan daha önemli bir konu: Bugün Türkiye’de sinema dergilerinin kapanmasında magazin basının da etkisi vardır.
Evet, magazin Saat’in fotoğrafını yayınlar ama aynı zamanda her hafta vizyona giren filmlere sayfalar dolusu röportaj ayırır, gişe sonuçlarını anında sayfalarına taşır, yeni çekilecek filmleri manşete çıkarır.
Yani demem o ki, sinema sektörüne en büyük kıyağı magazin basını çeker.
Uluç’un yazısının bence asıl tartışılması gereken bölümü ise film ve dizilerdeki sevişme sahnelerinin internette tıklanma rekoru kırması.
Kamuoyuna fazla yansımıyor ama Türkiye’de artık internette en masum erotik siteye girmek bile yasak.
Açık site kalmadı gibi bir şey. Hükümet nasıl bir ekip kurdu, bravo. Galiba bu ekip işine gerçekten severek, zevkle yapan genç bir kadrodan oluşuyor.
Dizilerdeki en masum öpüşme sahnelerinin bu kadar ilgi görmesinin nedenlerinden biri de belki budur.

Özel hayat mı dediniz

Biz dizilerdeki öpüşmeyi, ünlülerin bar kapısında fotoğraflarının çekilmesini memleket meselesi yapalım, bakın elin oğlu neyle uğraşıyor, özel hayat kavramı hangi boyutlarda...
Flying Dutchman adlı blogta gördüm haberi... The Sun, Daily Telegraph gibi ünlü İngiliz gazeteleri ondan bahsediyor.
O dediğim “I Just Made Love” adlı bir internet sitesi... Twitter’da da sayfaları var.
Efendim, bu siteye tıkladığınızda karşınıza kocaman bir dünya haritası çıkıyor. Google Earth benzeri bir şey. Haritaya zoom yaptıkça kentlere mahallere kadar iniyorsunuz ve karşınıza üst üste binmiş tavşan logoları çıkıyor.
O logoların her biri, o an, o yerde sevişen insanları simgeliyor. Bu paylaşımcı arkadaşlar nasıl seviştiklerini, hangi atraksiyonlara imza attıklarını sitede detaylı bir şekilde anlatıyor. Hatta pozisyonlar komik figürlerle betimleniyor. Bir de sayaç var, o an tüm dünyada bu siteye üye kaç kişinin seviştiğini gösteren.
İsterseniz bu arkadaşlarla Twitter’dan da mesajlaşıyorsunuz. Canlı canlı yorum alıyorsunuz. Bakalım daha neler göreceğiz...

MTV törenine yok

İstanbul’un 2010’da Avrupa Kültür Başkenti olma mevzusunda 2010 Ajansı’nın icraatlarını ilk eleştirenlerden biriydim. 151 milyon TL’lik devasa bütçesinin nerelere harcanacağı konusunda kafamdaki soru işaretlerini hep paylaştım ve korkulan oldu. 2010 Ajans’ın Görsel Sanat Yönetmeni Beral Madra’nın kendi üç projesi için 583 bin TL ödenek aldığı, Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler’in ajansa danışma kurulu üyesi olmadan önce başvurduğu “İstanbul’un Sırları” belgeseli için 210 bin TL ödeneceği iddia edildi.
Hemen size bir son dakika gelişmesi aktarayım... Hani İstanbul, 2010 MTV Avrupa Müzik Ödülleri’ne aday gösterilmişti, eğer 2010 Ajansı destek verirse kazanma ihtimali yüksekti. Madonna, U2, Eminem, Beyonce, Justin Timberlake, Britney Spears gibi 50’ye aşkın dünya starı İstanbul’da buluşacaktı, Türkiye’nin acayip tanıtımı olacaktı... Olmadı!
Çünkü 2010 Ajansı bu projeye destek vermek yerine ağlak belgesellerin hüzünlü sesi, dünya starı Tayfun Talipoğlu’nun “İstanbul’da Kadın Olmak” belgeseli için tam 1 milyon 295 bin TL ödenek ayırdı... Yazık!
Artık 2010 MTV Avrupa Müzik Ödülleri törenini Atina’dan izleriz.
Yazının devamı...

Kızıyla fotoğraflarının çıkmasından utanıyormuş

17 Ekim 2009

“Farklı bir şeyler yazayım” diyordum ki, TV’de Hülya Avşar’ın “Kızımla yan yana fotoğraflarımı gazetede görmekten utanıyorum” dediğini duydum.

Okan Bayülgen de Avşar’ı kızı Zehra için koyduğu basın yasağı için övüyordu. Bir de “Yurtdışından alışveriş yapalım, buradaki alışveriş merkezlerinde her yerden magazinci fışkırıyor” diyorlardı.

Keşke yurt dışına gitseler ve hiç geri dönmeseler, hatta yabancı yıldızlarla değişik tokuş yapsak onları.

Bu fotoğraflarda gördüğünüz milyon dolarlık yıldızlar, Oscar’lı oyuncular çocuklarıyla her dakika objektiflere yansımaya utanmıyor da Hülya ve Okan utanıyor!
Dünyanın en çok satan magazin dergilerinden US’de “Just Like Us” diye bir köşe var. Ünlülerin koşarlarken, kahve içerlerken, parkta öpüşürlerken, çocuklarını gezdirirlerken çekilmiş nefis fotoğraflarını yayınlıyor. Adamlar artık ünlülerin günlük hayatını çekmekten bıkmışlar. Bu fotoğrafları küçük bir bölümde kullanıyorlar.

O fotoğraflar bizde olsa çarşaf çarşaf açarız.

Kelebek’in arka sayfa haberlerini derliyorum yaklaşık üç yıldır. O sayfayı yaparken en zorlandığım iş ne biliyor musunuz? Yüzlerce harika haberden tercih yapmak. Arka sayfada kullandığımız bit kadar haberlere bakar “Ya bunlar yerli malı olsa ne şahane manşet olur” derim her seferinde.

“Just Like Us” bölümünün mesajı çok net ve anlamlı: Onlar da bizim gibiler... Ama bizim ünlülerin, halkla bütünleşmek, rol modeli olmak gibi bir dertleri yok, ‘celebirty’ nasıl bir olgudur, dünyada nasıl yaşanır ondan da haberleri yok.

Dünyayı gerçekten kurtaran adam

Stanislav Petrov... Bu adı daha önce hiç duydunuz mu? Bilmeyenler için anlatayım. Wikipedia alıntılı bir yazı olacak ama şu anda hayattaysanız, bunu bu gariban amcaya borçlusunuz.

25 Eylül 1983 tarihinde Petrov Amca, Moskova’da Serpukhov-15 istasyonundaki füze erken uyarı sistemini izlemekle görevli bir albaydı. Sistem saat 00.40’da Rusya’ya ABD’den gönderilmiş önce 1 sonra  da 4 kıtasal balistik füzenin yolda olduğu uyarısını verdi.

Petrov hiçbir dayanağı olmamasına rağmen sistemin hata yaptığından şüphelenerek radarlardan alacağı sinyalleri beklemeye başladı. 

Radarlar füzeleri belirlese bile ABD füzeleri, Rusya’daki hedeflerini bulacaktı. Buna rağmen Petrov Amca beklemeye devam etti. Sonuç: Petrov Amca haklı çıktı, ortada bir füze yoktu.

Ancak Petrov Amca, üstlerine haber vermediği için hakkında soruşturma açıldı. Petrov’a kınama cezası verildi, yani askeri kariyeri bitirildi.

Petrov bir röportajında kendisini bir kahraman olarak görmediğini bakın nasıl izah ediyor: “Ben işimi yapıyordum. Doğru zamanda doğru insandım, sadece bu.

Eski eşim 10 sene bu gerçeği bilmedi. Bana hep ne oldu, ne yaptın diye sordu. Ben de ‘Hiçbir şey yapmadım’ dedim.

Hiçbir şey yapmayarak dünyayı nükleer savaştan kurtaran Petrov Amca şu anda 250 dolar emekli maşıyla Moskova’da yaşamını sürdürüyor.

Sabri’nin oyunu çıktı

Galatasaray maçlarında genelde şu sahne yaşanır. Sabri Sarıoğlu topu kapar, başını öne eğer, sağ kanatı boydan boya geçer ve tam son çizgiye indiğinde topu dağlara, taşlara vurur. Maçı sunan spikerden de ses tonu gitikçe düşen şu nida duyulur: “Sabri... Sabri... Sabri... Sabri aut.”

Rijkaard bile ona orta yapmayı öğretemedi. Sabri’nin bu durumunu ti’ye alan birçok internet sitesi var ama içlerinden biri parlak bir fikirle ortaya çıktı. bobiler.org’ta “Aban Sabri aban” adlı bir oyun yayınlanıyor. Oyunda amaç Sabri gibi abanıp topu en uzağa yollamak. Oyun çok ilkel, hatta oyun bile değil ama acayip eğlenceli. Siteye girin kahve mollarına ilaç gibi gelecek.

Yazının devamı...

Yıldırım Türker’e ev ödevi

16 Ekim 2009

İlk günlerde Esen’e anketlerde ezici bir çoğunlukla destek veren halkımız arasında paparazziye hak verme eğilimi artıyor...

Kavgayı tetikleyen eğer Esen’in eski sevgilisi şebnem Ferah’ı Tuna Kiremitçi ile el ele görmesiyse bu işten en zararlı çıkacak kişi bence Radikal köşe yazarı Yıldırım Türker’dir.

O nasıl duygusal bir savunmaydı öyle. Esen’in saldırma nedenini öyle acıklı anlatmış ki, o yazıyı kim okusa gece magazinci avına çıkar. Bir de 40 kişilik kameralı bir grup Esen’in peşine düştü diyordu! (Bütün basındaki gececi muhabirleri toplasak 20’yi geçmez) Bu noktada Türker’e ‘objektif yazar nasıl olunur’u izah etmeme gerek yok herhalde. Bence bu vakada gazetecilik anlamında hakkıyla işini yapan yine magazinciler oldu. Her iki tarafa da söz verdiler, hatta Esen’in haklı olduğu noktaları öne çıkardılar ve hepsinden önemlisi özeleştiri yaptılar.

Bu işten en karlı çıkan ise köşe yazarları oldu. Yine bildik bir dilde magazincileri aşağılayıp tribüne oynadılar, çok okundular.

Ya hepiniz magazin yazıyorsunuz, kimi kandırıyorsunuz! ıddia ediyorum köşe yazarlarının ele aldıkları konuların istatistiği çıkarılsa eminim yüzde 50’den fazlası magazin mevzularıdır. Kürt açılımında bile Hülya Avşar’ı tartışıyorsunuz haftalardır yahu!  

Peki, niye her seferinde “Vurun kahpeye” hesabı sadece magazin tartışılır medyada?

Spor medyasında dönen kirli ilişkiler, siyasetteki çıkar ilişkileri neden genel basın ahlaki içinde tartışılmaz?

Her neyse mevzu uzadı.

Özetle, Timuçin Esen vakasında durum, tıpkı Akira Kurosawa’nın bir çiftle haydut arasında geçen aşk-ihanet-cinayet öyküsünün dört farklı yorumla anlattığı “Rashomon” filmindeki gibi. Tam anlamıyla kim haklı, kim haksız net değil.

Herkes haklı ve herkesin bir hatası var.

Gelelim Türker’in ev ödevine: Önce “Rashomon”u DVD’ne tak, sonra magazin muhabirleriyle konuş, Esen ve saz arkadaşlarının attığı yumrukları izle, sonra o yazıyı tekrar yaz.

Fedon’la neden sadece yazın röportaj yapılır

Timuçin Esen vakasından sonra magazinciler özeleştiri yapıyor demiştim. Daha da fazlası yapılıyor. Günaydın’dan şirin Sever “şu klişe magazin jargonunu da bıraksak artık” diye yazdı.

Evet, magazinin yazı dilinde sürüyle klişe var. Bizim müdür de sürekli uyarıyor ama kaçıyor işte... Ben mesela geçenlerde bir filme “Görücüye çıkıyor” başlığı attıyordum az daha.

Klişelerden kurtulmak hakikaten zor. Bu kurtuluş savaşında benim de bir katkım olsun. ışte görüldüğü ilk yerde yok edilmesi gereken klişeler:

Ünlüler kervanına katıldı... (Nasıl bir kervandır bu, nereye gider bilen var mı?)

Ayşe’nin göğüs dekoltesi yürekleri hoplattı... (Bir sonraki aşama kalp krizi midir?)

Sanat hayatınıza nasıl başladınız?..
(Karşısındaki 40 yıllık bir duayen olsa da fark etmez. Dersini çalışmayan muhabir, röportajda tıkandığı noktada bu soruya sarılır.) 

Sosyetenin ünlü siması... (Ünlü olmayan sosyete var mı)

Ahmet Bey ve zarif eşi (Belki kadın çirkefin teki.)  

Seviyeli bir ilişki yaşıyorlar... (Yatakta bile birbirlerine ‘siz’ diye mi sesleniyorlar?)

Bir de “Fedon+yaz insanı” klişesi var. Magazin basını Fedon’u niye yazın hatırlar? Neden her yaz Fedon ile teknede röportaj yapılır. Fedon’un niye kışın haberi çıkmaz?

Doğuştan bronz tenli olduğu için mi?

Tuna Kiremitçi Fotomaç okuyor

Eğer Ekşisözlük’teki iddia doğruysa Tuna Kiremitçi geçenlerde Cihangir’de bir marketten alışveriş yaparken Radikal ve Fotomaç gazeteleri almış.
ıddianın en ilgi çekici bölümü ise Kiremitçi, Fotomaç gazetesini, Radikal’in arasına sıkıştırmış.

ışte entel insanın kaygılarına güzel bir örnek. Harbiden de Tuna Kiremitçi’nin bir elinde ekmek diğerinde Fotomaç gazetesiyle Cihangir’de dolaşması tuhaf kaçıyor değil mi? şöyle bir sahne canlandırın kafanızda: Aşk romanlarının yakışıklı yazarı, bir kafede açıyor Fotomaç’ı iddaa ya da at yarışı oynuyor. Fonda da şebnem Ferah’ın “Sil Baştan”ı çalıyor.

Böyle bir hareket yapsa benim gözümde büyür söyleyim. 

Yazının devamı...