(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Şenol Kalyoncu" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Şenol Kalyoncu" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.

Şenol Kalyoncu

Obeziteye balonlu çözüm
10 Temmuz 2015

Obezite boyutuna geldiğinde hayatı ciddi biçimde tehdit edebilecek, çağın en önemli problemlerinden biri. Kalp-damar ve şeker başta olmak üzere birçok önemli hastalığın temelinde aşırı kilolar yatıyor. Dolayısıyla obezite ile mutlaka mücadele edilmesi gerekiyor. Elbette bunun için diyet, spor ve ilaç gibi pek çok yöntem var. Ama bugün sizlere çok etkin bir başka yöntemden bahsedeceğim. Tıptaki adı, ‘İntragastrik Balon’. Daha anlaşılır adıyla; mide içi zayıflama balonu. Ameliyatsız bir yöntem olan İntragastrik Balon yöntemini ve obeziteyi Akay Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. Adnan Bulut’la konuştuk.

İntragastrik Balon yönteminin ne olduğunu anlatır mısınız?
İntragastrik balon ameliyatsız bir yöntem. Tamamen kansız-kesisiz olup, endoskopik bir girişim. Mideye şişirilebilir bir balon yerleştirerek kilo verdirme yöntemi, ilk defa 1982 yılında ünlü kalp cerrahı Debakey tarafından geliştirilmiştir. İlk kullanım amacı obez kalp hastalarını cerrahi operasyonlar öncesinde zayıflatmak ve böylece ameliyat risklerini en aza indirmektir. Bu yöntemin etkili olduğunun görülmesi ile en ideal mide balonunun geliştirilmesi için çalışmalar hızlandırılmıştır ve günümüzde de devam etmektedir. Sistem hastanın midesine yerleştirildikten sonra bir kitle etkisi oluşturup, dolgunluk ve doygunluk hissi yaratmaktadır. Mide balonu sistemi mide boşalımını da geciktirerek Ghrelin hormonu üzerinden açlık hissini azaltmaktadır.

BEŞ YIL GEREKİYOR

Hangi hasta tipi balon takılması için uygundur?
Balon uygulanacak hastanın vücut kitle indeksi (VKİ) 30-40 arasında olmalıdır. Ameliyata hazırlanacak morbid obez ve süper obezlerin cerrahi risklerini azaltmak için de operasyon öncesi balon uygulaması yapılabilir. Hasta en az beş yıldır obez olmalıdır. Balon uygulama kararı diyet, egzersiz ve ilaç tedavilerinden sonuç alınamamış obez hastalarda veya yapılacak cerrahi operasyonlar öncesinde bir seçenek olarak önerilmelidir.

Peki hangi hasta tipi balon takılması için uygun değildir?
Yemek borusunda iltihap ve ülser gibi hastalıkları bulunan veya daha önceden mide-bağırsak sisteminden ameliyat geçirmiş obez kişilerde, bağırsakların iltihabi hastalıklarında, laparotomili (karın ameliyatı geçirmiş) hastalarda, ciddi laparoskopi ameliyatı geçirmiş hastalarda, mide fıtığı olan obez kişilerde, mide -bağırsak sisteminden kanaması veya kanama eğilimi olan obez kişilerde, uyuşturucu bağımlısı veya alkolik kişilerde, yaşı 16’dan küçük, 60 yaşından büyük obezlerde, romatizmal ağrı kesici, kan sulandırıcı veya sistemik kortizon kullanan kişilerde, mental bozukluğu olan obez kişilerde, vücut kitle indeksi uygun olmayan şişmanlarda sadece kozmetik amaçla bu yöntemin kullanılmaması gerekir.

MİDEDE ŞİŞİRİLİYOR

Mide balonu operasyonu nasıl gerçekleşir?
Balon, endoskopi yardımı ile ağız yoluyla yemek borusundan geçirilerek, endoskopik gözetim altında mide içine yerleştirilir. Deneyimli endoskopistler tarafından yapıldığında neredeyse “sıfır” komplikasyon riski ile gerçekleştirilebilen uygulamadır. Mide içine ağızdan sönük olarak gönderilen balon, mideye ulaştırıldığında ucuna bağlı tüp aracılığıyla serumla doldurularak şişirilir ve bağlı olduğu tüpten kolayca ayrılarak mide içinde bırakılır.

Hasta bu yöntemle ne kadar kilo kaybeder?
Bu yöntem, şişman kişinin altı ay içinde yüzde 20-25 civarında kilo kaybetmesini sağlar. Diyet ve egzersiz programlarının düzenli uygulanması ile 30-40 kiloya kadar kilo kaybı beklenebilir. Haftada 1 kilo kaybı, programa en uygun durumdur. Bizim hastalarımızda ortalama kilo kaybı 6 ayda 15-20 kilogramdır.

Mide balonu takıldıktan sonraki süreç nasıl olmalıdır?
Balon, şişmanlığın geçici tedavisinde kullanılır, kaybedilen kiloların korunmasına yardım eder. Ayrıca obezite cerrahisi öncesinde, ameliyat olacak hastaların ameliyat öncesinde zayıflatılması ve cerrahi risklerin azaltılmasına yardımcı olur. Ancak balon mide içinde en fazla 6 ay bırakılabilir. Balon çıkarıldıktan sonra kişi uygun bir diyet ya da egzersiz programını benimsemezse tekrar kilo alabilir.

OP. DR. ADNAN BULUT KİMDİR?

1961’de Ankara’da doğan Op. Dr. Adnan Bulut, 1985’te Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi. 1986–1995 yılları arasında SSK Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve AÜTF Transplantasyon Ünitesi’de eğitimini tamamladı. SSK Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servis Şefi ve Ankara Yıldırm Bayazıt Hastanesi Başhekim Yardımcısı olarak görev yaptı. 2008 yılı itibari ile genel cerrahi uzmanı olarak görev yaptığı Akay Hastanesi’nde başhekim ve yönetim kurulu başkanlığını sürdürüyor.

ÖNÜMÜZDEKİ HAFTA

Sevgili okurlar, önümüzdeki hafta konumuz spor yapan herkesi yakından ilgilendiren ön çapraz bağ yaralanmaları tedavisini ele alacağız. Konuğumuz ise Medical Park Ankara Hastanesi Ortopedi Kliniği’nden Doç. Dr. Ertuğrul Akşahin, ön çapraz bağ tedavisinde uygulanmaya başlayan ve son derece etkili sonuçlar veren “Minimal İnvaziv Ön Çapraz Bağ Cerrahisi” yöntemini anlatacak. Konuyla ilgili merak ettiklerinizi hafta boyunca skalyoncu@hotmail.com adresinden ulaştırabilirsiniz.

Yazının devamı...
Prostata karşı hızlı buharlaşma
26 Haziran 2015

Sık idrara çıkma, idrar akışının yavaş olması, idrarı tam olarak bitirememe, aniden idrara sıkışma, idrarda kan varlığı gibi belirtilerle kendini gösteren prostat büyümesi, iyi huylu bir hastalıktır ve tedavi gerektirir. Günümüzde kullanılan güvenilir tedavi yöntemlerinin başında ise bir lazer sistemi olan “Greenligt XPS” geliyor. Prostat dokusunu buharlaştıran ve kanama durdurucu etkinliği olan bu yöntemi TOBB ETÜ Hastanesi’nden Üroloji Uzmanı Dr. Şükrü Ali Altan ile konuştuk.

Prostat büyümesi tedavisinde son yıllarda kullanılan lazer sistemi Greenlight hakkında bilgi verir misiniz?


Greenlight prostat büyümesinin cerrahi tedavisi için geliştirilmiş bir lazer sistemidir. Bu sistemle lazer ışınları idrar kesesi ile idrarın çıktığı yer arasındaki kanal boyunca ilerletilen bir teleskop aracılığıyla prostata iletilip, büyümüş olan dokusu buharlaştırılır. Bu lazerin alyuvarlar içerisinde bulunan hemoglobine yüksek ilgisi vardır. Bu nedenle işlem esnasında kanama görülmemektedir. Lazer ışınları 1-2 mm derine etki ettiğinden etkisi kontrol altındadır, buharlaşan alanın altında hasar yapmaz.

Bir de Greenlight XPS var. Bu sistem hakkında neler söyleyeceksiniz?


2000’li yılların başında 80 wattla başlayan Greenlight lazer uygulamaları, 2013 yılında Greenlight XPS 180 watt lazer cihazının geliştirilmesiyle prostat tedavisine yeni bir boyut kazandırmıştır. Greenlight XPS bu alandaki en son jenerasyon cihazdır ve eski lazer uygulamalarına göre yüzde 76 daha fazla buharlaşma, yüzde 77 daha hızlı cerrahi ve yüzde 33 daha fazla kanama durdurucu etkiye sahiptir.

SERTLEŞME SORUNUNA YOL AÇMIYOR

Peki Greenlight XPS’in diğer prostat büyümesine yönelik cerrahi yöntem seçenekleri ile karşılaştırıldığında üstünlükleri nelerdir?


Greenlight XPS, prostat büyümesine yönelik yapılacak cerrahi yöntemler içerisinde, kanamanın görülmemesi, hastanede kalış ve sondalı kalma süresinin kısa olması, lokal anestezi altında bile uygulanabilir olması, sertleşme sorunlarına yol açmaması nedeniyle ön plana çıkmaktadır.

Sistemi güvenli midir?


Greenlight lazer sisteminin güvenliliği Amerika Birleşik Devletleri’nde tıbbi cihazların kullanılmasını denetleyen kuruluş olan FDA (Food and Drug Administration) tarafından onaylanmıştır.

Operasyon esnasında hastaların anesteziye ihtiyacı oluyor mu?


Çoğu hasta genel anesteziye ihtiyaç duyulmadan spinal ya da epidural anestezi ile opere edilmektedir. Ameliyat olması gereken ama anestezi alamayacak kadar genel durumu bozuk yüksek riskli hastalarda, lokal anestezi ile de yapılabilir.

SONDA 24 SAATTE ÇIKIYOR

Kan sulandırıcı hap kullananlara bu teknik uygulanabilir mi?


Bu yöntem kardiyovasküler riski yüksek ve kan sulandırıcı ilaç kullanan hastalarda özellikle tercih edilmelidir. Operasyon sonrası hastaların çoğu aynı gün içerisinde evlerine gidebilecek durumda olmalarına rağmen, yine de gözlem amaçlı hastane ortamında bir gece izlenmesi tercih edilir. İşlem sonrası hastaların yaklaşık yüzde 50’sine idrar sondası takılmamaktadır. Sondası takılmışsa da çok büyük çoğunluğunda ilk 24 saat içerisinde çıkartılmaktadır.

Operasyon sonrası idrar şikayetleri ne zaman düzelir ?


Çoğu hastada 24 saat içerisinde işeme kuvvetinde belirgin düzelme olsa da cerrahi işlemlerden sonra iyileşme bir süreçtir. Hastaların işeme şikayetlerinde düzelme günden güne daha belirgin hale gelir. Hastaların çoğu işlem sonrası masa başı işlerine, araba sürme gibi günlük aktivitelerine birkaç gün içerisinde dönmektedirler. Ancak hastalarımızdan 2 hafta boyunca koşmak, ağır kaldırmak, bisiklete binmek gibi ağır aktivitelerden kaçınmalarını ve 4 hafta cinsel ilişkide de bulunmamalarını istiyoruz.

YAN ETKİLERİ NELER

Uygulamanın yan etkileri, riskleri, komplikasyonları neler?


Bu işlemi uygulayan pek çok üroloğun ortak görüşü, belirgin bir dezavantıjının olmadığıdır. Hastaların büyük kısmı yüksek memnuniyet bildirmişlerdir. Operasyon sonrası idrar yaparken hafif yanma hissi ve idrarda az miktarda kan görülmesi normaldir. Tüm prostat cerrahilerinde olduğu gibi Greenlight XPS’de de boşalma sırasında meninin mesane içine kaçması görülebilir. Yapılan klinik çalışmalarda operasyon sonrası, kan nakli gerekecek kanama, TUR-sendromu, sertleşme problemi bildirilmemiştir. Bu uygulama prostatın iyi huylu büyümesinin tedavisinde klasik yöntemlerin etkinliğini gösterirken, hasta konforu ve güvenliği açısından üstünlükleri olan bir yöntemdir.

Yöntem kimlere uygulanamaz ?


Akut prostat iltihabı ve ileri derecede idrar yolu enfeksiyonu olan hastalarda uygulanmamalıdır. Prostat kanseri tespit edilmiş hastalarda ancak hastanın idrar yapabilmesi amacıyla kullanılabilir.

****

DR. ALİ ALTAN KİMDİR?

1974 yılında Ankara’da doğdu. 1997 yılında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra 2002 yılında Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Üroloji Kliniği’nde Üroloji İhtisasını tamamladı. Gölcük Deniz Hastanesi’ndeki askerlik hizmetini takiben 2004-2010 yılları arasında Özel Mesa Hastanesi, 2010 yılından beri de Özel TOBB ETÜ Hastanesi’nde çalışan Dr. Ali Altan’ın klinik ilgi alanları içerisinde Endoüroloji ve Androloji bulunmaktadır.

****

ÖNÜMÜZDEKİ HAFTA

Sevgili okurlar önümüzdeki hafta konumuz Obesite tedavisinde İntragastrik Balon (Mide içi zayıflama balonu) uygulaması. Ameliyatsız, endoskopik bir yöntem olan intragastrik balon uygulamasıyla ilgili merak edilenleri, önümüzdeki hafta Ankara Akay Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Adnan Bulut ile konuşacağız. Sizler de merak ettiklerinizi skalyoncu@hotmail.com adresinden iletebilirsiniz.

Yazının devamı...
Psikoterapiye kulak verin
19 Haziran 2015

Sevgili okurlar bu hafta konumuz ‘Psikiyatrik Bozukluklarda Psikoterapi Yöntemi; Bilişsel Davranışcı Tedavi’. Yaşamın akışında her insanın uğraşmak zorunda kalabileceği bir çok psikolojik soruna çözüm olanağı sağlayan, psikoterapilerden biri ve en yaygın olarak karşılaştığımız terapi yaklaşımı ise Bilişsel Davranışçı Terapidir (BDT). Günümüz dünyasında psikolojik sağlık alanındaki gelişmeler ve buna bağlı olarak alternatif tedavi yöntemleri ön plana çıkmakta. İşte bu tedavi yöntemlerinden biri olan BDT’yi, yaklaşık 20 yıldır hem araştırma hem uygulama alanında çalışmalarını sürdüren Prof. Dr. Mehmet Hakan Türkçapar’a sizin için sorduk o da yanıtladı.

Bilişsel Davranışçı Terapi nasıl bir terapi türüdür?
BDT bilimsel bulgulara dayalı olarak geliştirilen ve bilimsel ilkelere dayanan bir psikoterapi türüdür. Bu nedenle etkili olduğu bilimsel olarak bir çok klinik çalışmayla ortaya koyulmuştur. Sözel olarak görüşmelerle ve davranış değişimleriyle, psikolojik problemlere çözüm olmayı hedefler. Diğer psikoterapilerden farkı, psikoterapi süreci ve içeriği yapılandırılmıştır. Sorunun türüne ve gelen kişinin özelliklerine göre 6 görüşme ile 24 görüşme arasında değişen sürelerde olabilir. Öncelikli amacı terapiye başvuran kişinin sorunlarına çözüm bulmaktır. Bu bağlamda BDT terapist-danışan işbirliğine dayanır. Yani bir nevi ekip çalışmasıdır. Danışanın da, terapist kadar etkin rolü vardır. Bu sayede danışan, terapiden sonra da sorun çözmekte kullanabileceği beceriler kazanmış olur.

Peki BDT yaklaşımını açıklayabilir misiniz?
BDT olayları nasıl gördüğümüze, nasıl anlamlar yüklediğimize bakar. Buna “algı” deriz. Örneğin aynı olay karşısında farklı insanlar farklı şeyler düşünür ve farklı tepkiler verirler. Farklı tepkiler vermemiz, farklı şeyler düşünmemizle; yani olan biteni farklı algılamamızla yakından ilişkilidir. Bilişsel kuram işte tam da bu noktayla ilgilenir. Sıkıntılı ve baskı hissettikleri zamanlarda insanların net ve açık bir biçimde düşünmeleri zorlaşır. Düşünceler olan bitenle uyumsuz hale gelir ve bu yüzden işlevsizdir. BDT, danışana bu uyumsuz düşüncelerini bulmasına, değiştirerek gerçeğe daha yakın düşünceler geliştirmesine yardımcı olur. Davranışçı kısımda ise danışan için sorun olan davranışın alternatifleri bulunur, görüşmeler sırasında ve sonrasında bu alternatifler denenir.

O zaman, terapi almayı düşünen bir kişi neden BDT’yi tercih eder?
Yapılandırılmış ve göreceli olarak kısa süreli olması tercih sebeplerinden biri olabilir. Ayrıca danışanı pasif gören sadece ilaç kullanımındansa, danışanın sorununun çözümüne aktif bir biçimde katkıda bulunduğu bir tedavi yöntemini seçmesinin sonuçları daha olumlu ve kalıcı olacaktır. Bunun yanında BDT’nin sonucunda danışan, bir çok beceriyi kazanmış olarak terapiyi noktalar.

Nedir bu beceriler biraz bahseder misiniz?
Sorunun oluşmasında ve sürmesinde rol oynayan gerçekçi olmayan; diğer bir deyişle yararsız düşünceleri saptamak ve değiştirmek bunlardan biridir. Çocuklukta öğrenme ve yaşantı ile oluştuğu düşünülen ve işlevsiz düşüncelere sebep olduğu varsayılan köklü inançları değiştirmek ve gerçeğe en yakın hale getirmek de terapi sürecindeki hedef kazanımlardan biri olabilir. Çevreyle daha uyumlu ilişkiler ve iletişim kurmak, kendini ifade etmek ve davranış değişikliği de beceriler arasında sayılabilir. Ancak bu beceriler ve kazanımlar probleme özgü olarak çeşitlenir ve danışanın ihtiyaçları doğrultusundadır.

BDT’den faydalanmak için danışana neler düşer?
Görüşmelere tam ve zamanında gelmek, işbirliğine açık olmak, terapi görüşmelerinden elde edilen kazanımları yaşamında uygulamak, terapi süresince bilişlerdeki ve davranışlardaki değişimin önemli unsurlarından olan ödevleri yerine getirmek gibi sorun çözümüne katkı sağlayan ve kolaylaştıran tutumlar vardır.

Hangi sorunlar BDT ile aşılabilir ve kimler BDT’den faydalanabilir?
Günlük sıkıntılardan tutun da psikopatolojik durumlara kadar geniş bir yelpazedeki sorunlara BDT’nin iyi geldiğini araştırmalar gösteriyor. Örnek verecek olursak; uyum sorunları, zaman yönetimi, kendini anlamak gibi durumların yanı sıra depresyon, obsessif kompülsif bozukluk, panik ataklar, yeme bozuklukları. Daha da çeşitlendirebiliriz. BDT’den faydalanma noktasında bir ayrım söz konusu değildir. Çok yaşlı olmamak bir avantaj sayılabilir ancak değişime hazır ve açık, bu konudaki motivasyonu güçlü olan her yaş kesiminden insana hitap ettiğini söyleyebiliriz.

PROF. DR. HAKAN TÜRKÇAPAR KİMDİR

Dr. Türkçapar 1990 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni, 1995 yılında psikiyatri ihtisasını bitirdi. Uzmanlık sonrası 1997’de Beck Institute for Cognitive Therapy and Research’de Bilişsel psikoterapi eğitimi gördü. 1999 yılında New York Ellis Institute’de eğitim aldı. 2000 yılında Psikiyatri Doçenti, 2012 yılında Psikiyatri profesörü olan Dr. Türkçapar, Psikiyatri’nin yanı sıra Sosyal Antropoloji alanında da uzmanlaşarak 2002 yılında Sosyal Antropoloji alanında bilim uzmanı, 2009 yılında da Sosyal Antropoloji doktoru oldu. 2005-2012 arasında Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Araştırma Hastanesi Psikiyatri kliniği şefliğini yapan Dr. Türkçapar, halen Bilişsel Davranışçı Psikoterapiler Derneği başkanlığı görevini yürütüyor.

ÖNÜMÜZDEKİ HAFTA

Sevgili okurlar önümüzdeki hafta konumuz prostat tedavisinde Greenlight tedavisidir. Greenlight prostat büyümesinin cerrahi tedavisi için geliştirilmiş bir lazer sistemidir. Bu sistemle lazer ışınları üretra (idrar kesesi ile idrarın çıktığı yer arasındaki kanal) boyunca ilerletilen bir teleskop aracılığıyla prostata iletilip, büyümüş olan prostat dokusu buharlaştırılmaktadır. Prostat büyümesi nedir nasıl tedavi edilir, greenlight tedavisi nedir ve avantajları nelerdir, önümüzdeki hafta Üroloji Uzmanı Dr. Ali Altan ile konuşacağız. Sizler de konuyla ile merak ettiklerinizi hafta boyunca skalyoncu@hotmail.com adresinden bana iletebilirsiniz.

Yazının devamı...
Sağlıklı gelişim için gerekli
12 Haziran 2015

Sevgili okurlar bu hafta konumuz kronik yani uzamış öksürük. Kimi zaman enfeksiyondan kimi zaman da alerjiden kaynaklanan kronik öksürük rahatsız edici olmakla beraber, bir süre sonra hastaların bu duruma alışmasıyla ihmal edilebilmektedir. Ancak kronik öksürükler de tüm diğer hastalıklar gibi tedavi edilmelidir. Bu önemli konuyu özellikle de çocukluk çağı kronik öksürüklerini sizlerden gelen sorular doğrultusunda Ankara Acıbadem Hastanesi doktorlarından Çocuk Hastalıkları ve Alerji Uzmanı Doç. Dr. H. Cem Razi ile konuştuk.Hafta boyunca sizlerden gelen mailler doğrultusunda merak edilenleri sorduk, o da yanıtladı.
Özellikle kış geldiğinde, enfeksiyonlar artmakta, bir de pek çok çocuk kreşe veya anaokuluna başlamakta ve düzelmeyen, anne ve babaların kabusu olan sık tekrarlayan öksürükler tekrar başlamaktadır. En sık karşılaşılan senaryo nedir?
En sık karşılaşılan senaryolardan birisi şöyle; 2-4 yaş arası sağlıklı, daha önce ailesi tarafında özenle bakılan ve enfeksiyonlardan sakınılan bir çocuk kreşe veya anaokuluna başlar. Doğal olarak bir üst solunum yolu enfeksiyonu olur, fakat öksürük düzelmez ve uzar. Bir şekilde biraz düzeldikten sonra aile, ?tamam her şey rayına giriyor” diye düşünürken tekrar ateşi yükselir veya tekrar burnu akmaya başlar ve öksürük tekrar artar. Aile çocuğu tekrar doktora götürür, ilaçlar, antibiyotikler derken öksürük yine biraz azalır veya düzelir. Aile yine bir ?ohh” çeker, ama kısa süre sonra olay tekrarlar. Bu durum kış boyu devam eder. Bazı çocukların ise nefes yolu ile astım ilaçları (ventolin) kullanması bile gerekebilir. Çocukların bir kısmında antibiyotik kullanımı ile burun akıntısı düzelir ama ilaçlar kesilince tekrarlar ve çocuk çok sık antibiyotik kullanmak zorunda kalır. Bu durumda çocuk, okula gitmediği günler nedeniyle okuldan geri kalmakta ve ailelerin iş gücü kaybı olmaktadır. Ayrıca ve ailenin psikolojisi bozulmaktadır.

ANTİBİYOTİK GEREKMİYOR

Kreşe veya anaokuluna başlayan çocuklar kış mevsiminde neden diğer çocuklara göre daha sık hasta oluyor? Kreşe başlama ile sık enfeksiyon arasında nasıl bir ilişki vardır?
Okul öncesi yaş grubundaki çocuklar daha büyüklere göre daha sık hasta olmaktadırlar. Özellikle kreşe veya anaokuluna yeni başlayan çocuklarda enfeksiyon sıklığında belirgin artış olmaktadır. Çünkü immün sistemleri henüz gelişme aşamasındadır ve bazı mikroplarla henüz ilk defa karşılaşmaktadır. Ayrıca hergün sınıftaki çocukların en az bir tanesi hasta gelmekte ve diğer çocuklara bu enfeksiyon kolayca bulaşmaktadır. Aileler şunu çok iyi anlamalıdır ki 2 yaşına kadar olan çocuklar yılda 6-8 arasında basit üst solunum yolu enfeksiyonu geçirebilmekte ve bu enfeksiyonların yüzde 80’den fazlası virüsler aracılığı ile olduğu için antibiyotik tedavisi gerekmemektedir. Yaş arttıkça enfeksiyon sıklığı biraz daha azalmaktadır. Bu geçirilen üst solunum yolu enfeksiyonları immün sistemin sağlıklı gelişmesi için gereklidir. Fakat ilk 3 yılda virüslerle olan solunum yolu enfeksiyonlarının tekrarlaması astım gelişimi için de en önemli risk faktörlerinden birisidir.
Peki çocuklarda sık solunum yolu enfeksiyonuna neden olan durumlar nelerdir?
Çocuklarda kronik öksürüğün veya sık tekrarlayan öksürüklerin çok sayıda nedeni bulunmaktadır. Pratik hayatta çok sık olarak karşılaşılan ve ne yazık ki tanı ve ayırıcı tanıları tam olarak yapılamayan ve birbirleri ile çok sık karışan bunlar arasında şunlar sayılabilir:
“Alerjik hastalıklar. Kalıcı veya geçici astım varyantları (çeşitleri)
Öksürükle giden astım. Kreşe veya yuvaya bağlı reaktif hava yolu hastalığı. Evde okula giden bir kardeşinin olması (eve sık enfeksiyon taşınmasına neden olarak) İyi tedavi edilmemiş sinüzitler, kronik sinüzit, akut tekrarlayan sinüzit. Gastroözefageal reflü hastalığı. Geçici veya hafif immün sistem bozuklukları, sayılabilir. Daha nadir olarak, üst ve alt hava yolunun konjenital anormallikleri, bazı genetik akciğer hastalıkları, konjenital kalp hastalıkları ve konjenital immün yetmezlikler.”
Bazı çocukların astım ilaçları kullandığını görmekteyiz. Çocuklarda solunum yolu enfeksiyonları ile astım arasında bir bağlantı var mı?
Tabi ki var. Çocuklarda astım ataklarının en sık nedeni virüslerle olan üst solunum yolu enfeksiyonlarıdır, yani bildiğimiz soğuk algınlığıdır. Ayrıca bugün küçük çocuklarda tekrarlayan virüs enfeksiyonlarının astım gelişimi için de çok önemli bir risk faktörü olduğunu biliyoruz. Kreşe veya anaokuluna başlayan çocuklarda doğal olarak enfeksiyon sıklığında artış olmaktadır ama bazı çocuklarda enfeksiyonlara bağlı bronş hassasiyeti oluşmakta ve bu durum astımı ortaya çıkarabilmek, veya astım ataklarının sıklığını ve şiddetini artırabilmektedir.
Okul öncesi çocuklarda diğer çocuklardan farklı olarak 6 adet astım çeşidi vardır. Bunların bir kısmı zaman içinde düzelirken, bir kısmı ise gerçek astım olup, bulgular ileriki yaşlarda da devam etmektedir. Bu çocukların bir kısmı alerjik olup, bir kısmı ise alerjik değildir. Bu hastaların hepsinde tekrarlayan bronşitler, sık tekrarlayan enfeksiyonlar, sık tekrarlayan veya düzelmeyen öksürük ve hışıltı gibi benzer şikayetler görülmekte olup, bu durumların birbirinden ayrılabilmesi sadece çocuk alerji uzmanları tarafından yapılabilmektedir. Ayrıca astımın bazı tipleri sadece tekrarlayan öksürük atakları ile gidebilmekte, bronşlarda daralma yapmamakta ve bu durum tanının geç konmasına ve yanlış ve gereksiz ilaçların kullanımına neden olabilmektedir.
Tüm dünyada tanı konmuş, tedavisi başlanarak izlem altına alınmış astımlı çocuk sayısından çok daha fazla çocuk tanı konamadan yıllarca gereksiz ve bazen yanlış ilaçlar kullanmak zorunda kalmaktadır. Sık enfeksiyon geçiren bir çocukta doğru ayırıcı tanı yapılamaz ve doğru tanı konamazsa, aşırı ve gereksiz antibiyotik kullanımı, hastalığın kronikleşmesi ve komplikasyonların oluşması gibi istenmeyen durumlar gelişebilir.

BELİRTİLERE DİKKAT

Sık öksürük şikayeti olan veya sık solunum yolu enfeksiyonu geçiren çocukların aileleri hengi bulgulara dikkat etmeli ve ne zaman çocuk alerji doktoruna gitmeliler?
Anne ve babalar tarafında çocuklarında aşağıdaki durumların olup olmadığının mutlaka dikkatli bir şekilde gözlemlenmesi gerekmektedir:
1. Enfeksiyonlar ve öksürük sık tekrarlıyorsa
2. Öksürük bir türlü tam olarak düzelmiyorsa
3. Çocuk sık antibiyotik kullanmak zorunda kalıyorsa
4. Burun akıntısı bir türlü tam olarak düzelmiyorsa
5. Öksürükler 10 günden uzun sürüyorsa
6. Hastalık sırasında çocuk gece uykuda öksürüyor veya öksürerek uykudan uyanıyorsa
7. Hasta olduğunda göğsünde hırıltı veya hışıltı duyuluyorsa
8. Hareketle veya eforla öksürük artıyorsa
9. Tozlu ortamlarda nöbet şeklinde öksürükler oluyorsa
10. Doktor tarafından bronşit veya bronşiyolit tanısı konmuşsa
11. Annede, babada ve kardeşinde alerji veya astım varsa
12. Çocuğa daha önce kortizonlu ilaç veya nefes yolu ile kullanılan ilaçlar (ventolin) verilmişse
13. Tekrarlayan öksürükler köpek havlaması şeklindeyse veya çocuğunuz sık larenjit oluyorsa.
14. Çocukta ağız kokusu, karın ağrısı, şişkinlik veya geğirme sık oluyorsa
15. Çocukta beraberinde atopik (alerjik) egzema varsa
16. Çocuk diğer çocuklardan daha fazla terliyorsa
Bu çocukların mutlaka bu konu ile ilgilenen bir çocuk alerji uzmanı tarafından ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmeli ve gerekirse alerji testleri ve bağışıklık testleri yapılarak doğru tanının konması gerekmektedir.

ÖNÜMÜZDEKİ HAFTA:

Sevgili okurlar önümüzdeki hafta konumuz ’Psikiyatrik Bozukluklarda Psikoterapi Yöntemi; Bilişsel Davranışcı Tedavi.‘ Yaşamın akışında her insanın uğraşmak zorunda kalabileceği bir çok psikolojik soruna çözüm olanağı sağlayan, psikoterapilerden biri ve en yaygın olarak karşılaştığımız terapi yaklaşımı ise Bilişsel Davranışçı Terapidir (BDT). Bu ilginç ve birçok bilinmeyeni olan konuyu Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Hakan Türkçapar’la konuşacağız.Sizler de konuyla ilgili merak ettiklerinizi hafta boyunca skalyoncu@hotmail.com adresinden bana iletebilirsiniz.

CEM RAZİ KİMDİR

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1992 yılında Tıp Doktoru olarak mezun olan Doç. Dr. H. Cem Razi, dört yıl pratisyen hekim olarak çalıştıktan sonra 1996-2000 yılları arasında Ankara Dışkapı Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanlık eğitimini aldı. Üç yıl Çocuk Hastalıkları Uzmanı olarak çalıştıktan sonra, 2003-2006 yılları arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Allerji ve Astım Bilim Dalında Yan Dal ihtisasını yaptı. 2007 yılında Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Çocuk Alerji Uzmanı olarak çalışmaya başladı ve 2013 yılında Doçent Doktor ünvanını aldı. Çocuk Alerji Uzmanı olarak 7 yıl çalıştıktan sonra devlet memurluğundan istifa etti. Şu anda özel muayenehanesinde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk İmmünolojisi ve Allerji Uzmanı olarak çalışmaktadır.

Yazının devamı...
Kalıcı bozukluğa sebep olabilir
5 Haziran 2015

Sevgili okurlar bu hafta konumuz insanoğlunun yüzyıllardır karşılaştığı hastalıklardan biri olan üriner sistem taş hastalığı. Üriner sistem (böbrekler ve idrar yolları) taşları, maalesef kişilerin yaşam kalitesini ciddi biçimde etkileyecek ağrılara yol açmakta, böbrek işlevlerinin bozulmasına neden olabilmektedir. Toplumda görülme sıklığı giderek artan bu hastalığa karşı farkındalık yaratmak amacıyla bu hafta konunun uzmanı, Medical Park Ankara Hastanesi’nden Üroloji Uzmanı olan Doç. Dr. Cengiz Kara ile üriner sistem taş hastalığının oluşumu, risk faktörleri, belirtileri, tanısı ve tedavisini konuştuk.
- Öncelikle hastalığın toplumda görülme sıklığı ve taş oluşumuna neden olan faktörler hakkında bilgi verir misiniz?
Üriner sistem taş hastalığı, toplumun her kesiminde rastlanılan en sık ürolojik hastalıklardan biridir. Toplumda her 10 kişiden biri yaşamının bir döneminde taş oluşumu ile karşılaşır. Yaşam tarzı ve diyetsel değişikliklere bağlı olarak erkeklerde yaklaşık 3 kat daha fazla oluşur. Tedavi edilmeyen ve ihmal edilen taş hastalığı böbrek fonksiyonlarının kalıcı bozukluğuna neden olabilir, Bu nedenle taş hastalığı ile ilgili bilinçli ve dikkatli olmak gerekmektedir. Taş oluşumuna neden olan faktörler ise yeterli sıvı alınamaması, beslenme alışkanlıkları, yaş ve cinsiyet, böbrek şekil bozuklukları/hastalıkları ve metabolik bozukluk ve hastalıklar, genetik faktörler, coğrafi ve iklimsel faktörler, idrar yolu enfeksiyonları ve idrar akışını engelleyen darlıklar ve tıkanıklıklar, bazı ilaçların kullanımı diyebiliriz.

BELİRTİ GÖRÜLMEYEBİLİR

- Peki hastalığın belirtileri nelerdir, tanı nasıl konulmaktadır?
Hastalığın belirtileri genellikle ağrı, idrar yollarında kanama, bulantı ve kusma, idrarda yanma ve/veya zorlanma, ateştir. Bu belirtiler tanıya yardımcı olmakla beraber hastada hiçbir belirti olmayabilir. Şüphe ihtimalinde mutlaka üroloji hekimi tarafından muayeneye gidilmelidir. Hekim gerekli gördüğü taktirde kan ve idrar tahlillerine ek olarak röntgen, ultrasonografi veya tomografi gibi radyolojik tetkiklerle tanıyı koyabilir.
- Üriner sistem taş hastalığının tedavisinde uygulanan yöntemleri ve bu yöntemleri tercih sebeplerinizi kısaca açıklayabilir misiniz?
Eğer taş semptomatik ise, ağrı kesiciler, bulantı ilaçları ve sıvı tedavisi gerekebilir. Taşın boyutu, yeri ve tıkanıklık yapıp yapmamasına göre tedavi şekli değişebilir. Taşların çok büyük bir çoğunluğu küçüktür (6 mm’den küçük) ve kendiliğinden düşerler. Fakat bu boyuttaki taşlar da tıkanıklık yapabileceğinden düzenli takip gerektirir. Aktif taş tedavisinde ise çeşitli yöntemler vardır.
Bu yöntemlerden biri Şok Dalgaları ile Taş Kırılması (ESWL). Söz konusu yöntemde taşın kırılması için odaklanmış ses dalgaları ciltten taşa doğru aktarılır. Taş ses dalgalarının enerjisini emer ve parçalanır, idrar yollarından küçük parçalar halinde dökülür. Genellikle 1.5 cm’den küçük taşlara önerilir.
Bir diğeri Endoskopik Üreter Taşı Tedavisi. Bu yöntem ise taşların tıkanıklık yaptığı ve ESWL’nin etkin olmadığı durumlarda idrar kanalından ince çaplı sert veya yumuşak aletlerle girilerek taşın lazer veya havalı aletlerle parçalanarak dışarı alınmasıdır. Kapalı bir yöntem olup kesi gerektirmemektedir. Komplikasyon oranları oldukça düşüktür.
Retrograd Intrarenal Cerrahi (RIRS) yöntemi de bir diğer tedavi yöntemidir. Bu da esnek üreterorenoskop denilen ucu yönlendirilebilen ince endoskopik bir alet ile idrar kanalından böbreğin içine girilerek, böbrek içindeki taşların lazerle parçalanması ve dökülecek küçük parçalara ayrılması işlemidir. Hastalar kendi taşlarının kırılmasını izleyerek ameliyat olmaktadırlar. Kanama bozukluğu olan hastalarda, aşırı kilolu hastalarda, kas iskelet sistemi deformitesi bulunan hastalarda, 2 cm’den küçük böbrek taşlarında, vücut dışından şok dalgaları ile taş kırma (ESWL) tedavisi ile kırılamayan böbrek taşlarında tercih edilmektedir.

KAPALI AMELİYAT YÖNTEMİ

Perkütan Nefrolitotomi yöntemi böbrek taşı problemleri yaşayan hastalarda, ağrı çekmeden ve kısa sürede günlük yaşama dönebilme imkânı veren kapalı ameliyat yöntemidir. Bu yöntem ile hastalar bir gün içerisinde ayağa kalkıp, en fazla birkaç gün içerisinde de normal hayatlarına dönebilmektedir. Açık cerrahi yöntemlerine göre çok daha avantajlı olan Perkutan Nefrolitotomi yöntemi, gebelik ve kanama problemi olan hastalar dışında tüm hastalara ve taşların hemen hemen hepsine uygulanabilmektedir.Bu yöntem genel anestezi ile uygulanmaktadır. Bel bölgesine bir santimetre civarında bir kesi açılmaktadır. Kesinin ardından bir kanal oluşturularak tüp yerleştirilmekte ve oluşturulan bu tüp yardımıyla böbreğin içerisine girilmektedir. Daha sonra taşlar bulunduğu yerde özel aletler (pnömotik,ultrasonik,laser litotripsi) ile kırılarak dışarı çıkarılmaktadır. Çok yüksek oranda başarı sağlanan yöntem ile en sert taşlar bile rahatlıkla kırılabilmektedir. Vücut dokularının normal yapısının koruyan yöntemin en önemli avantajı iyileşme süresinin oldukça kısa olmasıdır. Perkütan Nefrolitotomi, açık böbrek taş ameliyatı ile karşılaştırıldığında oldukça kısa bir sürede tamamlanmaktadır. Açık cerrahi ile tedavi ise günümüzde en az kullanılan ve komplike taşlarda tercih edilen yöntemdir.

DOÇ. DR. CENGİZ KARA KİMDİR

Tıp eğitimini Gülhane Askeri Tıp Fakültesi ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tamamlayan Cengiz Kara, uzmanlığını ise Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yaptı. Halen Medical Park Ankara Hastanesi’nde görevli olan Kara’nın tıbbi ilgi alanları; endoüroloji, laparoskopik üroloji, üroonkoloji, çocuk ve kadın ürolojisidir. Üroloji ile ilgili ulusal ve uluslararası pekçok bilimsel kuruluşa üye olan Doç. Kara’nın, yine üroloji üzerine yaptığı çok sayıda araştırma ve yerli-yabancı dergilerde yayımlanmış makaleleri bulunmaktadır.

ÖNÜMÜZDEKİ HAFTA

Sevgili okurlar önümüzdeki hafta konumuz ‘Çocuklarda Kronik Öksürük. Tek başına ya da başka belirtilerle birlikte çocuklarda en sık rastlanan solunum yolu yakınması olan öksürük, alt solunum yollarının kendini temizleme ve koruma amacıyla; istemli, istemsiz reflekslerle ya da bunların kombinasyonu ile oluşturduğu refleks bir mekanizmadır. Çoğumuzun doktora başvurmadan halletmeye çalıştığı bu önemli konuyu Ankara Acıbadem Hastanesi Doktorlarından Çocuk Hastalıkları ve Allerji Uzmanı Doç. Dr. Hasan Cem Razi ile konuşacağız. Sizler de bu konuyla ile merak ettiklerinizi hafta boyunca skalyoncu@hotmail.com adresinden bana iletebilirsiniz.

Yazının devamı...
Kronik ağrıya radyofrekans
29 Mayıs 2015

Sevgili okurlar uzun süreli ve inatçı ağrılar için, günümüzde, eski yıllara göre devrim olarak nitelendirilebilecek gelişmeler elde edildi. Özellikle; bir türlü iyileşmek bilmeyen, sık tekrarlayan bel, sırt ve boyun ağrılarının tedavisinde farklı ağrı tedavi yöntemleri uygulanmaya başlandı. Bunların en önemlisi, cerrahi tedavi olmaksızın ağrıların hızla ve en az yan etki ile tedavi edilmesidir ve modern girişimsel tedavi yöntemleri ile kronikleşen ağrıların yüzde 90´ına artık çare bulunmaktadır. Biz de ağrı tedavisiyle ilgili yeni yöntemleri bu hafta Ankara Acıbadem Hastanesi doktorlarından Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Kemal Erdemoğlu ile konuştuk. Konuyla ilgili merak edilenleri sorduk o da yanıtladı.

Ağrı Tedavi yöntemlerinden en sık kullanılan hangileridir?
Ağrılı bir hastaya ilaç, istirahat ve fizik tedavi yöntemleriyle yeterince yararlı olunamıyorsa, cerrahi girişim düşünülmüyor veya yapılamıyorsa; minimal girişimsel yöntemler ile radyofrekans uygulaması ideal bir çözüm olabilir.
Bununla beraber, hastanın ağrısının nedenine göre birkaç yöntem bir arada uygulanabilir ve bu sayede de etkinlik artırılabilir.

Peki kronik ağrıda Radyofrekans tedavisi nedir ve nasıl uygulanır?
Ağrıda Radyofrekans tedavisi; sürekli olarak ağrı üreten bölgedeki sinir iletim liflerinin devre dışı bırakılmasıdır. Bu alandaki sinirlere veya dokuya hasar verilmeksizin, radyofrekansın uygulandığı bölgedeki sinirler üzerinde düzenleyici etkisinden yararlanılır. Böylelikle uzun süreli ya da kalıcı ağrı tedavisi sağlanır. Steril şartlar sağlanarak, “küçük girişim” olarak adlandırılan yolla, özel bir cihaz ve çok yüksek titreşimli bir akım, özel bir kablo ve iğne aracılığı ile yalnızca ağrıyı taşıyan sinir lifine uygulanır. Böylelikle bu cihazı kullanarak yapılan müdahalelerde belirli bir sinire, kontrollü olarak uyarı verilir ve sinirin ağrı sinyallerini iletme özelliği kaybolur.

AMELİYAT GEREKTİRMİYOR

Radyofrekans uygulamasının diğer tedavilerden farkı nedir?
Özellikle bel, boyun, sırt ve diz ağrılarında etkili sonuç veren radyofrekans uygulamalarının diğer tedavilere kıyasla birçok önemli avantajı vardır. İşlem genel anlamda ağrısızdır ve ameliyat gerektirmemektedir. Son derece hassas cihazlarla, kontrollu olarak yapılır, uygulamanın yapılacağı yer, röntgen cihazı ile kesin olarak belirlenir ve elektronik cihaz tarafından belirlendiği için işlem emniyetle gerçekleştirilir.

Kronik ağrıda Radyofrekans tedavisi hangi durumlarda uygulanır?
Bel ve boyun eklemlerinin kireçlenmesi, faset eklem ağrısı. Bel ağrısı, omuz, diz, kalça eklemleri artrozu (kireçlenme) olan ilaç tedavileri ya da fizik tedavi
yöntemlerine yanıt vermeyen hastalar. Bel ve boyun fıtıkları. Genital bölge sinirlerine bağlı ağrılar. Sakroiliak eklem patolojileri. Omuz ağrısı, donuk omuz. Diz ağrıları, şiddetli diz kireçlenmesi. 6 aydan eski başarısız bel ameliyatına bağlı, tekrarlayan ağrılar. Sırt ve boyun ağrısı. Postüre bağlı ve mekanik kökenli ağrılar. Trigeminal nevralji. Topuk dikeni.

Aslında bu bir çeşit ameliyat; peki anestezi uygulanıyor mu ve ameliyat sonrası nekahat donemi genel olarak uzun sürer mi?
Hayır. İşlem lokal anestezi ve sedasyonun birlikte uygulanmasıyla gayet konforlu bir şekilde tamamlanabilir. Uygulanan bölge sayısına göre değişmekle birlikte işlem 20-30 dakika sürer ve yatış gerektirmez. Hastalar çoğunlukla işlemden sonra 2-3 saat kadar takip edildikten sonra evlerine gönderilir.

İSTİRAHAT ÖNERİLİYOR

Peki hastalara işlemder sonra özellikle kaçınmaları gereken hususlar konusunda önerileriniz nelerdir?
İşlemden sonraki 4-5 gün istirahat etmelisiniz. Tuvalet, banyo, yeme-içme gibi ihtiyaçlar dışında yatak istirahati önerilir. İstirahat süresinin bitiminde düzenli olarak kontrole çağrılırsınız ve gerekliyse egzersiz programına alınırsınız.

Kimlere Radyofrekans Tedavisi yapılmaz?
Girişim döneminde aktif enfeksiyonu olan, gebe olan veya gebe olma ihtimali olan, kanama bozukluğu olan, bel omurgasındaki kırıklar, şiddetli kemik erimesi, sekestre (omurilik kanalına parça düşmesi) bel fıtıkları, omurga tümörleri, omurgada iltihabi hastalığı olan hastalar tedaviye alınamazlar.

Bu tedavinin kalıcılık süresi ne kadardır?
Uygun hasta ve teknikler yapılınca, etki süresi ağrının tipine, başlangıç zamanına ve kişisel özelliklere göre birkaç aydan uzun yıllara kadar değişiklik gösterir.

Son olarak bu işlemi daha önce yaptırmış ancak başarısız olmuş hastalardan gelen bir soru; bu işlem en fazla kaç defa uygulanabilir?
İlk işlem yeterli ağrı kesici etki sağlamazsa bulgulara göre ikinci bir işlem uygulanabilir. İlk işlemden fayda görmeyen pek çok hastada ikinci işlemle yeterli tedavi edici düzeye ulaşılır. Sinir sistemi kendini yenileyebilen bir doku olduğundan bu yöntemler kalıcı yöntemler değildir ve eğer ağrı yeniden başlarsa tekrarlanabilirler.

ALİ KEMAL ERDEMOĞLU KİMDİR

1985 yılında TED Ankara Koleji, 1992 yılında Ankara Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Ankara Numune Hastanesi’nde Nöroloji dalında uzmanlık aldı. Amerika, Chicago, Colombus Cabrini Hospital ve Diamond Headache Clinic’te doktor olarak çalıştı. 2006 yılında Doçent unvanını, 2011 yılında Algoloji ve Klinik Nörofizyoloji uzman unvanını ve 2015 yılında Profesör Doktor unvanını kazanmıştır. Erdemoğlu, Kasım 2012‘den bu yana Ankara Acıbadem Hastanesi’nde Nöroloji ve Ağrı Merkezi’nde çalışmaktadır.

ÖNÜMÜZDEKİ HAFTA

Sevgili okurlar, önümüzdeki hafta toplumun her kesimini etkileyen ve en sık rastlanılan ürolojik hastalıklardan biri olan üriner sistem taş hastalığını ele alacağız. Üriner sistem taş hastalığının oluşumu, risk faktörleri, belirtileri, tanısı ve tedavisiyle ilgili Medical Park Ankara Hastanesi Uzmanları’ndan Doç. Dr. Cengiz Kara’yla konuşacağız. Konuyla ilgili merak edilenleri hafta boyunca skalyoncu@hotmail.com adresinden bana ulaştırabilirsiniz.

Yazının devamı...
Cerrahi tedavide yeni teknikler
22 Mayıs 2015

Sevgili okurlar bu hafta konumuz böbrek kanserleri ve bu kanserlerin tedavisinde kullanılan yeni cerrahi yöntemler. Böbrekler iki adet kuru fasulye şeklinde ve her biri birer yumruk büyüklüğünde organlardır. Karnın alt kısmında her iki tarafta bulunan böbrekler omurga boyunca uzanır. Böbrek kanserlerinin cerrahi tedavisi önceleri tam nefrektomi, yani böbreğini tamamen cikarilmasiyla gerçekleştiriliyordu. Son yıllarda ise gelişen tip teknolojisiyle yeni tedavi seçenekleri kullanılmaya başlandı. Bugün köşemizde böbrek kanserlerinin yeni tedavi yöntemleriyle ilgili Ankara Acıbadem Hastanesi doktorlarından Ürolog Doç. Dr. Cenk Acar ile konuştük, sizlerden gelen mailler doğrultusunda sorular sorduk, o da yanıtladı.

Öncelikle bize böbrek kanserlerinden kısaca bahseder misiniz?
Böbrek kanseri tüm yetişkin kanserlerinin yüzde 2-3’ünü oluşturmaktadır. Genellikle 60 yaş üzerinde ortaya çıkar. Bazı ailesel geçişli türlerinde erken yaşlarda da görülebilir. Böbreğin en sık idrarı süzen hücrelerinden kaynaklanan tümörüdür. Bunun yanında kanser, kan ve lenf yolu ile yayılarak vücudun diğer alanlarına yerleşebilir. Büyük boyutlara ulaştığında idrarda kan, ağrı ve böğür bölgesinde kitle hissi oluşur. Yine böbrek kanseri vücutta bazı metabolik denge mekanizmalarını bozarak, ateş ve gece terlemesi, halsizlik, kansızlık, kanda kalsiyum seviyesinin yükselmesi, karaciğer fonksiyonlarında bozulma ve kilo kaybı gibi şikayetlere neden olabilmektedir.

Günümüzde kullanılan görüntüleme yöntemlerinin, böbrek kanserinin erken tanısında etkisi nasıl oldu?
Ultrason, tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme (MR) gibi görüntüleme yöntemlerinin yaygın kullanılması, kanserlerin büyük bir kısmı erkenden teşhis edilebiliyor. Böbreğe sınırlı ve 7 cm’den küçük kitlelere “küçük böbrek kanseri” diyoruz. Yapılan çalışmalar, sadece böbrekteki kitlenin çıkarılmasının böbreğin tamamen alınmasıyla aynı onkolojik sonuçlara sahip olduğunu göstermiştir. Ayrıca, sadece kitle çıkarıldığında böbreğin diğer kısımlarının normal işlevine devam ettiği bilinmektedir. Böbrek fonksiyonlarının korunması böbrek kanserli hastaların cerrahi sonrası yaşam kaliteleri ve süresi için oldukça önemlidir.

HER HÜCRE ÖNEM TAŞIYOR

Peki, böbrek kanserleri tedavisi sonrası böbrek fonksiyonları ne ölçüde etkilenmektedir?
İlginç olarak, kanserli böbreğinin tamamı çıkarılan hastaların kanserleri nüks etmese bile sadece kitlesi çıkarılanlardan daha kısa yaşadığı gösterilmiştir. Bunun nedeni tek böbrekli kalan hastaların kronik böbrek hastalığı gibi hayatı tehdit eden durumlara yatkınlıklarının daha fazla olmasıdır. Bu nedenle küçük böbrek kitlelerinde korunabilecek her böbrek hücresinin önemli olduğu bilinmelidir.

Böbrek kanseri cerrahisindeki son teknolojik gelişmeler hakkında bilgi verir misiniz?
Üroloji alanında son birkaç yılın en popüler konularından birisinin parsiyel nefrektomi’deki teknik gelişmeler olduğunu söyleyebilirim. Böbrekteki kitlenin en az kanama ile tamamının çıkarılması ve geride kalan böbrek dokusunun sağlıklı bir şekilde korunması bu cerrahinin en önemli aşamasını oluşturmaktadır. Son yıllarda yapılan çalışmalar, küçük kesili cerrahileri daha kolaylaştıran ve geride kalan böbrek dokusunun daha iyi korunmasını sağlayan teknolojik gelişmelerin doğmasına neden olmuştur. İndosiyanin yeşili (İSY) adı verilen floresan maddenin vücuda enjekte edilmesi sonrası özel floresan kameralar sayesinde kitle ile normal böbrek dokusu ayırt edebilmekte ve ayrıca böbrek damarları ve dalları görüntülenebilmektedir. Bu sayede, sadece kanserin bulunduğu kısım daha net görüntülenmekte ve kitle onkolojik prensiplere daha uygun çıkartılabilmektedir. Ayrıca, böbrek kısmını besleyen damarlar net olarak ayırt edilmekte ve cerrahi teknik gereği geçici olarak kapatılabilmektedir. Bu şekilde hem kitlenin güvenli bir biçimde çıkarılması kolaylaşmakta hem de geride kalan böbrek dokusunun zarar görmesi engellenmektedir.

DOÇ. DR. CENK ACAR KİMDİR

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 2001’de mezun oldu. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı’nda uzmanlık eğitimini yaptı. Mardin Kızıltepe Devlet Hastanesi’nde ‘Devlet Hizmet Yükümlülüğü’nü tamamladı. Konya Asker Hastanesi’nde askerlik görevini yaptı. Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı’nda yardımcı doçent doktor olarak görev yaptı. Kasım 2012‘de Acıbadem Ankara Hastanesi’nde çalışmaya başladı. Eylül 2014 tarihinde “Doçent Doktor” ünvanını aldı.

ÖNÜMÜZDEKİ HAFTA

Sevgili okurlar, önümüzdeki hafta konumuz kronik ağrı tedavisinde radyofrekans uygulamalar olacak. Akut ağrı özellikle vücudumuzun bel ve boyun bölgeleri başta olmak üzere, her bölgesinde, her an ortaya çıkabilir. Ağrı tedavisinde çoğu zaman ağrı kesiciler ile günü kurtarırız. Ancak ağrı kronikleşince artık ağrı kesiciler cevap veremez ve değişik tedaviler aramaya başlanır. İşte bizde önümüzdeki hafta, kronik ağrı tedavisinde yeni yöntemlerden birisi olan Radyofrekans Uygulamalar konusunda Acıbadem Ankara Hastanesi Nöroloji ve Algoloji Uzmanı Prof. Dr. Ali Kemal Erdemoğlu ile konuşacağız. Sorularınızı skalyoncu@hotmail.com adresine yönlendirebilirsiniz.

Yazının devamı...
Yaşlanmak hastalık değil
15 Mayıs 2015

"Öleceğini bile bile yaşayan tek canlı insandır. Ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar” demiş, üstad Necip Fazıl Kısakürek... Ne ölümü, ne yaşlılığı kabullenir insanoğlu... Yaşlılık hastalık gibi algılandığı, öyle kabul edildiği için olsa gerek. Oysa yaşlılık bir hastalık değildir. Hatta Prof. Dr. Teslime Atlı’ya göre yaşlanmak, hayatın bize sunduğu güzelliklerden birisidir. Yukarıdaki satırlardan da anlayacağınız üzere bugünkü konumuz, ‘yaşlılık’, konuğumuz ise Güven Çayyolu Sağlık Kampüsü Dr. Aysun Küçükel İkinci Bahar Geriatri Merkezi’nden Geriatri uzmanı Prof. Dr. Teslime Atlı. Kendisine yaşlılık üzerine sorular sorduk o da yanıtladı.

Pek çok toplumda yaşlılık, hastalık gibi algılanyor. Siz yaşlılığı nasıl tarif ediyorsunuz?
Aristo yaşlılığı menfi bir durum olarak görmüş, “hastalığı zamansız gelen yaşlılık, yaşlılığı ise doğal bir hastalık” şeklinde tanımlamıştır. Artık böyle değil demeyi çok isterdim ama ne yazık ki hekimler de dahil olmak üzere bir çok insan hala yaşlanmanın bir hastalık olduğuna inanıyor. Oysa Goethe, yaşlılığın olumsuz bir dönem olarak algılanmasını reddeder, deneyim ve tecrübelerin zirveye ulaştığı bir dönem olarak tanımlar. Yaşlılara tecrübe birikimleri sebebiyle eski çağlarda her zaman saygı gösterilmiştir. Bilge oldukları düşünülmüş, yetenek ve tecrübelerinden istifade edilmiştir.

Yaşlanmayı hızlandıran etkenler nelerdir?
Yaşlılık, tıpkı çocukluk ve gençlik gibi yaşamın normal bir evresidir. Her insan yeterince yaşarsa yaşlanır. Yaşlanmanın hızı ve şekli kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Aynı yaştaki iki kişiden birisi diğerinden daha yaşlı görünebilir. Hatta aynı bireyin farklı organları farklı hızlarda yaşlanabilir. Bazılarının cildi, bazılarının eklemleri, bazılarının ise kalbi veya beyni daha hızlı yaşlanabilir. Genetik özellikler, çevresel faktörler, iyi-kötü alışkanlıklar, beslenme şekli, aktivite düzeyi, geçirilen kazalar ve hastalıklar yaşlanmanın şeklini ve hızını etkiler.

DAMARLARDA ORTAYA ÇIKIYOR

Yaşlılıkta genellikle hipertansiyon ortaya çıkıyor. Bunun nedeni ve yol açtığı rahatsızlıklar nelerdir?
Yaşlanma tüm organları etkiler. Ama en tipik yaşlanma damarlarda ortaya çıkar. Damarlarda yaşlanma ile birlikte esneklik kaybı olur ve giderek elastikiyetini kaybederek sert bir boru halini alır. Bu durum yaşlanma ile kan basıncının artması ve hipertansiyonun en önemli nedenidir. Ancak hipertansiyon kaçınılmaz bir sorun değildir, yüzde 30-40 yaşlıda kan basıncı normaldir. Arteriosklerozis (damar sertliği) denilen bu durum kalp, beyin, böbrekler başta olmak üzere tüm vücudumuzdaki damarları etkiler.

Yaşlılıkta ortaya çıkılan unutkanlığın çözümü var mıdır?
Yaşlanmanın etkilediği önemli bir organ beyindir. Yaşın ilerlemesiyle birlikte hafif bir öğrenme zorluğu ve unutkanlık olabilir ama bu hiçbir zaman bunama düzeyinde değildir. Yaşlanma ile kalpte ve böbreklerde ortaya çıkan değişiklikler de hiçbir zaman hastalık düzeyinde değildir. Yaşla birlikte vücuttaki yağ dokusu artar ve kas kitlesi azalır. Kemik kitlesi azalır. Ancak osteoporoz yaşlıların yarısından azında görülür. Birçok kişi yaşlılarda görülen bazı sağlık problemlerinin yaşlanmanın doğal bir sonucu olduğuna inanır. Ancak bu hastalıkların hiçbirisi kaçınılmaz son değildir.

İnsanların genellikle yaşlılığa bağladığı hastalıklar vardır. Tansiyon, şeker, idrar kaçırma gibi. Bu hastalıkları hangi kategoride değerlendirmek gerekir?
Eğer yaşlı bir bireyin tansiyonu veya şekeri yüksekse bu hiç bir zaman yaşlılıktan değildir. İdrar kaçırma, unutkanlık, nefes darlığı, kansızlık, depresyon, ağrılar, kilo kaybı, iştahsızlık, az yada çok uyuma gibi sorunlar hiç bir zaman yaşlanmanın doğal bir sonucu değildir. Bu sorunların görüldüğü yaşlıların, tıpkı daha gençler gibi hemen doktora başvurması gereklidir.

PROF. DR. TESLİME ATLI KİMDİR

1992 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olan Teslime Atlı, 1997 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde İç Hastalıkları Uzmanlığı’nı, 2001 yılında ise aynı fakültede Geriatri Yandal Uzmanlığı’na tamamladı. 2011 yılında AÜ Tıp Fakültesi’nde “Profesör Doktor” unvanını alan Teslime Atlı’nın ulusal ve uluslararası dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, bilimsel toplantılarda sunulan bildirileri bulunuyor. Ulusal kitaplarda “Geriatri” ile ilgili bölüm yazarlığı da yapan Prof. Teslime Atlı, meslek yaşamı boyunca yine çok sayıda uluslararası kongre ve bilimsel toplantıya konuşmacı olarak katıldı, çok sayıda ödülün sahibi oldu.

ÖNÜMÜZDEKİ HAFTA

Sevgili okurlar önümüzdeki hafta konumuz koroner arter hastalığı ve bypass tedavisi. Koroner arter hastalığı kalbi besleyen koroner arter denilen damarların belirli ölçülerde kolesterol birikintisi ve/veya kan pıhtısı ile daralması veya tamamen tıkanmasıdır. Bu hastalığın bir kaç tedavi yöntemi vardır bunlarda en önemlisi ve en yaygını koroner bypass tedavisidir. Konuyla ilgili Ankara Liv Hastanesi doktorlarından Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Oğuz Taşdemir ile konuşacağız. Sizler de hafta boyunca bu konuyla ilgili merak ettiklerinizi skalyoncu@hotmail.com adresinden bana iletebilirsiniz.

Yazının devamı...