(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Emel Armutçu" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Emel Armutçu" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.

Emel Armutçu

Sen, ben, bizim oğlan bir de 12 bin 725 erkek
15 Aralık 2011

Sanki yüzyıllar öncesine, barbarlık dönemlerine ait gibiydi anlatılanlar ama çok değil, 20 yılı bile bulmayan bir geçmişe adresliydi. 21’inci Yüzyıl’a beş kala, medeniyetin beşiği denilen Avrupa’ya…

Filmde, Bosnalı kadınların çocuklarıyla birlikte doldurulup toplu şekilde, yakın zamana kadar komşu oldukları Sırp erkeklerinin tecavüzüne uğradığı spor salonuna girdiğinde ağlamaya başladı kadın. Bosna cehennemini yaşayan binlerce kadından biri olan Enisa’ydı o. Çocukların bile ağlamaktan korktuğu odalarda tek tek neler yapıldığını anlattı, üzerinde hatırlamaktan bile acı duyduğu şeyleri yaşadığı eski eşyaların hala orada duruyor –ve kullanılıyor olmasından dehşete düştü, “İnsanlar bu masanın üzerinde nasıl tenis oynayabiliyorlar?” diye sordu gözyaşları içinde…

Salon da onunla birlikte ağladı.

Film bitip ışıklar yanarken, “Enisa burada, aramızda” anonsuyla salon neredeyse çığlık atacaktı. Perdedeki iki boyutlu acı, ete kemiğe bürünerek sahneye doğru yürüyordu şimdi…

Geçtiğimiz 25 Kasım Uluslararası Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü’nde İstanbul Bahçeşehir Üniversitesi’nde, Hürriyet Aile İçi Şiddete Son! Kampanyası ve BM Nüfus Fonu’nun birlikte düzenlediği “Gökyüzünün Yarısı” başlıklı konferansımızdaydık.

Ağır ağır çıktı sahnenin merdivenlerini Enisa ve tüm bu yaşadıklarından sonra nasıl kadınlarla bir araya geldiğini ve tecavüze, insanlık suçlarına karşı mücadele eden bir sivil örgüt olduklarını anlattı. Salon onu ayakta alkışladı.

Enisa’nınki, konferansa dünyanın çeşitli ülkelerinden konuk olan kadınların birbirinden çarpıcı hikayelerinden sadece biriydi. Diğerleri kadar acı ve isyan ettiriciydi; seks köleliğine mahkum edilen küçük kızlar, tecavüzler, sünnetler, töre cinayetleri… Ama orada anlatılanların hepsi, dokunaklı mağdur hikayelerinden çıkmış,  itirazla, güçlenmeyle, karşı koymayla ve değiştirmeyle yürüyen mücadele yöntemlerine dönüşmüştü. Umut vardı yani…

BEYLER, GERÇEKTEN VAR MISINIZ?

Vardı da yaşananları ve onlara karşı yapılanları, yapılması gerekenleri dert eden, konuşan, çözüm arayanlar, biz bizeydik yine. Konferansın bakanlar, genel müdürler, üniversite rektörleri, köşe yazarlarının katıldığı sabahki açılışında hazır bulunan kalabalık, asıl gerçeklerin ve yapılması gerekenlerin konuşulduğu saatlerde ortada yoktu. Salondan bir izleyici “Körler, sağırlar yine hepimiz buradayız!” diye özetlemişti durumu.

Yıllarca çok değerli çalışmaları, fikirleri bu salonlarda biz kadınlar birbirimize anlattık, durduk. Körler, sağırlar, sen, ben vardı, “bizim oğlan” bile yoktu. Olmuyor böyle, dedik, erkeklere yönelik toplantılar, konferanslar yaptık, Kanada’lardan bu işin uzmanlarını davet ettik. Yine erkeklerin, bırakın sorunu kendine dert edip uğraşmayı, salondaki görünürlüğü bile bizim oğlanlar kadar olabildi.

Enisa’nın hepimizi ağlattığı o gün Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, Hürriyet ve BM Nüfus Fonu’yla birlikte, bir kampanya başlattı. “Erkekler olarak biz de varız!” diyen bir imza kampanyasıydı bu. Öyle arzu ediliyordu ki, “bu sadece kadınların sorunu değildir, hepimizi ilgilendirir” diyen vicdanlı erkekler sıraya girecek, imzaları çakacak ve mücadeleye katılacaktı.

Çok etkileyici cümleleri vardı metnin: Kadına yönelik şiddetin temel bir insan hakkı ihlali olduğunu, töre, gelenek gibi hiçbir gerekçeyle asla meşrulaştırılamayacağını söylüyordu. Gerçi kadının hem “birey” olduğundan söz ediyor, hem de “hayat arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, annemiz, geleceğimizi emanet ettiğimiz evlatlarımız” çerçevesiyle sınırlıyordu ama olsun. “Bu mücadelede üzerimize düşen görevi yapmak için kararlıyız” diyen metni ilk imzalayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dı. O imzalayınca tüm bakanları, milletvekilleri de sıraya girmişti. O sabah salonda bulunan tüm “ünlü” erkekler metni imzaladı.

Halen http://bilgiedinme.sydgm.gov.tr/bildirge/Default.aspx linkinden imzalanabilen metni, bugüne kadar kaç erkek imzaladı biliyor musunuz: 12 bin 725.

Neresinden bakmalı bilmiyorum ki. “74 milyona yakın nüfusun yüzde 50.2’sini oluşturan 37 milyon 043 bin 182 erkeğin sadece ve sadece 12 bin 725’i mi, pes!” diyebilirsiniz. Ama bir yandan da, hani ortalara dökülseler, bizimle yürüseler, bir şeyler yapsalar, 13 bine yakın erkek hiç de az sayılmaz diye de düşünebilirsiniz.

Salonda Enisa’yı ayakta alkışlayanlar arasındaki erkeklerin sayısı bir elin parmaklarını geçmediği için, imzaların ne kadarının sahici ve samimi olduğunu, yani elimizdeki sayının 12.725 bile olup olmadığını, zaman gösterecek.

Yazının devamı...
Her son bir başlangıç
14 Ağustos 2008
Biz bu projeyle, "Edirne’den Ardahan’a" deyişini, -doğunun lehine- tersine çevirdik. Özgürlüğü savunmak, tabuları da yıkmaktır. Hep batının doğuya bir şeyler vereceğine olan inancı sarstık. Doğunun batıya katacaklarının daha tükenmediğini, tükenmeyeceğini yerinde gördük, gösterdik.

Dün Edirne’de, Akbank Çocuk Tiyatrosu’nun oyunu biter bitmez, hep birlikte sahneye çıktık, ağlamaklı yüzlerle tüm Türkiye’ye teşekkür ettik. Bize gösterdikleri ilgi ve yakınlık, verdikleri umut nedeniyle.

Şimdi sıra hepinizde; doğuya bizim, Tren İnsanları’nın gözüyle bakmak için. Bu, herkesin "Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden doğan" görevi! O beyanname, haklarımızı sıraladıktan sonra hepimize görevler veriyor biliyorsunuz: Farklılıklara saygı, kardeşlik, dayanışma, en az haklarımız kadar önemli ve ihtiyacımız olan kavramlar. Yalnız, lütfen, içlerini boşaltmadan!

Dolu dolu 45 gün

Önceki gece, tüm Tren İnsanları olarak, şehrin dışında kalan Edirne Garı’nı, -yine korsan bir eylemle- kokteyl ve parti alanına çevirmiştik. Yemekli Vagon görevlileri dışarı bir masa atmış, servisi oradan yapıyordu. Aplinkçimiz Serdal, iki üç vagon öteden müzik sistemini kurmuş DJ’liğe soyunmuştu. Banklarda yer bulamayanlar yerde bağdaş kurmuş ya da ayakta sohbet ediyor, hafif hafif sallanıyordu. İşte tam o sırada benim yüzüm biraz gölgelendi. Kendimi, gözlerim trenin vagonlarını üzgün üzgün dolanırken buldum. Bir yandan onunla konuşuyordum: "Senden nasıl ayrılacağız?" diye. İnsan trenle konuşur mu? Aslında evet, eğer bindiğiniz tren, sizinle birlikte canlı bir organizmaya dönüşmüşse, konuşursunuz. Neyse, herhangi bir psikolojik saplantıya mahal vermeden 45 günü tamamladığımıza sevinmeliyiz galiba. Bağlılık güzel, bağımlılık değil.

Seneye görüşürüz

Hiç "Son" yazı yazmamıştım. Hele de vedaların mekánı bir gardan... Ama unutmayın, garlar kavuşmaların da mekánı.

Biz Türkiye’nin garlarında yüzbinlerce insana kavuşmuş, "Dokunmuş" bir trenin insanları olarak, bunu veda saymıyoruz. Seneye yine Türkiye’nin garlarını, şehirlerini dolaşacağız. Her şeyi bu yıla göre daha iyi, daha güzel bulacağımızdan eminiz şimdiden. Biz yine gelene kadar, şehirlerinize, kültürlerinize, haklarınıza, dostluklarınıza sahip çıkın. Onları koruyun, geliştirin.

Hürriyet Hakkımızdır-Tren Özgürlüktür Treni İnsanları adına ben de söz veriyorum; Özdemir İnce’nin deyişiyle, "Sevmek başta olmak üzere gereken yapılacaktır."
Yazının devamı...
Kırklareli az daha bizi ağlatacaktı
13 Ağustos 2008
Çoğu Alpullu Şeker Fabrikası emeklisi kadınlar, çocuklar, meraklı yüzlerle bakıyor, "Neden burada durmuyorsunuz?" diyorlardı. "Kırklareli’ne gelin yarın" dedik. "45 dakika uzaklıkta, başkan bize otobüs ayarlasın" talebinde bulundular. Gayet yaratıcı ve bilinçliydiler. E burası da Hürriyet Treni, akan suları durdurur. Daha trenin merdivenlerinde halkla konuşurken Belediye Başkanı Ahmet Durgun’u arayıp yazarımız Yalçın Bayer’e uzattım telefonu. Trenin Alpullu’da durduğunu öğrenen başkan, uçar adımlarla geldi, hemen otobüsleri ayarladı. Sağolsun.

Trenle yürüdüler

Ne güzel, katılım daha çok olacak mutluluğuyla yol aldığımız Kırklareli’de ne oldu dersiniz? 30-35 bin arası insan, saatler gece yarısına yaklaşmış olmasına rağmen, ayakta saatlerdir bizi bekliyordu. Trenin iki yanından uzayan kalabalığın ucunu görmek mümkün değildi. Bundan haftalar önce, "Kimse bizi Tatvan gibi karşılamadı" demiştim. Şimdi düzeltiyorum: Hürriyet Treni, yola çıktı çıkalı böyle karşılanmadı. Kırklareli bizi az daha ağlatacaktı.

Yolda giderken insanların trene niye büyülenmiş gibi baktığını sonra anladım. Meğer Kırklarelililer yıllardır boş raylara bakar dururmuş; seferler 17 yıl önce durdurulmuş. Demek o yüzden trenimiz raylardan geçen insanlar yüzünden istasyon alanına yavaş yavaş girmeye çalıştı. Pek çok insan trenle birlikte yürüdü. Ama asıl curcuna, konserden sonra Öçal ve arkadaşlarının ve de enstrümanlarının ziyaret ettiği Yemekli Vagon’daydı. Trenin belgeselini çeken yönetmenimiz Ani Kingunderwood’un şahane Türkçesiyle "Dümbülekçi" Öçal, çalmaya trende de devam etti.

Ve Kırklareli’nden, benim için önemli son bir not: Bundan yıllar önce Kırklareli’de kalan son 8 Yahudi’nin hikayesini yazmıştım. Altısı 70’inin üzerinde, ikisi 50’lerindeydi. Sinagogu açabilmek için 10 kişi gerektiğinden ibadetlerini yapmakta güçlük çekiyorlardı. Önceki gece, daha Kırklareli’ye varmadan aklıma düştüler. Zaman kalırsa havraya uğrarım, diye düşünüyordum ki sabah birisi trene ziyaretimize geldi: Artık 83’üne basmış Yesua Kaneti. Ondan Salamon Baruh ve Suzi Alevi’yi kaybettiğimizi öğrendim. "Artık hoca, ben ve Penhas Haleva ve eşlerimiz, 5 kişi kaldık" dedi. Üzücü haberlere rağmen, trenimiz eski dostlarla da kavuşturmuştu bizi...

TEŞEKKÜRLER

Onlar 45 gün boyunca, yüzlerindeki gülümseme ve nezaketi bir an bile kaybetmeden, tüm kahrımızı çektiler: Üç öğün 80 kişiyi doyurdular, odalarımızı topladılar, her türlü şımarıklığımızı kaldırdılar. Tren İnsanları adına hepsine kocaman bir teşekkür: (Oturanlar soldan) Mertsa Yemek A.Ş’den garson Cemil Türker, şef Şenol Mankanoğlu, Eğitim Müdürü Cengizhan Ulusu, aşçılarımız Şinasi Dolunay ve Ahmet Demirtaş. (Ayaktakiler soldan) TCDD yataklı servis görevlileri, Vedat Yılmaz, İbrahim Yağan ve Fesih Sarıaltun. Tabii gidenleri unutamayız: Teşekkürler Tekin Uyar, Yasin Özenç, Obez Usta Hasan Zorlu, Salon Vagon’un gözü kulağı Cemal Uysal...
Yazının devamı...
Trende korsan müzik grubu kurup konser verdik
12 Ağustos 2008
9990 kilometre yol yapmak demek

80 kişilik aile olmak demek

Ordaki köye gitmek demek

Gülmek ve güldürmek demek

Yalpalayarak yürümek demek

Tren tıngırtısı ninni demek

Aile içi şiddete son demek

Yemekli’de curcuna demek

Çocuklara haklarını öğretmek demek

Bunlar bizim trende yazdığımız şarkının sözleri... Önceki akşam Haydarpaşa Garı’nda düzenlediğimiz Hürriyet Hakkımızdır-Tren Özgürlüktür töreni sırasında, "korsan" yapıp sahneye çıktık... Haddimizi aşarak, Orient Expressions, Sabahat Akkiraz ve Aylin Aslım’dan önce ve tüm protokolün karşısında! Tren projemizin en baş sorumluları Hürriyet İcra Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı, Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök ve Kurumsal İletişim Direktörü Temuçin Tüzecan’dan habersiz yaptığımız sürpriz "eylem", oldukça ses getirdi ve Türkiye yeni bir müzik grubuna kavuştu: Tren İnsanları Grubu.

Korsan eylem için ne manevralar yapmıştık trende: İçeri "gizlice" bir "hoca" sokmuş, kayıtsız bir şekilde konaklatmış, tüm suç, pardon müzik aletlerini gizlice naklettirip, gözümüz gibi saklamıştık yetkili gözlerden. Bilgi işlemciden TCDD çalışanına, kurumsal iletişim müdüründen Af örgütü gönüllüsüne, tiyatrocudan model trenciye 30-40 kişiydik. Çok sevgili ve cefakár, vefakár hocamız, Gevende ve Zil Zurna gruplarının davulcusu Gökçe Gürçay, nam-ı diğer "malum şahıs", gizli suç mahallimizde bizi az çalıştırmadı. Gece yarıları, işler bittikten sonra vagona ya da rayların üzerine yayılıp az prova yapmadık. Sahneye, yine "kayıt dışı" bir şekilde çıkarken, dizlerimiz az titremedi.

Ama üstesinden geldik. Tıpkı bu kocaman proje gibi, üç şarkımızı da layıkıyla söyleyip tamamladık. İnanılmaz da alkış aldık, tevazu göstermeyelim.

Çünkü darbukalarımız, bagetlerimiz ve marakaslarımız şöyle diyordu: Hürriyet, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, insanın hakkı. Karşındakinin de hakkı...

BUGÜN KIRKLARELİ’NDEYİZ

10.00 ve 13.30 Uluslararası Af Örgütü atölye çalışmaları

11.30 Aile İçi Şiddete Son Semineri

13.30 İnsan hakları eğitimi

12.00 Akbank Çocuk Tiyatrosu Masal Masal İçinde oyunu

Gün boyu Hürriyet Hakkımızdır ve Demiryolu sergileri

GECE YOLCULARI KONSERİ

BU GECE EDİRNE SELİMİYE MEYDANI’NDA 21.00’DE


Raylarda organize olmak

Hürriyet Hakkımızdır-Tren Özgürlüktür için düşünüldüğümüzde, ikimiz de çok büyük bir heyecan duyduk ve "İşte" dedik, "Bu bizim organizasyonumuz!" O koskoca, umut yüklü trenle Kars’tan Edirne’ye yolculuğumuza böyle bir istek, yüksek motivasyon ve enerjiyle başladık. Trende olmak çok özeldi. Bunun nedeni, ortak paydada birleşen kurumların emek verenlerine yardımcı olmak ve çalışmalarımızın ardından gülen yüzler görmekti. Tüm organizasyon içinde bize düşen en anlamlı iş, Akbank Çocuk Tiyatrosu sona erdiğinde çocuklara hikáye ve insan hakları masalı hediye etmekti. Bu sayede bize uzanan küçük elleri ve yüzlerdeki gülümsemeleri yakalama şansı elde ettik. Bu, projede olmanın gerçekte ne kadar önemli olduğunun kanıtıydı. Bu yoğun duyguyu yaşatan ne başka bir proje, ne başka bir yolculuk, ne de emek verenlerin bu kadar uyum içinde çalıştığı, ana fikri umut dağıtmak olan başka bir organizasyon görülmüştür.

TİOİ (Tren içi organize işler)

Kemal ZALOĞLU

Bülent ÖZDEMİR
Yazının devamı...
Trene kaçak kat çıkacağız
11 Ağustos 2008
Durun, daha bitmedi, İstanbul Sirkeci ve Kırklareli’den sonra Edirne’de son bulacak, Kars’ta başlayan hak yolculuğumuz. Ancak biz önceki gün İstanbul’da, 42 gün sonra ilk kez evlerimizde uyuduk. Sallanmayan bir yatakta, geniş bir odada. Bunun ne anlama geldiğini size anlatabilmem biraz zor.

Yine de "Tren İnsanları" olarak, o bir gecelik ayrılık bile kötü yaptı bizi. Dün sabah Haydarpaşa’da karşılaştığımız yol arkadaşlarımızla, "Çok özlediiiiim" diye hasret giderdik. Halimiz ne olacak bilmiyorum. Vagonlardan birini Bebek Parkı’na çektirip içinde yaşayacağını söyleyenler... Evinin kapısını kompartıman anahtarıyla kilitlemeye çalışanlar... Evinde kahvaltısını etmesine rağmen, Haydarpaşa’ya gelir gelmez, "Gidip şu Yemekli’de bir kahve içsek mi?" diyenler...

Trensi olduk

Dile kolay, 42 gündür, tıngır mıngır sallanarak yol alırken, 80 kişi "dar alanda paslaştık."

7 gün 24 saat çalıştık ve çok yorulduk. Memleketimizden inanılmaz manzaralarla yol alıp her sabah başka bir şehirde demir atmasak da "duruş aldık." Her sabah, karıncalar gibi trenden döküldük. O şehrin güzel insanlarının bizi coşkuyla karşılamasını, gülerek, saygıyla diplomasi yaparak, bazen de dans ederek kabul ettik.

Kimimiz 1. Sayfalardan Hürriyet Hakkımızdır sergisinin şovalelerini taşırken, diğeri fotobloklarını yerleştirdi. Kimimiz tiyatro sahnesini kurdu, taburelerini taşıdı, kimimiz de konferans vagonunda valiyi, belediye başkanını ağırladı, kimimiz atölyeye alacak çocuk peşine düştü... Akşamüstü olup tüm hengame bittiğinde, eğer zaman kaldıysa o şehrin güzelliklerini keşfetmeye çıktık.

Ooo böyle neler neler keşfettik: Kars’ta Ani harabelerini gördük, Tatvan’da Nemrut krater gölüne girdik, Amasya’nın tepelerinde, kaya mezarların ışığıyla güneşi batırdık, Batman’da Hasankeyf’e -galiba son kez- sadakatimizi bildirdik, bu arada kimi çılgınlarımız Dicle’nin sularına attı kendini... Zonguldak’ta plaj sefası yaptık, Gaziantep’te Zeugma mozaiklerine, Konya’da Çatalhöyük kazı alanındaki ana annelerimize saygı duruşunda bulunduk, Eğirdir’de, içinde yüzdüğümüz gölün balıklarını yedik... Ama hep, insanlara haklarını anlattık, hatırlattık.

Trenden ayrılmak zor

Sonunda tuhaf bir şey oldu; hepimiz trene çok alıştık, değişik bir insan türüne dönüştük: "Trensi" olduk. 14 Ağustos’ta Sirkeci’de trenden nasıl ayrılacağımızı kara kara tren gibi düşünüyoruz. Galiba ayrılamayacağız.

O yüzden, bu projeye ortak olan ve başından bu yana sevgi, saygı ve sonsuz konforlu hizmetle destekleyen, başta Genel Müdür Süleyman Karaman olmak üzere tüm Devlet Demiryolları yetkililerine ve çalışanlarına duyurulur: Biz Trensiler, Haydarpaşa’da treni işgal edebilir, bundan sonra orada yaşayabiliriz.

Giderek sığamazsak, vagonlar üzerine kaçak kat çıkmayı düşünüyoruz!
Yazının devamı...
Çocuğa düşündüğünü ifade edebilecek ortam sunmak
10 Ağustos 2008
ÇOCUK, HAKLARINI BİLİYOR AMA BÜYÜKLER VERMİYOR

Uluslararası Af Örgütü, bu yıl ulaşılabilen her yerdeki çocuklara haklarını anlatmak, her birinin kendini ifade etmesini sağlayabilmek için yola çıktı. Çalışmalarımızın ilk gününde renkli boyaların içinden bir çocuk eli düşünce özgürlüğü diye beliriverdi. Eğitim hakkı konuşulurken, küçük bir kız, okuldan alınan 8 yaşındaki kız arkadaşından söz etti. Zorla çalıştırılan çocuklar, sadece kız doğduğu için öldürülebilen bebekler çocukların ağzından anlatılıyor. Çocuklar insan haklarını ne yazık ki ilk ihlallerle birlikte hatırlıyorlar. Bazen aldıkları eğitimden etkilenip anlattıklarımızı benimsemek isteseler de kendi içlerinde çelişebiliyorlar, bazen de hepimizi şaşırtacak kadar detaylarıyla haklarımızı geniş bir şekilde tartışabiliyorlar. İçlerinden birinin sözleri yolculukta karşılaştıklarımızı anlatıyor: "18 yaşına kadar ailelerimizin fikirlerini benimsemek ve verdiği kararlara uymak zorundayız." Hiçbir çocuğun böyle bir zorunluluğu yok. Tersine her yetişkinin çocukların fikirlerini ifade edebilecekleri ortamı sağlama sorumluluğu var.

Af Örgütü’nden

"Tren İnsanı" Ela Esra GÜNAD


ASIL OLAN İNSAN İSTİSNALAR DIŞINDA

1975 doğumluyum. Kuruluşundan beri (2002) Semaver Kumpanya’da oynuyorum. Bu tren bende "ütopik hayat biçimlerinin gerçeğe dönüşebileceğine dair bir prototip" kanaatini oluşturdu. Kadın-erkek eşitliğinin olduğu, sınıfsal ayrımın olmadığı, herkesin konuşabildiği ve dinlendiği, savaşın tahayyül bile edilmediği, özgürlük kavramının tanımını dahi şaşırtacak bir yaşam biçiminin de mümkün olduğunu göstermesi açısından. Trenin içinde ve dışında her biri birbirinden etkileyici birçok hikaye yaşandı. Bunlara sadece bir örnek: Programda olmamasına rağmen, Kemah ilçesinde, akşam saat 20.00’de büyük bir kalabalığın heyecanla bizi beklediğini gördük. Tren durur durmaz tiyatro vagonu açıldı. Bir süre sonra fark ettiğim manzara, kolay kolay yaşanabilecek türden değildi. CNN Türk’ün yönetmeninden ışıkcısına, Hürriyet Gazetesi’nin kurumsal iletişim müdürlerinden asistanlarına, Af Örgütü grubundan Mimar Sinan Üniversitesi Fotoğraf Bölümü öğrencilerine ve TCDD çalışanlarına kadar tren insanlarının tümü, üstüne üstlük henüz tanışalı birkaç gün olmuşken, tek yürek olmuş dekorumuzun hazırlanması için çalışıyordu. Tren insanları birbirlerini sorgusuzca kucaklamıştı, Kemahlılar’ı kucaklamıştı, Kemahlılar tren insanlarını kucaklamıştı. O an inandığım şeyin doğru olduğunu bir kez daha gördüm: Asıl olan insan, istisnalar dışında...

Tiyatrocu

"Tren İnsanı" Ümit İLBAN


BUGÜN HAYDARPAŞA GARI’NDAYIZ

10.00 ve 13.30 Uluslararası Af Örgütü atölye çalışmaları

11.30 Aile İçi Şiddete Son Semineri

12.00 Akbank Çocuk Tiyatrosu Masal Masal İçinde oyunu

Gün boyu Hürriyet Hakkımızdır ve Demiryolu sergileri
Yazının devamı...
Sakarya’nın caddede kitap okuyan gençleri
9 Ağustos 2008

Çok sevimli bir konu değil, ama 1999 Marmara Depremi’nden en çok etkilenen yerlerden biri olan Sakarya’da söz dönüp dolaşıp bu konuya geliyor. Cemiyet Başkanı Matur, Vali ve Belediye Başkanı’nın üzerine çok gidiyor. Şehirde bütün yüksek katlı binaların bir sonraki depremde yıkılacağını, bu konuda çalışma yapılmadığını söylüyor. Başkana göreyse, orta hasarlı olup güçlendirilmedikleri için dava açtıkları, sadece 60-70 bina varmış. Verilen süre dolana kadar güçlendirilmezlerse yıkma kararı alabileceklermiş.

Depremde, ihmaller nedeniyle ölmek, trenimizin temasıyla birebir bağlantılı: Yaşama hakkını gasp ediyor çünkü. Yeni depremi bilemem ama Sakarya, 1999 depreminin yaralarını büyük ölçüde sarmış gibi görünüyor. Bu nüfusunun son birkaç yılda yüz bin artmasından da belli. Artık daha iyi konularla gündeme gelmek istiyor. Bir yandan altyapının yenilenmesi, bir yandan sosyal kültürel faaliyetler, yapılmakta olan yeni okullar, belediyenin daha yakın zamanda açtığı Sosyal Gelişim Merkezi, Kent Park Eğitim Merkezi ve Kadın Konuk Evi...

Ne varsa gençlerde

Bense Sakarya’nın en çok "caddede kitap okuyan" gençlerini sevdim. Sakarya Üniversitesi Toplum Gönüllüleri, gencecik, pırıl pırıl çocuklar, bir "ulusal atak" projesi başlatmışlar. Akyazı’nın Sukenarı Köyü Anaokulu’nun yenilenmesinden il kütüphanesinin daha cazip hale getirilmesine, engelli sorunlarından "hayalini anlat" çalışmasına kadar, pek çok şey yapıyorlar. En ilgimi çeken, işlek caddelerde oturup bir saat boyunca kitap okumaları oldu. "Gençler kitap okuyor" dedirtmek ve kitap okumayı sevdirmek için...

Nasıl yaptıklarını göstermelerini istedim; garda hemen gösterdiler. Ben de size gösteriyorum.

Sakarya’da bir ilke de tanık oldum. Yine Sakarya Üniversitesi, Rektör Prof. Mehmet Durman’ın girşimiyle bir Yaşlı Bakımı Hizmetleri önlisans programı açmış. Bölümün hoca ve öğrencileri garda yapacakları işin kutsallığının farkında, gururla dolaşıyorlardı.

Sakarya’ya dair son not: Burası, 41 gündür içinde Türkiye’yi dolaştığımız lüks vagonların da yapıldığı yer. Türkiye Vagon Sanayi (TÜVASAŞ) burada. Şimdi hızlı tren vagonlarını yapmaya da başlıyorlar, dolayısıyla onlar da gururlu. Biz de etkinliklerimizi Sakaryalılarla da paylaştığımız için öyleyiz.

Yazının devamı...
Sözün bittiği yerden size gerçek bir öykü
8 Ağustos 2008
Vali Musa Çolak ve Belediye Başkanı Selim Yağcı’nın ağzından, trenimizin "birlik ve beraberliğin karıldığı proje" olduğunu duymak sevindiriciydi. Osmanlı’nın kuruluşu açısından önemli bir yere sahip olduğu için tarih ve kültüre önem veren Bilecik, aynı zamanda bir sanayi şehri olmakla da övünüyor. Ama biz yine 160 fabrikası, 30 bin istihdamı, 1,5 milyar dolarlık ihracatının yanında, insan hakları ve şiddet konusunda neler yaptıklarını merak ediyoruz. Cevaplar hiç kötü değil: Polislerinin önemli bir kısmının Birleşmiş Milletler’in kadına yönelik şiddetle ilgili eğitimini aldığı; Uçan Süpürge kadın örgütünün sinema salonlarında seminerler verdiği; Uluslararası Tiyatro Festivali’nin beşincisini düzenleyen; Bilecikli kadınların kurduğu Çalışkan Karıncalar Derneği’nin her türlü eğitim faaliyetini yürüttüğü bir şehir Bilecik.

Bir iki de talebi var: Mesela Kızılay, kampına gönderdiği çocuklara TCDD’den ücretsiz ulaşım istiyor. Seramik Sanatçısı Ethem Düzkan ise Atatürk yakın tarihte önemli bir yere sahip "Bilecik Mülakatı"nın yapıldığı istasyona 1923’te geldiğinde çekilen fotoğrafı bir rölyefe yansıtabilmek için sponsor arıyor. Bu arada bu önemli istasyon da epeyce bir bakım istiyor. Biz elçiyiz...

Bu sese kulak verin

Bir gün önceye dönmek istiyorum şimdi: Hürriyet Treni’nin her gittiği yerde farklı -ya da belki çok benzer- hikayelere ulaştığını biliyorsunuz. Onlardan biri önceki gün Kütahya Garı’nda yaşandı. Aile içi şiddetin, koca ve baba tecavüzünün ayırdığı anne ve kızı, uzun bir aradan sonra garda, Akbank Çocuk Tiyatrosu’nu seyrederken karşılaştı.

Anne N.K. az sonra konferans vagonunda gözyaşlarına boğularak anlatıyordu hikayesini. 15 yıl önce çok severek evlendiği kocasının şiddetine uğruyor uzun yıllar. Özellikle, bugün biri 14, biri 11 yaşında olan iki kızları doğduktan sonra... Eşinin sarhoş olup kendisini eve getirdiği adamlara pazarlamaya çalışmasına ilk itiraz edip ailesinin yanına döndüğünde, "yerin kocanın yanıdır" cevabı alan binlerce kadından biri olmuş. Bir işi, gelir de olmadığı için, üstelik iki kızını da düşünerek katlanmaya çalışmış. Taa ki, kocası bir gün "Büyük kızı da al, bu gece 600 bin lira getirin" diyene kadar. Büyük kız, dediği o sırada 13 yaşında!

Çocukları alıp yeniden baba evine dönmüş. Bu kez torunlarının başına gelebilecekleri anlatarak, zorla ikna etmiş ailesini. Ancak durumdan habersiz olarak babasının "Kameralı telefon alacağım" vaadine kanan "büyük" kız, babasına kaçmış. Kocasının kendi kızına tecavüz edip, aynı gece başkasına pazarlamaya kalktığını anlatırken N.K’nın gözyaşları sel oluyor. İmdat telefonu üzerine jandarmanın kan revan içinde bulduğu küçük kız ve ondan daha küçük kız kardeşi şimdi Çocuk Esirgeme Kurumu’nun koruması altında. Baba tutuklu.

Belli ki kurum, çocukların oryantasyonu nedeniyle anneyi pek karşı karşıya getirmek

istemiyor. Ya da geçmişte fuhuşa zorlanmış olması, N.K. için yeni bir "ceza" anlamına geliyor, onu bilemiyoruz. Bildiğimiz N.K.’nın uzun bir aradan sonra kızını Hürriyet Hakkımızdır Treni etkinliklerinde görüp, gözyaşlarına boğulmuş olması.

Üç ayda 200 YTL

Üstelik hem anne, hem kızlar için işlemedikleri suçların cezaları bitmiyor. Anne, bir tekstil firmasında (adı bende saklı), sıkı durun, "üç ayda 200 YTL’ye" çalışıyor. Asgari ücretin kaçta kaçı olduğunu ben hesaplayamadım. Kirası 90 YTL olan bir evde oturuyor. Dolayısıyla yakın bir gelecekte çocuklarını yanına alması mümkün değil. Kızların büyüğü ise, başka bir şehirde bir liseyi kazanmasına rağmen, gidemiyor. Aslında, başına gelenler sürekli yüzüne vurulduğu için okumak da istemiyor.

Burası sözün bittiği yer. Şimdi top, Türkiye’de kızların da okula gitmesi için çalışanlarda... "Bizim şiddetle ilgili çalışmalarımız var ama başvuran yok, şiddete çok rastlamıyoruz kentimizde" diyen yerel yöneticilerde... N.K. ve kızlarına en azından bir vatandaş olarak el uzatmak isteyenlerde...

Doğum Günü Hürriyet’i

Toplantı vagonunda Hürriyet Kurumsal İletişim Müdürü Evrim Sümer, Bilecik Valisi Musa Çolak ve Belediye Başkanı Selim Yağcı’ya doğdukları gün yayımlanmış olan Hürriyet Gazetesi’nin birinci sayfasının bilgisayar çıktısını verdi. (Fotoğraf: Ülkühan ZEKİOĞLU)

Bugün Adapazarı Garı’ndayız

10.00 ve 13.30 Uluslararası Af Örgütü atölye çalışmaları

11.30 Aile İçi Şiddete Son Semineri

11.00 Akbank Çocuk Tiyatrosu Masal Masal İçinde oyunu

Gün boyu Hürriyet Hakkımızdır ve Demiryolu sergileri

FERİDUN DÜZAĞAÇ KONSERİ İZMİT SEKAPARK SAAT 21.00

Yazının devamı...