Skip to main content
18. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin daha önceki yüzyıllara nazaran siyasî ve askerî başarılarını devam ettiremediği bilinmektedir. Dönemin tarihçiler tarafından gerileme gibi olumsuz bir sıfatla nitelendirilmesi yüzyılla ilgili tarih... more
18. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin daha önceki yüzyıllara nazaran siyasî ve
askerî başarılarını devam ettiremediği bilinmektedir. Dönemin tarihçiler
tarafından gerileme gibi olumsuz bir sıfatla nitelendirilmesi yüzyılla ilgili
tarih çalışmalarının azlığının bir sebebi olarak düşünülmektedir. Bu olumsuz nitelemenin araştırmacıların döneme dair ilim ve kültür sahasındaki çalışmalara yönelmesine de mani olduğu anlaşılmaktadır. Dönemle ilgili çalışmaların azlığı, bu yüzyılda ilmî faaliyetlerin bir nevi gerileme içerisinde olduğu düşüncesini beraberinde getirmiştir. Fakat son zamanlarda yapılan çalışmalar bunun en azından İslamî ilimler alanında yeniden düşünülmesinin gerektiğini göstermektedir. Bu çabanın bir örneği olan elinizdeki çalışma, 18. yüzyılın ilmî birikim bakımından bir gerileme dönemi olmayıp, klasik ile modern dönem arasında her iki dönemin özelliklerini de yansıtan bir geçiş dönemi olduğunu ortaya koymayı amaçlamaktadır. Çalışmamız, İslamî ilimler alanındaki birikimi niceliksel olarak tespit etmeyi hedefleyen istatistiksel bir çalışmanın, ulaşılan verilerin tasvirini içeren ilk kısmı ile başlamaktadır. Bu çalışmanın verileri de birinci ve ikinci
cildin sonunda tablolar halinde sunulmuştur.
İki ciltten oluşan bu çalışmanın birinci cildinde hadis, dil bilimleri, fıkıh
ve ilmiye teşkilatı ile ilgili konular ele alınmıştır. Hadis ve dil bilimleri başlıklı bölümde Dâvûd el-Karsî ve Şerhu Usûli’l-Hadis isimli eseri, Edirneli
İbrahim Fıtrî Efendi ve Buhârî Şerhi, Bukâî ve Avâmil Şerhi, Hâherzâde ve
Kur’ân sözlüğü hakkında değerlendirmeler yapılmıştır. Fıkıh bölümünde
ise, çeşitli boyutları ile Hâdimî ve eseri Mecâmiu’l-Hakâik üç ayrı çalışma
ile ele alınmış, ayrıca Hafid Efendi’nin Galatât’ı ve vakıflar hukuku ile ilgili
tartışmalar gündeme getirilmiştir. Bu cildin son bölümünde ilmiye teşkilatındaki ıslah faaliyetleri ile vak’anüvislerin müderrislerle ilgili tuttuğu notlar ve Kadı Sıdkî Mustafa Efendi’nin günlüğü konu edilmiştir.
İkinci ciltte ise kelam ve felsefi ilimler, bilim tarihi, tasavvuf ve sanat tarihi
alanlarındaki yazılara yer verilmiştir. Kelam ve felsefe bölümünde Cârullah
Efendi’den hareketle tehâfüt ve tekfir münakaşaları, cihet-i vahde tartışmaları çerçevesinde dönemin ilmî düşüncesi ve 18. yüzyıldaki Mâturîdîlik
vurgusu ele alınmış, ayrıca Velican Mar’aşî’nin Zübdetü’l-münâzara ve İbrahim b. Haydar’ın er-Risâletü’l-kudsiyyetü’t-tâhire isimli eserleri değerlendirilmiştir. Bilim tarihi başlığını taşıyan bölümde ise dönemin kadısı Ebu
Sehl Nu’mân’ın Tebyînü a’mâli’l-misâha isimli eseri ile İbrahim Müteferrika’nın haritacılık çalışmaları ve Cârullah Efendi’nin teorik astronomi ile
ilgili notları konu edilmiştir. Tasavvuf bölümünde ise, Bursevî, Erzurûmî,
Müstakîmzâde ve Sâfî Musa el-Mevlevî et-Trablûsî üzerinde durulmuş,
ayrıca Nablûsî’nin el-Ukûdü’l-Lü’lüiyye isimli eseri tartışılmıştır. Sanat ve
tarih başlıklı son bölüme ise, Pîrîzâde’nin İbn Haldun’un Mukaddime Tercümesi, Hattat İsmail Zühdî Efendi’nin hat çalışmaları ve Abdurrahman
el-Cebertî’nin Acâibü’l-ahbâr fi’t-terâcim ve’l-ahbâr isimli eseri incelenmiş, ayrıca Müneccimbaşı Ahmed Dede hakkında bir çalışma yer almıştır.
Elinizdeki bu iki ciltlik çalışma, 22- 23 Aralık 2017 tarihlerinde İstanbul
Üniversitesi ile Zeytinburnu Belediyesi’nin işbirliği ile düzenlenen Sahn-ı
Seman’dan Darülfünuna Osmanlı’da İlim ve Fikir Dünyası Alimler, Müesseseler ve Fikri Eserler XVIII. Yüzyıl başlıklı uluslararası sempozyumun
tebliğlerinin kitaplaşmış halidir. Son olarak, bu kitabın meydana gelmesindeki katkıları sebebiyle İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Mürteza Bedir ve Üniversitemiz Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak’a
özellikle teşekkür ederiz. Ayrıca Zeytinburnu İlçesi’ni ilim ve kültür merkezi haline getiren Belediye başkanımız sayın Murat Aydın’a da şükranlarımızı sunuyoruz.
Editörler
Ahmet Hamdi Furat
Nilüfer Kalkan Yorulmaz
Osman Sacid Arı
7./12. yüzyıldan itibaren İslâm dünyasının özellikle doğusunda yaşanan ve kısa sürede son bulmayan siyasi istikrarsızlıklar başta olmak üzere çeşitli nedenler Müslüman coğrafya içerisinde göç hareketliliğinin yaşanmasına yol açmıştır. Bu... more
7./12. yüzyıldan itibaren İslâm dünyasının özellikle doğusunda yaşanan ve kısa sürede son bulmayan siyasi istikrarsızlıklar başta olmak üzere çeşitli nedenler Müslüman coğrafya içerisinde göç hareketliliğinin yaşanmasına yol açmıştır. Bu süreçte bilhassa Şam-Mısır hattının Zengîler ile başlayarak Eyyûbî ve Memlükler ile artış gösteren bir istikrar ve güven atmosferine kavuşması bu bölgeleri, yurtlarını terk eden Müslüman göçmenler için bir cazibe merkezi getirmiştir. Siyasi, iktisadi, toplumsal, askerî ve başka açılardan çeşitli neticelere sahip olan bu hareketlilik dönemin ilmî yapısı üzerinde de etkili olmuştur. Dört Sünnî fıkıh ekolünden biri olan Hanefî mezhebinin uzun bir süre sonra bu coğrafyada görünür biçimde bir varlık göstermeye başlaması ve mezhebin entelektüel faaliyet ve üretim merkezinin İslâm dünyasının doğusundan büyük ölçüde bu bölgeye intikal etmesi bu etkilerden bir tanesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bölgenin Hanefî mezhebinin özellikle tedris ve telif faaliyetleri açısından yaklaşık dört asrı kapsayan bir süreç boyunca merkezî bir rol oynamış olması, çeşitli araştırmacılar tarafından Hanefî mezhebinin “Memlük safhası” yahut “Mısır Hanefîliği” gibi muhtelif isimlerle anılan bu dönemi Hanefî mezhebinin tarihi seyri açısından önemli kılmaktadır. Yaşanan bu bölgesel değişimin sebepleri, Memlük Hanefîliğinin ne zaman başlayıp ne zaman sona erdiği, temel özelliklerinin neler olduğu gibi hususlar bu çalışmanın cevap aradığı temel sorular arasında yer almaktadır.
---
The political instability experienced in eastern territories of the Islamic world since the seventh century AH and which did not end in a short time, led to the migration mobility in the Muslim geography. In this process, the line extending from Greater Syria to Egypt, achieved an atmosphere of stability and safety starting with the Zangids and increasing with the Ayyubids and Mamluks, thus making this region the center of attraction for Muslim immigrants who left their homeland. Besides its political, economic, social, military consequences, also affected the scholarly structure of the period. One of these scholarly effects is that the Hanafi school began to have a visible presence in this geography after a long time and the intellectual center of the school moved to this region from the east of the Islamic world (Transoxiana) to a large extent. The fact that the Hanafi school in this region has played a central role throughout a period of about four centuries, especially in terms of teaching and compilation activities, makes this period, which is referred to by various researcher as the “Mamluk phase” of the Hanafi school or “Egyptian Hanafism”, important for the historical course of it. What the reasons for this regional change were, when it started and when it ended, and what its basic features were are the basic questions to be discussed in this paper
Bu çalışma, 18. yüzyılda Osmanlı merkez toprakları olarak adlandırılan Anadolu ve Rumeli’de kaleme alınan şer‘î ilimlere dair eserleri tespit ederek istatistikî olarak analiz etmeyi amaçlamaktadır. Eserlerin tespiti için Fındıklılı İsmet... more
Bu çalışma, 18. yüzyılda Osmanlı merkez toprakları olarak adlandırılan Anadolu ve Rumeli’de kaleme alınan şer‘î ilimlere dair eserleri tespit ederek istatistikî olarak analiz etmeyi amaçlamaktadır. Eserlerin tespiti için Fındıklılı İsmet Efendi’nin (ö. 1904) Tekmiletü’ş-Şekâik fî-hakki ehli’l-hakâik isimli Şekâik zeyli, Mehmed Süreyyâ’nın (ö. 1909) Sicill-i Osmânî’si, Bağdatlı İsmail Paşa’nın (ö. 1920) Hediyyetü’l-‘ârifîn’i, Bursalı Mehmet Tahir’in (ö. 1925) Osmanlı Müellifleri adlı eseri, Carl Brockelmann’nın (ö. 1956) Geschichte der Arabischen Litteratur (GAL)’ı, Zirikli’nin (ö. 1976) el-A‘lâm’ı ve Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi taranmıştır. Tarama neticesinde tespit edilen eserler konuları, formları, dilleri, kaynakları ve etkileri açısından istatistikî olarak analiz edilerek 18. yüzyıl Osmanlı müelliflerinin eser yazımındaki tercih ve eğilimlerine ışık tutulmuştur.
*******************************************************************************************
This study aims to identify and analyze al ‘ulûm al shar‘iyya (Islamic sciences) literature written by the scholars of the 18th century living in the core areas of the Ottoman empire, i.e. Rumelia and Anatolia. To that end Takmila al-Shaqaiq fî-haqq ahl al-haqaiq of Fındıklılı İsmet Efendi (d. 1904), Sicill-i Osmânî of Mehmed Süreyyâ (d. 1909), Hadiyya al-‘ârifîn of Bağdatlı İsmail Pasha (d. 1920), Osmanlı Müellifleri of Bursalı Mehmet Tahir (d. 1925), Geschichte der Arabischen Litteratur (GAL) of Carl Brockelmann (d. 1956), al-A‘lâm of Zirikli (d. 1976), and Encyclopedia of Islam of the Turkish Religious Foundation were screened. The collected data was analyzed statistically in terms of the works’ subjects, forms, languages, sources and effects, thus, shedding light on the writing preferences and tendencies of Ottoman authors of the 18th century.
Hanefî mezhebinin günümüze ulaşan ilk Muhtasar’ının yazarı olan Tahâvî İslami ilimlerin birçok sahasında eser vermiş ender âlimlerimizden biridir. Bu çalışmada Tahâvî’nin çeşitli hükümleri delilleriyle tartıştığı ve sonunda kendince... more
Hanefî mezhebinin günümüze ulaşan ilk Muhtasar’ının yazarı olan Tahâvî İslami ilimlerin birçok sahasında eser vermiş ender âlimlerimizden biridir. Bu çalışmada Tahâvî’nin çeşitli hükümleri delilleriyle tartıştığı ve sonunda kendince isabetli olan görüşü gerekçeleriyle birlikte ortaya koyduğu kitabı Şerhu Meânî’l-Âsâr’ın Kitâbu’s-Salât bölümü mercek altına alınmıştır. Kitâbu’s-Salât içerisinde Tahâvî’nin, Hanefi mezhebi imamları olarak ifade ettiğimiz Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’den herhangi bir veya ikisine yahut da her üçüne birden muhalefet ettiği meseleler tespit edilerek, ictihad ederken nasıl bir yol izlediği anlaşılmaya çalışılmıştır. Bunu yaparken Tahâvî’nin imamlara nisbet ettiği görüşlerin onlara aidiyetini doğrulamak amacıyla imamların hakkında konuşulan konuyla ilgili hangi görüşe sahip oldukları diğer kaynaklardan da tespit edilmeye ve Tahâvî’nin görüşlerinin seyrini takip edebilmek amacıyla diğer eserlerinde ilgili meselelerle ilgili nasıl bir görüş ortaya koyduğu tespit edebilmeye çalışılmıştır.
---
Tahawi, owning the first compendious bookwe have now, is a scholar writing in many of the Islamic sciences fields. In this study, we focused on Kitab as-Salat part in Şerh Maani al-Asar in which Tahawi discusses various judgments with its evidences, and at the end of the rubric presents his position with his justifications. By identfying the issues on which Tahawi opposes Ebu Hanifa, Ebu Yusuf and Muhammad b. Hasan eş-Şeybani, Tahawi’s method is tried to understand as presenting his judicial opinion. Also, we confirmed the Founders’ opinions from different sources so as to understand whether they have the opinions, and what is the exact founders’ opinions compared to Tahawi’s references. Finally, in order to understand Tahawi’s opinions progresses we checked on his positions about different issues from his different boks.
Bu çalışma 8./14. yüzyıl Şâfiî fakihlerinden Burhâneddîn el-Fezârî'nin Risâle fî sıhhati icâreti'l-iktâ‘ isimli eserinin inceleme ve tahkikinden oluşmaktadır. İktâ müessesi İslam tarihi boyunca sürekli bir değişim/gelişim çizgisi... more
Bu çalışma 8./14. yüzyıl Şâfiî fakihlerinden Burhâneddîn el-Fezârî'nin Risâle fî sıhhati icâreti'l-iktâ‘ isimli eserinin inceleme ve tahkikinden oluşmaktadır. İktâ müessesi İslam tarihi boyunca sürekli bir değişim/gelişim çizgisi seyretmiştir. Memlük Şamı’nda yaşamını sürdüren Fezârî’nin bahis konusu ettiği iktâ türü “askerî iktâ” olarak da bilinen ve ana hatlarıyla sundukları hizmet karşılığında gelirinden yararlanmaları için beytülmâle ait gelir getiren gayrimenkullerin askerlere tahsisini ifade eden iktâdır. Bu iktâ türü ile ilgili fukahâ arasında cereyan eden ana tartışmalardan biri beytülmâle ait arazilerin kendilerine tahsis edildiği askerlerin (mukta‘) bu arazileri kira akdine konu edebilme salahiyetleri ile ilgilidir. Başka bir deyişle Fezârî’nin de risâlesinde cevap aradığı soru, kendisine beytülmâl arazisi iktâ edilen askerin burayı kira ve ortakçılık gibi akitlerle işletme hakkına sahip olup olmadığı sorusudur. Bu sorunun cevabı muktaın kendisine iktâ edilen gayrimenkulün menfaatine mâlik olup olmaması ve eğer mâlik ise bu mülkiyetin keyfiyeti ile doğrudan ilgilidir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla bu mesele hakkında görüş belirten ilk isimler sırasıyla Muhyiddîn Nevevî (676/1277) ve tahkikini sunduğumuz risâlenin müellifinin babası olan Tâceddîn el-Firkâh (690/1291)’tır. Bunlardan birincisi müsbet, ikincisi menfi görüş beyan etmiştir. Babasıyla aynı fikirde olan müellif bu görüşü savunmak için tahkikini sunduğumuz risâleyi kaleme almıştır. Bu yönüyle bu risâle bildiğimiz kadarıyla menfi kanaate sahip fakihler tarafından bu konuya dair müstakil olarak kaleme alınmış tek monografik çalışmadır. Fezârî’ye göre tek başına iktâ işlemi akarın menfaati üzerinde herhangi bir mülkiyet tesis etmemekte; sadece ibaha anlamı taşımakta yani intifa hakkı temin etmektedir. Dolayısıyla muktaın kendisine iktâ edilen akarı kiraya vermesi -eğer devlet başkanının bu hususta özel bir izni yoksa- sahih değildir. Zira kişi malik olmadığı bir menfaati başkasına temlik edememektedir. Eserin tespit edebildiğimiz tek nüshası İran’da bulunan Kütübhâne-i Umûmî-i Âyetullâh Mar‘aşî’dedir. Bunun dışında İbn Hacer el-Heytemî risâlenin yaklaşık yarısına tekabül eden bir kısmını Fetâvâ’sında nakletmiştir. Eserin tahkikinde Heytemî’nin naklettiği metin mukabelede kullanılmış, fakat tam bir nüsha muamelesi yapılmayarak sadece gerekli görülen yerlere işaret edilmiştir.
---
The present study consists of a critical edition of Burhān al-Dīn al-Fāzārī's -one of the Shāfiite Islamic scholars of the 8/14. century- Risālah fī ṣıḥḥat ijāra al- iqṭāʿ. The concept of iqṭāʿ has followed a continuous line of change and development throughout the history of Islam. The type of iqṭāʿ mentioned by the author, who lived in Mamluk Damascus, is the assignment of income-generating real estate that belongs to the public treasury (bayt al-māl) to military officers in exchange for the service they provided. This type of iqṭāʿ was also known as "military iqṭāʿ”. One of the main debates between the jurists related to this type of iqṭāʿ is about the ability of the military officers (muqtaʿ) to lease these lands. This issue was directly related to whether the military officers had the right of usufruct of the property or not. As far as can be determined, the first scholars expressing their opinion are Muhyī al-Dīn al-Nawawī (676/1277) and Taj al-Dīn al-Fāzārī (690/1291), the father of the mentioned author. The first opinion is positive and the second one is negative. Our author, who agrees with his father, wrote this treatise to defend the negative view. In this respect, this is the only known independent study written by scholars who hold the negative opinion. According to the author, the iqṭāʿ alone does not establish for the assignee (muqta‘) rights of property or usufruct on the granted real estate; it only has the meaning of ibāha, that is, it provides a limited right of use. Therefore, it was not appropriate for the muqta‘ to lease the real estate unless he had a special permission from the Imām. This is because one cannot assign an interest that one does not own to someone else. The only copy of the work that is the subject of this study is in Kutubhāne-i Umūmī-i Āyetullāh Marʿashī in Iran
This article is a critical edition of a treatise titled al-Nūr al-bādī fī aḥkām al-arādī, written by a Ḥanafī scholar, ‘Ubaydullāh ibn ‘Abd al-Ghanī, who lived in Ottoman Egypt in the eighteenth century. This treatise is one of the last... more
This article is a critical edition of a treatise titled al-Nūr al-bādī fī aḥkām al-arādī, written by a Ḥanafī scholar, ‘Ubaydullāh ibn ‘Abd al-Ghanī, who lived in Ottoman Egypt in the eighteenth century. This treatise is one of the last examples of the classical monographs on land law.
We have no information on the author’s life in the sources except for, as expressed in the prologue, the school he belonged to and that he was alive at the time this treatise was issued. Based on our extensive research, the treatise has three different manuscripts in Dār al-Kutub al-Ẓāhiriyya, al-Maktabat al-Azhariyya and Imam Muhammad ibn Saud Islamic University. We compared all three manuscripts in this critical edition. 
‘Ubaydullāh ibn ‘Abd al-Ghanī organized his treatise on the Ottoman land regime as a prologue, three main chapters and a conclusion. In the prologue, he states that he composed the treatise in the late Jumada II of 1211 (December 1796) upon the request of a friend. He introduces his chapters in three parts, each based on tithe (‘ushr), tribute (kharāj) and state (mīrī) lands.
He examines the definition of the tithe lands and briefly the rules on these lands in the first chapter, and then discusses the tribute lands in the second chapter. The principal issues of the second chapter include the legal status of Egypt and Syria, the sultan’s authority to sell state lands and whether endowed lands are valid (ṣaḥīḥ) and binding (lāzim). He examines state lands (arāḍī-i mīriyya), also called “confiscated lands” (arāḍī-hawz) and “sultanic lands” (arāḍī-i mamlakat), in the third chapter. Among the many issues discussed in this chapter, the rights of the sultan, fief holders and cultivators on state lands seem to be the most critical. The third chapter is the most comprehensive one probably because, as Shaykh al-Islāms and the Egyptian and Syrian scholars state, the majority of the Ottoman lands were state lands and people frequently appealed to the scholars for their legal opinions in cases of conflicts on lands.
‘Ubaydullāh ibn ‘Abd al-Ghanī’s treatise is important for two reasons: First, it is a text that includes primarily the opinions of the later Ḥanafī jurists, the legal opinions of Shaykh al-Islāms and the laws promulgated by the sultans; and second, it was written by a jurist from Ottoman-Arab territory. The work shows that a scholar from this background appealed to the opinions of Shaykh al-Islāms and the sultanic laws. In fact, it is very rare for scholars from the same geographical background to write a book of this sort. As a matter of fact, the treatise seems to be the only example of its kind. However, unlike the scholars from Ottoman Arab lands, it is known that some scholar-bureaucrats who lived in the seventeenth and eighteenth centuries in the core lands of the empire, such as Üskûbî Pir Mehmed Efendi, Ahmed Akhisârî al-Rûmî and Ayn Ali Efendi, wrote works on land and tax law.
The main sources of the treatise include the works of those prominent Ḥanafī scholars in Egypt and Syria from sixteenth and seventeenth centuries: Ibn Nujaym’s (d. 970/1563) al-Tuḥfa al-marḍıyya, Haskafî’s (d. 1088/1677) al-Durr al-mukhtār and al-Durr al-muntaqā, Hayreddin al-Ramlī’s (d. 1081/1671) al-Fatāvā al-Khayriyya and ‘Abd al-Ghanī al-Nablusī’s al-Ḥadīqa al-nadiyya. The treatise occasionally quotes pages from these sources. In addition, the legal opinions of some Shaykh al-Islāms are recorded by citations of their names. These Shaykh al-Islāms include: Kemalpaşazāde (d. 940/1534), Ebussuūd Efendi (d. 982/1573), Mehmed Bahāī Efendi (d. 1064/1654), Zekeriyazāde Yahya Efendi (d. 1053/1644) and Minkārīzāde Yahya Efendi (d. 1088/1678). Considering the legal opinions and laws mentioned in the treatise, one can observe that Kānūn-i Cedīd that regulate the Ottoman land and tax regime and Üskübī Pir Mehmed Efendi’s Ẓahīr al-quḍāt are also among the sources of the treatise.
No citations of this treatise prior to the last quarter of twentieth century have been located. From that time on, some researchers citing the treatise began to use it as an indispensable source for issues related to land in Anatolia, Syria and Egypt. Among them, however, Sabrina Joseph seems to be incorrect by attributing most of the legal opinions, laws and ideas mentioned in the treatise to the author. To the contrary, our extensive research into the origins of each sentence and judgment in the treatise reveals that it is rather a collection of legal opinions of Shaykh al-Islāms, sultanic laws and Hanafi scholars’ ideas on land issues in the empire, scarcely including any original interpretation that can be attributed to the author. Therefore, future researchers should not assume that the author penned each interpretation and opinion in the treatise.
In addition to the points above, the work has various mistakes. We can classify these mistakes as “incorrect translations of legal opinions and laws into Arabic”, “attributions of legal opinions to wrong persons”, “contradictory judgments in the text” and “mentioning legal opinions that are contrary to the sultanic laws.” These mistakes show that a Hanafi jurist living in the Ottoman Arab lands in the eighteenth century had limited knowledge of the land codes promulgated by the sultans and the legal opinions of Shaykh al-Islāms. The reasons for these mistakes can be numerous, some of which are the following:
1) Language barrier: The author may be insufficiently in command of Ottoman Turkish. Translation mistakes in the treatise are the most important proof for this.
2) The manuscript copies collecting legal opinions of Shaykh al-Islāms. The manuscript copies consulted by the author may have attributed some legal opinions to the wrong persons.
3) Incorrect attribution of Kānūn-i Cedīd to Ebussuūd. The author by mistake assumed that this belonged to Ebussuūd and he may have considered some of the sultanic laws here as legal opinions belonging to Ebussuūd.
Although the mistakes and repetitions in the treatise lead us to surmise that the text was simply the first draft of the author who had no chance to revisit it, we have no concrete evidence to substantiate this argument. We point out these mistakes and correct them in the footnotes. In addition, we reproduced the transcriptions and, if necessary, Arabic translations of the legal opinions and sultanic laws that we suggest the author mistook.
Keywords: Ottoman, Anatolia, Egypt, Syria, land, tithe, tribute, state land, iqṭā‘, irṣād, endowment, sultanic law, fatwā.
VI. (XII) yüzyıldan itibaren İslam dünyasının özellikle doğusunda yaşanan ve kısa sürede son bulmayan siyasî istikrarsızlıklar başta olmak üzere çeşitli nedenler Müslüman coğrafya içerisinde göç hareketliliğinin yaşanmasına yol açmıştır.... more
VI. (XII) yüzyıldan itibaren İslam dünyasının özellikle doğusunda yaşanan ve kısa sürede son bulmayan siyasî istikrarsızlıklar başta olmak üzere çeşitli nedenler Müslüman coğrafya içerisinde göç hareketliliğinin yaşanmasına yol açmıştır. Bu süreçte bilhassa Şam-Mısır hattının Zengîler ile başlayarak Eyyûbî ve Memlükler ile artış gösteren bir istikrar ve güven atmosferine kavuşması bu bölgeleri, yurtlarını terk eden Müslüman göçmenler için bir cazibe merkezi getirmiştir. Siyasî, iktisadî, toplumsal, askerî ve başka açılardan çeşitli neticelere sahip olan bu hareketlilik dönemin ilmî yapısı üzerinde de etkili olmuştur. Dört Sünnî fıkıh ekolünden biri olan Hanefî mezhebinin uzun bir süre sonra bu coğrafyada görünür biçimde bir varlık göstermeye başlaması ve mezhebin entelektüel faaliyet ve üretim merkezinin İslam dünyasının doğusundan büyük ölçüde bu bölgeye intikal etmesi bu etkilerden bir tanesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bölgenin Hanefî mezhebinin özellikle tedris ve telif faaliyetleri açısından yaklaşık dört asrı kapsayan bir süreç boyunca merkezî bir rol oynamış olması, çeşitli araştırmacılar tarafından Hanefi mezhebinin “Memlük safhası” yahut “Mısır Hanefiliği” gibi muhtelif isimlerle anılan bu dönemi Hanefî mezhebinin tarihi seyri açısından önemli kılmaktadır. Yaşanan bu bölgesel değişimin sebepleri, Memlük Hanefiliğinin ne zaman başlayıp ne zaman sona erdiği, temel özelliklerinin neler olduğu gibi hususlar bu tebliğin cevap aradığı temel sorular arasında yer almaktadır.
--
The political instability experienced in eastern territories of the Islamic world since the VI/XII century and which did not end in a short time, led to the migration mobility in the Muslim geography. In this process, the line extending from Greater Syria to Egypt, achieved an atmosphere of stability and safety starting with the Zangids and increasing with the Ayyubids and Mamluks, thus making this region the center of attraction for Muslim immigrants who left their homeland. Besides its political, economic, social, military consequences, also affected the scholarly structure of the period. One of these scholarly effects is that the Hanafi school began to have a visible presence in this geography after a long time and the intellectual center of the school moved to this region from the east of the Islamic world (Transoxiana) to a large extent. The fact that the Hanafi school in this region has played a central role throughout a period of about four centuries, especially in terms of teaching and compilation activities, makes this period, which is referred to by various researcher as the “Mamluk phase” of the Hanafi school or “Egyptian Hanafism”, important for the historical course of it. What the reasons for this regional change were, when it started and when it ended, and what its basic features were are the basic questions to be discussed in this paper.
İrsâdî vakıflar yahut gayrı sahih vakıflar olarak bilinen vakıflar, mülkiyeti beytülmale ait arazilerden kurulan vakıfları ifade etmektedir. Yaygın anlatıya göre bu vakıf konsepti ilk defa 6./12. yüzyılda el-Melikü’l-Âdil Nureddin Mahmud... more
İrsâdî vakıflar yahut gayrı sahih vakıflar olarak bilinen vakıflar, mülkiyeti beytülmale ait arazilerden kurulan vakıfları ifade etmektedir. Yaygın anlatıya göre bu vakıf konsepti ilk defa 6./12. yüzyılda el-Melikü’l-Âdil Nureddin Mahmud Zengî’nin teşebbüsü ve orada bulunan fakihlerin onaylarıyla Şam bölgesinde ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkışıyla birlikte önemli bir uygulama alanı bulan beytülmal vakıfları, Zengîlerden sonra onların halefi sayılan Eyyûbîler ve Memlüklerde de geniş uygulama alanına sahip olmuştur. Memlükler döneminde birçok sultan ve emîrin, mülkiyeti beytülmale ait gayrimenkulleri “vakfetmiş” oldukları tarihî bir vakıadır.
Pratikteki yaygın karşılığı bir yana beytülmal vakıfları, vakıf doktrininde vakfın geçerli olabilmesi taşıması gereken şartları tam olarak karşılamamaktadır. Zira bir vakfın geçerli olabilmesi için en başta o vakfın, vakfedenin mülkünden kurulmuş olması gerekmektedir. Hâlbuki beytülmal vakıfları, tabiatları gereği bu özellikten yoksundur. Dolayısıyla bu vakıflar, fıkıh kitaplarının vakıf bölümünde ele alınan hakiki vakıf uygulamasından farklılık arz etmektedirler. Ortaya çıkmasından itibaren çeşitli tartışma ve değerlendirmenin odağında yer alan beytülmal vakıfları sonraki müellifler tarafından “gayri sahih fakat bozulamaz” vakıflar olarak formülize edilmiştir. Diğer bir deyişle bu vakıflar hakiki anlamda vakıf değillerdir. Bununla birlikte beytülmalde hak sahibi olanların haklarını almalarına yönelik bir tahsisat oldukları için nakzedilemezler. Bu formülizasyon beytülmal vakıflarıyla ilgili bu vakıf konseptinin ortaya çıkışından itibaren cereyan eden çeşitli tartışmalar ve ortaya konan farklı görüş ve fetvalar neticesinde uzun bir zaman içerisinde ortaya çıkmıştır. Konuyla ilgili yapılacak bir araştırma bu vakıflarla ilgili tartışma ve görüş farklılıkların  Memlüklerin son asrına kadar devam ettiğini göstermektedir. Beytülmal vakıflarıyla ilgili 9./15. yüzyıla ait fetva, görüş farklılıkları ve tartışmalar bu durumun bir göstergesidir.
Bu çalışmada Memlük Hanefîlerinin beytülmal vakıflarını hangi zeminde değerlendirdikleri, bu vakıfların taşıması gereken şartlar ve hukuki durumlarına dair görüşleri ve yorum farklılıkları üzerinden Hanefî mezhebinde irsâdî vakıflarla ilgili doktrinin oluşumunu sağlayan sürecin Memlükler dönemindeki izi sürülmeye çalışılacaktır.