(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

Academia.eduAcademia.edu
T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ TARİH BÖLÜMÜ KÜBA KRİZİ 13 Ekim 1962 – 27 Ekim 1962 Mustafa Onur UTKU 1521305074 DANIŞMAN Yrd. Doç. Dr. Murat Kılıç ISPARTA – 2017 ÖNSÖZ 1962 Küba Krizi’nden bu yana 55 sonbahar geçti. Günümüze kadar bahsi geçen kriz ile alakalı birçok kitap yazıldı ve sayısız araştırmalar icra edildi. Yapılan tüm bu faaliyetlerde mevcut krizin başrolleri ABD ve SSCB’ye paylaştırıldı. Bu iki devletin krizdeki yeri ve önemi tartışılmaz bir gerçektir. Fakat krize adını vermiş olan Küba ile Jüpiter Füzelerinin topraklarında konuşlandırılmasına müsaade etmiş olan Türkiye, stratejik bir piyon olarak gösterildi. Bu çalışmada dünyayı nükleer savaşın eşiğine getiren Küba Krizinin ne olduğu olduğunu anlatılıyor. Türkiye’nin ve Küba’nı krizdeki konumu değerlendiriliyor. Kriz öncesinde mevcut ortamın bu krize olan etkisi sorgulanıyor. Öncelikle seminer konumu seçerken isteklerim doğrultusunda hareket etmemi kabul eden Tarih Semineri dersi danışmanım Yrd. Doç. Dr. Murat Kılıç’a teşekkürlerimi sunarım.[14.04.2020 Ek Notu: Formalite icabıdır. Aslında çalışmamın hiçbir aşamasında yardımcı olamamıştır. Sınıf zaten 80 kişi.. Ödevin derste sunumu öncesinde, esnasında ve sonrasında da bu böyle sonuçlanmıştır.] Bu çalışmayı hazırlarken geçirmiş olduğum süreçte oldukça fazla yardımı dokunan Süleyman Demirel Üniversitesi Kütüphanesi ve çalışanlarına, ayrıca manevi desteğini her an yanımda hissettiğim aileme ve arkadaşlarıma teşekkürlerimi bir borç bilirim. İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ1 GİRİŞ2 1. ABD’NİN KÜBA İLE OLAN İLİŞKİSİ3 1.1.Devrim Öncesi İlişkiler 3 1.2.Küba Devrimi 4 1.3.Domuzlar Körfezi Çıkarması 5 2. KRİZ ÖNCESİ İKİ KUTUP ARASINDAKİ GERGİNLİKLER6 2.1.Jüpiter Füzelerinin Yerleştirilmesi 6 2.2.U-2 Krizi7 3. FÜZELER ATELENECEK Mİ?8 3.1.Küba Krizi8 3.1.1.Küba’ya Konuşlandırılan Füzelerin Keşfi 9 3.1.2.Abluka Açıklaması ve Tarafların Uygulaması 11 3.1.3.Karşılıklı Olarak Füzelerin Kaldırılması13 SONUÇ15 KAYNAKÇA17 KISALTMALAR a.g.e.: Adı geçen eser a.g.t.: Adı geçen tez ABD: Amerika Birleşik Devletleri ASHK: Amerikan Stratejik Hava Komutanlığı BM: Birleşmiş Milletler C.: Cilt CIA: Central Intelligence Agency - Merkezi İstihbarat Teşkilatı EXCOMM: Executive Committee NATO: North Atlantic Treaty Organization - Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü S.: Sayı s.: Sayfa SAM: Surface to air – Karadan Havaya Füzesi SSCB: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi GİRİŞ 2. Dünya Savaşı sonrasında dünya üzerinde Müttefik kuvvetler olarak adlandırılan ABD ve SSCB arasında, dünya üzerinde kendi hâkimiyetlerini sağlama amacıyla oldukça tehlikeli bir rekabet başlamıştır. Aralarında bulunan bu rekabet, birbirlerinin topraklarına da sıçramış ama genel olarak bakıldığında kendileri ile ittifak kurmuş olan devletlerin sınırları içerisinde en üst düzeye ulaşmıştır. Bu rekabetin kendi aralarında zaman zaman sıcak savaşa dönüşmesi ihtimali içten bile olmamıştır. Neyse ki yaşanan tüm bu hadiselerden diplomasinin gücünden faydalanılarak çıkılmıştır. 1962 yılının ekim ayında yaşanan “Küba Krizi”, belki de dünyanın büyük bir nükleer felakete bu kadar yaklaştığı tek hadise olmuştur. iki süper güç arasında sadece iki hafta gibi kısa bir süre içerisinde dünyanın kaderinin belirlendiği bu bunalımda diğer devletler önemli dersler almıştır. Gerek iç ve dış politikada gerekse askeri ve nükleer yeterlilik konusunda diğer devletlerde de büyük gelişmeler görülmüştür. Bu çalışmada “Küba Krizi” dediğimiz bunalımın öncesinde ve sonrasında yaşanan olayları bütünüyle kapsayacak şekilde bir değerlendirme yapılmaya özen gösterildi. Krizin doğmasına sebebiyet veren hareketlere ve o dönemin ülkeler arası diyaloglarında ne tarz incelikler olduğuna yer verilmeye çalışıldı. Devletlerin bu krize karşı takındıkları farklı tutumlarının ilk gün ile son gün arasında nasıl bir değişiklik gösterdiği ifade edilmek istendi. Aynı zamanda tarafsız bir dil kullanılmaya çalışılarak yeri geldiğinde krizde boy göstermiş olan oyuncuların, nükleer felakete yol açabilmesi söz konusu olan bu olaydaki olumlu ve olumsuz tutumlarının sunulması için çaba gösterildi. Çalışmanın bir diğer önemi ise Küba Krizi ile alakalı arşivlerin gizliliğinin tamamen kaldırılmasıyla birlikte gün yüzüne çıkan belgeler neticesinde bilimsel çalışmalara açık bir durumda olmasıdır. Ne yazık ki ülkemizde hala daha önemi tam anlamıyla kavranamamış olan bu hadisenin Türkiye’ye ne şekilde etki edeceği gösterilmeye çalışıldı. Aynı zamanda Kennedy ile Kruşçev arasında yaşanan tehlikeli söz yarışlarına da değinilerek aralarında bulunan gerginlik de gözler önüne serilerek Soğuk Savaş döneminin belki de en gergin yıllarının bir anda nasıl yumuşadığı hakkında bilgiler verilmeye çalışıldı. Tüm bunlar yapılmaya çalışılırken Süleyman Demirel Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan “Soğuk Savaş” ve “Küba Krizi” ile alakalı 1945 yılından günümüze kadar uzanan 2. el kaynak kitaplar ve çeşitli internet veri tabanlarında bulunan makalelerden ve tezlerden yararlanıldı. Bu çalışmanın diğer benzer çalışmalardan farkı tarafsız bir dille anlatılması ve sadece bu konuya konsantre olunmasıdır. Küba krizi, ABD ve SSCB arasındaki “Soğuk” bunalımın doruk noktaya ulaştığı ve patlamak üzere olduğu bir kriz idi. Genelde bu durumdan dolayı krizde adı geçen Türkiye ve Küba’nın yapılan çalışmalarda bu iki süper gücün gölgesinde kaldığı görülmektedir. Varlığı saklanamayacak olan Türkiye ile Küba’nın önemi ve duruşuyla alakalı bu tarz bir çalışmaya ihtiyaç bulunmaktadır. ABD’NİN KÜBA İLE OLAN İLİŞKİSİ Devrim Öncesi İlişkiler Küba, Antil takımadaları olarak bilinen ve Meksika Körfezi’nin ağzını kapamakta olan takımadalarının en büyüğü konumundadır. Upuzun kertenkele gibi bir adadır Burhan Felek, “Hadiseler Arasında Felek” köşesi, Cumhuriyet Gazetesi, 27 Ekim 1962. Panama kanalına olan yakınlığı nedeniyle de enerji taşıma yollarının güvenliği açısından bulunduğu bölgede coğrafi açıdan oldukça büyük öneme sahiptir. Aynı zamanda ABD’nin güneydoğu kıyılarına olan yakınlığı sebebiyle farklı bir stratejik önem kazanmaktadır. ABD ile Küba arasındaki ilişkiler 1959 yılında Fidel Castro önderliğinde yapılan Devrim hareketinin başarılı bir şekilde sonuçlanmasına kadar giden süreçte problemsiz bir şekilde devam etmekteydi. Küba’yı yönetmekte olan dikta rejimleriyle kontrol altında tutma stratejisine inandıkları için işbirliği içerisinde bulunan ABD, bu bölgede hiçbir problem yaşamamaktaydı. Bulunduğu bölgede şeker kamışı, turizm ve eğlence sektörleriyle tanınmakta olan bu adadan ABD 1960 yılına kadar şeker ithalatının %83’ünü karşılamıştır Kemal Olçar, “Uluslararası Çatışmaların Enerji Politik Analizi”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, 5 Haziran 2010, C.VI, S.11, s.111.. Aynı zamanda Florida’nın ABD’nin Küba’ya en yakın noktada bulunan eyaletidir. Miami kentinden gelen zenginler Havana’ya gelerek zamanlarını burada kumar oynayarak geçirmekteydiler. Küba Devrimi Küba, XX. Yüzyıl boyunca başa geçen “demokratik” iktidarlar bakımından pek şanslı olamamıştır. Geçen zaman zarfında birçok politikacı, “yenilik ve rahat yaşam” vaatlerinde bulunarak ülkeyi yönetmiş, ancak birkaç yıl içerisinde soyup soğana çevirerek kaçmışlardır. Üstüne üstlük uyguladıkları baskı neticesinde birde halkın nefretini kazanmışlardır. Son olarak Batista adında ki diktatörün uyguladığı sert politikalarla birlikte halk artık buna son vermenin zamanı geldiğini düşünmüş olmalı ki aralarından Fidel Castro adında bir avukat çıkarak devrim hareketinin başını çekecektir. Devrimin başlangıç noktası olarak kabul görmüş olan Moncada Kışlası baskını, Fransız devrimini başlatan Bastille hapishanesi baskını gibi, tek başına pek önemi olmayan bir eylemdir. Fakat bütün Küba’yı sarsacak ve bir devrimin temelini atacaktır. 26 Temmuz 1953 tarihinde gerçekleştirilen Moncada Kışlası baskını Fidel Castro liderliğindeki sayıları 150’yi geçmeyen bir grup devrimcinin aleyhinde sonuçlanmıştır. Kışlada bulunan askerler kısa sürede toparlanarak üstünlüğü ele geçirmişlerdir. Ardından Fidel Castro bu durum karşısında devrimci güçlere geri çekilme komutu göndermiştir. Önceden planları yapmak için gözden ırak bir bölgede kiralamış oldukları çiftliğe sadece 40 devrimci geri dönebilmiştir. Kışlada ele geçirilen devrimciler, Moncada komutanı Albay Chaviane tarafından verilmiş olan emirle kurşunlanarak öldürülmüşlerdir. Bu olayın ardından Fidel Castro uzun uğraşlar sonucu kaçmaya çalışırken yakalanmıştır. Yaptıklarından dolayı yargılanarak 15 yıl hapse mahkûm edilmiştir. Hapis hayatından 3 yıl sonra genel afla kurtulmuştur. Hapis hayatının hemen ardından 26 Temmuz hareketini başlatmıştır. Bu hareket çerçevesinde yıllarca hayallerinde olan devrimi gerçekleştirmeyi amaçlamıştır. Fidel Castro, 1959 yılına gelindiğinde Diktatör Batista’yı devirerek amacını başarıyla yerine getirmiştir. Domuzlar Körfezi Çıkarması Eisenhower 34. ABD Başkanıdır. 1953-1961 yılları arasında başkanlık görevini üstlenmiştir. yönetimi döneminde ABD, 1959 yılında Küba’da gerçekleşen komünizm odaklı devrimden rahatsız olmuştur. Sınırlarına bu kadar yakında kendisine aykırı bir oluşum olmasını kabullenememiştir. Eisenhower yönetiminin ardından başa geçen John F. Kennedy, 3 Ocak 1961’de Küba ile olan mevcut ilişkileri kesmiştir. Kennedy, domino teorisi Domino taşlarının devrildiklerinde sırayla yanlarındaki taşları da devirmeleri esasına dayalı oyundan esinlenilerek, ABD'li siyasetçilerin Soğuk Savaş döneminde bir ülkenin komünist idare altına düşmesinin komşu ülkelere de komünizmin yayılmasına sebebiyet verebileceği varsayımına dayanan teorisidir. etkisiyle diğer Latin Amerika ülkelerine komünizmin bulaşması tehlikesinden dolayı tedirgindi. Böyle bir durumun meydana gelmesini önlemek amacıyla 13 Mart 1961’de Gelişim İttifakı Sistemini kurmuştur. Ekonomik kalkındırmayı amaçlayan bu program çerçevesinde Latin Amerika ülkelerine 908 milyon dolar ekonomik yardım yapılmıştır Halit Çağrı Seçilir, Soğuk Savaş Dönemi ve 1990-2001 Döneminde Türkiye-Ortadoğu İlişkilerine ABD Etkisi, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Kadir Has Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2004, s.8.. Aynı anda U-2 uçak kriziyle birlikte güvenilirliği sarsılan CIA, Küba’da devrim gerçekleştirmiş olan Fidel Castro’yu devirmek amacıyla bir plan hazırlamıştır. Küba’nın istilasının ABD tarafından yapılmış gibi görünmesi istenmemiştir. Bu yüzden CIA, Kübalı göçmenleri kullanmaya karar vermiştir. ABD’nin destek vermesiyle birlikte CIA, 1400 kadar göçmeni Fidel Castro’yu devirebileceklerine inandırmayı başarmıştır. Devrim gerçekleştiğinde Küba’dan kaçan mülteciler; askeri kamplarda eğitilecek; daha sonra Küba’ya Domuzlar Körfezi denilen yerden çıkarılacak; amaç körfezden Küba’ya çıkacak olan mültecilerle yerli halkı birleştirip Castro rejimini devirmek olacaktır Seçilir, a.g.t., s.8.. Fakat devrimin ardından Fidel Castro Küba’da yapmış olduğu reformlarla birlikte popüler bir kimlik kazanmıştır. Bu durum ABD ve CIA tarafından gözden kaçırılmıştır. 15 Nisan 1961 tarihinde ABD tarafından gizli anlaşılamayacak bir şekilde Küba’ya hava saldırıları başlatılmıştır. Amaç Küba Hava Kuvvetlerini zayıflatmaktır. Bombardıman uçakları Meksika’nın güneyinde bulunan Nikaragua’dan havalanmıştır. Uçakların üzerindeki Amerikan sembolleri yerine Küba ordusu sembolleri konularak kafa karışıklığı yaratmak istenilmiştir. Küba, bir bombardıman uçağını düşürmüştür. 17 Nisan’da ise bu mülteciler Küba’ya Domuzlar Körfezinden çıkmıştır. Fakat beklenildiği gibi başarılı olamayan bu çıkarma 19 Nisan’a kadar sürmüştür. 100’den fazla Kübalı göçmen öldürülmüştür. Geri kalanlar ise yakalanarak esir düşmüştür. Meydana gelen başarısızlık neticesinde Kennedy’nin imajı ABD kamuoyunda sarsılmıştır. Mültecilere gereken desteği veremediği için Kennedy yönetimi suçlanmış, Kennedy ise düzgün planlanmamış olan bu girişimin suçunu CIA’ye yüklemiştir. Bu durum sonrasında Fidel Castro ABD ile ilişkilerinin bir daha asla düzeltilemeyeceğine inanarak SSCB yörüngesine girmiştir. KRİZ ÖNCESİ İKİ KUTUP ARASINDA Kİ GERGİNLİKLER Jüpiter Füzelerinin Yerleştirilmesi 1957 yılında SSCB’nin dünyada bir ilk olan yapay uydu Sputnik’i uzaya fırlatmasıyla birlikte ABD’yi vurabilecek uzun menzilli füzelere sahip olması, Eisenhower yönetimini Soğuk savaş kavramı çerçevesinde harekete geçmelerini sağlamıştı. ABD, Paris’te düzenlenen NATO toplantısında Avrupa’ya SSCB tehdidine karşı önlem amacıyla orta menzilli balistik füzeler konuşlandırmaya yönelik teklifini resmen masaya getirmişti. SM-78/PGM-19 Jüpiter ile SM-75/PGM-17A Thor adındaki bu füzeler 1950 yılının ortalarında tasarlanmış ve kullanımına başlanmıştı. ABD’nin teklifine Avrupa’daki pek çok ülke sıcak bakmadı. Çünkü bu füzelerin kendi topraklarında olması, caydırıcı unsur olmaktan ziyade daha çok imha edilmesi gereken bir hedef konumuna gelmekteydi. Nitekim bundan dolayı karara olumlu yanıt sadece 3 NATO ülkesinden geldi. ABD ile ilişkilerin derinlemesine geliştirilmesinden yana olan Menderes hükumeti bu füzeleri hiç düşünmeden kabul etti. NATO’nun çiçeği burnunda üyesi Türkiye, bu füzeleri kabul etmekle ayrı bir önem kazanıyordu. Ankara’ya göre bundan daha iyi bir fırsat olamazdı Turan Yavuz, Satılık Müttefik, Doğan Kitapçılık, İstanbul 1999, s. 63.. Füzelerin topraklarına yerleştirilmesine müsaade eden devletlerden İngiltere’ye 60 adet Thor konuşlandırıldı. İtalya ve Türkiye’ye ise toplam 45 adet Jüpiter füzesi gönderilmesi planlanmıştı. Bu bağlamda füzelerden 15 adedinin Türkiye’ye konuşlandırılmasına ilişkin Türk-Amerikan antlaşması 28 Ekim 1959’da imzalandı. Mehmet Sait Dilek, “ABD Başkanı Dwight David Eisenhower’ın Aralık 1959’da Türkiye Ziyareti”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Güz 2010, S.46, s.317. Fakat yapılan bu antlaşma TBMM’nin onayından geçirilmemiş, hükümet ve kamuoyunun bilgisinden gizlenmişti. Tüm bu antlaşmalar sonucunda füzelerin İzmir-Çiğli’ye yerleştirilmesine 1962 yılına kadar devam edildi. SSCB’nin Jüpiter füzelerine karşılık olarak Küba’ya balistik füze yerleştirmesi sonrasında ABD ile aralarında pazarlık imkânı doğdu. Bu pazarlıklar ise gizli kapılar ardında Türkiye’den habersiz bir şekilde yapıldı. U-2 Krizi Soğuk Savaş döneminde dünyanın iki süper gücü olan ABD ile SSCB’yi karşı karşıya getiren en tehlikeli krizlerden bir tanesi SSCB toprakları üzerinde düşürülen U-2 casus uçağıdır. İki devlet arasındaki nükleer silahlanma rekabeti, birbirlerine karşı istihbarat faaliyetlerinin de yoğunlaşmasına sebebiyet vermiştir. Düşman toprakları üzerinde fark edilmeden nükleer tesisleri ve saldırılabilecek noktaları tespit etmek amacıyla iki taraf arasında bazı girişimler söz konusu olmuştur. ABD, ikinci bir Pearl Harbour yaşamamak için kendisini ve müttefiklerini sürpriz bir SSCB saldırısında önceden haber alarak koruyabilmek amacıyla U-2 uçaklarını geliştirdi. Üretimi Lockheed uçak firması tarafından yapıldı. Bu uçaklar 30.000 metreye kadar çıkabilmekte ve bu irtifalardan yüksek kalitede fotoğraflar çekebilmekteydi. ABD Başkanı tarafından U-2’lerin uçmasına izin verilirken yönetimini ise CIA üstlenmekteydi. Bu uçakların üsleri Türkiye’nin yanı sıra İngiltere, Almanya ve Japonya’da bulunuyor ve 1956 yılından itibaren düzenli olarak SSCB toprakları için uçarak bilgi topluyorlardı Nurettin Gülmez, “Soğuk Savaş Dönemi Çekişmelerinden Bir Örnek: U-2 Uçak Krizi”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Bahar 2014, C.XIV, S.28, s.232. Bu durum SSCB tarafından fark edilmiş olmalı ki, Devlet Başkanı Nikita Kruşçev’in Eylül 1959’da ABD’ye yapmış olduğu ziyaretinde Başkan Eisenhower’a U-2 uçuşları konusunda şikâyet etmesi basına yansımıştır. 1 Mayıs 1960 tarihinde Türkiye’deki Adana İncirlik hava üssünden havalanan ve Gary Powers adındaki pilot tarafından kullanılan bir U-2 uçağı, SSCB toprakları üzerindeyken arızalanarak irtifa kaybetmiş ve radarlara yakalanarak vuruldu. Pilot esir alındı. İlerleyen dönemde pilot ile bir Rus casusu takas edildi. Eisenhower U-2 uçuşlarının basına yansıması ile birlikte artık uçuşların yasaklandığını aktardı. Bu kriz sonrasında CIA’ya olan güven sarsılmış ve uyguladıkları gizli faaliyetler tartışılabilir duruma gelmiştir. FÜZELER ATEŞLENECEK Mİ? Küba Krizi ABD’nin uygulamış olduğu hatalı stratejiler sonucu Küba, hızlı bir şekilde SSCB’nin nüfuz alanındaki devletlerden birisi konumuna gelmiştir. ABD’ye olan yakınlığı sebebiyle Küba’nın SSCB için önemli tartışılmaz bir gerçektir. ABD’nin müttefikleri verdiği orta menzilli balistik füzeler neticesinde SSCB, Küba’ya balistik füzelerin yerleştirilmesine karar verdi ve ABD’de füzeleri keşfettiği zaman doğal olarak sert tepkilerde bulunmuştur. 13 gün süren Küba Krizi dünyanın bir nükleer savaş ve hatta yok olmanın eşiğine getirmiştir. Sonuç olarak iki tarafta karşılıklı imha riski olmasından dolayı çekinmişler ve füzeleri karşılıklı olarak sökerek krizi daha fazla büyütmeden sonlandırmışlardır. Küba’ya Konuşlandırılan Füzelerin Keşfi Domuzlar Körfezi çıkarması sonrasında Kennedy, Küba’daki gelişmeleri yakından takip edebilmek amacıyla ada üzerinde casus uçuşlarının 9 Ekim 1962’de tekrar başlatılmasını istemişti. Fakat kötü hava koşullarından dolayı uçuşlar 14 Ekim tarihine kadar yapılamadı. ASHK’ya ait U-2 yüksek irtifa casus uçağı 14 Ekim’de büyük bir gizlilik ile Küba semalarında sınırlı fotoğraf çekme görevine başladı Ernest R. May – Philip D. Zelikow, Kennedy Tutanakları, Çev.: Mehmet Harmancı, Sabah Yayınları, İstanbul 1999, s.51.. Çekilen fotoğraflar ertesi gün CIA analistleri tarafından incelendi. Analistler, fotoğraflarda SSCB’ye ait füze silolarını tespit etti. Bu füze silolarının SS-4 ailesinden olan orta menzilli balistik füzeler olduğu anlaşıldı. Bu füzeler ABD’nin başkent dâhil olmak üzere güney kesiminin tamamını vurabilecek kapasitedeydi. ABD’de seçim mücadelesinin olduğu bir dönemde kendisine gösterilen bu fotoğraflar sonucunda Kennedy tarafından EXCOMM adı verilen kurul oluşturuldu. Bu kurulda kriz ile ilgili ne yapılması gerektiğini hesaplayabilecek danışmanlar ve ulusal güvenlik uzmanları mevcuttu. Bu kurulda birçok konuyu detaylandırarak tartışmışlardır. Başlangıçta SSCB ile iletişime geçerek füzelerin kaldırılmasını talep etmeleri fikri ortaya atıldı. Fakat Kennedy yönetiminin son zamanlarda uyguladığı başarısız politikalar nedeniyle bunun işe yaramayacağı konusunda hemfikir olmuşlardır. Nitekim Kennedy ve ekibi, Küba’ya karşı uygulanabilecek olan bazı seçenekler üzerinde durmuştur. Bu seçenekler: Küba’da bulunan füze silolarına hava saldırısı düzenleyerek imha etmek, daha ileri versiyonu olarak adaya fiilen istilası amacıyla harekete geçmek Küba’yı tam kapsamlı olacak şekilde abluka altına almak. Bu ekonomik bir abluka’da olabilirdi. Bu seçeneklerden ilk olanı birçok kişi tarafından desteklenen fikirdi. Ordu komutanları dâhil olmak üzere çoğunluk bu füzelerin bir savaş hazırlığı olduğunu ve karşı taraf harekete geçmeden kendilerinin harekete geçmesinin önem arz ettiğini savunuyordu. Aynı zamanda Küba’ya ilk seçenek uygulanacak olursa SSCB’nin kendisine bu kadar uzak olan bir ülkeye desteğe gelmeyeceğini düşünüyorlardı. Azınlıkta olsa bazı kişiler abluka fikrini destekliyordu. Savunma Bakanı Robert McNamara bu fikri destekleyenlerden biriydi. Aynı zamanda Robert F. Kennedy SSCB’nin Küba’ya yardıma gelmeme durumunda bir başka yerde misilleme yapabileceğini düşünmekteydi. Bu misillemeyi muhtemelen daha yeni duvar örülmüş olan Berlin’de Doğu Almanya vatandaşlarının Batı Almanya'ya kaçmalarını önlemek için Doğu Alman meclisinin kararı ile 13 Ağustos 1961 yılında Berlin'de yapımına başlanan 46 km uzunluğundaki duvar. 9 Kasım 1989'da Doğu Almanya'nın, isteyen vatandaşların Batı'ya gidebileceğini açıklamasının ardından tüm tesisleriyle birlikte yıkıldı. ya da Jüpiter füzelerini bahane ederek Türkiye’de yapabileceğini öngörüyordu. Ayrıca adada bulunan ve halk arasında kareli gömlek ordusu olarak anılan fakat SSCB’nin gözünde ise tarım uzmanı Yavuz, a.g.e., s.44. olan binlerce Sovyet askerine gelecek bir zarar sonrasında nükleer savaşın başlamasına imkân vermiş olunacaktı. Aynı zamanda Domuzlar Körfezi hezimetinden sonra bir başka operasyondan daha başarısızlıkla dönülürse kendi yönetimi için olumlu sonuçlar doğurmayacağını tahmin etmekteydi. Bu görüşler dünyadan gizli bir şekilde masadayken 18 Ekim’de Robert F. Kennedy SSCB Dışişleri Bakanı Andrey Gromıko ile görüştü. Zaten daha önceden CIA yardımıyla adada bir takım faaliyetler içerisinde olduğunu tespit ettiklerinden dolayı SSCB’ye balistik füzelerden söz etmeden fakat saldırı amaçlı silahların varlığı konusunu açtılar. Nitekim Gromıko tüm bu iddiaları reddederek Küba’da sadece savunma amacıyla silahlar konuşlandırdıklarını söylüyordu. Sergilemiş olduğu tavır ile ABD’nin boşuna uğraşıyormuş gibi gösteriyordu. 19 Ekim’de ABD, bütün ordusunu teyakkuz durumuna geçirdi. Kennedy’e ABD’nin mevcut füzelerinin olası bir tehlikeye karşı 18 saat içerisinde fırlatılabilir olacağı konusunda bir rapor verildi. Aynı gün Kennedy’nin mantıklı düşüncesinden dolayı Küba adasının ablukaya alınmasına karar verildi. Abluka teknik olarak savaş başlangıcı olarak sayıldığından karantina denildi. Abluka Açıklaması ve Tarafların Uygulamaları 22 Ekim 1962’de Robert J. Kennedy radyo ve televizyondan yaptığı konuşma ile Küba’ya gitmekte olan ve silah yüklü olduğu ihtiva eden tüm şileplerin geri çevrileceğini açıkladı. Gıda ve benzeri yükler taşıyan şileplerin geçişine izin verileceğini belirtti. Ayrıca Küba’daki istihbarat birimlerini arttırdıklarını ve raporlara göre uygulanacak yöntemlerin hazır olduğunu tüm ABD ve dünya kamuoyuna sundu. Son olarak Küba’dan Batı’ya yapılacak herhangi bir saldırının SSCB tarafından ABD’ye karşı yapılmış olarak kabul edeceğini ekledi. Bu açıklama üzerine SSCB Devlet Başkanı Nikita Kruşçev, 24 Ekim’de gemilere ablukaya aldırmadan Küba istikametinde devam etmelerini bildirdi. Kruşçev’in bu bildirisi, sıcak çatışmaya varacak ve hatta nükleer savaşa yol açabilecek türdendi. 25 Ekimde karantina Kennedy tarafından imzalanarak uygulamaya kondu. ABD donanması hızlı bir şekilde bölgeye konuşlandı. Fakat hızını arttırarak Küba’ya doğru yaklaşan gemiler sonrasında ilk taviz ABD tarafından verildi. Kennedy, 800 mil olan Abluka hattını 500 mile düşürerek karşı tarafa bir şans vererek aynı zamanda vakit kazanıyordu Yavuz, a.g.e., s.96.. Nitekim korkulan olmadı ve SSCB’ye ait bazı gemiler kendiliğinden geri dönmeye başladı. Geri dönmeyen gemiler ise aranarak silah ihtiva edenler yola devam etmelerine izin verilmedi. İlk gün 14 gemi geri çevrildi. Korkulan olmamıştı ve bu şimdilik dünyayı rahatlatmıştı. Tüm bunlar olurken kriz ile alakalı BM’de yapılan görüşmelerde ABD, Küba üzerinde uçan U-2 uçaklarının çektiği görüntüleri gösterdi. Dolayısıyla SSCB’nin ABD kıyılarının tam karşısına orta menzilli balistik füzeler yerleştirdiğini tüm dünya öğrenmiş oldu. 26 Ekim’de SSCB’den telgraf aracılığıyla ilk teklif geldi. Nikita Kruşçev, mektubunda dolaylı olarak bu balistik füzelerin Küba’da olduğunu onaylamıştır. Mektubunda ek olarak saldırı ve savunma amaçlı füzeleri nasıl gördüğünü belirmiştir. Teklif olarak ise Küba’da ki füzeleri sökülmesi karşılığında ABD’nin Küba’ya yapılacak herhangi bir saldırıya fiilen katılmayacağına dair güvence vermesini istemiştir. Ancak bu güvencenin verildiği takdirde Küba’daki füzelerin sökülebileceğini beyan etmiştir. Kennedy yönetimi böyle bir teklifi görünce oldukça şaşırmıştır. Çünkü olası bir teklifte SSCB’nin Türkiye’ye konuşlandırılan Jüpiter füzelerinin kaldırılmasını isteyeceğine kesin gözüyle bakılıyordu. Nitekim 27 Ekim’de Nikita Kruşçev ülkesel yayında mektubundaki tavrını değiştirerek Türkiye ve İtalya’daki füzeler sökülmeden Küba’daki füzelerin sökülmeyeceğini ifade etti. Kennedy yönetimi gelen bu ikinci teklif ile beraber kafası karışmıştı. Bir gün önceki mektup ile şimdiki arasında ifade ediş bakımından oldukça büyük fark vardı. Yaşanan tüm bu gelişmelerin üzerine Küba semalarında bir U-2 uçağı SAM füzeleriyle vurularak düşürüldü. Uçağın düşürülmesi emrini Küba’da bulunan bir Sovyet komutanı vermişti. Yerel bir karardı ve bu karar ile savaş çıkabilirdi. Fakat bir U-2 casus uçağı ilk kez düşürülmüyordu ve yapmaya çalıştığı faaliyetin amacı bilindiği için ABD tarafından bu olay tek başına bir savaş sebebi sayılmadı. Tekrarlanması durumunda bunu bir bahane görebiliriz mesajı iletildi. U-2 uçağının düşürülmesinden hemen sonra Kennedy yönetimi Kruşçev’in mevcut 2 teklifini değerlendirmeye başladı. Sonuç olarak ise ikinci teklifini bilmiyormuş gibi yaparak ilk teklifine yanıt verildi. Küba’daki füzelerin sökülmesi karşılığında ABD, Fidel Castro’yu devirme isteğinden vazgeçecekti. İlk teklife verilen olumlu yanıt sonrası Nikita Kruşçev tuhaf bir duruma düşmüştür. Böyle bir teklifi vermiş fakat kabul görmeyeceğini düşünmüştü. Tüm bunlar yaşanırken Başkan Kennedy, Adalet Bakanı olan kardeşi Robert Kennedy’e SSCB’nin ABD Büyükelçisi ile gizli pazarlıklar yapıyordu. Yapılan bu pazarlıklarda ABD, Türkiye ve İtalya’da bulunan füzeler ile ilgili tedirginliği anladıklarını ve bunu en kısa sürede halledeceklerini belirttiler. Fakat bu konunun NATO kapsamında değerlendirilmesi gerektiği için zaman istediler. Füzelerin Karşılıklı Olarak Kaldırılması 28 Ekim 1962 tarihinde ABD ve SSCB ilk teklif üzerinde anlaştıklarını duyurmuşlardır. Fakat gizli kapılar ardından yapılan görüşmelerde Türkiye’deki füzeler, Türkiye’nin haberi olmadan kaldırılacağı yönünde anlaşılmıştır. Türk hükümeti bu konu hakkında bilgilendirilmediği gibi, müttefiki olduğu ABD tarafından haberi bile olmadan satılmıştır. Jüpiterlerin söz konusu anlaşmada olmadığı görülünce Türkiye’de bayram havası yaşanmıştır. Gazeteler ABD’nin SSCB’yi “mat ettiğini” büyük puntolarla okuyucularına bildirmiştir Yavuz, a.g.e., s.161.. Aynı zamanda Fidel Castro’da yapılan gizli anlaşmadan haberdar değildi. Anlaşmada Jüpiterlerin söküleceği maddesini göremeyen Castro, SSCB’ye karşı öfke duyuyordu. Nitekim SSCB’nin telkinleriyle duymakta olduğu öfke dinmiştir. Sonuç itibariyle SSCB Küba’daki füzeleri 3 Kasım 1962 sökerken ABD ise Türkiye’deki Füzeleri Polaris denizaltılarını Akdeniz’e gönderme teklifini zorla kabul ettirerek son Jüpiter füzesini 1963 Nisan sonunda sökmüştür. SONUÇ 2. Dünya Savaşı sonrasında, dünya üzerinde barış ortamı oluşması beklenirken tam tersine iki kutuplu bir yapılanma içerisine girilmiştir. Büyük acılara neden olan bu savaşın ardından ders çıkarılmış olması bekleniyordu ama bu durum sonucunda ABD ile SSCB arasında daha önce eşi benzeri görülmemiş bir rekabet ortamı oluşmuştur. Savaştan galip çıkmış olan iki büyük devlet, çevrelerinde kümelenmeye başlamış olan küçük devletleri korumak maksadıyla birbirlerine karşı kolektif güvenlik örgütleri oluşturmuşlar ve müttefiklerinin güvenliğini bu şekilde sağlama yoluna gitmişlerdir. Aynı zamanda silahlanma yarışı kaldığı tekrar başlamıştır. Fakat bu seferki silahlanma yarışı konvansiyonel anlamdan arınarak farklı bir boyut kazanmış ve ilk defa Japon İmparatorluğuna karşı 2. Dünya Savaşı sırasında kullanılan atom bombalarının ardından, 1950’li yıllarda daha yüksek derecede etkiye sahip olan Nitrojen bombaları geliştirilmiştir. Ayrıca balistik füzelerdeki gelişim itibariyle devletler ellerinde bulunan nükleer gücü gerek kendi toprakları üzerinden gerekse müttefiklerinin topraklarına konuşlandırarak karşı tarafı pasifize etmek için türlü numaralara girişmişlerdir. Fakat mevcut bu girişimler genel itibariyle karşı tarafı tahrik etmekten başka bir şeye yaramamıştır. Küba Krizi, aslında bu duruma bir örnek teşkil etmektedir. ABD’nin SSCB tehdidine karşı 1957 yılında Avrupa’daki müttefiklerine götürdüğü teklif neticesinde 1961 yılına kadar konuşlandırmış olduğu Jüpiter füzeleri ve ardından SSCB’nin Küba’ya yerleştirdiği orta menzilli balistik füzeler sadece stratejik hamleler olarak kalmayabilirdi. Belki de dünya bir termonükleer savaşın içerisine girecek ve bu savaştan topraklarına caydırıcı unsur olması amacıyla konuşlandırılmasına izin verdikleri tehlikeli balistik füzeler sebebiyle Türkiye ile Küba geri dönüşü olmayan facialar yaşayacaktı. Aslında Kennedy yönetiminin, bu krizde generallerinin isteği doğrultusunda Küba’yı fiilen işgal etme amaçlı bir tutumu olsaydı SSCB’nin yapabileceği misilleme muhtemelen Berlin ya da Türkiye’de olacaktı. Bunun sonucunda büyük bir nükleer savaş yaşanabilirdi. Fakat şu bir gerçektir ki ABD ve SSCB böyle bir savaşın yaşanmasına kolay kolay rıza gösteremezdi. SSCB kendi topraklarına çok yakın noktalarda konuşlandırılmış bu füzelere karşı stratejik bir hamle yapma gereksinimi duyarak kendi füzelerini Küba’ya yerleştirmişti. Eğer ABD füzelerini sökerse SSCB’de kendi füzelerini sökecekti. ABD böyle bir kararı tek başına alamazdı. NATO kapsamında yerleştirilen bu füzeler ancak Türkiye’ye kabul ettirilebilirse sökülebilirdi. Yeterli zamana sahip olmayan ABD, bunun yerine SSCB ile gizli kanallardan anlaşarak Jüpiterlerin söküleceği konusunda teminat verdi. Yapılan bu anlaşmadan Dünya’nın yıllar sonra haberi olacaktı. Açıktan yapılan bu anlaşmada ABD, Küba’ya saldırmayacağı teminatını verirken SSCB ise adadaki füzeleri sökeceğini onaylıyordu. Bu anlaşma ile Kennedy ülke kamuoyunda mutlak bir zafer kazanmasının yanı sıra yenilgi almış gibi görünmediği için uyguladığı politika bakımından da başarılı olmuştur. Nitekim kriz bu şekilde sonuçlanmıştır. SSCB’nin bu kriz sonlanırken bilmediği bir şey vardı. ABD, Jüpiter füzelerinin teknolojisinin geçtiğine inanıyordu ve zaten denizaltılardan ateşlenebilen Polaris füzelerini geliştirmişlerdi. Bu denizaltılar yüzeye çıkmadan fiiliyata çok daha yakından ateşlenebiliyordu. Dolayısıyla bu durum Jüpiter füzelerinin miladının dolduğu anlamına gelmekteydi. Türkiye de tıpkı dünyanın geri kalanı gibi yapılan gizli anlaşmadan haberdar değildi. Aylar geçtikten sonra durumun boyutu netlik kazanacaktı. ABD tarafından uygulanan baskılar neticesinde Türkiye, füzelerin sökülmesine engel olmaktan vazgeçti. SSCB ise Küba’daki füzeleri çoktan sökmüştü. Krizin üzerinden 6 ay geçtikten sonra SSCB’ye verilen söz nedeniyle 24 Nisan 1963’te son Jüpiter füzesi sökülerek onun yerine Akdeniz’de faaliyete geçirilen Polaris denizaltıları bölgeye intikal ettirildi. Bu krizin sonucunda en fazla kazanç sağlayan Küba olmuştur. ABD tehdidinden kurtulmuştur fakat hala daha günümüzde aralarındaki gerginlik sürmektedir. Ayrıca başlangıçta Fidel Castro’nun, tıpkı Türkiye gibi yapılan gizli anlaşmadan haberi yoktu. Haberi olmadığı için Küba’da konuşlandırılmış olan balistik füzelerin sökülmesine tepkiliydi. Bu durum ilerleyen dönemde gizli anlaşmadan haberdar olmasıyla değişmiştir. Sonuç itibariyle bu krizin ardından Soğuk Savaş’ın en gergin dönemi son bularak yumuşama evresine geçilmiştir. Aynı zamanda Washington ile Moskova arasında doğrudan iletişim kurabilmek amacıyla “hotline” adı verilen telefon hattı kurulmuştur. Bu olay sonrasında ABD’nin bölgeye yönelik politikalarında verdiği sözlerin öncelikli olmadığı, kendi çıkarları tehdit altında olduğunda müttefiklerinin arkasından bir takım işler çevirdiği görülmektedir. Nitekim tablodaki resim böyle olunca Avrupa’da pek çok değişimin baş göstermesine neden olmuştur. Fransa, ABD ile hali hazırda olan mevcut ilişkilerini esneterek kendi nükleer programını başlatmıştır. İlerleyen yıllarda Küba Krizi esnasında sergilediği tutum nedeniyle SSCB lideri Nikita Kruşçev serüvencilik suçlamasıyla iktidardan düşürülmüştür. Aynı zamanda krizin bu şekilde sonuçlanmasıyla birlikte SSCB ile Çin arasında gerginlik ortaya çıkmıştır. Pekin, Moskova’yı içine düştüğü durumdan dolayı “devrimci davaya ihanetle” suçlarken Moskova da Pekin’i macera aramakla itham etmekteydi. Nitekim bu kriz sonrası dünya düzeninde farklılıklar meydana gelse bile iki süper güç zaman zaman çıkar çatışmalarında karşı karşıya gelmeye devam etmiştir. 1990’ların başında SSCB’nin dağılmasıyla Soğuk Savaş son bulmuştur. ABD, dünya üzerinde tek süper güç olarak kalmıştır. Soğuk Savaş sonrası iyimser bir hava oluşmuştur. Fakat ilerleyen yıllarda bunun böyle kalmayacağı hissedilmeye başlamıştır. Günümüzde SSCB’nin küllerinden doğmuş olan Rusya Federasyonu henüz son sözünü söylememiş gibi gözükmektedir. KAYNAKÇA Gazeteler Cumhuriyet Kitaplar MAY, Ernest R. vd., Kennedy Tutanakları, Çev.: Mehmet Harmancı, Sabah Yayınları, İstanbul 1999. TURAN, Yavuz, Satılık Müttefik, Doğan Kitapçılık, İstanbul 1999. Makaleler DİLEK, Mehmet Sait, “ABD Başkanı Dwight David Eisenhower’ın Aralık 1959’da Türkiye Ziyareti”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Güz 2010, S.46. GÜLMEZ, Nurettin, “Soğuk Savaş Dönemi Çekişmelerinden Bir Örnek: U-2 Uçak Krizi”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Bahar 2014, C.XIV, S.28. OLÇAR, Kemal, “Uluslararası Çatışmaların Enerji Politik Analizi”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, 5 Haziran 2010, C.VI, S.11. Tezler SEÇİLİR, Halit Çağrı, Soğuk Savaş Dönemi ve 1990-2001 Döneminde Türkiye-Ortadoğu İlişkilerine ABD Etkisi, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Kadir Has Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2004. 1