(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

 
Ana Sayfa Faruk Bildirici Kimdir Siz de Yazın Yayın İlkelerimiz Mektuplar Mektup Arşivi
twitter.com/farukbildirici
tel: 0850 224 0 111
Hürriyet, içeriğini okur denetimine açıyor. Hürriyet Okur Temsilcisi Faruk Bildirici, gazetenin yayınlarıyla ilgili görüş, eleştiri, soru ve önerilerinizi iletmenizi bekliyor. Gazetedeki haberlerden baskı kalitesine kadar her konuda, eksik, yanlış, meslek etiğine aykırı bulduklarınızı ve merak ettiklerinizi okur@hurriyet.com.tr adresine yazabilirsiniz.
Gazeteci miyiz, yargıç mı?

20 Ağustos 2017
MAHKEMELERDE sanıklara tek tip elbise giydirme tartışmasında hukukçuların en önemli itiraz gerekçesi, bu uygulamanın sanıkların tümünün baştan suçlu ilan edilmesi anlamına geleceği kaygısı.

Hukukçuların bu kaygısını biz gazetecilerin de taşıması gerekli. Hüküm giyene kadar herkesin suçsuz kabul edilmesi ilkesi istisnasız bütün sanıklar ve bütün davalar için geçerlidir. “Masumiyet ilkesi”nin bazı sanıklar ve davalara uygulanmayacağı gibi bir ön kabulden hareket edemeyiz.

 

Kuşkusuz bu ilke 15 Temmuz darbe girişimi ve “Fetullahçı Terör Örgütü” davalarını da kapsar. Darbe girişimini nefretle karşılamamız, devlet içinde devlet örgütlenmesini lanetlememiz, bu davaların sanıklarının haklarını görmezden gelmemize neden olmamalı. Hukuk önünde herkes eşittir.

 

Ama açıkyüreklilikle soralım; medya bu davalarla ilgili haberlerde “masumiyet ilkesi”ni ne kadar uyguluyor? Bu davaların sanıkları öbür davaların sanıklarıyla eşit görülüyor mu?  Adil yargılanma hakkı ne kadar gözetiliyor?

Ne yazık ki, (bu sorulara) olumlu yanıt vermek mümkün değil. Benim bildiğim davalarda savcıların suçlamaları “iddia”, sanıkların o suçlamalara yanıtları “savunma” diye verilir. Fakat medya, bu davalarda savcıların suçlamalarını kanıtlanmış gerçek, sanıkların yanıtlarını “savunma” diye yazıyor.

 

Sanıkların kendilerini savunurken söylediklerinin doğru olup olmadığına mahkemeler karar verir. Fakat bakıyorum, haberlerde hatta başlıklarda sanıkların söylediklerinin “yalan” olduğu yolunda hükümler veriliyor.

 

Gözaltına alınanlar şüphelidir; yargılama başlayana kadar  -ünlüler, siyasetçiler, gazeteciler vb dışında- isimleri kodlanır. Fakat bakıyorum, gözaltına alınma anından itibaren insanların fotoğraf ve isimleri açıkça yayınlanıyor. 

Bugünlerde en çok aldığım talep, bu davalar ve polis operasyonlarıyla ilgili haberlerden isimlerin çıkarılması. Bu operasyonlarda gözaltına alınıp bırakılan ya da tahliye edilen çok sayıda kişi, haberlerdeki açık isimleri nedeniyle zor durumda kaldığını belirterek, isminin ve fotoğrafının çıkarılmasını istiyor. Talepte bulunanların küçük bir bölümü bile suçsuz olsa onları şimdiden damgalamanın sorumluluğunu üzerimize almamalıyız. Zira günümüz koşullarında bir insanı “FETÖ’cü” diye damgalamak yaşam hakkını elinden almak, toplumdan soyutlamak anlamına geliyor.

 

Biz gazeteciler, koşullar ne olursa olsun hiçbir kişinin mağduriyetine yol açmamalı, insanların adil yargılanma hakkına ve masumiyet ilkesine gölge düşürmemeliyiz. Ne biz gazeteciler yargıcız ne de gazeteler mahkeme.

 

MESLEK ÖRGÜTLERİNDE AYRIM

 

TÜRKİYE Gazeteciler Cemiyeti ve Basın Konseyi yöneticileri, Silivri Cezaevi’ne gitti. Cumhuriyet yönetici ve yazarları Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Ahmet Şık ve Akın Atalay’a destek ziyaretinde bulundu.

12 Ağustos’ta Hürriyet’te sadece Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç’in Silivri ziyareti haberi yayınlandı. TGC Başkanı Turgay Olcayto ve yöneticilerin ziyaretine internette yer verilirken, basılı gazetede haberi çıkmadı.

Silivri izlenimleri geniş biçimde yayınlanan Türenç’in Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda tutuklu bulunan Sözcü Gazetesi İnternet Sorumlusu Mediha Olgun’u ziyareti de Hürriyet’te bir gün sonra yer aldı. TGC Başkanı Olcayto, 15 Ağustos’ta da Şahin Alpay ve Mehmet Altan ile cezaevinde görüştü. Bu ziyaret de Hürriyet’te haber olamadı.

 

Cezaevlerindeki gazeteci meslektaşlarımıza destek ve bu yöndeki bütün girişimleri haberleştirmek biz gazetecilerin görevi. Çünkü gazetecilik suç değildir. Ama Hürriyet de meslek örgütleri arasında ayrım yapmamalı.

 

LEŞ VE TELEFİ BIRAKIN

 

ANTALYA’da, aracını üzerine sürdüğü köpeğin ölümüne neden olan sürücüye medyada gösterilen tepki sevindiriciydi. Ancak bir köpeği öldüren sürücüye ve hayvanları mal olarak değerlendiren yargı sistemine kızarken medya olarak dönüp kendimize de bakmamız lazım.

Örnek mi? İki hafta önce Antalya’da bir de kedi katliamı vakası yaşandı. Bu katliam haberiyle ilgili açıklama gönderen Kedici Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Tarık Özçetin, medyanın haber diline dikkat çekiyordu:

“Kedi katliamı haberinin gazetenizde veriliş şekli de en az cinayet kadar üzdü bizi. Haberde zalimce öldürülmüş yavru kedilerin cansız vücutlarına leş diyen anlayışı şiddetle kınıyoruz. Basınımızın hayatını kaybetmiş hayvanlarla ilgili haberlerde leş ve telef gibi ifadeleri kullanmamasını rica ediyoruz.”

 

Maalesef Özçetin’in eleştirdiği anlayışla yazılan haberlere hemen her gün rastlanıyor medyada. Hatta Hürriyet internette birkaç gün önce yayınlanan bir haberde de “Elazığ’da trenin çarptığı 90 keçi telef oldu” denilmişti.

Artık bu dili geride bırakmalıyız. “Ölü” ve “öldü” gibi sözcükler varken “leş” ve “telef” diye yazmak, hayvanları mal olarak görmek demek. Bu dili kullanan medyanın hayvan sevgisini geliştirmeye ve toplumu bilinçlendirmeye katkısı olamaz. O canlıların yaşam hakkı böyle savunulmaz.

 

OKURDAN KISA KISA

 

Çağlayan/C. Sert: “Sibel Can yakalandı” haberinin gerçeği yansıtmadığı ortada. Doğrusu nedir? Magazin gazeteciliği anlaşmalı fotoğraf çekmek değil gerçekten yakalamaktır. “Sibel Can yakalandı” değil “Poz verdi” yazmalıydınız.

 

M.K. Okutan/O. Özdemir: Sezon açılmış ama internetteki fikstür ve puan durumu geçen sezonda kalmış. Geçen yıl da sezon başlarken tabloları değiştirmeniz haftalar almıştı.

 

Kamil Erker: Dünya sayfasında “Alman vekillere Konya formülü” haberinde “Alman NATO Genel Sekreteri Yardımcısı Rose Gottemoeller” deniyor. Gottemoeller ABD vatandaşı. (9 Ağustos)

 

Koray Kılınçat: “Dijital Bankacılık Dosyası”nda İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı Yalçın Sezen’in adı üç kez “Yalçın Çetin” diye yazılmış. (10 Ağustos)

 

Taşçı/İ. Çatal: “Jöndü, kötü adam oldu!” kutusunda Kuzey Vargın’ın 1940 doğumlu olduğu yazıyor. Ama haberde ve ilk sayfada “74 yaşında” diyor. 1940 doğumlu ise yaşı 77 olmaz mı? (14 Ağustos)

 

Vedat Oğuzhan: Sporda “Aykut Kocaman, Trabzonspor yenilgisi öncesi tatlarının kaçtığını belirtti” demişsiniz. Hem de spotta. Fenerbahçe-Trabzonspor maçı oynanmadan iki gün önce böyle yazmanız büyük hata. (18 Ağustos)

 

Tuluhan Kırlı: Kelebek’te Güzin Abla yazısının spotunda hayvanlar yerine “hayranları” sokağa bırakmışsınız! Bir harf yanlış ama sonuç bu. (18 Ağustos)

 

Semih Ekşi: İnternet sitesinde “Çocuğunuz doğada eğlenirken siz manzaranın tadını çıkarın” başlığı altında restoran reklamı yapılmış ama haber gibi. Reklam ibaresi de yok. (10 Ağustos)

 

Damla Sekin: “Sokak ortasında iğrenç olay! Balkonda uyuyan şortlu kızı görünce.” Kadın kıyafetlerinin tartışıldığı bir dönemde saldırıyı meşrulaştıran bir başlık bu. (1 Ağustos)