(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Özgür Bolat" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Özgür Bolat" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Özgür Bolat
Zeki insanlar neden daha asosyaldir?
21 Aralık 2016

Peki, acaba zeki olmak; sosyalleşmeyi nasıl etkiliyor? Zeki insanlar daha mı asosyal oluyor?

 

ARAŞTIRMA

 

London School of Economics profesörlerinden Satoshi Kanazawa, İngiltere’de 18-21 yaş arası 15.197 kişiden toplanan verileri inceliyor.

 

Bu kişilerin yaşadıkları yerlerdeki yoğunluğa, mutluluk oranlarına ve IQ sonuçlarına bakıyor.

 

Çok net bir şekilde keşfediyor ki küçük yerlerde yaşayan insanlar daha mutlu.

 

İLİŞKİLER

 

Acaba bunun, insanların etkileşimleriyle ilişkisi var mıdır, diye bakıyor.

 

Ve yine keşfediyor ki küçük yerlerde yaşayanlar, arkadaşlarıyla daha çok etkileşim içindeler.

 

Kısacası, ilişkiler, insanlara mutluluk getiriyor.

 

EVLİLER VE ZEKİLER

 

Kanazawa, bu çerçevede ilginç bir şey daha keşfediyor. Araştırdıkları arasında iki grup var ki, bunlar istisna.

 

Birinci grup, evliler. İkinci grup ise zeki insanlar.

 

Yani, kişi evliyse veya zekiyse, diğer insanlarla iletişimi azalıyor. Ama buna rağmen ‘mutsuz’ olmuyor.

 

Peki, bu iki grup neden istisna?

 

EVLİLİK

 

Evlileri tahmin edebiliyoruz. Bu kişiler kabul görme ve ilişki ihtiyaçlarını eşleriyle karşılayabildikleri için, arkadaşlarına daha az ihtiyaç duyuyor.

 

(Tabii ki eşleriyle ilişkileri güçlü olmayanlar, arkadaşlarına daha çok yöneliyor.)

 

Peki, ya zekiler? Onlar neden daha az iletişim içinde?

 

ZEKİLER NEDEN DAHA ASOSYAL?

 

Bunun da iki sebebi var.

 

Birincisi, zeki insanlar ‘diğer insanlarla’ geçirilen zamanı, hedeflerine ulaşmayı geciktiren bir ‘engel’ olarak görüyor.

 

Bu kişiler etrafındaki insanlarla daha az görüşüyor ve görüştükleri insanların da hedeflerine yardım edecek kişilerden olmasına dikkat ediyor.

 

Daha az ilişkiden daha fazla doyum sağlamaya çalışıyorlar.

 

Einsten de “Verimliliğin en büyük düşmanı, ziyaretler ve telefon” dememiş midir?

 

SORUNLA BAŞ ETME

 

İkinci sebep de sorun çözmeyle ilgili.

 

Kanazawa’nın Savanna Teorisi’ne göre, zekanın fonksiyonu; sosyalleşmenin yanı sıra, yeni adaptif problemleri çözmek.

 

Yani, zeki insanların yeni problemlerle baş etmesi daha kolay.

 

Ama bilişsel becerisi daha az gelişmiş insanların daha zor. Onun için bu insanlar problemlerle baş etmek için diğer insanlara daha çok ihtiyaç duyuyor.

 

Zeki insan, problem çözmek için diğer insanlarda daha az destek talep ediyor. Bundan dolayı da daha az iletişim kurma ihtiyacı duyuyor.

 

Bu da onları daha çok asosyal yapıyor.

 

SONUÇ

 

Kısacası, insanın doğasında sosyalleşmek var çünkü yaşamda kalmak için diğer insanlara ihtiyacımız var.

 

Ama yaşamdaki sorunları tek başına çözebilen insanlar diğer insanlara normalden daha az ihtiyaç duyuyor ve dolayısıyla daha asosyal oluyor.

 

Peki, bu anneler ve babalar için ne anlama gelir?

 

ÇOCUK EĞİTİMİ

 

Kişiler kendi kimliklerine göre iletişim kurarlar. Yukarıda gördüğümüz gibi zeki insanlar farklı şekilde iletişim kuruyor.

 

Kendi kimliğinden dolayı daha az iletişim kurmayı seçen bir çocuğu, sosyal olması için zorlamak, onda değersizlik duygusu yaratır.

 

Çocuk kendi doğasını (daha az ilişki kurma ihtiyacı) özgürce yaşayamaz.

 

Bu da mutsuzluk kaynağıdır.

 

Aile çocuğunu olduğu gibi kabul ettiği zaman, çocuk yapısından dolayı az ilişki kuruyorsa, o çocuk bu az ilişkiyle zaten mutlu olur. Endişelenmeye veya çocuğu yargılamaya gerek yok.

 

Çocuk korkusundan veya utangaçlığından dolayı daha az ilişki kuruyorsa, bu durumda da baskıya gerek yok. Baskı kalkınca yani çocuk kabul görünce, çocuk rahatlayacak ve zaten ilişki kurmaya başlayacaktır.

 

Yani, koşulsuz kabul, çocuğa her şartta mutluluk getirir.

 

https://www.instagram.com/dr.ozgurbolat/

Yazının devamı...
Yazarımız çok rahatsız!
7 Aralık 2016

EF İngilizce Yeterlilik İndeksine göre (EF EPI), Türkiye’nin en kötü İngilizce konuşan ülkeler  (very low proficiency) kategorisinde olmasından,


devletin karar verme mekanizmalarında çalışacak veya çocuklarımıza öğretmenlik yapacak kişilerin, KPSS’de bilmenizin ya da bilmemenizin hiçbir önemi olmadığı ezber sorularıyla (aşağıya bakınızı) seçilmesinden,


duyduğu rahatsızlık yüzünden bugünkü yazını yazamamıştır.


NOT: Ha! Bir de midesi rahatsız. 

 

 

https://www.instagram.com/dr.ozgurbolat/

 

Yazının devamı...
Bazı çiftler neden kavga ederek ayrılır?
30 Kasım 2016

Örneğin, “Seni sevdim ama anlaşamadığımız için ayrılmak istiyorum” diyebilir.

 

Fakat bazı çiftler böyle açıkça konuşmak yerine, kavga ederek ayrılmayı seçer.

 

Acaba neden? Bunun altında yatan gerçek sebep ne?

 

DUYGULARDAN KAÇMA

 

Maalesef toplumumuzda duygularımız çocukluktan beri bastırılıyor.

 

Otoriter aileler çocukları korkuyla yönettiği için çocuk duygusunu yaşayamıyor.

 

Endişeli aileler de üzüntü, endişe yarattığı için çocuk üzülmesin istiyor.

 

Çocuk üzülür üzülmez, onu mutlu etmek için onun isteklerini yerine getiriyor.

 

Çocuk da bu durumda ne üzüntüsünü yaşayabiliyor ne de gösterebiliyor.

 

Yani, duygular bastırılıyor ve çocuk aslında gerçek hissinden yani üzüntüden kaçıyor.

 

DEĞERSİZLİK DUYGUSU

 

Duyguların bastırılması aynı zamanda çocukta ‘değersizlik’ duygusu yaratıyor.

 

Aile, üzülen çocuğunun üzüntüsünü dinlemezse, onun yerine onu iyi hissettirmeye çalışırsa, çocuk kendi kendine “Duygum anlaşılmadı” diyor ve değersizlik duygusu başlıyor.

 

(Siz de bir sorununuzu arkadaşınıza anlattığınızda, arkadaşınızın sizi anlamadan tavsiye verdiğini anlarsanız, aynı duyguyu yaşarsınız.)

 

Değersizlik duygusunun, kavga ederek ayrılmayla ne ilişkisi var?

 

ÜZÜNTÜ

 

Üzüntü, baş etmesi en zor olan duygulardan bir tanesidir.  Üzüntü, kaybın ve acının sonucunda oluşur.

 

Üzüntü, insanı içe döndürür. İçe dönen kişi, bu acıyı kabul eder ve onu yaşar.

 

Acı yaşanmadan, üzüntü geçmez.  Acıyı yaşamak sağlıklı, acıdan kaçmak ise sağlıksızdır.

Peki, kişinin duyguları bastırıldıysa ve değersizlik duygusu varsa, ne olur?

 

ÜZÜNTÜDEN KAÇMA

 

İşte bu insanlar üzüntüden kaçarlar. Çünkü üzüntü; kabuğuna çekilmeyi, acıyı kabullenmeyi ve bunu yaşamayı gerektirir.

 

Değersizlik duygusu olan veya üzüntüsünü yaşama fırsatı verilemeyen kişiler, içine dönmekten korkar. İçine dönerse, bulacakları (değersizlik duygusu) onları korkutur.

 

Bu durumda ne yapar?

 

ÖFKE

 

Öfkeye başvurur.

 

Öfke, üzüntüden kaçmanın (sağlıksız) bir yoludur. Öfke, üzüntüyü maskeler.

 

(Kaçarken bir yeriniz yaralansa, acınızı fark etmezsiniz. Öfke ve korku bunu maskelemiştir.)

 

Öfke ile insan kendine dönmekten kaçar. İçine dönemez. Öfke aracılığıyla kişi, acısından kaçar. Onu yok sayar.

 

Üzüntü içe yönlendirir, öfke dışa. Öfke, insana enerji verir.

 

İLİŞKİLER

 

İşte değersizlik duygusu olan insanlar, ayrılıktan sonra içe dönüp acısına bakmaktan korktuğu için üzüntü yerine, öfkeyle ayrılmayı seçer.

 

Bunun için de kavga ederek ayrılırlar. Hayatlarına öfkenin verdiği enerjiyle devam etmek isterler.

 

Ama tabii ki acılarına dönüp bakmadıkları ve dolayısıyla acılarını iyileştirmedikleri için yeni ilişkilere başlayamazlar. Başlasalar bile eski acıların yüklerini taşımaya devam ederler.

 

ÜZÜNTÜ VE ÖFKE

 

Kısacası, üzüntü acıyı kabullenmeyi gerektirir. Değersizlik duygusu olanlar, acılarını görmeyi istemedikleri için üzüntüden kaçarlar. Bunu da çoğu zaman öfkeyle yaparlar.

 

Üzüntüden, öfke yoluyla kaçmak da oldukça zararlıdır. Onun için üzüntü yaşanmalı ve çocukların da yaşamasına izin verilmelidir.

 

Ancak o zaman ruhsal sağlığı olan bireyler yetiştirebiliriz.

 

NOT: Bu arada üzüntü yerine öfke hisseden insanların yanı sıra, öfke yerine üzüntü hisseden insanlar da vardır. Onu da başka bir yazıda ele alacağım.

 

https://www.instagram.com/dr.ozgurbolat/

Yazının devamı...
Kötü davranışlar neden bazı insanlar için iyidir?
23 Kasım 2016

- Ben arkadaşımı eleştirebilirim. Eleştirmek iyi bir şeydir.

 

- Neden iyi bir şeydir?

 

- Çünkü onun iyiliğini istiyorum. Kendisini düzeltmesini istiyorum. Yol gösteriyorum.

 

- İstediğiniz şeyin onun iyiliği için olduğuna nasıl karar veriyorsunuz?

 

- İyi olan genel geçer şeyler vardır.

 

- Örneğin?

 

- Örneğin, zayıflamak iyi bir şeydir.

 

- Kimin için iyidir?

 

- Herkes için.

 

- Herkes için gerçekten iyi midir?

 

- Evet.

 

- Hayır. Herkes için iyi olmayabilir. Nasıl mı?

 

ELEŞTİRİ

 

Maalesef çoğu zaman karşımızdaki insanlar için iyinin ya da kötünün kararını biz veriyoruz.

 

Bu durumda karşı tarafı anlamadan, kendimizde onu yargılama hakkını görüyoruz.

 

Peki, bu ne kadar doğru? Bizim tamamen kötü gördüğümüz şeyler, diğer insanlar için iyi olabilir mi?

 

HASTA OLMAK İYİ MİDİR KÖTÜ MÜDÜR?

 

Yaşlı amca tansiyon hastası olmasına rağmen ilaçlarını almıyor ve hayatını riske atıyor.

Çocukları da ona ilaçlarını almadığı için kızıyor. Çünkü çocuklarına göre, babalarının ilaç almaması ‘kötü’ bir şey.

 

Ama yaşlı amcaya göre ‘iyi’ bir şey. Çünkü yaşlı amca diyor ki “Çocuklarım benle sadece hasta olduğum zaman ilgileniyor.”

 

Onların ilgisini sürdürmek için, iyileşmek istemiyor ve ilaçlarını kullanmıyor.

 

Yani, ilaç almamak yaşlı amcaya göre ‘iyi’ bir şey.  

 

İŞ SAHİBİ OLMAK İYİ MİDİR KÖTÜ MÜDÜR?

 

Üniversite mezunu genç; babasının tüm ısrarlarına rağmen bir türlü evden çıkıp iş başvurusu yapmıyor. Babası da onu eleştiriyor. Babaya göre iş sahibi olmak iyi bir şey.

 

Gençle sohbet ediyorum ve genç, üniversitede hiçbir şey öğrenmediğini ve dolayısıyla mesleğinle ilgili hiçbir şey bilmediğini söylüyor.

 

İş başvurusu yaparsa, hiçbir şey bilmediği ortaya çıkacak, reddedilecek ve rezil olacak diye korkuyor.

 

Yani, iş aramamak gence göre ‘iyi’ bir şey. Çocuk iş aramayınca rezil olmaktan kurtulmuş oluyor.

 

KİLOLU OLMAK İYİ MİDİR KÖTÜ MÜDÜR?

 

Kilolu bir arkadaşımla konuşuyorum. Utangaç bir yapısı var.

 

Uzun zamandır kız arkadaşının olmadığını söylüyor. Nedenini soruyorum.

 

“Bu kilo ile bize kim bakar” diyor.

 

Ben de “Kilolu insanların sevgilisi olamaz mı yani? Kilo ile ne alakası var.” diyorum.

 

O da “Var var” diyor.

 

Bunun üzerine “Kilolu olmasan, hemen tanışırdın yani?” diyorum.

 

Gülüyor ve “Valla o da şüpheli” diyor.

 

DEĞERSİZLİK DUYGUSU

 

Aslında arkadaşımda ‘değersizlik’ duygusu var. Bundan dolayı da kızlara yaklaşmaktan korkuyor. Çünkü reddedileceğini düşünüyor.

 

Ama bir noktada da denemesi gerekir. Deneme yaparsa ve değersizlik duygusundan (özbenlik) dolayı reddedilirse, bu onun için büyük bir acı olur.

 

Onun için farklı bir reddedilme gerekçesi yaratması gerekir. Örneğin, kötü giyiniyor, kendisine bakmıyor ve kilo alıyor.

 

Böyle bir durumda reddedilirse, kendisini kolayca kandırabilir. “Ben değersizliğimden (özbenlik) dolayı değil, kilomdan/kıyafetimden dolayı reddedildim” der.

 

Böylece kendisiyle yüzleşmesi gerekmez ve kaygısı azalır.

 

Yani, kilolu olmak arkadaşıma göre ‘iyi’ bir şey. Özbenliğini koruyor.

 

DESTEK OLMAK

 

Kısacası, insanlar iyiye ve kötüye çoğu zaman mantıksal değil, duygusal ölçütlere göre karar verir. Herkesin duygusal yapısı farklı olduğu için bizim kötü gördüğümüzü, diğer insanlar iyi görebilir.

 

Onun için insanları eleştirme hakkını kendimizde görmek büyük bir hatadır.

 

Asıl yardımcı olan, kişiyi dinlemek, onun bakış açısını anlamak ve empati kurmaktır.

 

Kişinin kendisi değişim sürecine girmeye karar verirse de, onun yanında olmaktır.

 

NOT 1: Yargılamadan ilişki kurmanın yöntemini BENİ ÖDÜLLE CEZALANDIRMA kitabımda detaylı olarak anlattım.

 

NOT 2: Bu Cumartesi saat 21.00’de Deniz Bayramoğlu ile CNNTURK’te çocuk eğitiminde doğru bildiğimiz yanlışları ve eğitim sistemimizdeki sorunları tartışacağız.

 

https://www.instagram.com/dr.ozgurbolat

Yazının devamı...
Aileler neden çocuklara ‘sen özelsin’ dememelidir?
9 Kasım 2016

İlki “Evet ben özelim”,  diğeri ise “Hayır ben özel değilim” diyor.

Sizce, bu kişilerden hangisi özgüvenlidir?

BEN ÖZELİM

Ünlü Araştırmacı Roy Baumeister, özgüven üzerine yapılmış olan tüm araştırmaları tarıyor ve keşfediyor ki cezaevindeki çoğu mahkumun özgüveni oldukça yüksek.

Özgüveni yüksek olan kişi, neden suç işlesin ki? Sonuçta özgüvenli insanlar sorunlarını şiddet uygulamadan, barışçıl yolla çözer.

(Aslında Baumeister, bu çalışmasında ‘özdeğeri’ araştırıyor. Özdeğer, özgüvenin sadece bir boyutu. Ben kolaylık olsun diye ‘özgüven’ yazıyorum.)
Sonra fark ediliyor ki çoğu araştırmacı ‘yüksek özgüven’ ile narsisizmi karıştırmış. Nasıl mı?

NARSİSİZM

Narsisizm, değersizlik duygusunu kapatmak için, kişinin kendisini olduğundan daha iyi gösterme çabasına denir. 
Bu kişiler kendilerini çok iyi sundukları için, insanlar bunu ‘özgüven’ zannetmiş. 

Aslında narsisizm tam tersi bir özgüven eksikliği.
Yukardaki soruma dönecek olursak, kendini ‘özel’ gören insanlar, işte özgüveni olmayan bu narsist insanlar. Neden mi?

İKİ FARKLI YÖNTEM

Narsist insanlar değersizliklerini gizlemek için iki farklı yöntem kullanıyor. Kendilerini üstün ve diğer insanları düşük görüyor.
İlki için kendilerini övüyor, ikincisi için de diğer insanları aşağılıyor.

Üstün görmenin sonucu olarak da kendilerini ‘özel’ kabul ediyor. 
Yani, özgüveni yüksek olan değil, düşük olan insan kendisini ‘özel’ görüyor. 

Peki, özgüveni yüksek olan (yani narsist olmayan) kişi kendisini nasıl görüyor?

EŞSİZ

Bu kişiler kendilerini ‘eşsiz’ hissediyor.
‘Özel’ olmak üstünlük belirtir ama ‘eşsiz’ olmak belirtmez. 

Çünkü siz özel olunca, diğer insanlar sizden daha özel olamaz. Dolayısıyla kendinizi onlardan üstün hissedersiniz. 

Ama siz ‘eşsiz’ olursanız, diğer insanlar da aynı anda ‘eşsiz’ olabilir. Bu sebeple üstünlük hissetmezsiniz. Özgüvenli bu insanlar, diğer insanları aşağılamaz ve kendilerini övmez.

Peki, ikisini de hissetmeyen insanlar var mıdır?

NE ÖZEL NE EŞSİZ

Evet, vardır.
O da özgüvensizliğinin başka bir boyutu: utangaçlık.

Narsistler özgüven eksikliklerini nasıl ‘üstünlük’ ve ‘gösteriş’ ile kapatmaya çalışıyorsa, bu insanlar da kendilerini saklayarak kapatmaya çalışıyor.

Narsistler saldırarak utangaçlar ise kaçarak, özgüvensizliklerinle başa çıkmaya çalışıyor.

İLİŞKİ

Kısacası, ‘özel’ olmak, özgüvensizliği kapatma yoludur.
Amacımız ‘özel’ değil, ‘eşsiz’ çocuk yetiştirmek olmalıdır.

Onun için çocukları “Bu çocuk çok özel bir çocuk” diyerek etiketlememeliyiz.
(Özel eğitim ihtiyacı olan çocukları kastetmiyorum.)

Kendini ‘özel’ hisseden insan, diğer insanlara yukardan baktığı için; anlamlı bir ilişki kuramaz.
Kendisini ‘eşsiz’ gören, diğer insanları da ‘eşsiz’ görür. Böylelikle eşit ve samimi ilişkiler kurar.

Mutluluğun temelinde de zaten bu samimi ilişkiler vardır. Çocuk anlamlı bir yaşam sürer.

NOT: Bu Cumartesi 14.00’te TÜYAP 12. Salon’da ‘Beni Ödülle Cezalandırma’ isimli kitabımı imzalayacağım.  Kitap severlerle görüşmek üzere.

Yazının devamı...
Bir çocuk neden inatçı olur?
3 Kasım 2016

Acaba bu çocuklar neden böyle davranıyor?

Bu davranışın evdeki tutarsızlıkla ilgisi var mı?

EVDEKİ TUTARSIZLIK


Çocuğun bu şekilde davranması, evde tutarsız bir ortam olduğunun göstergesi olabilir. Nasıl mı?

Örneğin; çocuk hamburger isteyince, aile bazen “evet” bazen “hayır” diyorsa, yani tutarsızsa, çocuk der ki; “Annem/babam bazen izin veriyor, bazen izin vermiyor. Ama benim canım şu anda hamburger yemek istiyor. Peki, izin vermeleri için ne yapabilirim? Acaba yeteri kadar bağırıp çağırırsam, bu sefer izin vermelerini sağlayabilir miyim?”

Çocuk bağırmaya ve ağlamaya başlar.

UYGULANMAYAN KURALLAR


Çocuk, “Annem/babam koyduğu kuralları uygular, uygulayamayacağı kuralları koymaz” yani “ailem tutarlı” deseydi, ağlayarak ailesinin kararını değiştiremeyeceğini bilirdi.

(Tabii bu arada koyulan kurala ailenin kendisinin de uyduğunu ve kuralın çocuk açısından mantıklı olduğunu varsayıyoruz.)

Evde ne kadar tutarlılık varsa, çocuk da o kadar az sorun çıkartır. Çünkü çocuk ağlamanın ve bağırmanın işe yaramayacağını bilir.

Peki, tutarsızlık devam ederse, ağlama dışında başka ne olur?

DÜZENSİZ ORTAM


İşte burası çok riskli. Çocuk, inatçı bir tutum geliştirebilir. Nasıl mı?

Geçen hafta yazdığım gibi (http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/ozgur-bolat_313/tutarlilik-cocuk-icin-neden-cok-onemlidir_40260040) tutarsız ortamlar çocuğa şöyle bir mesaj verir: “Senin yaşadığın ortam değişkendir.”

Böylelikle çocuk güvende hissetmez. Peki, bu durumda çocuk ev ortamını nasıl tutarlı hale getirmeye çalışır?

İNATÇILIK


Değişime karşı çıkarak. Yani, inatçılık geliştirerek.

İnatçılık, ‘değişime karşı olma hali’dir. Çocuk inatçılık ile evde düzen ve istikrar yaratmaya çalışır. Ne kadar inatçı olursa, o kadar az değişim olur ve evde o kadar düzen sağlanır.

Ne acıdır ki ailenin yapmasını gerekeni, çocuk kendisi yapmak zorunda kalır.

(Bu arada tutarsızlığın yanı sıra, çocuğu değiştirmeye çalışan baskılar, kontrol mekanizmaları, çok sık ortam değiştirmede inatçılığın gelişmesine sebebiyet verebilir.)

NE YAPILMALI?


Bu durumda yapılması gereken, asla çocuğu zorlamak olmamalı. İnatçı çocuğu zorlamak, çocuğun savunma mekanizmasını ortadan kaldırmaktır.

Yaralı çocuk bir daha yaralanır ve daha da çaresiz olur. Çocukla güç savaşına girmek de yanlış olur.

Bu durumda yapılması gereken çocuğu değiştirmek değil, eve düzen, tutarlılık ve istikrar getirmektir.

Evde düzen oluştukça, çocuk ‘inatçı savunma mekanizmasını’ kullanmayı bırakacak, doğasına dönecektir.

Çocuğun doğasında ne var? Keşfetmek ve anlamlandırmak.

Kısacası, çocuğunuza evde düzen sağladıkça, çocuk endişesiz oyun oynar, öğrenir ve keşfeder.

Anlamlı ve mutlu bir hayatın temelleri de atılmış olur.

https://www.instagram.com/dr.ozgurbolat/
 

 

 

 

Yazının devamı...
Tutarlılık, çocuk için neden çok önemlidir?
26 Ekim 2016

Sevgi; güvenlik ihtiyacını karşılayan en sağlıklı mekanizma olduğu için değerlidir.

 

Sevginin yanı sıra, çocuğu güvende hissettiren başka sağlıklı mekanizmalar da vardır.

 

Bunlardan bir tanesi de tutarlılıktır. Tutarlılık da sevgi kadar önemlidir. Nasıl mı?

 

TUTARLILIK NEDİR?

 

Tutarlılığın birçok boyutu var.

 

(i)   Annenin söylemlerinin birbiriyle tutarlı olması. Bir şeye bir gün “evet” diyorsa, yarın o şeye “hayır” dememeli.

(ii)  Annenin söylemleri ile davranışlarının tutarlı olması. Çocuğunun Nescafe içmesini istemiyorsa, kendisi de içmemeli.

(iii) Annenin ve babanın birbiriyle tutarlı olması. Anne ve baba kurallarda hemfikir olmalı.

 

Peki, çocuğun gelişimi için tutarlılık neden önemli?

 

TUTARLILIK NEDEN ÖNEMLİ?

 

Çocuğun hayat içerisindeki deneyimi çok olmadığı için, tehlikenin boyutlarını bilemez.

 

Örneğin, ateş, bıçak veya yükseklik tehlikeli mi bilemez.  Dışarısı tehlikeli mi bilemez.

 

Çocuk, ailesinden tehlikenin sınırlarını göstermesini bekler. Zaten çocuklar emin olamadıklarında hemen annelerine veya babalarına bakar.

 

Aile de sınırları net çizerse, çocuk der ki “Ohh Annem sınırları çizdi. Hayatta nereye kadar tehlikeli, nereye kadar tehlikeli değil, bana gösterdi” der.

 

Çocuk tehlikenin sınırını öğrenmiş olur ve rahatlar. Enerjisini keşfetmeye ve oyuna verir.

 

TUTARSIZLIK

 

Peki, aile kural koyar, ama tutarsız olursa ne olur?

 

Çocuk “Eyvah güvenli sınırlardan ailem de emin değil” der.

 

Ailemin kararlarına güvenemem der ve güvensizlik başlar. Böylelikle çocukta endişe başlar.

 

Dahası, tutarsızlık durumunda tehlikenin sınırları sürekli değişir. Bugün tehlikeli olmayan, yarın tehlikeli olur. Çocuk güvende hissetmez ve endişe daha da pekişir.

 

Yani, tutarsızlık çocukta endişe yaratır. Ama tutarsızlığın asıl tehlikesi bu değil. Daha da büyük bir tehlikesi vardır.

 

TUTARSIZLIK VE DEĞERSİZLİK

 

Tutarsızlık çocukta değersizlik duygusu da yaratır. Nasıl mı?

 

Diyelim ki çocuk masaya su döktü. Anne kızmadı. Bir daha döktü. Anne yine kızmadı.

Çocuk der ki “Su dökmek annemde öfke oluşturmuyor.”

 

Bir gün çocuk su döker ve annesi bu defa kızar. Yani, tutarsız davranır.

 

Çocuk bu durumda aynen şöyle düşünür:

 

“Bu durumda annem daha önce kızmamıştı. Ama şimdi bana kızdı. Peki, şimdi neden bana kızdı?

 

Su döktüğüm için olamaz. Çünkü su dökmek daha önce öfke oluşturmamıştı. O zaman annem başka bir şeye kızdı? Ne olabilir? Ben kötü olduğum için olabilir. Ben sakar olduğum için olabilir.”

 

Çocuk kendi kafasında kurmaya başlar ve kendisinde sorun var zanneder. Böylece de değersizlik duygusu başlar.

 

TUTARLILIK

Kısacası, tutarsızlık hem güvensiz bir ortam yarattığı için hem de çocukta değersizlik duygusu oluşturduğu için zararlıdır.

 

(Tutarsızlığın bir tehlikesi daha vardır. O daha derin bir konu. Onu başka bir yazıda yazacağım.)

 

Bu durumda anne ve baba evdeki kurallar, davranışlar ve tutumlarda mümkün olduğu kadar hemfikir olmalıdır. Sözlerini her zaman tutmalıdır. Bugün ne yapıyorsa, mümkün olduğu kadar yarın da onu yapmalıdır.

 

İşte o zaman çocuk, güven ve sevgi içinde büyür.

 

www.instagram.com/dr.ozgurbolat

Yazının devamı...
Çocuğun özgüvenini ne belirler?
19 Ekim 2016

Yani düşünür ki kişi başarılı olursa, zengin olursa, iyi bir işi olursa veya güzel/yakışıklı olursa, özgüveni daha yüksek olur.

 

Peki bu gerçekten doğru mudur? İçinde bulunduğumuz durumlar, özgüveni belirler mi?

 

MESLEK GRUPLARI

 

Matthew McKay ‘Özgüven’ adlı kitabında, bir araştırmadan bahsediyor.

 

Bu araştırmada araştırmacılar; 100 taksici ve 100 müdür yardımcısı ile görüşmeler yapıyorlar. Amaçları da onların ne kadar ‘özgüvenli’ olduğunu anlamak.

 

Sizce hangi grupta özgüvenli kişi sayısı daha fazladır?

 

Müdür yardımcılarının daha özgüvenli olduğu ortaya çok çıkıyor. Ama araştırmacılar bu örneklemde bir şeye daha bakıyor.

 

Taksicilerin bir kısmının özgüveni, müdür yardımcılarınkinden çok daha yüksek.

 

Bunun nedenini anlamak için, bu taksiciler ve müdür yardımcıları ile bire bir görüşmeler gerçekleştiriyor ve özgüveni belirleyen unsuru buluyorlar.

 

ÖZGÜVEN

 

Özgüveni ‘düşük’ müdür yardımcıları diyor ki: “Ben hala müdür olamadım.”

 

Özgüveni ‘yüksek’ olanlar ise, “Şu anda müdür yardımcısıyım. Gayet keyfim yerinde.” diyor.

 

Aynı şekilde özgüveni düşük taksiciler “Bir şey olamadık. Taksicilik yapıyoruz”; yüksek olanlar “Ne güzel işim var. Evime ekmek götürebiliyorum” diyor.

 

Yani ortaya çıkıyor ki bir kişinin mesleği ne olursa olsun, kişinin özgüvenini belirleyen, içinde bulunduğu durumlar değil, aslında o kişinin ‘düşünce yapısı.’

 

SANATÇI KAPRİSİ

 

Zaten özgüvenin, durumlarla ve başarıyla ilgisi olsaydı, ‘sanatçı kaprisi’ diye bir şey olmazdı.

 

Bazı ünlüler alanlarında başarıya ulaşıyor ama yine de insanlardan saygı ve ilgi talep ediyor. Neden? Çünkü içlerinde ‘değersizlik’ duygusu var. Sevgiyi alamadıkları için, ilgi ve saygıyla değerli hissedebiliyorlar.

 

O zaman bir kişinin özgüveninin yüksek olması için, başarıya, zenginliğe veya mevkiye ihtiyacı yoktur. Sadece ‘doğru düşünce yapısına’ ihtiyacı' vardır.

 

Peki, bu düşünce yapısı nasıl oluşuyor?

 

ÇOCUĞA VERİLEN DEĞER

 

Ailelerin, özellikle annenin, küçük yaşlarda çocuğa verdiği değerle.

 

Çocuk koşulsuz sevgi görürse, düşünce yapısı “ben değerliyim” diye oluşuyor.

 

Bu durumda da çocuk taksici de olsa müdür yardımcısı da olsa, özgüveni yüksek oluyor.

 

AİLE BASKISI

 

Ama maalesef birçok aile çocuğunun iyi bir işi olursa, özgüvenli olacağını varsayıyor.

 

Bundan dolayı da başarılı olması için ona baskı yapıyor.

 

Bu  baskı da çocuğu tam tersi özgüvensiz yapıyor. Çocuk, müdür yardımcısı olsa da müdür olsa da özgüvensiz bir yaşam sürüyor.

 

Kısacası, özgüven ortam ve durumlar tarafından belirlenen bir şey değildir. Özgüvenin temelinde ‘değerli olma’ duygusu vardır. Bunu kazandıran da ailenin çocukla kurduğu ilişkidir.

 

Aslında özgüvenin üç ayrı belirleyicisi daha var. Bu üç belirleyici ve çocukla sevgi odaklı ilişki kurmak için ne yapılması gerektiğini iki hafta önce çıkan “Beni Ödülle Cezalandırma” adlı kitabımda somut örneklerle anlattım.

 

Oradan detaylı bir şekilde okuyabilirsiniz.

 

www.beniodullecezalandirma.com

 

www.instagram.com/dr.ozgurbolat

Yazının devamı...