(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Özkan Sümer" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Özkan Sümer" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.

Özkan Sümer

Özal'dan Erdoğan'a okullarda spor açmazı
26 Mart 2012

Ayrıca Başbakan, Türkiye’nin sahip olduğu genç nüfusla birlikte ‘üstünlük hakkı’ olduğuna dikkat çekmeye çalıştı.
Ancak Türkiye’nin “genç nüfusuyla” ortaya koyabildiği bir değer mevcut değil. Hatta böylesine genç nüfusa sahip olup da spora katılımda ve sportif başarıda böylesine yetersizlik yaşıyor olması övünç değil, utanç vericidir. 5 milyon nüfusu olan Norveç’in 16 yaşından daha küçük olan futbolcularının sayısı, 75 milyon nüfusu olan Türkiye’nin genel futbolcu sayısından daha fazla.
Almanya’nın bayan futbolcu sayısı Türkiye’nin toplam futbolcu sayısının sekiz katı.
Genç nüfusuna rağmen aktif olarak spora katılım oranı yüzde birin altında olan Türkiye’de gerçek bir spor gelişmesinden bahsedebilmek için katılımın nasıl sağlanabileceğinin açıklanması gerekir.
Okulların spor düşmanlığı devam ederken, Başbakan’ın nitelik ve nicelik olarak belirttiği ve Spor Bakanı’nın da sık sık tekrarladığı tesisleri ve uluslar arası organizasyonlar sporun gelişmesinin güvencesi olarak düşünülüyorsa bu durum çok vahim bir yanılgıdır.

Gençlerin önüne engel konuluyor

Başbakan’ın, spor kültürü ve alışkanlığının ilköğretim öncesi ve ilköğretim döneminde verilebileceğini bilmemesine imkan var mı? Milli Eğitim’in spora yaklaşımının çağdışı olduğunu fark etmemesi düşünülebilir mi?
Çocuk ve gençlerin kişilik gelişimi, fiziksel gelişimi, entelektüel gelişimi, kültürel gelişimi, ahlaki gelişiminde en önemli etkenin spor olduğunu en iyi bilenlerden birinin Başbakan olduğundan eminiz.
O halde çocuk ve gençlerin sporla buluşmasını engelleyen ne olabilir?
İşte bir türlü cevabını bulamadığımız soru bu. Ve bu soruda şimdiye ait değil.
Turgut Özal Başbakanlık yaparken, 1985 yılında düzenlediği Spor Danışma Toplantısı açılış konuşmasında olaya şöyle vurgu yapıyor... “Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı’nı bir camiada, bir yerde topladık. Sporda Türkiye bir şeyler yapmak istiyorsa buradaki temel alt yapı okulların olması yani her kademeden okulların esas alınması fikrinden hareket ettik. 2.5 sene kadar Amerika’da bulunma şansım oldu. Onların spor dersi bizde olduğu gibi haftada bir saat değil. Her gün bir saat mecburi ders olduğunu gördük.”
Uygulama farklı
Başbakanı Turgut Özal’ın, Spor Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı’nı birleştirerek sporun okullarda çağdaş bir uygulama ile yerini alma fikri, teorik olarak çok geçerli görünmesine rağmen uygulamada hiç de öyle olmadı. 
Turgut Özal vizyonuna, karizmasına ve kararlılığına rağmen sporun okullarda gereği gibi yer almasını sağlayamadı.
Tekrar bugüne dönecek olursak; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın spora böylesine ilgi göstermesine karşın temel sorunun çözümü doğrultusunda hiçbir belirtinin olmaması son derece düşündürücüdür.

Çocuklar, çocukluğunu yaşamalı

Başbakan’ın, çocukların başını okşaması, harçlık vermesi, kucağına alması elbette bir sevgi göstergesidir ama ülkemizde çocukların sevgi ihtiyacı çok daha farklıdır.
Çocuklara öyle seslenin ki sizi gelecekte de duyabilsinler, çocuklara öyle bir yol açın ki size gelecekte de ulaşabilsinler, çocukları öyle sevin ki sizi gönüllerinde taşıyabilsinler, çocukları öyle yüreklendirin ki size cesaretle bakabilsinler.
Çocuklara değer vermek Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık oyunu oynatmak değil, gerçek oyunlarını oynayacakları ortamı onlara sağlamaktır.
Bir çocuğun hiçbir şartta elinden alınamayacak hakkı, çocukluğunu yaşama hakkıdır.
Ne yazık ki ülkemizde sokaklara bırakılan çöplerin sorumluları var ama sokaklara bırakılan çocukların bir sorumlusu yok.
Ülkenin parlak yarınlarından bahsedenler, yarınları yaşayacak ve yaşatacak olanları en doğal haklarından mahrum ettikleri yerde bilinmelidir ki, GELECEK HİÇ İYİ GELMEYECEK...


 

Yazının devamı...
Yabancı transfer sendromu
19 Mart 2012

Geçmişinde önemli takımlarda yer almış, bazı başarılı sonuçlar yaşamış, akılda kalabilecek birkaç maçta ‘günün adamı’ olmuş. Ve nihayetinde Avrupa’da kapılar yüzüne kapanmış...
Neden Avrupa’da dışlanmış olabilir? Birincisi, fiziksel yeterliliğini kaybetmiş olduğu için beceri kalitesi ve dolayısıyla verimliliği düşmüş olduğundan. İkincisi, disiplinsiz davranışlarından ötürü ‘sakıncalı’ görüldüğü için.
Türkiye için böyle parlak bir kariyerin, kaçırılmaması gereken bir fırsat olarak görülmesi doğaldır. Çünkü toplum bu futbolcuları bugün yapamadıkları ile değil de geçmişte yaptıkları ile değerlendiriyor. Hele bu futbolcuların bir kısım aykırılıkları, aşırılıkları ve azgınlıkları varsa artık toplum gözünde vazgeçilmezdirler.
Böyle bir durumda yönetim ve teknik kadro son derece çaresizdir. Çünkü futbolcu yaptığı sözleşmeyle yüksek transfer bedelini güvence altına almıştır. Parlak kariyerinden ötürü de kendini yeniden kanıtlamaya ihtiyacı yoktur. Yer aldığı maçlarda birkaç estetik hareket ve sonucu etkileyen beceri ortaya koyduğu içindir ki artık ona ‘olmazsa olmaz’ gözüyle bakılmaktadır.
Yani tribünlerin sevgilisi, takımın belalısı olan bu futbolcuları ‘versen veremezsin, tutsan yararlanamazsın’ çaresizliği ile kabullenmek zorunda kalınıyor. Ve sonuçta toplumun farkındalığı ile sorun çözülüyor ‘tazminatını ver ve gönder.’

Tamamen bilgisizlik ürünü

Kulüplerin, “BATTIK” çığlıklarının sonlanması için, gelişim ihtiyacıyla doğru yolun izlenmesi gerekir. Ne yazık ki yolu bilmeyenler yol tespiti yapıyor, işi bilmeyenler işi planlıyor ve sonunda yaşanan başarısızlık bir ‘haksızlık paketi’ ile sunulup, destek talep ediliyor. Oysa bu durum ne bir haksızlık ne de bir talihsizlik, tamamen bir bilgisizlik ürünü.
Keşke bu söylediklerim bir senaryo olsa. Maalesef gerçeğin kendisi. Kulüplerin taraftarları çoğunlukla, ‘yabancıya hayran, kendi futbolcusuna düşman.’ Bilgisizliğin ve güvensizliğin sonucu, ‘bizden değilse, bizden iyidir’ önyargıları ile bu ünlü yabancı futbolcular sahipleniliyor. Ve genç Türk futbolcuları bu anlayış ve yaklaşımla yok edilmeye devam ediliyor.
Ülke futbolunun bir gelişim değeri yaratabilmesinin değişmez şartı, doğru bilgiye dayalı uygulamaların kararlı bir şekilde başlatılmasıdır. Ancak, doğru bilginin başarının güvencesi olabilmesi için doğru insana, doğru imkana ve yeterli zamana ihtiyacı olduğu da göz ardı edilmemelidir.
Yeniden transfere dönecek olursak bir başka realite de şu; doğru transfer yüzde yüz başarıyı garanti etmez ama yanlış transfer yüzde yüz başarısızlığı garanti eder.

Hedefi tutturamama riski

Doğru transferden anladığımız; gerçekçi hedeflere göre ihtiyaçların nitelik, nicelik ve ekonomik olarak planlamasının yapılarak uygulamaya geçilmesidir.
Dikkate alınması gereken bir başka husus da yapılan transferin araştırma ve değerlendirmeye dönük olarak başlangıçtaki hedefi tutturamama riski taşıdığıdır. Nedenlerine gelince; uyum sorunu, rakiplerin neler yapmış olduğu, sakatlık ve cezalar gibi bazı olayların takımı zor duruma düşürebileceği bilinmelidir.
Açıkçası; dertlerin bitmesi için yanlış transferin bitmesi, yanlış transferin bitmesi için de yanlış yönetimlerden vazgeçilmesi gerekiyor.
Elbette ki, kariyerine göre transfer ettiğimiz futbolcuların tamamına defolu olarak bakmak doğru değil. Ancak, ödenen bedellere ve beklentilere göre çok büyük kayıplarımız olduğunu kabul etmeliyiz.

ÇÖZÜM, DOĞRU BİLGİ VE KARARLILIK

KULÜPLERLE ilgili diğer şeylerin iyi olabilmesi için öncelikle;
1-Türkiye’de başarılı olan yabancı futbolcuların tamamına yakını kariyer sahibi değil, kariyer edinme ihtiyacı ile mücadele edenlerin olduğu bilinmelidir.
2-Oyuncuları alırken de, bırakırken de bedel ödeyecek sözleşme yanlışlarına son verilmelidir.
3-Kulüpler ‘garanti para’ uygulaması ile ekonomik kayıpları yanında oyuncuların performansının da olumsuz etkilendiğinin farkına varmalıdırlar.
4-Transferin yararlılığı için bir “ARAŞTIRMA-DEĞERLENDİR-ME” mekanizması kurulması sportif ve ekonomik kayıpların giderilmesinin gereğidir.
Sonuçta; transferi bilinçli yapma becerisi gösterilemediği takdirde, ne ekonomik zorluklar aşılabilir, ne de sportif başarıda tatmin olunabilir.

Yazının devamı...
Gelirler büyüdükçe futbol küçülüyor
12 Mart 2012

Süreci gözden geçirdiğimizde nelerin etkili olduğunu daha iyi anlayacağımızı düşünüyorum. Öncelikle Türkiye Futbol Federasyonu’nun performansına bir göz atalım...
1992 yılında başlayan özerklik döneminin beş yılı çatışmalarla geçmesine rağmen, TFF’de Bölge Müdürlükleri kurulması, Eğitim Dairesi’nde deneyimli yetkin kişilere yer verilmesi ve devamlılık sağlanması, ulusal takımlara oyuncu seçme ve yetiştirme amaçlı futbol antrenörlerinin görevlendirilmesi, oyuncu gelişimine yatırım yapılması, yabancı oyuncu transferinin az sayıda tutulması, ulusal takımların şartlarının optimal düzeye yükseltilmesi, Kulüpler Birliği’nin kurulması, yayın sistemine geçilmesi, sponsor katılımları, Taban Birlikleri’nin etkin bir şekilde görev alması gibi önemli başlangıçlar da yapılmıştır.
Sportif başarı yönünden ise 2000-2004 arası gerek ulusal takımların, gerekse kulüplerin en başarılı olduğu dönem olmuştur. Ve bu başarıların bir yansıması olarak, daha sonraki yıllarda, yayın, sponsor, reklam, maç günü ve ticari ürün gelirlerinin, TFF ve kulüplerde devamlı yükseldiğini görmekteyiz.
Giderek büyüyen borçlar ve artan yabancı oyuncu sayısının etkilerine baktığımızda iki faktör göze batıyor.
1- Sportif başarının her seviyede gerilemesi,
2- Oyuncu üretiminde yaşanan sayı ve kalitedeki büyük düşüş.
Sonuçta ehliyetsiz ellerde daha büyük imkanlar, daha büyük hataların yapılmasına hizmet etmiştir.
Şundan emin olmalıyız. Bir yerde işler iyi gitmiyorsa, işin içinde yanlış insanlar var demektir.
Biraz kıyaslama ile açıkça görülebileceği gibi ülke futbolunda yaşanan ekonomik, teknik ve etik tüm sorunların kaynağı yönetimlerin yetersizliğidir. Şu andaki belirtiler, işlerin daha da zorlaşacağı şeklindedir. Böyle olduğu takdirde, yani kulüplerin gelirleri sürekli artarken, borçları da arttığına göre, gelirlerinin düşmesinin etkilerinin ne olacağını düşündükçe kaygı duymamak mümkün değil.

BiR BAŞKA TEHDiT

2013 yılında uygulanmaya başlayacak olan (FFP) Finansal Fair Play’e ne kadar hazırız?
UEFA’nın Finansal Fair Play uygulamasının amacını beş maddeyle özetleyebiliriz.
1- Kulüplerin mali yapısında istikrar sağlamak.
2- Kulüplerin borçlandığı kişileri ve kurumları korumak.
3- Kulüplerin tesislerine, altyapılarına ve genç oyuncuların gelişmesine yatırım yapılmasını gerçekleştirmek.
4- Kulüp sahiplerinin ve diğer dış yatırımcıların sahadaki mücadeleye etkisini düzenlemek.
5- Avrupa kulüp futbolunun üretkenliğini sürdürülebilir kılmak.
2011-2012 sezonundan itibaren gönüllü kulüplerle gerçekleştirilen uygulama çalışmalarıyla başlayan sistem 2013-2014 sezonu yani 1 Temmuz 2013’den başlayarak hayata geçirilecektir.
22 Mart’ta İstanbul’da düzenlenecek UEFA toplantısında uygulamanın etkileri üzerinde belirlemeler yapılacağı biliniyor. Bilinmeyen, Türk futbolunun bu sürece nasıl tepki vereceğidir.
Gerçek şu ki, kulüplerimiz bilinçli bir isteklilikle kurumlaşmayı beceremeyeceğine göre, UEFA zorlaması ile yönetimlerin sorumluluklarını yerine getirmeleri önemli bir gelişme olacaktır.

 


 

Yazının devamı...
Bakan Suat Kılıç Türk sporuna bütünüyle bakmalı
5 Mart 2012

Elbette çok sevinilecek, övünülecek, umutlanılacak bir haber. Ancak ne var ki, bu tesislerin işlevinin yarışma amaçlı olduğu için yarışmaya katılması düşünülen sporcuların nasıl bir planlamayla yetiştirileceği sorusu hala cevabını bulabilmiş değil. Bakan’ın ifadesine göre Türkiye’de 2.5 milyon lisanslı sporcu var.
Almanya’nın 24 milyon lisanslı sporcusu ile kıyasladığımızda nasıl bir yetersizlik yaşandığı ortada. Kaldı ki, 2.5 milyon lisanslı sporcunun ne olduğu tam olarak anlaşılmış değil.

Türkiye’deki spor gerçeği şu; Genel nüfusa göre aktif spor yapan kesim yüzde birin altında. Ve bir kere daha tekrarlıyorum nüfusuna göre spor yapma oranıyla Türkiye dünya sıralamasında sonuncu. Bunun nedeni de okullarda spora yer verilmeyişi. Dünya gerçeğinde ise; sporun kaynağı amatör kulüpler değil, okullardır. Ve okullar aktif olarak sporda yer almadığı sürece bir spor gelişmesinden bahsetmek mümkün değildir.

Heyecanı çok etkileyici

Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Kılıç, 36 yeni tesisin kazandırılmasından bahsederken, keşke sporun gelişmesi doğrultusunda daha gerçekçi bir kısım projeler ortaya koyabilseydi. Bakan’ın sporun gelişmesi doğrultusundaki heyecanı çok etkileyici. Ancak bu heyecanın doğru bilgiyle desteklenmesine ihtiyaç var.
Yani öncelik ve önemlilik sıralaması yanlış kullanıldığı taktirde böyle bir enerji ve potansiyel ihtiyaç duyulan büyük spor hamlesinin yapılmasına yetmeyecektir.

SLOVAKYA MAÇINDA GÖRDÜKLERİMİZ

ABDULLAH Avcı, bugünün iyilerinden değil de gelecekte iyi olacaklarına inandıklarından ulusal takımı oluşturmaya çalıştı. Ve Avcı’nın, maçtan sonraki günlerde yaptığı açıklamalardan anladığımız, bir arayış içinde olduğudur. Abdullah Avcı’nın tasarladığı oyun anlayışına göre tespit ettiği oyuncuların uygunluğunu özel maçta test ederek, geleceğe dönük bir oyun ve oyuncu belirlemesi yapmayı düşündüğü anlaşılıyor.

Bir takımın performansında en yüksek değerin uyum olduğu gerçeğine göre düşünecek olursak, yeni kurulan ve Slovakya’ya karşı ilk hazırlık maçını oynayan ulusal takımın uyum sorununu yaşaması doğal karşılanmalıdır.

Muhakkak ki, Abdullah Avcı uyum sorununu yalnızca mevcut oyuncuların birbirini tanıması ve anlaşması ile çözmeyi değil, yeni oyuncu katma ve çıkarma uygulamaları ile bir tamamlamayla düşünecektir.

Bizim gördüğümüz en önemli zorluk; Ulusal Takım için seçilen oyuncuların takımlarındaki performanslarına göre yanıltıcı olabileceğidir. Çünkü; takım arkadaşlarıyla uyumun etkileri, takımında aldığı görevin niteliği, hangi hedefe oynadığı, kayıp ve kazanç değerleri, takımında kendine duyulan güven, oyun anlayışındaki farklılık, teknik kadro yaklaşımları bunda etkendir.

Kitlesel destek ya da baskının etkisi gibi nedenlerle yanılgı yaşanacaktır. Bu durum da oyuncu tercihlerinde ve takımın yapısında uyumu geciktirebilecek etkenlerin en önemlisidir.

Maçın görüntüsüne gelince;

1- Uyumsuzluk takım bütünlüğünü de olumsuz etkilediği için, atakta ve savunmada gerekli yardımlaşma sağlanamadı.
2- Takımın baskı yetersizliği, Slovakya’nın hiç zorlanmadan pas yapmasına ve bireyselliğini etkili kullanmasına fırsat verdi.
3- Bazı oyuncuların riskli bölgelerde bireyselliğini kullanmak istemesini bir disiplin sorunu olarak görülmese de kararsızlık ve belirsizlik olarak nitelenebilir.
4- Rakip savunmanın dağınık olduğu durumlarda, pas tercihlerimizin geri ve yana kullanılmış olması, daha fazla pozisyon üretmemizi engelleyen en önemli faktör olmuştur.
Ulusal Takımımızın heyecan ve mücadele değeri ile daha üst düzeyde olmasını beklerdik.
Her şeye rağmen ulusal takımın en önemli ihtiyacının ZAMAN ve DESTEK olduğunu söyleyebiliriz.


 

Yazının devamı...
Rekabette üstünlük
27 Şubat 2012

Spor Toto Süper Ligi’ne baktığımızda finansal açıdan oldukça iyi koşullara sahip olunmasına karşın, sportif başarıda yetersizlik yaşandığı bilinen bir gerçektir.
Ülkemizde sportif başarı için inanılan ve peşinden koşulan tek değer “PARA” olarak görüldüğünden, kurumsal bir yapıda diğer değerlerin bütünleştirilmesi, ilişkilendirilmesi ve etkinleştirilmesi bir türlü sağlanamıyor. Oysa rekabette başarı için doğru bir pozisyon almak birinci ihtiyaçtır. Doğru pozisyon almak için ise...
1-Potansiyelini iyi bilmek,
2-Potansiyelini etkin kullanabilecek bilgi ve beceriye sahip olunması gerekir.
Böyle bir durumda, finansal kapital yanında; bilgi kapitali, deneyim kapitali, güvenilirlik kapitali, ilişki kapitali, ilgi kapitali ve prestij kapitali, güvenli bir gelişme ve seviyesine göre iyi bir performans ortaya koymanın gereğidir. 
Ama belli ki, böylesine devasa bir sektöre hükmeden kulüp yöneticileri “finansal kapital” haricinde bir değerin bilincinde olmadığı içindir ki, tüm kulüpler sportif başarıda olduğu gibi, kurumsal performansta da yetersizlik yaşıyorlar. Ve görülen o ki yaşamaya da devam edecekler.
Açıkçası; kulüplerin en öncelikli ihtiyacı “doğru bilgi” dir.
Soru şudur... Bu sayın yöneticiler bilmedikleri şeyi yönetme hakkını kendilerinde nasıl görüyorlar?
Cevap ise şu... Bilmeyen insanların tercihleri ile.

BÜTÜNLÜK OLMADAN BÜYÜKLÜK OLMAZ

TÜRK futbolunun BAŞI, BEDENİ, RUHU birbirinden kopuk.
Yani yöneteni, paydaşları ve kültürel değerleri bir bütünlük içinde olmadığı için, hayatta olsa bile ayakta duramıyor.
Bu gerçeği görmeyenler, Türk futbolunun geleceğini kurmaya soyundu.
Ve nihayet TFF’nin yönetimsel anlamda boşluğu giderildi.
Ama bu demek değildir ki, Türk futbolunda ihtiyaç duyulan boşluk doldurulmuş oldu.
Seçilip gelenler asla yönetenler değil, yönetilenler olacaktır.

Yanılgı içindeler

Ve bu durum da son yıllarda olduğu gibi Türk futbolunun canına okuyacaktır.
Türk futbolu çok vahim sorunlar altında ezilirken, ne yazık ki bir kısım kulüp yöneticileri, kendi şartlarının iyileşeceği yanılgısı içindeler.
Yani, hiçbir bedel ödemeden ödül almak beklentisi...
Birileri mücadele edecek, başaracak ve kendileriyle paylaşacak.
İddia ediyorum, Türk futbolu bu kadar günahkarı taşıyacak güçte değildir.
Cem Karaca’nın dediği gibi: “Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete.”
Bekleyip göreceğiz... Hayırlara vesile olur inşallah!

Yazının devamı...
Nerede kalmıştık
20 Şubat 2012

Ülkemiz futbolunun en yüksek değeri olan özerkliğini elletmeden bir genel kurul yapabilecek bilinçte, dirençte ve kararlılıkta bir irade ortaya koyamadığımız yerde yaşanan olumsuzluklardan yakınmaya ne kadar hakkımız olabilir?
Türk futbolunun Şenes Erzik’e bir alternatif üretemiyor olması, Şenes Erzik’in vazgeçilmezliğinden değil, Türk futbolunun tükenmişliğinin bir göstergesidir. Şenes Erzik’in başkan olması halinde Türk futbolunun yaşadığı bu zor dönemi aşacağı kanaati büyük bir yanılgıydı.
Çünkü, Türk futbolunu düştüğü bu bataklıktan kurtarmaya tek başına Şenes Erzik’in gücü yetmez. Şimdi doğal olarak yeni bir başkan adayı tespit edilecek ve Şenes Erzik’e olduğu gibi ona da kurtarıcı gözüyle bakılacak. Oysa Türk futbolu çok ciddi boyutta bir güven bunalımı yaşıyor. Her şeyin birbirine karıştığı, ilişkilerin düşmanlığa dönüştüğü, bir temel oluşturabilecek hiçbir değerin kalmadığı bir ortamda işleri düzeltmek için bilgiden, doğruluktan, deneyimden, cesaretten daha fazlasına ihtiyaç vardır.

Çözüm seçimde aranmamalı

Şu an Türk futbolunun sorunları tamamen şike, şiddet, güven, düzen, bütünlük ve mevsim planlamasındaki çarpıklık değildir. “Doğru” diyebileceğimiz tek bir şeyin olmadığı yerde çözümü yalnızca seçimde aramak son derece yanlıştır. Her şeyden önce sorunların kaynağına inerek çözümü oradan başlattığımız takdirde bir iyileştirme etkisi yaratılabilir.
Einstein sözüyle; “Nedenleri değiştirmedikçe, sonuçları değiştiremezsiniz.”
Bu enkazı temizleyebilecek mekanizma bilinçli bir bütünlükle kurulabilir.
Elbette bilgili, tutarlı, dengeli, güvenilir bir Futbol Federasyonu Başkanı ve yönetim kurulu bu mekanizmanın kurulmasında ve işletilmesinde birinci ihtiyaçtır.

iYiLiKLERi HAK ETMEK

İyilikler, bilgi ister.
İyilikler, birlik ister.
İyilikler, doğruluk ister.
İyilikler, sevgi ister.
İyilikler, mücadele ister.
İyilikler, yenilik ister.
İyilikler, öngörü ister.
İyilikler, özveri ister.
İyilikler, kararlılık ister.
İyilikler, neyi istemez?
Bilgisizliği, haksızlığı, ahlaksızlığı, korkaklığı, teslimiyeti.

TÜRK FUTBOLUNU “DAHA İYİ” OLMAKTAN ALIKOYAN NEDİR?

1- Özerkliğini koruyamamak.
2-Futbol Federasyonu Yönetim kurullarında görev alanların Türk futboluna değil de, kendilerini öneren kulüplere ve kesimlere hizmet etme anlayışı.
3-TFF Yönetim kurulunda bilgi yetersizliğini giderecek danışman ve uzmanlara yer verilmeyişi.
4-Kulüpleri kurumsallığa yönlendirecek ve aşırılıklardan alıkoyacak etkin bir otoritenin olmayışı.
5- “Kulüpler Birliği Vakfı” dışında kalan delegelerin çoğunlukta olmasına rağmen örgütlenmedikleri için, genel kurullarda ve futbolla ilgili alınan kararlarda ortaya bir görüş ve etki koyamamaları.
6-Yabancı oyuncu transferine sayı ve kalite olarak ülke koşullarına uygun bir kriter getirilmemesi.
7- Play-off kararı etkileri hiç düşünülmeden alındığı için ligin akışı, dengesi ve heyecanı kaybolduğu gibi, play-off dışında kalacak kulüplerin maddi kayıp ve pasif bekleme nedeniyle oldukça zora girecek olması.
8-Sahip olunan potansiyele bir gelişim yolu açamamak.

Yazının devamı...
Ne birlik ama
13 Şubat 2012

Ne yazık ki yanlış bir haritayla doğru hedefi bulmaya çalışıyoruz. Yanlış düşünceler de yanlış tedaviler gibi ölümcül sonuçlar verebilir. Mehmet Ali Aydınlar’ın istifasından hemen sonra Kulüpler Birliği toplanma kararı aldı. Türk futbolunun yaşadığı bu devasa olayların çözümü doğrultusunda en etkili olacağı düşünülen kurum şüphesiz Kulüpler Birliği’dir.
Herkes pür dikkat Kulüpler Birliği’nden nasıl bir karar çıkacağını bekliyor.
Ve ülke futbolunun en üst düzey kulüplerinin yöneticilerinin toplantısı sonrasında yapılan açıklamada ki net mesaj şu: “TFF’de daha önce başkanlık yapmış olanların başkan adayı olmaması.”
Bu kadar uzun süren toplantıda yalnızca kimlerin aday olmaması gerektiği mi görüşüldü?
Elbette hayır.
Bu toplantının hesaplaşma için de uygun bir ortam oluşturduğunu söyleyebiliriz. İyi kurgulanmış olmasa da çokça, ithamlar, tehditler ve çatışmaların yer aldığı bir toplantı. İşte Türk Futbolu’nun en prestijli vitrininde yer alan hizmet görüntüleri bunlar.
Açıkçası; Türk futbolunun yoğun bakımda olduğu bir dönemde ona hayat vermesi gereken yöneticiler kendi çıkarları ve haklılıklarının kavgasını veriyor.
Bilinmesi gereken şudur. Yaşamak için yaşatmak gerekir.
Buna en güzel örnek şudur. 7 Şubat 2011 tarihinde medyadan öğrendiğimiz kadarıyla Bayern Münih 2006 yılında çok zor durumda bulunan Borussia Dortmund’a iki milyon Euro borç verdi. Ve hiçbir güvence istemeden verdiği bu borçla Borussia Dortmund krizden çıktığı gibi, bugün Bundesliga’da lider durumda. Bayern Münih ise ikinci.

Spor yaşatma savaşıdır

Borussia Dortmund Başkanı Watzke olayı şu sözlerle doğruluyor: “Bayern Münih 2006 Mart ayında bizim için kader anı olan bir zamanda yardımımıza koştu, kulübümüz rahatladı. O günler aklıma geldiğinde hala vücudumda titremeler oluşuyor, ateşler basıyor.”
Bu örnekten şu çıkıyor. Rakibin olsa dahi “Spor, bir yaşatma savaşıdır.” Bizde de Kulüpler Birliği için ilke ve ahlak sınavı niteliğinde bir olay yaşanmıştır. Ankaragücü Kulübü’nün ekonomik zorluklardan ötürü futbolcuları serbest kaldı. Dönemin Ankaragücü başkanı, serbest kalan oyuncularının alınmaması için kulüp yetkililerinden ricada bulundu. Ve kendisine bu konuda güvence verilmesine rağmen, birkaç kulüp dışında kalanlar bu durumu kaçırılmayacak bir fırsat görmüş olacaklar ki serbest kalan oyuncuları talan ettiler.
Bizdeki örnekten ne anlıyoruz? Yok et ki, var olasın!

GÜCÜN GÜÇSÜZLÜĞÜ

TÜRK Futbolu’nun yaşadığı yetersizlik, gücünün zayıflığından değil gücünü kullanma kabiliyetine sahip olmamasındandır. Bu duruma neden olan en önemli etken, konu bilgisi yeterli, iletişime açık, bütünüyle Türk Futbolu’nu kucaklayabilecek yetkinlikte yöneticilerin görev almasının engellenmesidir.
Ülke futbolunda adil ve güvenli bir rekabet ortamı yaratılmalıdır. Bunun için de öncelikle bilgisi, kişiliği ve duyarlılığı ile bu büyük görevi siyaset, kişisel çıkarları ve birilerin adına değil, Türk Futbolu adına yönetebilecek yeterlilikte bir Yönetim Kurulu oluşturabilmek kararlılığı gerekmektedir.
Ne yazık ki, “Kulüpler Birliği” devamlı olarak uygulamalarında barış ekeceğine, mayın döşedi. Artık bu zor durumdan çıkabilmek için her şeyden önce uyanmaya, arınmaya, aydınlanmaya ve hep beraber yola koyulmaya ihtiyaç var.
Bugüne kadar ki TFF Genel Kurul seçimlerinde iki kriter geçerli olmuştur.

1-Siyasetin belirledikleri.

2-Kulüplerin kendi çıkarlarına uygun olarak önerdikleri.
Yani, futbolunun adamı değil. Çoğunlukla herkesin adamı olma kaypaklığına sahip olanlar tercih edildi. Herkesin adamı olmak adam olmamaktır. Bulunduğumuz yere baktığımızda futbolun bu çirkeften, kirlilikten ve yetersizlikten kurtulması için doğru yönetici tercihleri yapılması bir temenni değil, bir zorunluluktur.
Yanlış insanlara değer vermek, doğru insanları yok etmenin en etkin yoludur. Hiç bir şey kendiliğinden doğru ve yanlış, iyi ya da kötü değildir. Bir şeyin ne olduğu bizim ne olduğumuza bağlıdır. Yani, biz neysek olan da odur.

Yazının devamı...
Türk futbolu nereye sürükleniyor?
6 Şubat 2012

26 Ocak’taki Genel Kurul’a kadar zig-zaglarla geçen görev süreleri, o gün duvara toslayarak ağır hasara uğramıştır.
Hasar sonrası Aydınlar’dan beklenen ”yolun bittiği” kararını vermesi şeklinde olmasına rağmen, “17 kulübün ısrarlı talepleri ve kamu oyunun yoğun destekleri sonucu futboldaki kaos ortamının daha derinleşmemesi için yönetime devam kararı verdik” diyerek, belirsizliği sonlandırmış oldu.
Ancak, “devam kararı”nı açıkladıktan bir gün sonra (31 Ocak 2012) yeni bir açıklama ile “UEFA yetkililerinin bize karşı farklı, CAS’ta farklı tavır almaları” nedeniyle Başkan ve Yardımcıları görevi bıraktıklarını duyurdular.
TFF’nin bu şok kararından sonra haklı olarak “Şimdi ne olacak?” sorusuna yanıt aranıyor.

Günü kurtarmayalım

Bir gün önce “kaos ortamının daha derinleşmemesi için” büyük bir sorumluluk ve özveri mesajı ile “devam kararı” veren TFF Başkanı, bir gün sonra aldığı istifa kararı ile Türk Futbolu’nu tam bir kaosa sürükledi. Ve sonunda olması beklenen, olmaması gereken zamanda oldu.
Şimdi bulunduğumuz yeri, yaşadığımız olayları, gelecekteki ihtiyaçları daha objektif bir şekilde değerlendirip, yalnızca günü kurtarmayla yetinmeyerek Türk Futbolu’nda güvenli bir gelişim süreci başlatmaya şiddetli şekilde ihtiyaç var.

Her değişim gelişim değildir

DAHA iyiye gitmesi gerekirken, neden her şey daha kötüye gitmiştir? Futbol Federasyonu özerkliğinin ilk yıllarındaki yönetimler, deneyim, bilgi ve kaynak yetersizliği yaşarken Türk Futbolu’nu planlı bir sürece taşımıştır. Çünkü yönetim kurullarında yasa gereği “taban birlikleri” temsil zorunluluğu vardı. Ve bu taban birliklerinden katılan yöneticiler, aykırılıklara engel olmaları yanında, Türk Futbolu’nun gerçeklerine göre uygulamaların yapılmasında da etkili bir rol üstlenmiştir.
Bu dengeli ve üretken yapı neden bozulmuştur?
Başta kulüpler, her istediklerini kabul ettirememenin rahatsızlığını yaşadıkları için, yasa değişikliğinde siyaseti de yönlendirerek, futbolun içinde hiçbir çıkara dayalı olmaksızın yer alan ve ilk yasasının oluşumuna da katkı yapmış olan bu kesimin gücünü zayıflatarak, TFF’yi kendi istekleri doğrultusunda etkilemeyi başarmışlardır.
Daha açıkçası, TÜFAD (Türkiye Futbol Antrenörleri Derneği) tarafından kurulan “Kulüpler Birliği” siyaseti de inandırarak kurucusunu yok etmeye çalışmıştır. Ve böylece TFF’yi en güvenilir bilgi kaynağından mahrum bırakmışlardır. Her değişim gelişim değildir ama her gelişim değişimdir.

Hiçe sayılan ahlaki değerler

TFF’nin ilk yıllarında taban birlikleri temsilcileri yanında uzmanlara da yer verildiği için Türk Futbolu FİFA sıralamasında 7’nciliği yakalamıştır. Ulusal takımların ve kulüp takımlarının performansının bu dönemde yükselmiş olması bir tesadüf değil, gelişim yolunda ilerlemenin göstergesidir.
Ve bu durum; FIFA sıralamasında 29’unculuğa kadar gerilemiş olan Türk Futbolu’nun nasıl yönetildiğinin en inandırıcı belgesidir.
Kulüp yönetimlerinin baskıları ile oluşturulan yeni yapı, hiçbir plan-program içermediği gibi, ahlaki değerleri de hiçe sayarak tamamen günlük çıkarlara dayalı bir uygulamayla uyumsuz, uygunsuz ve verimsiz geçmiştir.
Türk Futbolu’nun bu kaostan çıkıp bir gelişim süreci yaşayabilmesi için yegane ihtiyacı, liyakat, sadakat ve cesareti yeterli yöneticileri etkili görevlere getirmek akılcılığını ve kararlılığını göstermesi olacaktır.
Artık, doğrulara dönüş yapmak için mevcut durumu son şans olarak görüp gereğini yerine getirmeliyiz. Aksi halde çok daha büyük bedeller ödemeye hazır olmalıyız.

Yazının devamı...