(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Ayça Akın" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Ayça Akın" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.

Ayça Akın

Kandırmayın kendinizi.
23 Aralık 2016

Yalnızlıktan öleceksiniz.

Etrafınız kalabalıkmış, yoğunmuş gibi yapmaktan zevk alamaz oldunuz.


Kendinizi önemli hissetme ve hissettirme çabanız kişiliğinizi yüz parçaya bölüyor.


Karakteriniz her duruma göre rol kestiği için hayattan aldığınız zevk hep yarım kalıyor, arayışınız bitmiyor, sevmediğiniz insanlara benziyorsunuz ama bu durumdan kurtulmak için sohbetlerinizde ben, şöyle şöyle insanlar sevmem deyip kendinizi aklamaya çalışıyorsunuz.


Beraber yaşadığınız insanlardan yoruldunuz ya da belki onları eskisi kadar sevmiyorsunuz ama bunu kendinize itiraf etmekten bile korkuyorsunuz.


Alttan almaktan, idare etmekten, hoş görmekten, affetmekten nefret ediyorsunuz.


Yapmaya mecbur hissettiğiniz şeylerin sayısı arttıkça hayattan soğuyor, kendinizden kaçıyorsunuz.


Güçlüymüş gibi davranmak artık size acı veriyor.


Pes etmeye, “yoruldum” demeye, vazgeçmeye yer arıyorsunuz.


“Ben yaptım sen de yapabilirsin” sözlerini duymaktan kusacaksınız artık.


Birilerinin seni sahiden dinlemeden, anlamadan, hissetmeden “hadi devam et” demesinden bıktınız.


“Seni anlıyorum ama...” diye başlayan cümlelerden yoruldunuz.


Size sadece geçici rahatlıklar veren sözlerden gına geldi.


Bazen “hayatımı mahvettiniz” diye böğürmek, “sizin yüzünüzden hayatımı ıskaladım, düşün yakamadan, beni rahat bırakın” diye haykırmak istiyorsunuz.


Yetişmeye, orta yolu bulmaya çalışmak, anlaşma, uzlaşma zemini arayan taraf olmak istemiyorsunuz.

Sevmek zorunda olmaktan, seviyormuş gibi davranmaktan, dengeli insan olmaktan usandınız.

Kandırmayın kendinizi, böyle hissediyorken hissetmiyormuş gibi yapmayın.

Yoksa içi dışı bir olmuyor insanın.

Ondan bu aşk yalanları.

Bu saçma ayrılık gayrılıklar.

Bu gizli düşmanlıklar, kıskançlıklar, dost kazıkları.

Ondan bu kendini kandırmalar, görmezden, duymazdan gelmeler, nafile kaçışlar.

İçi başka konuşuyor, dışı başka insanın.

Ondan bu samimiyetsiz ifadeler, çabuk sinirlenmeler, tahammülsüzlükler.

Gerçekleri ya da hayalleri ertelemeler, üşengeçlikler, tembellikler.

Hayal kırıklıkları, çaresizlikler, takatsizlikler, hemen bıkmalar.

Ruhu başka yerde insanın, aklı gönlü başka.

Uyumsuzlar ne zamandır içi dışı bir olmuyor insan.

Affeder gibi yapmalar, unuttum yalanları...

Kıymet bilmemeler.

Düşene “ben demiştim” deyip, gizli saklı gülmeler hep bundan.

Hissettiğiyle yaptığı arasında dağlar var.

Sevmek zorunda kalmalar, susmak zorunda olmalar.

Kabullenme, onaylama, “tamam” deme mecburiyetleri.

O yüzden bazen içinde kocaman hiç, bazen dışında kocaman hiç,

Yaşadığıyla yaşamak istediği arası, toprakla gök kadar.

Acısı da, kini de, öfkesi de, üzüntüsü de, mutluluğu da bu yüzden ölçüsüz, garip, sahipsiz ve hükümsüz.

*****

Bizi kendimizle yüzleştirdiği için “Bay İfade - Volkan Akay’a” teşekkür ederim.

Sevgilerimle
Ayça Akın
www.aycaakin.com
www.motivasyonatolyesi.com
www.facebook.com/aycaakinofficial
www.instagram.com/aycakn
www.twitter.com/aycakn

Yazının devamı...
Yeni bir aşk için kapılar hep açık. Yeter ki biz onu nasıl davet edeceğimizi bilelim.
20 Aralık 2016

Güzel haberse, yeni yılın heyecanı ile yenilenmiş bizlere yeni aşkın kapılarının açık olduğu. Yeter ki biz onu nasıl davet edeceğimizi bilelim.

Bunun için atılabilecek birkaç adım var. Gelin yeni yılda doğru kişiyle başlayacak yeni bir aşk için atmamız gereken adımlara bir göz atalım:

Geçmişe sünger çekin

Hala eski sevgiliniz hayatınızda ve düşüncelerinizdeyse yeni birine pek yer kalmamış oluyor. Şans varken olmamış bir ilişki yüzünden yenisini yaşayamayacak mısınız? Hemen kendiniz toparlayın ve güle güle demeye bakın. Sizi hala eski ilişkinizde tutan şeyin ne olduğunu bulmaya çalışın ve ondan vazgeçin. Bunun için bir terapiye gitmeyi düşünebilir veya kendi başınıza bir arınma meditasyonu yapabilirsiniz. Bu meditasyona eski sevgiliyi hatırlatan eşyalar da dahil. Eğer sevimli bir anıdan çok üzüntü kaynağı oluyorlarsa onlardan da kurtulun.

Bir başkasını değil kendinizi bulmaya bakın

Bu yıl öncelik siz olun. Çünkü kendinizi olduğunuz gibi kabul etmeden ve sevmeden ne sağlıklı bir ilişkiye yer açabilir, ne de kariyer, sağlık ve ilişkiler anlamında istediklerinize erişebilirsiniz. Çünkü kendini tanımak ve sevmek tatminkar bir yaşamın ön koşuludur. Bunun için yeni yılda kendinizi en kötü yanlarınızla birlikte tanımaya ve sevmeye bakın.

Kendi istediğiniz hayatı inşa edin

Sizin için anlamlı olan, hayata anlam kattığına inandığınız şeyleri etrafınıza toplayın.Kendi yolunuzu bulun ve bir başkasının veya toplumun üzerinize attığı sorumlulukları değil, sizin altına elinizi koyduğunuz sorumluluklara odaklanın.Hayalini kurduğunuz hayata doğru çalışın. Böylelikle sizin gibi insanlarla vakit geçirecek ve size uygun potansiyellerle tanışacaksınız.

Aradığınız kişiyi idealleştirmeyi bırakın

Hayal ettiğiniz hayat size bazı idealler katmış olabilir. Bunun sizi kısıtlamasına ve katılaştırmasına izin vermeyin. Size yaklaşan birini sırf ideal erkek veya ideal kadın listenizden bir özellik taşımıyor diye reddetmeyin. Ona zaman tanıyın ve tanımaya çalışın. Özellikle yüzeysel engellerden kendinizi uzaklaştırın. Yani birini, görüntüsü ve giyim tarzıyla yargılamaktan çekinin.

Aynı şekilde kendinizi ideal kişi için başkalaştırmayın

Olmadığınız biri gibi görünmeye çalışmak sizi sadece yıpratır ve bir gün ortaya çıkar. Kendiniz olun ve karşınızdakine kendisi olma fırsatı tanıyın. O gün makyaj yapmak istemiyorsanız yapmayın. Eğer bu sizi ondan uzaklaştıracaksa ne kadar erken o kadar iyi.

Hayata karşı açık olun

Sosyal ortamlara katılmaya çalışın. Buradaki altın kural, bir sevgili arayışında olmamaktan geçiyor. Sadece kendiniz ve arkadaşlarınız için daha sosyal ortamlarda bulunun. Yeni arkadaşlıklara açık olun. Kiminle, nerede tanışacağınız belli olmaz. Evin ve yalnızlığın sizi çekmesine izin vermeyin.

Aceleci davranmayın

Biriyle tanıştığınızda işleri hızlandırmaya çalışmayın. Oluruna bırakın. Bir tanımlama altına girmekle uğraşmayın. Güzel vakit geçirmeye ve birbirinizi tanımaya bakın.

Ve bir gün güzel bir ilişki inşa edebileceğinize olan inancınızı asla kaybetmeyin.

Kaynak: mindbodygreen.com & tinybuddha.com

Sevgilerimle
Ayça Akın
www.aycaakin.com
www.motivasyonatolyesi.com
www.facebook.com/aycaakinofficial
www.twitter.com/aycakn
www.intagram.com/aycakn

Yazının devamı...
İşin neresini konuşsam?
16 Aralık 2016

"Kan kusturacağız", "intikam", "dişe diş" vb sözler dillerde sakız oldu. Maskeli ya da maskesiz eline alet alan istediği yeri basıp istediği kişiyi darp edebiliyor. Sanat galerisindeki eserden rahatsız oldu diye bir grup toplanıp tekbir getirerek galeriyi basıyor, eserin sahibini tehdit edebiliyor ve dün biri elinde satırla yine tekbir getirerek Fazıl Say konserini basıyor.


Düşünceler artık kelimelerle değil şiddetle, aletlerle, darpla, kırıp dökerek hatta kan akıtılarak ifade ediliyor.


İşin neresini konuşsam?


Gözü dönmüşlüğümü, öfke kontrolsüzlüğünü mü, sanattan - kültürden anlamadığımızı mı, saygı dediğimiz olgudan eser kalmadığını mı, insan olmaktan hızla çıktığımızı mı, neresini konuşayım?

Bu kontrolsüz öfkenin nedeni nedir?

Sanat neden hedef halinde?


10 Aralık Cumartesi gecesi yani haince yapılan Beşiktaş – Şehitler Tepesi saldırısının yaşandığı gece bir arkadaşım bende yatılı misafirimdi. Sohbet ettiğimiz odadan “Ambulans sesleri geliyor, bir şey oldu” diyerek televizyonun olduğu salona uçarak gitti ve geri dönmesi sadece saniyeler sürdü. Pijamasının üzerine hızla montunu geçirdi ve “duramayacağım, bakamayacağım” diye diye terlikleriyle evden dışarı fırladı. Bu arkadaşım havaalanında çalışmış bir arkadaşım ve hain havaalanı saldırısını da yaşadı. İşini bırakmak zorunda kaldı, kısmi yüz felci geçirdi, tedavi gördü, o günden beri de psikolog desteği alıyor.


Sadece terör olaylarından dolayı değil, toplumda git gide artan kontrolsüz öfkeler, düşünce özgürlüğü ya da bir takım değerlere sahip çıkmak adı altında bireylerin dilediği gibi kontrolsüz hareket etmesi bizleri psikolojik çöküşe itiyor.


Bizler şu günlerde evimizden çıkarken kırk bin defa düşünürken polislerimizin, askerimizin her an tehlike ile burun buruna olmaları, ölen ya da babasız kalan çocukların, evlatlarından zamansız ayrılan anaların - babaların görüntüleri vicdan taşıyan her insanın içini acıtıyor.


Gerek toplumsal olaylar olsun gerekse iş hayatı, sosyal hayat, özel hayat, bireysel hayatlar olsun olumsuz, can yakan her olaya direnebilmek için insanın sağlam bir psikoloji ile ayaklarının yere sağlam basabilmesi gerek. Bizler tökezlemeye başladık, yere yığılmadan bir şeyler yapılmalı.


Bireysel çabalar artık yeterli olmuyor. Bence artık sosyologların da psikologların da, konu ile ilgili alanında uzman kişilerin de bir araya gelip bir şeyler yapması gerekiyor.


Çünkü insan da, insanlık da elden gidiyor.

Sevgilerimle
Ayça Akın
www.aycaakin.com
www.motivasyonatolyesi.com
www.facebook.com/aycaakinofficial
www.twitter.com/aycakn
www.intagram.com/aycakn

Yazının devamı...
DEV - Dünya Engelliler Vakfı bilimsel bir projeye imza atıyor.
13 Aralık 2016

ve aktiviteler dışında daha gerçekçi, daha kalıcı ve daha fark yaratıcı projelerin hayata geçirilmesi gerekiyor.

Akıllı cep telefonlarını engellilere özgü tasarlanmış yazılımlar ve yardımcı parçalar ile iletişimin yanı sıra, engelli bireylerin hayatını kolaylaştıran araçlar haline getirmek amacıyla DEV - Dünya Engelliler Vakfı bilimsel alt yapıya dayanan bir projeye imza atıyor.

WDU Dijital Erişebilirlik; Dünya Engelliler Vakfı DEV & Dünya Engelliler Birliği WDU öncülüğünde İstanbul Gelişim Üniversitesi koordinatörlüğünde, Hacettepe Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi kurumsal işbirliği ile WDU E-MOBILITY yazılım projesini hayata geçirmeye hazırlanıyor.


Evrensel Standartların 7 temel ilkesi esas alınarak, engellilerin hayat kalitelerini arttırmak ve eşitlikçi bir yaklaşımla kapsayıcı ve yaygın uygulamalarla topluma dahil olmaları amaçlanan bu bilimsel alt yapı destekli bu proje için 1-4 Aralık 2016 Engelsiz Yaşam Fuarında, 51 gönüllü üniversite öğrencisi İstanbul Gelişim Üniversitesinden Yrd. Doç. Dr. Gülşah Kınalı öncülüğünde engelli bireylere dijital erişebilirlik anketi sorularını yönelttiler. Hacettepe Üniversitesinden Yrd. Doç. Dr. Fatma Doğanay işaret dili konusunda , Yıldız Teknik Üniversitesinden Ar. Gör. Dr. Ömer Bilen istatistik konusunda ve Psikolog Oğuzhan Abakay psikoloji konusunda anket çalışmasına bilimsel destek verdiler. WDU E-MOBILITY kapsayıcı ve yenilikçi yazılım projesi muhtelif nitelikli akademik disiplinler ile ayrıca, İstanbul Görme Engelliler Spor Kulübü gibi ilgili kuruluşların katkılarıyla yürütülmektedir. Bu çalışma sonucunda, belirlenen sorunların çözümüne yönelik model uygulamaların 10-16 Mayıs 2017 tarihinde sunulması hedefleniyor.

WD Digital Erişebilirlik projesi bence engelli bireylerimizin hayatında fark yaratacak. Bu tür gerçekçi ve bilimsel alt yapılı projelerin daha çok hayata geçirilmesi gerekiyor. DEV - Dünya Engelliler Vakfı DEV & WDU - Dünya Engelliler Birliği’ni bu proje girişiminden dolayı kutluyor ve engelli bireylerin hayatında fark yaratmayı piknik, biçki, nakış vb sanan diğer kuruluşlara örnek olmasını diliyorum.

Sevgilerimle
Ayça Akın
www.aycaakin.com
www.motivasyonatolyesi.com
www.facebook.com/aycaakinofficial
www.twitter.com/aycakn
www.intagram.com/aycakn

Yazının devamı...
Keşke sen de Pollyanna olabilsen...
9 Aralık 2016

Romanın kahramanı, ne olursa olsun bir olaydan mutlu bir sonuç çıkarabiliyor ve bu iyimser yaklaşımıyla ''Pollyannacılık'' sözcüğünü dünya dillerine kazandırıyor.

Evet, Pollyanna günümüzde edebi değerinden ziyade iyimser kişilere takılan bir ad olarak dilimizde varlığını sürdürüyor. Ayrıca bu isim, günümüzde gerçekleri benimseyemeyen – benimsemeyen kişiler için aşağılamak veya dalga geçmek maksatlı da kullanılıyor.

Belki bir çoğunuza göre bu yazacaklarım da Pollyanna’cılık gibi gelebilir, ama belki de mutsuzluklarımızın en büyük nedeni de budur; Pollyanna olamamak.

Korkuyoruz, küçük şeylerden kocaman mutluluklar yaratmaya korkuyoruz. Çünkü bizi “Pollyanna” diye aşağılamalarından çok çekiniyoruz.

Çünkü öğretiliyoruz, “sen değerlisin, önce kendini düşünmelisin, sen erkeksin yapabilirsin, sen kadınsın, o sana yapmalı...” vs. denilerek egolarımızı büyütmeyi öğreniyoruz.

Kapitalist sistemin göz alıcı dünyasına sorgulamadan kapılıyoruz. Moda denilen şeyden dolayı bir çok kişi özentilikle kendisi olmaktan uzaklaşmış. Ekran önüne konulan barbie kılıklı, makyaj güzeli kadınlarımızı gördükçe genç kızlarımız estetik derdine düştü. Bir çoğu bilmem kaç dolar verip Victoria Secret iç çamaşırı almak için can atıyor. Göğüse silikon, dudaklara botox, gözlere lens, saçlara boya falan derken kendilerini sahte bir “ben” in içine hapsetmeyi tercih ediyor.

Kartviziti sağlam olanlar “azim ve başarı hikayesi” olarak adlandırılıyor. Yani etiket demek başarı demek oldu. Daha doğrusu şartlanmalarla olduruldu.

Starbucks’tan eline kahve alan, diğer elinde de ipad tutan kendisini elit – ulaşılamaz sanıyor.

Bunlar ve nicesi arasında Pollyanna olmanın neresi kötü?

Sahte ya da dayatılan mutlulukları yaşamak yerine kendi içsel özgürlüğünü, kendi dünyasını yaratıp yaşamanın, minimal düşünmenin neresi kötü veya aşağılanacak, dalga geçilecek bir şey?

Tabii ki, kendi benliğini teslim edercesine bir iyimserlik bizi yok oluşlara - yalnızlığa sürükleyebilir, peki kişi ya bu tercihi ile mutluysa?

Nietzsche’nin sözünü hatırlayalım mı?

“Kimine göre yalnızlık, hasta insanın kaçışıdır. Kimine göre de, hasta insanlardan kaçıştır”

(İşin derin felsefe kısmına da başka bir yazıda girerim)

ZOR DEĞİL, HEM DE HİÇ ZOR DEĞİL.

Bir çok kişide "mutlu etmek" diye bir kavram yok. Olmadığı için mutlu olmanın ne olduğunu da bilmiyor bir çok kişi. Çok acı. Herkes mutlu edilmeyi bekliyor ama mutlu etmek kimsenin aklının köşesinden bile geçmiyor.

Zor değil, hem de hiç zor değil. Bazen masaya bırakılan veya mail kutusuna düşen, bir - iki cümleden oluşan bir not, bazen "kendime bu kitabı aldım, bir tanede senin için aldım" demek, bazen sadece varlığı için teşekkür etmek, bazen hayallerini, gerçekten nasıl hissettiğini sormak hatta bazen birlikte susmak.

İnanın bir insanı mutlu etmek gözünüzde büyüttüğünüz kadar zor değil, hiç zor değil. Ve böylesine sahteleşmiş, başkalaşmış insanların arasında Pollyanna olabilmek asıl azim ve başarı hikayesidir.

Sevgilerimle
Ayça Akın
www.aycaakin.com
www.motivasyonatolyesi.com
www.facebook.com/aycaakinofficial
www.instagram.com/aycakn
www.twitter.com/aycakn

Yazının devamı...
Duşlardan zehirli gazın mı yoksa suyun mu geleceğini bilmediğiniz toplama kampından sağ kurtulmak.
6 Aralık 2016

Her gün uyanıyorsunuz, işe gidiyorsunuz, belki sizi mutlu etmeyen bir ilişkiniz var ama henüz bu ilişkiyi bitiremiyorsunuz, belki kazandığınızdan daha fazla para harcıyorsunuz, belki çok fazla alkol tüketiyorsunuz veya çok fazla yemek yiyorsunuz ve bu sayede sorunlarınızdan uzaklaşacağınızı sanıyorsunuz. Aslında mutsuz olduğunuzu biliyorsunuz ama bu konuda ne yapmak istediğinizi bilmiyorsunuz.

Birçoğumuz başkalarının veya başka şeylerin bizi mutlu etmesini, hayallerimizi gerçekleştirmesini umut ederek bekliyoruz. Oysa bunu kendi başımıza yapabileceğimizi hiçbir zaman bilmiyoruz. Aslında şundan emin olabilirsiniz, eğer kendi kendinizi mutlu ederseniz bundan çok daha fazla mutlu olacak ve tatmin duyacaksınız. İlişkileriniz çok daha sağlıklı bir hal alacak.

Bunu yapabilmenin en zorlu kısmı şu: şansınızı denemek. Başarısız da olabilirsiniz, başarıya da ulaşabilirsiniz. Ama denemezseniz bunu hiçbir zaman bilemezsiniz. Ve dahası, hiçbir zaman büyüyemezsiniz.

Hayatınızı kendi istediğiniz gibi yaşadığınızda, kazancınız kayıplarınızdan daha fazla olur.

Araştırmalar, yaşadıkları hayatın bir anlamı olduğunu düşünen kişilerin kendilerini daha iyi hissettiklerini ve fiziksel sağlıklarının da daha iyi olduğunu gösteriyor.

Colorado State Üniversitesi’nden Michael F. Steger, yaptığı çalışmada hayatının anlamını fark eden ve çevrelerindeki dünyanın buna uygun olduğunu gören insanların çok büyük psikolojik faydalar sağladığını ortaya koydu. Hayatın anlamı ve amacına dair bir farkındalığı olan kişilerin, genel anlamda daha mutlu oldukları ve günlük anlamda hayatlarından daha büyük tatmin elde ettikleri anlaşıldı. Aynı zamanda bu kişilerde depresyon, anksiyete ve diğer riskli davranışlar daha az görülüyor.

Söz konusu araştırma aynı zamanda hayatın anlamını ve amacını nasıl fark ettiğinizin bir önemi olmadığını gösteriyor. Yani asıl önemli olan bunu keşfetmiş olmak. Yani “hayatın anlamı nedir?” sorusu aslında kilit bir öneme sahip değil. Zaten bu sorunun yanıtını birçok kişi bulabilmiş değil. Asıl önemli olan, “senin için hayatın anlamı ne?” sorusunun yanıtını bulabilmek. Her birimiz bu soruya istediğimiz gibi yanıtlar verebiliriz.

Bu yanıtları vermek her zaman o kadar kolay olmayabilir. Toplumun öğretilerine karşı çıkan kararlar vermek oldukça zor. Eğer reddedilme veya sevdiğiniz kişileri hayal kırıklığına uğratma riski taşıyorsanız, bu zorluğun derecesi daha çok artıyor. Ancak hayatınızı başkalarını memnun etmek veya toplumun size söylediklerini yerine getirmek için yaşadığınızda, yapmak istemediğiniz şeyleri yapan ve istremediğiniz duyguları hisseden bir insandan farksız olursunuz.

Siz izin verdiğiniz sürece, toplum ve aile sizi hemen hasır altı eder. Size anlatılan veya öğretilen sınırları çabucak içselleştirirsiniz. Oysa burada kilit öneme sahip olan şey, size öğretilen şeyleri sorgulamaktır. Hayatınız için doğru olup olmadığını sorgulamalısınız. Bu sorgulamanın kendisi de sonuçları da korkutucu olabilir ancak bunu kendiniz için yapmalısınız.

Vazgeçilmiş bir hayatın sonuçları, kendi kurallarına göre yaşanmış bir hayatın sonuçlarından daha ağırdır. Bir başka deyişle, hayatınızı kendi istediğiniz gibi yaşadığınızda, kazancınız kayıplarınızdan daha fazla olur.

Kaynaklar: TinyBuddha & Psychology Today


********

SİZİN İÇİN HAYATIN ANLAMI NEDİR?

Hepimiz zaman zaman hayatı anlamsız bulabilir, hatta bir çok şeyden vazgeçme noktasına gelebiliriz. Ben ne zaman bu girdabın içine girdiğimi hissetsem hemen elime başucu kitaplarımdan olan Victor E.Frankl’nin "İnsanın Anlam Arayışı" kitabını alıyorum.

Victor E.Frankl Avusturya’lı bir psikiyatrist. 2. Dünya Savaşı sırasında Auschwitz de dahil olmak üzere, her şeyinin elinden alındığı, her an ölümle burun buruna köle gibi çalıştırıldığı, aşağılandığı ve düşünebildiği tek şeyin açlığı olduğu, banyo odalarına çırılçıplak sokulduğunda birazdan duşlardan zehirli gazın mı yoksa suyun mu geleceğini bilmediği 4 toplama kampından sağ kurtulmayı başarıyor. Diğerlerinin, diğerlerinin ölümüne duyarsızlaşması, hayattan vazgeçmesi, intihara kalkışmalarına rağmen, o insanlık dışı şartlarda bile kendi iç bütünlüğünü ve kendi davranışlarını seçme özgürlüğünü nasıl kaybetmediğini birer birer anlatıyor "İnsanın Anlam Arayışı"adlı kitabında.

İnsan, Avusturya’lı psikiyatrist Victor E.Frankl’nin yaşadıklarını, hayatta ki anlam arayışını ve hayata tutunuşunu okudukça kendinden utanıp, sorun diye adlandırdığı şeylerden ve de kendisinden utanıyor. Ama kitap biter bitmez de kendinden yepyeni bir “ben” yaratıyor, ve soruyor; benim için hayatın anlamı nedir?

Peki, sizin için hayatın anlamı nedir?

Sevgilerimle
Ayça Akın
www.aycaakin.com
www.motivasyonatolyesi.com
www.facebook.com/aycaakinofficial
www.twitter.com/aycakn
www.intagram.com/aycakn

Yazının devamı...
"Her insan bir engelli adayıdır" sosyal mesajını vermeyi reddediyorum.
4 Aralık 2016

Bu cümle, çevresinde engelli olmayan biri için pek bir şey ifade etmiyor. Ta ki deneyimleyene kadar.

Gelin, bu 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nde “her insan bir engelli adayıdır” klişesini beyinlere kazımaya çalışmak yerine konuşulmayanları konuşalım.

Mesela, çeşitli nedenlerden dolayı doğuştan veya sonradan engelli olan kişilerin her fırsatta engelli olduklarının yüzlerine vurulmasından bahsedelim.

Mesela, engelli bireylerin de duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarının olduğunun unutulduğundan, hiçe sayıldığından bahsedelim.

Mesela, ülkemizdeki mimarlarımızın 2015 verilerine göre bu toplumda yaşayan 4 milyon 882 bin 841 engelliyi hesaba katmadan yaptıkları binalardan, okullardan, üniversitelerden, otellerden, kurumlardan bahsedelim.

Mesela, turizm cenneti diye övündüğümüz tatil beldelerinde engelli bireylerimizin kendi ülkelerinin güzelliklerinden yararlanamadığından bahsedelim.

Mesela, tacize, tecavüze, şiddete maruz kalan ve konuşmaması için tehdit edilen “sen engellisin, zaten sana kimse inanmaz” diyerek bir de üstüne aşağılanan engelli kadınlarımızdan bahsedelim.

Mesela, neden engelli bir erkek daha kolay aşk, evlilik ya da cinsellik yaşarken engelli bir kadın yaşamakta güçlük çekiyor ya da pek tercih edilmiyor, bundan bahsedelim.

Mesela, insanların engelli bireylere “zavallı” veya “acınası” olarak bakıldığı için yok olan özgüvenlerinden bahsedelim.

Mesela, iş hayatında engelli bireylerin sadece yasal zorunluluk nedeniyle kadro doldurmak için tercih edildiğinden bahsedelim.

Mesela, engelli olduğu için “erkek” sayılmayan engelli bireylerden bahsedelim.

Mesela, hala engelli bireylere “özürlü”, “sakat” vb. kelimelerle hitap eden cahil sürüsünden de bahsedelim.

Mesela, engelli bireylerin ilişki yaşanılabilecek - evlenilecek bireyler olarak görülmediğinden bahsedelim.

Mesela, engelli çocuğundan utandığı için çocuğunu eve hapseden, kendi çocuğunu engelli olduğu için birey olarak görmeyen ailelerden bahsedelim.

Bana kalırsa hiçbir 3 Aralık fark yaratmıyor. Sahneler hep aynı.

Vakıflar, dernekler bir – iki yemek düzenleyip sosyal mesaj vermekten öteye gidemiyor.

Engelli bireyler, “hadi eller havaya” yaptırılıp ertesi gün yine sorunlarıyla baş başa bırakılıyor.

Sosyal medya adeta engelli bireyleri alıp içine sokacak. Hiç görmediğimiz kadar duyarlı insan piyasaya çıkıyor. Ertesi gün meze sofraları, kayak tatillerini paylaşmaya devam.

Tüm bunların ve nice engelli bireylerin sorunlarının düzelebilmesi, engelli bireylerin de diğer toplum bireyleri gibi eşit şartlar ve eşit kabul ile yaşadığı bir toplum bilincini görebilmek için kaç 3 Aralık gerekiyor?

Ben umutlarımı yitirmemek için direniyor, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nde “herkes bir engelli adayıdır” sosyal mesajını vermeyi reddediyorum, ama şu soruları herkesin kendisine samimiyet ve cesaretle sormasını istiyorum;

Engel veya engelli; kime, neye göre engel - engelli?

Engelli diye ötekileştirdiğimiz insanlar gerçekten engelli mi, yoksa senin benim tarafımdan engellenen mi?

Hepimiz kilolu, zayıf, ela gözlü, yeşil gözlü, kısa boylu, uzun boylu, geniş kalçalı, dar omuzlu, kısa saçlı, uzun saçlı farklı modellerde - formlardayken engelli olmak da sadece bir model - farklı bir form değil midir?

Sevgilerimle
Ayça Akın
www.aycaakin.com
www.motivasyonatolyesi.com
www.facebook.com/aycaakinofficial
www.twitter.com/aycakn
www.intagram.com/aycakn

Yazının devamı...
Diğer insanların yorumları kendi kişisel değerlerini yansıtır.
29 Kasım 2016

Çocukluğumuzda öğrendiğimiz en önemli şeylerden biri adalet duygusudur.

Çocukluğumuzdan bize miras kalan en önemli değerlerden biri adalettir. Çocukken, eşitliği öğreniriz ve sorumluluk duygumuzu geliştirmek için kısasa kısas davranışını benimseriz. Oyun oynarken eşit şartlar oluşturmak için nöbetleşe oynamayı öğreniriz. Paylaşmanın önemiyle birlikte birinin adil hisseden fazlasını almasının ve başkalarını oyuncaklarımızla oynatmamanın doğru olmadığını da öğreniriz. Rol modelinizden, birinin oyunun adil oynanması için oyunu regüle etmesi gerektiğini, bu sayede kuralları çiğneyenin cezalandırılması gerektiğini öğreniriz.

Yetişkinliğe ulaştığımızda ise, bazı insanlar, bir kesimin tüm avantajlara ve ayrıcalıklara sahip olduklarına inanmaya başlarlar. Karşımıza iki grup çıkar; sahip olanlar ve olmayanlar. Eşitsizlik ve adaletsizlik bizi sinirlendirir ve tepki göstermemize neden olur.

Örneğin; trafikte kalıp kendinizi güçsüz, gergin ve amacınıza ulaşamamış hissettiğinizde, ne yapıyorsunuz? Belki önemsiz şeylere takılıp sinirinizi ondan çıkarıyorsunuzdur, ya da hiç hak etmedikleri halde ailenizden. Veya bara gidip, birine kırıcı bir şey söylüyorsunuz ve kavga çıkmasına sebep oluyorsunuz. Her koşulda, sinirinizi suçu olmayan masum insanlardan çıkarmaya çalışıyorsunuz.

Peki kaçınız kendinize ‘Keşke zengin, akıllı, daha sosyal, genç, iyi görünümlü veya zayıf olsaydım?’ gibi sözler söyleyerek sessizce işkence yaptınız? Elbette birçok kişi bunu kendine söylemiştir. Bu inanış beraberinde ‘Hayat çok zor ve benim bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yok!’ inancını da beraberinde getirecektir. Kötü davranışlarınızı tolere etme, kişide rahatsızlık yaratmaktadır. Potansiyelini ortaya çıkaramama ise utandıran bir hakaret olarak algılanmaktadır. Adaletsizlik hakkında bir aile üyesinin veya arkadaşınızın alaycı şekilde söylediği bir söz, siz nazik olmaya çalışsanız da içinizdeki öfkenin dışarı çıkmasına neden olabilir.

Siz uzun saatler çalışırken, iş arkadaşınızın terfi etmesini, adaletsizliğin somut hali olarak görebilirsiniz. Siz oldukça fazla çalışmanıza rağmen faturaların birikmesi, borç verdiğiniz arkadaşınızın söz verdiği tarihte borcunu ödememesi, suçunuz olmadığı bir konuda patronunuzdan azar işitmeniz, sizin onu sürekli övmenize rağmen çocuğunuzun sizi dinlememesi, size adaletsizliğin gözünüzün önünde yaşandığı hissiyatını verecektir. Tüm bu adaletsizlikler size silahlarınızı elinize almanız gerektiği dürtüsünü verecektir. Bu silahlar fiziksel (yumruk, hatta bıçak veya silah bile olabilir) ya da sözlü (hakaret, tehdit, bağırma) olabilir. Bu davranışları küçük şeyler tetiklese bile, sonuçları oldukça büyük olabilir.

SİZE YAPILAN ADALETSİZLİĞE TAKILIP KALMAYIN.

Sağlıklı ve mutlu bir hayat için öfkenizi kontrol etmeyi öğrenmelisiniz.

Daha iyi ve sağlıklı bir hayata ulaşmak için öfkenizin üstesinden gelmeniz gerekmektedir. Size adaletsiz davranıldığı noktada, bu düşünceye karşı gelmeyi seçebilirsiniz. Bu durum kişilik olarak değeriniz açısından bir meydan okumadır. Size karşı yapılan adaletsizliğe takılı kalmak, başka insanların düşüncelerine ve onayına bağlı olduğunuz anlamına gelmektedir.

Unutmayın ki, önemli olan sizin kendiniz hakkında verdiğiniz yargıdır. Diğer insanların yargıları sizinkinden daha kötü veya daha iyi değildir. Diğer insanların yorumları, kendi kişisel değerlerini yansıtır. Bu yüzden başka insanları nasıl mutlu edeceğinizi düşünmek yerine, problemin altında yatan gerçek nedeni, size yaptığınız şeyi daha iyi yapmanızı sağlayan ve sizi sorumluluk sahibi değerli bir insan yapan düşünceyi bulun.


Sevgilerimle
Ayça Akın
www.aycaakin.com
www.motivasyonatolyesi.com
www.facebook.com/aycaakinofficial
www.twitter.com/aycakn
www.intagram.com/aycakn

Yazının devamı...