(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Ayşe Baykal" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Ayşe Baykal" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Ayşe Baykal

Ayşe Baykal

Ortadoğu’nun çocukları
23 Aralık 2016

“Geçtiğimiz hafta derse girdiğimde öğrencilere gelecekleri ile ilgili planlarını öğrenmek için “Büyüyünce ne olmak istiyorsunuz?” diye sordum ve henüz 7 yaşındaki Suriyeli bir öğrencim bana “Şehit olmak istiyorum, öğretmenim” dedi.

Ben ona şehit olmanın güzel bir şey olduğunu ama çözüm olmadığını; bir avukat, mühendis, doktor hatta ve hatta yönetici olabileceğini, böylece ülkesi için çok daha faydalı olabileceğini anlattım. İlk başta itiraz etse de “O zaman sen benim söylediklerimi düşün, ben de senin söylediklerini düşüneyim. Yarın tekrar konuşalım olur mu?” dedim. “Tamam ama size katılmıyorum yine de.” dedi. Bir gün sonra yanıma geldiğinde önceki gün yapmış olduğumuz konuşmayı düşünmüş olacak ki bana şu cümleyi kurdu “Öğretmenim ben büyüyünce kendi ülkemin başkanı olmak istiyorum.” dedi.”

Yine geçen gün, dindar arkadaşlarımın sosyal medyada isyanlarına denk geldim; ‘Yeter artık, Halep için, Suriye için, Filistin için dua zinciri oluşturmaktan vazgeçin.  Sadece dua ile barış olmaz.’

Sadece bu iki olay bile bize Ortadoğu’nun bir gerçeğini de anlatıyor aslında. Dindarlar, Müslüman ülkelerde sonu gelmeyen terörün müsebbibi olarak hep Batı’yı gördü.  DEAŞ ve diğer terör örgütlerini Müslümanları bölmek ve İslamofobi için oluşturduğunu düşünen dindarların cevabını bulamadığı soru ise;  “Nasıl oluyor da Müslüman gençler bu tuzağa çekiliyor?”

Bu, üstünde çok konuşulması ve düşünülmesi gereken bir husus. Ama maalesef ne konuşuluyor ne de önlem almak için çözüm aranıyor. Ortadoğu daha çok günü kurtarma derdinde. Uzun vadeli eğitim programı yapmıyor olmasının sebebi savaşla boğuşması ve mütemadiyen savunma halinde olması olabilir ama anlattığım örnekte ciddi bir sorundur.

Bir ülkenin geleceğinin teminatı çocuklardır. Çocuğuna sadece iyi bir Müslüman olması ve ülkesi için yapabileceği tek şeyin şehitlik olduğunu söyleyen ve öğreten bir aile düşünün. Bu çocuklar zaten kötü olan bir eğitim sisteminde başka ne hedefleyebilir ki?

Ülkesini kurtarmak için şehit olmayı tek yol gören o çocuk, büyüyünce iki seçenekle karşılaşacak; ya ülkesini düşmandan korumak için asker olup ölecek ya da düşmanı yok etmek için canlı bomba olup ölecek.

Bu durumda Batı niye suçlu oluyor anlamıyorum. Kendi ülkesini yönetme arzusu olmayan ve ölmek için sabırsızlanan gençlerle dolu bir ülke, oldukça iştah açıcı görünmüyor mu sizce de?

Batı’nın tek suçu, gelecek nesillerinin güvenli ve zengin yaşaması için plan yapmak olabilir. Bunun da suç olup olmadığı tartışılır tabii…

Şehitlik, tevekkül ve dua öğretilerinin yeniden gözden geçirilmesi önemli, hem de ivedilikle.

“Allah ne dediyse o olur.” düşüncesiyle geleceğini planlayamayan, ölerek ülkesini kurtaracağına inanan, eylemsiz duanın hiçbir değeri olmadığını anlayamayan bir Müslümanlık anlayışının Ortadoğu’yu ne hale getirdiğini görüyoruz işte.

Batı’ya lanet okuyacağımıza, Müslümanlığı bu hâle getiren zihniyeti sorgulayalım artık.

Yazının devamı...
Aydın Doğan, 15 Temmuz gecesi kendi kanalını mı bastırdı?
18 Aralık 2016

FETÖ olaylarında adı geçen Barbaros Muratoğlu’nu da tanımam. 


Ama yaşananlar çok tanıdık geliyor.


Muratoğlu’nun tutuklanmasıyla ilgili gerekçeler tanıdık geliyor.


15 Temmuz sonrası yaşananlar maalesef Ergenekon sürecinde yaşadıklarımıza benzemeye başladı.  


Ben kendi adıma o günlerin yanlışına düşmeyeceğim. Darbe girişimine kim destek vermiş ve ortak olmuşsa cezasını çeksin elbette ama 15 Temmuz şahsi hesaplaşmaların bir kılıfı olmamalı. Bu, 15 Temmuz Şehitleri’ne haksızlıktır. Terörle boğuştuğumuz şu günlerde bize yapılan büyük haksızlıktır.


Özellikle 15 Temmuz sonrası, ısrarla Aydın Doğan’ın, FETÖ ile ilişkilendirme gerekçelerini takip ediyorum. Bunu sadece kendim için yapıyorum. Yanlışa ortak olmamak, varsa da bir yanlışın yanında olmamak için yapıyorum.


Mantıkla bağdaşan bir gerekçe arıyorum ama ortada ‘bir medya grubunun, başka bir medya grubunu bitirmek adına giriştiği savaştan’ başka bir şey göremiyorum.  


Kendi çapımda, “Aydın Doğan’ın FETÖ ile ilişkisi var.” tezini düşünmeye zorluyorum kendimi ama şu sorulara cevap bulamıyorum, varsa cevabı olan “Lütfen, ses versin.”;

 

- Gülen grubu, neden “kendisi ile işbirliği içinde olan” Aydın Doğan’a yüksek oranda vergi cezası kesti?

 

- Aydın Doğan, neden 15 Temmuz akşamı Hande Fırat’a “Demokrasinin yanında olun” dedi?

 

- Neden CNN Türk binası basıldı?

 

Aslında bir ihtimal geliyor aklıma ve sorularım şu şekilde yeniden oluşuyor;

 

- Aydın Doğan, Gülen’le ilişkisi dikkat çekmesin diye kendine yüksek oranda vergi cezası kestirmiş olabilir mi?

 

- 15 Temmuz gecesi darbecileri arayıp “ Bizim kanalı basar mısınız?”  ricasında bulunmuş olabilir mi?

 

- Kanal çalışanları ve vatandaşlar figüran mıydı?

 

Bu sorular kulağa çok mu saçma geliyor?

 

Darbe girişimini “hükümetin yaptığını” iddia edenlerin olduğu bir ülkede çok da uçuk değil gibi…

 

Unutmayalım bu ülkede bazı insanlar “Darbeyi, Recep Tayyip Erdoğan yaptırdı.” diyecek kadar kendinden geçmişti. Ve bu iddiaya en çok kızanlar da Ak Partililer olmuştu.  Haklıydılar da…

 

Dün nasıl onlar haklıysa, bugün de ısrarla FETÖ ile ilişkilendirilmeye çalışılan Aydın Doğan ve Hürriyet yöneticileri haklı.

 

Darbe girişimini şahsi hesaplaşmalara karşı kullanmak isteyenlere karşı en büyük itirazı Ak Partili yöneticiler yapmalı.

 

Parti sözcüsü gibi davranan ve sağa sola tehditler savuranlara karşı da önlem almalı.

 

15 Temmuz gecesi CNN Türk’ü basmaya gelen darbecilere canı pahasına engel olmaya çalışan vatandaşın “Bir gün sizleri müdafaa edeceğim hiç aklıma gelmezdi” sözlerini unutmamak lazım…

Yazının devamı...
Nedir Vatanseverlik?
14 Aralık 2016

Tayyip Bey  Başbakandı  ve  çoğunluk yıllardır süren terörün biteceğine, çözüm süreciyle barış geleceğine inanmıştı. Ben de çözüm sürecini destekleyenlerdendim. “Devlet, PKK ile görüşür mü? Öcalan ile görüşür mü?” itirazlarına itirazı olanlardandım. Bugün de aynı kanaatteyim.

 

Çözüm Süreci’nde Ak Partililer  Türkiye’nin yıllardır öncelikli soruna olan teröre bitmiş gözüyle bakıyordu. Hükümete güveniyorlardı, çünkü iktidarda kendi partileri vardı.

 

Çözüm sürecini desteklemeyenler ise, hükümete güvenemiyordu, kapalı kapılar ardında konuşulanlar karşısında Ak Partililer kadar rahat değillerdi. Bugün dönüp o günleri değerlendiğimde her iki tarafı da haklı görüyorum.

 

O günlerin bana öğrettiği tek şey ise; Hangi parti iktidarda olursa olsun bu tür çalışmalarda herkesin endişesini ciddiye almak gerektiğidir.   Muhalefetin,   iktidara yakın olan olmayan Sivil Toplum Kuruluşlarının işin içine dahil edilmesinin önemidir.  Aksi takdirde sürecin sorumluluğunu paylaşamazsınız.

 

Aradan zaman geçti, çözüm sürecinde istenen  netice olmadı. Terör sorunu artarak devam etmeye başladı. PKK, artık sadece askeri, polisi değil AKP’yi  desteklediği için vatandaşı da hedef almaya başladı. Neticede canı yanan, süreci desteklese de desteklemese de vatandaş oldu.

 

Bugün elbette teröre karşı devletin yanında olacağız. Ama dün “Terör yok” diye teşekkürleri kabul eden hükümet, bugün de “Terör var” eleştirilerini kabul edecek.  “Saldırılar engellenemez miydi?” sorusunu soranları vatan haini kabul etmeyecek.

 

Özellikle Beşiktaş saldırısından sonra ortaya çıkan tablodan çok rahatsızım. Sosyal medyada “Polisimizin ölmesine sevinen” ile “Polislerimiz neden ölüyor?” sorusunu soranlara  aynı muamele yapılıyor. “Gelecekten endişe ediyorum” diyene kapı gösterilmesine “Çocuğum olmadığı için seviniyorum” diyene “Ölenler kimin çocuğu?” savunmasını hiç ama hiç mantıklı bulmuyorum.

 

Bazı şeyleri ayırmalıyız artık. Herkes sevincini de üzüntüsünü de istediği gibi ifade etmekte hürdür. (Hakaret içermediği müddetçe)  Vatandaşlar devletin resmi kurumları değildir. Uygun görülmüş bir metni paylaşmak gibi yükümlülükleri de yoktur. Devlet “Korkuyorum” diyeni  azarlamak yerine “Korkma devletine güven” demelidir. Ölümlere gösterilen tepkileri anlayışla karşılamalıdır.

 

Unutmamamız gereken çok önemli bir şey var. Hükümetlerin aldığı kararların bedelini sadece partililer değil millet olarak ödüyoruz. Bugün iktidarda başka bir parti olsaydı aynı şey onun için de geçerli olacaktı. Hükümete tepki gösterenleri partizanlık yapıyor olarak görmek  vatanseverlik değildir.

 

Vatanını seven herkesin Ak Parti’yi veya Tayyip Bey’i sevme gibi bir mecburiyeti yoktur. Yıllardır eleştirdiğimiz  şeyi kendimizin yapıyor olması ve bunu göremiyor olmamız işin ilginç tarafıdır.


Ölenler de ölmeye aday olanlar da biziz. PKK, DEAŞ ve türevleri bize savaş açmıştır. Ayrıca birbirimize karşı psikolojik savaş açmaya gerek yok.

 

Türkiye, ortak yaşama alanımızdır.  Birbirimizi alan dışına itmek yerine bizi alan dışına itmeye çalışanlara karşı birlikte olmalıyız, hem de acilen.

Yazının devamı...
Hey, TAK! Sana kötü bir haberim var
12 Aralık 2016


Açıklamaya bakar mısınız?

 

“Saldırı Türk halkına yönelik değildir. …Türkiye’de rahat bir yaşam sürdürülebileceği beklenmemelidir, Türk halkının faşizme dur demesi gerekmektedir. Kaostan sadece AKP faşizmi sorumludur.”

 

Bir paragraf içinde bu kadar mı birbiriyle çelişen ifadeler olur?

 

Türk halkına yönelik olmayan bir saldırıda nasıl oluyor da Türkler ölüyor? Anlayan var mı? İzahı var mı?

 

Türk halkı faşizme dur demediği için bombalanmayı hak ediyor. Açık ve net olarak, Türk halkından AKP’yi sandıktan birinci parti çıkarmasının intikamı alınıyor.

 

AKP faşistse siz nesiniz? Özgürlük hareketi mi?  Barış elçisi mi? Biz sizi Ak Parti ile tanımadık ki, isim değiştirseniz de  zihniyetiniz aynı.

 

Siz, mertçe Türk halkının karşısına çıkamayacak kadar namertsiniz. Siyasi yollardan derdinizi anlatamayacak kadar aciz, AKP’yi sandıkta yenmeyi göze alamayacak kadar da korkaksınız.

 

Kürt vatandaşların bile isyan ettiği bir zamanda kimi kandırabileceğinizi düşünüyorsunuz?  

 

Ölümleri kullanarak vatandaşı devlete karşı ayaklandırmak için yaptığınız eylemler sonuç getirmedi, getirmeyecek. Bunu ne zaman kabul edeceksiniz?

 

Ve o kadar körsünüz ki; yaptığınız terör eylemleriyle, faşist olarak suçladığınız AKP’nin gücüne güç kattığınızın farkında değilsiniz. Ya da aklımızla dalga geçiyorsunuz.

 

İnsanlarımızı öldürüp suçu AKP’ye atmakla temize çıkamazsınız. Boşuna günah çıkarmayın. Ne Türk halkı ne Kürt halkı sizi böyle yaptığınız sürece anlayacak. Zaten anlaşılmak gibi bir derdinizin olduğunu da düşünmüyorum. Siz HDP’yi bile hazmedememiş, silahtan başka bir şeyi iletişim aracı kabul etmemiş terör örgütüsünüz.

 

Türkiye’nin düşmanlarıyla dost olup bizi kalleşçe vurmaya devam ettikçe kaybedeceksiniz. Belki biz eksileceğiz ama bitmeyeceğiz.

 

Görevi toplumun huzurunu sağlamak olan polisin ölümüne sevinen, bu sevincini sosyal medyada paylaşan; iş sıkıya gelince de kaçmaya çalışan nankörler olmayacağız. Ekmeğini yediği vatanına ihanet eden, gençlerin ölümünü alkışlayan vatan hainlerini de affetmeyeceğiz.

 

Vatan sevgisinin partisi olmaz.

 

Hey, TAK! Sana kötü bir haberim var. Sen, millet isyan edip Tayyip Bey’e ve hükümete isyan etsin, kargaşa çıksın istiyorsun ya, dün o milleti Fatih ilçesinde Tayyip Bey’in konvoyuna Ayet-el Kürsi okurken gördüm. Kimsenin gözlerinde de nefret yoktu.

 

İlk defa bir terör olayı sonrasında insanların birbirine karşı nezaketine ve merhametine şahit oldum dün.

 

Benden duymuş olma ama boşuna terör eylemi yapıyorsun TAK,  kimse seni takmıyor ve korkmuyor. Biliyorum maşasın ama “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen duy” misali işte…

 

Yazının devamı...
Patlama riskiyle yaşamak
11 Aralık 2016

Hepimizin başı sağ olsun, Allah ailelerine sabır versin, vefat eden canlarımıza rahmet etsin. İstanbul’da alınan önlemlere rağmen şehrin göbeğinde yapılan terör eylemi, aslında olayın vahametini gösteriyor. Terörü destekleyen ve besleyen dostlarımız (!) saldırı sonrası yayınladıkları mesajlarla kimin yanında durduklarını net şekilde ortaya koydular.

 

İktidarımızla muhalefetimizle teröre karşı bir olmaktan başka çaremiz yok. AKP, CHP ve MHP’nin ortak bildiriyle terörü kınaması,  birlik-beraberlik çağrısı yapması böyle zor günlerde çok önemli.

 

Vatanın ne anlama geldiğini çocukken tarih kitaplarından okuyorduk ama bizler bugün yakın komşularımızın yaşadıklarından vatansızlığın ne olduğunu biliyoruz.

 

Planladığım yazımı yayımlama konusunda kararsızdım ama terörün hayatımın akışını değiştirmesine izin vermeyeceğim. Siz de vermeyin.

 

Acıları ancak paylaşarak azaltabiliriz. Nefret söylemlerinin, terör üstünden siyaset yapmanın ne şehitlerimize ne ülkemize bir faydası var. Hangi görüşten olursak olalım karşımızdaki insanın da canının yandığını unutmayalım, lütfen.

 

Sizleri seviyorum; bunu canlıyken söylemek istedim.  Malum hepimiz her an patlama riskiyle yaşıyoruz.

 

KADINLARA YÖNELİK TEKMELİ SALDIRILAR TESADÜF MÜ?

 

Son zamanlarda otobüste, parkta kadına yönelik şiddet saldırılarının organize olduğunu düşünüyorum.

 

Hedef olarak seçilen kadınların ve saldırı şeklinin benzer yönleri çok.  Bu kadar tesadüf mümkün değil.

 

PKK nasıl ki askerimize, polisimize silahlı eylemler yapıyorsa; organize olmuş bir örgüt de kadınlara yönelik saldırı gerçekleştiriyor.

 

Maksat, toplum huzurunu bozmak ve Türkiye’de muhafazakâr olmayan kadınların özgürlüğünün olmadığı izlenimini vermek.  Ak Parti yıllardır iktidarda ama bu tarz olaylar son iki yıldır yaşanıyor. 

 

Bu tarz saldırıları ciddiye alınmalı, üzerine gidilmeli ve daha çok mağduriyet yaşanmadan önlem alınmalıdır.

 

Kadına şiddet olaylarında medyanın, iktidar yanlısı veya karşıtı şeklinde ikiye ayrılmasından nefret ediyorum. Olayların sonuçlarına göre değerlendirme yapmak yerine nedenlerini araştırıp konuşsak neticeye varabiliriz.

 

SOSYAL MEDYA ÜNSÜZLERİN ÜNLÜLERE AÇTIĞI BİR SAVAŞ ALANI MI?

 

Türk insanı olarak; sevmesek de, kızmış olsak da yüz yüze baktığımız insanlara karşı nezaketini koruyan bir toplumuz, genelde.

 

Fakat sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle bu özelliğimiz farklı boyut kazandı.  Komşularımıza, arkadaşlarımıza sosyal medyadan saydırıyoruz.  

 

Sosyal medya “kutuplaşma” denen illete zemin hazırladı (Kutuplaşmanın suçunu sosyal medyaya attığımı düşünmeyin).

Biz, sosyal medyadan önce arkadaş ve komşularımızla belli ölçüde düşüncelerimizi paylaşıyorduk.  Bakkal, sadece bakkaldı mesela.   Bugün siyasi görüşü nedeniyle mahalle bakkalından alışveriş yapmayan kadınları biliyorum. (Erkekler bu tarz konularda katı değiller)

 

Hayatımıza sosyal medya girince bizim komşu, arkadaş ve esnaftaki cevherleri görünce afalladık. Hatta baba kızının, evlat annenin kendisiyle paylaşmadığı duygularını sosyal medyadan öğrendi.

 

Sonra sosyal medyayı ortak arkadaş kabul edip kızdığımız insanları çekiştirdik. Tabii sosyal medyanın da ağzı sıkı değil. “Sen nasıl öyle söylersin?” tartışmaları, küsmeleri başladı. Triplerimiz bile değişti artık. Kimse kimseye göz süzmüyor, “beğen” yapma yeter…

 

Olayın bir de tanımadığımız insanlara karşı hakaret boyutu var tabii. Öfkemizin, mutsuzluğumuzun intikamını hiç tanımadığımız insanlardan almaktan zevk alır olduk. Kendimizin veya arkadaşımızın hayatındaki olumsuzlukları benzeştirdiğimiz ünlülere Allah ne verdiyse yazıp içimizi döktük, bir anlamda yaşadıklarımızın intikamımızı aldık.

 

Ünsüzlerin ünlülere açtığı gizli bir savaş alanı oldu sosyal medya. Ta ki ünlüler yeter diyene kadar. Nezaket bir yere kadar diyen ünlülerimiz hakaret edenleri teşhir etmeye başladı.  En son  “Oktay Kaynarca  İsyanı ”yaşadık.

 

Şeyma Subaşı ise yaşananları bir tık öteye taşıyarak sosyal medyada kendisine hakaret eden kişileri şikâyet etti ve organize olmuş bir çeteyi yakalattı.

 

Kötü mü yaptı?  Hayır…

 

Sosyal medyayı kullanmayı öğreneceğiz. Kimimiz zor öğreniyor ama umutluyum, öğreneceğiz…

Yazının devamı...
Temsili düğünler toplumun günah çıkarmasıdır
9 Aralık 2016

Ferruh Kaledibi kimdir?
1963 doğumlu, emekli, STK’larda aktif olarak bulunmaya çalışan ve ayrıca 19 yaşında farklı gelişim gösteren bir gencin de babasıdır. 

 

Down sendromlu bir delikanlının babası olarak, medyada yer alan düğünlerle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Her baba çocuklarının hayallerini gerçekleştirmek ister, geleceğine katkıda bulunmak hatta yönlendirmek ister. Elbette zihinsel yetersizliği bulunan birey de evlenmek, aile kurmak isteyebilir. Bugünün koşullarında toplumun -% 70’inin komşu olarak istemediği, %57’sinin ayrı okul istediği, % 80’inin “Evde çalışsın” dediği bir ortamda-, zihinsel yetersizliği olan bireylerin iradelerinin dışında bunu yapması, toplumun veya aile bireyin asıl işlerini yapmadan zihinsel yetersizliği bulunan bireye bunu yapması bence günah çıkarmaktır.  Daha iyi bir eğitim verebilme, sosyal yaşamın içine katılmalarının sağlanması, zihinsel yetersizliği bulunan yetişkinlere özgü yaşam biçimi kabul edilir bir durumdur.Aksi durumlar sadece ve sadece toplumun günah çıkarması, hatta onunla eğlenmesidir. 

 

Temsili düğünleri toplumun günah çıkarması olarak mı görüyorsunuz?
Evet, kesinlikle. Aileler görevlerini yapmıyor, vicdanlarını rahatlatıyorlar sadece. Bencillikleri ortaya çıkmasın diye yapıyorlar.

 

Sizin çocuğunuz "Ben düğün yapmak istiyorum.” derse ne yapardınız?
Demez mi? “Tamam, ehliyet al seni hemen evlendireceğim.” diyorum.

 

Ulaşılmaz hedef koyuyorsunuz yani? 
Evet.

 

Bunun yerine evlenemeyeceğini anlatmanız daha dürüstçe olmaz mı?
Anlayabileceğini bilsem anlatırım ama anlayamaz ki kesinlikle...

 

Peki, evlenemeyeceğini anlamayacak olan Down sendromlu gençler, kendileri için yapılan temsili düğünleri nasıl anlayacak?
Oooo… Çok basit. Düğün görsel bir sonuç ve düğünden sonra beraber yaşanır. Bunu 3-4 yaşındaki çocuk bilir. Düğünden sonra birlikte yaşamayacağını nasıl anlatıyorlar bilmiyorum. 

 

Aileler düğün yaparken bu gerçeği bilmiyor mu?
Bilmiyor ya da bu gerçeği kabul etmiyor Diğer taraftan toplum bir şey olmaz baskısı yapıyor.

 

Belki de siz fazla ön yargılısınızdır?
Olabilir. Bize öğretilenler, “Bu gençlerin sadece zihinsel gelişimleri farklı,  vücut gelişimleri cinsel dürtüleri diğer insanlardan farklı değil.” Bundan dolayı bu duyguları zorlamamak gerekir diye düşünüyorum.

 

Toplum ve aileler bu gerçeğin farkında değil mi?
Maalesef farkında değil. Çünkü toplum, bu gençlerin ihtiyaçlarını önemsemiyor ve görmezlikten geliyor. Zihinsel engelli diye cinsel dürtüleri yok sayıyor. Bunu insanlara anlatmalıyız. 

Yazının devamı...
Temsili düğünler…
7 Aralık 2016

Nedense son birkaç yıldır Down sendromlu veya zihinsel engelli gençlere temsili düğün yapmak moda oldu.

 

Manisa’da Down Sendromlu kızına damatsız düğün yapan baba; Hatay’da Down Sendromlu oğluna düğün yapan, üstelik düğünde gelin olması için öğretmenine gelinlik giydiren anne...

 

Bu haberleri okuyunca gözlerimiz dolup ebeveynleri alkışlıyoruz. Düğüne katılanlara da minnet duyuyoruz. Hatta mahallemizde engelli bir genç varsa ailesine “Bak, ne güzel düğün yapmışlar. Siz de yapın çocuk mutlu olur.”  baskısı yapıyoruz.

 

Hiç düşündünüz mü? Doğru mu yapıyoruz?  Düğünler çocuklar için mi yoksa düğün hayali kuran ebeveynler için mi? Çocukların hayali sadece damat veya gelin olmak mı yoksa bir aile olmak mı?

 

Zihinsel yeterliliği olmayan çocuklara temsili düğün nasıl anlatılır?

 

Medyada geniş yer bulan ses getiren düğünlere sessiz itirazlar var. İşte bu yazı sessiz itirazların sesidir. Bir baba ile bir psikologla yaptığım söyleşiyi okumanızı ve temsili düğünleri alkışlamadan önce bir kez daha düşünmenizi tavsiye ederim. Hatta şöyle yapalım, gelin hep birlikte dinleyelim, düşünelim, konuşalım.  Şimdi söz psikolog Betül ÇABAR’da…

 

…………….

 

Kendinizi tanıtır mısınız?

 

İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden mezun oldum. Üniversite öğrencisi iken stajımı yaptığım kurumda engelliler ve aileleri ile tanıştım. Mezuniyetim sonrasında engellilerle çalışmayı tercih ettim ve 11 senedir  aynı kurumda psikolog olarak birlikteliğimi devam ettirmekteyim. Hâlihazırda engelliler ile ilgili olan bir dernekte çalışmalarım devam ediyor.

 

Down Sendromlu gençlere aileleri tarafından yapılan düğünleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Sorularınızı kendi toplumumuzu göz önünde bulundurmaya çalışarak cevaplamak istiyorum. Nihayetinde farklı toplumlarda, farklı kültürlerde sorunlara yaklaşım bambaşka olabilmektedir.

 

Bu durum sosyoloji gibi farklı disiplinler tarafından da değerlendirilmeli diye düşünüyorum. Bizim toplumumuzda bazı aileler neden vefat eden genç kızların tabutu üzerine duvak koyarlar? Gerçek olmayan düğünlerle ilişkisi nedir? Bunlar tartışmaya açık konular.

 

Kendisine yapılan düğün sonrası evlilik hayatının olmaması engelli bireyleri nasıl etkiler?

 

Evet, zihinsel engelli bireye eşi olsun ya da olmasın sahte bir düğün yaptık diyelim. Peki, sonrasında ne olacak? Doğal olarak çevresinde gördüğü diğer bireyler gibi eşini yanında isteyecek. Eşi ile aynı odayı paylaşmak isteyecek. Bir kurgudan ibaret olan komşu kızı ile evliliği, komşu kızı gerçekten evlendiğinde nasıl bir yıkım oluşturacak? Komşu kızını filmlerde ya da çevresinde gördüğü gibi sevgililerin, karı kocanın yaptığı gibi öpmek istediğinde, mahrem bölgelerine dokunmak istediğinde neler olacak? Öğrendiği, güvendiği birçok şey yıkıma uğrayabilir. Kendimizi güvende hissetmemizi sağlayan tutarlılık, bizzat ailelerimiz tarafından ortadan kaldırılmış olur.

 

Zihinsel engelli gençler evlilikle cinselliği nasıl bağdaştırır?

 

Çok doğal olan cinsel dürtülerini tatmin etmek için -örneğin mastürbasyon- mahrem, özel alanında kimse yokken yapmasını ve bu durumun onun “özeli” olduğunu öğretiyoruz. Bedeninin hangi bölümlerini kimseye göstermemesi, dokundurtmaması aynı şekilde başkalarının da bedenlerinin özel bölgelerine dokunmaması gerektiğini öğretiyoruz. Sarılabileceği kişileri öğretiyoruz. Birinden hoşlansa bile sarılmaması, öpmemesi için uyarıyoruz. Neden bunları öğretiyoruz? Korumak için. Sınırları öğreterek kendisinin ve bir başkasının zarar görmesine mâni olmak için. Gerçek olmayan bir düğün yaptığımızda öğrendiği, güvendiği birçok şey yıkıma uğrayacak.

 

Down sendromlu veya zihinsel engel grubundaki evlenmek isteyen gençlere gerçeği söylemekten neden kaçıyoruz?

 

Gerçekten kastımız nedir? Gerçek, kişi engelli olduğu için mi evlenememesidir yoksa evlenmek için uygun şartların oluşmasını beklemek midir?

 

Bazı toplumlarda zihinsel engelliler evlenebilmektedir. Bizim toplumumuz içinde de evlenenler vardır. Ancak evlenmek nedir? Koşuları ne olmalıdır? Evlilikten beklentilerimiz nelerdir? Bu sorulara cevap verilmesi gerekir.

 

Beş yaşındaki çocuğumuz yuva arkadaşı ile evlenmek istediğini söylediğinde ne yapıyoruz?

 

Liseye giden delikanlı oğlumuz sevdiği kızı istemenizi ve yüzük takmak istediklerini söylediğinde ne yapıyoruz?

 

Aynı şekilde zihinsel engeli olan genç çocuğumuz da evlenmek istediğinde ne yapacağız?

 

Evlenmek için bizim toplumumuzda genel kabul gören bir takım şartlar vardır:

 

-Zorunlu eğitim dönemini bitirmek,

 

-Bir mesleğe sahip olup çalışıyor olmak,

 

-Bir evin tüm sorumluluğunu alabilecek kapasiteye sahip olmak (temizlik, faturalar vb.),

 

-Kendisi ve diğer aile fertleri için bütün sorumlulukları (kişisel bakım, beslenmek, eş olmak vb.) bir başına, kendi ayakları üstünde durarak yerine getirebilir olabilmek.

 

Tabi bu maddeleri arttırabiliriz.

 

Zihinsel engelli genç, ağabeyi veya ablası gibi evlenmek istediğini söylediğinde aileler ne yapmalı?

 

“Ağabeyin ne zaman evlendi? Üniversiteyi bitirdi, askere gitti, çalışmaya başladı. Belki evlenmeden önce ayrı bir eve taşındı. Ağabeyin evin bütün temizliğini yapabiliyor, yemek de yapabiliyor vb. Bakalım evlenmeden önce neler yapılmalıymış.” Vs.

 

Gencin anlayabileceği düzeyde izah edersek çok sıkıntı yaşamıyoruz. Hâlen eğitim alıyorsa okulu bitecek, çalışmaya başlayacak vb.

 

Ancak yapamazsın, edemezsin diyerek kestirip atarsak kişi karşımıza bu taleple gelmeye sürekli devam edecektir.

 

Çocukları için düğün yapan aileler kendi hayallerini gerçekleştiriyor olabilir mi?

 

Düğün yapan bütün aileler için bunu söylemek mümkün değil. Kimi aile çocuğu çok ısrar ettiği için, sürekli gündeme getirdiği için “Olsun da bitsin artık bu mevzuu” gerekçesi ile, kimisi gerçekten çocuğunun çok mutlu olacağını düşünerek veya farklı gerekçelerle de yapabilir. Ancak “Kızımı gelinlikler içinde, oğlumu damatlık kıyafetiyle bir kez olsun göreyim.” düşüncesi ile hareket edilerek bu düğünler gerçekleşiyorsa elbette sıkıntılı bir süreç söz konusu olabilir. Neden? Ebeveynlerin büyük bir kısmı daha çocukları doğmadan çocuklarının geleceği, yaşantılarıyla ilgili hayal kurarlar. Misal; hangi okula gideceği, babasının sağ kolu olacağı, bir müzik enstrümanı çalacağı gibi…

 

Zihinsel veya down sendromlu gençlerin gerçek olmayan düğünleriyle ilgili bir mesaj vermek ister misiniz?

 

Ailelerin çocukları için organize ettiği bu evlilikler, çocuklarının dışında bu tarz engelli ebeveynleri de zor durumda bırakmaktadır. Birçok aile çocuğundan veya komşularından “Siz niye böyle bir düğün yapmıyorsunuz?” eleştirisi almaktadır. Olay yüzeysel bakılmayacak kadar ciddi meseledir. Konuşmamız gereken çok şey var.

 

Not: Yarın, Down Sendromlu bir gencimizin babası ile yapmış olduğum söyleşiyi de okumanızı tavsiye ederim.

Yazının devamı...
Kerimcan Durmaz
6 Aralık 2016

Toplum huzurunu ve sağlığını bozan bir paylaşımını görmedim şimdiye kadar.  Neşeli, esprili bir genç. Muhafazakar camiadan da takipçisi var.

 

Gazetelerde boy boy fotoğrafları yayınlanıp “dudak uçurtan ücreti” yazılıyordu sık sık.  Medya neden kazandığı paraya bu kadar taktı, hiç anlayamadım. Hafif bir kıskançlık mıydı söz konusu diye düşünmedim değil.

 

Enteresan bir şey daha dikkatimi çekmişti. Genelde ünlülerle fotoğraf çektirmek için vatandaşlar yarışırdı. Ama Kerimcan olayında tam tersi olmuştu. Ünlüler Kerimcan’la çektiği kareleri Instagram sayfalarına koyma yarışına giriyor, sevgi dolu süslü sözcüklerle iltifat ediyorlardı. Ünlülerin dahi aklını baştan alan Kerimcan’ı takip etmeye devam ederken bir gün Samsun’da saldırıya uğradığını okudum gazetelerden.

 

Saldırıyı yapan gençler; daha doğrusu dayak atan ve bunu büyük erkeklik olarak gören delikanlılarımız, polise teslim olup attıkları dayağın gerekçelerini anlatarak ifadelerini verdiler. Arada da Recep Tayyip Erdoğan’a ve Devlet Bahçeli’ye seslendiler. Polis merkezinden çıkarken de bir grup tarafından alkışlanarak “aferin”lerini aldılar. Ve tabii ki serbest bırakıldılar.

 

Bu ülkede dayak yiyen değil de dayak atan ne zaman suçlu olacak, merak ediyorum.

 

Kerimcan’a saldırıdan sonra yaşanan ilginçlikler bununla da sınırlı değil. Kendisiyle bir tek fotoğraf karesinde olabilmek için yarışan ünlülerimizden tık yok. Ne bir geçmiş olsun, ne bir saldırıyı kınama açıklaması…

 

Üstelik TV8’de kadrosuna dahil edildiği “İşte Benim Stilim” programındaki jüri üyeliğinden de çıkarılıyor. Acun Medya tarafından gerekçeli bir açıklama yapılmadığı için yorumumu açık bırakıyorum.

 

Şayet sebep Kerimcan’a yapılan saldırıysa esefle karşılarım. Kerimcan Durmaz’a jüri üyeliği teklif edildiğinde de sonrasında da aynı Kerimcan’dı.  Ne değişti?

Bu ülkede kimin doğru kimin yanlış olduğunu dayakçılar belirleyecek ve dizayn edecekse çok işimiz var. Bir gün alkışlayanlara da, sessizliğiyle onaylayanlara da sıra gelir.

 

Saldırı sonrası Kerimcan’ı dışlayan, ona karşı öncesinden farklı farklı bir duruş sergileyenlerin de dayakçılara alkış tutanlardan bir farkı yoktur benim için.

 

Dayak atan gençlere de bir çift sözüm var. Evinize  gelen bir insana kim olursa olsun, dayak atmakla delikanlılık olmaz. Size delikanlılığı yanlış öğretmişler.

 

Kerimcan Durmaz’da sizin sahip olduğunuz vatandaşlık haklarına sahip bir Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşıdır.

 

Yazının devamı...