(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Hülya Avşar" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Hülya Avşar" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.

Hülya Avşar

Sinema emekçileri için özel gece
12 Temmuz 2004
Bu konuda kanunun çıktığı ama mahkemelerin devam etmesinden dolayı henüz tahsilatın yapılamadığı konuşuldu. Eğer açılan mahkemeler sonuçlanır ve telifler ödenmeye başlanırsa, havuzda biriken para hem sinemanın hem de sinema emekçilerinin büyük ölçüde rahatlayacağı ortaya çıktı. Ancak bunun öncesinde acil ihtiyacı olanlar için, bir organizasyonun yapılması da kararlaştırıldı.

Necip Sarıcı: Bence sorunu kökten çözecek olan konu telif haklarıdır. Müzik sektörü bunu çok güzel başardı. Sinema adına telif hakları ne olacak? Bir havuz yapılsa, oraya paralar aksa, bu rakam katrilyonları bulur...

Asaf Koçtürk: Sinema eserinin televizyon kanallarında gösterilmesi ya da o eserlerin dvd, vcd formatında piyasaya çıkması, oyuncuya telif ödenmesi demektir. Bu anlamda kanun çıktı ama daha tahsilat yapılamadı.

Yusuf Sezgin: Niye yapılmadı? Çünkü başta devlet kurumu olan TRT bu işi zorlaştırıyor. Biz de meslek birlikleri olarak tüzel haklarımızı kazandık ve davamızı açtık zaten...

Hülya Avşar: Madem kanun çıkmış, neden tahsilat yapılamıyor bunu bir açıklar mısınız?

Y.S-
Şimdi biz meslek birlikleri olarak tüzel hakkımızı kazandık. Ve bir hukuk bürosu kuruldu. Avukatlar dava açtı. Dava açılmasının sebebi de şu, mahkemelik olduğumuz TV kanalları, ellerindeki filmlerin telifini ödemesi gerek. Diyelim ki ellerinde 160 film var. Bunun telifi de 1,5 milyon dolar tutuyor. Onlar ‘Bu parayı ödemeyiz, 300 bin dolar öderiz’ diyorlar. Yani ön görülen yüzdenin çok çok azını ödemek istiyorlar. Bu yüzden dava açıldı. Şimdi TRT’nin bu konuda öncü olması gerek. Ama onlar ‘Kim hangi filmde oynamış’ gibi uzun bir liste istiyor. Bir oyuncu bunu tek tek çıkaramaz ki. Biz de, ‘Elinizde filmler var, jeneriğine bakın, kimin ne yaptığını, kaç tane filmde oynadığını görünsünüz’ diyoruz. Tabii ki ödeme yapacaklar ama geçmişten bugüne kadar gelen bir gösterim olduğu ve içeride çok para biriktiği için onlar da zaman kazanmak istiyor.

H.A- Parayı ihtiyacı olan oyuncunun kendini televizyonda seyretmesi ve bundan da bir kuruş telif almaması insanın içini acıtır.

Y.S-
İşte TRT bu konuda öncü olup telif ödemeye başlarsa, diğer özel kanallar da ödeme yapacak. Ve havuza para transferi gerçekleşecek. Ancak işin uzaması rahatsız edici bir şey...

A.K- Televizyonların bu işe biraz daha saygıyla yaklaşması, bu anlamda sinemayı desteklemesi, hakların ödemesi, sinemaya önemli bir destek sağlıyacak. Bu üretimi de artıracak ve şu anda konuştuğumuz sorun da ortadan kalkmış olacak.

N.S- Müzik sektörü bunu çok güzel başardı. Şimdi çalınan bir şarkının parası MESAM’a hemen ödeniyor. Uzun yıllar bunun mücadelesini verdiler ama başardılar. Biz sinemacılar olarak çok kafa karıştırdık. Çünkü her kafadan bir ses çıktı. Burada kaybedilmiş katrilyonlar var.

Y.S- Sinemacılar olarak biz de başarıcağız. Kaybedelmiş hiçbir şey ya da para yok. Bu paralar mutlaka alınacak, televizyonlar oynattığı her filmin telifini de ödeyecek.

H.A- Bunun hala gerçekleşmemiş olması bence medeniyetsizliktir. Bir ülkenin ilerlemesini engelleyecek davranışlardan bir tanesi. Bir kanun çıkartıyorsun ama hala bir para girişi yok. Hiç kimse emeğinin karşılığını alamıyor. Bu gerçekten büyük ayıp... Peki, diyelim para toplanmaya başlandı, nasıl bir dağıtım yapılacak?

Y.S-
O paralar oyunculara verilecek. Çünkü her oyuncu iş takip edilsin diye noterden vekalet verdi. Sadece paranın nasıl verileceği kıstası netleşmedi. Yani dakikaya göre mi, görüntüye göre mi verilecek bunlar belli değil. Bunların hepsi, yurtdışındaki örneklere bakılarak tercüme ediliyor. Her şey netleşme safhasında. Sonra bu paralar herkesin banka hesabına aktarılacak.

Kadri Yurdatap: BBC para veriyor mu?

Y.S- Vermiyor, gidiyor bankaya hesabına yatırıyor.

K.Y Hayal konuşuyorsun. Bunlar yok oralarda...

Y.S- Muzaffer Tema, ufacık bir rolde oynadığı halde hala Amerika’dan hesabına para geliyor, telifi ödeniyor.

K.Y- Onu iyi takip edin...

Y.S- Neyi takip edeceğiz? Adam hayatta... Ölmeden önce Feridun Çölgeçen’e de geliyordu.

Kayhan YILDIZOĞLU: Ben yakın şahidim. Feridun’a ölene kadar para geliyordu. Bir kez dekontu bana gösterdi...

H.A- Kayhan Bey siz hem tiyatroda rol aldınız, hem de sinemada. Yıllardır bu mesleğin içinde olan birisi olarak siz neler söylemek istersiniz?

K.Y-
Gerçekten ortada bir dengesizlik var. 45 yıldır bu işin içindeyim. 150 filmde oynadım. Oyunculuk adına geçen bu 45 yıl, benim için bir drama, üzüntü oldu. Ben çok fazla bir şey isteyen bir insan değil. Kumarım, içkim yok. Tek lüksüm müzik ve kitap... Ama ne yazık ki bunlara dahi zar zor yetişen bir insanım. Hiçbir zaman mesleğime leke getirecek bir çizgide olmamaya özen gösterdim. Mesleğimle ilgili her türlü kitapları okuyarak kendimi geliştirmeye çalıştım, herkesten önce zamanında sette oldum, olmaya da devam ediyorum. Benim bütün bu özenime rağmen, ne yazık ki karşılığını alamadım... Aynı şey tiyatroda da oldu. Maddi olarak daha insanca, bir aktöre, sanatçıya yakışır bir yaşam beklerdim. Ancak o kadar gelişi güzel insan, bu mesleğe girdi ve benimsendi ki, bu işte gerçekten bir yeri, emeği olması gereken insanlar geri plana itildi, zor şartlar altında yaşamaya mahkum edildi. Ama şu konuşmalara bakılırsa, benim de telif haklarından ümidim var...

Y.S- Merak etmeyin bu iş çözümlenecek. En geç 2006’da paralar yatırılmaya başlanacak. Her şey tespit edilme aşamasında...

N.S- Ama bu tarihler çok uzun. Şu an acil ihtiyacı olan insanlar var...

Y.S- Biz elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. İhtiyacı olanlar bize dilekçelerini getiriyorlar, biz de bu dilekçeyi Kültür Bakanlığı’na iletiyoruz. Eskiden ufak yardımlar yapılıyordu ama kısa bir süre önce Hayati Hamzaoğlu’na 2 milyar verildi. Fakat bu arada tuhaf şeyler de oluyor. Mesela Kudret Karadağ’ı ben özel bir hastenede ameliyat ettirdim. Ancak kötü hastalık devam etti ve kendisi yeniden ağırlaştı. Ağırlaşınca raporlarıyla birlikte Kültür Bakanlığı’na müracaat ettim. 2 milyar bir para tahsis ettiler. Ancak ne yazık ki bu para Kudret öldükten sonra geldi. Çocukları veraset çıkardılar. 45 gün süreyi aştıkları için banka parayı geriye gönderdi. Sonuçta bunun gibi acil ihtiyacı olan 12 arkadaşımıza daha para istedim. Bakanlık, ‘Herkes raporlarını göndersin’ diye yazı yazdı. Hastalıklarının ne olduğunu sordu. Bu 12 kişi hala bekliyor. Kadri Bey burada, neden bekletildiğini açıklasın. Kültür Bakanlığı’nın yardıma muhtaç sanatçılar için oluşturduğu o fonda, ne kadar para olduğunu, trilyonların olduğunu lütfen açıklasın.

K.Y- Burada bakanlıktan yetkili arkadaş var..

Y.S- Ama sen de komisyondasın.

K.Y- Komisyondayım ama bizi çağırıyorlar, şunlar şunlar var diyorlar. Biz onlara karar veriyoruz. Para çıkıyor, veriliyor. Ancak bu komisyon 6 aydır toplanmıyor.

A.K- Şu anda sinema eserlerinin desteklenmesine dair meclisin gündeminde olan, meclisten geçtiği takdirde birkaç gün içinde yayınlanacak olan bir kanun var. Bu kanun, hem muhtaç sanatçıları hem de tabii ki sinema rojelerine dair bir desteği içeriyor. Dolayısıyla konuştuğumuz konuların hepsi, muhtemelen bu kanunun yürürlüğü girmesiyle birlikte ortadan kalkacak diye düşünüyorum. Çünkü bakanımız sayın Erkan Mumcu, bu işin peşini bırakmıyor.

Y.S- Ama 12 kişi bu kadar bekletilir mi?

K.Y- Sen 12 kişiye yazıyorsun ama oradaki lisetede 150 kişi var.

A.K- Benim bildiğim kadarıyla bu yeni yasa nedeniyle gecikme, verilen rakkamları daha yüksek tutalması düşüncesiyle oldu.

Y.S- Ama adam öbür tarafta bekleyemiyor ki. Adam ölüyor, ondan sonra para geliyor.

A.K- Bir de maliyenin serbet bırakmadığı bölümler var. O nedenle bakanlık muhtemelen ödeyemedi ya da gecikti. Yoksa muhtaç sanatçılarımıza bugüne kadar, sizin müracaatlarınız gittiği anda ödemeler yaptı.

N.S- Hülya Hanım, siz güzel bilgiler aldınız. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Çünkü oyuncularla birlikte kamera arkasından da çok ihtiyacı olanlar var...

K.Y- Üç dernek yöneticisi oturup, gerçekten kimlerin ihtiyacı var teker teker tespit edeceğiz...

Hem konser hem müzayede

H.A- Aslında bir gece düzenlemek istiyoruz. Bu da eşim Kaya’nın fikri. ‘Neden bir araya gelip, ihtiyacı olan emekçilere bir şey yapmıyorsunuz?’ dedi. Bu arada Laila’nın sahibi Şefik Öztek de böyle bir düşüncesi olduğunu söyleyerek bize katıldı. Eylül ayında, içinde müzayedesi olan, konseri olan bir gece düzenlemek istiyorum. Bu geceye başta sinemacı arkadaşlarımız olmak üzere her kesimden birçok insan katılacak. Ve biz o gecenin gelirini, nereye, nasıl vereceğimizi tespit edemiyoruz... En zor nokta da bu zaten.

K.Y-
İşte bunu biz tespit edeceğiz. SODER, ÇASOD ve SE-SAM hem kamera arkasında hem de kamera önünde kaç kişinin gerçekten ihtiyacı var bunları tespit edip, bir liste halinde size sunacak. Kimse açıkta kalmayacak... Ve toplanan o paraya da biz ve Şefik Öztek dahil kimse el sürmeyecek.

Y.S- Ayrı bir hesap açılıp, bir fon ve komisyon oluşturulacak. Derneklerin onayı alınarak, gerçekten kimin ihtiyacı varsa, o fondan onlara yardım yapılacak. Biz SODER olarak böyle bir organizasyon yapmayı planlıyorduk. Toplanan parayı da ihtiyacı olanların emekli maaşlarına eklemeyi düşünüyorduk. Sizin organizasyonunuzda da bu uygulanabilir. Yani bunun adına maaşları iyileştirmek diyelim. Bir emekçi maaşını alır sonra da bu fon hesabından kendisine her ay yine maaş gibi belli bir ödeme yapılır. Sigortası olmayanlar sigortalanır, ödemeleri yapılır. Hastane, ilaç masrafları karşılanır...

H.A- Biz iki hafta sonra bu organizasyonu yapmayı düşünüyorduk. Ama görünen o ki, yetiştiremeyeceğiz. Eylül’e kalacak. İnşallah havalar iyi gider ve bu projeyi gerçekleştiririz.

A.K-
Biz de Kültür Bakanlığı olarak her türlü desteği vermeye hazırız.
Yazının devamı...
Sinema emekçileri adına dev bir adım
11 Temmuz 2004
Özellikle ilk kuşak emekçilerin yaşam mücadelesi gözardı edilemeyecek bir gerçek. Kimisi ilacını alabilmek, kimisi emekli olabilmek, kimisi kirasını ödeyebilmek için belli başlı kuruluşlardan ya küçük miktarlarda destek alıyor ya da alabilmek için çaba gösteriyor. Hülya Avşar, bu haftaki sohbetinde Türk sinemasının kanayan yarasına parmak bastı. Avşar, SODER (Sinema Oyuncuları Derneği) Başkanı ve sinema sanatçısı Yusuf Sezgin, SE-SAM (Türkiye Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği) Başkanı ve yapımcı Kadri Yurdatap, 50 yıllık sinema mazisi olan Lale Film’in sahibi Necip Sarıcı, Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Telif Hakları ve Sinema Müdürü Asaf Koçtürk, 150 filmde rol alan Kayhan Yıldızoğlu ile Türk sinemasını ve sinema emekçilerinin sorunlarına nasıl çözüm bulunabileceğini tartıştı.

Hülya Avşar: Sinema emekçileri çok zor şartlar altında yaşamlarını sürdürüyor. Neden Türk sineması ve emekçileri bu kadar istihdama rağmen zor durumda?

Necip Sarıcı: 114 yıllık sinema geçmişimiz var. İlk nesil görevini tamamladı ve hayatta olan birkaç isim var. Onlar bizim son askerlerimiz. Bu son askerler de çok hasta. Kimisi kalp ameliyatı, kimisi kanser tedavisi için mücadele veriyor. Kuruşlarla geçinmeye çalışıyorlar. Ve onlar o kadar onurlu ki kimseyi de bu konuda aramıyorlar. Neden bu sorunlar var? Şimdi yeni gelen nesil, yeni sinemacılar ticareti biliyor, parayı kapmasını biliyor. Çok akıllılar.

H.A- Yani eski sinemacılar akıllarını kullanmadıkları için mi bu durumdalar?

N.S-
Hayır. Bence onlar bu yaşantıyı haketmediler. Çünkü o zamanlar her şey boğaz tokluğuna yapılıyordu. İnanın ufak bir hediye karşılığında filmde oynayanlar bile vardı. O dönemlerde sinemadan çok iyi paralar kazanan, iki yakasını bir araya getiren sinema sanatçısı çok azdı. Sadece biraz akıllı olan ya da aileden durumu iyi olanlar öyle çok zor durumlara düşmediler. Tabii bazı oyuncularımız da az da olsa kazandıkları paralarını iyi kullanamadı. Hepsi gençti... Yediler, içtiler, gezdiler.

Kadri Yurdatap: Durum o kadar da kötü değildi. 1970 öncesi Türk sineması inanılmaz güzeldi. Hem yapımcılar hem de oyuncular para kazandı. Ancak 1990’dan sonra Türk sineması bitti.

H.A- Peki o yıllardan bugüne ne değişti ki insanlar zor durumda kaldı?

K.Y-
Bir filmde en az parayı alan set işçisidir. Şimdi aynı yapıda olan birkaç adam var. Set işçisi olup üç çocuğunu üniversite okutan, evi olan da vardı, parayı alır almaz içmeye giden de...

H.A- ‘Sinema bize bakmıyor’ isyanı doğru değil mi?

K.Y-
Tabii ki belli sıkıntılar var.

H.A- Peki Kültür Bakanlığı’nın sinemaya desteği nedir?

Asaf Koçtürk: 1986’da çıkan bir kanun var. Bu kanunda da adı biraz üzücü olan ‘Muhtaç sanatçılara yardım’ başlıklı bir fon var. O günden bugüne kadar da bakanlığın bu fonundan ihtiyacı olanlara yardımlar yapıldı, yapılmaya da devam ediyor. Bakanlığımız şu an bir kişiye 500 milyon verebiliyor.

H.A- Başka sanat dallarına yardımda bulunuluyor mu ya da ihtiyacı olanlar var mı?

A.K-
Bizim kanunumuzda sadece sinema ve müzik sanatçılarına dair bir hüküm var. Tiyatro ve edebiyat alanında ihtiyacı olan çok fazla kişi yok. Sinemada ihtiyaç daha fazla.

H.A- İşte neden sinemada bu ihtiyaç çok fazla?

A.K-
Sanırım üretimden kaynaklanan bir sorun.

K.Y- 1990’dan sonra hiç film çekilmedi ki.

H.A- Peki bu zor yaşam şartlarının ortaya çıkmasında seks furyasının etkisi oldu mu?

K.Y-
Yok olmadı. Biz o furyayı başka şekilde atlattık. Arabesk veya vurdulu, kırdılı filmler yaptık. Dolayısıyla erotizm bize herhangi bir şey vurmadı.

A.K- Yılda yüz film çekilmiş olsa böyle bir sorun olmazdı.

K.Y- Tabii... En önemli şey üretimsizlik.

H.A- Zaten sanatçılar da sinemanın içinde bulunmak, küçük de olsa rol almak istiyor.

K.Y-
Ama bir de şöyle bir sorun var. Bu sinemanın değil, televizyonun yarattığı bir sorun. Televizyon yeni yüzler istiyor. Seyirci kimden ne geleceğini bilmemeli ki, o filmi seyretsin. Hayatın boyunca belli bir insana o rolü oynatamazsın.

H.A- Sinemaya emek vermenin zamanı mı var?

K.Y-
O seyirciye bağlı bir şey. Öyle bir dönem falan yok tabii ki. Kimi insandan 3 yılda bıkılır, kimi insandan 30 yıl geçse bıkılmaz.

H.A- Yani bu biraz şans işi...

K.Y-
Sinemaya emek vermeye başladığın zaman, para akarken tutacaksın. Aktığı zaman toplayanların hepsi şimdi rahat. Para kazandığı zaman bir kahve açsa, başka bir şeye yatırım yapsa inanın hepsi kurtulur, kimseye muhtaç olmazdı. H.A- Sosyal güvenlik alanında sorun yok mu?

A.K-
Aslında sorun en baştan itibaren başlıyor. Birçok insanın o yıllarda sigorta primleri ödenmiş olsaydı, sıkıntı çeken insanlar yıllar öncesinden emekli olacaktı.

H.A- Şimdi bu yapılıyor mu?

A.K-
1994 yılından beri yapılıyor.

H.A- Bir tek filmde oynayana da yapılıyor mu?

A.K-
Bakın yapımcı, film çekimi süresince figüran dahil herkesi sigorta ettirmek zorunda. Aksi takdirde o filmin gösterimine izin vermiyoruz.

H.A- Ben ondan bahsetmiyorum. Ben gelecek açısından yapılan sigortadan yani emeklilikten bahsediyorum.

A.K-
1993 yılında sanatçı borçlanmasıyla ilgili çıkan bir kanun var. O borçlanmayı yapanların tamamı emekli oldu zaten.

N.S- Olmayanlar da var.

H.A- Emekli olmayan, zor durumda yaşayan ne kadar sinema emekçisi var peki?

K.Y-
Bunu kimse bilemez. Ayrıca bu insanların emekli olması da sorunları çözmüyor. 350-400 milyon emekli aylığı var. Bu neye yeter ki?

H.A- Şehir Tiyatroları oyuncuları ne kadar maaş alıyor?

K.Y-
En düşük maaş 1 milyara yakın.

H.A-
Sinemada niye böyle bir sistem yok?

A.K-
Sinema bu anlamda farklı bir alan. Belki tiyatro ile sanatsal anlamda benzerlikleri olabilir ama sinemayı bir kalıba sokamazsınız ki...

H.A- Sinemayı da bir kalıba sokabilirsiniz. Nasıl Şehir Tiyatroları oyuncuları varsa şehir sinemaları oyuncuları da olabilir...

K.Y-
Yani diyorsun ki devlet sinema oyuncularına da maaş versin ama onlar da özgür bir şekilde çalışmalarına devam etsinler.

H.A- Özgür şekilde çalışmaları şart değil. Devlet onlara belgesel çektirtebilir.

A.K-
Devletin desteği var ama.

H.A- Neden sinema oyuncuları zor durumda ve her gün bir emekçiyi, bir köşede ölmüş olarak buluyoruz?

n Yusuf Sezgin: SODER adına buna katılmıyorum. Üyelerimiz içinde ya da sinema sektörü içinde kimsenin cenazesi sokakta, kimse hastanede kalmıyor. Bir Sami Hazinses olayı var. Dengesiz bir insan olduğu için gazetecilere, ‘Param yok, sokaktayım’ dedi. Emekli maaşı vardı, derneklerden yardım alıyordu, kendi cemaati yardım ediyordu. Yani kimse sokakta kalmıyor.

H.A- Yani sinema oyuncularında zor durumda kalan, ağlayan insanların hepsi kendi hatalarından dolayı zor durumdalar.

Y.S
- Kendi hatalarından kaynaklanan problemler bunlar tabii ki. Bazılarının alkol problemi var, bazıları at yarışı oynuyor. Bazıları da şöyle hatalar yapıyor. Mesela bir dizi film çekilecek. Gidiyorlar, yemeği beğenmiyorlar, parasının hemen ödenmesini istiyorlar. O zaman yapımcı ya da yönetmen ne yapıyor, tiyatrodan oyuncu tercih ediyor. Çünkü onlar daha disiplinli, diksiyonu daha düzgün, zamanında sete geliyor. Burada açık konuşuyor. Kendi hataları da var yani. Ama biz hepsine elimizden geldiğince sahip çıkıyoruz. Bilakis biz birbirimize çok destek oluyoruz...

Aşkların en güzeli

Sinema, canım sinema... Kendi başına bir dünya... Aşık olanların, kendine bir yol bulmak isteyenlerin, delilerin, akıllı olanların, bütün hırslarını kusmak isteyenlerin, dünyayı tanımak, modayı takip etmek isteyenlerin, sabit fikirlileri adam eden, ağlatan ama sonunda hep güldüren bir dünya. Görsel bir kitap gibi... Sinemayı sinema yapan, sinema uğruna onun tüm kahrını çeken oyuncuları, nazik, kırılgan, duygusal, ağlarken gülen oyuncuları altın kafeste korumamız gerek. Hepimizin dünyasını süsleyen, hepimizin benzemek istediği oyuncular olmazsa, sinema olmaz. Onlar olmazsa hayal dünyamız olmaz, kültürümüz olmaz, şahsiyetimiz olmaz... Düşünsenize, ‘Sinema yok... ’ Kalbinizin sıkıştığını hissediyor musunuz? Yani hiç aşık olmamak gibi bir şey bu... Peki ya hiç yoklarmış gibi sandığımız ama oyuncularla ağlayan, onlarla bir vücut olan kamera ve set ekibi... Her birinin yüreği aslan gibi... Anneden, babadan, kardeşten daha çok oyuncusuyla iç içe olan o dünyanın en kıymetlilerine ne demeli? Hepsi birer sabır taşı... Ve ben, hepsini çok seviyorum...

Sevgilerimle
Yazının devamı...
Çekinmeyin meme deyin
5 Temmuz 2004

Yılda bir mamografi, altı ayda bir de ultrason ve göğüs muayenesi yaptırıyorum. Bir yağ bezem vardı, onu da rahmetli kayınpederim almıştı ama tekrarlayacağını da söylemişti. Tekrarladı hakikaten ama o bile kontrol altında.

Hülya AVŞAR


İki mememi de kendi isteğimle aldırdım

Violet AROYO
Yüksek hemşire, Türkiye Meme Vakfı Genel Koordinatörü
(Meme kanseri nedeniyle iki memesini de aldırmak zorunda kaldı.)


Ben annemi ve üç kızkardeşini meme kanserinden kaybettim. Ailesel bir meme kanseri ve ben de 34 yaşında yakalandım. 1996’da. Ailemdeki kadınların hepsine geç teşhis konulduğu için 4 sene ancak yaşayabildiler. Ben 30’umdan itibaren 6 ayda bir muayeneye gidiyordum. Ultrason çektiriyordum. Radyoloğum çok genç olduğumdan, minicik gördüğü bir kütle için benim endişelenmemi yersiz buldu. Bana 6 ay beklememi salık verdi. Ama ben eşim de beni destekleyince, bekleyemedim ve başka bir doktora gittim. O sırada kızım da 2,5 yaşındaydı.

Hatta yeni bir bebek yapmayı planlıyorduk, iyi ki yapmamışız. Gittiğim diğer doktor, ısrarımı görünce iğne biyopsisi yaptı o kütleye. Kanser olduğumu böylece öğrendim. Birkaç milimetre olduğu için de erken teşhise girdi ve kemoterapi ile radyoterapi görmedim bu sayede. Ancak iki göğsümü de aldırdım. Çünkü memenin manevi olarak bende çok anlamı yoktu, eşim de beni destekledi. Çok başlangıçta olmasına rağmen, meme kanseri hikayesi ailemde olduğu için içim rahat etsin istedim. Rahat yaşamayı tercih ettim. Memelerimi aldırdıktan sonra genelde olan psikolojik sorunları ben yaşamadım. Meme kadınlığın simgesi değildi benim için, belki de eşimden dolayı!

Kadınlar bunu aşmalı çünkü öyle güzel memeler yapıyorlar ki, eskisini aramıyorsunuz bile! Ben de yaptırdım, iki yıl önce. Çok güzel, çok hoş, memnunum. Ama önemli olan sağlıklı ve konforlu bir hayat yaşamak! Meme kanseri olduktan sonra memesi alınıp terkedilen kadın bilsin ki, aslında o evlilik daha önceden bitmiş, bitiş nedeni meme değildir hiçbir zaman. Düşünün benim gibi çok zayıf minyon bir kadın, ameliyat sonrası 6 sene kocasıyla oğlan çocuğu gibi yaşamış ve bir sorun olmamış. Ben sadece iki sene önce yaptırdım protezimi.

Violet Aroyo’dan meme kanseri olan kadınlara öneriler

Kendilerini sevsinler Sağlıklı beslensinler

Meme alındıysa kollarına önem versinler.

Lenf ödem oluşmasını önlemek için, ağırlık kaldırmasınlar, mikroptan korunsun, eldiven kullansınlar.

Su şişelerini kocalarına taşıtsınlar.

Meme Vakfı’nın psikolojik destek gruplarına başvursunlar. Toplantı günlerine katılsınlar.

Meme kanseri benim için çok önemliydi, bedenimi seviyordum

Naciye SAVAŞÇI
Tekstilci
(Meme kanseri nedeniyle tek memesi alınmış.)

İki kızım, üç torunum var, dördüncüsü de yolda. Benim yumurtalıklarım alınmıştı, erken menopoza girdim ve östrojen tedavisi gördüm. Jinekoloğumun kontrolü sırasında onun eline ufak bir kitle geldi. Ama çektirdiğim mamografide bir şey görülemedi. Sonra göğsümde çöküntüler başladı, yani deformasyon! Tam o sıralarda da Meme Vakfı’ndan haberdar oldum. Vakfa gittim ve Dr. Can Gürbüz benimle ilgilendi. Önce ultrason çekildi, sonra biyopsi derken, iki gün sonra göğsümün biri alınıverdi.

Kanser olduğumu öğrenince çok normal karşılamıştım, soğukkanlıydım. Ama ameliyat masasına yatınca, kriz geçirdim. Çünkü benim için göğüs önemliydi. Ben kendine bakan bir kadındım ve severdim bedenimi. Bu nedenle göğsümün alınması beni çok sarstı. Radyoterapi, kemoterapi oldum, saçım döküldü. Zorlu günlerdi ama bu insanın psikolojisiyle de ilgili. Kendimi meşgul tutunca o dönemleri atlattım. Ve ameliyat masasından kalktıktan sonra artık güçlü bir kadındım zaten.

Artık altı ayda bir mamografi çektiriyorum. Ameliyattan sonra daha sağlıklı yaşıyorum. Moralim iyi, diğer hastalara destek oluyorum. Ama çok ilginçtir, insanlar çok utanıyorlar! Beni arayan 30’lu yaşlarda kadınlar bile kıpkırmızı olup, memelerindeki kitleyi soruyorlar. Anlatamıyorlar bile! Bu utanç genel olarak toplumumuzda var zaten. Hatta kimse meme kanseri diyemiyor, göğüs kanseri diyor. Ameliyattan sonra 6 ay banyo yapamayan, kocasının yanında 1 sene soyunmayan var.

Doktor çok gençsin, endişelenme demişti

Serpil ÖCAL
Pratisyen hekim
(Meme kanseri nedeniyle radyoterapi ve kemoterapi gördü.)


Benim aile geçmişimde kanser hikayesi yok. Ama yine de tıp eğitimi aldığım için biraz daha dikkatli olmamı beklerdim, oysa değildim. Ancak 34 yaşında bir gün tesadüf eseri elime bir kütle gelince kuşkulandım. Konusunda çok ünlü bir doktora gittim. Bana ‘Çok gençsin, bir şey yok, korkma’ dedi.

Ben de üstelemedim. Birkaç ay sonra kütle büyüdü. Eşimin de desteklemesiyle başka bir doktora gittim. İğne biyopsisi yapıldı. Ve kanser çıktım. Göğsüm alınmadı, sadece kitle alındı. Ama ben kemoterapi gördüm. Saçlarım döküldü. Radyoterapi gördüm. O zamanlar oğlum 10 yaşındaydı. Beş sene bu işte bir eşik sayılıyor, benim 7 yıl oldu. Ama gene de bu kesin bitti anlamına gelmiyor. Senede bir mamografi çektiriyorum. Sonra vakfa başvurdum, insanlar benim düştüğüm duruma düşmesin diye. Şimdi de vakıfla birlikte eğitim çalışmalarında görev alıp, kadınların toplu olarak bulundukları yerlere gidiyor ve meme kanserini anlatıyorum. Erken teşhisin önemini onlarla paylaşıyorum. Çok da talep geliyor, seviniyorum.

Mamografiden korkmanıza gerek yok

Bir sigara içmekle akciğer kanserine yakalanma olanağınız neyse, bir mamografi çektirerek meme kanserine yakalanma olasılığınız aynı, yani bu kadar düşük. Bir kanser hücresinin 1 cm’ye ulaşması için geçen süre 10 yıl. Kitle, elimize gelir o zaman. Ve teorik, pratik olarak gecikmiş olur. Bütün mesele daha önce yakalayabilmek. Biz mamografide bunu 5’inci yılda, yarım santimetrede yakalayabiliriz. Bazı kanser türleri tabii gözükmeyebiliyor. Türkiye’de ülkenin ekonomik yapısı mamografi gibi bir olanak için yeterli değil. Bir de kadın memesinde bir şey yakalasa da doktora gitmeyebiliyor. Bize mandalina büyüklüğünde kütleyle gelen bile var! Biz de hiç olmazsa fındıkla gelsin diyoruz. Yoksa batı standartlarında elle muayene çok fazla önemli değil. Orada mamografi esas olan.

Dr. Can Gürbüz

Yazının devamı...
Erken teşhisi yakalayın kanserden korkmayın
4 Temmuz 2004
Dr. Can GÜRBÜZ

Genel Cerrah, Türkiye Meme Vakfı (MEVA) Başkanı

Meme kanseri kadınların en önemli sağlık sorunlarından biri. En sık görülen kanser çeşidi. Her yıl 1 milyon kadına meme kanseri teşhisi konuyor. Hastalığın bir özelliği ise meme kanseri görülme sıklığının her yıl artıyor olması. Bu oran yüzde 1 ile yüzde 5 arası olmak üzere ülkelere göre değişiklik gösteriyor. Hastalığın artışına rağmen ölüm artışı yok. Bunun başlıca sebebi son yıllarda toplumlarda meme kanseri bilincinin artması ve yapılan erken teşhis çalışmaları. Meme, süt üreten bir organ. İki işlevi var, biri yeni doğan bebek için, türün devamı için süt üretmek, diğeri ise yine türün devamı için, karşı cinse karşı olan cinsel özellik taşıyor. Meme, birçok süt bezinden oluşuyor ve bu süt üreten bezlerde üretilen süt, kanallar aracılığıyla meme başına taşınıyor. Memeyi oluşturan süt bezlerini ve üretilen sütü taşıyan kanalları döşeyen hücrelerin kontrolsüz olarak çoğalmaları sonucu ise meme kanseri oluşuyor.

Tıp hálá tam olarak nedenini bilmiyor, önleyemiyor. Meme kanserlerinin yüzde 90’ı genetik neden içermiyor.

Kanseri önleyemiyoruz ama riskini azaltabiliriz. Zaten elimizde erken teşhis Bu da kadınların biraraya gelerek oluşturdukları güçle artırılabilir. Erken teşhis olanakları yaygınlaştırılmalı. 40 yaşını geçmiş her kadının yılda bir kez mamografi çektirmesi lazım. 40’tan önce ultrason çektirilebilir. 40 yaşından genç kadınların memesinde meme dokusu yoğun olduğu için kanseri göremeyebiliyorsunuz, ultrason daha iyi cevap verir.

Meme kanserlerinin risk faktörleri nelerdir?

Türkiye’de en önemli meme kanseri risk faktörlerinin başında ileri yaşlarda alınan kilolar geliyor. Menopoz sonrası kadın vücudunun en önemli östrojen kaynağı olan yumurtalıklar işlevini yitiriyor ve vücutta östrojen hormonu seviyesi düşüyor. Fakat büyük oranda deri altında bulunan yağ dokuları, östrojen hormonu üretmeyi sürdürüyorlar. Bunun sonucu menopoz sonrası kilolu kadınlarda östrojen seviyesi aynı dışarıdan hormon almaya benzer şekilde yüksek kalıyor. Kadın vücudunun östrojen hormonuna maruz kalma süresi arttıkça, meme kanseri riski artıyor.

Egzersiz yapılması meme kanseri riskini azaltır. İlk canlı doğumun geç yaşlarda yapılması da meme kanseri riskini artırıyor. Alkol ve sigara kullanılması da meme kanseri riskini artırıyor. Buna karşılık haftada birkaç kadeh kırmızı şarap ise meme kanseri riskini azaltıyor. Düzenli alkol kullanan kadınların bir B vitamini olan folat zengin diyetle beslenmeleri öneriliyor. Bu sayede meme kanseri risklerini, alkol kullanmayan ve folat fakir beslenen kadınların seviyesine indirebiliyorlar.

Folat, ıspanak, pazı, marul benzeri yeşil yapraklı sebzeler, limon, portakal suyu gibi narenciye, kuru fasulye, kuru bezelye gibi baklagillerde bol miktarda bulunuyor. Balık, beyaz et çok yararlı. Son yıllarda meme kanserinin artma nedenlerinden biri de teknolojilerin getirdiği bozulmalar, hazır gıdalar. Zeytinyağı tüketmeli, hayvansal yağlardan uzak durmalılar. Her şeyi doğal almalılar. Örneğin Japonya’da meme kanseri görülme sıklığı çok az. Çünkü soya ağırlıklı besleniyor, balık çok tüketiyorlar.

Menopoz sonrası kullanılan hormon tedavisinde meme kanseri riski var mıdır?

Menopoz sonrası hormon kullanılması ile meme kanseri vakalarında yüzde 26 artış görüldüğü yazıldı gazetelerde. Oysa, bahsi geçen çalışmada hormon alan 10 bin kadın grubunda, hormon almayan 10 bin kadına göre 8 tane daha fazla meme kanseri olgusu görülmüş. 10 bin kadın arasında 8 tane kadının daha fazla meme kanserine yakalanması elbette önemli; ama hormon kullanmayan 10 bin kadının da 45 tanesi meme kanserine yakalanıyor. Bundan hiç bahsedilmemiş.

Gelin bunu diğer risk faktörleri ile kıyaslayalım; günde 2 kadeh alkol alınması meme kanseri riskini yüzde 40 artıyor, sigara içmese bile pasif içici olan bir kadının meme kanseri riski yüzde 100 artıyor, 12 yaşından erken adet görmeye başlamak, 14 yaşından sonra adet görmeye başlamaya göre meme kanseri riskini yüzde 20 artırıyor. İlk çocuğunu 30 yaşından sonra doğurmak, 20 yaşından önce doğurmaya göre meme kanseri riskini yüzde 100 artırıyor.

Hangi kadın bu risklerden bir veya birkaçını taşımıyor? Hormon kullanılması da bu risklerden sadece birisi. Menopoz sonrası hormon kullanan kadınların yüzde 20 daha uzun yaşadıkları da bilimsel olarak ispatlanmış bir konu. Hormon kullanan kadınlar daha bilinçli bir grubu oluşturdukları için düzenli meme kontrollerini yaptırıyor, yıllık mamografilerini çektiriyorlar ve meme kanseri gelişse bile erkenden teşhis konuyor ve hormon almayan kadınlardan çok daha uzun yaşıyorlar.

Meme kanserine yakalanan kadınların bu konudaki bilgi eksikliklerini gidermek amacıyla konunun uzmanları tarafından son derece yalın bir dille hazırlanan ve Doğan Ofset tarafından basılan ‘Kadınlar İçin Meme Sağlığı Bilgileri’ adlı kitap, vakıfta satışa sunuluyor.

Dr. Pamir Çetin

ARTAM

(Kadın Sağlığı ve Doğum Uzmanı)


Mamografi doğru okunmalı

Türkiye’de hangi radyoloğa sorsam, biz mamografi çekip, okuyoruz diyorlar. Bunu söyleyenlerin çoğunun sertifikasyonu bile yok. Amerika’daki kontroller insanı sıkacak kadar çoktur. Çünkü bir kanserli kütle mamografide kaçırıldığı zaman, radyoloji bölümü birbirine girer, geçen yıl kim görmedi bu kitleyi diye. Türkiye’de ise ‘Pardon’ derler sadece.

Oysa, mamografi çeken bölgelerin belirli standartı olması lazım. Her modern aleti dükkanına koyan ben mamografi çekiyorum diye ortaya çıkmasın. Bugün dünyada hiç birbirine bağlı olmayan ikinci bir radyoloğa kendi sonuçlarını kontrol ettiriyor merkezler. Ülkemizde eğer 640 milyona bile mamografi çeken yerler varsa, en azından işini doğru düzgün yapmalarını bekleriz, kimse alınmasın. Benim en çok sinirlendiğim laflar, ‘Burası Türkiye, böyle!’ denmesi. Bu açıdan Meme Vakfı’nı hem kesin ve doğru teşhisleri için kutluyorum, hem de uyguladıkları fiyat politikasını takdir ediyorum. İddia ediyorum ki, Türkiye’de okunan mamografilerin yüzde 60’ı yanlış okunuyor. Kadın sağlığı ve menopoz üzerine verdiğim konferanslarda meme hastalıklarının, menopoz döneminden sonraki kadınlarda daha sık görülmeye başlandığını görüyorum. Dünyada, aile hikayesi kanser açısından çok kötü olan genç kızlar, 22- 25 yaşındayken genetik araştırma yaptırıyorlar. Ve sonuç pozitif çıkarsa her iki memelerini de aldırıp protez taktırıp, daha güzel bile oluyorlar. Elle muayenede 1 santimetre ya da 1,5 santimetrenin altında bir kitle bulmaya imkan yok. Ve bu kitleyi bulduğumuzda artık bu kitle yayılmış demektir. Çok şanslı olacaksınız ki, o yayılmasın.

Bu nedenle erken teşhis için 35’i geçtikten sonra ilk mamografiyi yaptırmak lazım. 40’tan sonra ise her sene bir kez yaptırmak lazım. Erken yakalanınca tedavi olasılığı çok yüksek. Böylece bu insanların normal ve kaliteli bir hayat sürmelerini sağlayabiliyoruz. Tıptaki tüm ilerlemeler erken teşhis sayesindedir, unutulmasın.

Kadın sadece göğüs değil

Bu yazıya yorum yapmak aslında biraz fazla gelecek... Kadın olmanın öyle farklı ve değişken özellikleri vardır ki bunlardan bir tanesi olan fiziki görüntü hiçbir zaman diğer özellikleri yok etmemeli bana kalırsa... Allah kadını yaratırken, onu sadece göğüsten oluşturmadı. Dolayısıyla kendimizi sevmek ve yok olan şeylerimizle değil varolan şeylerimizle mutlu olmayı bilmek en büyük olgunluk ve mutluluktur.

YARIN :Meme kanserine yakalanan kadınlar anlatıyor...

Türkiye Meme Vakfı: Tel: 0212.361 71 31 www.memekanseri.org
cgurbuz@doruk.net.tr
Yazının devamı...
Erken teşhisi yakalayın kanserden korkmayın
4 Temmuz 2004
Kanser kelimesi beraberinde bir sürü psikolojik tepkiyi de getiriyor. Oysa erken teşhis olanağı olan ‘meme kanseri’nden korkmak yersiz. Ama erken teşhis için de, 40 yaşından sonra senede bir kez mamografi çektirmek şart.Dr. Can GÜRBÜZGenel Cerrah, Türkiye Meme Vakfı (MEVA) Başkanı Meme kanseri kadınların en önemli sağlık sorunlarından biri. En sık görülen kanser çeşidi. Her yıl 1 milyon kadına meme kanseri teşhisi konuyor. Hastalığın bir özelliği ise meme kanseri görülme sıklığının her yıl artıyor olması. Bu oran yüzde 1 ile yüzde 5 arası olmak üzere ülkelere göre değişiklik gösteriyor. Hastalığın artışına rağmen ölüm artışı yok. Bunun başlıca sebebi son yıllarda toplumlarda meme kanseri bilincinin artması ve yapılan erken teşhis çalışmaları. Meme, süt üreten bir organ. İki işlevi var, biri yeni doğan bebek için, türün devamı için süt üretmek, diğeri ise yine türün devamı için, karşı cinse karşı olan cinsel özellik taşıyor. Meme, birçok süt bezinden oluşuyor ve bu süt üreten bezlerde üretilen süt, kanallar aracılığıyla meme başına taşınıyor. Memeyi oluşturan süt bezlerini ve üretilen sütü taşıyan kanalları döşeyen hücrelerin kontrolsüz olarak çoğalmaları sonucu ise meme kanseri oluşuyor. Tıp hálá tam olarak nedenini bilmiyor, önleyemiyor. Meme kanserlerinin yüzde 90’ı genetik neden içermiyor. Kanseri önleyemiyoruz ama riskini azaltabiliriz. Zaten elimizde erken teşhis Bu da kadınların biraraya gelerek oluşturdukları güçle artırılabilir. Erken teşhis olanakları yaygınlaştırılmalı. 40 yaşını geçmiş her kadının yılda bir kez mamografi çektirmesi lazım. 40’tan önce ultrason çektirilebilir. 40 yaşından genç kadınların memesinde meme dokusu yoğun olduğu için kanseri göremeyebiliyorsunuz, ultrason daha iyi cevap verir. Meme kanserlerinin risk faktörleri nelerdir? Türkiye’de en önemli meme kanseri risk faktörlerinin başında ileri yaşlarda alınan kilolar geliyor. Menopoz sonrası kadın vücudunun en önemli östrojen kaynağı olan yumurtalıklar işlevini yitiriyor ve vücutta östrojen hormonu seviyesi düşüyor. Fakat büyük oranda deri altında bulunan yağ dokuları, östrojen hormonu üretmeyi sürdürüyorlar. Bunun sonucu menopoz sonrası kilolu kadınlarda östrojen seviyesi aynı dışarıdan hormon almaya benzer şekilde yüksek kalıyor. Kadın vücudunun östrojen hormonuna maruz kalma süresi arttıkça, meme kanseri riski artıyor. Egzersiz yapılması meme kanseri riskini azaltır. İlk canlı doğumun geç yaşlarda yapılması da meme kanseri riskini artırıyor. Alkol ve sigara kullanılması da meme kanseri riskini artırıyor. Buna karşılık haftada birkaç kadeh kırmızı şarap ise meme kanseri riskini azaltıyor. Düzenli alkol kullanan kadınların bir B vitamini olan folat zengin diyetle beslenmeleri öneriliyor. Bu sayede meme kanseri risklerini, alkol kullanmayan ve folat fakir beslenen kadınların seviyesine indirebiliyorlar. Folat, ıspanak, pazı, marul benzeri yeşil yapraklı sebzeler, limon, portakal suyu gibi narenciye, kuru fasulye, kuru bezelye gibi baklagillerde bol miktarda bulunuyor. Balık, beyaz et çok yararlı. Son yıllarda meme kanserinin artma nedenlerinden biri de teknolojilerin getirdiği bozulmalar, hazır gıdalar. Zeytinyağı tüketmeli, hayvansal yağlardan uzak durmalılar. Her şeyi doğal almalılar. Örneğin Japonya’da meme kanseri görülme sıklığı çok az. Çünkü soya ağırlıklı besleniyor, balık çok tüketiyorlar. Menopoz sonrası kullanılan hormon tedavisinde meme kanseri riski var mıdır? Menopoz sonrası hormon kullanılması ile meme kanseri vakalarında yüzde 26 artış görüldüğü yazıldı gazetelerde. Oysa, bahsi geçen çalışmada hormon alan 10 bin kadın grubunda, hormon almayan 10 bin kadına göre 8 tane daha fazla meme kanseri olgusu görülmüş. 10 bin kadın arasında 8 tane kadının daha fazla meme kanserine yakalanması elbette önemli; ama hormon kullanmayan 10 bin kadının da 45 tanesi meme kanserine yakalanıyor. Bundan hiç bahsedilmemiş. Gelin bunu diğer risk faktörleri ile kıyaslayalım; günde 2 kadeh alkol alınması meme kanseri riskini yüzde 40 artıyor, sigara içmese bile pasif içici olan bir kadının meme kanseri riski yüzde 100 artıyor, 12 yaşından erken adet görmeye başlamak, 14 yaşından sonra adet görmeye başlamaya göre meme kanseri riskini yüzde 20 artırıyor. İlk çocuğunu 30 yaşından sonra doğurmak, 20 yaşından önce doğurmaya göre meme kanseri riskini yüzde 100 artırıyor. Hangi kadın bu risklerden bir veya birkaçını taşımıyor? Hormon kullanılması da bu risklerden sadece birisi. Menopoz sonrası hormon kullanan kadınların yüzde 20 daha uzun yaşadıkları da bilimsel olarak ispatlanmış bir konu. Hormon kullanan kadınlar daha bilinçli bir grubu oluşturdukları için düzenli meme kontrollerini yaptırıyor, yıllık mamografilerini çektiriyorlar ve meme kanseri gelişse bile erkenden teşhis konuyor ve hormon almayan kadınlardan çok daha uzun yaşıyorlar. Meme kanserine yakalanan kadınların bu konudaki bilgi eksikliklerini gidermek amacıyla konunun uzmanları tarafından son derece yalın bir dille hazırlanan ve Doğan Ofset tarafından basılan ‘Kadınlar İçin Meme Sağlığı Bilgileri’ adlı kitap, vakıfta satışa sunuluyor. Dr. Pamir Çetin ARTAM (Kadın Sağlığı ve Doğum Uzmanı) Mamografi doğru okunmalıTürkiye’de hangi radyoloğa sorsam, biz mamografi çekip, okuyoruz diyorlar. Bunu söyleyenlerin çoğunun sertifikasyonu bile yok. Amerika’daki kontroller insanı sıkacak kadar çoktur. Çünkü bir kanserli kütle mamografide kaçırıldığı zaman, radyoloji bölümü birbirine girer, geçen yıl kim görmedi bu kitleyi diye. Türkiye’de ise ‘Pardon’ derler sadece. Oysa, mamografi çeken bölgelerin belirli standartı olması lazım. Her modern aleti dükkanına koyan ben mamografi çekiyorum diye ortaya çıkmasın. Bugün dünyada hiç birbirine bağlı olmayan ikinci bir radyoloğa kendi sonuçlarını kontrol ettiriyor merkezler. Ülkemizde eğer 640 milyona bile mamografi çeken yerler varsa, en azından işini doğru düzgün yapmalarını bekleriz, kimse alınmasın. Benim en çok sinirlendiğim laflar, ‘Burası Türkiye, böyle!’ denmesi. Bu açıdan Meme Vakfı’nı hem kesin ve doğru teşhisleri için kutluyorum, hem de uyguladıkları fiyat politikasını takdir ediyorum. İddia ediyorum ki, Türkiye’de okunan mamografilerin yüzde 60’ı yanlış okunuyor. Kadın sağlığı ve menopoz üzerine verdiğim konferanslarda meme hastalıklarının, menopoz döneminden sonraki kadınlarda daha sık görülmeye başlandığını görüyorum. Dünyada, aile hikayesi kanser açısından çok kötü olan genç kızlar, 22- 25 yaşındayken genetik araştırma yaptırıyorlar. Ve sonuç pozitif çıkarsa her iki memelerini de aldırıp protez taktırıp, daha güzel bile oluyorlar. Elle muayenede 1 santimetre ya da 1,5 santimetrenin altında bir kitle bulmaya imkan yok. Ve bu kitleyi bulduğumuzda artık bu kitle yayılmış demektir. Çok şanslı olacaksınız ki, o yayılmasın. Bu nedenle erken teşhis için 35’i geçtikten sonra ilk mamografiyi yaptırmak lazım. 40’tan sonra ise her sene bir kez yaptırmak lazım. Erken yakalanınca tedavi olasılığı çok yüksek. Böylece bu insanların normal ve kaliteli bir hayat sürmelerini sağlayabiliyoruz. Tıptaki tüm ilerlemeler erken teşhis sayesindedir, unutulmasın. Kadın sadece göğüs değilBu yazıya yorum yapmak aslında biraz fazla gelecek... Kadın olmanın öyle farklı ve değişken özellikleri vardır ki bunlardan bir tanesi olan fiziki görüntü hiçbir zaman diğer özellikleri yok etmemeli bana kalırsa... Allah kadını yaratırken, onu sadece göğüsten oluşturmadı. Dolayısıyla kendimizi sevmek ve yok olan şeylerimizle değil varolan şeylerimizle mutlu olmayı bilmek en büyük olgunluk ve mutluluktur.YARIN :Meme kanserine yakalanan kadınlar anlatıyor... Türkiye Meme Vakfı: Tel: 0212.361 71 31 www.memekanseri.org cgurbuz@doruk.net.tr
Yazının devamı...
En büyük iki hata: Uyku ve sabırsızlık
28 Haziran 2004

Hepimiz farklıyız

Erdal Demirkıran

Dünyanın en akıllı insanı

Bugüne kadar kimlerle çalıştınız? Ne gibi örnekler geldi size?

Sadece özgüven sorunu değil, uyuşturucu, alkol, sakinleştirici gibi bağımlılıklarla da ilgili çalışıyorum. Eroin, esrar ile ilgili beyinde zedelenme değil de psikolojik olduğu takdirde, bağımlılıkları çözerim. Bırakırsa krize gireceğini, öleceğini düşünüyorsa ben bunu çözerim. Ancak daha çok kitlesel değişimi yani topluluklarla, gruplarla, firma çalışanlarıyla çalışmayı tercih ediyorum. Bireysel çalışmalara artık vakit ayıramiyorum. 140 bin insana bugüne kadar seminer verdim. Zorlu Holding, Tema Vakfı, Eresinler Grubu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, İSKİ, Büyükşehir Belediyesi ve çeşitli hastanelerde personel verimliliğini artırma çalışmaları yaptım.

Topluma, kendine güveni olmayan insanlara önerileriniz nedir?

Böcek, kaplumbağa, tilki kaplan hepsi güneş doğmadan uyanıyor. Bir tek insan uyuyor. Şaşılacak şey! Kesinlikle güneşle beraber uyanmalı. Ben az uyuyorum. Gece uykusunu kısa tutanlar daha uzun yaşıyorlar. California Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre bugün 6,5 saati öngörüyorlar. Ben bu bugünkü haber, 15 yıl sonra onlar da benim dediğime gelecek, 4 saat diyecekler diyorum! Onlar bilimsel dayanakları araştırmaya devam etsinler. Sonraki önerim, değerlilik bilinci oluşturmaları içlerinde. Kimin parmak izi diğerine benziyor ki, bizler hepimiz birbirimizden tamamen farklıyız! O zaman nasıl oluyor da, 5 milyar yıllık bu dünyada, bize verilen 100 yıllık zaman diliminde, 6 milyar insanla birlikte tek bir seferlik bir yaşam şansımız oluyor da, bu şansı ben diğerlerine benzemek için harcıyorum? Nasıl yaparım bunu kendime? Başkalarına benzemek, kendini kıyaslamak iğrenç bir şey! Çıtanı yükseltmelisin. Ben mükemmelim iddiasıyla ortaya çıkmalısın. Ben dünyanın en akıllı insanıyım, sen de tıpkı benim gibisin..

Benimkisi rekor çalışmaları...

Halil Kargulu

Dünyanın en hızlı zayıflayan insanı

Sizce insanlar neden kilo veremiyor?

Verebileceklerine inanmıyorlar ki! Daha önce birkaç kez denemiş ve başarısız oldularsa, vazgeçiyorlar. Vücut dirençlerinin ne zaman kırılacağını bilmiyorlar. Sabırsızlar. Tam vücut direnci kırılacakken vazgeçiyoruz. Oysa açlık dediğimiz sadece bir histir. Yoksa vücudun gerçek yiyecek ihtiyacı 12 saatte bir ortaya çıkar. Önemli olan hislerin kontrolünü sağlayabilmek. Beynimizce salgılanan kimyasal salgıları, bu his olayını, nefsin vermiş olduğu duygularla mücadeleyi ancak zihinsel motivasyon oluşturarak durdurabiliriz. Ben messenger aracılığıyla sohbet ederek insanların kafasındaki kilo verememe önyargısını yıkıyorum önce. Kişinin kendi önyargılarından ‘Kilo veremem’ kaygılarından kurtulmaları gerekir. Önemli olan sistemin doğrularını, yanlışlarını, kalori hesaplarının saçmalığını bilmek.

Siz nasıl zayıflıyorsunuz?

Benimkisi rekor denemesi için yapılan çalışmalar, normal zayıflamak isteyenler beni bire bir takip etmemeli. Çalışmalarımın %35’i bölgesel ağırlıklı beden ve solunum egzersizlerinden oluşuyor. Diğer %35 ise işin beyinde bittiği, kısmıdır. Geri kalansa kendi karışımım (Hala üzerinde çalıştığım, içinde vücut için gerekli vitamin ve sıvılar olan bir karışım) ve ayran- soda.

Eğitiminiz ne? Yaptığınız sağlıklı mı sizce?

Araştırmacı, bu işe gönlünü ve beynini vermiş, sabırlı bir insanım. Sağlık işletmeciliği okuyorum. Zaten ben punteyim. Yani uzakdoğu felsefesinde ölümsüzlük, büyüklük anlamına gelir. Spor branşlarının temel tekniklerinin tamamını hayal şeklinde tanımlayan bir spor punte. Çalışkanım ve yaptığım çalışmalarla belki de sağlığımı riske atıyorum ama her şeyden önce şuna inanıyorum. İnsanoğlunun donanımı her türlü problemi sıkıntıyı çözebilir. Yaptığım sağlıklı mı, değil mi tartışılabilir ama lütfen önce alkışlayalım, sonra tartışalım.

Zayıflamanın sırları

Önce zihinsel motivasyon. Sonra beden ve solunum egzersizleri geliyor. Doğru ve kaliteli nefes alarak, sindirimi rahatlatmak gerek. Burundan nefes alma nedeni, havadaki mikropları burundaki kılların tutmasıdır. Burundan nefes alıp, ciğerleri şişirerek, geri ağızdan vermeliyiz.

Bölgesel fazlalıklara yönelik egzersizler yapmalıyız. Beslenme, işin geri kalan kısmı. Sık sık yemek lazım diyorlar. Ben de diyorum ki, zayıflama sürecinde iki öğün yemeniz gerek. Sabah ve akşam üstü. Akşamüstü brokolinin de içinde bulunduğu sebzeleri yemek önemli. Onun dışında elma yiyin arada. Karbonhidrat ve şekerli besinlerden uzak durun. Yağ yakamazsınız yoksa. İdeal kilodaysanız eğer benim gibi, ne yediğiniz değil sadece miktarı önemlidir. Zaten bir gün çok yediyseniz, eğer bu bir alışkanlık haline dönüşmezse bir şey olmaz. Mevcut düzeni tek bir olayla bozmazsınız, endişelenmek yersiz! Benim siteme de girebilirler:

www.superkilo.com Sonra zayıflamak için meşgul olmalılar. Diyet yapan insan diyet dışında bir şey düşünemiyor. Sadece aklında yemek yeme hissi oluyor. Vitaminlerin eksikliği de kilo vermede çok etkilidir. Mesela C vitamini yağ yakar, kalsiyum metabolizmayı hızlandırır, kadınların periyod döneminde magnezyum almaları iştahlarını normalleştirir.

Halil Kargulu

Türk insanının hedefleri yok

Türkiye Cumhuriyeti Devletinde yaşayanlar, BBG’da tanışan, Biz Evleniyoruz’da evlenen, Karar Anı’nda boşanan, Film Gibi’de yeniden barışan bir grup.. Böyle bir adamın iç etki oluşturması nasıl mümkün olabilir? Hedefi yok bir kere! 24 saatin 8 saati uykuda, 8 saati televizyon başında geçiyor. Ben kaybetmiş bir adam olarak yola çıkmıştım ama kazanmanın sınırı olmadığını gördüm. Daha önde de olmak mümkün! En öndeysen de fark açmanın peşinde gidersin. Dolayısıyla Edison beni tanısaydı, 1000 değil 2000 icat yapardı! İnsanlar kendine söz veriyor ve tutmuyor, ama Hülya Avşar’a söz verince pat geliyorsun o saatte. Toplumun genel hastalığı bu! Başkalarına verdiğimiz sözleri tutmakla övünürüz ama esas önemli olan, kendimize verdiğimiz sözü tutmaktır. Saati kurmakla uyanılmaz, seni hedefin uyandırır. Tüm bunlar www.kashna.com’da bulunabilir.

Meydan okuyorum, tinercileri kurtarabilirim

Tinercilerle ilgili bir projem var, valiliğe sundum. Emniyet desteğini vereceğini de biliyorum. İstanbul gibi koca bir metropolde kabus haline gelen tinerci sayısı topu topu 2000. Bunlar topluma kazandırılmayı bekliyor. Bu insanları barınabileceği bir yere toplayıp, rehabilite etmek istiyorum. Yüksek bir ideal oluşturacağım. Lazım olan şey, birkaç doktor, birkaç psikolog. Tek istediğim, bir alan. Onun dışında hiçbir şekilde tek kuruş istemiyorum. 21’inci yüzyılda böyle basit bir konuyu çözebileceğimi çok iyi biliyorum. Pilot bir bölge oluşturup önce 100 kişiyle denemeyi de başarabiliriz.

Erdal Demirkıran

Yaşlılık oyunu oynayın Kaya Bey’le. Saati kurun, 10 dakika. Zehra’yı torun gibi düşünün, ona öyle davranın. 70’miş gibi sohbet edin. Ve saat çaldığında, ‘Keşke’ dememek için, bugünün değerini daha iyi anlayacaksınız ve evliliğiniz bile daha farklı görünecek gözünüze.

Yazının devamı...
İddia +İnanç=Başarı
27 Haziran 2004
Rekor kilo verme denemeleriyle Guinness’e aday Halil Kurgulu da katılıyor ona: ‘Kilo vermenin de, hayatta başarılı olmanın da sırrı inanmak!’

Dünyanın en akıllı insanıyla mı tanışıyoruz? Siz kimdiniz, nasıl bulaştınız bu işlere? Dünyanın en akıllı insanı olarak mı doğdunuz, sonradan mı oldunuz?

Kendi halinde Marmara Üniversitesi’nde İşletme okuyan bir öğrenciydim. O kadar sessiz ve içine kapanıktım ki, belki de sınıfta eli havaya kalkmayan tek öğrenci bendim. Sessizdim, susuyordum. Bir gün ‘Yeter artık, ben niye korkuyorum’ dedim. Ve farkettim ki, ben birilerinin bana gülmesinden, rezil olmaktan korkuyorum. Bir adama 40 gün deli dersen deli olur mantığından hereketle, mantıksal bir zıplama yapmaya karar verdim. Her gün 40 kez ‘Akıllısın’ dedim kendi kendime. Bu madem ki psikolojik bir şartlanma ise ben kendi kendime telkin ettim. İç etkimi oluşturmak istedim dış dünyaya karşı. Bir enayi bulamadım bunu bana söyleyecek! Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu! Gitgide çok akıllısın, en akıllısın ve dünyanın en akıllı insanısın demeye başladım. Birkaç ay sonunda buna inandım ve yürüyüşüm bile değişti. O günlerde anladım ki meğer insan tek kişilik bir orduymuş. Toplumsal imajdan sıyrıldım, onların bana biçtiği imajdan sıyrıldım. Ben biçiyorum kendi imajımı. Sonra kendimdeki değişimi görünce bunu bir sistem haline getirip, insanlara da yardımım olabileceğini düşündüm. Kashna öğretisi adını verdiğim bir bütüne ulaştım. Şimdi 5000 kişinin önünde konuşabiliyorum ben! 11 yıl sonra, bu saatten sonra bana 400 sene deli desen de yine olmam, iç etkim oluştu artık. Kaldı ki sadece kendim için değil bu sözlerim, kitabın başlığını okurken bile okuyucuya güven kazandırıyorum. Kitabımı isterken, kapağına bakarken insanlar ‘Dünyanın en akıllı insanıyım’ cümlesini tekrar etmek zorunda kalıyorlar. Daha başından onlara bunu söyletiyorum.

Size gelen özgüvensiz insanlarla nasıl bir çalışma yapıyorsunuz?

Ben insanları kendi maksimumlarına ulaştırmaya çalışıyorum. İnsanların kendi sınırlarını bilmediklerini iddia ediyorum. Beynin iki lobunu birden kullanabilmelerini öğretiyorum. 13 ayrı egzersiz öğretiyorum. Toplam 14 saat, iki gün sürüyor. İnsanların en büyük problemi olarak toplumsal imajı görüyorum zaten. Yaptığım çalışmalarla insanlara değerlilik bilinci oluşturmaya çalışıyorum. Toplumumuzda hedef yok.

Dış etkenlerden, toplumsal baskılardan nasıl koruyorsunuz kendinizi?

Önce bir iç etken oluşturuyoruz. Dış etkenlerden etkilenmemek için önce kendimden etkilenmem gerek. Bakın, ‘Kedi sordu, ‘Ben neyim?’ diye... Bilge fare cevap verdi: ‘Sen bir faresin’... Bir gece fareler birleşip yediler kediyi.’ Yani sen kediyim diye ortaya çıkmıyorsan, yerler fareler seni! Mütevazılık aslında biraz da yalan barındırır. Güneş ben sıcağım derse ukala mı olur, hadi be mi deriz? Ben diyorum ki adam olmanın da, akıllı olmanın da kolay yolları var. Önce iç etken oluşturup, sonra bunu geliştirmeliz. Siz bunu yaptınız. Mütevazı olmanıza gerek yok.

Dünyanın en hızlı zayıflayan kişisi

Nereden aklınıza geldi, bir günde 7 kilo vermek, bir ayda 24 kilo vermek!

Çevremde çok sayıda obez insan vardı. Obezite, iş yaşamını, sosyal olma durumunu tüm hayatı etkiliyor. Bugünkü diyet düzeniyle de bu sorunlarından kurtulmaları mümkün değil. Ben de, insanların zamanının, parasının ve umudunun çalındığını görüp, aksini ispat etmek için bu işe soyundum. Bugün bildik her türlü yöntemi deneyip de zayıflayamamış insanlar başarısız insanlar değil. Onlara doğru ve uygun projelerle yaklaşamayan ezberci zihniyete sahip, çözüm yerine çözümsüzlük üreten sömürü düzeni asıl başarısız olandır.

Ben diyetisyenlerden düzgün beslenmeyi öğrendim. Kalori hesabı yapmasam da, bir gün yemeği abarttıysam, ertesi gün haşlama sebze ve meyveyle atıyorum onu üstümden. Siz de diyetisyen olmak isteğiyle mi başladınız zayıflamanın sırlarını keşfetmeye?

İnsanların gerçekleri görmesine çalışıyorum, diyetisyen olmak gibi bir amacım yok. Ben şu an için sadece yardımcı oluyorum. Para talep etmiyorum, çünkü araştırmalarıma devam ediyorum. Diyetisyenler kendilerini geliştirmek adına hiçbir şey yapmayan, papağan gibi hep aynı şeyleri tekrarlayan insanlardır. Ben diyetisyen kavramına ve diyetlere karşıyım. Hiçbir diyetin işe yaradığına inanmıyorum. Bütün bu kavramlarda başarı oranı %5’tir bana göre. Zayıflayanlar da geçicidir. Bir süre sonra verdiklerini mutlaka geri alıyorlar. İnsanlar hep bir kurtarıcı peşinde koşuyorlar. Birilerinin kısıtlamasıyla kendilerini yönlendiriyorlar. Bu uzun ömürlü olamaz. Ayrıca, insanların kendi potansiyellerini keşfetmelerine de engel oluyorlar.

Guinness Rekorlar Kitabı’na girdiniz mi?

Guinness Rekorlar Kitabı’na Türkiye Guinness Temsilcisi Orhan Kural aracılığıyla 67121 başvuru numarası ve 62787 üyelik numarası ile kaydımı yaptırdım. Ama belgelerde birtakım eksiklikler olduğu için, ingilizce çevirileri tamamlamadığım için henüz orada yer almıyorum. Yoksa ben kitaptaki rekoru çoktan aştım. Rekor şimdi bir günde vücut ağırlığının yüzde 8,6’sını veren bir adamda. Oysa ben bir günde vücut ağırlığımın %10’undan fazlasını verdim. Ben bir günde, 15 günde, bir ayda verdiğim kilolarla, insan potansiyelinin maksimum sınırlarını tespit etmeye çalışıyorum. Noter tasdiklerini bu yüzden alıyorum.

Ağzım var ama konuşamayacağım

Bugünkü sohbet hakkında yorum yapmak istemiyorum. Tamamen sizlerin yorumuna bırakıyorum, çünkü ben de duyduklarım ve okuduklarım karşısında kesin bir inanca varamadım. Haklı olma ihtimalleri de var. Bu sefer ben sizlerin yorumlarını bekliyorum

YARIN

Erdal Demirkıran’dan kendine güveni olmayanlara önerileri...

İnsanlar neden kilo veremiyor, zayıflamanın Halil Kargulu’ya göre sırları neler...
Yazının devamı...
Araç kullanmak hayatın en ciddi işi
21 Haziran 2004

Ve en çok küfrederek deşarj olduğum anlar da kornaya basan insanlar. Yine her şey ailelerin eğitimine denk geliyor. Ben kalabalık yerde yüksek sesle kahkaha atmamasını da öğrettim çocuğuma. İhbar şimdiye kadar etmedim ama eğer sonuç alındığını söylüyorsanız, bundan sonra edeceğim. Fakat bir kez yapılmaması gereken yerde U dönüşü yapan trafik ekibine ehliyet sordum.

İlkel insan yoktur, ilkel ruhlar vardır. Modern kıyafetler içinde, lüks arabalar içinde aynı ilkel ruhların içerisinde kendilerini gösterirler. Bu ilkel ruhlar çocuklarını direksiyonda air-bag yerine koyarak araç kullanırlar. Oysa trafiğe çıkan her insan ‘Şu anda hayatımın en ciddi işini yapıyorum’ demeli.

Vicdan değil, nefsin geçerli olduğu bir zaman

Boray URAS

Trafik bir sonuç. Bu sosyal ve toplumsal ahlakın, toplumsal ve sosyal eğitimin ortaya çıktığı bir ayna. Eğitimimiz ne olursa olsun, eğer kurallara saygılı iyi bir vatandaşsanız, ortada bir levha, işaret olarak bir kanun varsa, tek bir polis olmasa da durursunuz. Akıl ve mantık yürüterek, nasihatlerle pekiştirilen, görmeyle özümsenen bir davranış biçimi var: Otokontrol. Bu da hiçbir zaman diplomayla alınmıyor. 12 dil bilseniz de olmuyor. Eğer anneanne kültüründe yoksa, vicdan yerine nefsin geçerli olduğu bir ortam içindeyseniz kurallara uymuyorsunuz. İhtimaller hesabından giderek, riskleri azaltmak için frene basar, durur, sinyal verirsiniz.

Özenti neslin çocukları ya katil, ya kurban

Türkiye’de şu anda kayıp bir nesil var. 1945’ten itibaren doğan bir nesil. Ta ki 95 senesine kadar bu süreç içinde kayıp nesil doğmuştur. Bu kayıp neslin çocuklarının şu anda her biri potansiyel katil ve kurban, aynı anda. Hem öldürebilir, hem ölebilir! 18- 24 yaş arasındaki gençlerin her biri her an ölebilir, öldürebilir! Kayıp neslin kendisi ise öldürebilir. Ölmüyor, o kayıp neslin altındaki arabalara bağlı olarak ancak bir otobüsle çarpışırsa ölebilir. Tabii altlarındaki jeepe güvenmesinler, doğa karşısında hiçbir güvenlik sistemi ilahi kurallara tabi olunduğu andan itibaren o ortamda kontrol kaybedildiği anda, her jeep bir tabuttur. Bu nesil yokluklar içinde varlığın bilincinde olarak büyüdüler. Türkiyede bir tarafta yokluklar dönemi, bir tarafta bunlar.. Ruhsal ve psikolojik çatışmalar yaşandı. Amerikada tüketimin en fazla yaygınlaştığı dönemde Amerikan eşyaları satılırdı ve özenti bir nesil oluştu. İçinde bir tarafta frene, bir tarafta gaza basarak büyüdüler. Milyonlarca parası vardı ama cebinde 3 USD ile yakalanınca hapse atılıyordu. Bu özenti haleti ruhiyesi içinde büyüyen hastalıklı nesil, anne ve baba olunca çocuğuna kendi çektiği özentileri yaşatmamak istedi. Turgut Özal dönemiyle hızla değişen ekonomiyle, bu nesil birdenbire çok zengin ama altkimliği çiftçi olan kimseleri para sahibi yaptı. Kendilerinin hayal ettiği araçları çocuklarına verdiler.

Türk sanayi sistemi ehliyetlerin kolay verilmesini sağlıyor

Bonus kredi kartına 6 ve 12 taksitle ehliyet verecek sürücü kursları bulabiliyorsunuz. Yakında her trafik aracından kredi kartıyla bile alınır hale gelecek neredeyse! Ehliyetlerin bu kadar kolay verilmesi Türk sanayi sisteminin bir sonucu. En üstten en alta kadar her seviyede birisi çocuğunu ya trafiğe kurban vermiştir, ya da çocuğu katil olmuştur. Herkese bir şekilde bulaştı. Eğer siz yüzünüzü üzüntüye kedere döndürmeyip, yüzünüzü unutmaya, gece hayatına, çok daha önemli saydığınız günlük yaşamla ilgili maddi değerlere çevirirseniz o zaman bu konu sizin duymak ve görmek istemediğiniz bir konuya dönüşüyor.
Arabadaki arkadaşları da onun kadar suçlu

Araba yarışlarında alkol birlikte alınıyor, hız yeri birlikte planlanıyor ve sonra yarışacak olan kişi direksiyon başına oturuyor ve arabayı kullanan asli kişi o. Ama yanında arkadaşları üç kişi daha var. Ve bir kaza olunca bu yüreklendiren insanlar, sonuçta suça iştirak etmiş oluyorlar bana göre. Ama asli olarak arabayı kullanan kişi polis tarfından sorgulanırken, arabada şoför dışında aynı araba içinde bulunan kişiler de yargılanmalılar. Ama tam tersi onlar şahit olarak ifadeleri alınıyor. O da suçlu, ona ne soruyorsunuz! Bizim başımıza bu geldi. Bizim olayda şahit olarak dinlenen, aynı araçta bulunan kişi, daha önce motosikletle çarparak birinin ölümüne neden olmuştu. Ve bu kişi öğleden sonra yargılanacaktı. Sabah şahitlik yaptı, öğleden sonra aynı suçtan sanıktı. Kanunlar buna izin veriyor. TCK’da değişmesi gerekenlerden biri de bu! Onların şahitlikleri kabul edilmemeli. O zaman ne olacak,. bu çoçuklar ‘Ben senin arabana binmiyorum, sen hızlı araba kullanacaksın bir kaza yapıp, benim de başımı yakacaksın’ diyebilecek. Ayrıca arabada kimse olmayınca da şoförün hava atacağı biri de kalmıyor.

Çocuklarını air-bag yapıyorlar

İlkel insan yoktur, ilkel ruhlar vardır. Modern kıyafetler içinde lüks arabalar içinde aynı ilkel ruhların içerisinde kendilerini gösterirler. Bu ilkel ruhlar çocuklarını direksiyonda airbag yerine koyarak araç kullanırlar. Bugün Türkiye’de çocuklara biyoloji öğretiyoruz, terliksi hayvanı öğretiyoruz ama suç, ceza öğretmiyoruz. Temel hukuk dersleri verilmeli. O derslere girecek olan çok sayıda avukat var. Milli Eğitim Bakanlığı bunu da müfredatına almalı. Bilinçli taksir nedir, fail nedir, fiil nedir, ceza nedir hepsini bilir.

Kızıma ‘Evleneceğin kişinin kim olduğunu ben trafikte anlayacağım’ demiştim

Hepimiz her an kurban veya katil olabiliriz trafikte. Kendimizi bir insan olarak düşününce, aklımız var, mantığımız var. Araba kullanırken aklımız bize söylemeli ki ‘Şu anda ben, hayatımın en ciddi işini yapıyorum. Bu en ciddi işinde son derece dikkatli temkinli ve tedbirli olmak zorundayım. benden, aracımdan, yoldan ve karşıdan, meteorolojiden kaynaklanan hatalar olabilir.’ Tüm bunları bilirsek, bir de hapşırırken gözlerimizi kapattığımız 3 saniye içerisinde aracın 45 metre gittiğini bilirsek, o aracın frene basmayacağından emin değiliz. Ona göre mesafe ayarlarsak, tüm bu tedbirleri alırsak, araca bakım yaptırırsak..

Acılı anne- babalara psikolojik destek şart

Psikiyatrik tedavi gören kişi araba değil, bisikle dahi kullanamaz. Bir araç bir silahtır. Psikolojik tedavi sadece ve sadece trafik kurbanlarının yakınlarına uygulanmalı. Onların geçirdiği 9 ayrı travma var, 5 sene süreyle. Travmaların en basiti kadınlar erken menopoza giriyor, sosyal hayat, cinsel hayat kayboluyor, alkolik olabiliyor. Elinizdeki kristaly kadeh çatlıyor. İkinci çocuğunuz varsa onun ölüm korkusu her an çevrenizde. Ve siz asla ve asla eski siz olamıyorsunuz. Trafik kazası yapan kişinin ailesi ise suskundur. Evladını korumak ister, anne ve babadır.

Ben kızıma ‘Seni karakoldan almam’ derdim

İstedi, ama almadım. Ehliyet alabilirdi ama araba kullanabilmesi için benim imtihanımdan geçmeliydi. Ona ve arkadaşlarına her zaman şunu derdim. ‘Araba kullanırken hayatınızın en önemli işini yapıyorsunuz. Sizi hastaneden alabilirim, sizi morgtan alabilirim ama hiçbir zaman sizi bir karakoldan çekip almam. Aynen hakimin veya topmuun öngördüğü şekilde cezanızı çekersiniz.’ Kendisi ve arkadaşları bana inandıkları için kurallara çok saygılıydılar. O yüzden kurallara saygısız insanlar tarafından öldürüldüler. Ben kızıma ‘Senin evleneceğin kişinin kim olduğunu ben trafikte anlayacağım, Topkapı’ya kadar gideceğim onunla’ derdim. Tüm dürtüler orada var. ‘Senin evleneceğin kişi iyi bir adamsa her halükarda düzgün araç kullanırsa, pasif şekilde affedici araç kullanan kişi ise o zaman özel hayatında da öyledir. Nefsine hakim olmaz, hiçbir eşyayı da gösteriş amacıyla kullanmaz. Kaliteyi nicelikte değil, nitelikte bulur’ derdim.

AB ehliyetlerimizi kabul etmeyecek

Yakında AB bize bunu mutlaka söyleyecek. Avrupa Birliğine girince, serbest ulaşım hakkı doğuyor. Ve Türkiyeden ortalama bir şoförün Londra’ya gittiğini düşünün. Londra sokaklarında bir serseri mayın olarak düşünün onu. Dünyada araba kullanmamız bile yasaklanabilir! Diyecekler ki sen burada yürüyen konuşan gülen bir canlı bombasın. Amerika’daki turistlerin sağlığı için onlara tavsiyelerde bulunuluyor ve diyorlar ki.. Diyebilirler ki Türkiye’de verilen ehliyetlerin hiçbiri Avrupa ve Amerika’da geçerli değildir.

Teknoloji gelişse de kullanan ilkel

Nur YAYCIOĞLU

Yunan Gazetelerinde ‘Ölmek istiyorsanız, Türkiye’ye gidin diye bir yazı okudum. Biz de ‘Ben hızlı araba kullanmaya, silah atmaya meraklıyım’ diyenler var. Meraklıysan uğraş ralli yap, poligona git. Ortada bencilce, şov yapma! Erkek çocuk hayatı boyunca babasıyla yarış halindedir, zaten öyle büyütülür. Aktiftir, sen erkeksin derler ama büyütürken bunun başkalarına zarar vermemesi de öğretilmeli. Biz imkanları haketmeden elde ediyoruz. Teknoloji gelişiyor ama kullanan ilkel. Ehliyet elinde alınsa da tekrar çıkartabiliyorlar başka şehirden. Önemli olan en baştan ehliyet verilmemesi. Özel ehliyet kurslarında direksiyon başında oturmadan, derslere devam etmeden, ehliyet alanları biliyoruz. Dünyanın her yerinde suça eğilimli yaş 18- 25’tir. Heyecanları donanımların önünde gider. Kimi bunu hormonlara bağlar. Heyecanlarını kontrol edecek, frene basacak bir mekanizma gerek. Araba, erkek kültürünün bir parçası. Erkeklerde bedensel saldırganlık, kızlarda ise oral saldırganlık vardır. Yüksek kültürde bunları geliştirirseniz çok iyi sporcular, hatipler olursunuz. Ama aksi takdirde saldırganlık, kapkaç hepsi birbirinin devamı.

İhbar müessesesi çalışmalı. Trafikte gördüğümüz her yanlışta ‘154’ aranmalı derhal. Polis, ‘Bize adınızı, adresinizi verdiğiniz an hemen o aracı çekiyoruz kenara’diyor. İsmimizi isteme nedeni bir husumet olup olmadığını araştırmak için. Biz bir vatandaş olarak üzerimize düşeni yapmazsak, polisi, kanunu şikayet etme hakkımız yok!

Cem SOFUOĞLU - Avukat

Bağdat Caddesi önemli

Boray URAS

Bağdat Caddesi, parayla, özentinin birleştiği bir mozaiktir. Dağdaki gecekondudan o caddeye gelen insanlar kendilerini başka bir dünyada görürler. Zengin ve fakir çocuklar orada buluşuyor. Bu kültür içinde zengin babaların aldığı Mercedeslere binip babasından ‘Ne yaparsan yap yeter ki beni meşgul etme’ sözlerini duyan çocuk da var, araba tamircisi çocuklar da var, arabayı modifiye eden işyerleri de var. Bağdat Caddesi, 1960’lardan beri yarışların yapıldığı yerdir. Düz bir caddedir, yarışa çok uygundur. Giriş olan Bağdat Caddesi teknik olarak arabaların yarış yapmasına uygun, geniş ve hız bariyerleri yok.

Nur YAYCIOĞLU

Bilinç altında Bağdat Caddesi’ne yönelik bir saldırganlık oluyor. Ya otoriteye, ya başkalarına kızmıştır ve bilinçaltı bu şovu yapacaktır. Şunu da söylemeliyim, seyirci yoksa, şov da olmaz.

Cem SOFUOĞLU

Bağdat Caddesindeki çocuklardan biri bize yarış pisti yapsınlar diye talepte bulundu. Kızlara gösteriş için yapıyorlar.

Yazının devamı...