FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi
FSM Scholarly Studies Journal of Humanities and Social Sciences
Sayı/Number 13 Yıl/Year 2019 Bahar/Spring
© 2019 Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi
DOI: 10.16947/fsmia.582444
Yayın Değerlendirme / Book Reviews
-
http://dergipark.org.tr/fsmia
-
Geliş Tarihi / Received: 01.05.2019 Kabul Tarihi / Accepted: 20.06.2019
http://dergi.fsm.edu.tr
- FSMIAD, 2019; (13): 511-520
Mustafa Imamović, Boşnakların Tarihi,
çev. Hüseyin Gül, Cenita Özgüner,
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2018, 9789753333542, 728 s.+dizin
Emine Tonta Ak*
Eser, yazarın Historija Bosnjaka adıyla 1997 yılında ilk kez yayınlanan kitabının 1998 tarihli ikinci baskısı esas alınarak, Mehmet Ö. Alkan’ın önsözü ve
Hüseyin Gül-Cenita Özgüner’in çevirisiyle Türkçeye kazandırılmıştır. Kitabın
Bosna tarihi literatürüne katkısı, özellikle 1992-95 Bosna Savaşı ertesinde bir zorunluluk olarak, yeniden inşa sürecine giren Boşnaklık / Bosnalılık milli kimliği
açısından yadsınamaz derecede önemlidir. Imamović kitabında Bosna tarihini,
ilk defa bu denli bütünlükçü bir bakış açısıyla, ortaçağdaki kökenlerinden başlayarak 1990’lı yıllara kadar gelen süreçte tüm evrelerini kapsayacak şekilde ele
almaktadır.
Kitap, giriş ve sonuç bölümleri ile birlikte on bölümden oluşmaktadır. Yazar, giriş bölümünde eseri kaleme almasının fikri ve tarihi nedenlerini kanıtlarıyla ortaya koyarak, aslında Bosnalıların uzun geçmişlerinin de kısa bir özetini
yapmaktadır. Eser, batılı oryantalist bakışın, Boşnak yurduna ve kimliğine karşı, “Avrupa ve Şark’ın kıyısındaki puslu bir vilayetin egzotik dünyası” şeklinde
resmettiği “Bosnalı Müslümanlar ve Bosna sanısını”, şoven milliyetçi Balkan
propagandasının ve ondan beslenerek artan Avrupa merkezli tarihsel tahribatın
temellerini açığa çıkarmaktadır. Bu bağlamda eser, modernist teorinin, Bosna tarihini, Osmanlı tarihinin de bir parçası olarak, “Avrupa’nın en gelişmiş bölgeleri
ile anlamsız karşılaştırmalar yaparak” onu hapsettiği analojik anlatının geri kalmışlık dayatmasına ve dolaylı olarak da batı-merkezli evrensel tarih kurgusuna
güçlü bir eleştiri getirmektedir.
*
Dr. Öğr. Üyesi, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü,
İstanbul/Türkiye, etak@fsm.edu.tr, orcid.org/0000-0001-8365-0540
512
FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 13 (2019) Bahar
Birinci bölümde, ortaçağ döneminde Bosna tarihi, Ortaçağ Bosna Devleti’nin
gelişim kronolojisi içerisinde devrin önemli siyasi meseleleri ile toplum ve ekonomisi, en önemlisi de Bosna Kilisesi’ni ele almaktadır. Bu bölüm, Boşnak milli
kimlik kurgusunun derin köklerini ortaya çıkarması açısından eserin bilhassa en
önemli kısımlarının başında gelmektedir. Yazar bu bölümde, Bosna’nın tarihsel
ve ulusal kimliğinin temellerini itina ile döşemektedir. Bunu yaparken, zengin bir
kuramsal ve tarihsel literatürden beslenen metin, ulusçuluk kuramına “dil, din ve
coğrafya” eksenlerinde önemli açılımlar getirerek, Balkanlardaki farklı kimlik
yapılarının da analizini yapmaktadır.
Eserin ikinci bölümünde esas olarak, Bosna tarihinin Osmanlı hakimiyeti altında geçirdiği dönem konu edilmektedir. Bölümün girişinde yazar, Osmanlı Devleti’nin beylikten geniş bir imparatorluğa dönüşmesinin ardında yatan askeri ve siyasi aklı, devletin kuruluş felsefesini, yönetimi altındaki çoklu unsurları idare etme
becerisinin şifrelerini özenle ortaya çıkarmaktadır. Balkan ve Avrupa literatüründe
ağırlıklı olarak empoze edilmekte olan, “erken dönem Osmanlıların ilkel göçebe insanlar olduklarına dair” düşünce kalıplarını eleştiren yazar, tersine “siyasal
örgütlenmede üstün meziyetleri olan” Osmanlıların, “güçlü bir devlet inşa etmek
için yeterli özgüce sahip olduklarını” vurgulamaktadır. Osmanlıların yönetimleri
altındaki Hristiyan ve Musevi tebasına “huzurlu yaşam tesis etme becerisini” Osmanlı müesseselerine dayandırarak açıklamaktadır (s.111-114). Bu bölümde esas
olarak, Bosna’nın fethi ve sonrasında Osmanlı Devleti’nin Bosna’da oluşturduğu
düzenin sosyo-ekonomik ve askeri yapısını, tarımsal düzenin özelliklerine vurgu
yapılarak izah edilmektedir. Osmanlı hakimiyeti altında bulunan gayrimüslim milletlerin kazanımlarına dikkat çekilirken, beylikten kozmopolit bir imparatorluğa
giden sürecin temel dinamikleri açıklanmaktadır (s.116-117). Yazar, özellikle Sırpların Osmanlı yönetimi altında daha önceleri hiç olmadığı kadar dini örgütlenme
hakkına sahip olduklarının altını çizerek, “Osmanlılara değin, bir tek manastırlarının bulunmadığı Bosna Hersek’in birçok bölgesinde yerleşme fırsatı bulduklarını”,
sadece Bosna’da toplam “7 manastırla beraber sayısız kilise inşa ettiklerini” ifade
etmektedir (s.115). XIX. yüzyılın başlarından itibaren Sırp isyan ve isyancılarının
karakteristiği üzerine önemli bilgiler verilmektedir. Sözkonusu isyanların sadece
Osmanlı yönetiminin egemenlik haklarını değil, “Bosnalı müslümanların fiziki
varlığını da” tehdit ettiği açığa çıkarılmaktadır (s.414-415).
Bu bölümde ayrıca, Bosna’da İslamiyet’in kabulü süreci ve ardında yatan sosyo-kültürel ve iktisadi unsurlar ortaya çıkarılmaktadır. Bosna’da tesis edilen Osmanlı şehirlerinin özellikleri ve şehir yaşamına yer verilmekte, Osmanlı’nın batı
sınırını oluşturan eyalette Avusturya ile yaşanan uzun savaşlara değinilmektedir.
Bosna’da kurulan Osmanlı sınır teşkilatının Osmanlı’nın batıdaki sefer ve ku-
Yayın Değerlendirme / Book Reviews
513
şatmalarındaki rolü “Kandiye ve Viyana Savaşları ve Kuşatmaları” anlatılmaktadır. Aynı bölümde Doğu Sorunu çerçevesinde Dubica Savaşı ele alınmaktadır.
Osmanlı Bosnası’nda XIX. yüzyıla damgasını vurmuş iki temel meseleden biri
olan olan Hüseyin Kapetan Gradaščević İsyanı, eyaletin “otonomi mücadelesi”
perspektifi üzerinden açıklanmaktadır. İsyanı “Bosna’nın otonomi mücadelesi”
olarak nitelendirilirken, sosyal ve siyasal konumlarını tehdit altında hisseden
ayan ve kapetanların devletin merkezileştirme siyasetine tepkisi olarak yorumlanmaktadır. Eserin bu bölümü, dikkatli okuyucu için, özellikle sınır boylarındaki eyaletlerde “sosyal tabakalaşmanın”1 kalınlaştırdığı güçlü imtiyaz kümelenmelerinin, uzunca bir dönem örtüşen yerel ve merkezi çıkarların ördüğü ittifak
zincirinin, oluşma ve kopma sorunsalının anlaşılması açısından önemli tespitler
sunmaktadır. Yüzyılın diğer önemli meselesi olan, eyalette Tanzimat reformlarının uygulanması ise tarımsal ilişkiler bağlamında ele alınmaktadır. İmamović,
Bosna’da 1867 yılından itibaren vilayet nizamnamesinin uygulanmasına, reform
sürecinin hayata geçirilmesi açısından özel bir önem atfetmektedir. Öyle ki, bunu
“Anayasa Kanunu hüviyetinde bir düzenleme” olarak nitelendirirken (s.429),
1860’lı yıllarda Bosna’da idari, siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda yaşanan
Osmanlı yenileşme hareketine dikkat çekmektedir (s. 429-430).
Eserin üçüncü bölümü, Bosna-Hersek’in Avusturya Macaristan tarafından işgali (1875-1878) meselesine ayrılmış olup, işgal sürecinin Doğu Krizi ve Berlin
Kongresi bağlamındaki gelişimi ortaya çıkarılmaktadır. Sırbistan, Karadağ’daki
müslümanların ve Boşnakların durumları ve Bosna-Sancak ve İstanbul Konvansiyonu oluşumlarının açıklanması ile de işgalin ardından oluşan diplomatik süreç ve
toplumsal sonuçlar ele alınmaktadır. İmamović, kendi akademik uzmanlık alanları arasında olan, yüzyılın son çeyreğinden itibaren, Bosna-Hersek’in, ilki “Büyük
Doğu Krizi (1875-78)” olarak nitelendirilen Hersek İsyanı ve devamındaki Avusturya işgalinde, ikincisi 1908-1909 ilhak yıllarında ve üçüncüsü de 1914’te olmak üzere “dünya siyasetinin merkezine” nasıl itildiğini detaylarıyla açıklamaktadır. Avusturya işgalinin stratejik gerekçelerini detaylandırırken, 1850’lerden
itibaren bu amaçla yapılan askeri ve diplomatik hazırlıklara dikkat çekmektedir.
Bosna’nın işgalini, Avusturya açısından önemli bir siyasi ve ekonomik yayılma
hedefi olmasının yanında, güney sınırlarında bir Slav devletinin kuruluşunun
engellenmesi demek olduğuna vurgu ile, üçlü fayda ekseninde analiz etmektedir (s.431-433). 15 Ocak 1877 tarihli Budapeşte Konvansiyonu ile Avusturya’nın
1
“sosyal tabakalaşma” için bkz. Max Weber, Ekonomi ve Toplum, Yarın Yayınları, 2012. Ayrıca bkz. Kemal Karpat, “Some historical and methodological Considerations Concerning Social Stratification in the Middle East”, Commoners, Climbers and Notables, ed. C.A.O van
Nieuwenhuijze. Leiden, E.J. Brill, 1977.
514
FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 13 (2019) Bahar
işgal için uygun zaman ve yöntemi belirleme hakkı kazanmasını, Osmanlı-Rus
Savaşı’nın sonucu olarak ortaya çıkan yeni güçler dengesinde Ayastefanos Anlaşması ve Berlin Konferansı’nı Bosna-Hersek’in işgaline giden kilometre taşları
olarak ele alarak, sözkonusu sürecin diplomasi masasına yansımalarına işaret etmektedir (s.434-435). Bu bölümde ele alınan diğer bir mesele ise Berlin Konferansı’nın (35. madde ile) yarattığı siyasi sonuçlarının neden olduğu, bölge halklarını etkileyen demografik sonuçlar, yani göç olgusudur. Bu bağlamda Sırbistan
ve Karadağ’daki Müslümanların ve Boşnakların durumu, Osmanlı topraklarına
Müslüman halkın göçleri ile dağlardaki Ortodoksların da onlardan boşalan yerlere göçü ele alınmaktadır (s.437).
Dördüncü bölümde, Bosna’da Avusturya işgali sonrasında yaşanan siyasi değişim, dış etkiler ve Boşnak toplumunun iç dinamikleri açısından değerlendirilmektedir. 1878-1888 yılları arasında Türkiye’ye yaşanan göç hareketinin yanısıra,
1899’da Dzabič liderliğindeki Boşnakların kültürel özerklik mücadelesi ele alınmaktadır (s.447-448). Burada Türkiye’ye göç sürecini dönemselliği, nedenleri ve
Avusturya yönetiminin göç karşısındaki tutum ve icraatları açıklanmaktadır (s. 454461). İmamović, işgal sonrasında Bosna’daki müslüman nüfusun mutlak olarak
artmasına rağmen, toplam nüfus içindeki azalan oranına dikkat çekmektedir. Ayrıca
Avusturya makamlarının göç eden müslüman sayısını abartılı biçimde eksik göstererek örtmeye çalışmasına vurgu yapmaktadır (s.460). Böylelikle yazar, Avusturya
işgal hükümetinin Türkiye’ye göçler karşısındaki tutum ve siyasetini deşifre ederek,
eleştirmektedir (s.458-460). Diğer taraftan bu bölümde Bosna işgal yönetimlerinin
karakterleri üzerinde de durulmaktadır. Avusturya işgal yönetimlerinin, General
Filipovic’den Benjamin Kallay’a, Bosna’da uyguladıkları Avusturya politikasının
değişen eğilimleri değerlendirilmektedir. General Filipović döneminde uygulanan
“Hırvatlaştırma siyasetinin” başarısız ve talihsiz çabaları ortaya çıkarılırken, Filipović sonrası dönemde Benjamin Kallay idaresinin Bosna’da tatbik etmeye çalıştığı
“dinler-mezhepler arasında denge ve eşitlik” siyasetinin neden ve sonuçlarına dikkat çekilmektedir (s. 462-464). 1882 yılında yönetimi devralan Benjamin Kallay’ın,
Sırp hareketinin “irredentist eğilimlerini” tehdit unsuru olarak algıladığını ve buna
son verilmesine yönelik önlemler aldığının altı çizilmektedir. Böylece, Bosna’da
Sırp ekolünün dizginlenme çabaları ile birlikte, Kallay’ın “Bosnalılık” üzerine inşa
etmeye çalıştığı geniş kapsamlı bir ulusal hareketin temellerini atma çabalarına dikkat çekilmektedir.2 Bu bölümde, 30 yıllık işgalin ardından Bosna’nın 1908’de Avus2
Bu noktada Avusturya-Sırbistan ilişkilerinin Bosna’nın işgalinden itibaren bölgesel-uluslararası
dengeler ve iki ülkenin çakışan çıkarları nedeniyle gerginleşmesi, özellikle “güçlü, büyük Sırbistan” idealinin Avusturya açısından hayati bir tehdit olarak algınıyor oluşu gibi faktörlerin, Bosna
Hersek işgal yönetiminin değişen siyasetine yansımaları daha etkin bir şekilde vurgulanabilirdi.
Yayın Değerlendirme / Book Reviews
515
turya tarafından ilhakı ile Osmanlı’dan koparılması ve ardından yaşanan göçler de
ele alınmaktadır. İlhakın uluslararası diplomasi açısından ele alınması, onun doğu
sorunu çerçevesinde anlaşılabilmesine olanak sunmaktadır. Diğer yandan, Jön Türk
Devrimi’nin Bosna-Hersek’in ilhakını, Avusturya açısından, nasıl hızlandırdığı gerçeğine dikkat çekilmektedir (s.520-527). Bölümün son kısmında ise ilhak sonrası
Bosna’da yaşananlar, yeni siyasal düzenin gelişimi, yeni anayasa, parlemento ve
siyasal partilerin oluşum süreci ile Bosnalı Müslüman hareketinin durumu detaylı
bir şekilde ele alınmaktadır (s.539-576).
Kitabın beşinci bölümünde, Bosna’nın I. Dünya Savaşı’nın fitilinin ateşlendiği yer olması itibarıyla yeniden dünya gündeminin merkezine çekilmesi ile yaşanan büyük kriz ve ertesinde yaşananlar detaylı olarak ele alınmaktadır. Savaş
yıllarında yeniden gündeme gelen, Avusturya ve Macaristan arasında da sorun
teşkil eden Bosna Hersek’in statü sorunu açıklanmaktadır (s. 577-585). Bölümün
diğer kısmında ise, XIX. yüzyılda güney Slav halklarının ortak bir devlet kurma
fikri olarak ortaya çıkan, XX. yüzyılın ilk on yılında Sırbistan’da gelişen, Balkan
Savaşları sırasında siyasi bir önem elde eden “Yugoslavya fikri(leri)”nin gelişimi
anlatılmaktadır (s.585-600).
Altıncı bölümde ise, genel olarak ilk Yugoslav Devleti döneminde (19181941) Bosna Hersek’in politik yapılanması konu edilmektedir. Yugoslav Hükümeti’nin yapılanma süreci ve bu yapı içerisindeki farklı siyasal eğilimler,
Boşnakların yeni hükümet ve siyasi partiler içerisindeki temsili meseleleri ele
alınmaktadır. Yeni kurulmakta olan Yugoslav Devleti’nde iktidarın merkezileştirilmesi eğilimi doğrultusunda, Bosna-Hersek Halk Hükümeti’nin isminin Yerel
Hükümet olarak değiştirilmesi ve önemli bakanlıkların Belgrad’daki merkeze
bağlanmasıyla yerel yönetimin etkisizleştirilmesi süreci anlatılmaktadır. Kral
Naibi Aleksandar’ın yönetiminde oluşturulan yeni Yugoslav Devleti’nin (Sırp,
Hırvat ve Sloven Krallığı) birinci hükümet döneminde, Boşnakların siyasi temsilinin zayıflığı gözler önüne serilmektedir3 Yine aynı bölümde, Yugoslavya’da
siyasal partilerin yapılanma süreci, özellikle Yugoslav Müslüman Partisi’nin
oluşumu ve Boşnakların karşılaştığı sorunlar açıklanmaktadır. İki Dünya Savaşı
arası dönemde, Bosna Hersek’teki siyasi ilişkileri ağırlıklı olarak “karakterize
eden siyasal-partisel dağınıklığa” dikkat çekilirken, bu durumun nedeni olarak
da “ülkenin siyasi-ekonomik sorunlarına yönelik farklı görüşlerin, Bosna-Her3
Öyle ki, Bosna Hersek’te hükümete giren üç bakandan sadece birisi, yani hükümetteki tek
Boşnak, Orman ve Tabi Kaynaklar Bakanı, Dr. Mehmet Spaho’dur. Yine Yugoslav Meclisi’nin
bir organı olan Geçici Halk Temsilciliği’ne Bosna Hersek’ten katılan 42 vekilin arasında
sadece 11 Boşnak vardır. (s.601-605).
516
FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 13 (2019) Bahar
sek’in karmaşık etnik ve dini yapısının bir sonucu olarak ortaya çıktığı” iddiasına
yer verilmektedir (s.609). Diğer bir önemli mesele olarak ise, 1910 yılına oranla
1921’e gelindiğinde Bosna Hersek nüfusu içerisindeki Boşnak nüfusunun azalmış olması vurgulanmaktadır. Bu durumun nedenleri olarak da, “öncelikle savaş,
Yugoslav Devleti’nin ilan edilmesi sonrasındaki ilk yıllarda Boşnak nüfusunun
karşılaştığı zulüm ve sürgünler” gösterilmektedir (s.609). Yugoslav Devleti’nin
kuruluş yıllarında “egemen olan ulusal ve devlet üniterizmi ideolojisi”nin dayattığı ama aslında gerçekçi olmayan “tek Yugoslav halkı” ve onu teşkil eden üç
“soy”: Sırp, Hırvat ve Sloven” yaklaşımını eleştiren yazar, Boşnakların bu suni
ve dayatmacı siyasal kurgu içerisinde, farklı bir kültürel-dini grup olarak dahi
temsil edilemediklerine dikkat çekmektedir (s. 610). Sözkonusu bölümde, ayrıca
1919-1921 yıllarında Bosna Hersek’te kurulan, farklı etnik ve sınıfsal çıkarları temsil eden yeni siyasal partilerle ilgili bilgiler verilerek, siyasal mozaik betimlenmektedir. Bu farklı eğilimlerdeki partilerden, merkeziyetçi tarafta, “ulusal
ideolojik temel üzerinde”, kurulan Demokrat Parti ile Boşnakların yerel siyasi
partilerinin birleşmesi ile kurulan, tek Boşnak siyasi partisi Yugoslav Müslüman
Partisi (JMO) üzerinde hassasiyetle durulmaktadır (s.610-612).
Bu bölümün diğer konuları, “kurucu meclis ve Vidovdan Anayasası” başlığı altında, Yugoslav Devleti’nin anayasasını yapmak üzere oluşturulan kurucu meclisin
yapısı, çalışma alanları ile devletin anayasal meseleleridir. Meclis seçimlerine tüm
Krallık içinden toplam 22 siyasi partinin katılmış olmasını yazar, “yüksek orandaki politikleşmeye işaret ettiği” şeklinde değerlendirmektedir. Bosna Hersek’teki seçimden birinci parti olarak çıkan Yugoslav Müslüman Partisi’nin başarısını
ise, “bütün sosyal sınıflara mensup Boşnakların, siyasi temsilcisi olmayı başardığı” şeklinde yorumlamaktadır (s.613). Yugoslavya Krallığı’nın devlet yapısında
kuruluşundan beri varolan diktatörlük eğilimlerinin tamamen ve ağır bir biçimde
gerçeğe dönüştüğü 1929 senesinde, 6 Ocak kararlarıyla diktatörlük ilan edilmesi
bu bölümün en önemli meselelerinden birisini oluşturmaktadır. Diktatörlük ilanının, dayandırıldığı gerekçelerin yanısıra, Sırp, Hırvat ve Boşnak muhalafetinin, bu
keskin durum karşısında sessiz kalışı da üzerinde durulan konular arasındadır (s.
623-626). Ülkenin rejiminin yanısıra idari yapısını da neredeyse tamamen değiştiren sözkonusu kararların alındığı 1929 senesi icraatlarının ana amacını yazar, “saf
ulusal ünitarizmin canlandırılması” ve radikal bir merkezileştirme yoluyla “devlet-ulus birliğinin” sağlanması olarak özetlemektedir. Böylelikle sözde federal devlet düzenlemesi kisvesi altında “tam merkezileşmenin” gerçekleştirilmesi süreci
ifşa edilmektedir (s.624-638). Ne var ki, Altı Ocak Diktatörlüğü olarak anılan yeni
rejimin yasal temelleri, kralın 3 Eylül 1931 tarihinde halka “sunduğu” “Yugoslavya
Krallığı’nın İkinci Anayasası” ile onaylanarak, oluşturulmuştur (s.631). Yeni ana-
Yayın Değerlendirme / Book Reviews
517
yasaya göre, sınırlı haklar, çift meclisli (Millet Meclisi ve Senato) bir parlamentonun kuruluşu ile de gizlenmiştir. Kralın elindeki iktidar araçlarından birisi haline
gelen Senato’nun üyelerinin yarısı da yine kral tarafından atanmıştır. Böylelikle
rejim, kişisel özgürlükler ve medeni haklar bakımından da sınırlı bir parlementer
monarşi görünümlü diktatörlüğe evrilmiştir.
Ne var ki, 1935 senesi bir değişime işaret etmektedir. 1931 seçiminden edindikleri deneyimler nedeniyle muhalefet, 1935 yılındaki meclis seçimlerini birleşerek kazanmış, böylelikle yeni ve çok unsurlu bir koalisyon hükümeti kurulmuştur. Böylece diktatörlük dönemi ve onun “kaba şiddetle anılan birleşik Yugoslavya
siyaset ve ideolojisi” de resmen sona ermiştir (s.639). Bu bölüm 1939-1941 döneminde, yani Yugoslavya’nın savaşa girmesine kadar, Hırvat, Sırp ve Boşnak
halklarının siyasi mücadelesini, bu dönemde kurulan Cvetković-Macek Hükümeti
(Hırvat–Sırp koalisyonu)’nin faaliyetlerini ve Boşnak ulusuna yaklaşımını konu
almaktadır. Sözkonusu koalisyon hükümetinin en önemli icraatlarını, Hırvatistan Banlığı’nın kurulması, Sırp Ülkeleri Banlığı çatısı altında Drava ve Slovenya banlıklarının teşkiline yönelik federalist planlamalar oluşturmuştur. Ağustos
1939 tarihli yeni koalisyon hükümeti anlaşması ile Bosna-Hersek’in toplamda 13
şehri Hırvatistan Banlığı kapsamına girmiştir. Böylece “Bosna-Hersek’in geniş
ölçüde bölünmesi, paylaşılması ve tarihi dokusunun tamamıyla paramparça edilmesi” tamamlanmıştır (s.643). Diğer taraftan, bu yeni düzenleme ile Altı Ocak
Diktatörlüğü’nün mirası olan “halkın ve devletin birliği” zorlaması ve yapay
“Yugoslav halkı” fikriyatı da terkedilmiştir. Ne var ki, devletin bu yeniden yapılanma süreci özellikle Sırp siyasetçilerin Boşnakların ulusal varlığını inkar eden
yaklaşımları nedeniyle sakat bir zeminde ilerlemiştir. 1939 yılında JMO’nun
Hırvat, Sırp ve Sloven banlıklarının yanında dördüncü olarak Bosna-Hersek’in
tarihi sınırlarında bir Bosna Banlığı oluşturulması talepleri karşılanmamıştır.
Tüm bu engellemeler, Boşnakların tepkisine neden olmuş, Boşnak siyasi önderliğinin Bosna-Hersek’in özerklik mücadelesi için, “ülkenin yeniden yapılandırılması sürecinde bağımsız ve eşit bir birim olarak” Boşnak varlığının kabul
edilmesi yönündeki talepleri için birleşmişlerdir. Büyük protestoların ardından,
30.12.1939 tarihinde Boşnak sivil ve siyasi kurumlarının katılımıyla yapılan
toplantıda, “Bosna-Hersek’in özerkliği için, ülke çapında yerel komitelerin kurulması talebiyle Bosna Hersek Özerklik Hareketi” tesis edilmiştir. Boşnakların
Yugoslav Halkları Birliği’nin eşit bir unsuru olmak için hak talepleri, özellikle
Sırp siyasetinin karşı çıkması sebebiyle hayata geçirilememiş ve tüm bu siyasi süreçler 1941 Nisan’ında başlayan savaş ve Yugoslav Krallığı’nın çöküşü ile
kesintiye uğramıştır (s.644-645). Bölümde ayrıca savaşa kadar geçen dönemde
518
FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 13 (2019) Bahar
Bosna’nın sosyo-ekonomik durumu ele alınmakta olup, iki savaş arası dönemde,
Avusturya dönemine nazaran ekonominin gelişmediği, yerinde saydığı da vurgulanmaktadır (s.651-652).
Kitabın yedinci bölümünde, 1941 Mart’ında Yugoslavya’nın Üçlü İttifaka
katılması ve ardından yaşanan, İngiliz istihbaratının desteğiyle gerçekleşen askeri bir darbe ile hükümetin reşit olmayan Kral II. Petar ve General Simović
yönetimine geçmesi ile ülkede meydana gelen iç karışıklıklar üzerinde durulmaktadır. Almanya ve İtalya’nın darbe hükümetine güven duymaması neticesinde
06.04.1941 tarihinde müttefikleri Macaristan ve Bulgaristan ile birlikte (savaş
ilanı dahi yapılmaksızın) Yugoslavya’ya saldırmaları ile savaşın başlaması ele
alınmaktadır. Savaş başladığında kral, hükümet ve yüksek komuta kademesi kısa
süre içinde ülkeyi terk etmiş, sadece 12 gün süren savaş sonunda Alman ordusu,
Yugoslav ordusunun koşulsuz teslimini talep ederek ülkeyi tamamen işgal etmiştir. Böylelikle sınır bölgeleri Almanya, İtalya, Macaristan ve Bulgaristan arasında
bölüştürülmüş, sınır çizgisinin güneyi İtalya’nın, kuzeyi ise Almanya’nın etki ve
işgal bölgesi haline gelmiştir. Diğer yandan Ustaşa (Hırvat) birliklerinin komutanı Slavko Kvaternik, 10.04.1941 tarihinde Zagreb’de Alman himayesi altında
Bağımsız Hırvatistan Devleti’nin kuruluşunu ilan ederek, yayınladığı deklarasyonla Bosna Hersek’i de yeni kurulan devlete dahil etmiştir. Böylelikle İtalya ve
Almanya’nın anlaşması neticesinde, Bosna Hersek, Bağımsız Hırvat Devleti’ne
bırakılmıştır. Her ne kadar Bosna Hersek’in sivil siyasi yönetimi Hırvat Devleti’ne bırakılmış ise de ülkenin yeraltı ve yer üstü kaynakları ile yollarının kontrolü Almanya’nın kontrolü altına girmiştir (s.653-655).
Bölümde detaylı olarak işgal sonrası Bosna Hersek’in paylaşım süreci ile
birlikte Hırvat Devleti altında Boşnaklara uygulanan “Hırvatlaştırma siyaseti”,
“Aryan ırkına ait olduklarına dair bir Ustaşa kanunu” ile “tek taraflı olarak Hırvat
ilan edilmeleri” gibi, tarihi ve ulusal kimliklerinden mahrum edilmelerine yönelik çabalar ele alınmaktadır. Boşnak ulusuna yönelik sözkonusu siyaseti yazar,
“özünde Boşnaklara karşı işlenen bir tür soykırım” olarak değerlendirmektedir
(s.656-657). Hırvat Devleti’nin ve işgal yönetiminin uygulamalarının karşısında
Boşnakların takındığı muhalif tavırların yanısıra, 1941-1943 yıllarında üç dalga
halinde Boşnaklar üzerinde gerçekleştirilen Sırp-Çetnik soykırımı ile onbinlerce
Boşnağın hayatına malolan kayıplar vurgulanmaktadır. Sözkonusu uygulamalar
karşısında Boşnakların mücadelesi ile kurulan Boşnak Halk Kurtuluş Hareketi’nin siyasal mücadelesi de bölümün en önemli konularındandır. Bosna Hersek’in
yeni kurulan demokratik ve federal Yugoslavya’nın içinde ayrı ve eşit bir federal
birim olarak kurulması, özgürlük ve eşitlik temelinde yaşaması yönünde 1943-
Yayın Değerlendirme / Book Reviews
519
1946 dönemindeki siyasal mücadeleler ile bölüm nihayet bulmaktadır. İşgalden
kurtarılmış Saraybosna’da Nisan 1945’de Bosna Hersek Halk Hükümeti’nin kurulması ve Aralık 1946’da Bosna Hersek Halk Cumhuriyeti’nin ilk anayasasının
kabulü ile Bosna Hersek’in devlet oluşum süreci tamamlanmaktadır (s.670).
Kitabın sekizinci ve son bölümünde 1945-1990 yılları arasında Boşnakların
ulusal kimliklerinin tanınma mücadelesi başta olmak üzere, savaştan aldıkları
tahribat, yeni devletin uluslararası konumu, meclisler ile Tito-Stalin çatışmasının
sonuçları, 1950 yılında çıkan Cazin İsyanı ve anılan dönemde Boşnakların siyasi
ve kültürel durumu gibi son devrin çoklu meseleleri üzerinde durulmaktadır. Burada savaş sonrası Yugoslavya’nın yeniden kurulmasıyla faaliyete geçen Boşnak
siyasi ve kültürel organlarından bahsedilmektedir. 1945 senesinde bir tür Boşnak
siyasi temsil organı olarak, Saraybosna merkezli Bosna Hersek Müslümanlarının
Merkez Komitesi ile yine aynı yılın sonbaharında ortak kültür ve eğitim derneği
olarak PREPOROD’un kuruluşu anlatılmaktadır. Boşnak halkının 1941 sonrası
verdiği mücadele neticesinde “Halk Kurtuluş Savaşı’nda” elde ettikleri haklar,
önce 1947 yılında Müslümanların Merkez Komitesi’nin kapatılması ve 1949’da
ise PREPOROD’un faaliyetlerine son verilmesi ile fiilen ortadan kaldırılmaktadır. Böylelikle Boşnak kültürel özerkliğinin oluşturulmasına dönük araçlar tamamen terkedilmiştir. Eserde bunun nedenleri üzerinde detaylı bilgi verilmemektir.
Ancak devletin yeniden yapılandırıldığı bu dönemin meclislerinde Boşnakların
ayrı bir ulus olarak yer alamadığı anlaşılmaktadır (s.679-683). Stalin’in 1953’te
ölümünden sonraki dönemde, 1955 yılından itibaren, Sovyet-Yugoslav ilişkilerinin normalleştiği ifade edilmektedir.
Son olarak XX. yüzyılının ikinci yarısında Boşnakların kültürel gelişimleri,
eğitim, dini kurumlar, edebiyat ve basın alanındaki gelişmeler ele alınmaktadır.
Yazar, 1960’ların sonunda ve 1970’lerin başında siyasi sistemdeki artan değişim
talepleri neticesinde Boşnakların ulus olarak tanınmalarının gerçekleşmesini ve
bunun 1974 anayasasına yansımasını ele almaktadır. Ancak, “Büyük Sırbistan’ın
Yugoslavya’da yeniden kurulması” fikri Tito’nun ölümünden sonra yeniden
hortlatılmış, dağılmanın yolunu açmıştır. Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlıklarının ilanından sonra Bosna Hersek de 29.02.1992 tarihli referandumla bağımsızlığını ilan etmiştir. Eser, 1992 yılında Bosna’ya karşı başlatılan “Büyük
Sırbistan hedefli saldırılar” ve Bosnalı müslümanların uğradığı soykırım ile sona
ermektedir. Ancak kitap büyük ölçüde savaş şartlarında kaleme alındığından, savaşın detayları ve sonucu anlatıda yer almamaktadır.
Kitap, kurgusal metodu itibarıyla “kısa tarih” izlenimi yaratmakla birlikte,
yazarın da belirttiği üzere yola bu niyetle çıkılmış olmasına rağmen zamanla de-
520
FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 13 (2019) Bahar
ğişmiş ve ilaveler yapılmıştır. Eserin kapsamı ve kurgusu, sözkonusu formatın
dışına çıkmış olsa da doğrudan dipnotlandırma sistemi tercih edilmemiş, kaynakçaya tarihsel dönemler bazında kitabın sonunda yer verilmiştir. Bu yöntemle
eserin yazımında faydalanılan kaynakların bir arada ve açıklamalı olarak okura
sunulması faydalı görünse de, böyle geniş kapsamlı bir eserde, kaynakların doğrudan dipnot sistemiyle verilmemiş olması akademik bilginin isabetli kullanımı
ve aktarımı açısından sakıncalar taşıyabilir.
Kitabın zengin kaynakçası, ağırlıklı olarak Boşnak, Yugoslav ve batılı tarihçilerin eser ve incelemelerinden oluşturmaktadır. Diğer taraftan, özellikle Osmanlı
dönemine dair bölümlerde, kitabın yazıldığı tarih itibarıyla sayıları az olmakla
birlikte, Türk tarihçilerin eserlerinden yeterince faydalanılmamış olması dikkat
çekicidir. Örneğin Ahmet Cevat Eren’in 1965 yılında yayınlanan Mahmud II. Zamanında Bosna-Hersek, başlıklı eseri4, imparatorluğun XIX. yüzyıl merkezileştirme siyasetinin Bosna Eyaleti’ne etkilerini ortaya koymasına rağmen kaynakçada yer almamıştır. Aynı şekilde Fikret Adanır, Kemal Karpat gibi Osmanlı Balkan
tarihçiliğinin önemli isimlerinin bazılarının eserlerine de rastlanmamaktadır. 5
Sonuç olarak eser, tarihyazıcılığı açısından değerlendirildiğinde, Bosna tarihini, son sürümü XIX. yüzyılda ortaya çıkan batı-merkezli dünya tarihyazımı
içindeki “güneydoğu Avrupa” (Southeastern / Southeast Europe)6 kalıbına hapsedilmiş, kültürel öznellikleri gözardı eden yaklaşımlardan kurtararak, onun Bosnalıların ulusal tarihi olarak yeniden kaleme alınma girişimi olarak okunabilir.
Sırp ve Hırvat tarihyazımının şoven ve yanlı yargıları ile komünist dönem balkan
tarihyazımının Osmanlı Bosnası ve Boşnaklarla ilgili yarattığı evrensel bellek
tahribatının XX. yüzyılın en karanlık insanlık dramının zihinsel altyapısının oluşumuna da yol verdiği düşünüldüğünde, eserin önemi daha da artmaktadır. Bu bağlamda İmamović eseriyle, şoven milliyetçi ve hamasi söyleme prim vermeksizin
inşa ettiği Bosnalıların uzak geçmişlerinden bugüne uzanan tarihlerini, zengin
kaynaklarla ve nesnel bir dönemselleştirme ile balkan tarihyazımı içerisindeki
hakikat çizgisine çekmekte, önemli bir eksikliği doldurmaktadır.
4
5
6
Ahmet Cevat Eren, Mahmud II. Zamanında Bosna-Hersek, Nurgök Matbaası, 1965.
2000’li yılların başından itibaren ise Türkiye’de ve dünyada Bosna Tarihi üzerine araştırmalarda görece bir artış yaşanmıştır. Hatice Oruç, Aydın Babuna, Zafer Gölen, Mehmet Emin
Yardımcı, Fatma Sel Turhan, Emine Tonta Ak gibi Türkiyeli tarihçilerin Osmanlı Bosnası’nı
konu alan araştırmaları dikkat çekicidir.
Genellikle Balkanlar yerine tercih edilen “güneydoğu Avrupa” adlandırması, sözkonusu tarihyazımı formatının Osmanlı Balkanları için tercih ettiği terminolojinin ürünüdür. Bu nedenle,
en azından Osmanlı hakimiyetini kapsayan devir için kullanımının kasıtlı bir analoji olduğunu
vurgulamak isterim.