T.C.
MARMARA ÜNĠVERSĠTESĠ
TÜRKĠYAT ARAġTIRMALARI ENSTĠTÜSÜ
TÜRK TARĠHĠ ANABĠLĠM DALI
ORTAÇAĞ TARĠHĠ BĠLĠM DALI
ANDREW CHARLES SPENCER PEACOCK
(ESERLERĠ VE TARĠHÇĠLĠĞĠ)
YÜKSEK LĠSANS TEZĠ
ESMA SELÇUK DEMĠR
ĠSTANBUL 2019
T.C.
MARMARA ÜNĠVERSĠTESĠ
TÜRKĠYAT ARAġTIRMALARI ENSTĠTÜSÜ
TÜRK TARĠHĠ ANABĠLĠM DALI
ORTAÇAĞ TARĠHĠ BĠLĠM DALI
ANDREW CHARLES SPENCER PEACOCK
(ESERLERĠ VE TARĠHÇĠLĠĞĠ)
YÜKSEK LĠSANS TEZĠ
ESMA SELÇUK DEMĠR
TEZ DANIġMANI: DOÇ. DR. SADĠ S. KUCUR
ĠSTANBUL 2019
ĠÇĠNDEKĠLER
ÖNSÖZ ...................................................................................................................... III
ÖZET.......................................................................................................................... V
ABSTRACT .............................................................................................................. VI
KISALTMALAR ................................................................................................... VII
GĠRĠġ ..................................................................................................................... VIII
Andrew Charles Peacock’un ÇalıĢmaları ........................................................... VIII
Kitapları .................................................................................................................................. VIII
Makaleleri ................................................................................................................................ IX
I. BÖLÜM ................................................................................................................... 1
PEACOCK’A GÖRE BÜYÜK SELÇUKLU TARİHİ NEDEN ÖNEMLİ? ................................................ 1
Kaynaklara Dair ......................................................................................................................... 3
a) Ana Kaynaklar ................................................................................................................ 3
b) AraĢtırma Eserleri .......................................................................................................... 7
Büyük Selçukluların Menşei Meselesi ..................................................................................... 10
Selçukluların Maveraünnehir ve Horasan’a Göçleri Meselesi ................................................ 12
Göçebelerin Sosyal Yapısı ve Selçuklularla Münasebetleri ..................................................... 13
Selçuk’un ÖlümündenTuğrul ve Çağrı Beyler Devrine Kadar Selçuklu Tarihi.......................... 15
“Bir İslâm Hükümdarı” Olarak Tuğrul Bey’in Temayüz Etmesi................................................ 18
Tuğrul’un İran ve Irak Politikası............................................................................................... 20
Selçuklular ve İslâmiyet ........................................................................................................... 22
Büyük Selçuklular ve Zimmîler ................................................................................................ 29
Büyük Selçuklularda Hakimiyet Telakkisi ve Meşruiyetin Temelleri ....................................... 32
II. BÖLÜM ............................................................................................................... 36
PEACOCK'UN BÜYÜK SELÇUKLULAR'IN ĠDARĠ, ASKERĠ, ..................... 36
ĠKTĠSADĠ TARĠHĠNE DAĠR TESPĠTLERĠ ........................................................ 36
Büyük Selçuklu Sarayları ve Saray Hayatı ................................................................................ 36
Kâtibler, Bürokratlar ve Yönetim ............................................................................................ 45
Selçuklu Ordusu ve Askerî Yapısı............................................................................................. 54
Büyük Selçuklular ve İktisadi Hayat......................................................................................... 63
Selçuklu Hakimiyeti ve İktisadi Değişim .................................................................................. 63
Büyük Selçuklular Devrinde Türkmenlerin Tarıma ve Ekonomik Hayata Etkileri .................... 65
Büyük Selçuklular ve Ticaret ................................................................................................... 66
Büyük Selçuklular ve Şehircilik ................................................................................................ 67
I
III. BÖLÜM .............................................................................................................. 71
PEACOCK’UN TÜRKĠYE SELÇUKLULARI’NA DAĠR TESPĠTLERĠ ......... 71
Kaynaklara Dair ....................................................................................................................... 71
Anadolu’nun Türkleşmesi ....................................................................................................... 75
Anadolu’da Türkmen Meselesi ............................................................................................... 81
Türkiye Selçukluları ve Mevlevîlik ........................................................................................... 88
Türkiye Selçukluları Siyasi Tarihi ............................................................................................. 91
Türkiye Selçukluları’nın Karadeniz Politikaları ...................................................................... 100
SONUÇ .................................................................................................................... 109
KAYNAKÇA .......................................................................................................... 111
ÖZGEÇMĠġ ............................................................................................................ 113
II
ÖNSÖZ
Türk tarihinin en önemli dönemlerinden birini Büyük Selçuklular ve Türkiye
Selçukluları teĢkil eder. Önemine binaen daha XIX. yüzyıldan itibaren hem ülkemizde
hem de yurt dıĢında bu dönemlerin muhtelif konularını ele alan araĢtırmalar kaleme
alınmıĢtır. Bunun yanında dönemin ana kaynaklarının büyük bir kısmı da neĢredilmiĢtir.
Selçuklu tarihi hakkında çalıĢmaları bulunan araĢtırmacılardan biri de
A. S. C.
Peacock‟tur.
A. S. C. Peacock, çalıĢmalarını daha çok Ortaçağ Türk tarihi üzerine teksif
etmiĢtir. Özellikle de Büyük Selçuklular ve Türkiye Selçukluları tarihini temel araĢtırma
konusu olarak belirlemiĢtir. Bu dönemlerin hem siyasi tarihinin hem de iktisadi, sosyal
ve idari tarihinin farklı meseleleri üzerine kitaplar ve makaleler kaleme almıĢtır.
Peacock‟un kitaplarından biri Türkçe‟ye de tercüme edilmiĢtir. Biz bu tez çalıĢmasında
Peacock‟un Büyük Selçuklular ve Türkiye Selçukları tarihine dair kaleme aldığı
çalıĢmaları analitik bir Ģekilde ele almaya çalıĢtık.
Tezimiz, GiriĢ, üç bölüm ve sonuçtan müteĢekkildir. GiriĢte Peacock‟un
çalıĢmalarının izahlı kronolojik bir dökümü yapıldı. Birinci bölümde Peacock‟un Büyük
Selçuklu tarihine dair tespitleri ele alındı. AraĢtırmacının bu dönem kaynaklarını
kullanma Ģekli, dönemin siyasi tarihine dair tespitleri ile Selçuklular döneminde
yönetimin Müslümanlar ve gayrimüslimlerle olan münasebetlerine dair tezleri üzerinde
duruldu. Ġkinci bölümde ise Peacock‟un Büyük Selçuklular‟ın idari, askeri ve iktisadi
yapısına dair tespitleri değerlendirildi. Tezimizin üçüncü bölümünde ise Peacock‟un
Türkiye Selçuluları ile ilgili kaleme aldığı çalıĢmaları incelendi.
III
Uzun sayılabilecek ve hayatımın dönüm noktalarına denk gelen tez çalıĢmasında
sona gelmenin verdiği heyecan ve burukluk tarif edilmez. Bu süreci hem en az streste
hem de en dolu Ģekilde geçirmemi sağlayanların baĢında elbette tez danıĢmanım Doç.
Dr. Sadi S. Kucur gelir. Kaynakların temininde gösterdiği kolaylık ve tezde
karĢılaĢtığım müĢkillerin hallindeki müĢfik tavrı için sayın hocama teĢekkür ederim.
Onca yoğunluğuna rağmen ilim yolunda babacan tavrı ile her daim bana destek olan ve
çalıĢmalarımda beni cesaretlendiren değerli hocam Prof. Dr. Erhan Afyoncu‟ya; tarih
bölümünde yüksek lisansa baĢlamama vesile olan hocam Prof. Dr. Mustafa Sabri
KüçükaĢcı‟ya müteĢekkirim. Tez sürecinde her türlü desteği veren, varlıklarıyla her
dem mesrur olduğum babam, annem ve kardeĢlerime de teĢekkür ederim.
Akademisyenin hayatının zorluklarını ve güzelliklerini kendisinde gördüğüm, tez
çalıĢmam sırasında bu zorluklara bakarak pes etmeye yaklaĢtığım demlerin, ilimle
meĢgul olmanın güzel yönlerini göstererek bana çalıĢma azmi veren eĢime; “anne tez
neden adı gibi tez olmaz” diyen ve dünyaya tez kavramıyla gözlerini açan ve elimde
olmadan çalıĢmalarım sırasında ihmal ettiğim oğluma da bu vesileyle müteĢekkir
olduğumu ifade etmek isterim.
Ümraniye, 2019
Esma SELÇUK DEMĠR
IV
ÖZET
Bu çalıĢmada A.S.C. Peacock‟un Büyük Selçuklular ve Türkiye Selçukluları
tarihine dair çalıĢmaları değerlendirildi. GiriĢte Peacock‟un çalıĢmalarının genel bir
dökümü yapıldı. Birinci ve ikinci bölümlerde ise Peacock‟un Büyük Selçuklu tarihine
dair tespit, tenkit ve tezleri değerlendirildi. Üçüncü bölümde ise Peacock‟un Türkiye
Selçuklu tarihine dair muhtelif meseleleri ile ilgili görüĢleri ele alındı.
Bu çalıĢma için Peacock‟un yayınlanmıĢ kitap ve makaleleri tarandı. Peacock‟un
zikredilen dönem ve konularla ilgili görüĢleri kronojik bir kurgu içinde değil, analitik
bir yaklaĢımla değerlendirilmeye tâbi tutuldu.
V
ABSTRACT
In this study, A.S.C. Peacock‟s studies about the histories of The Great Seljuk
Empire and The Seljuks of Anatolia have been studied. In the introduction a general list
of his studies have been listed. In the first and second chapters his determinations,
critiques and theses have been evaluated. In the third chapter, his opinions concerning
various affairs in the Seljuk of Anatolia have been discussed.
In this study, Peacock‟s published books and articles have been analyzed.
Peacock‟s ideas concerning the said period and the subjects have been reviewed not in a
chronological way but in an analytical approach.
VI
KISALTMALAR
a.mlf
: aynı müellif
AÜĠFD
: Ankara Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Dergisi
bk.
: bakınız
BOA
: BaĢbakanlık Osmanlı ArĢivi
çev.
: çeviren
çev.yz.
: çeviri yazı
DĠA
: Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi
DTCF
: Dil Tarih Coğrafya Fakültesi
ed.
: editör
haz.
: hazırlayan
ĠA
: Milli Eğitim Bakanlığı Ġslâm Ansiklopedisi
nr.
: numara
s.
: sayfa
TM
: Türkiyat Mecmuası
vd.:
ve diğerleri
VII
GĠRĠġ
Andrew Charles Peacock’un ÇalıĢmaları
Kitapları
1) Mediaeval Islamic Historiography and Political Legitimacy: Bal‘ami’s
Tarikhnama, London 2007.
Peacock‟un Cambiridge‟de 2003‟te savunduğu bu doktora tezinde, genellikle
Taberî‟nin Tarihi‟nin Ebu Ali Belâmî tarafından X. Yüzyılda Farsça‟ya tercümesi kabul
edilen Târih-i Belâmî ele alınmıĢtır. AraĢtırmacı önce Sâmanî devri tarih yazımının,
Taberî‟nin Tarihi ile ilgili tercümeleri ve Belâmî‟nin hayat hikayesini ele alır. Sonra ise
Belâmî‟nin tercümesinin Ģekil ve içerik analizini yapar.
Peacock, genellikle Taberî Tarihi‟nin tercümesi olarak bilinen bu eserle ilgili
neden çalıĢtığını Ģöyle açıklar:
“Zaten belirttiğim üzere Belâmî‟nin Tarihnâmesini çalıĢmak için sebepler değiĢiklik gösterir ve
hem kültürel hem politik tarih bakıĢ açısından onun etkisi dikkate değerdir. Gerçi günümüze kadar pek az
ilmi dikkate nail oldu. Bunun sebebi kısmen Ģudur: Tarihname‟nin çok sayıda günümüze ulaĢan el
yazmasının yeterince çalıĢılmadan önce çözülmeye ihtiyacı olan fazlaca metinsel zorluğu sunmasıdır.
Ama bu ihmalin en önemli sebebi, Ģüphesiz Târihnâme‟nin meĢhur ilim adamı ve hukukçu Taberî
tarafından H. IV/M. X. yüzyıl baĢında Bağdat‟ta derlenen meĢhur bir Arapça kitap olan Târih el-Rasul
ve’l-Mülûk‟ün tercümesi olarak malum tespitidir. Belami‟nin kendisi bu çalıĢmanın kısaltılmıĢ bir Farsça
tercümesini temin etmeye niyet ettiğini iddia eder ama aslında Arapça orijinalinden öyle farklılık gösterir
ki, Belami‟nin Arapça metni kendi Farsça versiyonunda neden ve nasıl değiĢtirdiğini ve aslında neden
Târihnâmesini bir tercüme olarak sunma peĢinde koĢtuğunu anlamak için bunu Taberi‟nin çalıĢması ile
kıyaslamak ve karĢılaĢtırmak gereklidir”.
AraĢtırmacı kendi çalıĢmasının üç temel mesele üzerinde odaklandığını belirtir.
Bunlar Târihnâme‟nin neden yazıldığını ve bu metnin mevcut formları neden
oluĢtuğunu ortaya koymak; bu kadar uzun süre nasıl etkili kaldığını anlamak;
Târihnâme‟nin karmaĢıklığı ve önemini vurgulayarak diğer ilim adamlarının burada
geliĢi güzel muamele edilmiĢ ve ihmal edilmiĢ noktaları araĢtırmak.
2) Early Seljūk History: A New Interpretation, London 2010. Eserin Türkçe
çevirisi için bk. Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, Yeni Bir Yorum, çev. Zeynep Rona,
Ġstanbul 2016.
3) The Great Seljuk Empire, Edinburg 2015.
VIII
Makaleleri
1) “Ahmad of Niğde‟s al-Walad al-Shafiq and the Seljuk past”, Anatolian
Studies, 54 (2004), s. 95-107. Bu çalıĢmada, bugüne kadar üzerine müstakil bir çalıĢma
yapılmamıĢ olan ve tek nüshası Süleymaniye Kütüphanesi‟nde bulunan al-Walad alShafiq/El-Veledü’l-ġefik adlı Farsça eser ele alınmıĢtır. Eserin müellifi XIV. yüzyılda
yaĢayan Niğdeli Kadı Ahmed‟dir. Peacock, bu makalesinde Niğdeli Ahmed‟in
eserinden hareketle XI.-XIV. yüzyıl Anadolu‟sunun toplumsal hayatına dair tespitlerde
bulunmaya çalıĢmıĢtır. Ayrıca, Niğdeli Kadı Ahmed'in hayatı ve geçmiĢi hakkında elde
kalan bilgiler de değerlendirilerek bu çalıĢmanın neden ve kim için yapıldığı üzerinde
durmuĢtur. Peacock, yazmanın tamamı üzerinde değil de daha çok Selçuklu ve Moğol
tarihi ile alakalı bölümleri üzerine yoğunlaĢmıĢtır.
2) “Nomadic Society and the Seljuq Campaigns in Caucasia”, Irand and the
Caucasus, 9/2 (Leiden 2005), s. 205-230. Peacock, bu makalesinde XI. yüzyıl
sonlarının ortalarında Doğu Anadolu ve Güney Kafkasya‟ya yönelik Selçuklu yayılması
üzerinde durur. Bu bölgeye odaklanmasının temel iki sebebi Ģunlardır: Ġlk olarak
Ortadoğu'daki Türk kabilelerinin en erken yerleĢim alanının buralarda teksif etmiĢ
olması.
Ġkinci olarak bölgeye yönelik Selçuklu saldırılarının seyrinin, etki ve
neticelerinin, diğer bölgelere nazaran daha ayrıntılı olarak takib edilebilmesidir.Diğer
bir önemli amil de döneme dair Gürcüce, Arapça, Rumca, Ermenice ve Türkçe
kaynakların
zenginliğidir.
Dede
Korkut
hikayelerinin
çoğunun
arka
planını
Kafkasya‟daki Türk ilerlemesi teĢkil ettiğinden kaynaklar daha da zenginleĢmektedir.
3) “Georgia and the Anatolian Turks in the 12th and 13th Centuries”, Anatolian
Studies, 56 (2006), s. 127-146. Peacock, makalesinin özetini kendisi Ģöyle yapmıĢtır:
“Bu makalede, Gürcistan Krallığı ile Anadolu Müslümanlarının XII. yüzyıldan XIII.
yüzyıl ortalarındaki Moğol istilasına kadar olan dönemdeki siyasi ve askeri iliĢkileri
incelenmektedir. Gürcistan'ın XII. yüzyıl boyunca süregelen yayılımı ve Anadolu'nun
Müslüman yöneticileri ile kendilerini koruma sözü karĢılığı yapılan evlilik anlaĢmaları
Gürcistan‟ı, Mardin'deki Artuklular gibi sınır paylaĢımı dahi olmayan uzak yönetimlerle
bile anlaĢmazlığa sürüklemiĢtir. Bu arada XII. ve XIII. yüzyılın büyük bir diliminde
Erzurum, Gürcistan'ın hükümdarlığını kabul etmiĢ gibi görünmektedir. XIII. yüzyılda
ortaya çıkan Moğol tehdidi Selçuklu - Gürcü ittifakını zorunlu kılmıĢ ve bu dönemde
Selçuklu ordusunun önemli bir bölümünü Gürcü askerler oluĢturmuĢtur. Bu ittifak
Selçuklu sultanı ile Gürcistan hanedanı Bagratidlerin bir üyesinin evlenmesi ile garanti
IX
altına alınmıĢtır. Bagratid hanedanı ile kurulan bu iliĢkinin Selçuklulara itibar
kazandırdıgı anlaĢılmaktadır”.
4) “Black Sea trade and the Islamic world down to the Mongol period”, The
Black Sea: Past, Present and Future, Poreceedings of the international,
interdisciplinary conference Istanbul, 14-16 October 2004, ed. Gülden Erkut-Stephen
Mitchell, Ġstanbul 2007, s. 65. Peacock‟un makale özeti Ģu Ģekildedir: “Bu makale
Karadeniz‟in 9-13. yüzyıllar arasında Ġslam dünyası ile ticari rolünü değerlendirmekte
ve birbiriyle derin ticari iliĢkiler geliĢtirmiĢ olan Ġslam dünyası ile Kuzeydoğu Avrupa
arasındaki güçlü damarlardan birini oluĢturduğunu iddia etmektedir. Ticaret XI.
yüzyılda Anadolu‟da Selçuklu akınlarının baĢlaması ve aynı dönemde Ġslam dünyasında
baĢgösteren gümüĢ krizi ile gerilemiĢ ve Rum Selçuklu sultanının desteği ile XII. yüzyıl
ve erken XIII. yüzyılda yeniden canlanmıĢtır”.
5) “„Utbi‟s al-Yamini: patronage, composition and reception”, Arabica 54/iv
(2007): 500-525. Peacock, bu makalede ele aldığı konuyu Ģöyle özetler: “Ortaçağ Ġslami
tarih yazımının en meĢhur çalıĢmalarından biri, yeminü’d-devle sıfatından adını alan
görünüĢe göre Gazneli Sultan Mahmud‟un erdemlerini anmak için Ebu Nasr Utbî
tarafından XI. yüzyıl baĢında yazılan Arapça el-Yeminî‟dir. Eserin birçok elyazması
günümüze ulaĢmıĢ ve tarihi bir çalıĢma için alıĢılmamıĢ Ģekilde çok sayıda yoruma
konu olmuĢtur. XIII. yüzyıl baĢında ve tekrar XIX. yüzyılda Hindistan‟da Farsçaya ve
ayrıca Osmanlı Türkçesine çevrildi. Utbî‟nin çalıĢması Ortaçağ doğu Ġslam dünyasının
tarihi, özellikle de Orta Asya Samani Devleti‟nin düĢüĢü ve Sebuktegin ve onun oğlu
Mahmud altında Gazneli sultanlığının yükseliĢi için bir kaynak olarak çok önemlidir
ama yazarın kaydettiği hadiselerin çoğunda görgü Ģahidi ve katılımcı olsa da, modern
ilim adamları Mahmud‟a karĢı methiye söyleyen ve fazlaca tumtutaklı görünen tarzı
yüzünden Yeminî‟ye pek hoĢ olmayacak Ģekilde bakarlar. Ama Yeminî, kafiyeli
nesire dayanan sofistike tarzda oluĢturulmuĢ günümüze ulaĢan en eski tarih yazımı
çalıĢması olduğu için dikkate değer yazınsal öneme sahiptir”.
6) “The Enigma of „Aydhab: a Medieval Islamic Port on the Red Sea Coast”,
International Journal of Nautical Archaeology, 37/I (2008), s. 32-48. Bu makalede,
Kızıl Deniz kenarındaki bir liman kenti olan; Yemen, Hindistan ve Uzak Doğu
ticaretinde önemli bir yer tutar Aydhab‟ın tarihi serüveni konu edinilmiĢtir. Uydu
görüntüleri ve haritaların da kullanıldığı çalıĢmada, seyyahların verdiği bilgilerden ve
arkeolojik kazılardan da istifade edilmiĢtir. Aydhab‟ın konumu, bir liman olarak önemi
X
ve ticari hayattaki rolüne dair tespitlerde bulunulmaktadır. Ayrıca bu liman kentinin
hangi dönemden itibaren gerilemeye baĢladığı meselesi üzerinde durulmaktadır.
Peacock, uydu görüntülerinden hareketle Aydhab‟ın limanının 20 km uzaklıktaki
Halaib‟in olmasının muhtemel olduğunu ileri sürer.
7) “Sinop: A Frontier City in Seljuq and Mongol Anatolia”, Ancient
Civilizations from Scythia to Siberia, 16 (2010), s. 103-124. Bu makalede Sinop‟un
1214‟ten XIV. yüzyılın baĢına kadar tarihi üzerinde durulur. Bu dönemde Ģehir,
Selçuklular, Pervaneoğulları ve Candaroğulları‟nın idaresi altına girmiĢtir. Yine bu süre
zarfında iki defa Moğol hakimiyetine girmiĢ ve Ģehre hakim olabilmek için Selçuklular
ile Trabzon Rum Ġmparatorluğu arasında mücadeleler baĢgöstermiĢtir. Makalenin ilk
bölümünde Sinop‟un siyasi tarihi ele alınmıĢ ve bazı kronojik hatalar düzeltilmeye
çalıĢılmıĢtır. Makalede üç konu üzerinde hassaten durulmuĢtur: ġehrin savunma
sistemleri, ticareti ve Ģehirdeki Müslüman-Hristiyan münasebetleri. ÇalıĢmada, Arapça
ve Farsça kitabi kaynakların yanında Sinop kitabeleri de kullanılmıĢtır.
8) “The Seljūk Campaign against the Crimea and the Expansionist Policy of the
Early Reign of Alā‟ al-Dīn Kayqubād”, The Royal Asiatic Society, series 3, 16/2 (2006),
s. 133-149. (“Kırım‟a KarĢı Selçuklu Seferi ve Alâeddin Keykubad‟ın Hâkimiyetinin
Ġlk Yıllarındaki GeniĢleme Polotikası”, çev. Murat KeçiĢ-Ali Mıynat, DTCF Tarih
AraĢtırmaları Dergisi, 29/47 (Ankara 2010), s. 243-265). Bu makalede, Farsça, Arapça,
Rumca ve Ermenice kaynaklar kullanılarak Kırım‟ın önemli ticaret Ģehirlerinden
Suğdak‟a yönelik 1220 yılındaki Selçuklu seferi ele alınmıĢtır. Peacock, önce Suğdak
seferi ile ilgili yapılan çalıĢmaları değerlendirir ve neden bu seferin önemli olduğunu
izah eder. Özellikle seferin hangi tarihte olduğu meselesi üzerinde durur. Ayrıca
buradaki Selçuklu hakimiyetinin ne kadar devam ettiğini tartıĢır.
9) “Identity, Culture and Religion on Medieval Islam‟s Caucasian Frontier”,
Bulletin of the Royal Institute for Inter-Faith Studies, 13 (2011), s. 69-90. Peacock, bu
makale, daha çok Gürcü Krallığı özelinden hareketle XI.-XIV. yüzyıllar arasında
Kafkasya‟daki Müslüman ve Hristiyan münasebetlerini ele alır. Burada siyasi
iliĢkilerden ziyade halklar arasındaki kültürel münasebetler üzerinde yoğunlaĢılmıĢtır.
Makalede Gürcistan Krallığı tebaası olan Müslümanların yine bu krallığın tebaası olan
Hristiyanlarla temas alanları ve bunların nitelikleri temel meseledir. Yazar, burada
Hristiyanların Müslümanlara nazaran etkileĢime daha açık olduklarını iddia eder.
ÇalıĢmada Kafkasya‟daki din değiĢtirme konusu üzerinde de durulmuĢtur. Makalede
XI
Gürcistan Krallığı‟nın askeri, idari ve iktisadi teĢkilatı üzerindeki Müslüman etkileri de
ayrı bir baĢlıkta değerlendirilmiĢtir.
10) “„Imad al-Din al-Isfahani‟s Nusrat al-Fatra, Seljuq politics and Ayyubid
origins” in Robert Hillenbrand, A.C.S. Peacock and Firuza Abdullaeva (eds) Ferdowsi,
The Mongols and the History of Iran: Art Literature and Culture from Early Islam to
Qajar Persia London: IB Tauris (2013): 79-91. Peacock, bu makalesinde 1125-1201
yılları arasında yaĢayan, birçok resmi görev yapan ve Kudüs seferi haricindeki bütün
seferlerinde sırkâtibi olarak Selahaddin Eyyübi‟nin yanında bulunan Ģair, edip, münĢi ve
tarihçi Ġmadü‟d-Din el-Ġsfahanî tarafından kaleme alınan Nusretü’l-fetre ve usretü’lkatre adlı tarih eserini incelener. Bu eser, 569/1174 yılına kadar gelen Ġran-Irak
Selçukluları tarihidir. Eserin tek nüshası Paris‟te Bibliothèque Nationale‟dedir (nr.
2145). Peacock‟a göre bu eser bugüne kadar hak ettiği ilgiye mazhar olmamıĢ ve tarihi
veriler yeterinde kullanılmamıĢtır. AraĢtırmacı, bu çalıĢmasında Nusretü‟l-fetre‟nin bu
önemini ortaya çıkarmaya çalıĢmıĢtır.
11) “From the Balkhan-Kuhiyan to the Nawakiya: Nomadic Politics and the
Foundations of Seljuq Rule in Anatolia”, Nomad Aristocrats in a World of Empires,
Weisbaden 2013, s. 55-80. Peacock, bu çalıĢmasında hayatlarına dair kitabî bilgilerin
oldukça sınırlı olduğu XI. yüzyıl Oğuzları üzerinde durur. Her ne kadar kitabî kaynaklar
sınırlı olsa da Peacock, özellikle bu noktada KaĢgarlı Mahmud‟un Divânu Lügâti’t-Türk
adlı eserini kullanarak Oğuzlar hakkında bazı tespitlerde bulunmaya çalıĢmıĢtır. Buna
mukabil yazar, KaĢgarlı‟nın verdiği bazı bilgilerin problemli yönlerini de tartıĢmaya
açar. Peacock, bu makalede üzerinde durduğu konuları Ģöyle izah eder: “Tarihi kayıt ve
KaĢgarlı tarafından sağlanan görünüĢe göre gerçek etnografik bilgi arasındaki çeliĢki,
önceki çalıĢmalarda yaptığım tartıĢmaları yeniden gözden geçirerek ve yeniden
değerlendirerek XI. yüzyıl Türkmenleri arasındaki politik yapının mahiyetini araĢtırma
yolunu bu makalede irdelemek istiyorum. KaĢgarlı‟nın tanıklığına rağmen XI. yüzyılda
kanıtlanmıĢ ana Türkmen gruplarının onun kabileleri olmadığını iddia ediyorum ama
onlar, Balkan-Kuhiyan, Irakıye ve Navekiye olarak bilinen göçebe yığınlarıydılar. Bu
gruplar ve Selçuklular (Selçuklu sultanları ve onların destekçileri) arasındaki
düĢmanlığa rağmen bir kısmı Selçuklu soyundan gelen aristokratik elit tabaka
tarafından bu göçebe gruplara öncülük edildiğini göstereceğim. XI. yüzyılın ikinci
yarısında Suriye ve Anadolu illerine gelen Navekiye için
kanıtımız ziyadesiyle
güçlüdür. Bu makalenin son kısmında, oradaki Selçuklu yönetiminin sonraki gidiĢatına
XII
ıĢık tutan bir anlaĢmazlık olarak büyük Selçuklu sultanları Alp Arslan ve MelikĢah ile
Navekiye‟nin liderleri arasındaki kontrol mücadelesini inceleyeceğim”.
12) “Court and Nomadic life in Saljuq Anatolia”, Turko-Mongol Rulers, Cities
and City Life, ed. David Durand-Guédy, Leiden-Boston 2013, s. 191-222. Bu makalede,
Türkiye Selçukluları‟nda göçebelerin hayatları ve saray ile münasebetleri üzerinde
durulur. Peacock, her ne kadar daha önceki çalıĢmalarda göçebeler ile merkezi otorite
arasında sürekli gerilimler ve çatıĢmalar olduğu yönünde bir kurgu yapılmıĢtır; buna
mukabil kendisi göçebeler ile merkezi otoritenin birbirlerine nasıl muhtaç olduklarını
göstermeye çalıĢmıĢtır. Yazar, merkezi otoritenin aslında hiçbir zaman göçebe
geçmiĢini unutmadığını, bunun günlük hayata dahi yansıdığını iddia eder. Türkiye
Selçukluları‟nda görülen seyyar sarayların ise göçebe kültürün bir devamı olmaktan
ziyade göçebeler üzerinde hakimiyeti idame ettirmek üzere uygulandığını savunur.
13) “The Seljuk Sultanate of Rum and the Turkmen of the Byzantine frontier,
1206-1279”, Al-Masaq: Journal of the Medieval Mediterranean, 26/3 (2014), s. 267287. Peacock, makalenin konusunu Ģöyle özetler: “Selçuklu Devleti bu sınır
bölgelerindeki yerlere odaklanarak XIII. yüzyıldaki Rum Selçuklu Sultanlığı ve onun
Bizans komĢularını bu makale araĢtırır. Paul Wittek‟in fikirlerinden etkilenen sınırlara
dair bilgi burayı “hiç kimseye ait olmayan bölge” olarak gördü. Politik, ekonomik,
kültürel ve dini
olarak merkez Anadolu‟daki
Selçuklu sultanlığının Ģehir olarak
merkezinden ayrı, büyük ölçüde sultan kontrolü dıĢında hareket eden Türkmenler olan
göçebe Türkler hakimdi. Sınırın Selçuklu ve Rum taraflarının parçasını oluĢturdukları
devletlerden daha fazla birbirleri ile ortak Ģey paylaĢtıkları sıklıkla düĢünülür. Aksine
aslında batı sınır bölgelerinin Selçuklu Anadolusuna yakından entegre olduğunu bu
makale ele alır. Dahası XIII. yüzyılın ikinci yarısında Selçuklu Sultanlığını Moğol
hakimiyeti ile Selçuklu ve Moğol elit tabakası, sultanlığın ileri gelen kiĢilerinin
bazılarının mülkler ve vakıflara sahip olduğu bu sınır bölgesine gitgide artarak dahil
oldu”.
14) “Court Historiography of the Seljuk Empire in Iran and Iraq: Reflections on
Content, Authorship and Language”, Iranian Studies, 47/2 (2014), s. 327-345. Peacock,
bu makalesinde Selçuklu döneminde (1040-1194) kaleme alınan Arapça ve Farsça
literatürü yeni bir bakıĢ açısıyla ele alır. Daha çok sarayla bağlantılı üretilen literatür
üzerine eğilir. Arapça ve Farsça literatür arasında ne tür münasebetlerin bulunduğu,
neden ve kimler için bu eserlerin hazırlandığı ve neden Arapçayı veya Farsçayı tercih
XIII
ettikleri suallerine cevaplar arar. Ayrıca Selçuklu dönemi literatürünün Gazneli dönemi
literatüründen nasıl etkilendiği meselesini gündeme getirir. Özellikle Selçuklu saray
tarihçiliği ile Gazneli saray tarihçiliğini mukayese eder.
15) “Khurasani historiography and identity in the Light of the Fragments of the
Akhbar Wulat Khurasan and the Tarikh-i Harat”, Medieval Central Asia and the
Persianate World, ed. A.C.S. Peacock and D.G. Tor, London, IB Tauris 2015, s. 143160. Bu çalıĢmada Horasan‟daki tarih yazımı ve burada üretilen eserlerin bölge tarihini
ortaya çıkarmadaki önemi ortaya konulmaya çalıĢılmıĢtır. ÇalıĢmanın giriĢinde Ġslâm
dünyasındaki bölgesel tarih yazımının ortaya çıkmasına dair bilgiler verilmiĢtir.
Makalenin devamında Muhtâçoğulları‟ndan Ebû Bekir Muhammed adına Ebû Ali Sellâmî-i NîĢâbûrî‟nin kaleme alınan Kitâbü Ahbâri vülâti Horâsân‟ın muhtevası ele
alınmıĢtır. Peacock, zikredilen eserin Ebû Ali Sellâmî-i NîĢâbûrî tarafından ileri sürülse
de aslında bu kaynağın birkaç kiĢi tarafından meydana getirildiğini yazar. Eserin orijinal
hâlinin günümüze ulaĢmadığını, eserden sonraki dönem müelliflerinin atıfları sayesinde
haberdar olduğumuzu kaydeder. AraĢtırmacı, Kitâbü Ahbâri vülâti Horâsân‟ın neden ve
nasıl hazırlandığı suallerine cevaplar vermeye çalıĢtıktan sonra eserin Horasan tarihi
açısından önemini ortaya koymaya çalıĢmıĢtır.Daha sonra ise Târih-i Herat adlı eserin
bölge tarihi açısından kıymetinin ne olduğu tespit edilmeye gayret edilmiĢtir.
16)
“An Interfaith Polemic of Medieval Anatolia: Qādī Burhān al-Dīn al-
Anawī on the Armenians and their Heresies”, Islam and Christianity in Medieval
Anatolia, ed. A.C.S. Peacock - Bruno De Nicola - Sara Nur Yıldız, 2015, s. 233-261.
Peacock, bu makalede Süleymaniye Kütüphanesi‟nde bulunan Enisü’l-Kulub adlı eseri
ele alır. Ani Ģehrinden olan Burhaneddin el-Anevî‟nin peygamberler tarihi olarak
kaleme aldığı 24 bin beyitlik Enisü’l-Kulub, özellikle Ani‟deki Ermeniler hakkında
verdiği bilgilerle dönemin birçok Müslüman müellifinin eserinden ayrılır. Peacock, bu
eserden hareketle Müslüman-gayrimüslim münasebetlerini ortaya koymaya çalıĢır. Bu
manada önce eserin fiziki özellikleri ve muhtevasını kısaca anlatır. Sonra da Ermenilere
dair verilen bilgiler üzerine durur.
17) “Advice for the Sultans of Rum: The „mirrors for princes‟ of early
thirteenth-century Anatolia”, Turkish Language, Literature and History, Travelers’
tales, sultans, and scholars since the eighth century, ed. Bill Hickman-Gary Leiser,
2016, s. 276-307. Peacock, bu makalesinde XIII-XV. yüzyıllar arasında Türkiye
Selçukluları
zamanında
kaleme
alınan
siyasetname/nasihatname
literatürünü
XIV
değerlendirir. Yazar, makaledeki amacının neler olduğunu Ģöyle izah eder: “Bu
bölümün amacı bu türe bir ön araĢtırma sunmak. Bölük pörçük bireysel çalıĢmalardan
ziyade bir külliyat olarak Selçuklu Anadolu‟sunun tavsiye literatünü incelemek”.
Peacock, bu literatürden hareketle Anadolu‟daki saray hayatına dair verilere ulaĢmaya
çalıĢmıĢtır. Ayrıca böyle eserlerin hangi saiklerle kaleme alındıkları ve müelliflerinin
içinde bulundukları Ģartlar üzerinde durulmuĢtur. Bu veriler sayesinde saraydaki
hizipleri ortaya çıkarmayı hedeflemiĢtir. Peacock, makaleyi Ģöyle özetler: “Bu bölümde,
1243‟te Anadolu‟nun Moğolar tarafından iĢgalinden önce olan dönemde oluĢturulan bu
çalıĢmaları incelemeye teĢebbüs edeceğiz. Böylece bu makalede, sultanlar Rukneddin,
SüleymanĢah, Ġzzeddin I. Keykavus ve Gıyaseddin I. Keyhüsrev için yazılmıĢ XIII.
yüzyılın baĢında itibaren tavsiye literatürünün günümüze ulaĢan 3 çalıĢmasını
inceleyeceğiz: bölümün 2. kısmında günümüze ulaĢan dört çalıĢmaya bakacağız (3
Farsça, 1 Arapça) Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat‟ın en müthiĢ
saltanatına tarihlidir. Son olarak çalıĢmaların politik felsefesi, yazarların niyetleri ve
onların kabullerine dair kısa yorumlar sunacağım”.
18) “Firdawsi‟s Shahnama in its Ghaznavid Context”, IRAN Journal of the
British Institute of Persian Studies, 56/1 (2018), s. 2-12. Peacock, bu makalesinde
Firdevsî‟nin ġâhnâme/ġehnâme adlı Ġran tarihine dair manzum eserinin bazı
meselelerini ele alır. AraĢtırmacı makalede kendisinin özellikle üzerinde duracağı
meseleleri Ģöyle açıklar:
“Bu makalede ġehnâme‟yi o zamanın Ģartlarında değerlendirmek istiyorum. Ġlk olarak
neredeyse aynı zamanda oluĢturulmuĢ diğer tarihi çalıĢmalar ile bu eseri mukayese edeceğim, bilhassa az
daha öncesine ait olan Ġslam öncesi Ġran geçmiĢine aĢikar bir ilgi gösteren ve Ortaçağ Ġran kaynaklarına
dayanıyor gibi görünen Arapça Tarih-i Sini Mülukü’l-Arz ile karĢılaĢtıracağım; Mahmud‟un kardeĢi için
derlendiğinden bahsettiğim es-Se„âlibî‟nin Ğurer Mülûki’l-Furs‟a ve Belamî‟nin tarihine atıf yapacağım.
Bu mukayesenin amacı X. yüzyıl sonu ve XI. yüzyıl baĢının ölçütleri ile ġehnâme‟nin aslında ne ölçüde
antikalaĢmıĢ bir çalıĢma olduğuna dair daha doğru bir değerlendirme sağlamaktır. Ġkinci olarak X. yüzyıl
sonu ve XI. yüzyıl baĢında Ġran geçmiĢinin ne anlama gelebileceğine dair bazı fikirler sunmayı arzu
ediyorum”.
XV
I. BÖLÜM
PEACOCK’A GÖRE BÜYÜK SELÇUKLU TARĠHĠ NEDEN ÖNEMLĠ?
Peacock, konuyla ilgili 2010 yılında Early Seljūk History, A New Interpretation
adıyla bir kitap yayınladı ve bu çalıĢma 2016 yılında “Selçuklu Devleti‟nin KuruluĢu,
Yeni Bir Yorum” gibi Ġngilizce adınıtam da doğru yansıtmayan bir Ģekilde Selçuklu
Devleti’nin KuruluĢu, Yeni Bir Yorum adıyla Türkçeye de tercüme edildi.1 Yazar, bu
çalıĢmasının giriĢinde, Selçukluların egemenliğinin XI. ve XII. yüzyıl Ortadoğu tarihi
için demografi, din ve yönetim açısından bir dönüm noktası olduğunu; Selçukluların
hem büyük göç dalgasının bir sonucu ortaya çıktığınıhem de bu dalgayı harekete
geçirerek nüfus hareketlerine ve değiĢimlerine sebep olduğunu; bu nüfus hareketlerinin
günümüz Anadolusu, Azerbaycanı ve Kafkasyasının nüfus yapısını dahi belirlediğini;
Ġslâm dünyasında Sünni hakimiyetini ġiîlik aleyhinde olacak Ģekilde yeniden tesis
ettiğini; ikta temelli toprak sistemini kurarak hakim oldukları bölgelerin iktisadi
hayatında olumlu yönde değiĢikliklere sebep olduklarını2; Karahanlıların ve
1
2
Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, Yeni Bir Yorum, çev. Zeynep Rona, Ġstanbul 2016. Eserin Türkçeye
Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu baĢlığıyla tercüme edilmiĢ olması beraberinde birtakım sıkıntıları da
getirmiĢtir. En baĢta yazar, “Early Seljūk History” diyerek yalnızca kuruluĢ üzerinde durmayacağını
göstermiĢ, fakat tercümenin bu Ģekilde yapılması kitapta sadece kuruluĢ meselesi üzerinde durulacağı
gibi bir intiba oluĢturmaktadır. Buna mukabil Peacock, ilgili bölümlerde ele alacağımız üzere eserde
ilk dönem Selçuklularının farklı meselelerine temas etmiĢtir. Peacock‟un bu eseri ile ilgili kaleme
alınan bir tanıtım yazısı için bk. C. Edmund Bosworth, Journal of Islamic Studies, 24 (Ocak 2013), s.
86–88. Boswort‟un tanıtım yazısında Peacock‟un tespitleriyle ilgili olarak Ģunları ileri sürülmüĢtür:
“O vakit bütün bu hadiselerin yeniden yorumlandığına dair kitabın iddiası haklı mıdır? Genel olarak
evet veya muhtemelen bir Ģeyin abartısı ise bu kitap elbette bilinen malzemeye yeni görüĢler ile
doludur. Peacock, yeni ve ikna edici sonuçlar çıkararak ve daha az keskin zihinler ile pek de daha
önce fark edilmemiĢ gerçekler ortaya çıkararak, zeki ve ileri görüĢlü bir gözle kaynakları incelemiĢtir.
Bu konulardaki modern Türk tarihi yazımı zikredilir ama büyük ölçüde tartıĢılmaz veya kullanılmaz;
çoğumuzun yaptığı üzere, Peacock, bunun çoğunun milliyetçi ve zafer gösterileri ile moral bozmaya
çalıĢan Türkler tarafından saptırıldığına inanır”.
Peacock‟a göre Selçuklu tarihinin neden önemli olduğu hakkında bk. Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu,
s. 1-2. Ayrıca bk. A.S.C. Peacock, The Great Seljuk Empire, Edinburg 2015, s. 315-322.
1
Gaznelilerin aksine Ġslâm dünyasının merkezinde egemen olmayı baĢardıklarını
kaydeder.3
Peacock‟a göre birçok açıdan önemli olmasına rağmen Selçuklu tarihi “modern
akademisyenler tarafından neredeyse bütünüyle göz ardı edilmiĢtir”. Ayrıca Büyük
Selçuklularla ilgili Batı dillerinde yazılmıĢ, “kitap boyutunda tek bir araĢtırma” yoktur.
Selçuklularla ilgili eserler kaleme alan Carole Hillenbrand, Ann Lambton ve George
Makdisi gibi araĢtırmacıların çalıĢmalarını ise Selçukluların kuruluĢ devrini yeterince
ele almamakla tenkit eder. Yazara göre Türk akademisyenler daha ayrıntılı çalıĢmalar
kaleme almıĢlardır fakat bunlar da “Selçuklu fetihlerinin ve yönetimin niteliğini
yeterince tahlil etmemiĢlerdir”.4 AraĢtırmacı, Claude Cahen‟in Selçuklu fetihleriyle
ilgili birkaç makalesinin bulunduğunu ve bu sahanın da yeterince tetkik edilmediğini
ileri sürer.Bunun yanında daha önceki çalıĢmalarda Selçuklu tarihinin üç genel
paradigma etrafında ele alındığını kaydeder ve bunları Ģu Ģekilde sıralar:
1-Selçuklu hükümdarları Fars-Ġslam geleneği doğrultusunda ülkeyi yönetmek
isterler.
2-Selçuklu sultanları, göçebe tebaalarından utanç duyarlar.
3-Selçuklular Sünnidir ve bunu hararetle savunurlar.5
Peacock, bu üç paradigmanın da erken Selçuklu tarihini izah etmek için
yeterince açıklayıcı olmadığını, kendi çalıĢmasının “Ortaçağ Ġslam dünyasıve
Ortadoğu‟daki Türk egemenliğinin baĢlangıcıyla ilgili bilgi dağarcığımızdaki büyük
boĢluğu doldurmayı” ve bu üç paradigmanın yanlıĢlıklarını ortaya koymak üzere
kaleme alındığını belirtir.6 Yine bu bağlamda kendi çalıĢmasının “Selçuklu devletinin
kuruluĢ dönemiyle ilgili geleneksel imajı yeniden irdelemek ve değerlendirmek” üzere
yazıldığını; bunu yaparken de sultanları veya vezirleri merkeze alan bir tarih inĢası
yerine göçebe aĢiretlerin toplumsal dinamiklerine odaklandığını belirtir.7 Peacock,
Büyük Selçukluların kuruluĢ meselelerini ele aldığı mezkur kitabında daha önceki
çalıĢmaların “öyküsel tarih” inĢa ettiklerini, kendisinin ise “bu alana değinip geçen
birkaç akademisyenin göz ardı ettiği ya da yanlıĢ anladığı kilit sorunlarını çözümlemeyi
3
4
5
6
7
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 22.
A.g.e, s. 2-3.
A.g.e, s. 4.
A.g.e, s. 4.
A.g.e, s. 6.
2
hedeflediğini” iddia eder. Oldukça iddialı bu ifadeler ilerleyen sayfalarda yerini daha
yumuĢak ifadelere bırakır. Meselâ “bu kitap temelde ne Selçuklular, ne de ardıllarıyla
ilgili kesin bir Ģeyler kanıtlamanın peĢindedir. Benim amacım, konuya bugüne değin
okuduklarımızdan daha kapsamlı ve çok yönlü bir yorum getirebilmektir” diye yazar.8
Kaynaklara Dair
a) Ana Kaynaklar
Peacock, erken dönemSelçuklu tarihinin nasıl ele alındığıyla ilgili kendi
görüĢlerini ve çalıĢmasının nasıl bir metod takip edilerek kaleme alındığını açıkladıktan
sonra ana kaynaklarla ilgili meselelere değinir.
Bu bağlamda kaynakların büyük kısmının Arapça ve Farsça eserler olduğunu ve
bunların uzun zamandır da bilindiklerini, buna mukabil son zamanlarda yapılan
çalıĢmalar sayesinde bu tarihlerin “edebiyat geleneğinin bir parçası” olarak okunması
gerektiğinin ortaya konulduğunu; zaten bu eserlerin çoğunun ya devlet adamlarının
sipariĢi üzerine ya da bunların gözüne girmek amacıyla kaleme alındıklarını,
“dolayısıyla… siyasi gündemi desteklemek, özellikle de bir hanedanın meĢruiyetini
pekiĢtirmek niyetiyle” yazıldıklarını; müelliflerin asıl gayesinin geçmiĢin kaydını doğru
tutmaktan ziyade bilgiyi “siyasal ya da edebi açıdan amacına ulaĢmak” için bir vasıta
olarak kullandıklarını bu yüzden de yazılanları ihtiyatla kullanmak gerektiğini belirtir.9
Peacock, Büyük Selçuklularla ilgili diğer kitabında da Selçuklu tarihini anlatan
eserlerin büyük çoğunluğunun Arapça ve Farsça tarihler olduğunu bir kez daha ifade
ettikten sonra bu eserlerin ihtiva ettikleri problemleri Ģu Ģekilde sıralar:
“Bu kronikler öncelikle yazınsal olarak insan eseridir, çok farklı sebepler ile geçmiĢin belli bir
versiyonunu teĢvik etme niyetindedirler; misal yazarın (veya efendisinin) politik veya ahlaki gündemi
veya onun hizipçi bağlılıkları. Bu kronikler genelde tarif ettikleri hadiselerden çok sonra yazıldılar ve
neredeyse sadece sarayın elit tabakasına odaklanırlar -sultanlar, emirler ve bürokratlar. Selçuklu vakasına
mahsus bir sorun kroniklerin Selçuklu topraklarının batısına odaklanmasıdır; Ģüphesiz önemine rağmen
Horasan‟daki hadiseler çok daha eksik Ģekilde ele alınır. Dahası Sultan MelikĢah‟ın ölümünden
Mahmud‟un tahta çıkıĢına kadar olan 485 (1092) ve 511 (1118) arasındaki dönem batıda bile özellikle az
belgelenmiĢtir.”
8
9
10
10
A.g.e, s. 7.
A.g.e, s. 7-8.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 13.
3
Peacock, Büyük Selçuklu tarihini ele alan ana kaynakların büyük bir kısmının
“fethedenler değil fethedilenler tarafından”yazıldığını; buna mukabil “Selçukluların
kendi bakıĢ açıları ve geçmiĢlerine dair sadeceanlık nazarlara” sahip olduğumuzu; bu
yüzden bu kaynakların büyük bir kısmının Selçukluları “yabancı ve barbar güçler
olarakaçık bir aĢağılama ile” anlattıklarını; “hanedana sempati duyan Ortaçağ tarihçileri
ve Ģairlerinin dahiĠslamın yerleĢik topraklarındaki okuyucu kitlesi için ikna edici olacak
atıf ifadeleri kullanarak propoganda yapmaya meyyal” olduklarını ama “Selçukluların
kendilerinin önemli buldukları Ģeyleri gerekli Ģekilde” yansıtmadıklarını; bu nedenle
zikredilen kaynakların ya “Türk kültürü ve göçebelerin rolünü küçümsemeye meyyal”
olduklarını ya da “bazı noktalarda bunu tamamen örtbas” ettiklerini ileri sürer.11
Peacock, Büyük Selçuklu devri tarihçiliği meselelerine dair müstakil bir çalıĢma
da kaleme almıĢtır.12 AraĢtırmacı, makalenin muhtevasını giriĢte Ģu Ģekilde izah
etmiĢtir:
“Bu makale Selçuklu dönemi (1040-1194) Arapça ve Farsça literatürünü yeniden ele alır.
Sultanın sarayı ile bağlantılı dairelerde üretilen çalıĢmalara odaklanır. Arapça ve Farsça çalıĢmalar
arasındaki iliĢkileri, yazı için yazarların gerekçeleri ve dil seçimi sebeplerini inceler. Sıklıkla oldukça
yüzeysel ve etkisiz olduğu düĢünülen Selçuklu tarih yazımının özel yönlerini değerlendiren bir bakıĢ açısı
ile bu çalıĢmaları onlardan öncekiler, özellikle Gazneli sarayı tarih yazımı ile karĢılaĢtırır. Bunun için
sıklıkla kanıt gösterilen bir sebep, Selçukluların hanedan tarih yazımının olmayıĢı ve tarih yazımını
desteklemekte Selçuklu sarayının ilgisinin iddia edilen eksikliğidir, bunlar ayrıca burada incelediğimiz
temalardır”.
13
Yine bu makalede ele alınan konulara dair Ģunları yazmıĢtır:
“Bu makalede değinmek istediğim sorunlar Ģunlardır: Günümüze ulaĢan çalıĢmaların mahiyeti,
bilhassa bunların Gazneliler tarih yazımı ile iliĢkileri ve Selçuklu hanedan tarihinin olmayıĢı; Selçuklu
tarihi yazarlarının niyetleri ve yazılarının amaçları; pek nadiren bir arada düĢünülen Arapça ve Farsça
tarih literatürü arasındaki iliĢki meselesi… Büyük Selçuklular ve onların halefleri Irak Selçuklu
saltanatının faaliyetleri hakkındaki çalıĢmalara odaklanacağım. Bu, Selçuklu tarihi için kaynakları
araĢtıran Cahen‟inkinden oldukça farklı bir projedir.”
11
12
13
14
14
A.g.e, s. 13.
“Court Historiography of the Seljuk Empire in Iran and Iraq: Reflections on Content, Authorship and
Language”, Iranian Studies, 47/2 (2014), s. 327-345.
A.g.m., s. 327.
A.g.m., s. 328-329.
4
Peacock, daha sonra Selçuklu döneminde üretilen Arapça ve Farsça eserler ile
Gazneliler devrinde üretilenleri mukayese eder. Ayrıca Selçuklu devrine dair kronolojik
bir de liste verir.
Kaynak meselesini Horasan‟da üretilen tarihler ve özellikle de Ekber Vulat
Horasanî‟nin eserini incelediği çalıĢmasında ele alır. Bu minvalde daha çok yerel tarih
üretimi ve bunun Ġslâm tarih yazımındaki yerine temas ettikten sonra Horasanî‟nin
verdiği bilgilerin X. ve XI. Yüzyıl Horasan tarihini aydınlatmada ne gibi bilgiler
sağladığına temas eder.15
Yukarıda zikredilen ele alınan dönemden kalma arĢiv kaynakları olmadığı ve
arkeolojik çalıĢmalar da kifayetsiz olduğu için yazar, bütün eksiklik ve problemlerine
karĢılık, erken Selçuklu tarihini inĢa ederken yine bu kaynaklara müracaat etmek
zorunda olduğunu kabul eder. Dahası kurgularını inĢa ederken aĢağıda ele alacağımız
kaynaklardan uzun alıntılar yapmaktan ya da onların verdiği bilgilerin satır aralarına
müracaat etmekten, yani modern bir tarihçinin yapması gerektiği gibi yapmaktan,
bunları bazı arkeolojik veriler ve bazı yabancı dildeki eserlerin verdiği bilgilerle
zenginleĢtirmekten öteye geçmiĢ sayılmaz. Zaten yazarın da ifade ettiği üzere kendisi
söylenenleri yeni bir bakıĢ açısıyla ifade etmekten baĢka bir Ģey yapmamıĢtır.
Peacock, Büyük Selçuklular‟ın erken dönemine dair kaleme aldığı kitabında ana
kaynaklar bahsinde ilk olarak Beyhakî‟nin (385/995-470/1077) Târîh-i Mesûdî adlı
eserini değerlendirir.16 “Selçukluların ortaya çıkıĢıyla ilgili yazılmıĢ en erken tarihli
Farsça kaynağın” bu eserolduğunu fakat bu eserin büyük kısmının elimize ulaĢmadığını
ve yazılanların da müellifin Gazneli sarayında üst düzey bir bürokrat olması hasebiyle
Gazneli bakıĢ açısını yansıttığını belirtir. Buna mukabil Beyhakî‟nin bu eseri çok sayıda
resmî yazıĢmayı da ihtiva ettiğinden ayrı bir önemi haizdir. Bu sebeple yazar eserin
Selçuklu kamplarına sızan casusların raporları ile Selçuklu idarecilerinin Sultan
15
16
“Khurasani historiography and identity in the Light of the Fragments of the Akhbar Wulat Khurasan
and the Tarikh-i Harat”, Medieval Central Asia and the Persianate World, ed. A.C.S. Peacock and
D.G. Tor, London, IB Tauris 2015, s. 143-160.
Eser ve müellifine dair bk. Ramazan ġeĢen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, Ġstanbul 1998,
s. 80-81.
5
Mesud‟a gönderdikleri mektupları ihtiva ettiğinden Büyük Selçukluların kuruluĢ
devrine dair en önemli bilgileri ihtiva ettiğini kaydeder.17
Peacock‟un değerlendirdiği ikinci kaynak Gerdizî‟nin Zeynü’l-ahbâr adlı
eseridir.18 Gazne sultanı için kaleme alınan bu Farsça tarih, Gazneli Mahmud ve Sultan
Mesud devrinde Gazneli-Selçuklu münasebetlerine dair önemli bilgiler ihtiva eder. Bu
kaynak özellikle Selçukluların Horasan‟dan ilk göçüne ve göç edenlerin sayılarına dair
değerli bilgiler verir.19
Erken dönem Selçuklu tarihinin en önemli kaynağı Peacock‟un da birçok defa
zikrettiği üzere Meliknâme‟dir.20 Alp Arslan‟a ithaf edilen bu eserin ilk versiyonu
kayıptır. Buna mukabil Arapça ve Farsça versiyonlarını XIII. Yüzyıl tarihçileri geniĢ
alıntılar yaparak nakletmiĢlerdir. Meliknâme‟nin en geniĢ versiyonu ise XV. Yüzyıl
Timurlu tarihçisi Mirhand‟ın Ravzatü’s-Safâ adlı eserinin içinde bulunmaktadır.
Meliknâme, erken dönem Selçuklu tarihine dair Beyhakî ve Gerdizî‟nin verdiği bilgileri
tamamlayıcı bilgiler ihtiva eder ve daha da önemlisi Selçukluların bakıĢ açısını
yansıtır.21
Selçukluların kuruluĢ devri ile ilgili bilgiler ihtiva eden bir diğer eser Sıbt
Ġbnü‟l-Cezvî‟nin Miratü’z-Zaman‟ıdır.22 XIII. yüzyılda Arapça kaleme alınan bu eser
erken dönem Selçuklu tarihine dair bilgileri daha çok Garsu‟n-Ni‟me‟nin anlattıklarına
istinaden aktarır.23
Peacock‟un erken dönem Selçuklu tarihine dair müracaat ettiği kaynaklardan bir
diğeri de XII. yüzyılın önemli bürokratlarından Imâdeddin el-Ġsfahanî tarafından kaleme
alınan Nusratü’l-Fetre‟dir.24 Yazarın ifadesiyle “tahminen muasır olan tek ve en önemli
Selçuklu kroniği” olan ve Arapça kaleme alınan bu eser, Suriye‟de oluĢturuldu ve
Selçuklu tarihinin tamamını kapsar. Buna mukabil “Ġsfahanî‟nin üyesi olduğu
17
18
19
20
21
22
23
24
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 9-10; Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 14; A.C.S.
Peacock, “Court Historiography of the Seljuq Empire in Iran and Iraq: Reflections on Content,
Authorship and Language”, Iranian Studies, 47/2 (2014), s. 334-335.
Eser ve müellifine dair bk. Ramazan ġeĢen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, Ġstanbul 1998,
s. 80.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 10; The Great Seljuk Empire, s. 14.
Eser ve müellifine dair bk. Ramazan ġeĢen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, s. 81-82.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 10-11; Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 14; Peacock,
“Court Historiography of the Seljuq Empire in Iran and Iraq: Reflections on Content, Authorship and
Language”, s. 331.
Eser ve müellifine dair bk. Ramazan ġeĢen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, s. 144-145.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 11-12; Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 14-5-16.
Eser ve müellifine dair bk. Ramazan ġeĢen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, s. 123-125.
6
bürokratlar sınıfının faaliyetlerine özel bir atıf vardır.” Peacock, önemli bir tarih
olmasına rağmen Nusratü’l-Fetre‟nin tam olarak yayınlanmadığını ve birçok ilim
adamının yanlıĢ bir Ģekilde bu eserin kaybolduğunu ileri sürdüklerini kaydeder.25
Önemine binaen Peacock, Nusrat el-Fetre hakkında bir de müstakil makale kaleme
almıĢtır.26
Yukarıda temas ettiğimiz kroniklerin haricinde edebî eserler de erken dönem
Selçuklu tarihini anlatmak için Peacock tarafından zaman zaman kullanılmıĢtır. Bu
hususta yazar, Ģunları kaydeder:
“Selçuklu toprağından günümüze ulaĢan kronikler ve belgelerin eksikliğine rağmen hem Arapça
hem Farsça‟da yazınsal üretimin zengin bir geleneği vardı. Aslında yöneticileri, vezirleri ve Selçuklu
devletindeki diğer kıdemli Ģahıslara övgü için yazılan Ģiirler bazı dönemlerde asıl mevcut muasır kanıtı
oluĢturur. Ama tarihçiler tarafından kullanımı Ģimdiye dek oldukça sınırlı kalmıĢtır. Çünkü tarihi
hadiselere atıfları genelde belirsizdir. ġiir kroniklerden gerçek bilgimizi nadiren sağlar. Döneme belirli bir
„atmosfer‟ sunmasıayrıca orada kutlanan törenler, büyük festivaller ve saray yaĢamına dair sağladığı
izlenim açısından daha değerlidir. Ayrıca örnek oluĢturan kaynaklar da vardır...”
27
Peacock, Arapça ve Farsça kaynaklar yanında Ġbranice, Ermenice ve Gürcüce
kaynaklara da müracaat etmiĢtir. Ayrıca arkeolojik kazılardan ve günümüze ulaĢan az
sayıdaki mimari yapıdan da faydalanmıĢtır.28
b) AraĢtırma Eserleri
Peacock‟un erken dönem Selçuklu tarihine dair yazdıklarının daha iyi
anlaĢılabilmesi için bu hususta daha önceki çalıĢmalara bakıĢının da ortaya konulması
elzemdir. Zaten yazarın kendisi de eserlerinde kendisinden önceki çalıĢmaların ortaya
koyduklarını ve eksikliklerini özellikle vurgulayarak kendi yazdıklarının farklılıklarını
ortaya koymaya çalıĢmıĢtır. Peacock, Türkiye‟deki Selçuklu tarihiyle ilgili çalıĢmalara
dair genel olarak Ģu değerlendirmede bulunur:
“Selçuklu tarihinin bireysel yönlerine yoğunlaĢan birtakım monografik çalıĢmalar olsa da
hanedanın kitap hacminde ilmi bir çalıĢma herhangi bir batı dilinde daha önce görülmez. ġimdiye dek
Selçuklu politikası ve hanedan tarihine dair en kapsamlı çalıĢmalar XX. yüzyıl Türk ilim adamları
25
26
27
28
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 12-13; Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 15.
“Imad al-Din al-Isfahani‟s Nusrat al-fatra, Seljuk politics and Ayyubid origins”, Ferdowsi, the
Mongols and the History of Iran, Art, Literature and Culture From Early Islam to Qajar Persia,
Studies in Honour of Charles Melville, ed. Robert Hillenbrand-A.C.S. Peacock-Firuza Abdullaeva,
New York 2013, s. 78-91.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 18.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 14; Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 18-19.
7
Kafesoğlu, Köymen, Sevim, Merçil‟in çalıĢmalarıdır ve bunların ilgili yayınları bibliyografyada
listelenmiĢtir ve dipnotlarda seçilerek atıf yapılır. Bu katkıların tüm boyutlarıyla yerine geçilmedi (bu
kitabın amacı bu değildir) ama bunlar, Türklerin devlet kurulması hakkındaki tek görüĢü olan miliyetçi
zanna dayanmaktadır. Dahası analizlerden ziyade savaĢlar ve yöneticilerin anlatımını tercih etmeye
meyyaldirler.”
29
Yazar, baĢka bir eserinde de erken dönem Selçuklu tarihiyle ilgili olarak
Türkiye‟deki çalıĢmalara dair Ģu değerlendirmeleri yapmaktadır:
“Türk akademisyenler de uzun yıllardır Selçuklularla ilgilenmektedir. Ancak bu çalıĢmalardan
Türkiye dıĢındaki akademik çevrelere ulaĢanların bile sayısı azdır. Selçukluların Anadolu‟yu ele geçirme
öyküsü 1944‟te Mükrimin Halil Yınanç tarafından kronolojik bir anlatımla ayrıntılı biçimde ele alınmıĢ
ve sonraki araĢtırmalarda bu eserlerden bol bol alıntı yapılmıĢtır. Ġbrahim Kafesoğlu ve Mehmet Köymen
gibi baĢka Türk akademisyenler de Selçuklularla ilgili ayrıntılı araĢtırmalar yayınlamıĢlardır, ama
bunların hiç biri bu kitapta ele alınan sorunlara değinmemektedir. Türkiye Cumhuriyeti‟nin kuruluĢ
yıllarında ortaya çıkan milliyetçi tarih yazımı okulu, doğrudan Türklerin devlet kurma konusunda doğal
bir dehaları olduğu varsayımından yola çıkmıĢ, Selçukluların da bunun bir örneği olduğunu öne sürerek,
konunun daha fazla bir açıklama gerektirmediğini ima etmiĢlerdir. Oysa bu görüĢ artık günümüzde
çoğunluğu tatmin edecek bir sav olmaktan çıkmıĢtır.”
30
Türk tarihçilere yönelik bu tenkitlere rağmen Peacock, Faruk Sümer‟in Oğuzlar
(Türkmenler): Tarihleri, Boy TeĢkilatı, Destanları (Ġstanbul 1999), Said Polat‟ın
Selçuklu Göçerlerinin Dünyası: Karacuk’tan Aziz George Kolu’na (Ġstanbul 2004),
Sancar Divitçioğlu‟nun Oğuz’dan Selçuklu’ya: Boy, Konat ve Devlet (Ankara 2005),
Osman Gazi Özgüdenli‟nin Selçuklular I: Büyük Selçuklu Devleti Tarihi (1040-1157)
(Ġstanbul 2013) adlı çalıĢmalarının önemli olduklarını kaydeder. Özellikle Polat‟ın
çalıĢmasının
“kapsamlı
bir
antropolojik
ve
etnografik
malzeme
birikimine
dayandırıldığı için yeni bir yaklaĢım sergilediğini”; Özgüdenli‟nin ise zengin Farsça ve
Arapça kaynakları kullandığını ifade eder.31
Peacock‟un Büyük Selçuklu tarihiyle ilgili özellikle Osman Turan‟ın ismini
dahi zikretmediği ve diğer Selçuklu tarihçilerini de görmezlikten geldiği görülür. Bunda
Turan‟a karĢı önyargılı bir tavır sergilediğini söylemek mümkündür. Zira müelliften
önce erken dönem Selçuklu tarihiyle ilgili birçok husus daha önce Osman Turan
tarafından değerlendirilmiĢ ve önemli tespitlerde bulunulmuĢtur.32 Ayrıca Türk
29
30
31
32
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 9-10.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 117-18.
A.g.e, s. 18; Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 10.
Özellikle Selçuklular Tarihi ve Türk-Ġslâm Medeniyeti (Ġstanbul 1969) adlı çalıĢmada erken dönem
Selçuklu tarihinin birçok tartıĢmalı meselesi ele alınmıĢtır
8
tarihçilerininin çok azının Selçuklu tarihini araĢtırmak için gerekli dil donanımına sahip
olduğunu iddia etmiĢtir. Buna rağmen en azından Osman Turan‟ın ve Mehmet Altay
Köymen, Ġbrahim Kafesoğlu, Ali Sevim gibi diğer önde gelen Selçuklu tarihçilerinin bu
gruba dahil edilmesi insafsızlıktır.
Peacock, Büyük Selçuklular‟ın ilk dönemleriyle ilgili olarak yabancı
literatürdeki çalıĢmalara dair de Ģu değerlendirmelerde bulunur:
“Sovyet ilim adamı S. G. Agacanov‟un Merkez Asya‟daki Selçuklu devleti çalıĢması da
hanedanın daha genel olarak anlaĢılması için kıymetlidir. Batıda Ann Lambton‟un Selçuklu yönetimine
dair öncü çalıĢmalarına, George Makdisi‟nin din üzerindeki çalıĢmasına ve Claude Cahen‟in siyasi tarih
ve tarih yazımı üzerine araĢtırmasına teĢekkür borçluyuz. Onların çalıĢması Edmund Bosworth ve Carole
Hillenbrand‟ın önemli katkıları ile devam etti.”33
BaĢka
bir
çalıĢmasında
ise
yabancı
literatüre
dair
daha
mufassal
değerlendirmelerde bulunur. Bu minvalde ilk olarak XIX. yüzyılda yayımlanan dört
ciltlik Recueil des Textes Relatifs à l’Histoire des Seldjoucides adlı kaynak neĢirlerini
ele alır. Bu çalıĢmanın hanedan ile ilgili çalıĢmalarda bir dönüm noktası olduğunu ve
temel teĢkil ettiğini ileri sürer. Sonra ise Barthold‟un “1900‟lerden günümüze kadar
değerini koruyan Türkistan hakkındaki anıtsal kitabın”nın erken Selçuklular hakkındaki
ilk önemli araĢtırma olduğunu; buna mukabil mezkur eserde Selçukluların çok kısa bir
bölüm teĢkil ettiğini ancak bu kısa bölümde Barthold‟un Selçuklu hanedanının göçebe
köklerine vurgu yapmasının hâlâ önemli bir tespit olarak durduğunu kaydeder.34
Peacock, daha sonra C.E. Bosworth‟un Cambridge History of Iran‟ın V. cildinde
yayınlanan “The political and dynastic history of the Iranian world (1000-1217)” (1968)
adlı makalesi ile The Ghaznavids: Their Empire in Afghanistan and Eastern India 9941040 adlı eserindeki ilgili bölümlerde erken dönem Selçuklu tarihine dair doğru bir
kronoloji sunması açısından önemli olduğunu belirtir. Buna mukabil Peacock‟a göre
Bosworth, Selçukluları “barbarlar”, “bir haydut çetesi”, “doğaya ve toprağa karĢı
sorumsuz” olmakla itham etmiĢ olduğundan ve “Selçukluların amaçlarını ya da ne tür
bir topluluk olduklarını anlamamıza” pek yardımcı olmaz.35
Claude Cahen‟in iki çalıĢması da Peacock tarafından, çokça kullanılmasına ve
yazarın çalıĢmalarında yönlendirici etkiye sahip olmasına rağmen, tenkit edilmiĢtir. Ona
33
34
35
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 10.
A.g.e, s. 15.
A.g.e, s. 15-16.
9
göre Cahen daha çoksiyasi tarihi merkeze almıĢ, Selçukluların yükseliĢ nedenleri ve
Selçuklu hanedanı ile aĢiretlerin münasebetlerini ihmal etmiĢtir.36
Peacock, son olarak S.G. Agacanov‟un Gosudarstvo Seldzhukidov i Srednyaya
Asiya v XI-XII vekov (Moskova 1991) adlı çalıĢmasını ele alır. Yazara göre
Agacanov‟un çalıĢması zengin Rus kütüphanelerindeki kaynakları kullandığı için çok
değerlidir. Buna mukabil Agacanov, bu eserlerdeki bilgileri bir eleĢtiri süzgecinden
geçirmeden aynen nakletmeyi tercih etmiĢ, dahası aĢiretlerin feodal yapısındaki ısrarlı
tutumu yüzünden Peacock tarafından tenkit edilmiĢtir.37
Büyük Selçukluların MenĢei Meselesi
Bilindiği üzere Büyük Selçuklu Ġmparatorluğu‟nun nasıl ve hangi Ģartlarda
kurulduğu meseleleri Ortaçağ tarih çalıĢmalarının hâlâ en ciddi tartıĢma konularını
oluĢturmaktadır. Zikredilen hususlarda A.C.S. Peacock da müstakil iki kitap kaleme
almıĢ38, diğer çalıĢmalarında da bu konuya zaman zaman temas etmiĢtir.
Yukarıda zikrettiğimiz açılardan Türk-Ġslâm tarihinin en önemli dönemlerinden
birini teĢkil eden ve Peacock‟a göre “Alp Arslan‟ın 465/1072‟deki ölümüne kadar”
süren Büyük Selçukluların kuruluĢ devri, yine yazara göre “pek az bilinmektedir”.39
Peacock, kuruluĢ meselelerini Selçukluların ortaya çıkıĢı ve Oğuzlarla bağlantıları
doğrultusunda ele almaya baĢlar.
Bilindiği üzere “Selçuk” adının nasıl ve ne zaman ortaya çıktığı, nasıl okunması
gerektiği ve zamanla bir devletin adını nasıl aldığına dair muhtelif görüĢler ileri
sürülmüĢtür.40 Peacock, bu noktada tartıĢmalı hususlara hiç temas etmeden yalnızca bu
ismin “ilk baĢlarda bir kavim ya da bir aĢiretin değil, bir kiĢinin adı olarak”
kullanıldığını kaydetmekle kifayet eder. Buna mukabil “Oğuz” adının nereden geldiği
ve zamanla nasıl bir anlam geniĢlemesine uğradığı, Oğuz boylarının tarihi seyri ve
dağılımları ile Oğuz Devleti‟nin serencamı üzerinde daha ayrıntılı durur41. Yazarın
Oğuzlar üzerinde daha ayrıntılı durmasında Selçuklulardaki Oğuz geleneğine daha
sonra sık sık müracaat etmesi, göçmen geleneğini çalıĢmalarının merkezine almıĢ
36
37
38
39
40
41
A.g.e, s. 16.
A.g.e, s. 17.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu; Peacock, The Great Seljuk Empire.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 1.
Bu görüĢlere dair genel bir dğerlendirme için bk. Ġbrahim Kafesoğlu, “Selçuklular”, ĠA, X, 353.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 22-31; Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 22-24.
10
olması ve Selçukluların kuruluĢunu Oğuz Devleti‟nin yıkılıĢıyla bağlantılı olarak izah
eden tezlere itirazlarının etkisinin büyük olduğu anlaĢılmaktadır.
Peacock‟a göre Büyük Selçukluların kuruluĢ meselesine göçebelerin rolünden
baĢlanması sonraki süreci anlamak için de hayati önemi haizdir. Nitekim bu hususta
Ģunları kaydetmiĢtir:
“XI. yüzyıl ortasına kadar Selçuklu devletine benzer bir Ģey ortaya çıktı – oldukça küçük bir
tanım kullanmak gerekirse para basan, elit bir bürokrasisi olan ve vergileri kaldıran bir politika. Ama
Urfalı Matheos‟a göre güç, MelikĢah zamanında bile Anadolu, Mısır, Arabistan ve Kafkasya‟ya ulaĢan
seferler baĢlatarak öncülük eden sultanlardan ziyade hala Türkmenlerdeydi. Ama imparatorluk inĢa etme
süreci ile birlikte göçebeler ve Selçuklu sultanlarının bazı grupları arasında gerginlik büyüyordu. Selçuklu
sultanlarının liderlikleri kesinlikle kabul edilmiyordu, hatta (veya özellikle) kendi hak iddiaları için
Türkmenleri harekete geçirebilen Selçuklu ailesinin diğer üyeleri tarafından bile kabul edilmiyordu.
Selçuklu sultanlarına gelince, bu Türkmen destekli isyanlar otoriteleri için herhangi bir dıĢ tehditten çok
daha ciddi bir tehdit oluĢturdu. Bu yüzden imparatorluğun oluĢumunu anlamak, devlet kurumlarının
oluĢumunun izini takip etme meselesi değildir. Ayrıca imparatorluğu oluĢturan güç olarak göçebe
Türklerin kaderini araĢtırma meselesidir. Bu göçebe Türklerin politik görüĢü sadece soy değil, politik
karizmanın liderlik iddiasıiçin gerekli olduğu bozkır dünyasında kök salmıĢ olarak kaldı. Bu yüzden
arkaplanında bu Türklerin ortaya çıktığı bozkırla baĢlamak zorundayız.” 42
Oğuz ve Türkmen geleneğini Selçuklu tarihinin önemli bir parçası olarak
gördüğünü
ifade
edenPeacock,
daha
sonra
Oğuz
Devleti‟nin
yıkılıĢında
Selçuklu/Kıpçak göçlerinin ve baskılarının rolünü ele alır. Özellikle Oğuzların
yıkılıĢında Kıpçakların rolüne vurgu yapan O. Pritsak‟ın çalıĢmalarını eleĢtirir. Zira
Peacock‟a göre “Oğuz devletinin nasıl çöktüğüne dair net bir kanıt yoktur” ve Pritsak‟ın
tezi hâlâ bir varsayımdan öteye geçemez.43
Peacock, Oğuz Devleti‟nin yıkılmasıyla ilgili tartıĢmalardan sonra konuyu
Selçukluların Hazar Devleti ile nasıl bir münasabetleri olduğu meselesine getirir.44 Bu
husus yazara göre oldukça önemlidir. Zira “Selçuk ve onun babası Dukak‟aen erken
atıfları bulduğumuz Hazar Devletidir. Ġlk iki Selçuklu sultanı Tuğrul ve Alp Arslan‟ın
sarayları için oluĢturulan rivayetlere göre hanedanın ataları askeri kumandanlar olarak
Hazar yöneticilerine hizmet ettiler. X. yüzyıla kadar Dukak ve Selçuk‟unVolga‟da Ġtil
Hazar baĢkenti yakınında Aral Denizi batısında bir bölgede aktif olduklarını” iddia eder.
42
43
44
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 21.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 30-31.
Selçuklu-Hazar bağlantısına dair tartıĢmaların bir özeti için bk. Ġbrahim Kafesoğlu, “Selçuklular”, ĠA,
X, 354-355.
11
Peacock, Selçukluların Hazar Devleti ile bağlantısını bu Ģekilde izah ettikten sonra
baĢka bir iddiada daha bulunur ve Selçukluların atalarının “Yahudi inancına bağlı
kalmıĢ olabilecekleri”ni ileri sürer.45
Peacock, Selçuklu-Hazar bağlantısına dair Ģu tespitlerde de bulunur:
“Selçukluların Oğuz Yabgu ile iliĢkilendirilen kaynakların Ģaibeli olması, Hazar öyküsünü icat
etmek için belirgin bir neden bulunmaması ve Selçuk‟un oğullarının adları göz önüne alındığında,
günümüze ulaĢan verilerin Selçukluların köklerinin Hazar Kağanlığı‟nda bulunduğuna iĢaret ettikleri
sonucuna varabiliriz”.
Yazar, “elimizdeki veriler bugün itibariyle daha fazla spekülasyona imkân
tanımaz” dedikten sonra “Selçuklu-Hazar bağlantısı, bugüne kadar olduğundan daha
ciddiye alınması gereken bir konudur” diyerek Selçuklu-Hazar münasebetlerine dair
tartıĢmada nerede durduğunu açıkça göstermektedir.46
Selçukluların Maveraünnehir ve Horasan’a Göçleri Meselesi
Selçukluların göçlerinden önce Orta Asya‟nın genel vaziyetini değerlendirir.47
Sonra ise Selçukluların Maveraünnehir ve Horasan‟a göçlerini ele alır. Bu hususta, “X.
yüzyıl sonlarında bir zamanda Selçuk ailesi Hazarlardan kesin surette ayrıldı. Detaylar
karmaĢıktır”48 dedikten sonra Meliknâme‟nin anlatımını yeniden değerlendirmeye tâbi
tutar. Meliknâme‟nin “aĢırı güvenilmez ya da çok kötü korunmuĢ olduğu için değersiz
sayılıp bir yana bırakılmak istenmesine” rağmen, onun Beyhaki ve Gerdizî tarafından
da desteklendiği için dikkate alınması gerektiğini kaydeder.49 Özellikle Beyhakî ile
Meliknâme‟nin anlatımlarının uyuĢmasının ayrı bir önemi vardır. Zira her ikisi de farklı
kitleler için kaleme alınmıĢlardır. Ancak Meliknâme‟nin elimizdeki metni istinsah
edildiği devrin Ģartlarına göre yeniden inĢa edildiğinden Selçukluların kökenlerine dair
yazılanların güvenilirliği hususunda dikkatli olmak gerekir.50
Peacock, Selçukluların Maveraünnehir ve Hazar‟a göçleriyle ilgili izahların bazı
noktalarının çeliĢtiğini ve aĢırı genellemeci olduğunu; özellikle de iklim değiĢikliği ile
göçler arasında doğrudan bir bağlantı kurmanın çok da makul olmadığını, çünkü
göçlerin hızlanması için her daim iklim değiĢiklikleri yanında baĢka etmenlerin de
45
46
47
48
49
50
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 23-24.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 40-41.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 42-44.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 24.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 49.
A.g.e, s. 52.
12
bulunması gerektiğini kaydeder.51 Yazara göre göç için nüfus artıĢlarının itici etmen
olduğuna dair görüĢler de aynı Ģekilde bazı noktalarda meseleyi izahtan uzaktır. Çünkü
bu dönemde nüfusun büyük bir kısmı Gazneliler, Karahanlılar ve Samanilerden birinin
ordusunda zaten istihdam edilmekteydi. Ona göre göç dalgasını tetikleyen unsur olarak
bu dönemde yaĢanan siyasi krizi de göz önünde bulundurmak gerekir. Ayrıca mesele
yalnızca Selçukluların göçüyle de izah edilemez, zira bu dönemde zaten Oğuz boyları
sürekli bir hareketlilik içindeydiler.52
Göçebelerin Sosyal Yapısı ve Selçuklularla Münasebetleri
Peacock, Büyük Selçuklu tarihinin muhtelif meselelerini ele aldığı iki kitabında
da özellikle göçebeler hususu üzerinde özellikle durur. Selçukluların erken dönemlerini
incelediği kitabında “AĢiretler ve Selçuklu Hanedanı”53 baĢlıklı bölümde bu konuyu
ayrıntılı bir Ģekilde irdeler. Selçuklu tarihiyle ilgili diğer kitabında da “Oğuz, Türkmen
ve Bunların Sosyal Yapısı”54 baĢlığında bir bölüm kaleme almıĢtır.Ayrıca Türkiye
Selçukluları devrinde Anadolu‟da Türkmen meselesini incelediği makalesinde de
Büyük Selçuklu-göçebe konusunu ele alır.55
Peacock‟un mezkur mesele üzerinde özellikle durmasının sebebi kendi
ifadesiyle Ģudur: “Türkmenlerin Selçukluların çöküĢüne kadar devlet içinde önemli bir
güç olmaya devam ettikleri bilinmekle birlikte, yalnızca birkaç akademisyen Türkmen
aĢiretlerin hanedanla olan iliĢkilerinin yapısını irdelemiĢtir”.56 Yine yazara göre
akademisyenlerin önemli bir kısmının daha 1040 Dandanakan zaferinden itibaren
mutlak hükümdar anlayıĢını geliĢtirmeye çalıĢan Selçuklu hükümdarlarının bunun
önündeki en büyük engellerden biri olarak Türkmenleri göstermekte; mutlak
hükümdarlık geliĢtirildikçe göçebelerin de iktidardan uzaklaĢtığı veya uzaklaĢtırıldıkları
yönünde bir kurguyu esas almaktadırlar. Bu kurguya rağmen Peacock, kendi
çalıĢmasının farklılığını Ģöyle izah eder:
“Bu bölümde, aĢiretler/boylar ve aĢiret reisleri/boy beyleri arasındaki iliĢkiler, özellikle XI.
yüzyılın ilk yarısı bağlamında irdelenecektir. Diğer Avrasya aĢiretleri ile bozkır devletleri üzerine yapılan
51
52
53
54
55
56
A.g.e, s. 53; Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 24-25.
A.g.e, s. 53-54.
A.g.e, s. 55-83.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 27-32.
“From the Balkhan-Kuhiyan to the Nawakiya: Nomadic Politics and the Foundations of Seljuq Rule
in Anatolia”, Nomad Aristocrats in a World of Empires, Weisbaden 2013, s. 55-80.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 55; “From the Balkhan-Kuhiyan to the Nawakiya:
Nomadic Politics and the Foundations of Seljuq Rule in Anatolia”, s. 55-56.
13
antropolojik ve tarihsel araĢtırmaların karĢılaĢtırılması ve birinci el kaynakların ayrıntılı biçimde
değerlendirilmesi temelinde, Selçuklu devletini kuruluĢ aĢamasında asıl zorlayanın, aĢiretler ve aĢiret
reisleri arasındaki mücadeleden çok, Selçuklu hanedanı içinde, zaten homojen bir yapıya sahip olmayan
aĢiretlere kimin liderlik edeceği üzerine yapılan kavgalarolduğunu ortaya koymaya çalıĢacağız”.
57
Meseleye böylesine iddialı bir Ģekilde giriĢ yapan Peacock, konunun daha iyi
anlaĢılması için “Guz”, “Türk” ve “Türkmenler” kelimelerini izah ve bunlarla ilgili
araĢtırma eserlerdeki muhtelif görüĢleri hulasa etmekle iĢe baĢlar.58 Bu doğrultuda daha
önceki çalıĢmalara bir Ģey kattığını söylemek mümkün değildir.59 Müellif Selçuklu
tarihine hasrettiği ikinci kitabında zikredilen meseleyi ele alırken neden “Türkmen”
kelimesini tercih ettiğini Ģöyle izah eder:
“Ġslâm‟ı kabul eden Oğuzlar, dahaX. yüzyılda Türkmen olarak tanındılar. Amabesbelli
aĢağılayıcı yan anlamları ile birlikteMüslüman Türkmenleri tarif etmek için bileMüslüman yazarlar
sıklıkla Oğuz (veya Ğuz) terimine baĢvurmaya devam ettiler. Öte taraftan kaynaklar tarafından Türkmen
olarak tarif edilen bazı gruplar görünüĢe göre hâlâ pagandı.Tarih içinde Ģehirde yaĢayan Oğuz/
Türkmenler olsa da, bu iki terim genelde birey veya grup olarak göçebe demektir. Bu kitapta Oğuz
ifadesini kullanan baĢlıca kaynaklardan alıntı yapmamız veya terimin çok kemikleĢtiği ve Türkmen
ifadesini kullanmanın kronolojik bir hata olacağı durum dıĢında genel olarak Selçukluların göçebe
tebaasını ifade etmek için „Türkmen” kelimesini kullandık”.60
“Ğuz/Oğuz”, “Türk”, “Türkmen” kelimeleriyle ilgili tartıĢmaları özetledikten ve
kendisinin neden “Türkmen” kelimesini tercih ettiğini izah ettikten sonra iki ayrı baĢlık
altında göçebe meselesini ele almaya devam eder. Bu bağlamda göçebelerin
yerleĢiklerle münasebetlerini “Türkmenlerin Yapısı Üzerine I: Göçebeler ve
YerleĢikler” baĢlığıyla irdeler. Burada özellikle yerleĢik ile göçebe Türkmenlerin
münasebetleri üzerinde durur fakat kaynakların bu meselede ne kadar az bilgi verdiğini
de ifade eder. En baĢta kavram kargaĢasına temas eder ve “-ne Oğuz, ne de Türkmen
sözcüğünün-” göçebe terimiyle eĢanlamlı olduğunu belirtir. Ayrıca araĢtırmalarda
resmedilen manzaranın hilafına göçebeler ile yerleĢikler arasında sürekli bir çatıĢmadan
ziyade “-olumlu iliĢkilerin de-” olmasının muhtemel olduğunu kaydeder.61
57
58
59
60
61
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 56.
A.g.e, s. 56-62.
Türkmen kelimesine dair bk. Ġbrahim Kafesoğlu, “Türkmen Adı, Manası ve Mahiyeti”, Türkler, IV,
580-594.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 27. Aynı izah için ayrıca bk. Peacock, Selçuklu Devleti’nin
KuruluĢu, s. 62.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 62-66.
14
Peacock, “Türkmenlerin Yapısı Üzerine II: Türkmen AĢireti Nedir?” baĢlığında
ise “aĢiret” ve boy” sözcüklerinin neyi ifade ettiğine dair ana kaynaklarda açık
ifadelerin bulunmadığını; bu iki kelimenin muadili olarak kaynaklarda “taife”, “kabile”,
“boy/budun” gibi muhtelif terimlerin tercih edildiğini belirtir. Daha sonra ise Selçuklu
aĢiretlerini neyin oluĢturduğunu tespit etmenin oldukça zor olduğunu ve bunun için
baĢka aĢiretlerin yapısına müracaat etmek gerektiğini ileri sürer. Yazara göre Selçuklu
aĢiretleri denilen yapının bir araya gelmesi için yalnızca kan bağı yeterli bir izah
olamaz; buna karĢın çıkarların birleĢmesi veya çatıĢması daha fazla tayin edici
olmuĢtur.62
Selçuk’un ÖlümündenTuğrul ve Çağrı Beyler Devrine Kadar Selçuklu
Tarihi
Peacock, göçebe dünyasına dair değerlendirmeler yaptıktan sonra Büyük
Selçuklular‟ın siyasi tarihini ele alır. Yukarıda da naklettiğimiz üzere yazarın siyasi
tarih üzerinde durmasının sebebi, diğer meselelerin daha iyi anlaĢılmasına hizmet
içindir. Bu yüzden ayrıntılı bir siyasi tarih anlatımı tercih etmez. Bunun yerine kısa
anlatımlar vardır ve daha çok tartıĢmalı meselelere dair kendi yorumlarını ihtiva eder.
Peacock, Büyük Selçukluların siyasi tarihini anlatmaya Selçuk‟un vefatından
sonra yerine en büyük oğlu Arslan Ġsrail‟in geçmesiyle baĢlar. Bu dönem Peacock‟a
göre Selçuklu tarihi için oldukça önemlidir zira ilk defa kaynaklarda Âl-i Selçuk‟dan
bahsedilmektedir.63 Arslan‟ın isminin öne çıkması ve Âl-i Selçuk‟la birlikte diğer
göçebelerin de onun etrafında toplanması, Peacock‟a göre büyük ihtimalle onun
aĢiretlere otlaklar bulması ve yağma olanakları oluĢturması sayesinde mümkündü.64
Bu geliĢmeler üzerine Gazne Sultanı Mahmud, tehlikeyi daha fazla büyümeden
ortadan kaldırmak istemiĢ ve bunun için de Arslan Ġsrail‟i 416/1025‟te hapse atmıĢtır.
Mahmud, böyle yaparak Âl-i Selçuk‟un en büyük varisini pasif hâle getirmeyi ve
liderleri etkisiz hâle getirildiği için de Arslan Ġsrail‟in etrafında toplanan aĢiretlerin
dağılacağını bekliyor olmalıydı fakat geliĢmeler bunun tam tersine bir seyir takip etti.
Çünkü Arslan Ġsrail‟in hapsedilmesi iki önemli geliĢmeyi doğurdu. Yazara göre bu
62
63
64
A.g.e, s. 66-70. Ayrıca bk. “From the Balkhan-Kuhiyan to the Nawakiya: Nomadic Politics and the
Foundations of Seljuq Rule in Anatolia”, s. 57-62.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 28-29.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 74-75. Peacock, Arslan Ġsrail‟le ilgili olarak aĢiretin en
iyisi ve en kıdemlisi” olarak ifadenin tam olarak neyi anlatmak istediğinin açık olmadığını kaydeder
(s. 74).
15
hadisenin ilk önemli sonucu göçebelerin büyük bir kısmının, Mahmud‟un beklentisinin
aksine, Arslan Ġsrail‟e bağlılıklarının devam etmesiydi ki bu sayede dağılmaktan
kurtuldular.65
Peacock‟a göre Arslan Ġsrail‟in hapsedilmesinin ikinci ve daha önemli sonucu
ise Selçuklularda kimin baĢa geçeceği tartıĢmalarını baĢlattı. Yazara göre bu tartıĢma,
normal bir siyasi problem olmaktan daha önemliydi; zira bu hadise ile birlikte
Selçuklularda “ortak hanedanlık” tartıĢması da baĢlamıĢ oldu.66 Her ne kadar bazı
araĢtırmacılar “Selçukluların, Türki gelenekler doğrultusunda (aĢiretlerin ve sonra da
sultanlığın) yönetiminin tek kiĢiye değil, bütün hanedana verilmesinden yana
olduklarını”belirtseler de67, Peacock, bu hususta Ģu görüĢtedir: “XI. yüzyılın baĢlarında
Selçuklu hanedanında ortak egemenlik uygulaması Ģöyle dursun, bunun tam tersi, tek ve
en güçlü yönetici olabilme mücadeleleri öne çıkmıĢtır”.68
Yine bununla ilgili olarak Ģunları kaydetmiĢtir:
“Aile üyeleri arasındaki bu durmak bilmeyen çekiĢmeler, ortak egemenlik kavramının Selçuklu
döneminde henüz genel kabul görmediğini düĢündürür. Selçuklu ailesinin üyeleri daha çok yönetimi ele
geçirebilmek için birbirleriyle rekabet içinde olmuĢ ve tıpkı XII. yüzyılın sonlarında Cengiz Han‟ın
kendisini Moğolistan‟daki Türk-Moğol aĢiretlerinin yüce hanı ilan edebilmesi gibi, hem akrabaları hem
de taraftarlarınca yetkilerinin tanınmasını ummuĢlardı”.
69
Peacock, “ortak hükümdarlık” konusundaki görüĢlerini serdettikten sonra Tuğrul
ve Çağrı Beylerin, diğer Âl-i Selçuk üyeleri karĢısında nasıl temayüz etmeye
baĢladıklarını ve iktidar mücadelesini ele alır. Bu mücadele safhasında Tuğrul ve
Çağrı‟nın öne çıkmasında Türkmenlerin en önemli meselesi olan otlak sıkıntısına daha
65
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 32.
A.g.e, s. 32; Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 73-75. Selçuklu devri iktidar telakkisi hakkında
bk. Osman Özgüdenli, “ÜlüĢ Sisteminden Merkezî Devlete: Selçuklu Devlet Telâkkisinin TeĢekkülü
(1038-1064)”, Türkler, V, 249-264.
67
Peacock, bunun için Peter B. Golden (An Introduction to the History of the Turkic Peoples:
Ethnogenesis and State-formation in Medieval and Early Modern Eurasia and the Middle East,
Wiesbaden 1992, s. 220) ile A.K.S. Lambton‟un (Continutity and Change in Medieval Persia: Aspects
of Administrative, Economic and Social History, Eleventh to Fourteenth Century, Londra 1988, s.
225) çalıĢmalarına atıf yapar. Buna mukabil Türk tarihçilerinin bu konudaki tetkik ve görüĢlerine hiç
yer vermez. Meselâ Köymen de “Türk hakimiyet telakkisine göre devlet, baĢta bulunan hanedanın
müĢterek malıdır” görüĢündedir (Selçuklu Devri Türk Tarihi, s. 11). Benzeri bir görüĢ için bk. Osman
Turan, Selçuklular Tarihi, s. 234-235.
68
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 73-74.
69
A.g.e, s. 79.
66
16
etkin çözümler bulmaya çalıĢmaları etkili olmuĢ gibidir. Nitekim Peacock, bu hususta
Ģunları kaydeder:
“Destekçileri için otlak güvenliğini sağlamak göçebe bir baĢkanın ana vazifelerinden biridir.
Çünkü otlaklar olmadan Türkmenlerin hayvanları ölür, onların hayatta kalmasını tehlikeye atardı. Bu
konumdaki Türkmenlerdoğal olarak yeni bir liderin cazibesine kapılırdı: Sonunda o zamanotlak güvenliği
meselesi Selçuklu ailesinin devam eden liderliğinin garantisinden biriydi”.
70
Tuğrul ve Çağrı Beylerin, Gazne Hükümdarı Mesud‟dan otlak sıkıntısını
gidermek için yardım ve destek talepleri olumsuz karĢılandı ve Peacock‟a göre bu
sonraki geliĢmelerin de tetikleyicisi oldu. Peacock‟a göre Mesud‟un olumsuz cevap
vermesinde içinde bulunduğu Ģartların da büyük etkisi vardı. Zira
“Mesud uyumlu bir politika kurmakta baĢarılı olamadı. BaĢlangıçta babası Mahmud‟un
geçiĢlerine izin verdiğiIrakiye‟nin sebep olduğu sorunu önemseyen sultan, Selçukluların taleplerine karĢı
çıktı ve onlara karĢı bizzatsefere çıktı. Horasan‟ın kötü hasat ve kıtlıkdizilerine katlandığı göz önünde
bulundurulursaSelçukluların varıĢıkatlanılamaz ilave bir yük ve ilin vergi matrahına bir tehdit gibi
görünmüĢ olabilir”.71
Mesud‟un Selçuklulara olumsuz cevap vermesi iki tarafı savaĢ meydanlarında
karĢılaĢmaya zorladı ve savaĢın sonunda Gazneli ordusu 426/Haziran 1035‟te kesin bir
yenilgiye uğradı. Peacock‟a göre Gaznelilerin Selçuklular karĢısında 1035‟te kesin bir
Ģekilde yenilmesi bir dönüm noktasıdır. Bu savaĢtan sonra Selçukluların, Gazneliler
aleyhine olacak Ģekilde mütemadiyen ilerledikleri ve hakimiyet sahalarını geniĢlettikleri
görülmektedir. Nihayetinde 1040‟ta Dandanakan‟da kazanılan zafer Selçukluların bir
imparatorluk kurmalarının temelini attı.72 Yazara göre, Gaznelilerin Selçuklular
karĢısındaki gerilemesinin sebeplerini Ģu Ģekilde sıralamak mümkündür:
“Gazneli askeriyesi heybetli olsa da, baĢa çıkılmaz lojistik ve taktiksel zorluklar ile karĢılaĢtı.
Ağır cephanesi ve filleri kullanımı -düĢmanlarını korkutmak için Hindistan‟dan öğrenilen bir taktikonları yavaĢlattı ve kaynakların az olduğu bozkır veya çölde iĢlem görmesini imkansız kıldı. Bireysel
savaĢlarda Gazneliler galip gelmeye meyletti ama Selçuklular geneldedoğrudan karĢılaĢma vuku
bulmadan öncebozkıradoğru yok olup gittiler. 431/1040‟ta Mesud sonunda Tuğrul‟un Nesa‟daki üssünü
ele geçirdiğinde, bu ona pek az fayda sağladı çünkü Türkmenler, Gaznelilerin kendilerini takip edemediği
bozkırın uzaklarında olan Balhan Dağınıneteklerinde yok oldular.Hafif silahlı ve oldukçahareketli
düĢmanı takip etmek bile büyük bir mücadele idi zira Selçuklular Ģehirlerde garnizon kurmayı
amaçlamadılar.Horasan‟daki yaygın kıtlık Gazneli ordusunun yiyecek bulmakla mücadele ettiği anlamına
70
71
72
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 34.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 34.
A.g.e, s. 34-39.
17
geliyordu „ama Selçuklular bunu umursamıyorlardı çünkü çok azı ile memnun oluyorlardı‟.Selçukluların
manevra yapabilirliği, Gazneli kuvvetlerine Hazar ile Cürcan‟dan Amu Derya‟ya kadar uzanan geniĢ
bölgeyi müdafaa etme mecburiyetini zorlaĢtırıyordu anlamına gelir. Sonuç olarak en önemli Ģehirler
biletamamen yetersiz garnizonlar ile bırakıldı veya hiç garnizon yoktu. BaĢlıca merkezlerin surları yoktu
böyle Ģehirler sonuç olarak Selçuklular için yemdi ”.
73
“Bir Ġslâm Hükümdarı” Olarak Tuğrul Bey’in Temayüz Etmesi
Madeni paralardaki ve kroniklerdeki kayıtlara göre 428 veya 429/1037 veya
1038‟de NiĢabur‟un ilk fethinden itibaren Tuğrul Bey, bir Ġslâm hükümdarı olarak
anlatılır. Bu manada “Tuğrul‟un Ramazan ayı tamamlanana kadar Türkmenleri
yağmadan engellediği” yazılır. Buna rağmen Peacock, bu durumun daha sonraki bir
devrin kurgusu olduğu kanaatindedir. Zira buna dair Ģunları kaydeder:
“Ġslami yönetimin bu prensiplerininTuğrul tarafından bile dikkate alınıp alınmadığından Ģüphe
edilir. Muasır kaynağımız Beyhaki‟de bu hikaye görünmez ve daha sonraki kronikler, Gazneliler ve
Samanilerekıymetli halefler ve Sünni Fars-Ġslam geleneğindeki yöneticiler olarak bunları resmederek
Selçukluları meĢru kılmayı amaçlar”.
74
Her ne kadar Peacock, bir Ġslâm hükümdarı gibi kroniklerde tarif edilen Tuğrul
Bey imajına karĢı çıkarsa da Sadi S. Kucur tarafından bir araĢtırmaya konu edilen
Tuğrul Bey adına basılan bir sikkeden75 hareketle Ģöyle bir yorum yapmayı tercih eder.
“Yine deNesa‟daki zaferden beri alıĢıldık güvenli otlak amacını gölgede bırakan imparatorluk ve
fetih rüyaları ile beĢ yıldaki ideolojik değiĢiklik aĢikardır.Halife ve Tuğrul‟un adlarını taĢıyan 428 ve
429/1037-1038‟de NiĢabur‟daki bizim ilk Selçuklu paralarımızın darp ediliĢi, Tuğrul‟un Ġslâm
geleneğindeki bir yönetici olarakkendisini görmeye baĢladığını onaylar ve devletin temel unsurlarından
birinin ortaya çıkıĢını ileri sürer: para basma yeterliliği”.
76
Bu bağlamda sonraki satırlarda, yine Kucur‟un çalıĢmasına atıf yaparak Ģunları
yazar: “Böylece Horasan‟a varıĢlarından sadece on yıl sonra 1040‟ların ortalarında
Selçuklular, Ġslâmî devlet olmanın kurumlarının çoğunu elde ettiler, bunun ilk
iĢaretlerini daha 1038‟de görürüz: bürokrasi, vezirler, devlet daireleri, halife tarafından
tanınma ve düzenli para basımı”.77
73
74
75
76
77
A.g.e, s. 36-37.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 40.
Sadi S. Kucur, “A Study on the Coins of Tughril Begi the Sultan of the Great Seljuqs”, XIII Congreso
Internacional de Numismatica, Madrid 2003, Actas-Proceedings-Actes, I, Madrid 2005, s. 1599-1608.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 40.
A.g.e, s. 48.
18
Peacock‟un kroniklerin verdiği bilgileri sonradan uydurulmuĢ kurgular olarak
görmesine ve verilen bilgilere itiraz etmesine mukabil sikkelerin sağladığı bilgiler
karĢısında farklı bir yorumu tercih etmesi çeliĢki olarak durmakta; dahası yazarın zaman
zaman kroniklerdeki bilgileri yaftalayıcı tavrının da, en az kroniklere temkinli
yaklaĢmak kadar, ihtiyatla yaklaĢılması gerekli bir durum olduğunu ortaya koymaktadır.
Zira en azından Tuğrul Bey‟in bir Ġslâm hükümdarı gibi davranmaya baĢladığına dair
kroniklerdeki bilgileri, sikkeler destekler görünmektedir.
Dandanakan‟dan itibaren Çağrı Bey‟den ziyade Tuğrul Bey‟in temayüz etmeye
baĢladığı görülmektedir. Peacock‟a göre bunun sebebi Tuğrul Bey‟in siyasi nüfuzundan
ziyade farklı saiklerden kaynaklanmaktaydı. Bu hususta Ģunları yazar:
“–sadece Dandanakan‟ın tarihi olarak değil erken dönem Selçuklular için baĢlıca kaynağımız
Beyhakî‟nin kroniğinin ayrıca onun muasırı Gerdizî‟nin çalıĢmasının bittiği tarih olarak- 432/1040
sonrasında Ġbnü‟l-Esir ve Sibt b. El-Cevzî‟nin muhafaza ettiği kayıp Arapça kroniklere neredeyse
tamamen güveniyoruz. Odak noktaları batı olduğu için
pek ilgilerini çekmeyen Horasan‟da kalan
Çağrı‟dan ziyade bölgede faal olan Tuğrul‟a doğal olarak odaklanırlar. Dahası halifelik merkezi Bağdat‟ı
fethi ile Tuğrul‟un payına eklenen prestij, Çağrı‟nın aleyhine Tuğrul‟a odaklanmaya kronikleri daha fazla
teĢvik eder”.
78
Peacock, Tuğrul Bey‟in isminin daha fazla öne çıkmıĢ gibi görünmesine ve onun
Çağrı karĢısında daha üstün olduğu yönünde bir kanaat oluĢmasına rağmen, bunun
geliĢmeler dikkate alındığında pek de kabul edilecek bir durum olmadığı kanaatindedir.
Ziraiktidarının pek de problemsiz geçmediğini ve baĢlangıçta Osman G. Özgüdenli‟nin
tespit ettiği üzere79 Tuğrul ile Çağrı Bey‟in aynı unvanları kullandıklarını Ģöyle anlatır:
“Ama kanıtın bazı parçaları, Tuğrul‟un üstünlüğünün garanti edilenden çok uzak olduğunu ileri
sürer. Partitio imperii kabul edildiğinde, Çağrı‟nın payı Selçuklular tarafından gerçekten elde tutulan
topraklar çoğunluğunu temsil edecekti gerçi Tuğrul daha fethedilmemiĢ topraklarınbelirsiz ödülünü
kazandı. Ġlave olarak doğuda -Çağrı‟nın konumu- Türk kültüründeöncelik imasına sahipti: hem
Göktürkler hem de Karahanlılar ile imparatorluğun doğu kısımlarının yöneticileri dahaüstün olduklarını
düĢündüler. Nümizmatik kanıt Çağrı yanısıra Tuğrul‟un Türk hakimiyet sembolü ok ve yay motifini
kullandığını gösterir. Ġbnü‟l-Esir, Recep 428/1037‟den itibarenÇağrı‟nın, Merv camilerinde verilenCuma
vaazı olan hutbede „krallar kralı‟ (melikü’l-mülûk) olarakadlandırmaonurunu kendine mal ettiğini
belirtir.Kirman yöneticisi Çağrı‟nın oğlu Kavurt paralarda Tuğrul‟dan değil sadece babasından bahsetti ve
78
79
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 41.
Osman G. Özgüdenli, “Yeni Paraların IĢığında KuruluĢ Devri Selçuklularında Hâkimiyet
Münasebetleri Hakkında Bazı DüĢünceler”, Belleten, sayı: 65 (Ankara 2001), s. 547-570; a.g.y,
“Selçuklu Paraları IĢığında Çağrı Bey‟in Ölümü”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Tarih AraĢtırmaları Dergisi, 22 (35) (2004), s. 155-170.
19
Çağrı‟yı aynı unvan ile melikü’l-mülûk olarak adlandırdı.Böylece muhtemelen kadim Farsça unvan
ĢâhanĢah kastedildi.Bu unvan Tuğrul ayrıca tarafındankullanıldı. Böyleceyönetimin unvan ve sembolleri,
80
Çağrı kendisini Tuğrul‟dan üstün olarak değilse bile en azından ona eĢit olarak gördüğünü iddia eder”.
Peacock, Tuğrul ve Çağrı arasında Dandanakan‟dan sonra iktidar mücadelesinin
sürdüğü, bu manada Sistan‟daki mücadelenin iyi bir misal teĢkil ettiği kanaatindedir.
Nitekim bu hususta Ģöyle yazar:
“Dandanakan‟ın fatihi Çağrı‟nın kardeĢineüstünlük iddiasından kolayca vazgeçmesi pek
muhtemel değildir. AslındagörünüĢe göre XI. yüzyılda bir araya getirilen Sistan ilinin bölgesel kronikleri
Tuğrul ve Çağrı arasındaki devamlı gerginliği ileri sürer. Ġkisi de(menĢur sayesinde) Sistan valisini atama,
kendi adına para basma (sikke) ve Cuma namazlarındaki hutbede yönetici olarak bahsedilme hakkını
istediler – ve her biriRecep 446/Ekim 1054‟te ve Cemaziyelevvel 448/ Ağustos 1056 arasında ilin
kontrolü için birbiri ile mücadele eden rakip valiler atadılar. Bu anlaĢmazlık böylecesadece silahlı
kuvvetler ile yürütülmedi ayrıca sembollerin kullanımı ile yürütüldü, bu semboller hem Türk -misal para
üstündeki ok ve yay- hem de Ġslâmî idi: menĢür, sikke ve hutbe.Bu tarih için karĢılaĢtırmalı bölgesel
kaynakların azlığı göz önünde bulundurulunca Sistan‟ın gördüğü iki kardeĢ arasındakibir çeĢit temsili
savaĢın baĢka yerde ne kadar sıklıkla tekrar edildiğini bilmek imkansızdır. Besbelli Selçuklu ailesinin
diğer üyeleri çok nadirenparalarında Tuğrul‟un adına yer verdiler. Onun hakimiyet iddialarını kabul etme
isteksizliğini paylaĢtıkları hissi verir bu durum. Toprak paylaĢımı sistemi ve liderlik üzerine bu
anlaĢmazlıklarimparatorluğun çoğundasürdü”.
81
Tuğrul’un Ġran ve Irak Politikası
Peacock, Tuğrul Bey‟in Çağrı Bey karĢısında nasıl temayüz etmeye baĢladığını
ve bunun kaynaklara nasıl yansıdığını izah ettikten sonra yeni bir baĢlık açarak Tuğrul
Bey‟in Ġran politikasını ele alır. Yazarın bu konuya ayrı bir önem verdiği görülür.
Nitekim “Tuğrul‟un büyük baĢarısı, 447/1055‟te Bağdat‟a giriĢiyle taçlanan ve sultan
olarak daha sonraki taç giydiği yer Irak ve Ġran düzlüğünü fethi idi” der.82 Bu, yalnızca
siyasi bir baĢarı değildir, zira Selçuklulardaki Ġran nüfuzunu ele aldığı bölümlerde de
üzerinde hassaten duracaktır.
Peacock‟a göre Ġran‟da Tuğrul Bey‟in hakimiyet tesis etmesi iç içe geçmiĢ
sıkıntılar sebebiyle pek de kolay olmadı. Bu sıkıntıların baĢında da Tuğrul Bey‟in
ordularının büyük bir kısmını Türkmenlerin oluĢturması geliyordu. Peacock, bu
durumun sebep olduğu sıkıntıları Ģu Ģekilde izah eder:
80
81
82
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 41-42.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 42-43.
A.g.e, s. 43.
20
“Tuğrul‟un kendi ordularıbüyük çoğunlukla Türkmen temelli olarak kaldı ve erken dönem
Selçuklu yönetiminin mahiyeti için bunun da sonuçları vardı. Sadece onun adamları değilonlara bağlı
kimseler ve hayvanlarının beslenmesi gerekiyordu. Tek bir Türkmen ailesi yaklaĢık 100 koyuna sahipti;
Bu, Tuğrul‟un 429/1038‟de NiĢabur‟a girdiği kuvvetin büyüklüğü olarak 3 bin kiĢilik-güçlü bir ordunun300 bin koyun ile eĢlik edildiği anlamına geliyordu, diğer hayvanlardan bahsetmiyorum bile.Bu sayıkırsal
bölgeye devasa bir baskı yapar, bu dönemde Horasan‟ın katlandığı kıtlığı ağırlaĢtırıyordu… Sadık
adamlarını tutmak içinTuğrul onlara yağma ve otlak temin etmeliydi-göçebe bir baĢkanın alıĢıldık
sorumlulukları”.
83
Tuğrul Bey, Türkmenlere otlak bulabilmek için Güney Kafkasya, Doğu Anadolu
ve Kuzey Batı
Ġran‟a yöneldi, zira bu yerler otlak bakımından oldukça
zengindi84.Peacock, Tuğrul Bey devrindeki Ġran politikasını ve bunun sonuçlarını Ģu
Ģekilde değerlendirir:
“Bazı açılardan o zaman Ġran platosundakiSelçukluhakimiyetinin ilk yıllarımerakla belli belirsiz
bir karaktere sahipti.Rey ve Hemedan gibi Selçuklu üssü olarak hizmet eden birkaç Ģehir haricinde
Tuğruldoğrudan yönetimi garanti altına almak için pek az gayret gösterdi.Çok sayıdaki Ģehirde yaĢayan
içinpek az Ģey hemen değiĢti vesadece Selçuk‟un neslinden olanlar değil ayrıca bölgesel prensler debirbiri
arasında mücadele etmeye devam etti, bazen Tuğrul‟un kendisinden Ġbrahim Yınal‟a veya Irakıye‟ye
kadar değiĢen Ģekilde muhtelif Türklerden yardım topladılar.Böylece Ġran platosubu tartıĢmaların olduğu
zeminden ziyade belirli bir fetih seferinin hedefi değildi…”
85
Tuğrul Bey‟in Ġran kadar Irak‟ta tesis ettiği hakimiyet ve burada verdiği
mücadelenin Ģekli de Peacock tarafından özel bir ilgi ile karĢılanmıĢ ve ele alınmıĢtır.
Zira burada birçok mesele iç içe geçmiĢtir. Bunların baĢında da Selçukluların Sünni ve
ġĠî politikaları, Selçuklu-Abbasi münasebetleri gelir. Abbasi Halifesi el-Kaim (10311067) zamanında Vezir Ġbn Müslime‟nin gayretleriyle Tuğrul Bey, Irak meseleleri ile
yakından ilgilenmeye baĢladı. Tuğrul‟un 1055‟te Bağdat‟a girmesinden sonra
Selçukluların Irak politikasında hızlı değiĢimler görüldü. Tuğrul Bey‟in ordusunun
büyük bir kısmını oluĢturan Türkmenlerin Bağdat‟a girmesi beraberinde birtakım
sıkıntıları da getirdi. Bunların baĢında yaĢanan asayiĢ problemleri, yiyecek fiyatlarının
artması ve daha da önemlisi yerli halk ile Türkmenler arasında gün geçtikte artan
çatıĢmalar geliyordu.86
83
84
85
86
A.g.e, s. 45-46.
A.g.e, s. 46.
A.g.e, s. 46-47.
A.g.e, s. 48-52.
21
Selçuklular ve Ġslâmiyet
Peacock, Büyük Selçuklu tarihine hasrettiği iki kitabında da Selçuklular‟ın Ġslâm
dünyasındaki rolüne dair müstakil bölümler tahsis etmiĢtir. Bunlar “Selçuklular ve
Ġslam”87, “Hakimiyet, MeĢruiyet ve Halifelik ile Mücadele”88 ve “Din ve Selçuklu
Ġmparatorluğu”dur.89
Büyük Selçuklular devrinde Ġslâm dünyasının içinde bulunduğu durum ve bu
yeni siyasi yapının Ġslâm dünyasına etkilerine, baĢta Abbasi halifeleri olmak üzere diğer
Ġslâm dünyasıyla münasebetlerine dair Türkiye‟de çalıĢmalar kaleme alınmıĢtır. Bu
manada ilk zikredilmesi gereken isim Osman Turan‟dır. Zira Turan, “Selçuklular
Tarihi” adlı çalıĢmasında konuyu “Selçuklular Devrinde Türk-Ġslâm Medeniyeti”
baĢlığı altında müstakil olarak ele almıĢtır. Yine bu manada özellikle Ahmet Ocak‟ın
“Selçukluların Dinî Siyaseti 1040-1092)” (Ġstanbul 2002) adlı çalıĢmasını kaydetmek
gerekir. Buna mukabil, Peacock‟un kendisinden önce kaleme alınan bu ve diğer birçok
çalıĢmadan hiç söz etmemesi ilginçtir.
Peacock, XI. yüzyılın Ġslâm tarihi için bir dönüm noktası olduğunu zira
Sünniliğin “itikat” olarak tanım kazanmaya baĢladığını; yine aynı dönemde Fatımiler ve
Ġsmaililer ile ġiîliğin de bu dönemde güçlendiğini; yine bu dönemde Cüveynî ve Gazalî
gibi âlimlerin eserleri sayesinde Ġslâm dünyasında düĢünsel anlamda bir dinamizm
yaĢandığını; Sünni mezheplerin de dönüĢüm geçirdiğini kaydeder.90
Ġslâm tarihi için böylesine önem arz eden bir devir hakkındaki çalıĢmaları
değerlendirerek meseleyi ele almaya baĢlayan Peacock, ilk olarak George Makdisi‟nin
çalıĢmalarını değerlendirir. Yazara göre Makdisi, “Selçukluların Sünni canlanıĢı‟nı
baĢlattığı görüĢüne karĢı, bunun daha Selçuklular Bağdat‟a gelmeden önce-gerçekten de
daha onlar tarih sahnesine çıkmadan epey önce itikad-ı Kadiri ile- baĢladığına dikkat
çekerek, dönemin egemen bilimsel anlayıĢını tersyüz” etmiĢtir. Ayrıca Makdisi,
“Selçukluların Halifeliği, ġiî Büveyhilerin elinden kurtardığı savının doğru olmadığını
öne süren ve Selçuklu sultanları ile Halifelerin iliĢkilerinin çoğu zaman mesafeli, hatta
zaman zaman düĢmanca olabildiğini” söyleyen ilk kiĢidir.Peacock, Makdisi‟den sonra
Eric Hanne, Richard Bulliet, Erika Glassen, Daphna Ephrat, Omid Safi‟nin
87
88
89
90
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 117.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 124.
A.g.e, s. 246-285.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 117.
22
çalıĢmalarını kısaca değerlendirir. Yazar, zikrettiği çalıĢmaların değerli olduklarını
fakat, “hiçbirinde Selçuklu dönemi siyaset-din iliĢkilerinin” açık olmadığını; bu
dönemin din tarihinin aĢırı sayılabilecek çeliĢkilerle dolu olduğunu belirtir.91
Dinî hayat bahsine Selçukluların atalarının neden ve ne zaman Ġslâm dairesine
girdikleri sualine cevaplar arayarak baĢlayan Peacock, Meliknâme‟den beslenen
Mirhond‟un naklettiklerini ele alarak konuya giriĢ yapar. Her ne kadar bu kaynakta
Selçuk‟un ilahi ilham sonucu Müslüman olduğu yazarsa da, Peacock Dukak ve
Selçuk‟un muhtemelen “Hazar yönetici elit tabakasının çoğu gibi Musevî” veya baĢka
bir yerde iddia edildiği üzere Hristiyan olmalarının daha muhtemel olduğunu ileri sürer.
Bu iddiası için de hanedan üyelerinin isimlerindeki değiĢimi misal gösterir. Nitekim
“Selçuk‟un oğulları ve torunlarımisal Ġsrail, Musa, Mikail ve Yusuf ve Davud gibi Eski
Ahid‟i hatırlatan isimler taĢırken, sonraki nesillerde bunlar kaybolur ve Arapça, Türkçe
veya bazen Farsça isimler” yerlerini alır”.92
Peacock, mezhepler konusunda Selçukluların bir Sünni canlanmaya sebep
oldukları, buna karĢılık ġiî karĢıtı bir politika takip ettikleri yönündeki iddiaları yanlıĢ
bulur. Zira yazara göre Selçuklular, daima Sünniliği özendirmekten uzak oldukları
kadar zaman zaman ġiîliği de desteklemiĢlerdir.93 Buna dair Ģu değerlendirmelerde
bulunur:
“Bu dönemde Sünnilik de Ali ailesine saygı gösterdi. Bugün ġiîler için önemli hac noktalarından
biri olan Horasan‟daki MeĢhed‟de Ģehit olan sekizinci imam Ali er-Rıza‟nın büyük türbesi, birkaç kıdemli
Gazneli görevlisi ve kuvvetli bir ġiî karĢıtı olan Gazneli Mahmud tarafından erken dönem XI. yüzyılda
korundu.Selçuklu devralıĢı ile bu elit himaye edildi. KardeĢi TekiĢ ile mücadele etmeye doğuya giden
MelikĢah, vezirinin eĢliğinde orada bizzat dua etmeye gitti ve daha sonra bölgenin Alevilerine hediyeler
verdi.Bugün Mezar-ı ġerif olarak bilinen ve Ali b. Ebi Talib‟inmezarını bulundurmakla meĢhur olan
Horasan‟daki Belh yakınındaki türbe530/1135-6‟da „yeniden keĢfedildi‟ veSelçuklu Belh Valisi Kumaç
tarafından restore edildi. Ama mimarinin materyal kanıtı ve yazıtları, Selçuklu yönetimi altındaki ġîî
uygulamalarını halkın kabulü ve en azından bazı ġiîlerin yüksek statüsü için Abdülcelil‟in kanıtına dair
bazı unsurları onaylamamıza müsaade eder. Özellikle çarpıcı olan Halep‟te TutuĢ tarafından inĢa edilmiĢ
minaredir, Ali ve oniki imamızikrederek, ġiî tadı veren yazıtlar bile taĢır. Mahmud b. Nasr tarafından
propoganda edilenler gibi Selçukluların mezhepçi ön yargısının söylentilerini reddetmek için, yeni rejime
ġiî Halep halkını barıĢtırmak için besbelli bir teĢebbüs idi bu. Hatta Sünnilerin ağırlıklı olduğu bölgelerde
ġiîler, en halka açık ifadelerle inançlarını ifade etmekte özgür idiler. XII. yüzyıl sonlarında Hemedan
hükümdarlık Ģehri dıĢında –Selçuklu hanedanına yakın bağları olan ve Ravendi‟nin efendileri olan91
92
93
A.g.e, s. 118-120.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 246.
A.g.e, s. 258-266. Ayrıca bk. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 120.
23
oldukça zengin ġiî Aleviyan‟ın bir üyesi, atalarının mezarlarının yanına, Ġslâmi dönemĢaheserlerinden biri
olanheybetli anıt mezarı inĢa etti. Raya ġani‟nin gösterdiği üzere, mozolenin dekoratif planı ve yazıtları
açıkça , Aleviyan‟ın ġiî inançlarınıaçığa vurur”. “Aleviyan istisna değildi: ġiî elit tabakasının üyeleri
sıklıkla devlette kıdemli konumlar iĢgal etti. Vezir AnuĢirvan b. Halid‟in misal teĢeyyu (ġiîlik)
benimsemekte oldukça açık olduğu ve Ali b. Ebi Talib‟in mezarının yanına gömüldüğü söylenir.
KaĢan‟da ġiî bürokratların bir hanedanı vardı: Muhtaselmülk, Sancar‟ın vezirlerinden biriydi ve onun
oğlu Fahrülmülk, kısa süre yaĢayan SüleymanĢah için aynı konumu elde tutmuĢtu, onun torunu, III.
Tuğrul için aynı Ģeyi yaptı”.
94
Peacock, Selçukluların Sünnîler ve ġiîler arasında dengeyi sağlamaya
çalıĢtıklarını; ġiî hukukun Selçuklu hakimiyeti altında geliĢmeye devam ettiği; zaten
“ġiî karĢıtı sloganların varlığının da bu dönemde ġiîliğin artan popüleritesine” bir delil
teĢkil ettiği kanaatindedir.95
XI. yüzyılda Ġslâm dünyasında mezheplerin durumlarını ele alan96 Peacock, daha
sonra Selçukluların Hanefilik ile münasebetleri üzerinde durur. Hem Ortaçağ tarihçileri
kaynakları hem de modern araĢtırmalarda Selçukluların Hanefi olduklarına dair ortak
bir görüĢün hâkim olduğunu kaydettikten sonra bu görüĢü irdelemeye baĢlar.
Madelung‟un “Hanefiliği çekici yapan unsurlardan biri, Ebu Hanife‟nin Kuran‟ı ve
Ġslâm‟ın farzlarını bilmeyenleri bile Müslümanlığa kabul etmesiydi” yönündeki
görüĢüne sıcak bakan Peacock, yine de Selçuklu sultanlarının bazı uygulamalarının dinî
olamayacağını kaydeder.97
Selçuklularda Hanefiliğin iki temel veri üzerinden inĢa edildiğini, bunların da
Hanefi camilerinin yapılması ve Hanefilerin resmî görevlere atanmaları olduğunu; fakat
bu verilerin çok mahdut bölgelerden seçilen misallerden hareketle ortaya atıldığını,
buna mukabil yerel Ģartların çoğu zaman göz ardı edildiğini ve zaman zaman da verilere
yanlıĢ anlamlar yüklendiğini belirtir. Rey‟de yeni bir Hanefi camisinin inĢa edildiğinin
doğru olduğunu, ancak bunun yerel Ģartların bir sonucu olduğunu; zaten Selçuklular
gelmeden evvel de Hanefilerin Rey‟de çoğunlukta olduklarınıkendi görüĢlerine delil
olarak gösterir.98
Peacock, Selçukluların Hanefilerle münasebetlerine dair Ģu değerlendirmelerde
bulunur: “Selçukluların mutaassıp Hanefiler olduklarına iliĢkin kanıtlar oldukça zayıftır.
94
95
96
97
98
A.g.e, s. 259-263.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 263-265.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 120-124.
A.g.e, s. 124.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 124-126.
24
Birkaç Hanefinin göreve atanması, böyle bir savın dayandırılması için yeterli değildir.
Abbasi döneminin baĢlarından beri hükümdarlar, durum elverdiğinde hep Hanefi
mezhebini desteklemekten yana olmuĢlardı, bu da Hanefilerin devlete sadakatinden ve
adaletsiz bile olsa her zaman hükümdarın emirlerine uyma mefhumuna bağlılığından
kaynaklanmaktadır”.99 Buna mukabil, baĢka bir kitabında ise Selçuklu elitlerinin
Hanefilikle olan münasebetine dair Ģunları yazar:
“Selçuklu hane halkı ve Selçuklu elit tabakasının Hanefiliğin „azimli‟ destekçileri olduğu
sıklıkla söylenir. Diğer mezheplerin hilafına Selçukluların Hanefiliği teĢvik etmeye teĢebbüs ettiklerine
dair bazı kanıtlar ortaya koyar. ġâfiîlerin sayıca fazla olmasına rağmen Tuğrul döneminde Ġsfahan, Rey,
Hemedan ve biraz gecikme ile NiĢabur‟un hepsine Hanefi kadılar yerleĢti. Hanefiliğin sadece hukuk
okulu olarak Suriye‟de bulunmasına rağmen Kudüs ve ġam‟da kısa süre sonra hikaye aynıydı. Bazen bu
ithal edilen Hanefiler, ġam Selçuklu kadısı el-Balasağuni ile mezhep ön yargısını kıĢkırtmaya niyet
ettiler, ġâfiîlerin kâfir olduğunu ve gayrimüslimler için ayrılan baĢ vergisi cizyeyi ödemeleri gerektiğini
100
belirttiler”.
Peacock, bu iki alıntıya bakılacak olursa, çeliĢkili yorumlarda bulunmaktadır.
Nitekim ilk alıntıda Selçukluların Hanefileri desteklediklerine dair kanıtların yetersiz
olduğunu yazarken, ikinci alıntıda bunun doğruluğunu kabul etmiĢ görünmektedir.
Dahası yazar, ikinci alıntının bulunduğu kitabının birkaç paragraf sonrasında ise yine
Ģöyle yazar:
“Çok sayıda kanıt, „militan‟ olarak Selçuklu Hanefiliğinin tarifi ileçeliĢir. MeĢhur ġâfiî hukukçu
Ebu Tahir Abdurrahman b. „Alek‟in 484/1091‟deki ölümü üzerine Selçuklu Devleti‟nin önde gelen
adamları cenaze törenine katıldı ve mezarı Sultan MelikĢah tarafından bizzat ziyaret edildi. Aslında
Karahanlı yanlıĢ yönetiminden yorgun bu aynı Abdurrahman, memleketi Semerkand‟ı fethetmek için
MelikĢahı ikna etmekte vasıta olmuĢtu.Her halükarda bu ġâfiî için Selçukluların Hanefiliğe bağlılığı
yakın ittifak kurmakta herhangi bir engel teĢkil etmez.”
101
AraĢtırmacı, son yaptığımız alıntıda tekrar Selçukluların Hanefiliğinin
“militanlığına” dair iddialara karĢı çıkmakta, alıntı yaptığımız paragrafın devamında
“Hanefilik detartıĢmasız bir üstünlüğün tadını çıkarmadı” dedikten sonra bunun
gerekçesini Ģu Ģekilde izah eder:
99
100
101
A.g.e, s. 127. Ayrıca bk. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 250.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 268.
A.g.e, s. 269.
25
“Kurumsal olaraken büyük medrese ağı ġâfiî Nizamiyeler idi ve Hanefi medresesi himayesi asla
aynı ölçüde olmadı, gerçivarlıklı Hanefi medresesi, kıdemli bir Selçuklu görevlisi Abu sad al Mustavfi
102
tarafından459/1066 Nizamiye ile aynı yıl Bağdat‟ta kuruldu”.
Peacock, Selçuklu yönetiminin mezheplere bakıĢına dair kendi görüĢlerini Ģöyle
özetler:
“Daha geniĢ kapsamlı gergin atmosfere rağmen diğer mezheplere karĢı Selçuklu tutumu geniĢ
çaplı bir müsamaha idi. Aslında sıklıkla sultanın politikası, biri veya diğerine büyük önyargı hissinden
kaçmak içinmuhtelif mezhepler arasında dengeyi baĢarmayı amaçlamıĢ gibi görünür- aynı Ģekilde Sünnî103
ġiî gerginliği ile alakalı olarak da böyle yapmıĢ gibi görünürler ”.
Yazar, bu görüĢlerini Nizamü‟l-mülk‟ün Siyasetnâme‟sinden yaptığı bir alıntı ve
1087 ġubat‟ında MelikĢah‟ın Nizamü‟l-mülk ile birlikte Bağdat‟a geldiğinde buradaki
mezhep imamlarının türbelerini ziyaret etmiĢ olmasıyla temellendirmeye çalıĢır.104
Selçukluların seçkin kesiminin inancına dair Peacock, onların ġamanizm
geleneklerini ve inançlarını devam ettirdiklerini ileri sürer. Bunun için Tuğrul, Çağrı ve
Yabgu‟nun Dandanakan Muharebesi‟nden önce müneccime danıĢmalarını misal
gösterir. Dahası yazar, “ġamanların görevlerinden biri de öbür dünyadan gelen bilgileri
yorumlamaktı -bu da zaten temelde müneccimin yaptığı Ģeydi” diyerek müneccimlik ile
ġamanlığı bir tuttuğunu, hâliyle müneccime baĢvuran Tuğrul, Çağrı ve Yabgu‟nun
ġamanizm değerlerini taĢıdığını iddia eder. Yazarın bu iddialarının oldukça isabetsiz
olduğu ortadadır. Nitekim müneccim, Ġslâm dünyasındaki diğer devlet liderlerinin de
müracaat ettikleri bir kiĢidir ve bu onların ġaman olduğu anlamına gelmez. Dahası
Ġslâm âlimlerine verdiği destek söz konusu olduğunda yazarın mütereddit bir tavır
takınırken, müneccime müracaat edilmesini bu kadar aĢırı iddialı bir Ģekilde
yorumlamaya meyyal olması da üzerinde durulması gerekli bir husus olsa gerektir.
Peacock, ġamanizm konusunda bu kadar emin yazarken, söz konusu Ġslâm olunca,
“Ġslam dininin, Türklerin dünya görüĢünü ne kadar etkilediği tartıĢmaya açıktır”105
yönünde mütereddit kalması yazarın tarihi vakaları keyfi değerlendirdiğinin baĢka bir
misali olmalıdır.
102
103
104
105
A.g.e, s. 269. Peacock metinde hatalı bir Ģekilde tarihi 1066 olarak vermiĢtir ama doğrusu 1067
olmalıdır.
A.g.e, s. 270.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 270-271.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 148.
26
Peacock, Selçuklu sultanlarının dini hayatlarına dair baĢka bir eserinde de
“Sultanların camiler ve medreseler hizmete soktukları çok genel ifadeler olarak bazen
söylense de, MelikĢah tarafından hizmete konan Bağdat‟taki sultani cami hariç onların
emri ile kurulmuĢ kesin bilinen binalara dair yazınsal veya epigrafik kaynaklardan
ĢaĢırtıcı Ģekilde pek az kanıt vardır” iddiasında bulunur. Buna mukabil dini yapıların
büyük kısmını diğer devlet ricalinin desteklediği veya yaptırdığını belirtir. “ĠnĢa etme
faaliyeti Selçuklu bürokratları ve arasıra sultan ailesinin diğer üyeleri hatta saltanat
kadınları tarafından bile finanse edildi ama çok nadiren sultanlar finanse etti”.106
Peacock, yukarıdaki görüĢlerinden sonra çok daha tartıĢmalı bir konuya geçer ve
Türkmenlerin Hanefi mezhebi ile münasebetlerini değerlendirir. AraĢtırmacı, bu hususta
muhtelif bölümlerde görüĢlerini paylaĢır. Meselâ bir yerde “Ġnsan, mezhepler arasında
çoğunlukla çok küçük olan farkların, Türkmenler, hatta önderleri tarafından gerçekten
anlaĢılıp anlaĢılmadığını merak ediyor”107 diyerek Türkmenlerin mezheplere bakıĢının
zannedildiği kadar sert olmadığını, zira onların bu fıkhî incelikleri anlayacak kadar
derinlikli bilgiye sahip olmadıklarını ima eder. Yine bu minvalde Tuğrul, Bağdat‟a
girdikten sonra Türkmenlerin Hanefilerle yaĢadıkları sıkıntıları anlatarak Türkmenlerin
Hanefiliğe bakıĢını izah etmeye çalıĢır.108
Peacock, “Selçuklu Müslümanlığı ve Geleneksel Türk Ġnancı” baĢlıklı bölümde
Türkmenlerin inançları ve Ġslâm dini ile olan münasebetlerine dair görüĢlerini daha açık
bir Ģekilde izah eder. Bu bölümde Türklerin Müslüman olması meselesine de değinen
yazar, zannedildiğinin aksine “Türklerin Müslümanlığı kabul etmesinde en çok
mutasavvıfların etkili olduklarına iliĢkin belgesel kanıtların” zayıf olduğunu ileri sürer.
Buna mukabil Peacock, bu husustaki görüĢlerini delillendirecek güçlü mesnetler
sunamamıĢtır.
Zira
bu
cümlelerin
devamında
verdiği
misaller
Selçukluların
mutasavvıfları himaye ettiklerine dairdir fakat yazar bunları kiĢisel inançlarla izah
etmeye çalıĢmaktadır. KiĢisel inancının bir sonucu olarak verdiği misal ise Nizamü‟lmülk‟ün hankahları korumasıdır. Peacock‟un devletin resmî uygulamaları olarak çoğu
yerde Nizamü‟l-mülk‟ün destek veya engellerini misal gösterirken, burada Ģahsi bir
tercihten öte değildir demesi, tarihi verileri keyfi kullandığının iyi bir örneği olsa
gerektir. Ayrıca yazarın baĢka bir çalıĢmasında yine aynı konuyla ilgili olarak,
“Böyleceçok sayıda sultan ve elit tabakanın diğer üyeleri sufileri himaye etti; özellikle
106
107
108
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 252-254.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 124.
A.g.e, s. 128.
27
muasır kaynaklarda ve menkıbe anlatımlarında çok iyi belgelenenĢey, Sancar ve
yazıların mevcut bir yapıtını bırakan nadir din adamlarından biri olan Ahmedi
Cemarasındaki yakın iliĢkidir”109 Ģeklinde yazması Peacock‟un görüĢleri arasındaki
tenakuzlara iyi bir örnek teĢkil eder.
Peacock, Türkmenlerin Bağdat‟ta Hanefilerle yaĢadıkları sıkıntıları delil
göstererek onların pek de Hanefi olmadıklarını izah etmeye meyyaldir. Yazarın bu
tutumunun da problemli olduğu açıktır. Çünkü baĢka hadiselerde, bunların arkasındaki
birçok farklı saikin etkili olduğunu ifade eden ve bunları izah etmeye çalıĢan yazar,
Bağdat‟ta Hanefiler ile Türkmenlerin yaĢadığı sıkıntıları izah etmede özellikle
Türkmenlerin Hanefilikten uzak oldukları tezini desteklemek için vurgu yapması tarih
metodu bakımından sıkıntılı olsa gerektir. Bağdat‟ta Türkmenlerin Hanefilerle
yaĢadıkları sıkıntılar dinî bir zeminde izah edilmek ve yaĢanan sıkıntılardan dolayı
Türkmenleri Hanefilikten uzak göstermek neden gerekir? Bu durum, baĢka bölümlerde
yazarın üzerinde hassaten durduğu üzere, yerleĢiklerle göçebelerin hayat Ģartlarından
kaynaklı olarak yaĢadıkları bir sıkıntı olamaz mı? Fakat yazar, Türkmenlerin Hanefilere
karĢı sert tutumlarını onların Hanefilikten uzak oldukları görüĢüne mesnet, dahası
onların ġamanizmin varlığını taĢıdıklarına delil olmak üzere de kullanmıĢtır.110
Türkmenlerin dini inançları konusunda yazarın, kendi görüĢlerini delillendirmek
için farklı zamanlardaki verileri karıĢtırmasına sebep olmuĢtur. Nitekim Selçuklu devri
Türkmenlerinin inançlarını anlatırken konuyu, biraz daha iyi bilindiği için olsa gerek,
Anadolu‟daki Yörüklere ve Tahtacılara getirmiĢ ve bunların ġamanizm izlerini
taĢıdığını iddia etmiĢtir. Dahası Peacock, Jean-Paul Roux‟un çalıĢmalardından111
hareketle Tahtacıların, “kendileri bu terimi kullanmasalar da” ġiî olduklarını iddia
etmiĢtir.
Peacock, “Selçuklular ve Ġslam” bahsindeki görüĢlerini Ģu Ģekilde hulasa eder:
“Selçukluların Müslüman olmasından çok sonra bile Orta Asya‟nın bazı bölgelerinde
putperestlikle ilgili inançlar yaygınlığını korumaya devam etmiĢti, Türkmenler, Müslüman olmamıĢ
109
110
111
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 256.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 144.
Jean-Paul Roux, Les Traditions des Nomades de la Turquie méridionale: contribution a l’étude des
représentations religieuses dans les sociétés turques d’après les enquêtes effectuées chez les Yörük et
les Tahtaci, Paris 1970.
28
akrabalarıyla ittifak yapabiliyorlardır. Selçuklulara katılan bütün bu çeĢitli Türkmenler, Ġslam dinini sözde
kabul ediyor görünüyor ve bazen bunu bile yapmıyorlardı ”.
112
Büyük Selçuklular ve Zimmîler
Selçukluların hakim olduğu topraklarda Müslümanlar yanında gayrimüslimler de
bulunuyordu. Zimmî statüsündeki bu gruplar arasında Hristiyanlar, Yahudiler, kadim
Ġran inançlarının müntesipleri ve baĢka bazı küçük gruplar vardı.113 Peacock, Büyük
Selçuklularla ilgili ikinci kitabında114 bu gruplar arasından özellikle Yahudiler ve
Hristiyanların konumlarını ele alır.
Peacock, “Selçuklu mülkleri içindeki bireysel bölgelerin çokluğu içinde
zimmîler muhtemelen çoğunluğu oluĢturdu” tespitinde bulunduktan sonra, “Bu
dönemdegünah çıkarma biatları için istatiklerimiz olmasa da, Hristiyanlar Suriye
(özellikle kuzeyi), Cezire ve Irak nüfusunda önemli bir unsurdu” der. Fatımîler
hakimiyetinde özellikle Yahudilere ait zengin arĢiv gibi bir arĢivin Selçuklu
hakimiyetindekiler için mevzubahis olmadığını kaydeden yazar, buna mukabil
“Selçuklu toprağındaki Yahudi topluluğu için iki muasır kaynağın” bulunduğunu ve
bunların da “XII. yüzyılın ikinci yarısının Yahudi seyyahı Haham Tudelalı Benjamin”
ile “yaklaĢık olarak aynı dönemde yaĢayan ve Müslüman olan Yahudi Semav‟al elMağribî”nin yazdıkları olduğunu belirtir. Ayrıca Yahudi seyyah HahamRatisbon
Petachia‟nın seyahatnamesinden de istifade eder.115
Peacock, Selçuklu hakimiyetindeki zimmîlerden önce Yahudileri ele alır. Bu
minvalde önce yukarıda zikrettiğimiz Benjamin‟in yazdıklarından nakiller yapar ve
seyyahın Bağdat‟ta 40 bin Yahudinin bulunduğunu ve bunların da iyi durumda
olduklarını yazdığını belirtir. Buna mukabil Peacock, Benjamin‟in yazdıklarının
birkısmının efsanelerle karıĢtığı, zaten baĢka bir Yahudi seyyah Rabbi Petahya‟nın
seyahatnamesinde yazılanların da Benjamin‟in yazdıklarının bazılarının hilafına
bulunduğunu kaydeder. Peacock‟a göre bazı farklı bilgiler bulunmasına rağmen
“Petayha, Benjamin‟in rivayetinin asıl unsurlarını destekler”ve biri Ortadoğulu diğeri
ise Avrupalı iki Yahudinin, Selçuklu hakimiyeti altındaki Yahudilerin, “oldukça
112
113
114
115
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 149.
Büyük Selçuklular devrinde zımmîlerin durumu hakkında bk. Osman Turan, Selçuklular Tarihi, s.
248-251.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 272-285.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 272-275.
29
müreffeh” ve “saygınbir topluluk” oldukları yönünde benzeri bir manzara tarif etmeleri
üzerinde durur.116
Benjamin‟in anlattığı David Alroy adlı Yahudi‟nin isyanına ayrı bir önem veren
Peacock, bu isyanın niteliği üzerinde durur. Ġslâmî kaynaklarda bu isyanla ilgili hiçbir
imanın dahi bulunmadığını kaydeder. Peacock‟a göre bu isyan mesihci nitelikteydi.
Buna mukabil isyanın temelinde XII. yüzyıldaki siyasi krizlerin ve zimmîlere yönelik
iktisadî baskıların büyük etkisi olmalıydı.117 Ġsyan vesilesiyle Selçuklular devrindeki
Yahudilerin din değiĢtirerek Müslüman olmaları meselesine de temas eden Peacock, bu
hususta Ģunları yazar:
“Böyle bir atmosferde Avrupa ile karĢılaĢtırıldığında Ġran ve Irak‟ın göreceli değeri her ne olursa
olsun bu çeĢit bir atmosferde Müslüman olmak Yahudi olmaktan oldukça basit bir ifadeyle daha güvenli
ve daha rahat bir Ģeydi. DahasıĢartlar üstünde müzakere yapmak için yer vardı. Din değiĢtirmenin Ģartı
olarak Ebu‟l-Bereket, Ġslami değil Yahudimiras hukukuna göreüç kızının miras bırakmasına müsaade
edilmesini Ģart koĢabildi. Çok sayıda kiĢinin onun örneğini takip etmesi ĢaĢırtıcı değildir ”.
118
Peacock‟un çok az veri bulunan Yahudilerin neden Müslüman olduklarına dair
mevzuda genellemeci bir tutum sergilemesi ilmi bir tavır olmasa gerektir. Zira yazarın
iddialarını destekleyecek yeterli veri mevcut değildir. Bu, ancak Peacock‟un
tahminlerinin veya ön kabullerinin bir tezahürü tespit olmalıdır.
Yahudilerden sonra Hristiyanları ele alan Peacock, “Yahudiler gibiHrisyianlar
daayırıcı kanunlara maruzdular vearka planda din değiĢtirmek için mütemadi baskı
vardı – Hristiyanların çoğunluğu oluĢturduğu Irak bölgelerinde Ģüphesiz çok daha az
olan bir baskı” diyerek Hristiyanların da Müslüman olması için “mütemadi bir baskı”
olduğunu ileri sürer119 fakat bunu da Yahudilere olduğunu iddia ettiği baskı gibi
delillendiremez. Yine bu hususta “Yahudi toplumunda olduğu üzere önde gelen
Hristiyan entellektüeller ve bürokratlardin değiĢtirmeye meyyaldi –ve Ģüphesiz bazıları
yaptıklarına piĢmandı”120 diyerek mesnetsiz genellemelere devam eder.Peacock, bu
iddialarınamukabil
“Din
değiĢtirenlerin
gerekçeleri
hususunda
bazı
muasırlar
Ģüphelerini ifade etse de, pratik düĢünceler tek sebeptir diye hayal etmek haksız olur”121
diyerek kendi kendini de tenkit etmiĢ olur. Ayrıca Müslüman olan Hristiyanların
116
117
118
119
120
121
A.g.e, s. 274-275.
A.g.e, s. 275-280.
A.g.e, s. 280.
A.g.e, s. 282.
A.g.e, s. 282.
A.g.e, s. 283.
30
bazılarının eski dinlerine reddiye yazdıklarını, bunun da sebebinin “Müslüman
düĢüncenin içine iĢlediği ve Müslüman politik hakimiyetin desteklediği bir toplumda
kaçınılmaz Ģekilde bazı kiĢiler Ġslâm‟ın iddialarını kendi inançlarından daha ikna edici
olarak gördüler”Ģeklinde izah eder.122
Peacock, Hristiyanların Müslüman olmasının arkasındaki saikleri izah ederken
çeliĢkili ifadeler kullanır. Bir taraftan “planda din değiĢtirmek için mütemadi baskı
vardı”123 derken, diğer taraftan
“Selçuklu yönetimi altındaki Hristiyan toplulukları aralıksız düĢüĢ içinde resmetmek yanlıĢtır.
Hem Ġldegüzids hem de Alp Arslan gibi erken dönem Selçuklular sayesinde cihadın belagatlı kullanımına
rağmen imparatorluk sınırları içinde bunun Hristiyan toplumu üzerine saldırılara dönüĢtüğüne dair pek az
kanıt vardır. … Birçok açıdan Hristiyanlık gayretli hatta yayılmak için hırslı olarak kaldı… Ayrıca
Süryanice literatür ve entellektüel yaĢamyeniden canlandı ve „Süryani Rönesansı‟ olarak Ģekillenen
dönemin çoğu ile Selçuklu dönemi denk düĢer.”
124
der. Peacock, Kafkaslar‟daki Hristiyanların ise daha rahat bir ortamda yaĢadıkları ve
hatta idarecilerin görevlerine devam ettiğini belirtir.125 Yine “planda din değiĢtirmek
için mütemadi baskı vardı” diyen Peacock, baĢka bir yerde tam tersi bir tespitte
bulunarak Ģöyle yazar:
“Cihadın belagatlı kullanımını bir kenara koyarsak, Selçuklu sultanları dini benzerlik peĢinde
koĢmadı. Kündürî‟nin NiĢabur mihne veya Kral Ahsartan‟ın din değiĢtirmeleri gibi örnekler kuraldan
ziyade istisnadır. Kıdemli ġiî ve Yahudi makamlarını Selçukluların istihdamı, Sultan Sancar‟ın burnu
dibine Ġsmailî da„veti terfi ettirmekteki eĢ-ġehristani‟nin faaliyetleri, Ġsmaililer ile muhtelif sultanların
ittifakı –bütün bu faktörler Selçukluların dini farklı, ön yargılı bir gözden ziyade faydacı bir Ģekilde
kabul ettiklerini öne sürer. Bu Selçuklu döneminin dinlerarası barıĢ ve müsamaha ile Ģekillendiğini
söylemek değildir ve Selçuklu ve Abbasi politikası arasındaki farkı görmek önemlidir. Ġslâm‟ın
müdafileri olarak konumlarını ve daha sonra geçici otoriteye dair iddialarını cesaretlendirmek için
halifeler Ģarap içmek gibi Ġslâmi olmayan uygulamalara sert önlemler almaktan Bağdat‟ın zımmî
nüfusunu hedef alan bazı tedbirler empoze etmeye kadar teĢebbüslerde bulundular. Besbelli bir
gayrimüslim olmak ve belirli Ģartlar altında ġâfiî veya ġiî olmak aĢırı derecede rahatsız edici olabiliyordu.
Bu kanıt, bunun Selçukluların varıĢından önce baĢlamıĢ daha geniĢ kapsamlı temayüllerin bir ürünü
olduğunu ileri sürer”.
122
123
124
125
126
126
A.g.e, s. 283.
A.g.e, s. 281.
A.g.e, s. 283-284.
A.g.e, s. 284.
A.g.e, s. 285.
31
Peacock, zimmîlere yönelik Selçuklu politikalarının temelinde pratik ihtiyaçlar
olduğunu ileri sürer. Buna mukabil bu konuyu daha önce ele alan Osman Turan,
Selçukluların zimmîlere yönelik müsamaha politikasının temelinde önceki Türk
tarihinden devralınan anlayıĢın etkili olduğu kanaatindedir:
“Türkler Ġslâmdan önce, Gök-türk, Uygur ve Hazar hanları idaresinde kendilerine sığınan
yabancı din mensuplarını himâye ediyor; bizzat kendileri de bu dinlere giriyor ve bir çok dinlere bağlı
olarak, bir arada cemaatler halinde, ahenk içerisinde yaĢıyorlardı. Selçuklular Yakın ġarkta karĢılaĢtıkları
Hristiyan ve Yahudi gibi gayrı müslim unsurlara karĢı da aynı zihniyeti devam ettirmiĢ; görülmemiĢ bir
müsamaha ve Ģefkati onlardan esirgememiĢlerdi”.
127
Büyük Selçuklularda Hakimiyet Telakkisi ve MeĢruiyetin Temelleri
Peacock, Selçukluların hakimiyet telakkilerini de ayrı bir bahis olarak ele
almıĢtır. Yazara göre Selçuklu hakimiyet anlayıĢının temelinde iki ana gelenek vardır.
Bundardan birincisi bozkır politik geleneği; ikincisi ise Ġslâmî gelenektir.128
Bozkır politik geleneği bahsinde Peacock, önce hükümdar sembollerini ele alır.
Yazara göre Selçuklularda hükümdarlık sembollerinin büyük bir kısmı bu gelenekten
geliyor. Özellikle de ok ve yay sembolleri. Peacock, ok ve yayın aslında baĢlangıçta bir
baĢkanın emrindeki adam sayısını belirttiği, sonra ise hakimiyet sembolü olarak soyut
bir anlam kazandığını kaydeder. Bu manada 1038‟de NiĢabur‟a giren Tuğrul‟un
yeleğinde iki ok ve kolunun üstünde bir yay olduğunun kaynaklarda zikredildiğini; yine
Meliknâme geleneğinden beslenen Bar Hebraeus‟un Tuğrul‟u “yüksek tahtınınüstünde
otururken, önünde kalkanlar ve mızraklar ve çok muhteĢem biryay ve ellerinde daha
önce kullandığı iki ok varken” tarif ettiğini; bunların da Tuğrul Bey zamanında bozkır
hakimiyet geleneğinin hâlâ canlı olduğunu gösterdiğini belirtir. Ok ve yay sembollerinin
ilk defa Karahanlı sikkelerinde görüldüğünü kaydeden yazar, Selçukluların da bu
geleneği devraldıklarını belirtir.129
Bozkır geleneğini temsil eden en önemli sembollerden ok ve yay Selçuklu
paralarında MelikĢah döneminden itibaren “yok olmuĢ gibi görülür”. Muhammed Tapar
devrinde ise tamamen kaybolmuĢtur. Buna mukabil ok ve yay sembolü, farklı Ģekillerde
de olsa kullanılmaya devam edildi. Peacock, buna misal olarak Bar Hebraeus‟dan atıf
127
128
129
Selçuklular Tarihi, s. 248-249.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 124-125.
A.g.e, s. 126-127.
32
yaparak daha 1042‟de Ġbrahim Yınal‟ın halifeyegönderdiği bir mektupta ok ve yay
figürleri çizdirmesini gösterir.130
Peacock‟a göre tuğra da bozkır geleneğinin bir devamıydı. Bunu Ģöyle izah eder:
“Sultanın adını ve unvanlarını temsil eden bu ĢekillendirilmiĢ ok ve yay motifi devlet belgelerine
iliĢtirildi ve tuğrâî Selçuklu bürokrasisindeki kıdemli makamlardan biriydi. Kökeni Hazarlara kadar takip
edilebilen- tuğranın prestiji öyle yüksekti ki, XIV. yüzyıl Delhi sultanları, Anadolu Selçukluları ve
1923‟te hanedanın sonuna kadar resmî belgelerini ve binalarını bununla süslediği en meĢhuru Osmanlılar
dahil daha sonraki Türk hanedanlar tarafından kullanılmaya devam etti.”
131
Peacock‟un iddialarına mukabil diğer araĢtırmalarda Tuğrul Bey‟den itibaren
görülmeye baĢlanan tuğranın ok ve yaydan ibaret sembollerinin Kınık boyunu temsil
ettiği ileri sürülmektedir, fakat bu belgelerin asılları günümüze ulaĢmadığından bu
hususta kesin bir sonuca varılamamıĢtır.132
Tuğradan sonra hakimiyetin devri meselesini ele alan Peacock, bu hususta da
Ģunları kaydeder:
“Bozkır geleneğinin en önemli etkisi, yönetici hanedanın kendi bakıĢ açısı üzerinde oldu.
Sultanların otoritelerine akrabaları tarafından mükerreren meydan okunurken, hakimiyetin sadece
Selçuklu ailesinin üyelerinin elinde olduğu prensibi, XII. yüzyıl sonlarına kadar büyük ölçüdedeğiĢmeden
kaldı.Birçok asi içinsorun Selçuklu tahtına kimin geçeceği değil, hangi Selçuklunun mevcut Selçuklu
yöneticisinin yerini alacağı idi. Hatta Tuğrul ve Çağrı‟nın otoritesine itiraz eden Türkmen gruplar sıklıkla
Arslan Ġsrail ve Ġbrahim Yınal‟inçocukları gibi Selçuklu soyundan diğerleri ile birleĢti.”
133
Peacock, Âl-i Selçuk‟tan olmayanların hakimiyet iddialarının özellikle
Türkmenler arasında taraftar bulmadığını kaydeder ve buna dair misaller verir. Yine
hakimiyetin bir ailede toplanmasına dair “Hakimiyetin belirli bir hükümdarlık
grubundanmiras olarak alındığı fikri, uzun süreli bir bozkır kökenine sahipti” diyen
Peacock, Göktürk‟lerden itibaren buna örnekler verir.134
Peacock, hakimiyet anlayıĢında bozkır geleneğinin etkilerini ele almaya
Selçuklularda ülkenin doğu ve batı olarak ikiye bölünmesi ve bunun hakimiyetin
paylaĢılması anlamına gelip gelmediğini irdeleyerek devam eder. Dandanakan
zaferinden itibaren Selçuklularda görülmeye baĢlayan ülkenin doğu-batı Ģeklinde iki
130
131
132
133
134
A.g.e, s. 127.
A.g.e, s. 127-128.
J. Deny, “Tuğra”, ĠA, XII/2, 6-7; M. Uğur Derman, “Tuğra”, DĠA, XXXXI, 331.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 128.
A.g.e, s. 129.
33
hakimiyet sahasına taksiminin de Göktürk ve Karahanlılar da görüldüğü üzere kadim bir
bozkır geleneği olduğunu belirtir. Buna mukabil Selçuklularda saltanatın taksiminin söz
konusu olmadığı, bunun yeterince delillendirilememiĢ bir tez olduğunu kaydeder.135
Büyük Selçuklular‟da hakimiyet telakkisinde bozkır geleneğinin ağır bastığını
belirten Peacock, buna mukabil bu telakkinin yalnızca bozkır temelleriyle izah
edilmeyeceği, bunun yanında Ġran-Ġslâm geleneğinin de etkili olduğunu savunur.
Özellikle Selçuklu hakimiyetindeki halkın birkısmı Türk hakimiyet geleneklerinden
uzak,
bunun
yerine
Ġran-Ġslâm
geleneğine
yakındı. Yazar,
bu
hususta Ģu
değerlendirmelerde bulunur:
“Bozkır geleneği Selçuklu devletinin iç fonksiyonunun Ģeklini açıklar: Selçuklu ailesinin
durumu, imparatorluğun iki taraflı bölünmesi, varis olma düzenlemesinin mahiyeti. Ama tuğra isitisnası
hariç, Selçuklu yöneticilerinin faydalandığı halka ait sembollerin çoğu Türk değildi daha ziyade FarsĠslam yönetim geleneğinden elde edilmiĢti - erken dönem Abbasi yönetiminden beri geliĢmiĢ bir sentezdi
ve eski Ġran, Ġslâm öncesi krallık fikirlerini Ġslâm bağlamına getirdi. Etnik olarak Ġran hanedanı olan
Büveyhîler‟in eski ünvanlarının -misal ĢâhanĢah vb.- canlandığı X. yüzyıl bu sentezin doruğuna Ģahit
oldu. Türk hanedanlar aynı fenomene katıldı ve Gazneliler, Ġranlı atalarınınki gibi benzer onaylama
stratejileri kullandılar. Ġran geleneğindeki yöneticiler gibi Ġranlı Ģairler tarafından övülerek, Ġslâm‟ın
müdafileri olarak kendilerini teĢvik etme ve halife tarafından tanınma peĢine koĢtular. Selçukluların
tebalarının çoğu için bu Fars-Ġslâm geleneği herhangi bir bozkır geleneğinden ziyade yöneticilerinin
meĢruiyetinin daha anlamlı bir iĢareti olacaktı. Yine de toptan kabul edilmedi ve herĢeyden önce
yöneticilerin unvanları meselesinde Selçuklular tarafından ciddi olarak değiĢtirildi.”
136
Peacock, Selçuklu hakimiyet telakkisinde Abbasi halifeleriyle münasebetlerin de
önemli bir yer tuttuğu kanaatindedir. Bu manada Cuma günü hutbelerde sultanın adının
okunması, sikkelerde halifenin de adının yazılması ve Abbasi halifeleriyle evlilik
yoluyla tesis edilen akrabalık bağlarının üzerinde durur.137 Özellikle Selçuklu-Abbasi
münasebetlerini ayrıntılı bir Ģekilde ele alan Peacock, bu hususta genel olarak Ģu
değerlendirmelerde bulunur:
“Abbasi-Selçuklu mücadelesi, II. Tuğrul‟un ölümü ve en-Nâsır‟ın bizzat 300 yıl içindeki en
güçlü halife olarak ortaya çıkıĢı ile sona erse de, azalan sultani otoritenin zararına halife gücünün artıĢının
net bir doğrusal gidiĢatı yanlıĢ olabilir. Bilakis sonuna kadar iki tarafta da zirveler ve ani düĢüĢler,
yenilgiler ve zaferler vardı. XI. yüzyılın ikinci yarısının çoğunda el-Kaim, Selçuklu sultanlarının sadece
çok az müdahalesi ile Bağdat‟ta saltanat sürebildi. Diğer taraftan XII. yüzyıl sonlarında saray
135
136
137
A.g.e, s. 129-130.
A.g.e, s. 134-135.
A.g.e, s. 135-155.
34
zümrelerinin esirleri olan el-Müstencid ve el-Mustadi gibi halifeler, Büveyhî yönetimi altında atalarından
pek daha iyi durumda değillerdi – aslında onların konumu bilakis Abbasi talihinin en aĢağı noktası olan
„Samarra‟daki anarĢi‟ döneminin (861-70) halifelerinin hatırlatıcısıydı, o vakit askeri zümreler, kendi
gözde adaylarını dayatabilmek için istedikleri zaman halifeleri öldürdüler. En-Nâsır bazı ciddi yenilgilere
katlandı, misal 584/1188‟de Day Marg‟daki Tuğrul tarafından kuvvetlerinin Ģümullü yenilgisi. Gerçi bu
en düĢmanca Selçuklu karĢıtı halife döneminde bile etnik farklılıkların gerginliklerde hiç bir rol
oynamadığı vurgulanmalıdır. En-Nâsır‟ın saray Ģairi Sibt b. Ta‟vizî, halifenin Türk muhafızlarının
muhteĢemliğini övdü ve Anadolu sultanının kızı ve en-Nâsır‟ın karısı olan Selçuke Hatun bt. Kılıç Arslan
b. Mesud için bir ağıt yazdı. XII. yüzyıl sonuna kadar düĢmanca politik hırslarına rağmen, evlilik
ittifakları Abbasiler ve Selçuklu hanedanlarının talihlerini birleĢtirmeye devam etti.”
138
138
A.g.e, s. 154-155.
35
II. BÖLÜM
PEACOCK'UN BÜYÜK SELÇUKLULAR'IN ĠDARĠ, ASKERĠ,
ĠKTĠSADĠ TARĠHĠNE DAĠR TESPĠTLERĠ
Büyük Selçuklu Sarayları ve Saray Hayatı
Selçuklu tarihinin önemli cüzlerinden birini de saray teĢkilatı ve hayatı teĢkil
eder. Bu minvalde Peacock da bu önemli mevzu üzerinde Selçuklu tarihine hasrettiği
kitabında bir bölüm tahsis etmiĢtir. Buna mukabil araĢtırmacı, Selçuklu saray
teĢkilatından ziyade onun fonksiyonları ve iĢlevleri üzerinde durmuĢtur. “Gerçek bir
Ģehir” olarak nitelendirilen bu “çok sesli” yapı olarak tarif edilen Selçuklu sarayına dair
Peacock ilk olarak onun “tecrid edilmiĢ bir ihtiĢam yeri” olup olmadığı meselesi
üzerinde durmayı tercih etmiĢtir.139
Peacock‟a göre Selçuklu sarayı “tecrit edilmiĢ bir ihtiĢamın yeri” olmayıp“insan
ve hayvanların sesleri (ve Ģüphesiz kokuları) ile çevrili ana Ģehrin surları dıĢında yarı
halka açık bir yerdi” ve dahası “saray geniĢ bir askeri kamptı”. Yine yazara göre;
“Saray, yöneticinin hanehalkının, kölelerinin, nedimlerinin ve hanımlarının, saltanat hareminin
de eviydi ki bunlar politikada da önemli rol oynardı. Yöneticinin eğlenmesi ve dinlenmesi bu
saraysayesinde sağlanırdı. Yöneticinin himayesi ve ihsanına istekli olanların – ricada bulunanlar, Ģairler,
sanatçılar, ilim adamları- muhatap aldığı da saraydı. Böylece saray hem ritüellerin yerine getirildiği ve
huzura kabullerin olduğu yer olarak oldukça halka açık bir rol yanısıra yöneticiye, hane halkına ve
ailesine ait bir evdi.”
140
Peacock, Selçuklu sarayının yalnızca Ġslâmî saraylara değil, bunun yanında
Ortaçağ Avrupası‟ndaki saraylara da benzediğini ileri sürer. Buna mukabil kaynakların
saray hayatına dair çok az bilgi taĢıdıkları, mevcut bilgilerin de ihtiyatlı kullanılması
gerektiği kanaatindedir. Yazar “Merv, Ġsfahan, Hemedan ve Bağdat‟ın politik olarak
139
140
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 156-157.
A.g.e, s. 157.
36
önemli topraklarından kanıtlara odaklanarak sarayın fonksiyonunu araĢtırmıĢ”, “ilk
olarak saray halkına -hass- ayrıca saray protokolü ve törenine” dikkat kesilmiĢtir.
Sonrasında ise sarayın fiziksel yapısı vekonumuna, sultanların yaĢam tarzlarına,
saraylarındaki Türk kültürünün rolüne ve kütürel efendiler olarak faaliyetlerine
yoğunlaĢmıĢtır.141
“Hass” kelimesinin anlamlarını izah ederek Selçuklu sarayını tarife baĢlayan
Peacock, bu terimin Ġngilizce‟de tam bir karĢılığı bulunmadığını ve ancak “court”
kelimesinin yakın anlamlar ihtiva ettiğini kaydeder. Zira yazara göre “hass” kelimesi
“sultana hizmet etmek için sorumluluk ve sadakat Ģahsi bağlarıile sultana bağlı erkekler
için kullanılsa” da Selçuklu sarayı için bu tam manasıyla açıklayıcı olamaz. Zira,
ulemanın dahil olmadığı bu grup içinde vassal yöneticiler, kadim Fars ailelerinin
üyelerini veya göçebe toplulukların ileri gelenlerinin çocuklarını da ifade ediyordu.142
Selçuklu sarayının “kesinlikle hiyerarĢik” olduğunu kaydeden Peacock,
hiyerarĢiyi de sultana yakınlığın tayin ettiğini; bu yüzden de hâcib143 ile vekildârın”
sultana ulaĢmayı kontrol ettiklerinden özellikle önemli olduklarını belirtir. Selçuklu
saray teĢkilatına dair ayrıntılara fazla girmez. Onun yerine nedimlik, saraydaki güç
mücadeleleri, kimlerin neden ve ne kadar nevbet vurduracakları, kıyafetlerin ne
anlamlara geldikleri, hediyeleĢmenin mahiyeti ve unvanlar gibi konuları kısaca ele
alır.144
Peacock, Büyük Selçuklu sarayındaki teĢrifatı ayrı bir alt baĢlık altında anlatır.
AraĢtırmacıya göre günlük huzura kabul gibi törenlerin Abbasiler‟den devralındığını,
1091‟de MelikĢah‟ın gece yarısı Bağdat‟ı aydınlatması gibi uygulamaların Ġranî temelli
olduğunu ifade ettikten sonra muhtemelen Türk festivallerinin de bulunduğunu fakat
bunlarla ilgili kanıtların eksik olduğunu söyleyip geçiĢtirmektedir. Yazarın eski bir Türk
geleneği olan toy / hân-ı yağma145nın Selçuklulardaki örneklerini zikretmemesi ilginçtir.
Yine Peacock‟a göre sultanî düğünler Selçuklu teĢrifatında özel bir öneme sahipti ve
bunlar genellikle halka da yönelikti.146
141
142
143
144
145
146
A.g.e, s. 158.
A.g.e, s. 158.
Haciblik hakkında ve Büyük Selçuklulardaki görevlerine dair bk. Aydın Taneri, “Hacib”, DĠA, XIV,
508-511.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 158-163.
Salim Koca, “Toy”, DĠA, XLI, s. 270-272.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 163-164.
37
Selçuklu teĢrifatında önemli bir yer tutan taç giyme merasimleri de Peacock
tarafından ele alınır fakat yazar bu hususta özellikle 1058 Ocak‟ında Bağdat‟ta Abbasi
Halifesi el-Kaim tarafından Tuğrul‟a Bağdat‟ta taç giydirme merasimini misal olarak
inceler. AraĢtırmacının bu töreni özellikle seçmesinin sebebi, törenin Sıbt b. el-Cevzî
tarafından ayrıntılı bir Ģekilde anlatılmasıdır.147 Diğer taç giyme törenlerine ise hiç
temas edilmemiĢtir.
Sultanın baĢkanlık ettiği mahkemeler de Peacock tarafından saray teĢrifatı
bahsinde ele alınır zira yazara göre, “bizzat sultan tarafından baĢkanlık edilenmahkeme,
saray törenlerinin çok farklı bir çeĢidi idi.”148 AraĢtırmacı, Türk ve Ġran geleneklerinin
bir toplamı olarak gördüğü sultanî mahkeme için Ģunları yazar:
“Sultanın baĢkanlık ettiği mahkemeler, dekorasyonu sonsuzluğun sembolü olan bir tahta,
sultanın kendisinin oturduğu Türk ve Fars geleneğinde hükümdarlık gücünü ve adaleti sembolize eden
sancaklar altında sultanın yüce kutsanmıĢ güçlerini desteklemek anlamına gelen bir alanda yürütülürdü.
Tahtın önünde hata yapanlar cezasını alırdı, böyle durumlara sıklıkla bulunan sayyâf (kılıç taĢıyan ve
cellat) tarafından yargısız infaz dahildir. Böyle mahkemeler gizli tutulurdu: Özellikle korkunç suçlular
herkese açık ceza ile küçük düĢürülse de hata yapanın konumuna hürmeten kamu alanına sarayda
iĢlenmiĢ suçların detaylarının sızdırılmasından kaçınmaya büyük önem verilmiĢ gibi görünür. Bu gizlilik
kültürü, dikkat çeken bir bireyin sonunun detayları hakkında kroniklerin neden sıklıkla değiĢiklik
gösterdiğinin bir sebebidir. Elit tabakanın yüksek rütbe sahibi bir üyesinin sonunun nasıl geldiğini aslında
pek az kiĢi emin olarak bilir. Bizim kaynaklarımızın ancak arasıra zikrettiği bu mahkemeler, bozkır
geleneksel hukukunu (yasa) yöneten saraylar
hatırlatır.”
olan Moğol ve Timurlu zamanlarının yargısını
149
Yazarın, bu konuda da önceleri bizzat sultanların baĢkanlık ettiği ve devletlüler
tarafından zulme uğradığını iddia eden sivil halktan kiĢilerin baĢvurduğu dîvân-ı
mezâlim150den hiç bahsetmemesi dikkat çekicidir.
Peacock, teĢrifat bahsinden sonra Selçuklu saraylarının fiziksel özelliklerini
inceler. Yazar, burada öncelikle Selçuklu saraylarından yalnızca Sultan Sancar‟ın
Merv‟deki sarayının kalıntılarının günümüze ulaĢtığını, bu yüzden de yapıların fiziki
durumlarına dair çok az veriye sahip olduğumuzu kaydeder. Yapılan arkeolojik
kazıların sonuçlarına dayanarak Sancar‟ın sarayına dair Ģunları kaydeder:
147
148
149
150
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 164-165.
A.g.e, s. 165-166.
A.g.e, s. 165-166.
Erdoğan Merçil, Selçuklular Zamanında Divan TeĢkilatıMerkez ve Eyalet Divanları, Ġstanbul 2015, s.
38
“Merv‟de Sancar‟a atfedilen, bize ulaĢan tek Selçuklu sarayı, bugün terkedilmiĢ ve tenha
durumuna rağmen geniĢ ve etkileyici bir yapıya sahiptir. Yöneticinin huzura kabul ettiği merkez
bahçesini çevreleyen dört adet geniĢ eyvanı fark edilebilir. Diğer odaların dıĢ kaplama izleri sarayın
ĢaĢaalı dekorasyonunu onaylar ama pek az baĢka kanıt günümüze ulaĢmıĢtır. Devasa yapının yakınındaki
penceresiz bina saray arĢivi ve hazinesi gibi farklı Ģekillerde yorumlanır ama bu spekülasyondur. Bu
saray, Merv iç kalesinin merkezine yerleĢmiĢtir ve misal darphane, ikâmetgâhlar, hamamlar ve saray
muhafızları için kıĢlalar gibi yönetim binaları ile çevrilmiĢ olabilir. Günümüzde çöl taĢma alanı olmasına
rağmen eskiden iç kalenin zemini bahçeler, havuzlar, çeĢmeler ve göller ihtiva ediyordu. Aslında bütün
151
Selçuklu ikâmetgâhları bir kaç yüz hektara ulaĢabilecek bahçeler ile çevrili olabilirdi”
Peacock‟a göre Selçuklu saraylarının birkısmı, en azından Tuğrul‟un Bağdat‟taki
sarayı, “âdil bir Ġslâmî yönetici olarak halka açık Ģekilde sultanın meĢruiyetini
onaylayantörenler için uygun ortam olarak” hizmet etti: bu, sultanın gücünün bir
simgesiydi. Gerektiği üzere sultanın öncelikli ikâmetgâh yeri değildi.”152 Yine yazar,
Selçuklu sarayları bir yerleĢim yerinde bulunsa bile bunların genellikle Ģehirlerin
dıĢında inĢa edildikleri üzerinde özellikle durur.153 Peacock, Selçuklu sultanlarının
gittikleri Ģehirlerde saraylar bulunsa bile bazen çadırda kalmayı tercih ettiklerini de
belirtir ve buna dair misaller aktarır. Bu minvalde Ģunları kaydeder:
“Sultanlar ve onların maiyetleri bazen Bağdat‟ta oldukları zaman bile çadırda yaĢamayı tercih
ettiler. Bölgenin bolca bahçesi olduğu için Doğu Bağdat‟ta saray kompleksi içinde ve civarında bunlar
inĢa edilmiĢ olabilir. XII. yüzyıl sonlarında Irak Sultanlığı‟ndan bir kanıt, bu çadır komplekslerinin
gösteriĢli olabileceğini ileri sürer, binaların benzerini yaparak Ģarap ve değerli taĢlar ile süslenmiĢ içki
gemilerinin tutulduğu yer olan Ģarabhâneden yolculuk yapan bir hazineye kadar değiĢiklik gösteren daha
kalıcı bir saray bulmayı insan ümit edebilir. Fars‟daki Cehrum‟da iĢlenmiĢ malzemeden yapılmıĢ
muhteĢem kırmızı çadır (serâperde-yi surh) saltanat simgelerinden biri olarak düĢünülürdü; gerçi
Tuğrul‟un uzun bir Ģapka (kalensüve) ve siyah bir pelerin (kaba) gibi (daha geleneksel Ģekilde
Abbasilerin ayrıcalıkları ile alâkalı olarak) hükümdarlık kıyafetleri giyerek ve tahtta oturarak Bağdat
dıĢında çadır(hârgâh)ında yerleĢtirilmiĢ durumda bir tarifine sahibiz.”
154
Selçuklu hükümdarlarının ikâmetgahlarından köĢkler de Peacock tarafından ele
alınmıĢtır. Bu bağlamda araĢtırmacı Ģunları yazar:
“BaĢka bir sultani ikametgah, köĢk idi. KöĢkler, Ġsfahan‟a dair kaynaklarda birkaç defa bahsedilir
ve Ģehrin çevresindeki bağlarda genelde Ģehir dıĢında inĢa edilirdi. Birkaç köĢk, Mesud b. Muhammed
tarafından Hemedan bölgesinde bazen çayırlarda açıkça yeri belirlenerek inĢa edildiler. Merv‟de çok
151
152
153
154
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 166-167.
A.g.e, s. 168.
A.g.e, s. 169.
A.g.e, s. 169.
39
sayıda köĢk, günümüze ulaĢmıĢtır, yapılarının daha net bir izlenimini sunmaya hizmet ederler: Bunlar asıl
kullanım alanı olarak hizmet eden üst kat ile iki katlıydılar ve alt kat muhtemelen kiler olarak kullanıldı.
Merv‟in köĢkleri kale gibi görünüyordu aslında, gerçekte çok iyi Ģekilde korunmuyordu ve çok güçlü bir
saldırıya değil ancak küçük bir yağmaya dayanabilirlerdi. Hemedan veya Ġsfahan köĢklerinden hiç birĢey
kalmadı ve kaynaklarda onlara dair çok nadir bulunan atıflar bunların detaylı bir resmîni çizmemize engel
olur. Bütün köĢkler gerektiği gibi birbirine benzemese de, Cibal‟de bulunan Merv‟deki köĢkler
muhtemelen iki katlı binalardı ve muhtemelen bahçeler ve binalarla kaplı odak noktasını oluĢtururdu.”
155
Peacock, kervansaray/ribatların da Selçuklu sultanlarının ikâmetgahı olarak
kullanıldığı kanaatindedir. Bu kanaatini de Ģu Ģekilde delillendirir: “Horasan‟da inĢa
edilmiĢ kervansaraylar serisi, Merv ve NiĢabur arasında yol alan yüksek tabaka yolcular
içinmuhteĢem bir rahatlık sunarak „çöldeki saraylar‟ olarak tarif edildi ve lüks
konaklama ve hatta huzura kabul odası bile dahil, bir tüccarın ihtiyacı olandan çok daha
ötede imkânlar sağladı.”156
Selçuklu
sarayları
bahsinde
son
olarak
bunların
“gezginci”
Ģeklinde
nitelendirilip nitelendirilemeyeceği bahsini açan Peacock, buna dair misaller bulmak
mümkünse de, bunun genelleĢtirilmesinin doğru olmadığını düĢünür. DüĢüncesini de
Ģöyle delillendirir:
“Bu gezginciliğin kapsamı ve mahiyeti besbelli farklı sultanlar ile fazlaca değiĢiklik gösterdi.
Alp Arslan neredeyse sürekli hareket halindeydi (gerçi yukarıda alıntılan yöneticilerden farklı olarak ayırt
edilebilir bir rota değildi) gerçi Mesud b. Muhammed zamanını büyük ölçüde Hemedan ve Bağdat
arasında ve Azerbaycan‟a birkaç gezi ile paylaĢtırdı. MelikĢah ve Muhammed Tapar öte taraftan
zamanlarının çoğunu (yaklaĢık tahminlere göre %60-65‟ini) Ġsfahan‟da harcadılar.”
157
Peacock, Selçuklu sultanlarının gezginci yaĢam tarzlarının bunların Türkmen
kökleriyle açıklanmasının “cezbediciliğine de karĢı konulması” gerektiğini düĢünür.
Çünkü Ġran‟da daböyle misaller bulunduğunu kaydeder. Bu nedenle Tuğrul‟un Bağdat
dıĢında çadır kurdurmasının da yerleĢik halk ile göçebeler arasındaki gerginliği
engellemek gibi bir pratik nedene bağlanabileceğini düĢünür.158
Saray bahsinde Peacock, sultanların günlük hayatlarını da ele alır. Yazarın bu
husustaki yaklaĢımını Ģu cümlesi özetler mahiyettedir: “Sefere gitmediklerinde
sultanların yaĢamları, avlanma, çevgan gibi biniciliğe ait oyunlar, içki ve eğlence
etrafında döndü”. Peacock, bu cümleden sonra önce av bahsini ele alır ve avın
155
156
157
158
A.g.e, s. 169-170.
A.g.e, s. 171.
A.g.e, s. 171.
A.g.e, s. 172.
40
Selçuklularda ifa ettiği fonksiyonlara dair Ģunları yazar: “Mülklerindeki gücünü
korumak, serseri tebaayı dize getirmek, savaĢ için pratik yapmak ve kendisine eĢlik
eden devlet adamları ve emirler ilebağları sağlamlaĢtırmak için sultana imkan sunan
sultanın gezginciliğine benzer fonksiyonlar sergileyen av gezilerinin politik yararlılığına
dair birkaç örneğe sahibiz”.159
Peacock, av bahsinden sonra ise özellikle sultanların içki içmelerini anlatır.
Yazarın sultanların hayatlarını bu Ģekilde fasid bir dairede ele alması ve daha çok içki
meselesi üzerinde durması bilinçli bir öne çıkarma gibi durmaktadır.160 Ayrıca
kaynaklarda sultanların Ġslâmî tavırlarına dair Ģüpheci bir tavır takınan Peacock‟un söz
konusu içki olunca kaynaklardan uzun uzun alıntılar yapması da ilginçtir.
Saray hayatının önemli unsurlarından olan kadınlar konusu da Peacock‟un, ele
aldığı hususlardandır. AraĢtırmacı, Batıdaki “Ġslami saraylardaki kadınlar, alıĢıldığı
üzere haremle sınırlı olarak tarif edilir-gizemli bir zevk ve ahlaksızlık yatağı, dıĢ
dünyadan bağlantısı kesilmiĢ olarakhayal edilir” yönündeki genel kabullerin, her ne
kadar bazı ana kaynaklarda bunları doğrulayacak bilgiler bulunsa da doğru olmadığını
belirterek konuya giriĢ yapar fakat hemen devamında sultanların “gulamlarına”
duydukları muhabbeti ele almaya baĢlar.161
Peacock‟a göre Selçuklu sarayındaki kadınların büyük bir kısmı, zannedildiğinin
ve Ġslâm dünyasındaki çağdaĢlarının büyük kısmının aksine, halkla iç içeydiler. Zaten
saray kadınlarının çoğu diğer hanedanlardan gelmekteydiler. Bu durum Selçuklu
sultanlarının evlilikler yoluyla siyasi bağlar tesis etme politikasının bir tezahürüydü.
Ayrıca evlilik bağı tek taraflı olmayıp, Selçuklu hanedanından kadınlar da baĢka
hanedan mensuplarıyla evlendirilmekteydi.162
Peacock, Selçuklu sultanlarının eĢlerinin siyasi hayatta da oldukça etkin
olduklarını kaydeder ve bunlara dair misaller verir. Karahanlılara mesnup MelikĢah‟ın
eĢi Terken Hatun üzerinde hassaten durur. Buna mukabil Terken Hatun‟un tipik bir
Selçuklu kadını olarak da düĢünülemeyeceğini zira onun askeri ve politik rolünün
“benzersiz” olduğunu kaydeder.163 Peacock, Terken Hatun‟u “benzersiz” olarak
nitelendirmesine rağmen ilerleyen sayfalarda Selçuklu tarihinde temayüz eden diğer
159
160
161
162
163
A.g.e, s. 177-178
A.g.e, s. 172-178.
A.g.e, s. 178.
A.g.e, s. 178-179.
Terken Hatun hakkında bk. Gülay Öğün Bezer, “Terken Hatun”, DĠA, XL, 510.
41
hatunlardan bahseder. Tuğrul Bey‟in eĢi Altuncan‟ın, MelikĢah‟ın halasının, Sancar‟ın
annesi Seferiyye Hatun ve Atabeg Boz-Aba‟nın eĢi Zahide Hatun‟un rollerinden
bahseder.164
Selçuklu hanedan kadınlarının gücünün, kısmen bizzat sahip oldukları geniĢ
zenginliğe dayandığını belirten Peacock, bu gücün nasıl kullanıldığına dair Ģu
açıklamalarda bulunur:
“Mahmud‟un hanımı (Sancar‟ın kızı)‟nın „sonu gelmeyen pahalı taĢlar, mücevherler, halılar ve
kıyafetler‟e sahip olduğu söylenir. MelikĢah‟ın kız kardeĢi Ġsmet Hatun, Ġslâm dünyasının en büyükleri
arasında olan Ġsfahan‟da bir medrese inĢa etme gücüne sahip olacak kadar zengindi. Bu zenginliğin bir
kısmı himaye uygulamasından kaynaklanmıĢ olabilir… Hanedan kadınları büyük mülklere sahipti:
Gevher Hatun (Muhammed b. Mahmud‟un hanımıdır, MelikĢah‟ın aynı isimli halası değildir) Sumeyrem
kasabasından gelir elde etti ve bu mülkler onun divanı tarafından yönetildi. El-Muhtarat mine’rResâil‟den bir belge Mahmud‟un kızı Zeyneb Hatun‟un bir emire Ġsfahan bölgesindeki bir kasaba, bağlar,
tarlalar ve su değirmeninin bulunduğu geniĢ mülklerin satıĢını kaydetmesi, onun geniĢ kapsamlı
ekonomik menfaatlerini gösteriyor. Bu elit kadınlar sıklıkla, yardım bağıĢları, binalar kurmak ve tarımı
geliĢtirmek ile alâkadar oldular.”
165
Peacock‟un Selçuklu saray kadınları bahsinde konunun ayrıntılarına girmediği,
yalnızca isimleri temayüz edenleri ele aldığı, diğerlerini ise mevzu etmediği
görülmektedir.
Peacock, Türk kültürünün Büyük Selçuklu sarayına etkisini de ayrı bir baĢlık
altında ele alır. Bu konuda, özellikle Türkçe‟nin önemine vurgu yapar ve Ģunları
kaydeder:
“Türkçe sarayın günlük dili olarak kaldı ve muhtemelen günümüze ulaĢan yetersiz kanıtlardan
kalan çok daha geniĢ çapta kullanıldı. Tuğrul, Arapça ve Farsça‟dan Türkçe‟ye tercüme etmede veziri
Kündürî‟ye güvendi ve Tuğrul‟un halifenin kızı ile düğününde Türkçe Ģarkılar söylendi. Mahmud gibi
daha sonraki sultanların Arapça dili ve literatürünü iyi bildiği söylenir ama böyle olsa bile kendi
aralarında hâlâ Türkçe konuĢtular. Kötü bir tavsiye ile teĢvik edildiği savaĢta Mesud, kardeĢi Mahmud ile
karĢılaĢtığında ona Türkçe olarak feryat etti. Ama Türkçe‟nin önemine dair en etkileyici kanıt, göçmen
Ģehzade KaĢgarlı Mahmud tarafından Halife el-Muktedi için Bağdat‟ta derlenen büyük Türkçe-Arapça
sözlük Divanü Lügati’t-Türk‟tür.”
166
Selçuklu sarayında bozkır etkisinin evliliklerde müĢahede edildiğini belirten
Peacock, Tuğrul Bey‟in ölen kardeĢi Çağrı‟nın dul eĢi ile evlenmesini misal vererek
164
165
166
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 179-180.
A.g.e, s. 180-181.
A.g.e, s. 181-182.
42
konuya giriĢ yapar. Alp Arslan‟ın da Tuğrul‟un dul eĢi ile evlendiğini kaydeden yazar,
bunun aslında “Ġslamın tiksindiği bir uygulama” olduğunu ileri sürer. Türk geleneğinin
Selçuklu sultanlarının diğer hanedanlarla evlilik tesis etmelerinde de etkili olduğunu
belirten araĢtırmacı, bunun için de MelikĢah‟ın kızının halife ile evlenmesi sırasında
halifeden 50 bin dinarın talep edilmesini misal gösterir.167
Peacock, kılık-kıyafetin de Türk geleneklerinin Selçuklu sarayında devam
ettiğinin bir niĢanesi olduğu kanaatindedir. Bu hususta Ģunları kaydeder:
“Bazı Türk sultanları görünüĢleri ile ayırt edici mirası ortaya koydular. Alp Arslan, Türk tarzı
bıyıklarıile meĢhurdu, öyle uzunlardı ki ok atarken onları arkadan bağlamak zorunda kalıyordu; Sancar da
uzun ve kalın bıyıklara sahipti, ilave olarak göğsüne uzanan sakalı vardı. Taç giyme gibi baĢlıca devlet
törenleri dıĢında sultanların ne giydiğine dair pek az Ģey biliyoruz. Ama 528/1133-4‟te Sultan Mesud‟un
desteğinin çöktüğü ve düĢmanları II. Tuğrul ve Dubeys‟in halifenin ona olan güvenini kaybettiğine dair
iddialar ile kontrolü ele aldıklarında Mesud, „Türkmen kıyafetiyle‟ Ġsfahan‟a girerek konumunu yeniden
ortaya koyma peĢine düĢtü.”
168
Yukarıdaki misallerden hareketle Türk kültürünün Selçuklu sarayında canlı bir
Ģekilde devam ettiğini ileri süren Peacock, meseleye Ģu can alıcı sualle devam eder:
“Türk kültürünün saraydaki etkisi kalıcı oldu mu?” Bu suale cevap vermenin zor
olduğunu baĢtan ifade eden Peacock, yine de satır aralarındaki bilgilerden hareketle
Selçuklu sarayında Türk kültürünün devam ettiğine dair Ģu misalleri sıralar:
“Alp Arslan‟dan sonra kardeĢinin dul eĢiyle evlenmeye dair herhangi bir örnek bilmiyorum;
gerçi kocasının ölümü üzerine, vasîsi olduklarının [Ģehzadenin] annesi ile evlenen atabeglerin artan
gücünü de yansıtır bu. Türklerin erdemlerini öven ve Hazar Ġmparatorluğu‟ndaki Selçuklu ailesinin
kökenlerini göklere çıkaran Arapça çalıĢmalar, Tuğrul ve Alp Arslan‟ın sarayları için oluĢturuldu – Ġbn
Hassul‟un Kitâbu Tafzîli’l-Etrâk adlı eseri ve Meliknâme sözlü Türk geleneğine dayanır. Meliknâme
besbelli geniĢçe bir alanı dolaĢmaya devam etti çünkü XIII. yüzyılının çok sayıda kaynağı tarafından
alıntılanır. Türklerin zaferlerine dair baĢka bir kayıp çalıĢma Sancar için derlendi, ki bu konuda devam
eden ilgiyi ortaya koyar ama NiĢâbûrî‟nin Selçuknâmesi hanedanın Hazar bağlantısı konusunda tamamen
sessizdir ve Selçuk‟a Ġslâmî efsanelerin bilgesi olan Lokman‟a dayanan bir soy sunar. Dahası yukarıda
alıntılandığı üzere MelikĢah saltanatından itibaren sikkelerdeki ok ve yay motifi gitgide uslûbu dönüĢtü
ve en nihayetinde tamamen vazgeçildi. Zevklerdeki ve önceliklerdeki değiĢiklik muhtemelen Nizâmî
Arûzî‟nin Alp Arslan‟ın oğlu ToganĢah‟a dair rivayeti ile öne sürülür. O önemli bir politik rol oynamadı
ama Ģairlerini nedimleri olarak seçen, Fars Ģiirinin büyük bir hâmisiydi. Bundan böyle Fars-Ġslam
gelenekleri artan Ģekilde saray kültürünü etkiledi ama böyle değiĢikliklerin temposu sıklıkla yavaĢ ve
düzensiz olmuĢ olmalı. Bir taraftan muasır bir kaynak Sancar‟ın saray kütüphanesinin muhteĢemliğini
167
168
A.g.e, s. 183.
A.g.e, s. 183.
43
beyan eder öte taraftan sultanın kendi arĢiv dairesinde bulunan bir belgeye göre Sancar okuma yazma
bilmezdi. Dahası destek toplamak için Mesud‟un Türkmen kıyafetini törenle giymesi, tuğrâî ve atabeg
kurumları ve sonuna kadar hanedan arasında Türk dilinin ve Türkçe isimlerin devam eden kullanımı,
Türk kültürü ve kimliğinin en azından belirli açılarının devamlılığını gösterir, sözlü Türk saray kültürüne
dair cahilliğimizle bunu anlamamız her daim kısmi ve parçalanmıĢ olarak kalacaktır.”
169
Peacock, Selçuklu sarayı bahsinde son olarak “Kültürel Himaye” konusunu ele
170
alır
. Bu konuda Arapça ve Farsça literatürün Selçuklu sultanlarının Ģairleri himaye
ettiğinin önemli bir kanıtı olduğunu; daha Tuğrul Bey devrinden itibaren dönemin
Arapça veya Farsça yazan Ģairlerinin sultanı öven Ģiirler kaleme aldıklarını; bazı
sultanların ise bizzat kendilerinin Ģair olduğunu belirtir. AraĢtırmacı “Kariyer yapmaya
çalıĢan bir Ģair için imparatorluk zengin fırsatlara sahipti çünküsultan ve bürokratlar
(emirler kısmen nadiren Ģiiri himaye etmiĢ gibi görünür) hem de Selçuklu vassalları ve
meliklerine ait olan farklı bölgesel sarayların çokluğu içinde potansiyel hâmiler vardı”
diye yazar.171
Farsça ġîrlerin çokluğuna rağmen Selçuklu sarayı için yazılan Arapça ġiîrlerin
azlığına da temas eden Peacock, bunu Arapça ġiîrlerin “asıl pazarının baĢka yer”
olmasına bağlar. Selçuklu sarayında zamanla Farsça‟nın öne çıktığını kaydeden yazar,
bu hususta Ģunları belirtir:
“Resmî ve yazılı kaynaklar için XI. yüzyılda Cibal‟de Arapça önemli kalsa da, sarayın asıl
yazıdili olarak hizmet eden Horasan dili Farsça ile aĢama aĢama yer değiĢtirdi. Böylece genelde Arapça
yazan Gazali gibi bir ilim adamı, efendileriyle yazıĢma ve ilmi eserleri Nasihatül-Mülük ve Kimya-yı
Saadet gibi saraydan bir kitleye yöneltilmiĢ çalıĢmaları oluĢtururken Farsça kullandı.”
172
Peacock, Selçuklu hanedanının ilmi de himaye ettiğini kaydeder ve bununla
ilgili misaller verir. Bu manada en meĢhur misalin o zamanlar “ilim adamı, filozof,
astronot ve matematikçi olarak bilinen” Ömer Hayyam olduğunu belirtir. Hayyam‟ın
MelikĢah devrinde Ġsfahan‟da açılan rasathanede çalıĢtığını; rasathanenin de belirlenen
bir tarihte vergilerin toplanmasını sağlanmak için önemli görevler ifa etmenin yanında
“yıldız bilimi ile alakalı meselelerde Selçuklu hanedanının üyelerinin bir kısmının genel
ilgisini” de karĢıladığını yazar.173 Selçuklu sarayının sanat ve mimariyi de himaye
169
170
171
172
173
A.g.e, s. 184.
Türk tarihinde ve özellikle Osmanlıda patronaj hususunda bk. Halil Ġnalcık, ġair ve Patron,
Patrimonyal Devlet ve Sanat Üzerinde Sosyolojik Bir Ġnceleme, Ankara 2003.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 185.
A.g.e, s. 185-186.
A.g.e, s. 186.
44
ettiğini belirten Peacock, buna rağmen bununla ilgili günümüze çok az malzeme
ulaĢtığını kaydeder.174
Selçuklu sarayında doktorlar, bürokratlar, Ģairler yanında astrologların da
olduğunu belirten Peacock, bununla ilgili Ģu değerlendirmelerde bulunur:
“Tuğrul‟un Ģahsi müneccimi ve doktoru asla yanından ayrılmadı ve hanedanın birkaç üyesi
yıldızlara büyük merak duyduğu bize söylenir. Beyhaki, Selçuklular Horasan‟ı fethettiğinde Tuğrul, Çağrı
ve Yabgu‟nun üç kiĢilik yönetiminin bunu tahmin eden müneccimin önünde yere kapandıklarını
kaydeder. KutlumuĢ [KutalmıĢ]‟un kendisi yıldızlar bilgisine sahip olma Ģöhretine sahipti – bozkır
yöneticilerinin sıklıkla iddia ettiği esrarlı bilginin bir kısmı olan gökyüzü güçlerinin bazısını yönetme
Ģaman yeteneğini ileri sürmesini kaynaklarımızın bize söyleme Ģekli budur. Astroloji ve astronomiye ilgi
daha sonraki zamanlarda hanedan arasında sürdü. Adını MelikĢah‟ın lâkabı Celâlüddevle‟den alan yeni
bir takvim olarak Celâli takvimi, 467/1075‟te baĢlatıldı, ilkbahar ekinoksunun tarihini tesbit etti ve
modern zamanlara kadar Ġran‟ın çoğunda kullanılmaya devam etti. Ġbnü‟l-Esîr bize, Ġsfahan gözlemevinin
MelikĢah‟ın ölümünden itibaren kapansa da gözlemci el-Hâzinî‟nin 1290‟larda Yunanca‟ya çevrilen ve
batıya doğru yolunu bulan 530/1135-6‟da muhtemelen Merv‟de Zic-i Sencerî olarak Sancar adına
gökbilim üzerine bir çalıĢma yazdığını söyler. Sultan Mahmud ve AnuĢirvan b. Halid‟in himayesine giren
Ebu‟l-Kasım Usturlabi, 524/1129-30‟da astronomik gözlemlerine mevki olarak Bağdat‟ta Selçuklu
sarayını kullandı…”
175
Kâtibler, Bürokratlar ve Yönetim
Büyük Selçuklu tarihinin önemli konularından biri de devletin bürokratik
yapısının nasıl olduğudur. Bu minvalde daha çok Nizamü‟l-mülk‟ün Siyasetnâmesi‟ne
atıflar yapılarak Selçukluların merkezi bir bürokrasiye sahip oldukları ileri
sürülegelmiĢtir. Peacock da Büyük Selçuklu tarihine hasrettiği kitabında “Küttâb,
Bürokratlar ve Yönetim” baĢlığıyla176 bu konuyu ele almıĢtır.
Peacock, bu hususta ilk olarak Nizamü‟l-mülk‟ün Selçuklu bürokrasisinde
vezirin konumunu temsil edip edemeyeceğine temas eder. Yazar, her ne kadar
Nizamü‟l-mülk‟ü misal göstererek Selçuklu bürokrasisinin temelini vezirin temsil ettiği
tezini savunsa da bu doğru değildir. Çünkü Nizamü‟l-mülk bu manada geneli temsil
etmeyip sipesifik bir misaldir. Yani Peacock, vezirin Selçuklu bürokratik yapısının en
önemli temsilcisi ve taĢıyıcısı olduğuna itiraz eder.
AraĢtırmacının itiraz ettiği ikinci husus ise Selçuklu bürokrasisinin merkezi
olduğuna dair tezleredir. Nitekim Peacock‟a göre,
174
175
176
A.g.e, s. 187-188.
A.g.e, s. 186-187.
A.g.e, s. 189-215.
45
“Selçuklu tarihinin çoğu için merkezi bir bürokrasi yoktu. Çoklu Selçuklu sarayı, çoklu
bürokrasi ve çok sayıda vezir gerektirirdi. Aslında yönetimin bütün sistemison derece akıcı idi veadem-i
merkeziyetçilik ile ĢekillendirilmiĢti.”
177
Peacock‟a göre Selçuklular “merkezi bir bürokrasiye” sahip değillerdi. Bunun
yerine her bölge kendi özel konumlarını yansıtan bürokratik bir yapıya sahipti. Yazar,
bu konuda Ģunları kaydeder:
“Kendi yollarında iĢlevini sürdürmeye devam eden tâbi hanedanlardan ayrı olarak, illerde
inanılmaz farklılıktaki bireyler sultan(ların) adına otorite ile donatılmıĢtı. ġahne veya kadı gibi
temsilcilerin yanısıra reis olarak bilinen topluluğun baĢı vergi toplamaktan güvenlik sağlamaya, Ģahne ile
iĢ birliği yapmaya değiĢen iĢlevler ile vazifelendirilebilirdi. Gence gibi bazı iller, melikler ve onların
atabeglerine tahsis edildi. Gerçi diğerleri, Musul gibi Ģehirler, ikta olarak emirlerin daimi değiĢen
intikallerine tahsis edildi. Beyhak, NiĢabur ve Buhara gibi bazı Ģehirler dini elit tabaka tarafından kontrol
edildi - misal Buhara, sadr unvanını taĢıyan (kendileri elbette Selçukluların Karahanlı vassalleri) Hanefi
ulemanın bir hanedanına tâbi idi. Bağdat‟ın birbiri üstüne biniĢik birkaç yönetimi vardı: En öne çıkanlar,
sultanın Ģahnesi ve halifelik divanıdır; ama diğer gruplar da Ģehir yaĢamının durumlarını kontrol ettiler,
misal ayyarlar. Her bölge kendi farklı düzenlemelerine sahipti ve baĢlıca Ģehirlerin ötesindeki Selçuklu
memurlarının nüfuzunun derecesi bölgesel Ģartlara göre azaldı ve arttı.”
178
Peacock, daha çok Ģahne (Ģıhne)ler üzerinden Selçuklu bürokrasisinin merkezi
olmadığını delillendirmeye çalıĢır. ġahne/Ģıhne üzerine yazılanlar Peacock‟un bu tezini
destekleyici misallere sahiptir fakat bu çalıĢmalarda üzerinde durulan baĢka önemli bir
husus daha vardır. O da Ģahnelerin daha çok sultanlar veya vezir tarafından
atandığıdır179, ki bu da aslında merkezi bir yapının sonucu olarak değerlendirilebilir.
Ayrıca Ģahnelerin yetki ve görevlerinin, her ne kadar hilafına hareket edenler olmuĢsa
ve bu durum(lar) da müstakil çalıĢmaları gerektirmesine rağmen, sıkı bir Ģekilde tayin
edilmiĢ olması Selçuklu bürokrasisinin merkezi yapısını ortaya koyan bir durum olarak
da ele alınabilir. Yine Ģehirlere tayin edilen Ģahneler ile Türkmenlere tayin edilen
Ģahnelerin mevcudiyeti, Selçuklu bürokrasisinin merkezi olmadığının bir göstergesi
değil, Ģartlara göre vaziyet alan bir durumun neticesi olmalıdır.Zaten yazarın kendisi de
Selçuklu bürokrasisinin merkezi görünümüne temas eder. Geleneğe yapılan olumlu
vurgu yanında arĢiv belgelerinin de Selçuklu bürokrasisindeki merkezi yapıya iĢaret
ettiğine değinir.180
177
A.g.e, s. 189.
A.g.e, s. 189-190.
179
Erdoğan Merçil, “ġahne”, DĠA, XXXVIII, 292-293.
180
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 190.
178
46
Peacock, Klausner ve Lambton‟un181 Selçuklu bürokratik yapısının ikiye
bölündüğü yönündeki tezlerine de karĢı çıkar ve Ģunları kaydeder:
“AlıĢıldığı üzere Selçuklu Ġmparatorluğu‟nun yönetimi, ikiye bölünmüĢ olarak görünür: Kılıç
sahibi Türk emirlerden oluĢan bir askerî düzen ve Farsça konuĢan bürokratlar veya küttâbdan meydana
getirilen bir sivil bürokrasi. Nizamü‟l-mülk‟ün kendisi bu iki sınıf arasında bir sınır sağlamanın önemini
vurgulamıĢtı. Yer yer sultanların adına zorlayıcı güçler ile donatılmıĢ emir-muktâ ve Ģahne gibi Ģahıslar
tarafından temsil edilen askeri yönetim ve öncelikli olarak gelirleri toplamak ile alâkadar olan sivil
yönetim arasında bir ayırım olduğunun göründüğü doğrudur. Aslında bu „bölünmüĢ‟ veya „ikili‟ sistemin,
kasıtlı olarak „kontroller ve dengeler‟ sistemi gibi birĢeyle kontrolü elde tutmayı sultanlara olanak vermek
için kurulduğu savunulur.”
182
Klausner ve Lambton‟un tasnifini “fazlaca basit” bulan Peacock, Selçuklularda
“Güçle donatılmıĢ farklı gruplar ve bireyler arasında sorumlulukların dağılımının” “asla
net olarak tarif edilmediğini” ileri sürer. Bu durumla ilgili olarak da Ģu misalleri verir:
“Ġktâ olarak elde tutulan ve vali tarafından yönetilen bir bölge arasında ne fark olduğunu
söylemek sıklıkla zordur. Esas itibariyle muktanın sorumlulukları bir vergi toplayıcınınkiler idi,
uygulamada ikisi de sıklıkla yöneticinin vekili olarak davrandılar. Meselâ 448/1056‟da Kündürî, 360 bin
dinar vergi ödeme karĢılığı Basra ve Ahvaz‟ın vergi toplama hakkını Kürd Ebu Kalicar Hezâresb b.
Bengir‟e bıraktı. Hezâresp‟e, bütün iktalarda sadece özgür bir el bağıĢlanmadı aynı zamanda yöneticiliğin
simgelerinden biri olan hutbede adının bahĢedilmesi bile müsaade edildi. Selçuklu ailesinden bir üye
olsun ya da olmasın, valiler de yöneticiliğin baĢka bir simgesi olan paraya adlarını ilave ettiler...”
183
Askeri-sivil veya asker-bürokrat Ģeklindeki ikili tasnifin problemlerine temas
eden Peacock, aynı durumun asker olan Türkler ile bürokrat olan Farslar arasında var
olduğu iddia edilen tasnifin de pratikte pek de doğru olmadığı kanaatindedir. Nitekim
buna dair de Ģunları kaydeder:
“Askeri yönetim ve Fars bürokrasisi arasındaki ayrım da memnuniyet verici değildi. Misal bir
çeĢit „devletin desteklediği polis gücü‟ olarak davranan, temel güveni sağlayan adaletin temini ve
kasabalarda halkın ahlâkının teftiĢi ile görevlendirilen muhtesib, Türk ya da ulemadan biri olabilirdi.
Aslında ulema, Selçuklu yönetiminin üçüncü direği idi, atamaları sultanlar tarafından onaylanan kadı
ihtiyacını karĢılıyordu. Türklerin çok nadiren bürokratlar oldukları doğru iken, öte taraftan aĢağıda
göreceğimiz üzere bürokratlar sıklıkla askeri görevler ifa ettiler.”
184
181
A.K.S. Lambton, “The Administration of Sanjar‟s empire as illustrated in the Atabat alkatab”, BSOAS,
20 (1957); Carla L. Klausner, The Seljuk Vezirate: A Study of Civil Administration 1055-1194,
Cambridge 1973.
182
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 190-191.
183
A.g.e, s. 191.
184
A.g.e, s. 191.
47
Peacock‟a göre problemin temelinde aynı unvana sahip kiĢilerin büyük ölçüde
farklı sorumluluklar ifa etmiĢ olmaları yatıyordu. AraĢtırmacı buna dair Ģu misalleri
verir:
“Böylece XII. yüzyılda Ġsfahan‟da vali terimi, Ģahne ile aynı anlamda kullanılmıĢ görünür, yani
sultanın adına cebri güç ile donatılmıĢ kıdemli emir ama aĢağı yukarı aynı dönemde olan Mazenderan
Hazar ilinde iki konum tamamen farklıydı fakat vali askerî Ģahneye zıt olarak sivil bir bürokrat anlamında
kullanılır. Reis büyük Ģehirdeki yöneticinin Ģahsi temsilcisinden konumu için atama belgesine sahip
olabilen ya da bu belgeye sahip olmayan bir kasaba veya taĢra topluluğunun baĢı olarak iĢlev gören
bölgesel bir toprak sahibine kadar herhangi birĢey anlamına gelebilirdi. Böyle unvanların anlamları
bölgesel Ģartlara ve muhtemelen herĢeyden önce bunları elde tutan adamın bağlarına bağlıydı. Oldukça
ferdileĢmiĢ Selçuklu politik sisteminde hesaba katılan unvanlar değil Ģahsi bağlardı.”
185
“Bürokrasi ĠĢlevleri ve Yapısı” alt baĢlığında Selçuklu bürokratik yapısını
incelemeye devam eden Peacock, ele aldığı dönemde devletin baĢlıca amacının geliri
artırmak olduğunu belirterek konuya giriĢ yapar. Daha sonra ise Selçuklulardaki beĢ
divan (divân-ı a‘lâ, divân-ı istifâ, divân-ı iĢrâf, divân-ı tuğra ve inĢâ, divân-ı arz) ve
bunların yanındaki divân-ı evkaf, divân-ı eyalet, divân-ı vilâyet ve divân-ı riyâset‟in
isimleri ile bunların ifa ettikleri vazifeleri anlatır.186 Peacock, bu divanların hepsinin
aynı zamanda mevcut olmadığını, hatta bazılarının mevcudiyetinin dahi Ģüpheli
olduğunu veya zamanla farklı kelimelerle ifade edilen ama aynı olan divanların mevcut
olduğunu kaydeder. Meselâ divân-ı nazar olarak müstakil bir divân Ģeklinde ele alınan
yapının divân-ı iĢrâf için kullanılan farklı bir isim olabileceğini belirtir. Buna mukabil
yazara göre divân-ı a‘lâ, divân-ı istifâ ve divân-ı tuğra ve inĢâ bu divanlar arasında en
sürekli olan divânlardı. Divânların fonksiyonları ve statüleri de makamı elinde tutan
kiĢinin nüfûzuna bağlıydı. Nitekim zaman zaman müstevfî makamındaki kiĢinin
vezirden daha güçlü olduğu vaki idi. Ayrıca aynı kiĢinin farklı vazifeleri uhdesinde
toplaması da görevlerin tayini noktasında sıkıntılara sebep olmaktaydı. Meselâ Tâcü‟lmülk, bir taraftan MelikĢah‟ın hazinedarıyken diğer taraftan ise sultanın evlâdının
veziri, divân-ı tuğra ve inĢâdan sorumlu ve ayrıca bazı askerî sorumlulukları olan birisi
idi.187
Peacock, Selçuklu saray bürokrasisin zamanla mahiyet değiĢtirdiği ve büyüdüğü,
bununla paralel olarak da personel sayısının arttığını; bu bürokratik yapıda en üst
185
186
187
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 192.
Bu divânlar hakkında muhtasar bilgiler için bk. Aydın Taneri, “Divan, Büyük Selçuklular‟da Divan”,
DĠA, IX, 384-385.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 192-194.
48
makamın vezirlik olduğunu kaydeder. Buna mukabil vezirin vazifelerinin tam olarak
kesinlik arz etmediğini belirtir ve Ģunları yazar:
“Bürokrasideki kıdemli Ģahıs genelde vezirdi. Herhangi bir bürokratik kurumun baĢı için bu
unvan kullanılabilse de, Batı ilminde bu genellikle Divân-ı A„lâ‟nın ve böylece bütün bürokrasinin
baĢıına veya Nizamü‟l-mülk‟ün belirttiği üzere „sivil hizmetkarların ve vergi toplayıcılarının baĢına‟
iĢaret eder. Erken dönem vezirleri, muhtemelen Türkçe konuĢan sultan ve daha geniĢ dünya arasında
büyük ölçüde aracı olarak iĢlev gördüler. Misal Kündürî, Tuğrul‟un halife ile huzura kabulleri
hadiselerinde tercüman olarak hizmet etti… Vezirin sorumlulukları aslâ net Ģekilde tarif edilmedi ve
bürokrasinin nerede son bulduğu ve sultanın hanehalkının baĢladığına dair net bir ayrım yoktu. Vergi
toplama ve vergilendirmeyi denetlemenin yanısıra meselâkısa süre Mesud‟a vezir olmuĢ Kemalü‟d-din
Muhammed el-Hâzin, sultanın hanehalkının erzaklarının masrafını yönetmekten sorumluydu. Benzer
Ģekilde MelikĢah‟ın hazinedarı Tâcü‟l-mülk‟e „[sultanın] saraylarının ve hareminin meselelerini
denetleme‟ görevi verilmiĢti.”
188
Peacock, önemli tartıĢma konularından biri olan Selçuklu bürokratik yapısının
Türk tarihinde bir devamlılığı mı yoksa değiĢimi mi ifade ettiği sualini de ayrı bir baĢlık
altında ele alır. Lambton‟un, “Selçuklular vezirlik ve divânları Abbasiler‟den
devraldılar” yönündeki tezine karĢı çıkan Peacock, Selçuklu ile Abbasiler arasındaki
bürokratik farklılıkları Ģu Ģekilde izah eder: “Abbasi bürokrasisine, sabit oranlarda
ödeme yapılırken, Selçuklu makamını elde tutanlar, baĢlı baĢına bir maaĢ kazanmıĢ
olarak görünmezler… [Selçuklularda] yaygın olarak makamlar satıldı.”189 Yine yazara
göre Selçuklular, Abbasiler‟de mevcut olmayan yeni makamlar da ihdas ettiler ki, tuğraî
bunlardan biriydi.190 Ayrıca Selçuklular, Abbasi yapılarının adlarını kopyaladıklarında
bile, onların muhtevalarını kopya etmedi.191 Bunun yanında Selçuklular, Abbasi ve
Gazneliler‟de mevcut olan bazı kurumları ise tamamen kaldırmayı tercih etmiĢlerdir.
Berid teĢkilatı192 bunların en baĢında geleniydi. Bu hususta Peacock Ģöyle yazar:
“Arasıra Selçuklular kasten, Abbasi ve Gazneli modellerini reddettiler. Özellikle söylenecek olan
berid teĢkilatıdır, erken dönem Abbasiler tarafından kurulmuĢ ve uzaklara yayılmıĢ illeri gözetlemeyi
halife hükûmetine sağlayan makam ve istihbarat servisidir. Bu sistem hem Büveyhiler hem de Gazneliler
tarafından kullanıldı ve Gazneliler özellikle etkili (ve popüler olmayan) istihbarat teĢkilatını kullandılar.
Nizamü‟l-mülk‟ün ısrarına rağmen Alp Arslan, beridin kurulmasına itiraz etmekte kararlıydı. Ġsfahani
sultanın kuruma düĢmanlığını, istihbarat görevlilerine dini raporları temin etmekte güvenilmeyeceği
188
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 195.
A.g.e, s. 197.
190
A.g.e,, s. 199.
191
A.g.e, s. 199.
192
Ġslâm dünyasında berid teĢkilatı hakkında bk. Fuad Köprülü, “Berîd”, ĠA, II, 545-546; Ġbrahim
Harekat, “Berid”, DĠA, V, 498-501.
189
49
temeline dayanarak açıklar. Alp Arslan‟ın kararını „garip‟ olarak tarif etse de diğer hiçbir sultan bu
sistemi yeniden kurmadı. Bir sebebi, Gazneli berid raporlarının Ģifreli olması olabilir, sadece eğitim almıĢ
bürokratlar bunları yorumlayabiliyordu. Selçuklular, küttâblara bu kadar güven bahĢetmek istememiĢ
olabilirler.
”193
Peacock‟un Selçukluların Alp Arslan devrinde berid teĢkilatını tamamen ortadan
kaldırdığı ve bu kurumun bir daha ihdas edilmediği yönündeki iddiaları tamamen doğru
olmasa gerektir. Zira bir teĢkilat olarak devam etmese de Selçuklular‟da Alp Arslan‟ın
vefatından sonra casuslar kullanılmaya devam edilmiĢtir. Keza MelikĢah ve Sultan
Sancar zamanında casuslar kullanıldığı da bilinmektedir.194 Köprülü, bu hususta Ģu
tespitlerde bulunur:
“Büyük Selçuklularda, daha MelikĢah devrinde, sultanın ve Nizâmü‟l-mülk‟ün hususî casuslar
kullandıkları, Sultan Sancar‟ın Edib Sâbir‟i casusluk vazifesi ile Hârizm‟e yollayıp onun gönderdiği bir
resim sâyesinde kendisi aleyhine hazırlanmıĢ bir suikasttan kurtulduğu ve daha bu gibi bir çok hâdiseler,
bunu açıkça anlatmaktadır. Ancak, bu teĢkilâtın, evvelki devletlerde olduğu gibi, merkezde, büyük nüfuz
sâhibi ricâlin idâresi altında hususî bir berîd divanına bağlı olmadığı görülüyor. Ġsmail Hakkı UzunçarĢılı,
Büyük Selçuklularda merkezde berîd divanı bulunduğunu, Siyasetnâme‟ye dayanarak, kat‟î surette iddia
ediyorsa da, Nizâmü‟lmülk‟ün böyle bir divandan hiç bahsetmediği ve bilakis Selçukluların bu meseleye
ehemmiyet vermediklerini tasrih ettiği düĢünülürse, bunun yanlıĢlığına hükmedilebilir.”
195
Köprülü, bir teĢkilat olarak berîdin Alp Arslan‟dan sonra ihdas edilmediğini,
buna mukabil bu vazifeleri ifa eden kiĢilerin zaman zaman vazifelendirildiğini
yazmasına rağmen Ġbrahim Harekat, “Ancak Alp Arslan'dan sonra bu müessesenin
Nizamü‟l-mülk'ün gayretleriyle yeniden kurulduğu anlaĢılıyor” Ģeklinde yazar.196
Peacock, bürokratlar arasındaki hizipleĢmeyi de “Bürokratlar ve Aralarındaki
Hizipler” alt baĢlığıyla ele alır. Yazara göre Selçuklularda Horasanlı ve Iraklı
bürokratlar arasında imparatorluk tarihi boyunca bir düĢmanlık devam etti.
Yinebürokratlar arasındaki hizipleĢmenin bir diğer sebebi de mezheplerdi. Nitekim
Peacock, farklı mezhepten birinin herhangi bir göreve getirilmesi sebebiyle baĢka
mezhepten bir yazarın bu durumu eleĢtirdiğine dair birçok misalin bulunduğunu
kaydeder. Bürokratların tayin edilmesinde bölgesel veya mezhepsel hizipleĢmeler kadar
himaye sisteminin de etkili olduğunu yazar. Bu manada Ģunları aktarır:
193
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 200.
Fuad Köprülü, “Berîd”, s. 545-546; Ġbrahim Harekat, “Berid”, s. 499-500.
195
Fuad Köprülü, “Berîd”, s. 545-546.
196
A.g.m, s. 499.
194
50
“Genel olarak Ortaçağ Ġslâmî doğuda sosyal ve politik yaĢamı Ģekillendiren himaye iliĢkileri
bürokrasinin Ģeklini [de] etkiledi. Vezirler daha aĢağı konumlara akrabalarını ve yakın hemĢehrilerini
atamaya çalıĢtı. Elli yılda beĢ tane vezir, küçük Dergüzin kasabasından geldi ve Ġmadüd-din el-Ġsfahani Dergüzini klanına Ģiddetle düĢman idi- …”
197
Peacock‟a göre himaye sistemi Selçuklularda bir kâtibin, bürokratın hızlı
yükseliĢine vesile olduğu gibi bu bağlantı onun hızlı bir Ģekilde makamını kaybetmesine
ve dahası hayatından olmasına da sebep olabiliyordu. Bu yüzden emin ve tekin bir yol
değildi. Zira rakip bir hizbin iktidara gelmesi hâlinde bürokratın hayatından endiĢe
duyması pek de haksız bir endiĢe değildi. Peacock, buna dair Ģu misalleri verir:
“Hem kendileri hem de müttefikleri için makam peĢinde koĢan düĢman bürokratların entrikaları
çok sayıdaki kâtibin kariyerinin sonu için bir anahtar faktördü. Kündürî‟nin gözden düĢüĢü Ģüphesiz
Süleyman b. Çağrı için desteği ile süratlendi; ama kaynakların hem fikir olduğu üzere sürgünü ve
öldürülmesi, Nizamü‟l-mülk‟ün iĢiydi. Kündürî‟ye ihsan bir gün tekrar geri verilmesin diye potansiyel
düĢmanından kurtulmaya Nizamü‟l-mülk istekliydi. Kündürî‟nin infazından önce Nizamü‟l-mülk‟e
isabetli bir Ģekilde [Ģunu] belirttiği söylenir: „Senin yaptığın Ģey Türkleri vezirleri ve divan baĢkanlarını
öldürmeye alıĢtırmak; kazdığın kuyuya düĢeceksin!‟ Mahmud‟un Müstevfî Azizü‟d-din‟in düĢüĢü ve
sonraki infazı, itibarını iyileĢtirme peĢinde koĢan yeğeni Ġmadü‟d-din el-Ġsfahanî‟ye göre kötü vezir
Ebu‟l-Kasım ed-Dergüzinî‟nin entrikalarının sonucu idi; ama diğer kaynaklar, Azizü‟d-din‟in suçlamadan
çok uzak olduğunu ileri sürer, 517/1123‟te vezir ġemsü‟l-mülk b. Nizamü‟l-mülk‟ün öldürülmesini
ayarlamıĢtır. Muhammed Tapar‟ın 500/1106-7‟de Ġsfahan‟ın kapısında sallandırılan veziri Sa„dü‟lMülk‟ün infazı, Ġsfahan‟ın kadısı Ubeydullah el-Hatîbi ve buranın reisi Mesud b. Muhammed elHocendi‟nin plana geçirmesi ile gerçekleĢmiĢ gibi görünür. AnuĢirvan b. Halid‟in kendisi, Hatîbi‟nin
planının baĢka bir kurbanı idi, ama bu felaketten sağ kurtuldu.”
198
Peacock‟a göre Selçuklu bürokratları için bir diğer tehlikeli durumda
konumlarının her an değiĢmesiydi. Nitekim bazı istisnalar haricindeki birçok vezir,
makamlarında uzun süre kalamadan azledildiler. Buna mukabil azledildikten sonra aynı
göreve defaatle getirilen bürokratlar da çoktu. Meselâ AnuĢirvan, üç defa vezir olarak
tayin edilmiĢti. Bürokratları bekleyen bir diğer tehlike de mallarının müsadere
edilmesiydi.199Yazara göre, yukarıda temas edildiği üzere Selçuklularda merkezi bir
saray yapısı mevcut olmadığından, dahası bu saraylar arasında rekabet de eksik
bulunmadığından bürokratların azledildikten sonra kendilerine baĢka saraylarda
makamlar bulması da mümkündü.200
197
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 202-203.
A.g.e, s. 203.
199
A.g.e, s. 204.
200
A.g.e, s. 204.
198
51
Bürokratlar arasında bazı meslekler diğerlerine nazaran daha güvenli konumlar
sağlamaktaydı. Özellikle tuğraî ve müstevfî bunların baĢında geliyordu. Peacock,
mezkur makamların durumlarına dair Ģunları kaydeder:
“Diğer iki büyük makam tuğrâî ve özellikle müstevfîde bir ölçüde daha büyük güvenlik olmuĢ
olabilir. Misal eĢ-ġihâb Esed, altı vezirin altında hizmet ederek Mahmud‟un 14 yıllık saltanatının adeta
tamamı için tuğrâî olarak kaldı. Aynı dönemin neredeyse çoğunda Ġsfahanî‟nin amcası Azizü‟d-din,
müstevfî idi. Benzer Ģekilde emirlerin genellikle vezir olarak kendi adaylarını yerleĢtirmekte baĢarılı
olduğu Mesud ve III. Tuğrul saltanatları arasındaki dönemde vezirin çok kısa olan görev süresi nüfuz için
emirler arasındaki devamlı mücadeleyi yansıtır. Diğer taraftan müstevfîler uzun dönemler makamda kaldı
ve genel olarak onların atamaları emir politikaları tarafından etkilenmiĢ gibi görünmez (bu dönemdeki
tuğrâîler hakkında pek az Ģey biliyoruz). Bu, müstevfîlerin özel yetenekleri olduğu ve mesleklerini etkili
Ģekilde yapabilmek için gelirleri ve finansla ile ilgili teknik bilgiye sahip olmaları gerektiği gerçeğini
yansıtabilir. Öte taraftan finans üzerine stratejik bir kusuru olsa bile bir vezir özellikle politik bir atama idi
ve bu yüzden çok daha kolaylıkla yerinden edilebilir ve yeri değiĢtirilebilirdi.”
201
Bürokratların hangi kriterlere göre atandıkları konusu da Peacock‟un ele aldığı
meselelerdendir. Yazara göre “Bürokrat makamına atama için hiçbir resmîzorunluluk
yoktu.Bürokratların nitelikleri ve görevlerine dair sahip olduğumuz böyle tasvirler
özelliklebelirsizdir” değerlendirmesinde bulunur. Devamında ise bu duruma istisna
teĢkil eden Ebu‟l-Berekât Mecdü‟d-din‟in vezir tayin edilmesini değerlendirir. Çünkü
549/1149-1150‟de Mecdü‟d-din‟inSultan Sancar‟a vezir tayin edilmesiyle ilgili belgede
bir vezirde hangi hasletlerin olması gerektiği de sıralanmaktadır. Belgede sıralanan
özellikler Ģu Ģekildedir:
“Bu yüzden vezir „dindar, bilgili, yetkin, iyi hal sahibi ve iyi kalpli, sultanların kanunları ve
hanedanın gelenekleri hakkında bilgili olmalı; sultanların biyografilerini okumuĢ ve zamanın
tecrübelerinin dersleri hakkında bilgi sahibi olmalıdır.‟ „Allah‟a hoĢ geleni, bu dünyada övgüye değer
olan ve diğer dünyanın ödüllerini kazandıracak olanı [yapmaya yöneticiyi] teĢvik etmek için‟ seçilmelidir.
Ayrıca daima „Müslümanların çıkarlarını‟ hatırlayan biri olmalıdır. Aynı belge „adaleti dağıtmak ve
cömertliği için minnettarlığını ifade etmek için kutsal ve yüce olan Yaratıcıyı hatırlamasına vezirin
sultana yardım etmesini‟ belirtir”
202
.
Peacock‟a göre, kâtib zümresinin bürokratlar arasında ayrı bir yeri vardır.
Nitekim kâtibler, “kiminkendi sınıflarının üyeleri olduğuna dairoldukça net bir görüĢe
sahiplerdi ve alt tabaka mevkilerini tek ellerinde tuttular. Çok nadirenbüyük ulema ve
201
202
A.g.e, s. 204.
A.g.e, s. 206.
52
tüccar ailelerin üyeleri katip oldular.”203 Kâtipler arasında ulema ve tüccar çocuklarının
az bulunmasına mukabil, diğer bürokratik görevlerin çoğunda soyun önemli bir rolü
vardı. Meselâ Peacock‟un belirttiği üzere, Nizamü‟l-mülk‟ün soyundan gelenler önemli
görevlere getirildiler.204
Bürokratların hangi özelliklere sahip olması gerektiğine dair çok az veriye sahip
olunmasına rağmen kâtiblerin eğitimlerine dair daha fazla veriye sahip olduğumuzu
kaydeden Peacock, Ģunları yazar:
“Kıdemli bir konuma atama için resmî niteliklerin gerekliliğinin eksikliğine rağmen kâtiblerin
kendileri, özenli eğitimleri ve bu resmî belgelerin –ve onların özel yazınsal gayretleri- oluĢturulduğu
karmaĢık kafiyeli düz yazı (inĢâ) oluĢturmaktaki yetenekleriyle gurur duydular. Çoğu literatür bürokratlar
tarafından diğer bürokratlara ne kadar zeki olduklarını göstermek için yazıldılar, böylece tarzın yayıldı.
Farsça‟nın saray yazım sahnesine hakim olduğu bir çağda bürokratlar Arapça için öncelikli bir pazar
sağladılar. Bu dönemin Arapça literatürünün Ģaheseri, üstü kapalı sözlü oyunlarla keyiflenen el-Hariri‟nin
Makāmât‟ının AnuĢirvan b. Halid‟in emri ile yazıldığı söylenir. Güney Kafkasya‟daki Beylekan
müstevfiolan Mesud b. Namdar‟ın gayretleri ile hükme varıldığı üzere, anlaĢılmayacak kadar yoğun, üstü
kapalı ve muğlak olan Arapça inĢa oluĢturma yeteneği sadece sultani saraylara dahil edilenler değil, il
idarecileri arasında da bulunabilirdi. Elbette bürokratlar ayrıca Farsça‟yı da kullandı (Meselâ
AnuĢirvan‟ın kendi kayıp hatıraları ve Kummî‟nin bunları devamı) ama Arapça ile oldukça içiçe geçmiĢ
bir Farsça idi ve bunda -X. ve XI. yüzyılın sadeliğine karĢın- inĢa tarzı popüler oldu.”
205
Peacock, bir bürokratın hayatıyla ilgili elimizdeki en önemli kaynağın mühtedi
Samav‟al el-Mağribî tarafından kaleme alındığını kaydeder. Yahudi asıllı Samav‟al,
Selçuklu Bağdat‟ında 18 yaĢına kadar geçirdiği hayatı kaleme almıĢtır ve bu kayıt, bir
bürokratın otobiyografisini ihtiva ettiği için önemlidir.206
Selçuklu bürokratlarının bir grubunu teĢkil eden ulema sınıfı da Peacock
tarafından ele alınmıĢtır. Yazar, medreselerin ne amaçla kurulduğuyla ilgili daha önceki
çalıĢmalarda ileri sürülen görüĢleri Ģu Ģekilde özetler:
“Meselâ Lambton, eski sekreterlik sınıfının yerini alacak ve politik planlarını uygulayacak
ortodoks [ehl-i sünnet]
akidesinde yetiĢtirilmiĢ devlet memurları ortaya koymanın Nizamü‟l-mülk
tarafından planlandığını ileri sürer; ikinci olarak devletin mevcudiyetini tehdit etmeye baĢlamıĢ Ġsmaili
tarikatının yayılmasına medreselerde eğitim almıĢ ulemayı kullanarak savaĢ açmayı ve kitleleri kontrol
etmeyi ümit etti. Benzer bir görüĢ, medreselerin sosyal düzeni teĢvik ederek, bürokratları eğiterek ve
Müslüman birliğine bir bağlamda katkı sağlayarak Selçuklu „devlet ideolojisi‟ olarak adlandırdığı Ģeye
203
A.g.e, s. 207.
A.g.e, s. 207-208.
205
A.g.e, s. 208-209.
206
Samav‟ın yazdıklarının değerlendirilmesi için bk. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 209-211.
204
53
katkı sağladığını söyleyen Safi tarafından kısa süre önce ileri sürüldü. „Tüm asilzade sınıfını bir ölçüde
merkezi kontrol altına almak‟ ve hizipleĢme ile mücadele etmek, „bölgesel dindar politikacılar üzerinde
imparatorluk nüfuzunu uygulamak‟ için medreselerin planlandığını belirten Richard Bulliet tarafından
kısmen biraz değiĢik bir politik gaye ileri sürüldü.”
207
Selçuklu Ordusu ve Askerî Yapısı
Selçuklu askerî yapısı ve ordu sistemi de Peacock‟un her iki kitabında müstakil
bölümler halinde üzerinde durduğu bir diğer konudur. Yazarın bu konuyu ayrı bir
bölümde ele almasının sebebi Selçuklu baĢarısının arkasında ordu yapısının büyük
etkisi olduğuna inanması gelir. Selçuklu ordu yapısının özellikle 1055‟te Bağdat‟ın
Tuğrul Bey tarafından fethedilmesinden sonra köklü bir değiĢime maruz kaldığı; bu
minvalde daha önce Türkmenlere dayalı olan ordunun silahlı göçebe gruplardan daha
geleneksel ve profesyonel orduya dönüĢmeye baĢlamasıdır. Buna mukabil Peacock‟a
göre profesyonelleĢen Selçuklu ordusunun özellikle savaĢlarda izlediği taktiklerde
Türkmen etkisi daha uzun yıllar devam etti.208 Bu yüzden Peacock, Selçukluların
uyguladıkları askerî taktikler üzerine hassaten durmuĢtur.
Selçuklu askerî taktiklerinin özelliklerini genel olarak aslında Peter Golden
tespit etmiĢtir209 ve Peacock da Golden‟dan büyük oranda istifade etmiĢtir. Golden, 3001200 arasında çok küçük bazı teknolojik yenilikler haricinde Avrasya bozkırlarında
genellikle aynı taktikleri uygulandığını; dıĢarıdan bakıldığında taktiklerini yolda tayin
eder gibi görünmelerine mukabil aslında bu göçebe orduların iyi bir örgütlenmeye ve
disiplinli bir yapıya sahip olduklarını ortaya koymuĢtur. Peacock, Golden‟ın bu
tespitlerini kabul etmekle birlikte Selçuklu ordusundaki aĢiret birliklerinin nadiren
düĢman ordusuna karĢı kenetlendiklerini ve tek bir güç Ģeklinde hareket edebildiklerini
ileri sürer. Bu tespitlerinden sonra ise Selçukluların takip ettikleri taktikleri ele almaya
baĢlar ve öncelikle sahte ricat üzerinde durur. Sahte ricat sayesinde Selçukluların
Gazneliler
karĢında
1034‟te
baĢarı
elde
ettiklerini
Beyhaki‟den
naklederek
değerlendirir. Selçukluların sahte ricatı zaman zaman kuĢatma yöntemiyle birlikte
kullandıklarını kaydeder.210 Sahte ricatten sonra Selçuklu ordusunda kullanılan silahları
207
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 211-213.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 85-87.
209
Peter Golden, “War and warfare in the pre-Cinggisid western steppes of Eurasia”, War and Warfare in
Inner Asian History (500-1800), ed. Nicola di Cosmo, Leiden 2002.
210
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 87-89.
208
54
ele alan Peacock, bu manada ok, yay, kalaçor, kementin ana silahlar olduğunu ve
Türkmenlerin ender de olsa savaĢlarda zırh giydiklerini yazar.211
Peacock, Selçukluların kaleleri ve surlarla çevrili Ģehirli fethetmesini yani
kuĢatma taktiklerini de değerlendirir. Bu minvalde her ne kadar bazı çalıĢmalarda
disiplinsiz ve yağmacı olarak tarif edilseler de Selçukluların erken dönemlerden itibaren
istedikleri zaman kentleri ve kaleleri fethederek buraları uzun süre ellerinde
bulundurabilmelerinin bu kanaati “en açık biçimde silebilecek” bir veri teĢkil ettiğini
ifade eder. Yine bu manada göçebe ordularının kuĢatma yapmaktan kaçındıklarına dair
kanaatin de doğru olmadığına temas eder. Daha sonra Selçukluların kaleleri ve surla
çevrili Ģehirleri fethettiklerine dair misaller verir. Peacock, Selçukluların kale
kuĢatmalarında baĢarılı olabilmek için birkaç yol takip ettiklerini; bu anlamda önce
kalelere gıda akıĢını engellediklerini, bazen de mancınık veya “baban” denilen, sur
duvarlarının ötesine taĢ fırlatmaya yarayan ve 400 kiĢi tarafından taĢınan bir savaĢ
aletini kullandılarını belirtir. Ayrıca burada önemli bir tespitte de bulunur ve her ne
kadar Selçukluların bu savaĢ aletlerini kullanmalarını hizmetlerinde bulunan göçebe
olmayan unsurların varlığına bağlamak cazip görünse de bunu destekleyecek verinin az
olduğunu ve daha da önemlisi zaten Selçukluların Gaznelilerin ordusunda daha önceki
dönemlerde hizmet verirken kuĢatma taktiklerini öğrendiklerini ileri sürer.212
Selçuklu ordusunun manevra kabiliyetini artıran temel unsur olarak atları
gösterir. Gaznelilerin zırhlı ve ağır silahlı süvarilerine karĢılık Selçuklu süvarilerinin
daha hafif zırhlara ve daha hızlı atlarla sahip olduklarını, daha da önemlisi Selçuklu
süvarisinin iklim Ģartlarına muhataplarına göre daha dayanıklı olduğunu kaydeder.
Çünkü bozkır hayatına alıĢık olduklarını, bu sayede de hem sıcak hem de soğuk havaya
daha dayanıklı olduklarını misaller vererek izah eder. Gazneli ordusundaki fillerin ise
Selçuklularla savaĢlarında bazen ayak bağı dahi olduğunu da ifade eder.213
Selçuklu ordusunun iç yapısı da Peacock‟un her iki kitabında müstakil bölümler
halinde ele aldığı konulardandır. Bu minvalde Türkmenlerin Abbasi ve Samanilerdeki
gibi “profesyonel ordular” olmadıklarını, yetiĢkin erkek Türkmenler için savaĢın bir
211
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 90.
A.g.e, s. 90-92.
213
A.g.e, s. 93-94.
212
55
yaĢam tarzı olduğunu ancak çocuklar ile kadınların savaĢ dıĢında tutulduğunu
kaydeder.214
Selçuklu ordusunda Türkmenlerin rolü ve sayısal varlığı da Peacock‟un üzerinde
durduğu konulardandır. Bu minvalde Bağdat‟ın fethinden sonramemlûk askerlerin
sayısında bir artıĢ olmakla birlikte “hiçbir zaman Türkmenleri gölgede bırakmadılar”
tespitinde bulunur.215 SavaĢın Türkmenler için bir yaĢam tarzı olduğunu belirten yazar,
bunlara karĢı Selçuklu devlet idaresinin zamanla farklı politikalar takip ettiğini belirtir.
Nizamülmük‟ten yaptığı bir alıntıdan hareketle aslında Selçuklu hanedanının
Türkmenlere birçok Ģey borçlu olduklarını ifade eder.Bu minvalde Ģu temel suale cevap
aramaya çalıĢır: Nizamü‟l-mülk‟ün yazdıklarından da hareketle “MelikĢah devrinde ve
sonrasında Selçuklu Ġmparatorluğu içindeki Türkmen askeri varlığının rolü neydi?”. Bu
suale önce David Durand-Guedy‟in tezlerini naklederek baĢlar ve Ģunları kaydeder:
“David Durand-Guedy, imparatorluğun Cibali merkezindeki özellikle Rey, Hemedan ve Hulwan
alıĢıldık ekseninde TürkmenlereMelikĢah‟ın saltanatından sonra çok az atıf olduğunu belirtmiĢtir.
Durand-Guedy, „dikkati baĢka yöne çekmek için‟
Kafkasya, Anadolu ve Suriye sınırlarına
gönderilenTürkmenleri Ġran platosundan ortadan kaldırmak içinMelikĢah altında kesin bir gayret
olduğunu ileri sürer. Nizamü‟l-mülk‟ün Selçuklu devleti için Ġran-Ġslam oryantasyonunu teĢvik eden
politikasında gördüğümüz ile böyle bir analiz ilk bakıĢta pek uyumlu olmaz.Gerçi Durand- Guedy,
Türkmen ve hanedan arasındaki bağların güçlü kaldığını vurgular: Türkmenler, Ġranın merkezinde
istenmez iken, askeriyede hâlâ çok faydalı idiler.”
216
Peacock, daha sonra Durand-Guedy‟in tespitlerine dair itirazlarını sıralar ve
Ģunları yazar:
“Ama Durand Guedy‟nin kendisinin belirttiği üzere bu kanıtdiğer yorumlara müsaittir: Atıfların
yokluğu gerçekten ziyade bizim kaynaklarımızın mahiyetini yansıtır. Türkmenlere dair bizim en iyi
kaynağımız, Sıbt tarafından nakledilen Garsunnime, MelikĢahın ölümü ile sona erer. En iyi durumda
göçebelere kronik yazarlarının genel ilgisinin eksikliği göz önüne alınırsa, bu sessizliği temel alarakbütün
bir politikayı farz etmek riskli olur. Bazı arkeolojik yapılar ile çok farklı bir izlemin bırakılmıĢtır.
MelikĢah‟ın ölümünden kısa süre sonra 486/1093-4‟te Ebu Mansur [?] b. Tegin adında biri, Alp Arslan
saltanatından daha erken dönem bir yapının yanına herhangi bir daimi yerleĢkeden millerce uzak Ġran‟ın
kuzeyine Harraqan‟dabaĢ döndürücü bir mezar kule dikti. Türmenlerin sık sık gittiği alıĢılmıĢ ReyHemadan ekseninde en muhtemeli göçebe otlak alanı olarak hizmet eden bir düzlüğün ortasındaki uzak
bir bölgeyi ve türbelerini yaptıran adamların Türkçe adlarından, ikisinin efendilerinin de göçebe baĢkanlar
oldukları farzedilir. Bu mezarlar, Ġran‟daki XI. yüzyıl mimarisinin baĢyapıtlarından bazılarını sunar
214
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 217-218.
A.g.e, s. 218.
216
A.g.e, s. 221.
215
56
veyazılı kaynakların yokluğunda Türkmen baĢkanların XI. yüzyıl sonunda güçlü, zengin ve kendine
güvenir Ģekilde kaldıklarını ileri sürer. Nizamü‟l-mülk‟ün politikalarını genel olarak Türkmenleri
düĢmanca görmekten ziyade, eski Türkmen aristokrasisinin en üst makamları olan ve kendi konumunu
tehdit edensultanın birinci derece akrabalarına karĢı bu politikaları amaçlanmıĢ olarak görmek daha
doğrudur. Ġmparatorluğun merkezinde diğer Türkmen baĢkanların devamlı bulunuĢunu bu açıklar.”
217
Peacock, Türkmenlerin Selçuklu askeriyesinde etkili bir durumda olduklarına
dair baĢka misaller de zikreder. Bu minvalde bazı XII. yüzyıl kanıtlarından hareketle
Cibal‟de Türkmenlerin yaĢamaya devam ettirdiklerini; Sultan Mesud‟un Hemedan
yakınlarındaki
Türkmenlerin
baĢlattıkları
büyük
isyanı
bastırmakta
devletin
zorlandığını; bunların da XII. yüzyıl dahi hâlâ Türkmenlerin Selçuklu merkezlerinde
güçlü bir konumda olduklarını gösterdiğini kaydeder. Dahası Selçuklu iktidarının
sonlarına kadar Türkmenlerin askeri desteğine her zaman ihtiyaç duyulduğuna dair de
birçok misalin bulunduğunu yazar.218
Selçuklu ordusundaki baskın Türkmen rolüne rağmen bu durumun merkezi
devlet ile Türkmenler arasında zaman zaman sıkıntılara da sebep olduğunu kaydeden
Peacock, Ģunları yazar:
“Türkmenleri kontrol etmek zordu, zaptedilemez yağmalara yatkındılar ve baĢka bir lidere
bağlılıklarını değiĢtirmekte her daim hazır idiler. Ama en büyük problem menzillerini sınırlayan at ve
sığırları için otlaklara bağımlı olmaları idi. Selçuklu imparatorluğunu oluĢturan geniĢ bölgelerin çoğu,
Ġsfahan vahası çevresindeki çöller ve herĢeyden öte Irak‟ın otlaksız toprakları göçebe bir orduyu ayakta
tutmaya ekolojik olarak uygun değildir… Hapis ve dayak ile onları itaate getirmek için sultanın
teĢebbüsleri baĢarısızdı ve Tuğrul anlaĢmaya varmaya zorlandı… Türkmenler ancak bol ganimet
beklentisi var ise sefere çıkardı ve bir savaĢ kazanıldı mı, ganimetleri ile Mardin otlaklarındaki
memleketlerine geri dönmeyi kaçınılmaz Ģekilde istiyorlardı. Türkmenlerin eve dönme arzusu yüzünden
uzatılmıĢ seferler baĢarısızlıkla sonuçlanmak zorunda kalıyordu ve seferler her halükarda Türkmenlere
uygun proglamlanmalıydı. Baharda Mardin‟den ayrılıp, oradaki kıĢlaklarının tadını çıkarmalarını
kendilerine sağlayacak Ģekilde sonbaharda geri dönülmeliydi. Türkmenlerin kısa vadeli ihtiyaçları, uzun
süreli stratejiyi imkansız kıldı.”
219
Selçuklu ordusunda Türkmenlerin rolü sualinin bir diğer önemli meselesi de hiç
kuĢkusuz bu ordu içinde memlûklerin ne zamandan itibaren istihdam edilmeye
baĢlandıklarıdır. Haliyle Peacock da bu önemli suale cevap bulmak için çabalamıĢtır.
Peacock‟a göre memlûklerin Selçuklu ordusunda kullanılmaya baĢlanması 1055‟te
Bağdat‟ın fethinden sonra olmalıdır zira Bağdat‟ın fethini anlatan kaynakların hiç
217
A.g.e, s. 221-223.
A.g.e, s. 223-224.
219
A.g.e, s. 224-225.
218
57
birinde Selçuklu ordusundaki memlûklerden bahsedilmez. Buna mukabilmemlûk
askerin hangi saiklerle Türkmenler yerine istihdam edilmeye baĢladığına dair kesin bir
hükme varmak zordur. Peacock‟a göre bunda Türkmenlerin yerleĢiklerle anlaĢmazlıklar
yaĢaması etkili olsa gerektir. Ayrıca Tuğrul Bey‟in Türkmenlerin rollerini azaltmak ve
onları memlûklerle dengede tutmak içinmemlûk sistemini baĢlattığını yazar.220
Memlûklerin temin yollarına dair de Ģu tespitlerde bulunur:
“Memlûk askeri alma ve eğitim süreci Ġslam tarihindeki diğer yerler ve dönemlerde
kanıtlanmıĢtır ama doğrudan Selçuklular ile alakalı pek az bilgiye sahibiz. Memlûklerin asıl kaynağı
bozkıra yağmalar olmalıdır. Gazneli yönetici Sebüktegin‟inhatıraları gibi görünensözde Pendnâme-yi
Sebüktegin, bir memlûkün nasıl yapıldığını bir bağlamda sunar… Köle tüccarları ve Muhammed Tapar
arasındakiödeme anlaĢmazlığına bir atıftan öğrendiğimiz üzereSelçuklular böyle satıcılardan memlûkler
221
aldılar...”
Memlûklerin nasıl bir eğitim aldığı ile ilgili olarak da Ģunları kaydeder:
“Selçuklu memlûkeğitimi muğlaktır. Nizamü‟l-mülk, besbelli ideali öngörmeyi niyet eden
Samanimemlûk sisteminin detaylı bir tarifini verir. 7 yıl süren memlûklerin yükseldiği bir cursus
honorum vardı. Yeni toplanmıĢ memlûkler, ayak hizmetçisisınıfından baĢlayacaktı ve tam teĢekküllü bir
emir olmak için 35 yaĢına kadar yükselebilirdi. Samaniler zamanında bilegerçek Nizamü‟l-mülk‟ün ima
ettiğinden daha katı değildi. Ama Selçuklu kanıtı oldukça yetersizdir. Ġbnül Esir bizi, Aksungur el
Porsuki‟nin MelikĢah‟ın yanında büyüdüğüne dair bilgilendirir, orada yöneticinin ona karĢı dostluğu
oluĢtu. Temel savaĢ becerileri prensler için pek az değiĢiklik gösterdiği için, memlûkler ve gulamların
tamamı muhtemelen bir ölçüye kadar birlikte eğitim aldılar. Bazı memlûkler TutuĢ‟un kölesi olan
Tugtekin gibi azat edilmiĢti amabazı kıdemli memlûk emirler hâlâ köle olarak kaldı. Uygulamada köle ve
özgür arasındaki farkpek az anlam ifade etti, ki muhtemelen bu sebepten bizim kaynaklarımız onun
üzerinde durmaz.”
222
Selçuklu ordusunun sayısal büyüklüğü de Peacock‟un üzerinde durduğu konular
arasındadır. Her yetiĢkin erkeğin asker sayıldığını, sivil ile asker arasında bir ayrımın
bulunmadığını ileri sürer. Hatta ne Türkçede ne de Moğolcada asker için “yerli bir
sözcük” bulunmadığını kaydeder. Ancak yazarın bu görüĢü isabetli değildir. Çünkü
Eski Türkçede asker anlamında sü kelimesi mevcuttur. Temel ayrımın savaĢabilenler ile
savaĢamayan arasında olduğunu yazan Peacock‟a göre kadın ve çocuklar Türkmen
orduları ile birlikte hareket etmekteydi. Bunun temel sebebi olarak da “Selçuklu
istilalarının temelde askeri harekât oldukları kadar göçebe halkın kitlesel göçleri olma
220
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 111-116.
Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 225-226.
222
A.g.e, s. 226.
221
58
özelliğine de sahip” olmasını gösterir. Kadın ve çocukların da katılmasının Selçuklu
ordusunun sayısal büyüklüğünü tespit etmede bir handikap teĢkil ettiğini zikreder. Bu
durumu Türkmenlerle birlikte yanlarında hayvanlarını da götürmeleri daha da
zorlaĢtırır. Peacock‟a göre Selçuklu ordusunun sayısal büyüklüğüne dair kaynaklarda
zikredilen veriler oldukça değiĢkenlik arz eder ve bunlar bilgi değerinden ziyade edebi
bir anlatımın parçası olarak görülmelidir.223
Peacock, Selçuklu ordusu bahsinde yağmaya da temas eder. Türkmenlerin
yağmacı olduklarına dair kaynaklardaki bilgileri temkinli karĢılamak gerektiğini ifade
eden araĢtırmacıya göre “yağmacılık bütün ortaçağ ordularının yaptığı bir Ģeydi ve
yalnızca Türkmenlere özgü değildi”. Ayrıca Türkmenler kent merkezlerinin tamamını
da yağmalamıĢ değillerdir. Buna mukabil Peacock, yağmayı askerî bir taktikten ziyade
askerleri ödüllendirmek ya da aylıklarını ödemek için bir vasıta görmeye daha
meyyaldir.224
Selçuklu askerî yapısı bahsinde “emir” terimi Peacock tarafından müstakil
olarak ele alınmıĢtır. “Selçuklu devletindeki diğer unvanlar ile birlikte, emir, çok sayıda
anlama gelen muğlak bir terimdir” diyen Peacock, Ģöyle devam eder:
“Erken dönem paralarında Tuğrul‟un unvanı olarak görünse de özgür, memluk veya hatta göçebe
bir baĢkan olabilen askeri bir kumandanı belirtmek için kısa süre sonra kullanıldı. Emirü’l-ümerâ
unvanını taĢıyan bir birey, Osman b. Melik Davud‟un kendisi Selçuklu ailesinin bir üyesiydi. Protokol ve
rütbeye sarayın vurgu yapması göz önünde bulundurulursa, emirlerin hiyerarĢisinin olduğunun görülmesi
ĢaĢırtıcı değildir, Ģimdi biz bunu pek sınırlı olarak anlayabiliriz. Katı askeri hiyerarĢiye ihtiyacı Nizamü‟lmülk vurgular ama uygulamada nasıl iĢlediği (veya nasıl iĢleyebileceğine) dair detaylar vermez. Bazı
görevlere ilave edilmiĢ emir konumları biliyoruz misal, sultanın ahırından sorumlu emîr ahur; emir
rütbelerinde ilerlemek mümkündü. Horasan‟ın XI. yüzyıl sonlarındaki valisi (amîd) Muhammed b.
Mansur en-Nesevi (onun adı ne Türk ne de göçebe olmadığı fikrini verir) kariyerine ordu karargahında
kasap olarak baĢladı, daha sonra sultan ahırlarında çalıĢmak için mezun oldu. Bundan baĢka bir terfi onu
emîru ashâbi’l-meĢâil yaptı, sultanın meĢalesini temin etmekten sorumluydu, buradan daha sonra
Horasan‟daki vergi toplayıcılığınayükseldi ve sonunda Harezm valisi oldu. Kariyerinin yolu pek garip
olmayabilir çünkü baĢka bir Emir Karategin de görünüĢe göre aslen kasaptı gerçi isminden hükme
varılırsa Türk idi. Sultanın emirleri muhtemelendiğerlerine göre önceliğe sahipti. Emîrü’l-isfehsâlâr
unvanı en kıdemli emirlere bahĢedilmiĢti mesela Ġsfahan gibi baĢlıca Ģehirlerin valilerine. XII. yüzyıla
kadar en büyük emirler, eskiden Selçuklu prenslerinin imtiyazı olanmelik unvanını kendilerine
atfediyorlardı. Daha sonraki zamanlarda emirlerin rütbeleri ve konumları muhtemelen sancaklarındaki
223
224
A.g.e, s. 98-102.
A.g.e, s. 103-105.
59
simgeler ile belirtildi, en azından sultanın özel muhafız birliği olan hasekilerin üyelerinde durum
böyleydi. Memlûkten göçebeye, kasaba, selçuklu prensine emir sınıfı oldukça farklıydı.”
225
Peacock, Selçuklularda kaç tür emirin görüldüğünü Lambton‟dan aktararak
Ģöyle sıralar:
“Ġlk grup, yukarıda bahsedilen emir-ahur ve emir ashab el-meĢâil makamları gibi ordu ve sarayın
yönetimi ile alakalı görevleri yerine getiren sultanın sarayına dayananları içerir ve sultanın
kıyafetlerinden sorumlu emirlerve sultanınzırh ve silahından sorumlu olanlar. Tarif ettiği ikinci
grup, ikta veyail valiliğini elde tutan„arazi sahibi‟emirlerdir. Üçüncü grup, hiç kimseyle Ģahsi bağı
olmayan ama fırsat oldukça farklı liderlere hizmet ederekimparatorlukta dolaĢıp duran gezgin
emirler”.
Peaocok, yine Lambton‟a atıf yaparak bu üç tür emir arasında kesin çizgilerle
tayin edilmiĢ ayrımların olmadığını, hatta bunların zaman zaman birbirinin yerine de
kullanıldığını yazar.226
Emir unvanının nasıl farklılık arzettiğine temas eden Peacock daha sonra
emirlerin kültürel dünyalarını ele alır. Bu minvalde Selçuklu ulemasının veya
bürokratlarının
aksine
emirlerin
kendilerinin
sonraki
nesillere
yazılı
eserler
bırakmadıklarını ve bu yüzden bunların kültürel dünyalarını ortaya koymanın zorluğuna
temas ederek konuya giriĢ yapar. Bu zorluğu aĢmak için baĢkalarının kaleminden çıkan
eserlerin satırları arasındaki bilgi kırıntılarından ve arkeolojik verilerden istifade ettiğini
belirtir.227
Peacock,
“Potansiyel
efendilerin çokluğu emirlerin gücündeki
anahtar
faktördü:birinden diğerine geçmek basit bir meseleydi ve kaynaklar emirlerin entrikaları
ile doludur… Ġkta gibi finansalçıkarlar Ģüphesiz emirlerin hesaplamalarında önemli bir
rol oynadı amagüç dengesi sağlamaktaki amaçları daönemliydibunun sayesinde tek
baĢına bir yönetici onları kontrol edebilecek kadar güçlü değildi” tespitinden sonra bunu
misallerle
izah
eder.
Buna
mukabil
“Hanedanın
sonuna
kadar
emirlerin
sadakatlerinindeğiĢkenliğine rağmen, en büyük emirlerin bile meĢruiyeti için sözde bir
efendinin” olmazsa olmaz olduğunu, “Sultana yakınlığın bir güç kaynağı olduğunu
çünküyayınlanan bütün kararların sultanın adına yayınlandığını”, dahası “bütün
otoritenin meĢru kaynağının sultan olduğunu” belirtir.228
225
A.g.e, s. 228-230.
A.g.e, s. 232-233.
227
A.g.e, s. 231-232.
228
A.g.e, s. 233-235.
226
60
Selçuklu ordusu konusunda Peacock, askerî faaliyetlerin halka etkilerini de ele
alır. Askerliğin askerlerin görevi olduğunu ifade eden Peacock, Ģehir halkının asker
akınları ile baĢetmekten ziyade genellikle kaçmayı tercih ettiklerini belirtir. Bu
minvalde Musul ve Bağdat‟ta Selçuklu hakimiyeti tesis edildiği zamanlarda her iki
Ģehrin neredeyse tamamen terk edilmiĢ olduğunu misal verir. Herhangi bir saldırı
anında Ģehir halkının yaĢadıkları yerleri terk etmelerinin arkasında temel sebebin ise
yağma geleneği olduğunu zikreder. Zira yağma sultanın askerlerine bahĢetmek zorunda
olduğu bir uygulamaydı. Aksi bir durumda askerin Ģikayet seslerini yükselttiklerine dair
misaller verir. Devamında da Ģu tespitlerde bulunur:
“Ama bütün tebaaları pasif kurbanlar değillerdi ve aslında çok sayıda Ģehrin ele geçirilmesi barıĢ
içindeydi. Anadolu‟da Ģehirler sıklıkla çok mücadele olmadan basitçe Türklerin ellerine geçivermiĢ
görünür, askeri yardım karĢılığında ödeme olarak lordları tarafından teslim edildiler. BaĢka yerlerde
Bağdat ve NiĢabur gibi çok istenen yerler mücadele edilmeden düĢtü. Aslında Ġsfahan‟ın uzun süreli
kuĢatması muhtemelen istisna idi. Böylece Selçukluların devralıĢının çoğu Ģiddet olmaksızın baĢarıldı ve
Ebîverd, Merv ve hatta NiĢabur‟un kendisi gibi çok sayıda Ģehrin Selçuklulara teslimi herhangi bir
Gazneli devletinin yokluğunda önde gelen Ģehirliler ile doğrudan müzakere edildi.”
229
ġehirlerin el değiĢtirmesinde uygulanan Ģiddetin tek taraflı olmadığını, Ģehir
halkının da kendi aralarında hızlıca teĢkilatlanarak Selçuklulara karĢı direnç
gösterebildiklerini, bu manada Herat halkının yaptıklarının iyi bir misal teĢkil ettiğini
ifade eder. Hatta Ģehir halkının Ģehir idarecilerinin sulh ile Ģehirleri teslim etmek
taleplerine rağmen mücadeleyi devam ettirebildiklerini kaydeder. Peacock, Ģehir
halkının kuĢatmalara dair tepkileriyle ilgili Ģöyle devam eder:
“Böylece sivil toplum aktif olarak savaĢtı ve direndi ve Selçuklu yönetiminden yüz yıl sonra bile
Ģehirler kendi kaderlerine karar vermeye devam etti. Horasan‟daki imparatorluk düĢünce, bireysel Ģehirler
kendilerini HarezmĢahlar, Ğuzlar ve muhtelif Ģekilde onları fethetmek isteyen bölgesel lortlara karĢı
kendilerini savundular.”
Peacock,
230
Ģehirlerin
Selçuklu
ordularına
direnebilmelerinin
arkasında
bunlarınsahip oldukları yardımcı askeri kuvvetlerin de etkili olduğu kanaatindedir.
AraĢtırmacı bu minvalde özellikle ayyârlar üzerinde durur ve Ģunları kaydeder:
“Ayrıca Ģehir milisleri ve yardımcı askeri kuvvetler de vardı. Mesela Bağdat‟ta bir milise,
Peygamber soyundan bir temsilci olan HâĢimî nakib tarafından öncülük edildi. Ama oldukça sıklıkla
kaynaklarda karĢılaĢtığımız kuvvetler ahdas ve ayyâr (ahdas Suriye‟de; ayyâr terimi ise Irak, Cibal ve
Horasan‟da çoğunlukta oldu ama fonksiyonları aynı gibi görünür) olarak bilinir. Bazı ilim adamları
229
230
A.g.e, s. 235-236.
A.g.e, s. 236.
61
tarafından ayyâr/ahdas “otoriteye karĢı popüler bir mücadeleyi” temsil eder görünmüĢtür ama XI. yüzyıla
kadar sufi kahramanlık ideallerini benimsediler, bu bağlamda bunlar Kabusnâme‟de övülürler. Böylece
bu değerlersaray kültürünü kapsadı ve çok sayıda ayyâr aristokrasi kökenliydi ama ayrıca haraçla
ilgilenenyardımcı asker grupları olarak kaldılar, sıklıkla halk tarafından korkuldular. Ayyâr liderler,
Selçuklular tarafından bazen resmi olarak konumlarında onaylandılar ve bazen Bağdat ayyârları, Ģıhne
gibi Selçuklu otoriteleri ileiĢ birliği içinde çalıĢtı.”
231
Selçuklu askerî tarihi ile ilgili kaleler ve Ģehir surları da Peacock tarafından ayrı
bir baĢlık altında ele alınmıĢtır. Selçuklu hakimiyetiyle birlikte Suriye bölgesinde yoğun
bir kale inĢa sürecinin baĢlatıldığını ve arkeolojik verilerin de bunu desteklediğini
belirtir. Buna mukabil zikredilen bölgedeki kale ve Ģehir surlarının tamamının veya
büyük bir kısmını Selçuklularla irtibatlandırmanın da doğru olmayacağı kanaatindedir.
Bu minvalde de Ģunları kaydeder:
“TutuĢ‟un ġam‟da bir hisar inĢa ettiğini yazınsal kanıtın belirttiği doğrudur ama askerileĢme
sürecini örneklendirmek içinalınan Halep, Meyyafarikin ve Harran hisarları her hangi bir Türk Kuzey
Suriye‟ye girmeden önce yapıldı –Halep örneğinde ise dizelerde övüldüğü X. yüzyıla kadar hisar
mevcuttu ve Ģehirdeki Selçukluların Arap selefleri Mirdasiler tarafından ana hükümet ikametgahına
çevrildi. Harran‟da Türkler görünmeden önce XI. yüzyıl baĢında bir hisar inĢa etme peĢinde ilk koĢanlar
bölgesel halkın kendisiydi. Mimari kanıt, Suriye‟deki müstahkemlerin mahiyeti ve büyüklüğündeki
baĢlıca değiĢiklikler Selçuklular altındayken değil XII. yüzyıl sonunundan XIII. yüzyıla kadar sürdü.
ġam, Halep ve diğer Ģehirlerdeki hisarların günümüze ulaĢan yapılarının büyük çoğunluğu o zaman
yapıldı.”
232
Selçuklu hakimiyetine giren bölgelerdeki Ģehir surları ve kalelerini ele alan
Peacock‟a göre Selçukluların bir kale inĢa etme programı yoktu.Peacock‟a göre
Selçuklular daimi üsler kurmak yerine acil durumlarda kullanmak üzere geçici üsler
kurmayı tercih ettiler. Ayrıca karargahlarını Ģehir merkezlerinden ziyade dıĢarıda
kurdular. Yazar, her ne kadar kale inĢa etmeye dair daimi ve kararlı bir Selçuklu
politikasından söz edilemeyeceğini ileri sürse de Selçukluların Ģehirleri tamamen
savunmasız bırakmadıklarını da kaydeder. Nitekim büyük kaleler gibi sağlam
istihkamlar yapmasalar bile Selçuklular da Ģehirleri hem dahili hem de harici saldırılara
karĢı korumak üzere müstahkemler inĢa ettiler.233
Peacock, aslında Selçuklu dönemi kalelerinin önemli bir kısmının günümüze
ulaĢtığını fakat bunların nasıl yapılar olduklarını ortaya çıkarmak için arkeolojik kazılar
231
A.g.e, s. 236-237. Ayyârların teĢkilatlanması ve bazı dinî yapılarla münasebetleri için bk. Abdülkadir
Özcan, “Ayyâr”, DĠA, IV, 296.
232
A.g.e, s. 240.
233
A.g.e, s. 240-241.
62
yapılması gerektiğini belirtir. Ayrıca Selçuklular devrinden günümüze kalan ve en fazla
araĢtırmaya konu olan kalelerin de Ġsmaili kaleleri olduğunu belirten Peacock, bu
hususta Ģunları yazar:
“Ġsmaili kaleler diğer müstahkemlerden iĢlev olarak farklılık gösterdi çünküayrıca kültürel
merkezler olarak hizmet verdiler. Alamut, kütüphanesi ile meĢhurdu ve Ġsmaili felsefi eserlerin üretim
merkeziydi. Söyleyebileceğimiz kadarıyla çoğu Selçuklu kalesi sadece müstahkem olarak iĢlev gördü…
Kültürel bir faaliyet yoktu ve böyle kaleler sadece sultanın kıymetlilerini emanet için kullanıldı. Yine
Ġsmaili durumuna zıt olarak büyük sultanlar ve Selçuklu sultanı için uzun süreli ikamet yerleri asla
234
değillerdi- Hasan-ı Sabbah yirmi yedi yıl Alamut‟tan ayrılmadı.”
Peacock, Selçuklu kalelerinin büyük bir kısmının hükümdarın kontrolü altında
bulunduğunu, buna mukabil bazı bölgelerde yerel güçlerin de kalelere sahip olduğunu
yazar. Yerel güçlerin elindeki kalelerdeki hakimiyetin Selçuklu hükümdarı tarafından
tanınmasının ise kuvvetle muhtemel olduğunu belirtir.235
Büyük Selçuklular ve Ġktisadi Hayat
Peacock, The Great Seljuk Empire adlı eserinde Büyük Selçuklular‟ın iktisadi
hayata etkilerini de müstakil bir bölümde ele alır. Önce iktisadi değiĢimle ilgili olumlu
ve olumsuz teorileri değerlendirir, daha sonra ise Türkmenlerin tarım ve ekonomik
hayata etkilerini; Selçuklular zamanında ticari hayatı; Selçuklu Ģehirciliğini ve
Ģehirlerdeki sosyal düzenlemeleri inceler. “Benim niyetim, imparatorluktaki sosyal ve
ekonomik yaĢamı anlamaya katkı sağlayacak üç temel soru ile alakadar olarak mevcut
kanıtın bir sentezine dayanan bazıön hazırlık niteliğinde sonuçlar temin etmek: Tarım
ve ekonomide Türkmen etkisi; ticaretin rolü ve bu dönemdeki Ģehircilik.”236
Selçuklu Hakimiyeti ve Ġktisadi DeğiĢim
Selçukluların hakim oldukları bölgelerin iktisadi hayatına nasıl tesir ettiklerine
dair tarihçiler farklı görüĢler serdetmiĢlerdir. Bu minvalde birkısmı Selçuklu
hakimiyetinin birçok bölgede iktisadi bir buhranın olduğu dönemde baĢladığını veya bu
buhranı baĢlattığınıileri sürerken, birkısmı ise XI. ve XII. yüzyılda bu bölgelerde
ekonomik bir canlanmanın olduğunu ileri sürerler. Peacock ise bu hususta Ģunları
kaydeder:
234
A.g.e, s. 243.
A.g.e, s. 243-244.
236
A.g.e, s. 291.
235
63
“Tuğrul‟a atfedilen bir alıntının dediği gibi Selçuklu etkisi ciddi ölçüde değiĢiklik
gösterentoprakları iĢgal etmelerinden daha önce var olan Ģartlara göre anlaĢılabilir. Bazı kanıtlar özellikle
Maveraünnehir ve Ġran platosu için IX. ve X. yüzyılda Ģehircilikteki heybetli geniĢlemeyi ve yeni
müreffeh Ģehirde yaĢayan Müslüman burjuva toplumunun ortaya çıkıĢını iĢaret eder. Yine de uzun süreli
temayüller gittikçe artan Ģehir ekonomisi sağlasa da Selçuklu istilalarına kadar Horasan‟daki baĢlıca
Ģehirler kuraklık, kıtlık ve yüksek vergiye katlanıyordu. Halbuki batıdaki hikaye çok farklıydı. Bağdat
büyümeye devam etse de, çevredeki kırsal kesimden bu kanıt, ilkçağın sonlarından beri süre geldiği
üzereIrak‟ın ekonomisi ve demografik yapısındaki düĢüĢün devam ettiğini ileri sürer, zirai mülkleri
askeriyenin ellerine bırakan Büveyhiler tarafından oldukça sevilen ikta uygulaması ile bu düĢüĢ
artırılmıĢtı. Kuzistan da Selçukluların varıĢından önce bile kesin bir ekonomik düĢüĢ içindeydi. Göçebe
hanedanlar tarafından X. yüzyıl boyunca hakim olunan Cezire veKuzey Suriye Ģehir hayatında bir düĢüĢe
katlanmıĢ gibi görünür.”
Peacock,
237
iklim
değiĢiklikleri
üzerine
odaklanan
bazı
araĢtırmacıların
yazdıklarından hareketle Ortadoğu ve Orta Asya‟da Selçukluların hakim olmadan
hemen önce havaların çok Ģiddetli bir Ģekilde soğuduğunu ve bu soğuma yüzünden
Horasan gibi bazı bölgelerde tarımsal üretimde büyük bir düĢüĢün yaĢandığını
kaydeder. Hatta Richard Bulliet‟in çalıĢmalarında Selçuklu göçlerinin arkasında bu
iklim değiĢikliklerinin olduğunun iddia edildiğini; bunun yanında Bulliet‟in Selçuklu
yayılmasının bu iktisadi gerilemeyi hızlandırdığı, çünkü göçebelerin tarım alanlarına
zarar verdiği ve özellikle pamuk üretimini gerilettiğini nakleder. Buna mukabil
Peacock, Bulliet‟in tezlerinde açık noktaların da bulunduğunu ileri sürer ve Ģunları ifade
eder: “Bu dönemdeki aceleci iklimsel soğuma fikri, hem Selçuklu istilaları hem de daha
geniĢ ekonomik düĢüĢ ile alakalıdır; ayrıca büyük ölçüde Levant‟taki kanıttan
faydalanan Ronnie Ellenblum tarafından desteklenmiĢtir.”238
Peacock, devamında iklim değiĢiklikleri ile Selçuklu devri tarihçilerinin birçok
geliĢme kaydettiklerini fakat aslında bu değiĢikliklerin daha IX. yüzyıldan itibaren
süreklilik arzetmeye baĢladığını ve Selçukluların da bu değiĢimin içinde kendilerini
bulduklarını yazar. Bu minvalde Bağdat‟ta Ģiddetli kıĢlara dair IX. yüzyıldan itibaren
kaynakların bilgi verdikleri üzerinde durur.
Peacock, Ellenblum ve Bulliet tarafından Selçuklu hakimiyeti ile birlikte iktisadi
hayatta meydana geldiği ileri sürülen çökmenin bazı alanlar mevzu bahis olduğu zaman
tersine veriler sağladığını kaydeder. Daha sonra ise Ģunları yazar:
237
238
A.g.e, s. 286-287.
A.g.e, s. 288.
64
“Ellenblum ve Bulliet tarafından kanıt gösterilen yıkılıĢ için diğeriddialar datartıĢmalıdır. Erken
dönem Ġslami Ġran‟da tekstil endüstrisinin çöktüğü kesin değildir. Ġranlı âlimlerin göçleri, Bulliet
tarafından XII. yüzyıl sonlarına tarihlendirilir, Selçukluların ve Ģiddetli soğukların geliĢine değil…
Aslında beyin göçü tek yönlü bir yol değildi ve Mısır‟dan yetenekli zanaatkarın XII. yüzyıl sonlarında
Ġran‟a göç ettikleri, yeni teknikleri yanlarında getirdikleri ileri sürülür. Net olan Ģu ki XII. yüzyıl sonu ve
XIII. yüzyıl baĢının artistik üretimi yalnızca saray himayesi altında baĢlamadı; amatoplumun daha geniĢ
bölümlerine yöneltildi. Özellikle iĢlenmiĢ parlak seramikler olmak üzere sanat talebi, politik çalkantılara
rağmen Ġran ve Irak‟tageniĢ çaplı bir refah ortaya koydu.”
239
Selçukluların iktisadi hareketliliklere etkisine dair son olarak Ģunları yazar:
“Daha fazla araĢtırma gerektiren bu tartıĢmaları çözmek bu bölümün kapsamının ötesindedir.
ArĢiv kayıtlarının yokluğu içinde uzun süreli ekonomik temayüller için asıl kaynağımız, Selçuklu
Ġmparatorluğu topraklarınınçoğunda baĢlangıç seviyesinde kalır gerçi ekonomi tarihi için diğer bir ana
kaynak olan Selçuklu nümizmatiğe dair ciddi bir çalıĢma daha baĢlamadı.”
240
Büyük Selçuklular Devrinde Türkmenlerin Tarıma ve Ekonomik Hayata
Etkileri
Türkmenlerin iktisadi hayata etkileri bahsi Peacock‟un müstakil bir baĢlık
altında ele aldığı bir diğer meseledir. Bu minvalde önceki tezleri nakleden Peacock,
“Selçuklu
döneminde
ekonomi
ve
özellikle
tarımın
düĢüĢüne
dair
tezi
savunanlarparmakla Türkmenleri gösterir” yönündeki tezlerin temel olarak Andrew
Watson ve Bulliet‟in çalıĢmalarına dayandığını ileri sürer. Yazar, öncelikle Bulliet‟in
Türkmenlerin geliĢiyle birlikte sulama tarımın zarar gördüğü tezini ele alır. Bu manada
Ģunları kaydeder: “Ama düĢüĢüntek oluĢumu, bunun sebebini Türkmenlere atfetmemize
bize müsaade etmez. Aslında Arran hariç bu bölgelerin hiçbirinde Türkmenler
yerleĢmedi. Aslında Lambton yıkıcı bir güç olmaktan çok uzak Türkmenlerin aslında
ekonomiye pozitif katkı sağladığını” ileri sürer. “Göçebe bir toplum ve zenginlik
arasındaillaki bir tezat” olması gerekmediğini; bilakis “göçebelerin bazen kısmen kendi
ihtiyaçlarını karĢıladıklarını” veya “kâr için gerçekten tarımı teĢvik ettiklerini” ileri
sürer. Bu tezlerini desteklemek üzere bazı misaller verir ve birkısım ana kaynaktan
alıntılar yapar.241
239
A.g.e, s. 289.
A.g.e, s. 290-291.
241
A.g.e, s. 293-296. Ayrıca bk. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 181-189.
240
65
Türkmenlerin yerleĢik unsurlarla canlı bir ticaret ağının olduğunu ileri süren242
Peacock, buna dair Ģu açıklamalarda bulunur:
“Türkmenler böyleceyerleĢik nüfus ile ortak bir bağımlılık iliĢkisine sahipti, onlara kendi hayvan
ürünlerini sattılar ve onlardan tahıl satın aldılar. Bu iliĢki açık bir Ģekilde memnuniyetten uzak olsa da,
kanıt göçebelerin pozitif ekonomik güç olduklarına dair Lambton‟un görüĢünü çoğunlukladoğrular.
Merkez Asya, Cürcan ve Kuzey Suriye gibi Türkmenler tarafından oldukça nüfuslu bölgeler, kentsel
geniĢleme ve ekonomik geliĢmeye Ģahit oldu. Zengin otlakları yüzünden baĢlıca Türk yerleĢim yeri olan
Azerbaycan da geliĢmiĢ gibi görünür, gerçi baĢka yerler aynı derecede kentsel geliĢmeye Ģahit olmadı.
XII. yüzyıl ortasından itibaren Ğuz tarafından Horasan‟ın felaketi bilebelirleyici birdarbe olmadı. Mesela
el-Müeyyed Ay Aba yönetimi altındaki NiĢabur hızla 548/1153 yağmasından iyileĢti. Bu Ģehir elMüeyyed tarafından tahkim edilmiĢ ġadyah eski yerleĢim bölgesine taĢındı ve Yakut‟un bize dediğine
göre daha önce olduğundan daha zengindi çünkü doğuya bir koridordu ve kervanlar ona gelmekten
kaçamadı.”
243
Büyük Selçuklular ve Ticaret
Peacock, Büyük Selçuklu tarihi üzerine çalıĢanların birkısmının bu dönemde
ticari hayatın sekteye uğradığı ve bu yüzden bir gerileme dönemi yaĢandığı yönündeki
tezler ile buna karĢı geliĢtirilen tezleri de ele alır. Heidemann ve Bulliet‟in tespitlerinin
Selçukluların tarımsal hayata zarar vermesine mukabil ticari hayatı canlandırdıkları
yönünde olduğunu; dönemin kaynaklarında bu tezi destekleyecek veriler bulunduğunu
kaydeder. “Bizim kaynaklarımız nadiren tüccarları ele alır ama edinilecek yeterince
servet olduğu nettir” dedikten sonra kaynakların Selçuklular devrindeki ticari hayata ne
tür veriler sağladıklarına dair misaller verir.
Ticaret yollarının güzergahlarında bazı değiĢiklikler görülmekle birlikte
Selçuklular devrinde bu manada büyük bir değiĢimin yaĢanmadığını; yaĢanan değiĢimin
de Selçukluların geliĢinden ziyade artan kuraklıklardan kaynaklandığını kaydettikten
sonra Ģu tespitlerde bulunur:
“XII. ve XIII. yüzyılın artan kuraklığı bazı rotalarda değiĢimi zorlamıĢ gibi görünür çünkü
kuyular kurumuĢtu ama Selçuklu dönemindeki ve sonraki bu yapım faaliyeti ticaretin devam eden
ekonomik önemini açıklar. Önemli olsa da daha az bilinen ve kesin olarak bilemediğimiz haliyle
yıkılmadanXII. yüzyılın sonuna kadar hayatta kalan Volga‟daki Bulgar Türk Prensliği‟ne Harezm‟den
giden rotalar vardı. Bulgar niteliği taĢıyan Rusya‟dan kürklere özellikle Ġslâm dünyasında değer verildi ve
242
243
A.g.e, s. 296. Ayrıca bk. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 185-186.
A.g.e, s. 297.
66
porselen, taĢ boncuklar, baharat ve kılıçlar ile takas edildi; kılıçlar Ġran‟dandı: Zencan, Tebriz ve Ġsfahan
üretim merkezleri olarak bahsedilir.”
244
Selçuklu idarecilerinin ticari hayata dair nasıl bir politika takip ettikleri
meselesiyle ilgili olarak da Ģunları ileri sürer:
“Uzak mesafe ticaretindeki vergiler, ilk olarak Selçuklular ile ortaya çıkmıĢ görünür. Bunu
vergilendirmenin ötesinde, Selçuklu yöneticileri ticareti kasten ne ölçüde teĢvik ettiler? Deniz ticareti için
herhangi bir farklı politikaya sahip olduklarını ileri süren çok az kanıt vardır ama kara ticaretine dair daha
kesin bir kanıta sahibiz. Kervansarayların yapımı, teoride dindarane bir davranıĢ olarak Müslümanlara
fayda sağlamak demekti, ticaret için de devlet desteğini ortaya atıyordu ama bazılarının büyüklüğü ve
lüks mahiyeti, gezgin sultan için ikametgahlar olarak (veya hatta özellikle bu amaçla) iĢlev görmeleri
anlamına da geliyordu. Aslında XII. yüzyıl baĢında inĢa edilen Ribat-ı ġerif, Ğuz isyanından sonra
Sancar‟ın karısı Terken Hatun tarafından restore edildi. Bu, sultani prestij ve böyle binaların yakından
iliĢkisini ileri sürer. Bu geniĢ sultani kervansaraylar, Horasan‟da yaygınmıĢ gibi görünür ama kıyas
götürür yapılar Selçuklu mülklerinin geri kalanında bilinmez. Hanedanın üyeleri diğer dindarane projeleri
finanse ettiler; mesela Irak‟tan Mekke‟ye çöl rotasında hacılar için sığınaktılar ama bunlar çok daha
küçük ölçekliydi.”
245
Büyük Selçuklular ve ġehircilik
Büyük Selçuklu tarihinin bir diğer önemli meselesi de Ģehir hayatına ve
Ģehirlerin fiziki yapılarına nasıl etki ettikleridir. Bu yüzden Peacock da bu önemli
konuyu ayrı bir baĢlıkta ele alma ihtiyacı duymuĢtur. Peacock, öncelikle Selçuklu devri
Ģehirlerinin neredeyse tamamının bugün mevcut olmadığını, bu nedenle de arkeolojik
çalıĢmalara ihtiyaç duyulduğunu kaydederek konuyu ele almaya baĢlar. Günümüze
ulaĢan Ģehirlerin ise sonraki dönemlerde büyük değiĢiklikler yaĢadıklarını, “çok nadir
mimari eserin XI. ve XII. yüzyıldaki formunu muhafaza edebildiğini ifade der. Selçuklu
devri Ģehirlerine dair arkeolojik çalıĢmaların daha baĢlangıç seviyesinde olduğunu, bu
nedenle araĢtırmacının daha çok yazılı kaynakların verdiği parça bilgilerle meseleyi
çözmeye çalıĢması gerektiğini yazar. Daha sonra Selçuklu hakimiyetine girmiĢ belli
baĢlı Ģehirlerin nüfuslarına dair verileri ele alır ve bunların “tam sayı ne olursa olsun
ortalamadan dikkat çekecek derecede büyük” olduklarını ileri sürer.246
Selçuklu hakimiyetine giren Ģehirlerin geçirdiği değiĢimle ilgili olarak her Ģehrin
kendine has bir tarihinin olduğunu, kiminin Türkmen saldırıları, kimilerinin deprem,
yangın ve veba gibi doğal afetler, kimilerinin ise artan sıcaklar sebebiyle azalan su
244
A.g.e, s. 300.
A.g.e, s. 300-302.
246
A.g.e, s. 302.
245
67
kaynakları yüzünden küçüldüklerini ifade eder.247 Özellikle susuzluk problemini
ayrıntılı olarak ele alır ve buminvalde Ģunları kaydeder:
“ġehirler sıklıkla yetersiz su tedariki ve sulama sistemlerine dayanıyordu. NiĢabur, IX. ve X.
yüzyılda 65‟e yakın köyükapsayarak hızla büyüdü. Daha geniĢ tarım hinterlandı 2 bin kasaba içerdi ama
bu bile ihtiyaçlarını karĢılamak için yeterli değildi veyiyecekler yakındaki Serahs ve Kuçan‟dan ithal
edildi. Bölgedeki tarımın temeli yeraltı kanalları sayesindeki kehriz sistemi idi. Bu ayrıca geniĢ çapta
pamuk yetiĢtiriciliğini sağladı ve NiĢabur, tekstil endüstrisi yanısıra porselen ve ipekte meĢhur oldu.
KumaĢları Bağdat elit tabakası arasında revaçta idi ve önemli ihracat ticareti vardı. Kehriz/yeraltı sulama
sisteminin sürdürülmesindeki herhangi bir baĢarısızlık ihtimal dahilinde tamamen yıkıcı idi ve biz sıklıkla
bölgedeki kıtlığınyıkıcı etkisi hakkında okuruz. Hatta daha Ģiddetli sorunlar Merv‟i kuĢattı, büyük bir
vahada yer alıyor ve konuk sevmez bir çölle çevrilmiĢti. ġehrin hayatta kalması, hem Ģehre Murğab
Nehri‟nden su getirmek hem de çevredeki vahanın tarımına müsaade etmek için karmaĢıksulama
sistemine bağlıydı. X. yüzyılda Ortaçağ dönemine dair tek sahip olduğumuz bilgi, sulama iĢlerinin bakımı
10 bin adamın iĢ gücünü gerektirdiğidir. Ama Ģehir yine de Murğab setini yıktığında ani taĢkınlara ya da
aynı Ģekilde nehir ve sulama iĢleri baĢarısız olduğunda kuraklığa meyyaldi. Kumlar mütemadiyen
kanalları tıkamaya meyyaldi ama yine de sulama sistemi pamuk tarımına müsaade etmek için yeterince
güçlüydü –Merv güzel, neredeyse ipek gibi kaliteli pamuk ile meĢhurdu ve tekstil endüstrisi Ģehrin
zenginliği için önemliydi. Gerçekten Merv muhtemelen yaĢamak içinaçıkça nahoĢ bir yerdi. AĢırı sıcak
olan haĢin çölün kenarındaki riskli konumu, otoritenin en ufak sarsıntısında Ğuz saldırıları ihtimali, yazın
aĢırı sıcak ve kıĢın soğuk hariç su herkesin bildiği gibi tuzlu ve acı idi ve sıtma mütemadi bir tehlike idi.
Sancar‟ın sarayının sıklıkla bu yerden bunaldığı ve Buhara‟nın dahakabul edilebilir iklimine taĢınmak
248
için sultana yalvardığı söylenir.”
Bazı araĢtırmacıların iddialarının aksine Selçuklu hakimiyetinde Ģehirlerde bir
geliĢmenin meydana geldiğini kaydeden Peacock, bu hususta da Ģunları yazar:
“Bütün bu sıkıntılara rağmen, Selçuklu Ġmparatorluğu‟nun çok sayıdaki bölgesinin hızla
geliĢtiğine dair kanıt vardır. Muhtemelen ĢaĢırtıcı Ģekilde çok büyük sayılarda göçebelerin mevcut olduğu
yerlerde XI. ve XII. yüzyılda Ģehircilikteki en hareketli geliĢmeyi görürüz.Artık Ģimdi Kazakistan‟da olan
Sirderya‟nınorta alanlarındaki arkeolojik araĢtırmalar, XI. ve XII. yüzyılın birkaç yeni Ģehrin yapımına
Ģahitlik ettiğini gösterir. Bunlar, Türkistan Ģerinde Aziz Ahmed Yesevi‟nin muazzam parlaklığındaki ve
böylelikle büyük ölçüde Selçukluların Karahanlı tâbilerinin mülkleri kapsamı dahilinde olan Sirderya ve
Aras Nehirlerinin kavĢağındaki alana odaklandılar. Dahasımevcut Ģehirler geniĢledi. Hatta daha sarsıcı
olanı, Karahanlı mülklerinin bir kısmı olan Semirechie [Yedisu]‟de özellikle bunun kuzey doğusunda
Ģehirciliğin yayılması idi; IX. yüzyıldan X. yüzyıla kadar herhangi bir boyutta yaklaĢık on tane yerleĢim
yeri vardı; XI. yüzyıldan erken dönem XIII. yüzyıla kadaryaklaĢık 70 tane idi. Boyutları son derece
değiĢti:Ģehir olarak kategorize edilen bazı yerler bizim için kasabadan az daha fazlası gibi görünür,
247
248
A.g.e, s. 302-303.
A.g.e, s. 303-305.
68
nüfusları 1.500 civarındaydı; Ġsficab gibi diğerleri 40 bin nüfusu ile çok daha kayda değerdir, Horasan‟ın
daha büyük yerleĢim yerlerinden bazıları olarak aynı grup içine bunu koyar.”
249
Arkeolojik verilere de temas eden Peacock, bu araĢtırmalar sayesinde Rey ve
Cürcan Ģehirlerinde Selçuklu hakimiyetinde büyümenin kaydedildiğini; kitabî
kaynakların da benzeri Ģekilde Ġsfahan‟da da büyüme görüldüğünü belirtir. Buna
mukabil bu büyümenin siyasî bir iradenin planlı bir programının bir sonucu olup
olmadığına dair ise yeterli kanıt bulunmadığını; bunun için yeni verilerle birlikte
mukayeseli çalıĢmaların yapılması gerektiğini ifade eder.250
Selçukluların Ģehirlerdeki hayatı nasıl düzenledikleri meselesi de Peacock‟un
müstakil bir baĢlıkta ele aldığı konulardandır. Selçuklu Ģehirlerinin bazı karakteristik
özelliklerinin bulunduğunu ifade ederek konuyu değerlendirmeye baĢlayan yazar, bu
minvalde genellikle Ģehirlerin etrafının surlarla çevrili olduğunu kaydeder. Sur
bulunmasa bile ribatın Ģehrin ekonomik manada kalbini teĢkil ettiğini yazar.251
Peacock, Selçuklu devri ev mimarisine de temas eder. Bazı zenginlerin evlerine
dair bilgilerimiz varsa da sıradan insanların evlerinin nasıl olduğuna dair neredeyse
hiçbir Ģey bilinmediğini; porselen parçaları üzerindeki çizimlerden hareketle bazı
tahminlerde bulunulduğunu kaydeder. Bu porselenler üzerindeki resimlerin ne anlama
geldikleri ve nasıl yorumlanması gerektiğine dair de Ģunları yazar:
“En azından Ġran‟da tipik bir evin görünüĢü izlenimini veren XII. yüzyıla tarihlendirilen sırlı
porselen modelleri dikkate değer bir seridir. Bu objelerin iĢlevi oldukça net değildir -kuvvetle
muhtemelen Nevruz veya düğünler gibi hadiselerde tören hediyeleri olarak hizmet verdi- ama besbelli
muhtemelen orta sınıfların tipik evlerini tasvir eder. Genelde tek renkli sırlama olan porselenler oldukça
ucuzdu ve lüks bir malzeme olmaktan çok uzaktır. Tarif edilen evlerin hepsi tek katlıdır, genelde Ģekil
olarak dikdörtgendiler, üst tarafında etrafındaki bir çeĢit çit ile açık bir iç avluya dayanır. Ġnsan figürleri
de sıklıkla tasvir edilir, genelde sayı olarak 8 veya 10 olmak üzere iç bahçenin iç kenarlarında insan
figürleri de sıklıkla tasvir edilir. Ara sıra Ģarap kavonozları ve masalar gibi diğer objeler iç bahçede
resmedilir. Aslındabu figürlerin bazılarısarhoĢlar ve müzisyenler olarak tarif edilir, bu modellerin
oluĢturulduğu hadiselerde sefa sürülen festivallere dair bilgi verir...”
252
ġehirlerdeki sosyal yapıya dair de Ģunları ileri sürer: Selçuklu Ģehirleri sosyal
olarak katmanlı bir vaziyet arzetmekteydi. Elit sınıf, teoride bürokratlar, askeri ve dini
sınıflardan ayrı tutulmuĢlardır. Kullandıkları baĢlık farklı idi ve farklı sosyal sınıf
249
A.g.e, s. 305-306.
A.g.e, s. 307.
251
A.g.e, s. 308-309.
252
A.g.e, s. 309-310.
250
69
mensupları farklı yerlerde ikamet etmekteydi. Her ne kadar kaynaklar bu sınıfların
biribiriyle karıĢmasını olumsuz bir Ģey olarak tarif etse de, bu da bu sınıflar arasında
geçiĢlerin olduğunu göstermektedir. ġehirlerdeki aristokrasinin diğer sınıflardan
ayrılması bunların, kısmen de olsa buralardaki mezhep farklılıklarından kaynaklanan
çatıĢmalardan uzak durmalarına imkan vermiĢtir.
Selçuklu Ģehirlerinin zamanla bazı bölgelerde gerileme göstermesinin temel
sebebi olarak da farklı mezhep mensuplarının sebep oldukları fitne hadiselerini gösterir.
Zira Selçuklu Ģehirleri mezheplere göre bölünmekte ve mezhep mensupları arasındaki
çatıĢmalar çoğu yerde iç kargaĢaya dönüĢmekte, bu da Ģehirlerin harap olmasına sebep
olmaktaydı.253 Peacock, bu hususta Ģunu yazar:
“Yazınsal kaynaklara göre iklim değiĢikliği, Selçuklu kötü yönetimi veya fazla vergi, Ğuz
tahribatı veya hatta Harezmlilerin zalimliği değil Ġran‟daki Ģehirciliğini asıl sebebi fitne idi. Daha ziyade
bölgesel nüfus, korkunç fitne kaynaklı iç çatıĢma sürecinde kendi Ģehirlerine zarar vermiĢti.”
253
254
254
A.g.e, s. 310-312.
A.g.e, s. 312-313.
70
III. BÖLÜM
PEACOCK’UN TÜRKĠYE SELÇUKLULARI’NA DAĠR TESPĠTLERĠ
Kaynaklara Dair
Türkiye Selçukluları‟na dair bilgi veren kaynaklar genel bir bakıĢ açısıyla ilk
defa Fuat Köprülü tarafından ele alınmıĢtır.255 Köprülü, bu makalesinde kaynaklara dair
metodolojik bilgiler de vermiĢ ve bunlardan nasıl istifade edileceğini de misalleriyle
birlikte göstermiĢtir. Köprülü‟nün çalıĢmasından sonra özellikle arĢiv kaynaklarının
önemini temayüz ettirmesi ve önemli bir kısmını da neĢretmesi bağlamında Osman
Turan‟ın çalıĢması gelir256. Köprülü ve Turan‟ın çalıĢmaları yanında dönemin muhtelif
kaynaklarına dair önemli çalıĢmalar da kaleme alınmıĢtır.257 Ahmet AteĢ de bu
dönemde kaleme kalınan Farsça eserleri tanıtmıĢtır.258 Peacock da araĢtırmalarında
kaynaklara ayrı bir önem vermiĢ ve çalıĢmalarının birkısmını da Türkiye Selçuklu
tarihine dair bilgi veren muhtelif eserlerin incelemesine tahsis etmiĢtir. Bu manada ilk
olarak siyasetnâmeler üzerine kaleme aldığı çalıĢması259 üzerinde durmak istiyoruz.
Selçuklular döneminde kaleme alınmıĢ olan siyasetnameler/nasihatnamelerden
özellikle Nizamü‟l-mülk‟ün Siyasetnâmesi, Yusuf Has Hacib‟in Kutadgubilig‟i ve
Gazali‟nin Nasihatü‟l-mülük adlı eserleriyle ilgili önemli çalıĢmaların yapıldığını ve bu
sayede bu eserlerin bilinir hâle geldiğini; buna mukabil XIV. yüzyılda ortaya çıkmaya
255
256
257
258
259
M. Fuat Köprülü, Anadolu Selçukluları Tarihininin Yerli Kaynakları I, Ankara 1943.
Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, Metin, Tercüme ve AraĢtırmalar,
Ankara 1988.
Bu çalıĢmaların genel bir değerlendirilmesi için bk. Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, haz.
Ramazan ġeĢen, Ġstanbul 1998; Osman Gazi Özgüdenli, “Ortaçağ Tarihi AraĢtırmalarına GiriĢ”, Tarih
Metodu, EskiĢehir 2012 (2. Baskı), s. 79-93; a.g.y, “Ortaçağ Tarihinin Kaynakları”, Tarih Metodu, s.
101-124.
Ahmet AteĢ, “XII-XIV. Asırlarda Amadolu‟da Farsça Eserler”, TM, VII/VIII, s. 94-135.
“Advice for the Sultans of Rum: The „mirrors for princes‟ of early thirteenth-century Anatolia”,
Turkish Language, Literature and History, Travelers’ tales, sultans, and scholars since the eighth
century, ed. Bill Hickman-Gary Leiser, 2016, s. 276-307.
71
baĢlayan Anadolu Türkçesi‟yle kaleme alınmıĢ olan siyasetnamelerin yeterince üzerinde
durulmadığını, hatta bunların bazılarının hâlâ yazma olarak keĢfedilmeyi beklediğini
kaydeder. Kendisi bu makaleyi kaleme alma sebebini Ģöyle izah eder:
“Bu çalıĢmaların bazıları, erken dönem yayınlarda tesadüfen dikkat çekti ama diğerleri
neredeyse hiç bilinmiyor ayrıca daha önce birbiri ile bağlantılı olarak bilinmiyordu. Bu bölümün amacı
bu türe bir ön araĢtırma sunmak. Bölük pörçük bireysel çalıĢmalardan ziyade bir külliyat olarak Selçuklu
Anadolusu‟nun tavsiye literatürünü incelemek, Müslüman dünyasının bu dikkat çeken bölgesinin yazın
kültürünü daha iyi anlamamızı sağlar ayrıca oradaki saray yaĢamına ıĢık tutar…”
260
Makalenin devamında neden bu konunun ele alındığı Ģöyle izah edilir:
“Bu bölümde, 1243‟te Anadolu‟yu Moğolların fethinden önce olan dönemde oluĢturulan bu
çalıĢmaları incelemeye teĢebbüs edeceğim. Genel olarak bilindiği üzere, Moğol dönemi Selçuklu politik
ve entellüktüel kültürüne depremsel bir değiĢiklik getirdi ve daha sonraki çalıĢmalar bu bağlamda farklı
bir algılamayı hak ediyor. Böylece bu makalede, sultanlar Rukneddin SüleymanĢah, Ġzzeddin I. Keykavus
ve Gıyaseddin I. Keyhüsrev için yazılmıĢ XIII. yüzyılın baĢından itibarentavsiye literatürünün günümüze
ulaĢan 3 çalıĢmasını inceleyeceğiz: Bölümün ikinci kısmında günümüze ulaĢan dört çalıĢmaya bakacağız
(3 Farsça, 1 Arapça) Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad‟ın en müthiĢ salatanatına tarihlidir.
En nihayetinde sonuç olarak çalıĢmaların politik felsefesi, yazarların niyetleri ve onların kabullerine dair
kısa yorumlar sunacağım.”
261
Bu genel giriĢten sonra Peacock, Türkiye Selçukluları devrinde kaleme alınmıĢ
olan manzum ve mensur siyasetnâmeleri değerlendirmeye baĢlar. Bu minvalde de ilk
olarak 570-576/1174-1181 yılları arasında kaleme alındığı düĢünülen Mengücek
Hükümdarı Fahrüddin Behram ġah‟a atfedilen ve Nizamî tarafından kaleme alınan
Mahzen-i esrâr262 adlı manzum eseri; Malatyalı Muhammed bin Gazi‟nin Ravzatü’lukul, Beridü’s-saâde ile Ravendî‟nin Rahatü’s-sudûr adlı eserlerini ele alır. Bu
zikredilen eserlerin erken dönem XIII. yüzyılında görülmelerinin aslında Anadolu‟nun
Ġran etkisinde kaldığının da bir göstergesi olduğu kanaatindedir.263 Bu hususta Ģunları
kaydeder:
“Erken dönem XIII. yüzyıl Anadolusu‟nda nasihatnamelerin ortaya çıkıĢ geleneği, kültür ve
edebiyatta diğer geliĢmelere paraleldi. XII. yüzyılın çoğunda Anadolu, Arapça ve Farsça literatüre
dairpek az bir geleneğe sahipti ve Türkçe hiç yoktu. XII. yüzyılın sonlarına doğru manzara değiĢmeye
260
“Advice for the Sultans of Rum”, s. 276.
A.g.m., s. 277.
262
Eserin müellifi, muhtevası ve çevirisi için bk. Nizamî, Mahzen-i Esrar, çev. M. Nuri Gençosman,
Ġstanbul 2014. Ayrıca bk. Ahmet AteĢ, “XII-XIV. Asırlarda Amadolu‟da Farsça Eserler”, TM,
VII/VIII, s. 101-103.
263
“Advice for the Sultans of Rum”, s. 277.
261
72
baĢladı. Erzincan'daki Mengücekli sarayı, meĢhur Ġranlı Ģair Nizamî için ev sahipliği yaparken, doktor ve
bilim adamı HubeyĢ Tiflisî gibi daha az bilinen Ģahıslar, Konya'da Selçuklulardan himaye gördü. Rum
Selçukluları Anadolu'nun çoğunu kuĢatmak için geniĢledikçe Ġran ve Irak'taki Selçuklu Devleti‟nin geri
1194‟te
kalanları
III.
Tuğrul‟un
öldürülmesi
ile
yıkıldı.
Müslüman
dünyadaki
dahabüyük
geliĢmelerdenizole edilmiĢ bir hanedan olan Anadolu Selçukluları, Büyük Selçuklu sultanının halefleri
olmayı sadece iddia etmiyor aynı zamanda ikna edici bir Ģekilde meĢruiyet öne sürüyordu. Rum
Selçukluları‟nın, Ġran'ın politik kültürü ile kendilerini iliĢkilendirme gayretleri, Arapça lakaplar almaları
ile temellenir: Rükneddin SüleymanĢah gibi ayrıca efsanevi Ġran krallarının isimleri I. Gıyaseddin ile
baĢlayarak, Keyhüsrev, Keykubad ve Keykavus- hepsi de ġahname‟nin değerlerini hatırlatırlar. Anadolu
Selçuklu yöneticileri ya Mesud gibi yaygın Arap isimleri ya da Kılıçarslan gibi Türk isimleri kullanırken
XII. yüzyıldaki bu uygulamanın önceki bir örneği yoktur.” 264
Farsça‟nın etkisinin arttığına dair yukarıdaki değerlendirmeden sonra Malatyalı
Muhammed bin Gazi‟nin Ravzatü’l-ukul ve Beridü’s-saâde adlı eserlerinin265
muhtevalarını özetler. Bu eserlerin Gazi‟nin hayatından gerçek izler taĢıdığını ve
yazarın bu eserler vasıtasıyla siyasî mesajlar verdiğini ileri sürer.266 Peacock, daha sonra
Ravendî‟nin Rahatü’l-Sudûr adlı eserine dair kısa bir değerlendirmede bulunur. Gazi ve
Ravendî‟nin eserlerinden hareketle Türkiye Selçuklularına Ġran/Fars etkisine dair Ģu
değerlendirmeyi yapar:
“Bu erken dönem nasihatnamelerin amacı, Ġran Ġslami politik mirasa nasıl uyum sağlayacağını
Selçuklu sultanlarına tavsiye etmek değildi.Onların amacı yöneticilerin bu değerleri kabul ediĢini
uluslararası bir kitleye tanıtmaktı… Bu erken dönem XIII. yüzyıl çalıĢmaları adalet ve ideal hükümdar
davranıĢı ile göze çarpan alakalarının ötesinde amaçlara hizmet etti. Farklı bakıĢ açılarında, Malatî ve
Ravendî ikisi de Anadolu‟nun Selçuklu yöneticilerini Ġran‟ın Fars-Ġslam kültüründe asimile etmeye
çalıĢtı. Malatî‟de erken dönem Ġran hanedan uygulamaları örneğinin kaynağı yaparak bunu ortaya koydu;
Ravendî örneğinde Büyük Selçuklu‟nun mirasçıları olarak Anadolu Selçukluları‟nı resmederek açıkça
yapıldı. Aynı zamanda iki yazar da sultanın ihsanı peĢinde koĢmak için bireysel bir gündeme
sahipti…”
267
Peacock, Alaeddin Keykubad döneminde (1219-1237) kaleme alınan Arapça ve
Farsça siyasetnâmeleri de tanıtır. Bu minvalde bu dönemden günümüze dört
siyasetnâmenin ulaĢtığını, bunların Ahmed bin Saad el-Osman‟ın Arapça el-Letâifü’lAlâiyye’si, Yahya bin Said‟in Hadâyıku’s-Siyer’i, Necmeddin Razî‟nin Mirsâdü’lIbâd‟ı ve Davud bin BehramĢah‟ın Mazmurat-ı Ali Daud‟u olduğunu yazar. Daha sonra
264
“Advice for the Sultans of Rum”, s. 278.
Muhammed bin Gazi ve zikredilen eserleri hakkında yapılan çalıĢmalara dair bk. “Advice for the
Sultans of Rum”, s. 301, dipnot nr. 17.
266
A.g.m., s. 277.
267
A.g.m., s. 282-283.
265
73
ise bu eserlerin muhtevalarını özetler.268 Eserlerin özetlenmesinden sonra bu
siyasetnâme/nasihatnâmelere dair Ģu genel değerlendirmelerde bulunur:
“Yukarıda ele alalınan nasihatnameler form olarak ciddi farklılıklar gösterir ama geleneksel
olarak politik bir felsefeye sahiptirler. De Fouchecour‟ungözlemlediği üzere, baĢlıca etkiyi görünüĢe göre
Gazali‟nin Nasihatü’l-Mülûk adlı eseri yapmıĢtır, bunun sayesinde Arapça versiyon en geniĢ çaplı
okunannasihatnamelerden biri oldu. Aslında on bölüm formatı Gazali ile oluĢmuĢ görünür. Sufi kaygıları
olan Necmeddin Razî‟nin çalıĢmaları diğerlerinden yani daha seküler nasihatnamelerden bir ölçüde ayrı
dursa da, yöneticinin dünyadaki rolüne dair görünüĢü bu formata uyar.Bütün çalıĢmalarda yaygın olan Gazali‟nin de benimsediği- sultanın bütün insanların kendisine uyması gereken Allah‟ın vekili olduğu
fikridir vesultanın görevi dünyada ilahi kanunun kaidelerini ihyadır… Bu çalıĢmaların orijinalliği yazarın
bunları kendi Ģartları ve meĢguliyetlerini ele alrken uyarlayabilmekteki baĢarısında yatar, bu husustaki
ipuçları sıklıkla giriĢ bölümünde verilir ve çalıĢmaları bir ölçüde diğerlerinden farklı duran Razi için bile
bu geçerlidir.”
269
Peacock, tarihi kaynaklar bahsine Niğdeli Kadı Ahmed‟in el-Veledü’Ģ-ġefik adlı
eseriyle ilgili kaleme aldığı makalesinde bir kez daha temas eder.270 Fuat Köprülü‟nün
öncü çalıĢmasından sonra Türkiye Selçukluları tarihine dair kaynaklarla ilgili
çalıĢmaların fazla yapılmadığını kaydeden Peacock, bunun sebeplerini Ģöyle sıralar:
“Ġlk olarak, Osmanlı öncesi Müslüman Anadolusu‟na dair araĢtırma genel olarak çok sınırlıdır,
yapılacak geriye kalan çok fazla Ģey vardır. Ġkinci olarak bu çalıĢmaların çoğu artık mevcut değildir:
Köprülü tarafından listelenen hanedan tarihleri ve dokuz kronikten sadece beĢ tanesi günümüze ulaĢtı ve
bizim bilmediğimiz çok sayıdaki diğerinin kaybolduğundan emin olabiliriz. Üçüncü olarak yukarıda
belittiğimiz bu tarihi çalıĢmalar genelde ahlaki veya bir propoganda amacı ile yazıldı, sıklıkla modern
tarih araĢtırmalarına bilgi temin etmez.”
271
Peacock, Niğdeli Ahmed‟in eserine dair neden bir makale kaleme aldığını ve
neler hedeflediğini Ģöyle açıklar:
“Bu makale, Ortaçağ Farsça kaynakların en gözden kaçanlarından biri Niğdeli Ahmed‟in elVeledü’Ģefik‟ini inceleyerek bu ihmale değinir, bu eser Ġstanbul‟da Süleymaniye Kütüphanesi‟nde tek
nusha el yazması olarak muhafaza edilir ve faksimile baskı olarak bile basılmamıĢtır. el-Veledü’Ģ-Ģefik‟in
mevcudiyeti uzun süredir bilinse de, ihtiva ettiği tarihi veriye Türk ilim adamları tarafından arasıra
baĢvurulmuĢtur, neredeyse büsbütün çalıĢılmamıĢ olarak durur. Bir açıdan bunu inceleyen makale bırakın
daha önemli bir meseleyi kimin için yazıldığını bile ele almamıĢtır. Niğdeli Ahmed‟in bu
çalıĢmasıorijinal tarihi bilgi ihtiva eder ve özellikle yazarın vatanı Niğde‟ye atıfları Ortaçağ
Anadolusu‟nu çalıĢan herkes için değerlidir… [Bu çalıĢmanın amacı] bir gizemden çok daha fazlasıyla el268
A.g.m., s. 283-295.
A.g.m., s. 295-297.
270
“Ahmad of Niğde‟s al-Walad al-Shafiq and the Seljuk past”, Anatolian Studies, 54 (2004), s. 95-107.
271
A.g.m., s. 96.
269
74
Veledü’Ģ-Ģefik‟in ne çeĢit bir kitap olduğu, bunu kimin okumasının niyet edildiği ve Kadı Ahmed‟in bunu
yazarak neyi baĢarmaya çalıĢtığı sorusudur.”
272
Niğdeki Kadı Ahmed‟in XIV. yüzyılda yazdığı eseri bir tarih kitabı olmadığı
halde tarihi konuları ele aldığını, özellikle Anadolu‟nun Türkler tarafından fethi konusu
üzerinde durduğunu kaydeder. Peacock, Ahmed‟in niyetini Ģöyle izah eder:
“Kadı Ahmed‟in versiyonu tarihi olarak doğru olmayabilir amabu açıklamayı muhtemelen
gerçekte olandan daha fazla hoĢuna giden Anadolu‟nun Türk istilası için sunar. Böylece Bizans gücünün
yıkılıĢının ve Selçuklu Rum saltanatının kuruluĢunun, Selçuklu Devleti‟nin kontrolü ötesinde hareket
eden Türkmenlerin istilalarından sonuçlanmayıp, Rumların Müslüman dünyasını tehdit etmeye matuf
teĢebbüsleri ve kibirlerinden kaynaklandığını anlatır… Kadı Ahmed‟in niyeti tarihigerçekleri kaydetmek
değil Rum Selçukluları‟nın mevcudiyetini haklı çıkarmaktı.”
273
Peacock, Selçuknâmeler ile ilgili de müstakil bir makale yazmıĢtır. Makalede
temel mesele olarak Selçukluların hem kendi dönemlerinde hem de sonraki devletler ve
hanedanlar tarafından nasıl bir meĢruiyet kaynağı olarak görüldüğü sorusu üzerinde
durmuĢtur. Bunun için de özellikle Selçuknâme nüshalarını ele almıĢtır. Selçukluların
XIII. yüzyıldan itibaren en önemli meĢruiyet kaynağına dönüĢtüğünü ve bu etkinin,
zamanla azalmakla birlikte XVII. yüzyıla kadar izlerinin görüldüğünü; bu bağlamda
Osmanlı ve Karamanlı misallerinin dikkat çektiğini ileri sürer. Özellikle Osmanlılar da
Selçuklu kökenleriyle irtibat kurma çabalarının XVII. Yüzyılda bile görüldüğünü
belirtir. Bu meĢruiyet çabasının yalnızca devlet kurucusu olan hanedanlarda değil,
devlete isyan eden muhaliflerde de aranan bir durum olduğunu; ġeyh Bedreddin‟in bu
manada iyi bir misal teĢkil ettiğini; çünkü torunu tarafından menakıbnâmesi kaleme
alınan Bedreddin, bu eserde Selçuklu hanedanından gösterilmektedir. Peacock, Selçuklu
“modası”nın 19. Yüzyılda tekrar artıĢ göstermeye baĢladığını; Ahmed Cevdet PaĢa‟nın
Selçuklulara atıflar yaptığını, dahası Selçuklu tarihi eserlerinin bazılarının bu dönemde
restore edildiklerini yazar.274
Anadolu’nun TürkleĢmesi
Türkiye Selçukluları‟na dair Ģimdiye kadar müstakil bir kitap kaleme almamakla
birlikte Peacock‟un makalelerininin önemli bir kısmı bu dönemle ilgilidir. AraĢtırmacı,
Büyük Selçuklu tarihine dair yazdığı kitaplarından birinde “Türk Ġstilaları ve Etkileri:
272
A.g.m., s. 96, 101.
A.g.m., s. 101-102.
274
“Seljuq Legitimacy in Islamic History”, The Seljuqs, Poltics, Society and Culture, ed. Christian LangeSongül Mecit, Edinburgh 2011, s. 79-95.
273
75
Anadolu ve Ortadoğu (1029-1071)” baĢlıklı bir bölümde275 Türkiye Selçukluları‟nın
ortaya çıkmasını sağlayan siyasi ve askeri koĢulları ele alır.
Anadolu‟nun fethi meselesi Ortaçağ Türk tarihi ile uğraĢan araĢtırmacıların en
önde gelen konularından biridir. Anadolu‟ya yönelik akınların bir plan dairesinde mi
yoksa plansız mı oldukları, planlı ise bunun ilanihayetinde burayı bir vatan haline
getirmeye mi matuf olduğu; Türk akınlarının hangi saikler sayesinde Anadolu‟yu
Türkiye‟ye çevirdiği ve Bizans‟ın neden bu akınlar karĢısında direnemediği gibi sualler
hâlâ üzerinde durulan konulardan bazılarıdır.276 Peacock da Anadolu‟nun “Bizans‟tan
Selçuklulara” geçiĢinin “Ortadoğu tarihinin kuĢkusuz en çarpıcı olaylarından biri”
olduğu kanaatindedir. Yazar, Bizans‟ın önce Sasani sonra da Arap saldırılarına karĢı
direnmesine rağmen nasıl olup da 1071-1081 gibi on yıllık kısa bir zamanda Türk
akınları karĢısında Bizans‟ın aciz kalıp, Anadolu‟nun önemli bir kısmındaki
hakimiyetini kaybettiğinin cevaplandırılması gerektiği üzerinde durur. Bu sualle ilgili
daha bölümün ilk paragrafında Ģöyle bir ön yargıya varır: “Anadolu‟nun fethi ve iskânı
neredeyse tamamen Türkmen boyları tarafından gerçekleĢtirilmiĢ, Selçukluların yeni
gulam ordusu bu sürece çok az dahil olmuĢtur.”277 Ayrıca Anadolu‟nun kısa sürede
TürkleĢmesini daha çok Bizans nazarından izah eder ve Ģunları kaydeder:
“Bizans‟ın doğusunda askeri altyapının görece daha zayıf olduğu, ama daha da önemlisi,
bölgedeki altyapının tamamen farklı tehditlere karĢı planlandığı, bu nedenle de geniĢ bölgelerin
savunmasının zayıf kaldığı ortaya konulmaya çalıĢılacaktır. Her halükârda savunma sistemlerinin pek iĢe
yaramamasının nedeni, Selçukluların onlardan uzak durabilmesi değil, bölgeyi kalıcı biçimde ellerinde
tutmaya pek de meraklı olmamalarıydı. Asıl amaçları, kaleleri ve kentleri iĢgal etmekten çok, göçebe
yaĢamlarının sürdürebilmelerinde hayati önem taĢıyan ve Anadolu ile komĢusu Kafkasya‟da bol miktarda
bulunan otlakları ele geçirmekti… Bu verilere dayanarak, Ortadoğu‟da olduğu kadar Anadolu‟da da uzun
dönemli nüfus azalması ve ekonomik gerileme eğiliminin Türkmen eğemenliğinin kurulmasını
hızlandırdığı ileri sürülecektir.”
278
Buradan da anlaĢıldığı üzere Bizans‟ın savunma stratejisinin farklılığı ve Türk
akınları öncesinde Anadolu‟da yaĢanan nüfus azalması bu bölgenin TürkleĢmesini
sağlayan iki temel etmen olarak izah edilir. Buna mukabil Peacock‟un Anadolu‟nun
TürkleĢmesinde Türkmen muhaceratının kesafeti ve gelenlerin içinde bulundukları
275
276
277
278
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 151-189.
Anadolu‟nun TürkleĢmesi süreci ve tartıĢmalı hususlara dair bk. Osman Turan, Selçuklular
Zamanında Türkiye, Siyasi Tarih, Alp Arslan’dan Osman Gazi’ye (1071-1328), Ġstanbul 1999, s. 1-44.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 151.
A.g.e, s. 152-153. Benzeri tespitleri için bk. Islam and Christianity in Medieval Anatolia, ed. A.C.S.
Peacock-Bruno De Nicola-Sara Nur Yıldız, s. 1.
76
vatan bulma zorunluluklarının pek dikkate alınmadığı görülmektedir. Nitekim bu
konuyla ilgili Osman Turan, Bizans merkezli bakıĢ açısıyla Anadolu‟nun TürkleĢmesini
izah etmeye çalıĢanlara karĢı Ģöyle itiraz etmiĢtir:
“Selçuklu istilâsı ve Türkmen muhâceretinin azametini kavramamıĢ ve Malazgirt zaferinden dört
yıl sonra, hem de Ġznik gibi Biznas‟ın burnu ucunda, 1075 senesinde, Selçuk‟un torunu KutalmıĢ oğlu
SüleymanĢâh‟ın Türkiye Selçuklu devletini kurması ve hemen bütün Anadolu Türklerini siyasî bir teĢkilât
ile birleĢtirmesi de anlaĢılmamıĢ olduğundan bazı Avrupalı âlimler Bizanslıların, 1080 yılında,
Anadolu‟yu Türklerden kurtarabileceğine dair, gerçeğe aykırı bir tahmin veya kehânette bulunmuĢlar,
tabiatiyle, tarihî akıĢ ve realiteyi kavrayamaktan ileri gelen, bir hatâya kurban gitmiĢlerdir. Anadolu‟nun
Selçuklu ordularından ziyâde bir millet tarafından fetih ve iskân edilmiĢ bulunduğundan bu büyük nüfûs
kesâfeti ve diğer Türk kavimlerinin baskısı ile vukubulan büyük muhâceretin istikametini tersine
çevirmek, Anadolu‟ya elli yıllık mücâdeleler sonunda ıztırarî olarak gelen yurtsuz Türkmenler için arkada
bir daha yer ve yurt bulmak da imkânsız idi. Bu sebeple Türkler ya bu ülkede vatan kurup yaĢayacak veya
burada bu yeni vatanları için öleceklerdir.”
279
Peacock, yukarıda da ifade ettiğimiz üzere “Bizans‟ın Doğu Sınırları ve
Savunma” alt baĢlığında X. ve XI. yüzyılda Bizans‟ın Anadolu‟da nasıl bir savunma
stratejisi takip ettiğini ele alır. Evvelki tezleri özetler. Daha önce Bizans‟ın çöküĢünde
iktisadi, siyasi ve idari problemler üzerinde durulduğunu, buna mukabil baĢta Doğu
Anadolu olmak üzere Anadolu‟nun geri kalanında uyguladığı savunma stratejisi
üzerinde durulmadığını kaydeder. ġu tespitlerde bulunur: “Vaspurakan ve Ani Ermeni
krallıklarının dağılmasıyla, Bizans Ġmparatorluğu‟nu istilalardan koruyan önemli bir
tampon bölge ortadan kalkmıĢtır… Bizans‟ın doğudaki savunma sistemi, Türkmenlerin
kolaylıkla aĢabilecekleri geçirgen bir Maginot hattı olmaya mahkumdu.”280
Bizans‟ın Doğu Anadolu‟da Türk akınlarına açık bir alan bırakmasının
sebeplerinden birincisi olarak, onun için asıl tehlikenin Müslümanlar değil,
imparatorluk tahtında hak iddia edenleri destekleyen diğer Hristiyan devletler olarak
görülmesini; bu yüzden de sınırlarda farklı bir savunma sistemi tesis edilmesini; diğer
Hristiyan devletlerle mücadele etmek üzere hazırlık yapıldığından Selçuklu akınlarına
hazırlıksız yakalanmasını gösterir.281 Diğer Hristiyan devletlerle mücadelesinin farklı
boyutlarına temas etmediği görülür. Nitekim Osman Turan, Bizans‟ın XI. yüzyılın
baĢlarında Doğu Anadolu‟da bulunan Ermeni prensliklerini yıkıp, onları büyük bir
nüfus ile Orta Anadolu‟ya sürdüğünü ve bunlara Ortodoksluğu zorla kabul etmeleri
279
280
281
Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 41-42. Ayrıca bk. Selçuklular Tarihi, s. 106-110.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 155.
A.g.e, s. 156-157.
77
yönünde baskılar yaptığını, baskılar yüzünden de Ermenilerin Bizans‟tan soğuduklarını
ve bunların “Rum düĢmanlığının derinleĢtiğini”, bu düĢmanlığın da Türk akınlarını
kolaylaĢtırdığını yazar.282 Peacock‟un bu husus üzerinde durmadığı görülür.
Bizans savunma sisteminin açıklarına dair ikinci olarak da Ģunları kaydeder:
Bizans savunma sistemini oluĢturan kaleler aslında ne kadar tamir edilmiĢ olursa olsun
Türkmen akınlarını durdurmaya kifayet etmedi.283 Bunda Bizans savunma sisteminin
Suriye‟den gelebilecek tehlikelere göre tasarlanmasının da etkili olduğunu ileri sürer.284
Doğu Anadolu‟dan gelebilecek bir Türkmen tehlikesini karĢılayacak en önemli
savunma hattını Merkri Kalesi oluĢturmasına rağmen, bu kalenin Selçuklular bu
bölgeye gelmeden önce 1034-1041 yılları arasında büyük oranda yıkıldığını, bu yüzden
de bölgenin Türkmen akınlarına açık bırakıldığını yazar.285 Buna mukabil Peacock,
Bizans‟ın savunma konusunda ihmalkâr davrandığını da iddia etmenin pek mümkün
olmadığını savunur. Çünkü Ġran yönünden Anadolu topraklarına en büyük ve son
tehlikenin Sasaniler zamanında görüldü, Sasanilerin ortadan kaldırımasından sonra da
bu yönden büyük bir tehlikenin görülmedi, bunu dikkate alan Bizans da “buradan hayati
değil, ancak yerel tehditlerin gelebileceğini hesapladı” ve bu hesabı da devrin Ģartları
dikkate alındığında “fevkâlade akılcı bir yaklaĢımdı”. Fakat Peacock‟un da ifade ettiği
üzere “tamamen yanlıĢ çıktı.”286
Anadolu‟nun TürkleĢmesinde en önemli meselelerden biri de Selçukluların
buraya yönelik seferlerinin bir plan dairesinde icra edildiğidir. Bu suale Peacock da
önem vermekte ve meseleyi “Anadolu Seferlerinin Yapısı ve Hedefleri” baĢlığı altında
ele almaktadır.287 Bu bölümde özellikle Türkmenler ve otlak meselesi üzerinde durulur.
Zira Peacock‟a göre Anadolu‟ya yönelik akınların seyri daha çok otlakların ele
geçirilmesi ve buraların güvence altında tutulmasına yöneliktir. Yazar Ģunları kaydeder:
“Selçuklu saldırıları, çevre yerleĢimlerin tehdidi altında olmayan, güvence altına alabilecekleri
yaylak ve kıĢlaklar gözetilerek, dikkatle planlanıyordu… Selçukluların çorak ve kayalık Taron‟a (bugün
MuĢ ili) saldırmalarının nedeni, büyük olasılıkla kıĢlaklar ile yaylaklar arasındaki göç yollarını güvence
altına alabilmekti.”
288
282
Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 18. Ayrıca bk. Selçuklular Tarihi, s. 108.
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 157-161.
284
A.g.e, s. 161.
285
A.g.e, s. 162.
286
A.g.e, s. 162-163.
287
A.g.e, s. 169-176.
288
A.g.e, s. 171, 173.
283
78
Peacock, daha bölümün baĢında Anadolu‟ya yönelik Türk akınlarının temel
hedefinin buradaki otlaklara hakim olmaya matuf olduğunu ileri sürer. Bunu ispat
etmek adına da Anadolu‟daki akınlar ile Suriye, Irak ve Ġran‟a yönelik akınların
karĢılaĢtırılması gerektiğini kaydeder.289
Anadolu‟ya yönelik Türk akınlarının Selçuklu hükümdarları tarafından kontrol
edilip edilmediği ve bunların devletin bir planı dahilinde icra edilip edilmediği de
önemli bir tartıĢma konusudur. Peacock, buna dair Ģunları kaydeder: “Bu seferlerin
yalnızca adı bilinmeyen boy beyleri tarafından değil de, sultanlar da dahil olmak üzere
Selçuklu hanedanının önde gelenleri tarafından yapıldığı gerçeği, bizim erken dönem
Selçuklu devletinin iĢleyiĢ biçimini anlamamız açısındanbüyük önem taĢır.”290
Peacock‟un bu yazdıkları aslında Selçuklu tarihi araĢtırmalarında yeni tespitler
değildir. Nitekim Osman Turan da bunları daha önce ayrıntılı bir Ģekilde kaleme
almıĢtır.291 Ayrıca Peacock‟unaktardığımız son cümeleleri, daha önceki cümleleriyle de
tezat teĢkil etmektedir. Zira Peaock, daha evvel, Selçuklu merkezi ordusunun
Anadolu‟nun fethinde pek etkili olmadığını, haliyle Selçuklu merkezi idaresinin bir
programından ziyade Türkmenlerin otlak bulmak ve buraları da korumak adına
Anadolu‟ya geldiklerini yazmıĢtı.292
Peacock, Malazgirt Meydan Muharebesi‟nin de hükümdarın Türkmenlere otlak
bulma zaruretinin bir sonucu olarak meydana geldiğini ileri sürer. Aslında Anadolu
topraklarını Türk akınlarına açık hâle getiren hadisenin Malazgirt zaferi olmadığını,
zaten bu akınların daha önceden de görüldüğünü, Malazgirt‟in öneminin Bizans
otoritesini ortadan kaldırması olduğunu yazar ve bunun sonucu olarak da Türkmenlerin
Anadolu‟ya artık hiçbir engel tanımadan yerleĢebilmelerinin mümkün olduğunu söyler.
Ancak bu tespitleri de ilk defa Peacock ifade etmiĢ değildir. Nitekim daha evvel Osman
Turan baĢta olmak üzere Türkiye‟de birçok çalıĢmada bu durum izah edilmiĢtir.293
Türkmenlerin Anadolu‟ya gelmesinin iktisadi ve sosyal sonuçları da Peacock‟un
müstakil olarak ele aldığı konular arasındadır. Bu minvalde daha önceki iki farklı
289
A.g.e, s. 153.
A.g.e, s. 173.
291
Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 13-21. Ayrıca bk. Selçuklular Tarihi, s. 116-119,
123-124.
292
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 151.
293
Osman Turan, Selçuklular Tarihi, s. 1125-128, 132-144. Ayrıca bk. Selçuklular Zamanında Türkiye, s.
32-37.
290
79
görüĢü nakleden Peacock‟a göre Türkmenlerin Anadolu‟da hakim olması iddia
edildiğinin aksine iktisadi bir yıkıma sebep olmamıĢ; bilakis arkeolojik verilerin de
desteklediği üzere belirli bir iktisadi canlanmayı teĢvik etmiĢtir. Bazı araĢtırmacıların
iddialarının tam tersine olarak Ġran ve Irak‟da da Türkmenlerin büyük tahribata sebep
olmadıklarını ileri sürer.
Peacock, Türkmenlerin Ġran, Irak ve Anadolu‟da yayılmalarının zikredilen
bölgelerde bulunan diğer göçebe unsurlarla münasebetlerini nasıl etkilediği meselesi
üzerinde de durur. Bu manada özellikle göçebe Araplar ve Kürtlerle olan münasebetleri
ele alır. Meseleyle ilgili olarak Ģu değerlendirmede bulunur:
“Bu genel değerlendirmeden anlaĢılacağı üzere, Türkmenler, Ortadoğu‟daki Arap ve Kürt
göçebe grupları için hem tehdit oluĢturuyor, hem de fırsatlar sunuyordu. Tehdit toprak rekabetinden
kaynaklanıyordu; Kafkasya ve Azerbaycan‟daki Kürt gruplar için bu durum daha da vahimdi, çünkü
onların yayla türü otlak gereksinimleri çöldeki Bedevilerden çok Türkmenlerle benzeĢiyordu… Ama
Türkmenler aynı zamanda, çoğu akraba olan rakip gruplara, giriĢtikleri iktidar mücadelesinde dengeyi
lehlerine değiĢtirebilecek fırsatlar da sunabiliyordu”.294
Peacock, baĢka bir çalıĢmasında da Anadolu‟nun XIII. ve XIV. yüzyılda
yaĢadığı ĠslâmlaĢma/TürkleĢme sürecini aynı dönemde Altınordu‟nun benzeri süreçleri
yaĢamasıyla karĢılaĢtırır. AraĢtırmacı, Anadolu‟daki MüslümanlaĢmanın aslında Moğol
istilasına kadar birkaç Ģehirle sınırlı kaldığını, istiladan sonra ise ĠslamlaĢmanın hızla
arttığını ileri sürer. Altınordu ile Anadolu arasındaki ticari, siyasi ve askeri bağları
kısaca izah eder. Altınordu ile Anadolu arasındaki yakınlaĢmayı sağlayan “seyyah ilim
adamlarına” hassaten vurgu yapar. Altınordu hakimiyetinin Anadolu ile Harezm
arasındaki irtibatı artırdığını, böylece ilim adamlarının da daha sık bir Ģekilde bu iki
bölge arasında gidip gelebildiklerini, bu sayede bölgeler arasında ilmi bir ortak
birikimin oluĢtuğunu ileri sürer. Bu etkileĢim aynı zamanda Altınordu‟nun
ĠslâmlaĢmasında Anadolu‟nun da etkili bir rolünün olduğunun iĢaretlerini taĢır.295
Anadolu‟daki Moğol hakimiyeti aynı zamanda Türkçe‟nin etkisinin de artmasına
vesile olmuĢtur. Nitekim Moğollar, Farsça‟nın yanında Doğu Türkçesini de resmî
yazıĢmalarında
kullanıyorlardı.
Türkçe
üretilen
Ġslâmiyet
ile
ilgili
eserlerin
Altınordu‟nun MüslümanlaĢmasında etkili olduğunu savunan yazar, Ģunları belirtir:
294
295
Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 181.
“Islamisation in the Golden Horde and Anatolia. Some remarks on travelling scholars and texts”,
Revue des mondes musulmans et de la Mediterranee (=EMMM), 143, s. 151-164.
80
“Lehçelerin farklarına rağmen birçok açıdan Anadolu ve Altınorda toprakları, ilim adamları ve
metinlerin karĢılıklı değiĢimi ile ortak bir kültür alanı oluĢturdular. ĠslamlaĢma sürecinin konusu olarak
ilim, Altınorda devletine odaklansa da besbelli hikayenin tamamı bu değildir. Aynı zamanda inancın
temellerini nakletmek aracı olarak hizmet edecek yazı Türkçesinin geliĢimi ve elit tabakanın
din
değiĢtirmesi ile ĠslamlaĢarak Altınorda devleti ayrıca ĠslamlaĢmaya etkisi ile rol oynadı, Karadeniz
ötesine Anadolu‟ya yazılı metinler, dil ve ilim adamlarını ihraç etti.
Bu, Altınorda devletinin
yöneticilerinin kasıtlı bir politikası anlamına gelmiyor daha ziyade Doğu Türkçesi lehçesinin dayanıklı
prestiji, Harezm Hanefi ilim adamlarının Ģöhreti ve Anadolu ile yakın dil, ticari ve poitik bağların sonucu
idi. Diğer taraftan, Anadolulular, Anadolu‟dan modeller ve sufi efsaneleri getiren Abu Bakr Rûmî gibi
muhacirler ile Altınorda‟nın ĠslamlaĢmasında rol oynadı. Kuvvetle muhtemel bu Anadolu etkisi bilhassa
Kırım‟da barizdi ama Altınorda devletindeki Bedreddin Hasan al-Rūmī gibi Anadolu‟ya aralıklı atıflar,
çok daha yaygın olabileceğini ileri sürer. O zaman ĠslamlaĢma karmaĢık bir süreçti ve
aslında bazen
ileri sürüldüğünden daha yavaĢtı. Altınorda ve Müslüman yönetimindeki Anadolu gibi topluluklar hem
ĠslamlaĢma sürecinden geçebiliyor hem de komĢularına Ġslamı ihraç edip onları teĢvik edebiliyordu”. 296
Peacock, Bruno De Nicola ve Sara Nur Yıldız ile birlikte kaleme aldıkları bir
giriĢte Anadolu‟nun kesin bir Ģekilde Türkçe konuĢulan bir yere dönüĢmesinin ancak I.
Dünya SavaĢı ve onun hemen sonrasında mümkün olduğunu; buna mukabil Anadolu‟da
Ġslâmi hakimiyetin 12.-15. yüzyıllar arasında sağlandığını yazar.297
Anadolu’da Türkmen Meselesi
Büyük Selçuklu tarihinde olduğu üzere Türkiye Selçuklu tarihinin önemli
meselelerinden birini de Ģüphesiz göçebeler teĢkil eder. Konu müstakil bir çalıĢmaya da
konu olmuĢtur.298 Peacock da Türkiye Selçukluları‟nı ele aldığı çalıĢmalarının
birkısmında Türkmen/göçebe meselesini ele almıĢtır.
Peacock, göçebe/Türkmen meselesini, Türkiye tarihine etkilerini ilk önce
Kafkasya‟daki Türk fetihlerini ele aldığı makalesinde inceleme konusu edinmiĢtir.299
Peacock, konunun önemini Ģöyle belirtir:
“Selçuklu fetihleri sadece Ortadoğu değil Avrupa için de oldukça önemlidir. Bizans
Ġmparatorluğu'nu ölümcül Ģekilde güçsüzleĢtirdiler ve Selçuklular‟ın Kudüs'ü ele geçirmesi Birinci Haçlı
Seferi için önemli ilham kaynaklarından biriydiama bu istilalar ĢaĢılacak Ģekilde çalıĢılmamıĢ olarak kalır.
Hatta oldukça etkili sonuçları olan bu bölgedeki saldırılar bile çalıĢılmamıĢtır. Meselâ çoğunlukla
1960'larda yazılan Cahen‟in makalelerinden beri Anadolu'daki Türk fetihlerine dair Farsça ve Arapça
296
297
298
299
“Islamisation in the Golden Horde and Anatolia. Some remarks on travelling scholars and texts”, s.
151-164.
Islam and Christianity in Medieval Anatolia, s. 2.
M. Said Polat, Selçuklu Göçerlerinin Dünyası: Karacuk’tan Aziz George Kolu’na, Ġstanbul 2004.
Andrew C.S. Peacock, “Nomadic Society and the Seljuq Campaigns in Caucasia”, Irand and the
Caucasus, 9/2 (Leiden 2005), s. 205-230.
81
kaynaklardakimalzemeler üzerine çok az bir çalıĢma yapılmıĢtır. Aslında oldukça muasır ikincil
kaynaklar, çok az analiz ihtiva ederek muhtelif Selçuklu seferlerinin kronolojisini kurmayı özellikle
hedefleyen 1944'te yayınlanan Yınanç‟ın çalıĢmasına dayanır. Selçuklular üzerine araĢtırma, genelde
neden olduğundan ziyade ne olduğunu anlamaya teĢebbüs eder.”300
Peacock, Türkmenlerin Kafkaslar ve Anadolu‟ya yönelmelerinin sebebini
buraların göçebe yaĢam tarzına müsait olması olarak izah eder.301 Peacock, yukarıda
zikrettiğimiz makalesinde Türkmenlerin Kafkasya ve Doğu Anadolu‟ya yayılmalarını
inceledikten sonraTürkiye Selçukluları hakimiyeti altındaki göçebelere dair de iki
müstakil makalesi mevcuttur. Bu makalelerinden birinde302 saray ve göçebe hayatını
incelemiĢtir. Peacock, kendi düĢüncelerini izah etmeden evvel, konuyla ilgili daha önce
yazılanları özetlemektedir. X. ve XI. yüzyılda Anadolu‟da hem TürkleĢme hem de
ĠslamlaĢma yaĢandığını fakat her iki sürecin de hâlâ “pek anlaĢılamadığı”; X. ve XI.
yüzyılın aksine XII. yüzyılda ise ĢehirlileĢme ile birlikte Anadolu‟da bir “FarslılaĢma”
yaĢandığı, hatta “Anadolu‟nun ikinci Ġran‟a dönüĢtüğünü”; FarslılaĢmanın bir sonucu
olarak da Türkiye Selçuklu idaresi ile Türkmenler arasında “büyüyen bir kırılmanın”
meydana geldiğinin yazılageldiğini nakleder. Bu özetten sonra kendi görüĢünü ise Ģöyle
izah eder: “Bu makalede VII /XIII. yüzyılın baĢında hanedanın zirve noktasındayken
bile sultanların en azından Türkmen gruplarının bir kısmı ile yakın iliĢki kurduğunu ileri
sürüyorum”.
Peacock, Türkiye Selçuklu sultanları ile Türkmenler arasında yaĢam alanları
itibariyle büyük farklılaĢmanın olmadığını, Büyük Selçuklularında aynı konuyu ele
alırken kullandığı metot ve verirlerle izah etmeye çalıĢmıĢtır. Büyük Selçuklularında
olduğu gibi Türkiye Selçuklularında da sultanların seyyar bir hayat yaĢadıkları ve çoğu
zaman Türkmenlerle içiçe olduklarını ileri sürer. Bu konuda Ģunları kaydeder:
“Öncelikli olarak sultanların nerede yaĢadığını inceleyeceğim ve hem kırsal alanda hem Ģehirde
birden fazla ikametgah yerleri varken Konya'nın hanedanın mezarlık yeri olarak özel bir öneme sahip
olduğunu göstereceğim. Ama sultanların ve Türkmenlerin yaĢadığı alanlar arasında kesin bir ayrım
yoktur. Çünkü ikisi de aynı toprakları paylaĢtı. Mesela Akdeniz kıyısındaki Pamfilya gibi alanlar ve
Konya düzlüğünün kendisi göçebeler tarafından yoğun olarak nüfuslanmıĢtır ama ayrıca Ģehir surlarının
ötesinde kapsamlı Ģekilde sultanların inĢaat faaliyetlerine Ģahitlik etti. Aslında Ģehir müstahkemlerinin
arkasına sığınmaktan çok daha uzak olan Selçuklu sultanlarının Türkmen tebaalar ile sıklıkla iletiĢimde
bulunmalarını sağlayan seyyah yaĢam biçimini takip ettiklerini göstereceğim. Bu yaĢam ĢekliYunan taĢra
300
301
302
“Nomadic Society and the Seljuq Campaigns in Caucasia”, s. 205-206.
A.g.m., s. 208.
“Court and Nomadic life in Saljuq Anatolia”, Turko-Mongol Rulers, Cities and City Life, ed. David
Durand-Guédy, Leiden-Boston 2013, s. 191-222.
82
yöneticileri arasında tekrar tekrar uygulandı, etnik yapı ve kültüre bakmaksızın Anadolu yöneticilerinin
VII/XIII. yüzyıl sırasında güçlerinin arttığı görülen göçebe gruplar üzerinde etkilerini sağlaması ve
nüfuslarını kullanması için önemine dair bir kanıttır. Son olarak pratik politik düĢünceler bu yöneticilerin
seyyah yaĢam tarzına karar vermekte baskın bir faktör olsa da en azından Selçuklular arasında Türk ve
hatta göçebe kültürün sarayda önemli bir ayrıcalık taĢıdığına dair kanıtın olduğunu söylüyorum. Hanedan
ve Türkmenler arasındaki bağlantı tamamen kopmaktan çok uzaktı.”
303
Türkmenler ile Türkiye Selçuklu hükümdarlarının iddia edilenin aksine XII.
yüzyıldan itibaren uzaklaĢtıkları tezlerine itiraz eden Peacock, bunun için öncelikle
Selçuklu Ģehirleri ve saraylarını ele alır. AraĢtırmacıya göre her ne kadar Konya
merkezli bir Selçuklu idaresi resmedilse de, bunun tam olarak nasıl bir yapı olduğunun
kesin hatlarıyla tayin edilmesinin oldukça zor olduğunu ileri sürer. Peacock, bu iddiasını
Ģu Ģekilde delillendirir:
“Konya'nın ilk kısa süreli Selçuklu üssü Nikea‟nın (Ġznik) 1096‟daki Haçlılarına düĢüĢüne
mukabil bir süre baĢkent olarak Sultan I. Kılıçarslan (485/1092-500/1107) tarafından kabul edildiği
genellikle söylenilirama Nikea veya Konya'nın bugünlerde büyük ölçüde askeri üs olmaktan ziyade
insanın geleneksel olarak -yöneticinin baĢlıca ikametgahı ve yönetim merkezi olan- bir baĢkent ile
iliĢkilendirebileceği hangi görevleri yerine getirdiği net değildir. Nikea‟nın 1081-96‟daki kısa iĢgalinden
tek kalan Anadolu'ya ilk göç edenlere eĢlik eden yerleĢik hayata geçmiĢ Ġranlıların bir avuç mezar taĢı
iken, VI/XII. yüzyıl ortalarından öncesine ait Konya'daki Selçuklu inĢa faaliyetlerinin hiçbir kanıtı
hayatta kalmamıĢtır. Aslında bu döneme dair herhangi bir Selçuklu madeni parasının olmayıĢı göz
önünde bulundurulursa resmi idari yapı ve kurumlarının mevcut olduğundan Ģüphe duymalıyız. Elbette I.
Kılıçarslan, hiç bir müdafaa teĢebbüsünde bulunmadan 1097‟deki Haçlı ilerleyiĢine karĢı Konya'yı terk
etmekte hiçbir utanç duymadı. Bu durum, bir Selçuklu yöneticisi için Ģehrin vazgeçilmez çok Ģey ihtiva
etmediğini gösterdi. Bu hanedanın yaĢam tarzı hakkındadaha erken döneme dair sahip olduğumuz birkaç
kalıntı kırıntısı, Anadolu Selçukluları ve onların göçebe destekçileri arasında yakın bir iliĢkiye iĢaret
304
eder.”
Peacock, XIII. yüzyıla kadar Türkiye Selçuklu sultanlarının göçebe bir yaĢam
sürdüklerini, zira mütemadiyen seferlere katıldıklarını, Bizans ve Haçlı seferlerinin de
bu durumu zorunlu kıldığını ileri sürer. Buna mukabil XIII. yüzyılın saray yüzyılı
olduğunu, Anadolu‟nun muhtelif yerlerinde yüzyılın baĢından itibaren saraylar inĢa
edildiğini ve bunun bir sonucu olarak da saray teĢrifatının ortaya çıktığını kaydeder.
XIII. yüzyılın saray yüzyılı olmasına rağmen Peacock‟a göre bu durum Türkiye
Selçuklu sultanlarının Türkmenlerden tamamen uzaklaĢtıkları anlamına gelmez. Zira
yapılan arkeolojik kazılar sonucunda Konya gibi bir merkezin etrafındaki düzlüklerde
303
304
“Court and Nomadic life in Saljuq Anatolia”, s. 193-194.
A.g.m., s. 194-195.
83
dahi Türkmenlerin meskun bulunduklarının tespit edildiği görülmüĢtür. Selçuklu
saraylarının da bulunduğu Ģehirlerin etrafında Türkmenlerin varlığının tespit
edilmesinin ĢaĢırtıcı bir durum olmadığını, aksine Ģehir hayatı ile göçebe hayatın çoğu
zaman birbirinin mütemmim cüzü olduğu ve bunların birbirlerinin ihtiyaçlarını
kaĢrıladıklarını ileri süren Peacock, bu durumu Ģöyle izah eder:
“ġehirler ve çevredeki göçebeler ortak bağlılık iliĢkisine sahiptive bazen göçebe bir mevcudiyet
tarım için faydalı olabiliyordu. Sur‟lu William, daha Bizans yönetimi altındayken Antalya'nın yiyecek
için çevredeki göçebelere güvendiğini söyler. ġehirciliğe düĢman, yıkıcı bir güç olarak göçebe imajı,
nadiren ani bir parçalarının resmini sunanarkeolojik kanıt ile reddedilir…”
305
Peacock, Türkiye Selçuklu hükümdarlarının iddia edilenin aksine Türkmenlerin
kendi baĢlarına serbest bırakmadıkları, aksine onları yakından takip edip kendi
politikaları için zaman zaman kullandıkları kanaatindedir. Ayrıca Peacock‟a göre
aslında yerleĢik unsur ile göçebeler arasında da kesin hatlarıyla tayin edilebilecek
ayrımlar yoktu. Yazar, çoğu yerde yerleĢikler ile göçebelerin birlikte yaĢadıklarını Ģöyle
ifade eder:
“Sultanlar ve göçebeler aynı yerde birlikte yaĢadı; göçebe mevcudiyetin oldukça yoğun
olduğunu bildiğimiz iki bölge olan hem Pamfilya hem de Konya çevresinde Ģehir yakınındaki ve
kırsaldaki saraylar, huysuz eski destekçilerinin yağmalarından yeni Ģehir merkezlerinin surları arkasına
sığınan yerleĢik hayata geçmiĢ yüksek tabaka imajına Ģiddetle karĢı çıkar.”306
Büyük Selçuklu tarihinde Türkmenleri ele aldığı bölümlerde uyguladığı aynı
yöntemi Türkiye Selçuklularına da uygulayan Peacock, Türkiye Selçuklu sultanlarının
da büyük oranda seyyar saraylarda yaĢamayı tercih ettiklerini; bunun bir yönüyle
zorunluluk olduğunu belirtir:
“Sultanları böyle gezgin yaĢam tarzına sürükleyen zevk düĢkünlüğünden daha fazlasıydı ve taĢra
sarayları seferden önce ordunun toplandığı yerler olarak da kullanılmıĢ olabilir… Bunlar daha az
yumuĢak baĢlı göçebeler veya göçebe gücüyle sultanın engellemeye çalıĢtığı diğer tehlikeler olsa da
„düĢmanlara zarar verme‟ ayrıca Türkmenler ile iliĢkilerini güçlendirme fırsatını sunan politik sebepler ve
ayrıca zevkle sultanın gezgin yaĢam tarzı teĢvik edildi. Göçebelerin göçleri ile aynı yönde aynı zamanda
Kubadabad‟a sultanın ilkbahar ve sonbahar ziyaretlerinin tesadüfü, Türkmen baĢkanların davet edildiği
zengin ziyafetler ile sultanın gücünü, saray ve görkemli çadırların veya hatta bu ziyafetlerin verildiği
çadır Ģehirlerin muhteĢemliğini ve sultan ile onun göçebe tebaalarının ortak çıkarlarını onaylama fırsatı
305
306
A.g.m., s. 201.
A.g.m., s. 205.
84
sağlamıĢ olmalıdır. Tahta çıkma ritüelleri, Karahüyük-AltuntaĢ bölgelerinde savaĢ ilanı ve ziyafet verme
gibi bu göçebe topluluğu uzlaĢtırmak için daha büyük devlet etkinlikleri planlanabilirdi.”
307
Peacock, sultanların gezgin bir yaĢam tarzını tercih etmelerinin onların
“atalarının göçebe yaĢam tarzının devamından ziyade”, “Türkmenlerin büyüyen nüfus
ve böylece askeri ve politik gücüne bir cevap olarak görülmelidir”. Ayrıca sultanların
göçebe bir yaĢam sürmeleri “Anadolu topraklarını yönetmenin karmaĢasını da”
göstermektedir.308
Peacock, Türkiye Selçukluları‟nın uç bölgelerindeki Türkmen nüfusunu
incelediği baĢka bir makalesinde de göçerlerle merkez arasındaki münasebetleri ele
almıĢtır.309 Konuyu kendisinden önce ele alan araĢtırmacıların büyük oranda Paul
Wittek‟in etkisi altında kaldıklarını ve en son çalıĢmalardan Elizbeth Zachariadou‟nun
yazdığı bir ansiklopedi maddesinde de Wittek‟in etkisinin büyük olduğunu 310; bu
manada Bizans sınırlarındaki uç311 bölgelerindeki Türkmenlerin Ģehir merkezlerinden
ayrı ve sultanın kontrolü dıĢında bir hayat yaĢadıklarını ileri sürdüklerini; buna mukabil
kendisinin bunun aksini savunduğunu kaydeder. Dahası XIII. yüzyılın ikinci yarısından
itibaren Selçuklu ve Moğol ileri gelenlerinin Bizans sınırında Batı Anadolu‟da mülkler
edindiklerini ve zannedilenin aksine bu bölgelere entegrenin giderek artıĢ gösterdiğini
savunur.312
Peacock, Batı Anadolu sınır bölgesinin tarihine dair özellikle Bizans
kaynaklarının zengin bilgiler ihtiva ettiğini ve bunların da Bizantinistler tarafından
307
308
309
310
311
312
A.g.m., s. 208, 213.
A.g.m., s. 213-217.
“The Seljuk Sultanate of Rum and the Turkmen of the Byzantine frontier, 1206-1279”, Al-Masaq:
Journal of the Medieval Mediterranean, 26/3 (2014), s. 267-287.
Paul Wittek‟in uç bölgesiyle ilgili görüĢlerinin özetlendiği kısım için bk. “The Seljuk Sultanate of
Rum and the Turkmen of the Byzantine frontier, 1206-1279”, s. 270-271.
Peacock, “uç” terimini Batı Anadolu‟daki yapılanmayı tarif etmek için özellikle kullanmaktan
çekinmiĢtir. Kendi ifadesiyle bunun sebebi Ģudur: “Basitçe sebebi Ģudur, bu anlamı ile modern ilmi
kullanımı iyice yerleĢmiĢ olsa da bu terimin XIII. yüzyıl ifadesi olduğu net değildir. Aslında uc
sıklıkla bir yeri değil ama Türkmen halkını ifade eder. Ġran kaynaklarında sıklıkla karĢılaĢtığımız
vilayat-i uc terimi Türkler tarafından yerleĢilen bir yer değil sınır ilini kasteder. Öyle olsun ya da
olmasın Cahen‟in inandığı üzere, vilayat- uc Selçuklu Devleti‟nden özel bir statüye sahipti (kanıtın
belirsiz olduğu bir görüĢtür), böyle bir isimle topraklar Selçuklu Anadolusu‟nun kalbine Amasya ve
hatta Konya ve Antalya gibi bölgelere kadar kesinlikle uzanabilirdi, buralarda Selçuklu sultanlarının
sarayları vardı ve buralar hiçbir Ģekilde sınıra yakın değildi. Elbette, onların önemli Türkmen nüfusu
göz önünde bulundurulduğunda Selçuklu devletlerinin batı sınırları, uc olarak bazen atıf yapılıyor ama
böyle tarif edilen tek bölge bunlar değildi. Bu sebeple, sınır anlamında uc‟un kullanımından
kaçınırsak netlik adına daha iyi yapılmıĢ oluruz” (“The Seljuk Sultanate of Rum and the Turkmen of
the Byzantine frontier, 1206-1279”, s. 274.
“The Seljuk Sultanate of Rum and the Turkmen of the Byzantine frontier, 1206-1279”, s. 267.
85
büyük oranda ele alındıklarını kaydeder. Buna mukabil hem Türkiye Selçuklularını hem
de erken dönem Osmanlı tarihini ele alan çalıĢmalarda bu uç bölgesinin yeterince ele
alınmadığını ifade eder. Bu hususta Ģöyle yazar:
“Ama hem Abbasilerdeki Bizans sınırı hem de erken dönem Osmanlı zamanında Müslümanlar
açısından dikkat çeken ilgiye rağmen Selçuklu tarihi uzmanları buna pek az ilgi gösterdi.“Uç” olarak
nitelendirilerek, XIII. yüzyıla kadar sıklıkla yönetici Selçuklu hanedanından yabancılaĢmıĢ göçebe
Türkler olarak görülen Türkmenlerin hakim olduğu “bir çeĢit hiç kimsenin olmayan toprak” olarak
sıklıkla tarif edilir.”313
Peacock, Selçuklu tarihi araĢtırmalarında büyük oranda ihmal edilmiĢ olmasına
rağmen “uç” bölgesinin XI. yüzyıl sonu ve XII. yüzyıl boyunca mütemadi bir Türkmen
akınına uğradığını, bunun da bölge arazisinin göçerlerin hayat Ģartlarına uygun
olmasından kaynaklandığını; XII. yüzyıldan itibaren uçtaki önemli mevkilerin Selçuklu
hakimiyetine girdiğini kaydeder. Bununla beraber bugüne kadar Wittek ve daha sonra
da Elizbeth Zachariadou‟nun çalıĢmalarında bu sınırların “imparatorluk mezkezlerinin
kültürü olmayıp iki taraf için de ortak alan olan belirgin bir kültüre sahip olduklarını”,
hatta Keith Hopwood‟un uç bölgesinin “Bizans ve Türk kültürünün karıĢtığı” bir yer
olduğu tezinin güçlü bir Ģekilde ileri sürüldüğünü, bu kurgunun da aslında uç bölgesinin
“Konya‟nın geleneklerinden ve hatta endiĢelerinden bile uzak kanunsuz bir bölge”
olduğunu göstermek için kullanıldığını yazar. Peacock, Wittek‟ten bu yana tarif edilen
uç bölgesinin muhtelif bir yapı arzettiğini destekleyek bir çok veri bulunduğunu, buna
mukabil bunun Türkiye Selçuklularından tamamen izole edilmiĢ bir bölge anlamı
taĢımadığını ileri sürer. Kendi ifadesiyle
“Bu ortak özelliklere rağmen, aslında Batı sınır bölgesinin Selçuklu Devleti‟nin ayrılmaz bir
parçasını oluĢturduğunu bu makale ele alacaktır, Moğol yönetiminin dayatması ile daha az değil daha
fazla ayrılmaz bir parça haline geldi. Merkez Anadolu‟ya yakın politik ve ekonomik bağlarına ilave
olarak bölge aktif olarak Ġslama, Konya sarayının sufi etkili kültürüne katıldı.”
314
Batı Anadolu uç bölgesinin Selçuklu merkezine bağlılığınıortaya koymak üzere
Wittek‟in de çokça müracaat ettiği Ġbn Said‟in eserini kullanır. Nitekim bu kaynakta
Türkmenlerin kendi baĢlarına buyruk olduklarına dair Wittek‟in alıntı yaptığı kısımlar
olduğu kadar, bunların Türkiye Selçuklularının ticaretinin etkili bir parçası olduklarına
dair de bilgiler verilmektedir. Ayrıca Türkmenlerin Bizans ile Türkiye Selçukluları
arasındaki resmî sınırlara ve bu sınırları belirleyen antlaĢmalara riayet ettiklerinin de Ġbn
313
314
“The Seljuk Sultanate of Rum and the Turkmen of the Byzantine frontier, 1206-1279”, s. 269.
A.g.m., s. 273.
86
Said tarafından anlatıldığını, bunun da Türkmenlerin Türkiye Selçuklularının kontrolü
altında bulunduklarının en önemli mesnetlerinden biri olduğunu kaydeder.315
Peacock, Türkmenlerin dünyasına ve bunların hem Bizans hem de Türkiye
Selçuklu merkezi idaresiyle münasebetlerini daha iyi ortaya koyabilmek için Ġznik
üzerinde hassaten durur. Nitekim bu bölgedeki hem tarım hem de ticari hayatın XIII.
yüzyılda da canlılık göstermesi Türkmen akınları yüzünden bölgenin fakirleĢtiği
tezlerini çürütmektedir. Ayrıca ilk döneme kadar atıflar taĢıyan Osmanlı vergi
kayıtlarının da bu canlılığına iĢaret ettiklerini belirtir. Bu bilgiler Türkmenlerin uç
bölgesinde yalnızca yağmacı olarak bulunmadıklarını, aksine bölgenin iktisadi hayatının
önemli bir parçası olduğunu ve iktisadi hayata canlılık kazandırdıklarını göstermektedir.
Peacock, bu canlılığı orta koymak için iki önemli veriden istifade eder: Kervansaraylar
ve dini yapılar.
“Selçuklu Devleti‟ne bu bölgenin nasıl entegre olduğunu göstermek için Selçuklu açısından
kanıtlar göstereceğim. Selçuklu tarihi için baĢlıca kaynağımızı oluĢturan Ġran kroniklerinde sınıra atıfların
kıtlığı göz önünde bulundurulursa, bölgenin durumuna dair en dikkat çeken kanıt, kervansaraylar ve dini
binalar Ģeklinde günümüze ulaĢan mimari kalıntılardır.”
316
Yazar, kervansarayların farklı fonksiyonlar ifa etmiĢ olsalar da ticari hayatın
canlılığına ve geniĢ bir iktisadi ağa da kaynaklık ettiklerini Ģöyle ifade eder:
“Seyyah kafileler için dinlenme yeri olarak kullanıldığı düĢünülen kervansaraylar, Selçuklu
Devleti ve Ġznik Ġmparatorluğu‟nun batı muhitlerini merkez Anadolu‟daki baĢlıca ekonomi merkezleri
olan Konya ve Kayseri‟ye ve Akdeniz‟deki Selçuklu ticaret merkezine bağlayan sınır ötesi ticareti ileri
sürer. Gerçi Ġznik sınırı tarafında çok az sayıda böyle bina vardır ve ticaretin kervansarayların
fonksiyonlarından biri olduğu ileri sürüldü. Selçuklu Devleti‟nin ve onları inĢa eden memurların gücünü
yansıttı ve sembolize etti ve devlet yönetimini kolaylaĢtırmak için çok sayıda amaca hizmet etti; bunlar
arasında posta ve istihbarat sisteminin bir parçası olarak seyyah memurlara ve hatta sultanlara konaklama
ve vergi toplama ve askeri manevraları destekleme de vardı. Tam amaçları her ne olursa olsun
kervansaraylar, sınır kısmında Selçuklu elitinin en kıdemli üyelerinin görevlerine kesinlikle Ģahittir.
”317
Peacock, 1261‟deki karıĢıklılardan sonra Batı Anadolu uç bölgesinin Selçuklu
yatırımından uzaklaĢtığı yönündeki iddiaların doğru olmadığını, tam tersine bölgenin
hem Selçuklu hem de Moğol elit tabakasının yoğun ilgisine mazhar olduğunu ileri sürer.
Bu ilginin ne anlama geldiğini ise Ģöyle izah eder: “Bu önde gelen kiĢilerin yatırımları,
sınırın bir derece refahın tadını çıkardığını ve elit tabakanın yatırımı yanısıra ticaret ağı
315
A.g.m., s. 274-275.
A.g.m., s. 278.
317
A.g.m., s. 278.
316
87
sayesinde Selçuklu Devletine ekonomik ve politik olarak entegre olduğunu ileri
sürer.”318
Aynı dönemde EskiĢehir‟deki Nureddin Caca ve Sivrihisar‟daki Eminüddin
Mikail vakıflarının mevcudiyeti de bu bölgelerin Türkiye Selçukluları‟na entegre
olduklarının bir iĢaretidir. Ayrıca uç bölgesindeki idarecilerin Mevlevilikle yakıniliĢki
içinde olması da bu unsurların merkezle yoğun bir münasebet içinde olduklarına delil
teĢkil etmektedir. Ahmed Eflakî‟nin verdiği bilgiler bu manada önemlidir.319
Uçta yaĢayan Türkmenlerle Türkiye Selçukluları tarafından yapılan antlaĢmalara
tâbi olmalarını sağlayan idari bir yapılanmanın mevcudiyetine dikkat çeken Peacock,
bunun nasıl olduğu üzerinde de durur. Bu manada uçtaki askeri yapıların büyük bir
kısmının günümüze ulaĢmamasının önemli bir kayıp olmakla birlikte Bizans kaynakları
ile FarĢça kaynakların bazı önemli veriler sunduklarını kaydeder. Ayrıca Ġbn Bibi‟nin de
Denizlili Muhammed Bey hakkında bilgi verirken uçtaki Türkmenlerin merkeze
bağlılıklarına dair de veriler kaydettiğini yazar.320
Peacock, 1279‟daki Cimri isyanının uç bölgesindeki Türkmenlerin merkezle
olan münasebetlerinde bir dönüm noktası ifade ettiğini, zira bu isyandan sonra Moğol
baskısının giderek arttığını ileri sürer.321
Türkiye Selçukluları ve Mevlevîlik
Peacock, Büyük Selçuklu tarihi araĢtırmalarında özellikle dikkat kesildiği gibi
Türkiye Selçukluları ile ilgili araĢtırmalarında da bu dönemdeki dinî yapı üzerinde
özellikle durmuĢtur. Mevlevîliğin Türkiye Selçuklu tarihindeki yeri ve etkisine dair de
müstakil bir makale kaleme almıĢtır.322 AraĢtırmacı bu çalıĢmasında iki ana kaynak
üzerinden Mevlevîliğin Selçuklu sarayındaki ve siyasetindeki etkilerini ele almıĢtır. Bu
kaynaklar, Celaleddin Rûmî‟nin mektupları ve oğlu Sultan Veled‟in Ģiirleridir.
Peacock‟a göre Mevlevîlik üzerine yapılan çalıĢmaların fazlalığına rağmen bu
tarikatın Selçuklu siyaseti üzerindeki etkilerine derinlemesine temas edilmemiĢtir.
Selçuklu tarihi üzerine yazdıkları “Ģaheserlerinde” Osman Turan ve Claude Cahen, bu
318
A.g.m.,s. 280.
A.g.m., s. 280-281.
320
A.g.m., s. 281-284.
321
A.g.m., s. 285.
322
“Moğol Anadolusu‟nda Sufîler ve Selçuklu Sarayı: Celâleddîn Rûmî ve Sultan Veled‟in Eserlerinde
Siyaset ve Hamilik”, Anadolu Selçukluları, Ortaçağ Ortadoğusu’nda Saray ve Toplum, ed. A.C.S.
Peacock-Sara Nur Yıldız, çev. A. Sait Aykut, Ġstanbul 2017, s. 162-177.
319
88
konuya birkaç cümleyle temas etmiĢlerdir. Bu yüzden konu müstakil çalıĢmaları
gerektirecek kadar bakir bir meseledir.323 Bu iki eserin özellikle tercih edilmesinin
sebebi, Peacock‟a göre, Ahmed Eflakî‟nin Menâkıbü’l-Ârifin‟ine göre bu meseleleri
daha gerçekçi bir zeminde sunmalarıdır.
Peacock,
Türkiye
Selçuklu
elitleri,
devlet
adamları
ile
sufilerin
münasebetlerininin oldukça karıĢık mahiyetine dikkat çekerek konuya giriĢi yapar.
Çünkü durum ne Eflakî‟nin resmettiği gibiydi ne de diğer kaynakların naklettiği gibiydi.
AraĢtırmacı, Selçuklu devlet ricali ile Mevlevîlerin münasebetlerini ortaya
koymak için öncelikle Celâleddin Rûmî‟nin mektuplarını ele alır. Çünkü, mektuplar,
diğer kaynaklara nazaran bu konuya dair daha güvenilir ve fazla malumatı ihtiva
etmektedir. Buna mukabil mektupların büyük bir kısmında tarih bulunmaması baĢlıca
bir problemdir. Ġçeriklerinden hareketle bu mektupların 1240‟ların sonlarından 1273
yılına kadar yazıldığını ileri sürmek mümkündür. Ayrıca muhatabın kim olduğuna dair
kesin bir isim verilmediği için mektupların kimlere yazıldıklarını tespit etmek de
sıkıntılıdır. Mektupların önemli bir kısmı Pervane‟ye gönderilmiĢtir. Bunun yanında
sultanlara gönderilmiĢ olanları da mevcuttur. Bunların yanında Fahreddin Ali Sâhib
Ata, Emînüddîn Mikail ve Sirâceddîn Urmevî de Rûmî‟nin mektup yazdığı önemli
devlet görevlileridir.
Peacock‟un tespitlerine göre özellikle Pervane‟ye yazılan mektupların büyük bir
kısmında Celâleddin-i Rûmî, müntesiplerinin durumlarının iyileĢtirilmesi için özel
taleplerde bulunmuĢtur. Bu durumda araĢtırmacı Ģu tespiti yapar: “Rûmî mektuplarında
kendisini defalarca Ģefaatçi olarak ifade etmiĢ (Ģâfi), bulunduğu pozisyonu kullanarak
yakınları ve takipçileri için dünyevî avantajlar sağlamaya çalıĢmıĢtır”324. Peacock,
Rûmî‟nin devlet ricali ile bu yöndeki irtibatına dair baĢka misaller de verir. Mevlânâ‟ya
mürit olmayı ise tamamen bir çıkar iliĢkisine bağlar ve Ģunları ileri sürer: “Bu
mektuplar, Rûmî ve halkasındakilerin korunma, para ve istihdam için elit siyasi
323
324
“Moğol Anadolusu‟nda Sufîler ve Selçuklu Sarayı: Celâleddîn Rûmî ve Sultan Veled‟in Eserlerinde
Siyaset ve Hamilik”, s. 164. Peacock‟un iddialarının aksine son yapılan çalıĢmalarda bu konu
üzerinde durulmaya baĢlanmıĢtır. Meselâ bk. Mustafa Topatan, Mevleviliğin TeĢekkül Dönemi,
Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ġstanbul 2013. Celâleddin Rûmî‟nin
mektuplarının da kullanılarak Hz. Mevlana‟nın Selçuklu devlet adamlarıyla münasebetlerini ele alan
bir çalıĢma için bk. Mehmet Ali Hacıgökmen, “Mevlâna Celaleddin-i Rumî‟nin Selçuklu Sultanları Ġle
ĠliĢkileri”, Türkiyat AraĢtırmaları Dergisi, 36 (2014) s. 115-135.
“Moğol Anadolusu‟nda Sufîler ve Selçuklu Sarayı: Celâleddîn Rûmî ve Sultan Veled‟in Eserlerinde
Siyaset ve Hamilik”, s. 168.
89
tabakaya dayandıklarını göstermektedir. Rûmî ile beraberlik, müritleri için, manevi
faydalar yanında açıkçası vergi muafiyeti ve sarayda uygun pozisyon gibi dünyevi
kazanımlar da sağlamaktadır.”325
Mektuplardan hareketle böylesine genel-geçer bir neticeye ulaĢmak, malzemenin
mahiyetine ve iĢlevine ters gibi durmaktadır. Nitekim mektupların büyük bir kısmının
yazılma amacı bu tür iĢlerin halledilmesi içindir ama bütün bir tarikat müntesibini bu
çerçevenin içine yerleĢtirmek için yeterli bir delil teĢkil etmez.326
Peacock, Mevlevîlik konusunda ciddi bir tartıĢma konusu olan Moğollarla
münasebetine de mektuplar üzerinden temas eder. Abdülbaki Gölpınarlı‟nın Rûmî‟ye
ait bazı Ģiirlerden hareketle yaptığı yorumları “sûfî insanın bu dünyanın iĢleriyle
ilgilenmediği” tarzındaki yorumlara yakın bulur ve Rûmî‟nin mektuplarından bunun
tam tersi bir durumun müĢahede edildiğini savunur. Zira mektuplarda ve diğer
eserlerinde Moğol zulmünden muzdarip olduğunu dile getiren Mevlânâ, buna karĢılık
yardım istemektedir. Peacock, Mevlânâ‟nın mektuplarından Mevlevîlerin diğer tarikat
müntesipleriyle ve bazı devlet ricaliyle zaman zaman anlaĢmazlık yaĢadıklarını da tespit
etmiĢtir.
AraĢtırmacı, Mevlânâ‟nın mektuplarından hareketle, “Rûmî‟nin bir himaye
sisteminin merkezî noktası olduğunu”, bu durumun baĢka tarikatlarda da görüldüğünü
ve Celâleddin-i Rûmî‟nin bu geleneğin içinde değerlendirilmesi gerektiği sonucuna
ulaĢmıĢtır. Buna mukabil Peacock‟un bu tespitlerinin, yukarıda da ifade ettiğimiz üzere,
mektupların nasıl anlaĢılması gerektiğiyle ilgili temel bir yanlıĢtan kaynaklandığı
325
326
A.g.m., s. 170.
Peacock‟un genel-geçer tezleri, yazarın makalesini konu alan bir tanıtım yazısında pervasız bir
mahiyete bürünür. Peacock‟un çalıĢmalarını “ her daim çalkantıya sebep olur” gibi bir önkabulle adeta
kutsayan tanıtım yazısının sahibi George Lane, Ģöyle yazar: “Peacock‟un bu koleksiyona katkısı tipik
olduğu üzere tartıĢmalıdır ama aynı zamanda sadece kesin olanı belirtiyor gibi görünür. Ticaretin
dünyevi dünyasından, nüfuz ticaretinden ve at satıcılığından uzak duran mübarek figürler olarak sufi
efendilerin alıĢıldık tasvirine meydan okur ve politik efendiler ve muasırları gibi aç gözlü, entrikacı,
kurnaz ve dünyalık olarak Celaleddin Rumî ve onun oğlu Sultan Veled gibi mevki sahibi kiĢilerin
somut kanıtını sunar. Sufi efendiler bağıĢçılarından para, güç, toprak ve nüfuz istediler ve sahip
oldukları tek Ģeyi -dualarını ve kutsamalarını ve destekçilerinin dualarını- sattılar. Politik veya sosyal
tarihçiler tarafından Ģimdiyedek özellikle yakından incelenmemiĢ iki metne dikkat çeker: Rumi‟nin
mektupları ve onun oğlu Sultan Veled‟in Ģiirleri. Peacock‟un seçilmiĢ alıntıları utanç verici Ģekilde
pervasızdır…” (Journal of the Royal Asiatic Society, (Aralık 2013), s. 1-5. George Malagaris (Journal
of Islamic Studies, 4 (Aralık 2015), s. 1-2), Konrad Hirschler (The Mediaeval Journal, 3/2 (2013), s.
178-80) ve Rudi Paul Lindner (The Middle East Book Review, 4 (2013), s. 153–207) tarafından
kaleme alınan tanıtım yazılarındaki Peacock‟un makalesine dair yazılanlar daha makul
değerlendirmeler ihtiva eder.
90
kanaatindeyiz. Zira bu mektuplar, Hz. Mevlânâ gibi çok yönlü bir mutasavvıfın tavrını
tespit etmek için yeterli değildir. Peacock, aslında eleĢtirdiği diğer uzmanların
durumuna, ters düĢmektedir. Çünkü, diğer araĢtırmacılar mektuplardaki iktidar
iliĢkilerini büyük oranda temas etmezken, Peacock da diğer eserlerdeki Mevlânâ‟yı
görmemezlikten gelmektedir.
Peacock, Hz. Mevlânâ‟nın “seçkinlerin himayesini temin etme çabalarının” oğlu
Sultan Veled tarafından da devam ettirildiğini, Sultan Veled‟in de Selçuklu devlet ricali
ile yakın temas içinde bulunduğunu ve onlara Ģiirler kaleme aldığını ileri sürer. ġiirlerin
bir kısmı Moğol idarecilerine hitaben kaleme alındığından Veled‟in Moğollarla da
yakın temas halinde olduğunu savunur.327
Türkiye Selçukluları Siyasi Tarihi
A.1 Gürcistan Krallığı ile Münasebetler
Peacock, Türkiye Selçuklularının siyasi münasebetlerini de inceleme konuları
arasına dahil etmiĢtir. XII.-XIII. yüzyıllar Türkiye Selçukluları-Gürcistan Krallığı
münasebetleriyle ilgili müstakil bir makale kaleme almıĢtır.328 Makalenin amacını
giriĢte Ģöyle izah eder:
“Bu makalede Gürcistan Krallığı ile Anadolu Müslümanlarının XII. yüzyıldan XIII. yüzyıl
ortalarındaki Moğol istilasına kadar olan dönemdeki siyasi ve askeri iliĢkileri incelenmektedir.
Gürcistan'ın XII. yüzyıl boyunca süregelen yayılımı ve Anadolu'nun Müslüman yöneticileri ile
kendilerini koruma sözü karĢılığı yapılan evlilik anlaĢmaları Gürcistan‟ı, Mardin'deki Artuklular gibi sınır
paylaĢımı dahi olmayan uzak yönetimlerle bile anlaĢmazlığa sürüklemiĢtir. Bu arada XII. ve XIII.
yüzyılın büyük bir diliminde Erzurum Gürcistan'ın hükümdarlığını kabul etmiĢ gibi görünmektedir. XIII.
yüzyılda ortaya çıkan Moğol tehdidi Selçuklu- Gürcistan ittifakını zorunlu kılmıĢ ve bu dönemde
Selçuklu ordusunun önemli bir bölümünü Gürcü askerler oluĢturmuĢtur. Bu ittifak Selçuklu sultanı ile
Gürcistan hanedanı Bagratidlerin bir üyesinin evlenmesi ile garanti altına alınmıĢtır. Bagratlı hanedanı ile
kurulan bu iliĢkinin Selçuklulara itibar kazandırdığı anlaĢılmaktadır.”
329
Peacock‟a göre Türkiye Selçukluları ile Gürcistan Krallığı‟nın münasebetlerini
anlamak aynı zamanda “Moğol istilaları arefesindeki Ortadoğu tarihini anlamak” için de
büyük önemi haizdir. Bu önemine mukabil özellikle Türkiye‟de bu konunun, kaynak
diline vakıf olma noktasındaki eksiklikler sebebiyle, yeterince ele alınmadığını belirtir.
327
328
329
“Moğol Anadolusu‟nda Sufîler ve Selçuklu Sarayı: Celâleddîn Rûmî ve Sultan Veled‟in Eserlerinde
Siyaset ve Hamilik”, s. 173-176.
“Georgia and the Anatolian Turks in the 12th and 13th Centuries”, Anatolian Studies, 56 (2006), s.
127-146.
A.g.m., s. 127.
91
Yalnızca Shengelia‟nın çalıĢmasının bahsi geçen konuyu ayrıntılı bir Ģekilde ele aldığını
ancak onun da Arapça kaynakları yetkin bir Ģekilde kullanamadığını kaydeder.330
Gürcülerin, Arap fetihleriyle ilk olarak VII. yüzyılda karĢılaĢtıklarını, Tiflis‟in
bu dönemde iĢgal edildiğini, buna rağmen Gürcistan‟ın geri kalan büyük kısmının
prenslerin kontrolünde kaldığını ve XI. yüzyılda prenslerin Bagratid hanedanı etrafında
birleĢtiklerini yazar. XI. yüzyıl aynı zamanda göçebe hayat için uygun yaĢam Ģartları
sunması sebebiyle Türkmen akınlarına da tanık olmaya baĢlamıĢtı.XI. yüzyıl ile XII.
yüzyıl arasında Türkmenler ile Gürcü prensliği arasında göreceli bir sükunet hakim
oldu. Peacock, XII. yüzyılda Türkiye Selçukluları ile Gürcü Krallığı arasındaki
münasebetlere dair çok az veri olduğunu kaydeder. XIII. yüzyıldan itibaren ise
doğrudan olmamak üzere münasebetlerin baĢladığını ve bu manada Samsun, Sinop‟un
fethedilmesi ve Karadeniz ticaretinde Türkiye Selçuklularının da söz sahibi olmaya
baĢlaması üzerine Gürcü Krallığı ile münasebetler daha yoğun bir Ģekilde baĢlamıĢtır.331
XIII. yüzyılın ilk 30 yılında ortaya çıkan Moğol tehlikesi beraberinde siyasi
dengeleri alt üst etti ve diplomatik münasebetleri yeni geliĢmelere vesile oldu. Türkiye
Selçukluları ile Gürcü Krallığı da yakınlaĢmaya baĢlamıĢtır. Moğol tehdidinin de
teĢvikiyle bu dönemde Gürcü Prensesi Tamar ile Gıyaseddin II. Keyhusrev evlenmiĢtir.
Peacock, 1231-1232 öncesinde Selçuklu-Gürcü münasebetlerine dair yazılı kaynaklarda
fazla bilgi bulunmadığını, buna mukabil bu boĢluğun nümizmatik ve mimari veriler
sayesinde doldurulabileceğini belirtir. Bunun için öncelikle nümizmatik verileri
değerlendirir:
“… nümizmatik kanıt bağların kaynakların söylediğinden daha yakın olduğunu besbelli ifade
eder. Selçuklu gümüĢ parası zaten Gürcistan dahil Kafkasya‟da geniĢ çapta dolaĢırken Gürcü bakırı
Selçuklu madeni paralarında kullanılmıĢ gibi görünüyor. Bir ilim adamının belirttiğine göre „hem metal
hem de dolaĢım alanı açısından iki tedavüldeki para da karĢılıksız övgü niteliğindedir ve muhtemelen
aynı para sisteminin parçasıdırlar.”
332
XIII. yüzyılda Moğol tehlikesi sebebiyle kurulan Türkiye Selçukluları-Gürcü
Krallığı ittifakı Peacock‟a göre Gürcü Krallığı‟na Moğol tehlikesini bertaraf etme adına
fazla faydalı olmamıĢ gibidir. Buna mukabil bu ittifak Selçuklulara birkaç açıdan fayda
sağlamıĢtır. Bunların baĢında da Gürcü soylularının Selçuklu ordusunda “peser-i
Gürcü” (Zahîrü’d-devle lâkabına sahip Gürcü oğlan veya Gürcü‟nün oğlu)‟lerin hizmet
330
A.g.m., s. 128
A.g.m.,s. 128-137.
332
A.g.m., s. 140.
331
92
vermeye baĢlaması gelir. Nitekim bu “peser-i Gürcü”ler 1240 civarındaki Baba Resul
isyanında, asileri cezalandırmak üzere Selçuklu ordusunda hizmet ettiler. Yine
bunlardan biri 1243‟teki Kösedağ Muharebesi‟nde Selçuklu ordusunda general
rütbesinde hizmet verdi. Peacock, Gürcülerin Selçuklu ordusunda hizmet vermelerinin
aslında normal bir uygulama olduğunu da kaydeder. Zira Selçuklu ordusunda baĢka
milletlerden askerler de hizmet vermekteydi. Bununla ilgili Ģunları kaydeder:
“Gürcü soylulara iktaların pay edilmesi ile bu soylular Selçuklu askeriyesine katılmaları baĢladı.
Bunların en bilineni Ģüphesiz bir piser-i Gürcî idi (Gürcü oğlu veya Gürcü‟nün oğlu), Zahîrü’d-devle
lâkabına sahipti (bazem muhtemelen yanlıĢlıkla Zahîrü’d-din olarak da verilir). 1240 civarında sultana
karĢı Baba Resul isyanını bastırmak için gönderilen Selçuklu ordusunun bir müfrezesini bu piser-i Gürci
komuta etti. Selçuklular sonunda Moğollar tarafından yenildiğinde 1243‟te Kösedağ SavaĢı‟ndaki
Selçuklu generallerinden biri oydu. SavaĢta Selçuklu tarafındaki baĢka bir Gürcü kumandan, utanç verici
bir Ģekilde savaĢ alanından kaçan Ahaltsihe lordu ġalva‟nın oğlu idi. Elbette Gürcüler, Selçuklu
ordusundaki tek yabancı unsur değildi; Gurci (Gürcüler), Kösedağ‟da Selçuklular ile savaĢan diğer ırklar
ile birlikte bahsedilir -ġami (Suriyeliler), Rumi (Rumlar), Fireng (Frenkler) ve Uci (muhtemelen Türkmen
göçebeler). Bundan bile önce Frenkler, Baba Resul yenilgisinde önemli bir rol oynadı. Böylece böyle
milletlerin kullanımı hakkındaözellikle istisna hiçbirĢey yoktu- vebunlar muhtemelen ücretli askerlerdi
ilave olarak köle birlikler (gulam) sıklıkla Kıpçak kökenli idi. Selçuklu tarafında Gürcü birliklerin
bulunuĢu, Gürcistan ve Selçuklular arasındaki özel bir iliĢkiyi belirtmez çünkü çok sayıda Gürcü
Moğollar için savaĢtı. Muhtemelen paralı askerler dinlerini muhafaza etti.”
333
Peacock, Selçuklu-Gürcü münasebetleri minvalinde Tamar/Gürcü Hatun
meselesini de ele alır. Özellikle onun neden ve nasıl din değiĢtirdiğine temas eder.
Yazara göre Tamar, Gürcü kaynaklarında zorla din değiĢtirdiği iddialarının aksine kendi
rızasıyla din değiĢtirmiĢ olmalıdır. Nitekim daha sonra Mevlana‟nın müntesipleri
arasına girmiĢtir. Bunun yanısıra Tamar‟ın kuzeni David din değiĢtirmemiĢtir. David‟in
Selçuklu hizmetindeki hayatına dair Baybars el-Mansurî‟nin Zubdetü’l-Fikrah334 adlı
eserine bilhassa temas eden Peacock, bu eserin mezkur konuyla ilgili tartıĢmalarda
bugüne kadar ihmal edildiğini belirtir ve David ile ilgili bahsi aynen nakleder.335
Peacock, Moğol tehlikesi karĢısında XIII. yüzyılda Selçuklu-Gürcü ittifakının o
dönemde nasıl görüldüğüne de Ģöyle temas eder:
“Hem Müslüman hem de Hristiyan tarihçiler, yöneticileri arasındaki ittifakı kısmen utanç olarak
kabul ediyor görünürler. Muhtemelen bunun en dikkate değen örneğiSelçuklu sarayındaki David Ulu‟nun
333
334
335
A.g.m., s. 141.
Memluk tarihçisi Rükneddin Baybars el-Mansurî el-Hatâ‟î ed-Davâdar ve Zübdet el-fikre fî Târîh elHicre adlı eseri hakkında bk. Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, s. 176-177.
“Georgia and the Anatolian Turks in the 12th and 13th Centuries”, s. 142.
93
bulunuĢundan bahsetmekte neredeyse her Müslüman tarihçinin baĢarısız oluĢudur. Oradaki Ģartlar her ne
olursa olsun, onun bulunuĢuna atıf yapan tek Müslüman yazarın çok uzakta Mısır‟da yaĢaması ilgi
çekicidir. Selçuklu ile alakalı tarihçiler mesela Ġbn Bibi, ondan bahsetmekten kaçındı. Aynı Ģekilde Gürcü
kronikler Rusudan‟ın Selçuklu kocası hakkında neredeyse tamamen sessizdir. Ama Türkler ve Gürcüler
arasındaki evlilik ittifakları için politik gerekliliğin tek sebep olmadığını arasıra kaynaklar ima eder. Bir
Ģekilde iki taraf Selçuklu veya Bagratid aileleri ile evlenmekten prestij elde etmiĢ görünür…”
336
Peacock, baĢka bir makalesinde ise XI-XIV. yüzyıllar arasında Kafkaslarda
Müslümanlar ile Hristiyanlar, özellikle Gürcü Krallığı ile olan dini ve kültürel
münasebetleri ele alır.337 Bu makalede temel olarak Gürcü Krallığı‟na Müslümanların
nasıl tesir ettiğini ele alır. Böyle bir konuyu seçmesinin sebebini Ģöyle izah eder:
“Bu makalenin ilk bölümünde incelendiği üzereMüslüman kültür ve kurumları Hristiyan
krallığında büyük bir etki yaptı. Buna karĢılık Gürcistan'ın Müslüman yerlileri ve vasallarının Gürcü
kültürüne ilgisi daha sınırlıydı. Gerçi tamamen yok değildi. Bu makale hem Hristiyanlıktan Ġslam‟a hem
de Ġslam‟dan Hristiyanlığa Kafkasya'daki din değiĢimlerini konu edinir; iki taraftaki elit tabaka arasındaki
din değiĢimlerinin genellikle politik gereklilikle teĢvik edildiğini ileri sürer.”
338
Peacock, makalesinde öncelikle Kafkasya‟nın neden önemli bir sınır olduğunu
ve göçebeler için bu bölgenin neden dikkat çekici bulunduğunu izah eder. Buna göre
öncelikle bölgenin ticari açıdan önemi üzerinde durur. Özellikle Kuzey Avrupa‟ya sevk
edilen kürk için önemini vurgular. Ġkinci olarak Kafkasya‟nın askerî önemine değinir.
Ticari ve askeri önemine rağmen Kafkasya‟nın mütemadi bir çatıĢma alanı olmadığını;
bilakisMüslüman yerleĢmesinin de yoğun olduğu bir bölge olduğunu kaydeder. XI,
XIII. ve XIV. yüzyıllarda yoğun Türkmen göçlerine Ģahitlik eden bölgenin kültürel
temas noktası olduğu üzerinde durur. Peacock, Türkmen “istilacıların” zorla Gürcüleri
din değiĢtirmeye zorlamadıklarını yazar ama bunun gerekçesi olarak Ģunları belirtir:
“Ġstilacılar muhtemelen zorla din değiĢtirmeye ilgili değillerdi. Selçuklu zamanlarında varan
istilacılar, kendileri daha yeni Ġslam‟a geçmiĢlerdi ve bu dini pek önemsemiyorlardı; gerçi Moğollar
baĢlangıçta Müslüman değillerdi, ancak XIII. yüzyılın ikinci yarısında din değiĢtirdiler. Aslında hem
Selçuklular hem de Moğollar bozkır yanısıraĠran devletinin Ġran ve Ġslam geleneklerinin varisleri idiler ve
kültürlerindeki göçebe ve Ġslam unsurlarını ve böylece iletiĢime geçtikleri insanlar üzerindeki etkilerini
ayırmak her zaman mümkün değildi.”
339
336
“Georgia and the Anatolian Turks in the 12th and 13th Centuries”, s. 143.
“Identity, Culture and Religion on Medieval Islam‟s Caucasian Frontier”, Bulletin of the Royal
Institute for Inter-Faith Studies, 13 (2011), s. 69-90.
338
A.g.m., s. 69.
339
A.g.m., s. 72.
337
94
Peacock‟un bu tezlerine katılmak pek mümkün değildir. Çünkü Türk tarihinin
neredeyse hiçbir döneminde zorla bir din değiĢtirme sdair bir bilgi bulunmaz. Bu
yüzden Gürcülere böyle davranılması Türkmenlerin yeni Müslüman olmalarıyla izah
edilecek bir mesele olamaz.
Peacock, Gürcü prensliklerinin Müslümanlarla karĢılaĢmalarından oldukça
etkilendiklerini belirtir ve Ģunları kaydeder:
“Gürcistan, Ġslam dünyası ile karĢılaĢmasından son derece etkilendi.Gücü, Müslüman
komĢularından aldığı yapılar ve kurumlara dayanıyordu. Yönetim Ġslami kökenli makamlardı, sadece
adları Arapça‟dan Gürcüce‟ye değiĢtirilmiĢti. Mesela vezir, amiri ejibi veya amirt-amirani gibi. Ordusu
özellikle Arap birlikler içeriyordu ve Müslüman olanlar gibi köle askerlerden kraliyet muhafızlarına
dayanıyordu.Gürcü sarayında diplomatik dil olarak Arapça kullanılıyordu ve Farsça da orada olmuĢ
olabilir çünkü bir Gürcü kralı övgüsünde Müslüman bir Ģairin Farsça dizelerini buluruz. Bu durum istisna
değildir; Fatimilerinkini model alan bilhassa kraliyet divanı yani yönetim mekanizması Norman yönetimi
altındaki Ġslami kurumların önemli rol oynamaya devam ettiği Sicilya‟nınkini muhtemelen oldukça fazla
hatırlatıyordu. Ama bu, sadece yönetim uygulamalarının devamlılığını yansıtır. Halbuki Gürcistan‟da
böyle Ġslami kurumlar ülke Arap yönetimi altındayken bile asla olmadı çünkü Gürcistan‟ın büyük kısmı
Arminiya Abbasi ilinin uzak ve arka kısmında oldu. Daha ziyade bu kurumlar yöneticileri tarafından
bilinçli olarak Gürcistan‟agetirtildi. Kral David AğmaĢenebeli saltanatı sırasında baĢlamıĢ gibi görünen
bir süreçtir; bunun dıĢında Kral David Türkler üzerine zaferleri ile bilinir. Ama Ġslam dünyasının etkisi,
savaĢ ve devlet kurumları ötesinde Gürcü yaĢamına ulaĢtı.”
340
Peacock, Ġslami kültürün Gürcü elitleri arasında nasıl tesir ettiğine dair verileri
Kartlis Tskhovreba olarak bilinen Gürcü kronik külliyatından biraraya getirir. Bunun
temel sebebi zikredilen külliyatın bu dönem için en önemli yazılı kaynakları
oluĢturmasıdır ve bunların da daha çok elit kesimin dünyasını anlatmasıdır. Gürcü
elitlerinin Ġslâmî kültürden etkilendiklerine dair ilk veriler isimlerden çıkarılmıĢtır.
Peacock, mezkur kaynaklara dayanarak elitlerin Arapça isimler kullanmaya
baĢladıklarını tespit etmiĢtir. Meselâ Gürcü elitleri arasında Ebu Leys, Fahruddevle,
Hasan ve Celal yaygın kullanılan isimlerdi. AraĢtırmacı bu durumun aslında yeni bir
geliĢme olmadığını zira Arap fetihleriyle birlikte Ermeniler arasında da Arapça
isimlerin yayılmaya baĢladığını kaydeder. Ayrıca Peacock, Gürcü elitleri arasında
yalnızca Arapça isimler değil Türkçe ve Moğolca isimlerin de görüldüğünü yazar.341
Peacock‟a göre Gürcü elitlerin Ġslamî kültürle temas etmelerini sağlayan ikinci
alan ise evlilik bağlarıydı. Bu açıdan Gürcü elitlerinin Türkiye Selçukluları, Ġlhanlılar,
340
341
A.g.m., s. 73.
A.g.m., s. 74.
95
Ġldenizliler gibi hanedanlarla evlilik bağları tesis ettiklerini; bunun bir sonucu olarak
elitler arasında çok evliliğin yayıldığını yazar.342
Peacock‟a göre, atabeg makamının giriĢinin de Gürcistan‟da Ġslamî kültürün
yayılmasında etkili olmuĢtur. Her ne kadar bunun Fars mı yoksa Türk kültüründen mi
geldiğinin tartıĢmalı olduğuna temas etse de, Peacock bu meseleyle fazla meĢgul olmaz.
Onun için esas olan bu makamın Ġslâmi kültürün naklinde nasıl bir rol oynadığıdır.343
Nümizmatik verilerin de Ġslamî kültür etkisini ortaya koymak adına önemli
bilgiler sağladığını kaydeden Peacock, Gürcü hükümdarlar tarafından birçok Arapça
para basıldığını yazar. Her ne kadar Arapça Ortadoğu‟nun diplomatik dili kabul edilse
de paraların devlet kimliğinin halka dönük bir ifadesi olması sebebiyle kültürel bir
etkileĢiminin yolunu açtığı kanaatindedir. Bu hususta Ģunları kaydeder:
“Modern öncesi devlet kimliğinin en halka dönük ifadesi olan madeni parada da Ġslamî etkiler
bulunabilir. Gürcü hükümdarlar tarafından çok sayıda Arapça madeni para basıldı; gerçibu basitçe Orta
Doğu'nun baĢlıca diplomatik dilinin Arapça olduğu gerçeğinin bir yansıması olabilir. Yine de Gürcistan'ın
Trabzon ve Bizans Ġmparatorlukları ile yakınlığı ve geleneksel bağlarına rağmen Rumca yerine
Arapça'nın çok sayıda madeni parada tercih edilmesi doğru ülkenin yöneldiğini gösterir. Bu paralar Gürcü
yöneticilere uygun Hristiyan unvanları Arapça olarak verir. Mesela Husam el-Mesih. BaĢka yerde Gürcü
hükümdarlar Müslüman yöneticiler için geleneksel olarak muhafaza edilen sıfatları almaktan memnundu.
Bunun en meĢhur örneği, Ġran unvanı ĢahinĢah adını kullanmanınyanı sıra hak talebinde bulunduğu
ġirvanbölgesinin Müslüman yöneticisinin sıfatı ĢirvanĢah adını kendisine takan Kraliçe Tamartarafından
benimsenen unvanlardı.”
344
Peacock, Ġslamî masalların Gürcü elitleri arasında yaygın bir talep bulmasının da
kültürel etkileĢimin varlığına delil teĢkil ettiği kanaatindedir. Özellikle aĢk hikâyelerine
büyük rağbet gösterildiğini tespit eden araĢtırmacı, bunun önemli bir veri olduğunu
düĢünmektedir.345
Gürcü elitleri arasında Ġslamî kültür unsurlarının yaygın bir Ģekilde görülmesine
dair Peacock genel olarak Ģu değerlendirmede bulunur:
“Böyle kültürel etkiler muhtemelen bir din olarak Ġslam ile alakalı görülmedi. Daha ziyade
Gürcistan ve Sicilya‟da dikkat etmeleri, yöneticilerin ve soyluların kendilerini entellektüellik ile alakalı
göstermek istedikleri bölgenin en prestijli saray kültürünü temsil ettikleri gerçeğinden kaynaklanmıĢ
olmalı. Oleg Grabar‟ın, Bizans‟taki durumunda ele aldığı gibi Ġslami etkilere böyle açık olmak politik
342
A.g.m., s. 74-75.
A.g.m., s. 75-76.
344
A.g.m., s. 76.
345
A.g.m., s. 76.
343
96
olarak güçlü bir konumun sağlayabileceği bir lüks idi. Aynı biçimde kültürlerinin birçok unsurunu
benimseme güvenini veren Müslüman komĢularını tehdit etmek ve geniĢlemek Georgia‟nın yeteneğiydi.
Müslümanlar baĢlıca Ģehirleri yönetirken Gürcü prensler uzak ve yoksul toprakları yönetirken daha
önceki zamanlarda olmayan bir güvendi. Yine de sadece Kafkasyalı elit tabakanın dikkatini çeken Orta
doğunun prestijli saraylarının FarslaĢmıĢ Ġslam kültürünü değil aynı zamanda Türkçe isimler ve evlilik
geleneğini almaları ile gösterildiği üzere -kaynaklarda çok fazla hakaret edilmiĢ- Türk-Moğol
göçebelerinkini de almaları ĢaĢırtıcıdır. Bunun tam bir çalıĢması baĢka bir fırsatı beklemelidir ama diğer
kültürler ile benzerlikler olduğunu belirtmek yeterlidir. Hem Ortaçağ Macaristan hem de Mısır‟daki
Memlûk Devleti‟nde göçebe gelenekler yerleĢik nüfus tarafından benimsendi.”
346
Peacock, Gürcü elitler arasında Ġslamî kültüre ciddi bir rağbet gösterilmesine
rağmen Gürcü Krallığı sınırları dahilindeki Müslümanlar arasında ise buna benzer bir
etkileĢimden söz etmenin pek mümkün olmadığını ileri sürer.
“Böylece politik gereklilikle bu Müslümansınır birliklerinin birinci derece “GürcüleĢmesi”ile
sonuçlandığı yerler Erzurum ve ġirvan gibi birkaç istisna ile Gürcülerin Ġslam kültürüne ilgisi Gürcü
Müslüman teba ve komĢular tarafındankarĢılık bulmadı. Tam tersine Gürcistan'daki Müslümanlar
inançlarını vekonumlarını muhafaza ettiler. Genel olarak David‟in Müslüman ayrıcalıklarını garanti altına
alıĢının netleĢtirdiği üzere Tiflis‟te bileayrı yaĢam tarzını muhafaza eden Hristiyan ve Müslüman nüfus
arasında çok az asimilasyon olduğu görülür ve Anevî gibi Ģahıslar muhtemelen çok nadirdi. Farklı
kültürlere asimile olmak farklı dinlerin ve ırkların üyelerinin birlikte yaĢaması ile değil din değiĢtirme ile
oldu.”
347
Peacock, son olarak Kafkasya‟da Hristiyan ve Yahudilerin Müslüman,
Müslümanların da Hristiyan olmalarını ele alır. Bu manada Ģöyle bir giriĢ yapar:
“Ortadoğu tarihinde din değiĢtirme meselesi genellikle Hristiyanların ve Yahudilerin Ġslam'a
hangi Ģartlar altında ve ne kadar hızla girdikleri etrafında döner. Lakin Kafkasya'da Ġslam hiçbir zaman
tek hakim din olmadı. Bu yüzden mesele daha karmaĢıktır; sadece Hristiyanların Ġslam dinine giriĢi
olgusuna sahip değiliz. Müslümanların Hristiyanlığa geçiĢine dair iyi belgelenmiĢ örnekler de var. Gerçi
bazen bu din değiĢtirmeler inançlardaki gerçek bir değiĢiklikle teĢvik edilmiĢ olabilir, günümüze detayları
ulaĢan çok sayıdaki din değiĢtirme politik gerekliliklerle teĢvik edilmiĢ gibi görülür. Özellikle evlilik
ittifakları sıklıkla bir tarafın din değiĢtirmesini gerektirdi.
”348
Gürcülerin Ġslama giriĢinin Timur‟un ve daha sonra da Osmanlıların bu bölgeye
geliĢine kadar oldukça az olduğunu; belirtilen dönemlerden itibaren ĠslamlaĢmanın
346
A.g.m., s. 77.
A.g.m., s. 80.
348
A.g.m., s. 81.
347
97
arttığını ileri sürer. Müslümanların Hristiyan olmasının da oldukça az görülen bir durum
olduğunu kaydeder.349
Peacock, kültürel etkileĢim hususunda sonuç olarak Ģunları kaydeder:
“Sınırlar çok nadiren sert ve geçilmez oldu ve milletler asla tam bir izolasyon içinde
bulunmadı.Bu bölümün baĢında belirttiğim gibi Kafkasya sınır toplumunu Ģekillendiren kültürel
iletiĢimin çoğu, diğer Hristiyan-Müslüman sınır bölgelerinde benzer Ģekillerde bir ölçüde bulunabilir.
Ama Gürcülerin Müslüman etkilerineaçık oluĢu sadece onlar politik olarak güçlü oldukları dönemde
geldi. Gürcistan, Ġlhanlılara bağlı iken XIII. ve XIV. asırda Moğol Ġmparatorluğu altında Türk-Moğol
isim ve alıĢkanlıkların benimsenmesi ile bunun çeliĢtiği belirtilebilir. Ama Türk-Moğol isimlerinin
kullanımı bundan daha önce baĢladı. Mesela Ağbuğa, Moğol etkisi baĢlamadan önce Mhargrzelis
arasında görüldü ve besbelli Türk ismi olan Egarslan adını taĢıyan bir Gürcü, Moğol fethinden
hemensonra kısa süreliğine Gürcistan‟ı yönetti. Dahası Gürcistan, Ġlhanlı tarafından politik olarak
bölünmüĢ olsa da çoğu diğer topraktan çok daha fazla istenilen birkonuma sahipti; çok sayıda Gürcü
lorduna Moğollar tarafından geniĢ topraklar bağıĢlandı ve Kral Giorgi Brtsqinvale‟nin ülkeyi tekrar
birleĢtirebilmesi ve XIV. asrın baĢında kısa süreli olsa da yeni bir barıĢ ve zenginlik çağı baĢlatması güçlü
Moğol Emiri Çoban ile dostluğu sayesindeydi…. Ama yabancı kültür etkisine bu açık oluĢun ziyadesiyle
tek taraflı olduğu aĢikardır ve Ortaçağ Kafkasya meselesi sınırdaki toplumların iç bölgelerdekinden daha
fazla birbirine benzemeye meyyal olduğu fikrine karĢı çıkar. XII. ve XIII. yüzyılda bölgedeki güçlü
konumuna rağmen Kafkas Müslüman nüfusunun Gürcü kültürüne ilgi duyduğu veya beğeni hissettiğine
dair pek az delil vardır. Erzurum gibi bir Müslüman toplum üzerinde Gürcü etkisinin olduğubirkaç
durum, Müslüman tarafta Gürcü kültürel etkilere açık oluĢtan ziyade Gürcülerin politik gücü ile
açıklanabilir. Genel olarak Müslümanlar ve Gürcüler farklı kimliklerini korudular. Diğer toplumlara
asimile olan bir kaç birey din değiĢtirenlerdi, kendi esas topluluklarında artık hoĢ karĢılanmayan bundan
dıĢlanmıĢ insanlardı.”
350
A.2 Ermenilere Dair Bilgilerin Kaynakları
Peacock,
Müslüman-gayrimüslim
münasebetleri
bağlamında
Türkiye
Selçukluları devri kaynaklarında Ermeniler ile ilgili ne tür bilgiler verildiğini de
incelemiĢtir351. Müslümanlar tarafından kaleme alınan muhtelif eserlerde bu konuya
dair bilgiler bulunduğunu, buna mukabil bunların ayrıntılı bilgiler vermediklerini,
ayrıntılı bilgilerin Hristiyan müelliflerin kaleme aldıkları eserlerde bulunduğunu ileri
sürer. Bu konuda ilk defa Fuat Köprülü tarafından tanıtılan fakat sonraki araĢtırmacılar
349
A.g.m., s. 81-83.
A.g.m., s. 83-84.
351
A.C.S. Peacock, “An Interfaith Polemic of Medieval Anatolia: Qādī Burhān al-Dīn al-Anawī on the
Armenians and their Heresies”, Islam and Christianity in Medieval Anatolia, ed. A.C.S. PeacockBruno De Nicola-Sara Nur Yıldız, 2015, s. 233-261.
350
98
tarafından fazla bir ilgiye mazhar olmadığına temas ettiği Kadı Burhaneddin Ebu Nasr
el-Anevî‟nin Enîsü’l-Kulûb‟unun müstesna bir yerinin olduğunu belirtir.352
Kadı Burhaneddin Ebu Nasr el-Anevî‟nin Enîsü’l-Kulûb‟u konusunda Peacock,
önce tek nüshası Süleymaniye Kütüphanesi‟ndeki yazmasından hareketle müellif
hakkında bilgi verir. Daha sonra ise eserin muhtevasını özetler. 1250 ile 1350 yılları
arasındaki bir dönemde yazılmıĢ olduğunu tahmin ettiği bu eserle ilgili Peacock Ģunları
kaydeder: “Böylelikle bu yüksek tirajlı bir medrese metni değildi bu çalıĢma bir kraliyet
patronuna ithaf edilmiĢti, yazar kadı olarak atanarak ödüllendirildi ve saray yazından
metinleri ile tipik olarak iliĢkilendireceğimiz sınırlı bir dolaĢım alanına nail oldu…”.
Eserin önemli görülmesinin sebebi olarak da Ģunları kaydeder:
“Bir sultan efendinin Enîsü’l-Kulûb temasına neden ilgi duyacağının sebeplerine gelince, sultana
rehberi olarak hizmet edeceği dıĢındaki genel ifadenin ötesinde hiçbir önemli gerekçe verilmez. Sultana
atfedilmeden uzun süre önce bu çalıĢmanın taslak halinde var olduğuna ileri sürerek 562/1166-67‟de 24
yaĢında baĢladığı çalıĢmayı tamamlamasının 46 yılını aldığını aslında Anevî belirtir. Lakin bazen Anevî
sultan efendiyi daha önceki peygamberler ve kutsal kiĢiler ile iliĢkilendirir. Sultan Ġzzeddin Keykavus‟un
görünüĢü „Ali‟nin oğlu gibidir, davranıĢı Muhammed gibidir‟. Ġsrailiyye (eski Ġsrail peygamberlerinin
hikayelerin)‟deki Selçuklu ilgisi için daha yaygın bir sebep onların kendi soyları olabilir:
Ailenin
Anadolu kolu KutlumuĢ ibn Arslan ibn Selçuk‟dan gelir ve Ġbn Bibi, bu Türk Ġsrailiye mirasını üstü
kapalı söyler. Beni Ġsrail birden fazla Ģekilde Selçuklu yöneticiler ile iliĢkilendirilebilir…”
353
Peacock, Anevî‟nin eserinin Müslüman-gayrimüslim münasebetlerine dair
müstesna bir yerinin olmasının sebeplerini de Ģöyle izah eder:
“Aynı zamanda sülalesi, eğitimi ve hatta doğduğu Ģartlara dair giriĢ bölümünde el-Anevî‟nin
verdiği dikkat çeken detay Ģudur: Müslüman Anadolunun bunca fazla literatüründe Hristiyanların
neredeyse tamamen yok oluĢunun göze çarpan zıtlığı içinde Hristiyan çoğunluğun olduğu bir Ģehirde
büyümenin nasıl olduğuna dair eĢsiz bir Müslüman tasviri sunar. Anevî, Ermenistan'daki Ani Ģehrinde
doğduğunu bize söyler, nesebini Kürt bir anne ve Selçuklu ordusunda kumandan olan Türk bir babaya
dayandığını ifade eder. BaĢından itibaren Hristiyan vatandaĢlardan pek memnun olmayan bir yazar
izlenimi alırız… Anevî Alp Arslan‟ın 1064‟te Ģehri fethinden sonra Muslümanların aralarında kendi
atalarının da olduğu Müslümanların Ani‟ye yerleĢmeye baĢladıklarını nakleder. Babası Türktü, annesi
Kürt. Doğduğu ve büyüdüğü Ģartları detaylı olarak tarif etmeye baĢlar. Birkaç satır öncesinde net bir
Ģekilde ifade edilen küfre düĢmanlığına rağmen Anevî, gençliği sırasında eski ve yeni ahidi çalıĢtığını ve
millet olarak ifade ettiği diğer dini grupların dillerini okumayı ve yazmayı öğrendiğini söyler… Anevî on
sekiz yaĢına ulaĢtığında Gürcü saldırısı Ģekildeki bir felaketin Ani‟yi nasıl vurduğunu tarif ederek devam
352
353
A.g.m., s. 233-234.
A.g.m., s. 235-236.
99
eder. 1161‟deki Ģehrin yağmasını ima ediyor olmalı ve Anevî Gürcistan‟da esaretinin nasıl baĢladığını
anlatır. Yeni Ahit‟i ve Hristiyanların yollarını bilmesi sayesinde bir kaçıĢ planlayabildi.”
354
Peacock, yukarıdaki değerlendirmelerden sonra Anevî‟nin Ermenilere dair
verdiği bilgileri ele alır. Diğer Hristiyan gruplara nazaran Ermeniler aleyhinde daha ağır
ifadeler kullandığını kaydeder ve Ģunları yazar:
“el-Anevî‟nin öfkesinden Ermenilere yer ayrılmıĢtır, onları bütün Hristiyanların en iğrenç, en
kirli ve en talihsizi olarak tarif eder. “Bu insanların cahilliklerinin tadını çıkarmalarının bir sebebi vardır”
diyerek çift taraflı üç büyük folyodan daha fazla yer iĢgal eden Ermeni inançlarının yorumunu ve onlara
karĢı bir tartıĢmayı baĢlatır. Müslüman literatürüne besbelli hiç de paralel olmayan uzun ve entrikacı bir
bölümdür.”355
Bu tespitlerden sonra Ermeniler hakkında Anevî‟nin verdiği bilgilerin
kaynaklarının neler olabileceği üzerinde ayrıntılı bir tahlil yapar. Bu incelemenin
sonunda da Ģu değerlendirmede bulunur:
“Biçimini ödünç alırken bu ermeni yazım geleneği için Enîsü’l-Kulûb bir karĢı saldırı olarak mı
niyetlenilmiĢti? Böyle bir tez bizi spekülasyon alemine götürür ama bu metin bunun içsel tartıĢmalarına
rağmen Müslümanların ermeni kültürüne dair Ģimdiye dek takdir edilenden çok daha geniĢ bir bilgi ve
anlayıĢa sahip olabildiğini gösterir.”356
Türkiye Selçukluları’nın Karadeniz Politikaları
Türkiye Selçukluları tarihinin önemli konularından biri de bu devletin Karadeniz
politikaları, Sinop hakimiyeti ve Kırım seferidir. Konu, uluslararası ticaret ağının
önemli bir güzergahı olması hasebiyle dünya tarihine etkileri bağlamında da önem arz
etmektedir. Bu önemine rağmen zikredilen konu yeterince araĢtırılmamıĢtır. Bu
eksikliği gidermek adına Peacock da konuya dair üç müstakil makale kaleme almıĢtır.
Bu makalelerden birinde neden bu konuyu ele aldığını ve alanın meselelerini Ģöyle izah
eder:
“Ortaçağlarda Avrupa ve Doğuyu bağlayan bir ticaret rotası olarak Karadeniz‟in önemi, uzun
zamandır fark edildi ve Türkiye‟deki Amasra‟dan Kırım‟daki Suğdak‟a kadar kıyısında bulunan ticaret
imparatorluğunu korumak için inĢa edilen Ceneviz kaleleri bu güne Ģahitlik eder. Ġslam dünyasına göre
Eyyübi ve Memlûk dönemlerinde (XII. yüzyıl sonundan XVI. yüzyıl baĢına kadar) köle kaynağı olarak
Karadeniz bölgesinin önemi meĢhurdur ve Osmanlı ekonomisinde Karadeniz‟in rolüne kısmen dikkat
çekilmiĢtir ama daha önceki dönemler için bu büyük ölçüde ihmal edildi. Bu makale, IX. ve erken dönem
XIII. yüzyıl arasındaki dönemde Ġslam dünyasındaki Karadeniz‟in rolünü araĢtırarak
bunu yeniden
354
A.g.m., s. 237-238.
A.g.m., s. 240.
356
A.g.m., s. 252.
355
100
düzeltmek ister. Özellikle
erken dönem Ortaçağda Ġslam dünyası ve Kuzeydoğu Avrupa arasında
sürdürülen ciddi ölçüdeki ticaret için bir rota olarak Karadeniz‟in önemine vurgu yapacaktır.”
357
Peaocok, Karadeniz‟in ve Anadolu‟nun buraya komĢu olan Ģehirlerinin Ġslâm
kaynaklarında ilk ne zaman geçtiğini izah etmekle meseleyi ele almaya baĢlar. Bu
bağlamda daha IX. yüzyıldan itibaren Karadeniz adının kaynaklarda görülmeye
baĢlandığını ve özellikle tarihi coğrafya kitaplarında önemli bilgilerin mevcut
bulunduğunu belirtir.358
Karadeniz‟in Kuzey Avrupa mamüllerinin Ġslâm dünyasına ulaĢtırılmasında
önemli bir üs olduğunu kaydeden Peacock, özellikle kürk ticareti üzerinde durur. Bu
ticaretin IX. yüzyılın ilk yarısına kadar Kafkasya üzerinden yapılmasına rağmen bu
yüzyılın ikinci yarısından itibaren deniz ticaretinin ağırlık kazandığını ileri sürer.
Bugüne kadar kara üzerinden yapılan ticaretin çalıĢmalara konu olduğunu, buna rağmen
deniz ticaretinin yeterince araĢtırılmadığını belirtir.359 Kuzey Avrupa ile Ġslâm dünyası
arasındaki ticari münasebetin en canlı delilini Rusya müzelerindeki Ġslâmî sikkelerin
oluĢturduğunu kaydeder ve Ģunları yazar:
“Nümizmatik kanıt, Karadeniz rotasının aslında tercih edildiğini söyler. Rusya‟da bulunan
Ġslami gümüĢ paraların büyük yığını (200 bin - 300 bin para) Orta Asya ve Ortadoğu ile dikkate değer
ticareti doğrular. IX. yüzyılda Ġran ve Irak‟ın Abbasi topraklarından paralar, Orta Asya‟dan olanlara
baskın çıkar ve Rusya ve Ukrayna‟da bulunan bu Abbasi yığınlarından çok daha fazla bir sayı, sadece bir
miktar IX. yüzyıl Abbasi yığınının onaylandığı Volga‟dan ziyade Dinyeper ve Don bölgesinde bulunur.
Diğer bir ifadeyle Hazar‟dan ziyade Ġslam dünyasını bağlayan ticaret rotalarına (tartıĢılan sebepler
yüzünden) gömüldüler. Ürünler muhtemelen Kırım‟dan Konstantinapol‟e veya muhtemelen Trabzon‟a
ve oradan Ġslam dünyasına götürüldü. Bağdat‟a Hazar rotası dikkat çekecek derecede uzun olduğu için
savaĢ gibi Anadolu‟daki Ģartlar ticareti engellediğinde ancak Karadeniz için tercih edildiler.”
360
Peacock‟a göre Ġslam dünyası ile Kuzey Avrupa ticaretinde en önemli merkez
Ġstanbul‟du ve ticaret büyük oranda deniz vasıtasıyla yapılmaktaydı. BaĢlıca ticaret
metaı kürk olmakla birlikte, bunun yanında amber, mum, bal, kılıç, ipek, kumaĢ,
357
Andrew C.S. Peacock, “Black Sea trade and the Islamic world down to the Mongol period”, The
Black Sea: Past, Present and Future, Poreceedings of the international, interdisciplinary conference
Istanbul, 14-16 October 2004, ed. Gülden Erkut-Stephen Mitchell, Ġstanbul 2007, s. 65.
358
A.g.m., s. 65-66.
359
A.g.m., s. 66-67.
360
A.g.m., s. 67.
101
mücevher ve köle de önemli kalemleri teĢkil ediyordu. Nakti ekonominin ağırlıkta
olmasına rağmen ayni ticaretin de varlığı bilinmektedir.361
Peacock, XI. yüzyıla gelindiğinde Karadeniz ticaretinde ciddi bir gerilemenin
olduğunu, bunun sebeplerinden biri Ġslâm dünyasında görülen gümüĢ krizi olsa da, bir
diğer sebebinin de Anadolu‟daki Türk hakimiyetinin tesis edilmeye baĢlanması
olduğunu ileri sürer. Buna mukabil Peacock, bu krizin uzun sürmediğini Türkiye
Selçukluları‟nın siyasi otoriteyi tesis ettikten sonra XII. yüzyılda ciddi bir canlanmanın
görüldüğünü kaydeder. Bu canlanmada Karadeniz‟de yeni rotaların ön plana çıktığını,
Suğdak‟ın önemli bir ticaret üssü hâline geldiğini zikreder. Buna dair Ģunları yazar:
“Bu dönemde Karadeniz (Pontic) kıyısının herhangi bir kısmında Selçuklular mütemadi otoriteyi
sağlayamadı. Ama X. yüzyıldan sonra düĢüĢe geçen Cherson (Kerson) ve XI. yüzyıl sonunda kaybolan
Tmutorokan Rus limanı gibi diğer Kırım limanlarının yerine geçen bir ticaret noktası olarak Suğdak‟ın
yükseliĢi ile
Karadeniz‟in karĢı tarafı XII. yüzyılda önemli bir geliĢmeye Ģahitlik etti. XI. yüzyıl
ortalarına kadar Suğdak, Bizans‟a haraç verdi. Ama bu dönemde nüfusunun büyük ölçüde Kıpçak Türkü
olduğu söylenir ve Kırım kolonileri üzerindeki Bizans kontrolünün azalması ile Suğdak, Güney Rusya
steplerinin Kıpçaklarına haraç ödemeye baĢladı, zenginliklerinin kendisine dayandığı Rus‟un ticaret
rotalarını açık tutmak için bu kıpçaklara güvendiler. Suğdak‟ın ihracatları büyük ölçüde kürk ve köle
içerirdi gerçi XIV. yüzyılda Konstantinapol‟e yolculuk eden Rum hacılar için popüler bir rota oldu. Rus‟a
Ġslam dünyasından lüks malların götürülmesinde Ģüphesiz önemli bi rol oynadı. Suriye kadar uzaktan cam
ve madeni eĢyalar Novgorod gibi Rus Ģehirlerine gitti ve Kırım limanlarından ithal edildi. Karadeniz
ötesindeki bu ticaretin XII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren geliĢtiği ve büyüdüğünü arkeolojik kanıt
ileri sürer. Aslında Kerson‟un düĢüĢüne rağmen Ġslam dünyasından en azından bazı ithalatların bu yol
üzerinden Rus‟a gittiği görünür çünkü arkeologlar XII-XIV. yüzyıl tabakalarında Küçük Asya ve Ġran‟dan
ithalatlar buldu. Böylece IX. ve X. yüzyılın büyük para yığınından yoksun olsak da; bu, kuzey ve
Müslüman dünyası arasındaki Karadeniz ticaretinin XII. yüzyılda hiçbir Ģekilde ölü olmadığının kanıtıdır.
Bu kanıtın her bölük pörçük mahiyeti dikkate alındığında, bu dönemin ekonomik trendlerini ileri sürmek
ancak tereddütle mümkündür. Ama gümüĢ krizi ve Selçuklu istilaları yüzünden XI. yüzyılın Ġslam
dünyası ile Karadeniz ticaretinin önemindebir düĢüĢe Ģahilik ettiği ama XII. yüzyılın ikinci yarısında
durumun geliĢmeye baĢladığı görünür.”
362
Peacock, XII. yüzyıldaki canlanmanın XIII. yüzyılda da devam ettiğini, bunda
Selçukluların kervansarayların yapılmasına ağırlık vermelerinin ve stratejik limanların
fethedilmesinin tayin edici olduğunu savunur. Hem Akdeniz hem de Karadeniz‟deki
361
362
A.g.m., s. 67-68.
A.g.m., s. 69.
102
önemli limanların fethinin ticari hayatı canlandırdığını, Selçukluların tek bir otorite
altında bu yollara hakim olmasının da istikrar getirdiğini belirtir.363
Peacock, Selçuklu dönemi Karadeniz ticaretindeki değiĢim ve geliĢimi Sinop ile
ilgili kaleme aldığı baĢka bir makalesinde364 de incelemeye devam etmiĢtir. Bu makale
bir öncekinin mütemmim cüzü, bir öncekinde ele alınan meselelerin sipesifik bir liman
Ģehri özelinde daha ayrıntılı değerlendirilmesidir. Bu makalede, Sinop‟un Selçuklular
tarafından fethinden (1214), Candaroğullarının hakimiyetine girene kadar yaklaĢık iki
yüzyıllık tarihi ele alınmıĢtır. Sinop‟un üç farklı döneminin mukayeseli olarak
incelendiği bu çalıĢmanın önemini müellifi Ģöyle izah eder:
“Moğol, Türkmen, Ceneviz ve Pervaneoğulları çıkarlarının yarıĢma düzeyinin, Sinop‟un
geliĢmesini nasıl etkilediği hiçbir zaman araĢtırılmadı. Yakın geçmiĢe ait bir çalıĢma Ģehrin Ortaçağ
tarihine dair bilgimizi büyük ölçüde geniĢletti: Sinop‟un kontrolü için Selçuklular ve Trabzon arasındaki
mücadele, Müslüman yönetiminin baĢlangıcına ıĢık tutan kale taahhütlerindeki Selçuklu kitabelerine dair
Rustam Shukurov (2001) ve Scott Redford‟un çalıĢması sayesinde detaylı olarak ele alınmıĢtır.
Candaroğulları politik tarihi için YaĢar Yücel‟in çalıĢması (1991) önemlidir. Yine de Candaroğulları
öncesi dönemdeki Sinop tarihinin doğru bir resmine sahip olmaktan çok daha uzağız ve Pervaneoğulları
hanedanının rolü kısmen aĢikar değildir. Kaynakların yetersizliği, Sinop‟un Ortaçağ tarihine dair
anlayıĢımızın oldukça bölük pörçük olacağı anlamına gelir. Yine de eski yazı bilgisi ve Memlûk Arapça
kroniklere dair kanıttan günümüze kadar tam olarak faydalanılmadı. Bu metnin ilk kısmında mevcut
literatüre bazı detaylar eklemeye ve onun kronolojik tarihini kısmen düzeltmeye müsaade eden bu yeni
kaynakları kullanarak Selçuklu dönemine ve daha
sonra 1322‟de Candaroğulları kuruluĢuna kadar
Sinop‟un politik tarihini gözden geçireceğim. Selçuklu, Moğol ve erken dönem Candaroğulları
dönemlerinde Sinop‟un sınır konumunun Ģehrin geliĢimini nasıl etkilediğine değinmeye teĢebbüs
edeceğim.
Bu amaçla Ģehrin kimliğinin üç önemli açısını inceleyeceğim: askeri ve savunma rolü,
ekonomik önemi ve topluluklar arası dini iliĢkileri.
”365
Peacock, Sinop ile ilgili makalesinde önce doğru bir kronoloji inĢa etmeye
çalıĢır. Türkiye Selçukluları‟nın 1214‟te Ģehri kuĢatmadan daha evvel hazırlıklara
baĢladıklarını kaydeder. 1214‟teki fethinden sonra birkaç defa daha Bizans
hakimiyetine giren Ģehrin siyasi olarak zorlu bir tarihe sahip olduğunu vurgular. Yazar,
daha sonra ise Sinop‟un savunma sistemi üzerinde durur. Kara tarafından sağlam
surlarla muhafaza edilen Ģehrin zayıf noktasının deniz tarafı olduğunu; bunun da bir
strateji hatası olmayıp, “coğrafyanın sonucu” olduğunu yazar. Daima karadan kuĢatma
363
A.g.m., s. 70.
Andrew C.S. Peacock, “Sinop: A Frontier City in Seljq and Mongol Anatolia”, Ancient Civilizations
from Scythia to Siberia, 16 (2010), s. 103-124.
365
A.g.m., s. 104.
364
103
tehlikesi mevcut olduğundan liman tarafının yardımları alabilmek için açık
bırakıldığını; bunun da Ģehrin zayıf noktasını oluĢturduğunu zikreder.
Sinop‟un savunma sistemini inceledikten sonra 1214‟te Selçuklular tarafından
fethinin ardından Ģehirde ne gibi idari değiĢiklik yapıldığı üzerinde durur. Bu manada
kutval (kale komutanı), mustahfizan (muhafızlar ve garnizon) ile ser-leĢker (ordu
komutanı) unvanlarının tespit edildiğini; buna mukabil fethedildiği tarihte Sinop‟un
gemi inĢa etme konusunda henüz belirgin bir rolünün bulunmadığını; deniz harekatları
için bir üs olmasının 1222‟deki Kırım seferinde temayüz etmeye baĢladığını, XIII.
yüzyılın ortalarından itibaren de bu rolünün giderek arttığını ifade eder. Hatta diğer
Anadolu Ģehirlerinde görülmeyen reisü’l-bahr unvanının deniz komutanı anlamına
gelmesi gerektiğini ve bunun da Ģehrin deniz üssü rolünün bir göstergesi olduğunu
yazar. Reisü’l-bahr unvanlı kiĢilerin yalnızca Sinop ile bağlantılı olmadıklarını
kaydeden Peacock, bu unvanla ilgili hâlâ belirsizliklerin mevcudiyetine iĢaret eder.
Sinop‟un Kırım seferinden itibaren deniz üssü olarak temayüz etmeye baĢlamasına
rağmen tersanesiyle öne çıkmasının Candaroğulları döneminde mümkün olduğunu ileri
sürer. Bunun yanında Ģehrin bir korsanlık merkezi olduğunu da belirtir.366
Sinop‟un bir ticaret merkezi olarak temayüz etmesi de Peacock‟un üzerinde
durduğu konular arasındadır. Peacock, Sinop‟un Ortaçağ‟daki ticari hayatına dair
oldukça az veri bulunmasına mukabil, Samsun kadar değilse de önemli bir merkez
olduğu kanaatindedir. Tarihi kayıtların ve nümizmatik verilerin Samsun‟un öncü
durumunu desteklediklerini belirtir. Yine Peacock, Sinop‟taki ticarete ve gemiciliğe
Hristiyanların hakim olduğunu düĢünmekte, fakat buna dair kaynak verememektedir.367
Muhtelif milletlerin bir arada bulunduğu Sinop Ģehrindeki dini hayat da
Peacock‟un üzerinde durduğu konulardan biridir. Buna rağmen bu hususla ilgili
yeterince
bilgi
yoktur.
Selçuklu
hakimiyetine
girdiğinde
Hristiyan
nüfusun
Müslümanlardan fazla olduğunu fakat zamanla bu oranın tersine döndüğünü, hatta 1487
tarihli bir tahrir defterine göre Ģehirde 609 Müslüman haneye mukabil 159 Hristiyan
hanenin mevcut olduğunu, bunun da ĠslâmlaĢmanın bir göstergesi olduğunu kaydeder.
Peacock, Sinop‟taki ĠslamlaĢmanın mahiyetinin tam olarak izah edilmesinin zorluğunu
da kaydeder. Çünkü yeterli bilgi mevcut değildir. Peacock, kitabelerden hareketle bazı
verilere ulaĢmaya çalıĢmıĢtır. Özellikle kitabelerde kullanılan bazı sıfatların
366
367
A.g.m., s. 111-115.
A.g.m., s. 115-118.
104
Hristiyanlara karĢı bir tepkinin varlığına iĢaret ettiğini savunur. Müslüman-Hristiyan
münasebetleri açısından Sinop‟un özel bir yerinin bulunduğunu, zira Ģehrin birkaç defa
Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında el değiĢtirdiğini belirtir. Candaroğulları
döneminden kalan kitabelerin, önceki dönem kitabelerine nazaran Hristiyanlar aleyhine
daha fazla unsur içerdiğini, bunun da temel sebebinin Candaroğulları‟nın “Hristiyanlara
karĢı Ġslamın savunucusu olarak kendini meĢrulaĢtırmak için Müslüman dünyasının
köĢesindeki konumunu kullanma peĢinde koĢmak” olduğunu savunur. MüslümanHristiyan münasebetlerine dair Ģunları kaydeder:
“Böylelikle XIII. yüzyıl epigrafik ve yazınsal literatür, inanmayanlar üzerine Müslümanların
zaferinin kutlandığını ileri sürse de, Candaroğulları tarafından teĢvik edildiği görünen gayrimüslim
inançlarına saldırıların epigrafik programı yeni bir hareket gibi görünür. Ne camideki ne de medresedeki
Pervane‟nin kitabesi, Candaroğulları kitabelerinin yaptığı Ģekilde Hristiyan doktrininin kabul edilemez
mahiyetine imada bulunmaz. Gayrimüslimlere Candaroğulları davranıĢının
temelini sadece tahmin
edebiliriz ama XIII. yüzyılın sonunda Sinop‟un Ceneviz tecrübesine kadar geri gidebilir. Hristiyan
botlarına karĢı Gazi Çelebi‟nin cihadı zaten belirtildi. Babasının kaçırılması gibi taarruzlara bir cevap
olma ihtimali olsa da, bölgesel Hristiyan nüfus yansıra Ġtalyanlar için muhtemelen imalara sahipti çünkü
1315‟te Müslüman otoriteler, Sinop piskoposunu sürdüler. Daha önceki “Çin yolu üzerindeki putların
evindeki” gittikçe artan gergin atmosfer izlenimi, Hristiyanlık ile sınırlı değildir. Ġbn Batuta‟nın kendisi,
Kuzey Afrika Maliki hukuk okulu tarafından belirtilen abdestleri bilmeyen bu bölgenin nüfusu onu ġiî ile
karıĢtırdığında ciddi bir Ģüphe ile karĢılaĢtı. ġiîler tarafından yasaklandığı düĢünülen tavĢan yiyerek Sünnî
delillerini gösterip sultanın naibi ile iyi iliĢkiler yeniden sağlanabildi. Hristiyanlar ve askeri karĢılaĢmalar
ile hangi ölçüde bu davranıĢların oluĢturulduğu veya desteklendiği sadece tahmin edilebilir ama gayri
müslimlerin Osmanlı yönetimi altında neden daha rahat hissettiklerini söylemek muhtemelen kolay
görünür.
”368
Peacock, Türkiye Selçukluları‟nın Karadeniz politikaları bağlamında Kırım
seferini de incelemiĢtir.369 Yazarın bu konu üzerinde durmasının birkaç sebebi var
gibidir. Bunların baĢında da bu seferin Selçuklular‟ın ilk deniz ötesi seferi
olmasıdır.Ġkinci sebep bu seferden Selçuklu tarihiyle uğraĢanların neredeyse hepsi bir
Ģekilde bahsetmesine rağmen yalnızca Yakubovskii‟nin bir makalesinde müstakil olarak
ele alınmasıdır. Peacock‟a göre Yakubovskii‟nin çalıĢması Rus tarihi bağlamında ve Ġbn
Bibi‟ye dayanarak kaleme alındığı için konuyu yetkin bir Ģekilde ele almaktan uzaktır.
368
369
Peacock, “Sinop: A Frontier City in Seljuq and Mongol Anatolia”, s. 121.
A.C.S. Peacock, “The Seljūk Campaign against the Crimea and the Expansionist Policy of the Early
Reign of Alā‟ al-Dīn Kayqubād”, The Royal Asiatic Society, series 3, 16/2 (2006), s. 133-149.
Peacock‟un bu makalesi Türkçe‟ye de tercüme edilmiĢtir (“Kırım‟a KarĢı Selçuklu Seferi ve Alâeddin
Keykubad‟ın Hâkimiyetinin Ġlk Yıllarındaki GeniĢleme Polotikası”, çev. Murat KeçiĢ-Ali Mıynat,
DTCF Tarih AraĢtırmaları Dergisi, 47 (Ankara 2010), s. 243-265).
105
Zira Suğdak seferi Türkiye Selçukluları‟nın tarihi geliĢim çizgisi bağlamında ele
alınmalıdır. Konunun ele alınmasının bir diğer sebebi de seferin ne zaman vuku
bulduğuna farklı görüĢlerin mevcut olmasıdır.370
Suğdak seferi bahsine Peacock, öncelikle bu sefere dair bilgi veren ana
kaynakları tanıtarak baĢlar. Seferler ile ilgili en fazla malumatı nakleden Ġbn Bibi‟nin elEvâmirü’l-Alâ’iyye fi’l-Umûri’l-Alâ’iyye adlı eseri hakkında bilgiler verir. Daha sonra
ise
sırasıyla
Taberi‟nin
Tarih‟inin
Osmanlı
Türkçesi‟ne
yapılan
tercümesi,
MüneccimbaĢı‟nın Camiü’d-Düvel‟i, Saltuknâme ve Synaxary of Sougdaia (Suğdak)‟ya
dair kısaca tanıtıcı bilgiler verir.371
Suğdak seferinin ne zaman olduğu konusunda tarihçiler farklı görüĢler ileri
sürmüĢler ve bu konuda daha çok Yakubovskii‟nin tezi kabul görmüĢtür.
Yakubovskii‟nin tezlerine de ciddi itirazlar yapılmıĢtır. Meselâ Osman Turan,
Yakubovskii‟nin Ġbn Bibi‟deki bilgileri yanlıĢ anladığını ileri sürmüĢtür372. Peacock da
Yakubovskii‟nin kronoloji konusunda hata yaptığı kanaatindedir. Seferin ne zaman
olduğuna dair kesin bir tarihi (1227) yalnızca MüneccimbaĢı kaydeder fakat bu doğru
bir tarihlendirme değildir. Peacock‟a göre sefer 1220 ile 1222 yılları arasında vuku
bulmuĢ olmalıdır.373
Peacock, Suğdak seferinin sebepleri üzerinde de durur. Bununla ilgili Ġbn
Bibi‟nin tüccarların Ģikayetleri sebebiyle seferin ilan edildiği yönündeki kurgusunun
yeterli bir izah sunmadığını belirtir. Sinop‟un fethinden sonra Karadeniz ticaretinde söz
sahibi olmak isteyen Türkiye Selçukluları için Suğdak gibi önemli bir limana sahip
olmanın
kaçınılmaz
olduğunu
kaydeder.
Trabzon
Rum
Ġmparatorluğu
ile
münasebetlerin bozulması sebebiyle Karadeniz ticaret yollarında yaĢanan sıkıntıların da
seferin ilan sebeplerinde önemli bir amil olduğunu zikreder. Köle ticaretinin en önemli
merkezlerinden biri olması da Suğdak seferinin sebepleri arasındadır. Hatta Peacock‟a
göre sonuncu sebep öncekilerden daha önemli ve öncelikliydi. Bu hususta Peacock,
Ģunları kaydeder:
370
371
372
373
A.g.m., s. 133-134.
A.g.m., s. 135-137.
Osman Turan‟ın Suğdak seferi hakkında yazdıkları için bk. Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 357Peacock, “The Seljūk Campaign against the Crimea and the Expansionist Policy of the Early Reign of
Alā‟ al-Dīn Kayqubād”, s. 138-140. Osman Turan ise seferin 1227‟de vuku bulması gerektiğini ileri
sürmüĢ ve Peacock‟tan oldukça farklı bir kronoloji sunmuĢtur (Selçuklular Zamanında Türkiye, s.
357-363).
106
“Kuzey ve güney kıyılar arasındaki kazançlı ticaret, Ģüphesiz herhalükarda Selçuklular‟ın
kıskançlığına sebep oldu ama onlar için özellikle önemli olan köle ticaretiydi. Bütün modern öncesi
Müslüman devletlerde olduğu gibi, Rum Selçukluları‟nın ordusu ve ekonomisi kölelere dayanıyordu,
bunun en önemli kaynaklarından biri Kuzey Karadeniz bölgesiydi. Suğdak‟ı ele geçiren Selçuklu
komutanı Hüsameddin tarafından o vakit yönetilen Kastamonu ili ve Sinop boyunca Selçuklu topraklarına
ihraç ediliyorlardı. Hüsameddin‟in köle ticaretine dahil olduğunu Ibn Bibi‟den biliyoruz... Kırım‟daki
Selçuklu ve özellikle Hüsameddin‟in çıkarlarının çoğu, bu önemli metanın kaynağını kontrol etme
arzusuyla teĢvik edildi. Ġbn Bibi‟nin özellikle belirttiğine göre Hüsameddin kendi tımarının ana Ģehirleri
Sinop ve Kastamonu‟yaKırım‟dan köleler ve kız köleler gönderiyordu.Gerçi Ġbn‟ülEsir, böyle kölelerin
Suğdak ihracatı içinde olduğunu kaydeder…”
374
Köle temin etmek üzere neden Suğdak seferine çıkılmak zorunda kaldığına dair
de Ģunları ileri sürer:
“Her halukârda Kerson‟a bağlantıları ile Trabzon rakipleri ile daha etkili bir Ģekilde yarıĢmayı
kendilerine sağlayan Kırım Yarımadası‟nda tutunma noktasına sahip olmak Selçuklular için arzu
edilebilir görünürmüĢ gibi olmalıdır ama köleleriçin yeni kaynaklar elde etmeye dair XIII. yüzyılın ilk
çeyreğinin Ģartları ihtiyacı daha baskılayıcı kılmıĢ olabilir. Daha erken zamanlarda, Selçuklular ganimet
olarak güvenilir bir kaynak temin etmek için batıya Rum komĢuları ile savaĢlara güvenebiliyordu ama
XIII. yüzyıl baĢında durum değiĢmiĢti. Rum Ġznik Laskaris imparatorluğu ile savaĢta 1211‟de Sultan
Gıyaseddin Keyhüsrev‟in ölümünden sonra Lascarids ve Selçuklular, bir barıĢ anlaĢmasına ulaĢtı ve iki
güç arasında artık baĢka düĢmanlıklar yoktu. Selçuklular devletin insan gücünün bu önemli parçasının
peĢinde baĢka yerde koĢmaya mecbur edildi. 1214‟te Ġzzeddin‟in Sinop‟u fethi ve Alaeddin tarafından
devam ettirilen Kilikya Ermenilerine karĢı seferleri, yeni ganimet kaynakları bulma ihtiyacına bir cevap
olarak görülmüĢ olabilir. Elbette köle ihraç etmek her daim mümkündü ama bunun masrafı çok fazla
olacaktı. Kırım‟daki tutunma noktası, aracı ihtiyacını ortadan kaldırarak ve masraflarını önemli ölçüde
azaltarak Güney Rus bozkırı ve adadan köle teminine Selçuklular‟a doğrudan ulaĢım sağlayacaktı.”375
Peacock, Suğdak seferinin Türkiye Selçukluları‟nın bir sefer programının
parçası olduğu görüĢündedir. Zira ona göre Anadolu‟daki diğer seferlerin bir parçası
gibiydi ve bu seferlerin temel hedefi ticaret yollarına hakim olmaktı. Ayrıca önce Kıbrıs
Krallığı daha sonra da Trabzon Rum Ġmparatorluğu ile barıĢ antlaĢmalarının imzalanmıĢ
olması Selçuklu idarecilerini Suğdak seferine zorlamıĢ olmalıdır. Hüsameddin Çoban,
Suğdak‟ı uzun süre elinde tutamamıĢ gibidir. Buna mukabil buranın kaybının sebep
olduğu sıkıntıları gidermek için Trabzon Rum Ġmparatorluğu üzerine 1223‟te376 seferi
çıkıldığı görülmektedir.
374
375
376
A.g.m., s. 141-142.
A.g.m., s. 142.
Osman Turan, bu seferin 1228‟de vuku bulduğunu kaydeder (Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 361363). Murat KeçiĢ ise konuya dair yeni bilgiler bulduğu makalesinde Peacock gibi 1223 tarihini kabul
107
Suğdak seferinin önemine dair Peacock Ģunları kaydeder: “Suğdak seferinin
önemi, baĢarılı veya baĢarısız olmasından ziyade vuku bulmasında yatar. 1214‟te
Sinop‟u ele geçirmelerinin akabinde birkaç yıl içinde Selçuklular‟ın bir donanma inĢa
etme hızı, Karadeniz ticaretini elde tutmanın önemini ve rakipleri Trabzon ile yarıĢma
ihtiyacını yansıtır.”377
377
eder (“Türkiye Selçuklularının 1223 Yılında Trabzon Üzerine Düzenledikleri Sefer Hakkında Yeni
Bir Kaynak ve Bazı Yeni Bilgiler”, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı 28
(Bahar 2012), s. 40-54).
Peacock, “The Seljūk Campaign against the Crimea and the Expansionist Policy of the Early Reign of
Alā‟ al-Dīn Kayqubād”, s. 148-149.
108
SONUÇ
Andrew S. Charles Peacock, son yıllarda Büyük Selçuklu ve Türkiye
Selçukluları tarihi yanında Ortaçağdaki Türk tarihinin muhtelif meselelerine dair
kaleme aldığı çalıĢmalarıyla ön plana çıkmaya baĢlamıĢ bir araĢtırmacıdır. Yalnızca
kendi kaleme aldığı eser ve makaleleriyle değil, editörlüğünü yaptığı kitaplarla da
isminden sıkça söz ettirmektedir. Peacock‟un kitapları ve makalelerinden yalnızca bir
kitabı ile iki makalesi Türkçe‟ye tercüme edilmiĢtir. Biz tezimizde Peacock‟un Selçuklu
tarihi araĢtırmalarını ele aldık.
GiriĢ bölümünde çalıĢmaları kitaplar ve makaleler olmak üzere iki baĢlık altında
tasnif edildi. Bunlar yayın kronolojileri esas alınarak sıralanarak özetleri yapıldı.
Tezimizin birinci bölümünde Peacock‟un Büyük Selçuklu tarihine dair
çalıĢmaları ele alındı. Bu döneme neden önem verdiği, konuları ele alırken ana
kaynakları ve araĢtırma eserleri nasıl kullandığı üzerinde müstakil bir baĢlık halinde
duruldu. Bu incelemeler neticesinde Peacock‟un konuyu ele aldığı kitapları ve
makalelerinde öncelikle kaynak meselesine hassaten dikkat kesildiği, Büyük Selçuklu
tarihinin bütün yönleriyle ilgilenmekten ziyade, göçebeler ve merkezi otorite baĢta
olmak üzere dönemi belirli meseleler etrafında ele almayı tercih ettiği; meseleleri ele
alırken kendisinden önce kaleme alınmıĢ araĢtırma eserlerin tamamını görmek gibi bir
gayret içine girmediği ve bu yüzden de zaman zaman önceki çalıĢmaların hakkını teslim
edemediği; ele aldığı meselelere dair yeni bilgilerden ziyade yeni yaklaĢımlar getirmeye
çalıĢtığı görülmüĢtür. Zaten Peacock‟un kendisi de birçok çalıĢmasında yeni bir Ģey
bulmaktan ziyade kaynakları yeni bir bakıĢ açısıyla ele aldığını yazmaktadır.
AraĢtırmacının yeni yaklaĢımlar olarak ileri sürdüğü görüĢlerin, ilgili bölümlerde de
temas ettiğimiz üzere, aslında bazıları daha önceki çalıĢmalarda elealınan veya
dillendirilen yaklaĢımlardır. Peacock‟un bunları görmezlikten gelerek kendi görüĢleri
gibi ortaya koyması ilmî ahlâka pek de uygun olmasa gerektir. Yeni yaklaĢımlar olarak
109
ileri sürülen görüĢlerin bir kısmının ise spekülatif konular üzerinde yoğunlaĢtığı,
Peacock‟un farklı görüĢler mevcut olmasına rağmen kendi tezlerini destekleyen
kısımlara ağırlık verdiği de görülmektedir.
Peacock, çalıĢmalarının önemli bir kısmını da Büyük Selçukluların idari, askeri
ve iktisadi yapısı üzerine teksif ettiği müĢahede edilmiĢtir. Bu nedenle tezimizin ikinci
bölümünde araĢtırmacının zikredilen konulara dair çalıĢmalarını inceledik.
Tezimizin son bölümünde ise Peacock‟un Türkiye Selçuklu tarihine dair
çalıĢmalarını ele aldık. AraĢtırmacının, Büyük Selçuklu tarihine dair çalıĢmalarında
olduğu gibi, bu döneme teksif ettiği çalıĢmalarında da öncelikle ana kaynak
meselelerine hassaten dikkat kesildiğini tesbit ettik.
Sonuç olarak Peacock, Büyük Selçuklular ve Türkiye Selçukluları‟na dair
kaleme aldığı kitaplar ve makalelerle özellikle Avrupa‟da isminden sıkça söz ettiren bir
tarihçidir. Bunun yanısıra çalıĢmaları, spekülatif konular üzerinde yoğunlaĢmıĢtır ve
bunlar maalesef baĢka bazı araĢtırmacılar tarafından alkıĢlanarak karĢılansa da ciddi
tutarsızlıklar ihtiva etmektedir. Kaynak kullanımı, ana kaynakları zaman zaman
yazıldıkları dönemin Ģartlarından kopararak, seçkici bir Ģekilde kullanması, kaynaklarla
ilgili yapılan bazı önemli yayınları görmemezlikten gelmesi, tartıĢmalı konulara dair
kıĢkırtıcı bir üslubla kaleme aldığı bölümlerin hassaten Avrupa‟da takdirle karĢılanması
ve onca tanıtım yazısında neredeyse hiçbir tenkide tâbi tutulmaması hayretle
karĢılanacak bir durumdur. AraĢtırmacının Türk tarihinin önemli bir dönemine dair
çalıĢmalarının, Türk tarihçilerinin çalıĢmalarını kasti olarak görmezlikten gelerek ya da
bir Ģekilde yaftalayarak inĢa edilmiĢ olması da üzerinde durulması gerekli hususlardır.
110
KAYNAKÇA
ATEġ, Ahmet, “XII-XIV. Asırlarda Amadolu‟da Farsça Eserler”, ĠÜTM, VII/VIII, 94135.
BEZER, Gülay Öğün, “Terken Hatun”, DĠA, XL, 510.
CAHEN, C., Osmanlılardan Önce Anadolu, çev. Erol Üyepazarcı, Ġstanbul 2012.
DENY, J., “Tuğra”, ĠA, XII/2, 6-7.
DERMAN, M. Uğur, “Tuğra”, DĠA, XXXXI, 336-339.
GOLDEN, Peter B., An Introduction to the History of the Turkic Peoples: Ethnogenesis
and State-formation in Medieval and Early Modern Eurasia and the Middle East,
Wiesbaden 1992.
______, “War and warfare in the pre-Cinggisid western steppes of Eurasia”, War and
Warfare in Inner Asian History (500-1800), ed. Nicola di Cosmo, Leiden 2002.
HAREKAT, Ġbrahim, “Berid”, DĠA, V.
ĠNALCIK, Halil, ġair ve Patron, Patrimonyal Devlet ve Sanat Üzerinde Sosyolojik Bir
Ġnceleme, Ankara 2003.
KAFESOĞLU, Ġbrahim, “Selçuklular”, ĠA, X, 353-373.
______, “Türkmen Adı, Manası ve Mahiyeti”, Türkler, IV, 580-594.
KEÇĠġ, Murat, “Türkiye Selçuklularının 1223 Yılında Trabzon Üzerine Düzenledikleri
Sefer Hakkında Yeni Bir Kaynak ve Bazı Yeni Bilgiler”, Muğla Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı 28 (Bahar 2012), s. 40-54.
KLAUSNER, Carla L., The Seljuk Vezirate: A Study of Civil Administration 1055-1194,
Cambridge 1973.
KÖPRÜLÜ, M. Fuat, “Berîd”, ĠA, II, 541-549.
______, Anadolu Selçukluları Tarihininin Yerli Kaynakları I, Ankara 1943.
KUCUR, Sadi S., “A Study on the Coins of Tughril Beg the Sultan of the Great
Seljuqs”, XIII Congreso Internacional de Numismatica, Madrid 2003, ActasProceedings-Actes, I, Madrid 2005, s. 1599-1608.
111
LAMBTON, A.K.S., “The Administration of Sanjar‟s empire as illustrated in the Atabat
al-Kataba”, BSOAS, 20 (1957).
______, Continutity and Change in Medieval Persia: Aspects of Administrative,
Economic and Social History, Eleventh to Fourteenth Century, Londra 1988.
MERÇĠL, Erdoğan, “ġahne”, DĠA, XXXVIII, 292-293.
NĠZAMÎ, Mahzen-i Esrar, çev. M. Nuri Gençosman, Ġstanbul 2014.
ÖZCAN, Abdülkadir, “Ayyâr”, DĠA, IV, 296.
ÖZGÜDENLĠ, Osman G., “Selçuklu Paraları IĢığında Çağrı Bey‟in Ölümü”, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih AraĢtırmaları Dergisi, 22 (35)
(2004), s. 155-170.
______, “ÜlüĢ Sisteminden Merkezî Devlete: Selçuklu Devlet Telâkkisinin TeĢekkülü
(1038-1064)”, Türkler, V, 249-264.
______, “Yeni Paraların IĢığında KuruluĢ
Devri
Selçuklularında Hâkimiyet
Münasebetleri Hakkında Bazı DüĢünceler”, Belleten, sayı: 65 (Ankara 2001),
______, “Ortaçağ Tarihi AraĢtırmalarına GiriĢ”, Tarih Metodu, EskiĢehir 2012 (2.
Baskı), s. 79-93.
______, “Ortaçağ Tarihinin Kaynakları”, Tarih Metodu, EskiĢehir 2012 (2. Baskı), s.
101-124.
POLAT, M. Said, Selçuklu Göçerlerinin Dünyası: Karacuk’tan Aziz George Kolu’na,
Ġstanbul 2004.
ROUX, Jean-Paul, Les Traditions des Nomades de la Turquie méridionale: contribution
a l’étude des représentations religieuses dans les sociétés turques d’après les
enquêtes effectuées chez les Yörük et les Tahtaci, Paris 1970.
ġEġEN, Ramazan, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, Ġstanbul 1998.
TANERĠ, Aydın, “Divan, Büyük Selçuklular‟da Divan”, DĠA, IX, 385-386.
______, “Hacib”, DĠA, XIV, 508-511.
TURAN, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk-Ġslâm Medeniyeti, Ġstanbul 1969.
______, Selçuklular Zamanında Türkiye, Siyasi Tarih, Alp Arslan’dan Osman Gazi’ye
(1071-1328), Ġstanbul 1999, s. 1-44.
______, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, Metin, Tercüme ve
AraĢtırmalar, Ankara 1988.
112
ÖZGEÇMĠġ
1987 yılında Konya-AkĢehir‟de doğdu. Ġlk, orta okul ve liseyi Aydın‟da okudu.
2005 yılında Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Ġngilizce Öğretmenliği
bölümüne girdi ve bu bölümü 2009 yılında tamamladı. 2010 yılında Marmara
Üniversitesi Türkiyat AraĢtırmaları Ortaçağ Anabilimdalı‟nda yüksek lisansa baĢladı
2011-2019 yılları arasında ĠSMEK‟te Ġngilizce öğretmeni olarak görev yaptı. Bugüne
kadar Türkçe‟de iki tercüme kitabı yayınlandı (Ġngiliz Elçisi Sir James Porter ve Sir
Georg Larpet’in Kaleminden Türkiye’nin Bir Asrı, çev. Esma Selçuk Demir, Ġstanbul
2014; Domenico Herosolimitano, Bir Yahudi Doktorun Harem, Saray ve Ġstanbul
Hatıraları, çev. Esma Selçuk Demir, Ġstanbul 2018).
113