(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

Academia.eduAcademia.edu
T.C. MARMARA ÜNĠVERSĠTESĠ TÜRKĠYAT ARAġTIRMALARI ENSTĠTÜSÜ TÜRK TARĠHĠ ANABĠLĠM DALI ORTAÇAĞ TARĠHĠ BĠLĠM DALI ANDREW CHARLES SPENCER PEACOCK (ESERLERĠ VE TARĠHÇĠLĠĞĠ) YÜKSEK LĠSANS TEZĠ ESMA SELÇUK DEMĠR ĠSTANBUL 2019 T.C. MARMARA ÜNĠVERSĠTESĠ TÜRKĠYAT ARAġTIRMALARI ENSTĠTÜSÜ TÜRK TARĠHĠ ANABĠLĠM DALI ORTAÇAĞ TARĠHĠ BĠLĠM DALI ANDREW CHARLES SPENCER PEACOCK (ESERLERĠ VE TARĠHÇĠLĠĞĠ) YÜKSEK LĠSANS TEZĠ ESMA SELÇUK DEMĠR TEZ DANIġMANI: DOÇ. DR. SADĠ S. KUCUR ĠSTANBUL 2019 ĠÇĠNDEKĠLER ÖNSÖZ ...................................................................................................................... III ÖZET.......................................................................................................................... V ABSTRACT .............................................................................................................. VI KISALTMALAR ................................................................................................... VII GĠRĠġ ..................................................................................................................... VIII Andrew Charles Peacock’un ÇalıĢmaları ........................................................... VIII Kitapları .................................................................................................................................. VIII Makaleleri ................................................................................................................................ IX I. BÖLÜM ................................................................................................................... 1 PEACOCK’A GÖRE BÜYÜK SELÇUKLU TARİHİ NEDEN ÖNEMLİ? ................................................ 1 Kaynaklara Dair ......................................................................................................................... 3 a) Ana Kaynaklar ................................................................................................................ 3 b) AraĢtırma Eserleri .......................................................................................................... 7 Büyük Selçukluların Menşei Meselesi ..................................................................................... 10 Selçukluların Maveraünnehir ve Horasan’a Göçleri Meselesi ................................................ 12 Göçebelerin Sosyal Yapısı ve Selçuklularla Münasebetleri ..................................................... 13 Selçuk’un ÖlümündenTuğrul ve Çağrı Beyler Devrine Kadar Selçuklu Tarihi.......................... 15 “Bir İslâm Hükümdarı” Olarak Tuğrul Bey’in Temayüz Etmesi................................................ 18 Tuğrul’un İran ve Irak Politikası............................................................................................... 20 Selçuklular ve İslâmiyet ........................................................................................................... 22 Büyük Selçuklular ve Zimmîler ................................................................................................ 29 Büyük Selçuklularda Hakimiyet Telakkisi ve Meşruiyetin Temelleri ....................................... 32 II. BÖLÜM ............................................................................................................... 36 PEACOCK'UN BÜYÜK SELÇUKLULAR'IN ĠDARĠ, ASKERĠ, ..................... 36 ĠKTĠSADĠ TARĠHĠNE DAĠR TESPĠTLERĠ ........................................................ 36 Büyük Selçuklu Sarayları ve Saray Hayatı ................................................................................ 36 Kâtibler, Bürokratlar ve Yönetim ............................................................................................ 45 Selçuklu Ordusu ve Askerî Yapısı............................................................................................. 54 Büyük Selçuklular ve İktisadi Hayat......................................................................................... 63 Selçuklu Hakimiyeti ve İktisadi Değişim .................................................................................. 63 Büyük Selçuklular Devrinde Türkmenlerin Tarıma ve Ekonomik Hayata Etkileri .................... 65 Büyük Selçuklular ve Ticaret ................................................................................................... 66 Büyük Selçuklular ve Şehircilik ................................................................................................ 67 I III. BÖLÜM .............................................................................................................. 71 PEACOCK’UN TÜRKĠYE SELÇUKLULARI’NA DAĠR TESPĠTLERĠ ......... 71 Kaynaklara Dair ....................................................................................................................... 71 Anadolu’nun Türkleşmesi ....................................................................................................... 75 Anadolu’da Türkmen Meselesi ............................................................................................... 81 Türkiye Selçukluları ve Mevlevîlik ........................................................................................... 88 Türkiye Selçukluları Siyasi Tarihi ............................................................................................. 91 Türkiye Selçukluları’nın Karadeniz Politikaları ...................................................................... 100 SONUÇ .................................................................................................................... 109 KAYNAKÇA .......................................................................................................... 111 ÖZGEÇMĠġ ............................................................................................................ 113 II ÖNSÖZ Türk tarihinin en önemli dönemlerinden birini Büyük Selçuklular ve Türkiye Selçukluları teĢkil eder. Önemine binaen daha XIX. yüzyıldan itibaren hem ülkemizde hem de yurt dıĢında bu dönemlerin muhtelif konularını ele alan araĢtırmalar kaleme alınmıĢtır. Bunun yanında dönemin ana kaynaklarının büyük bir kısmı da neĢredilmiĢtir. Selçuklu tarihi hakkında çalıĢmaları bulunan araĢtırmacılardan biri de A. S. C. Peacock‟tur. A. S. C. Peacock, çalıĢmalarını daha çok Ortaçağ Türk tarihi üzerine teksif etmiĢtir. Özellikle de Büyük Selçuklular ve Türkiye Selçukluları tarihini temel araĢtırma konusu olarak belirlemiĢtir. Bu dönemlerin hem siyasi tarihinin hem de iktisadi, sosyal ve idari tarihinin farklı meseleleri üzerine kitaplar ve makaleler kaleme almıĢtır. Peacock‟un kitaplarından biri Türkçe‟ye de tercüme edilmiĢtir. Biz bu tez çalıĢmasında Peacock‟un Büyük Selçuklular ve Türkiye Selçukları tarihine dair kaleme aldığı çalıĢmaları analitik bir Ģekilde ele almaya çalıĢtık. Tezimiz, GiriĢ, üç bölüm ve sonuçtan müteĢekkildir. GiriĢte Peacock‟un çalıĢmalarının izahlı kronolojik bir dökümü yapıldı. Birinci bölümde Peacock‟un Büyük Selçuklu tarihine dair tespitleri ele alındı. AraĢtırmacının bu dönem kaynaklarını kullanma Ģekli, dönemin siyasi tarihine dair tespitleri ile Selçuklular döneminde yönetimin Müslümanlar ve gayrimüslimlerle olan münasebetlerine dair tezleri üzerinde duruldu. Ġkinci bölümde ise Peacock‟un Büyük Selçuklular‟ın idari, askeri ve iktisadi yapısına dair tespitleri değerlendirildi. Tezimizin üçüncü bölümünde ise Peacock‟un Türkiye Selçuluları ile ilgili kaleme aldığı çalıĢmaları incelendi. III Uzun sayılabilecek ve hayatımın dönüm noktalarına denk gelen tez çalıĢmasında sona gelmenin verdiği heyecan ve burukluk tarif edilmez. Bu süreci hem en az streste hem de en dolu Ģekilde geçirmemi sağlayanların baĢında elbette tez danıĢmanım Doç. Dr. Sadi S. Kucur gelir. Kaynakların temininde gösterdiği kolaylık ve tezde karĢılaĢtığım müĢkillerin hallindeki müĢfik tavrı için sayın hocama teĢekkür ederim. Onca yoğunluğuna rağmen ilim yolunda babacan tavrı ile her daim bana destek olan ve çalıĢmalarımda beni cesaretlendiren değerli hocam Prof. Dr. Erhan Afyoncu‟ya; tarih bölümünde yüksek lisansa baĢlamama vesile olan hocam Prof. Dr. Mustafa Sabri KüçükaĢcı‟ya müteĢekkirim. Tez sürecinde her türlü desteği veren, varlıklarıyla her dem mesrur olduğum babam, annem ve kardeĢlerime de teĢekkür ederim. Akademisyenin hayatının zorluklarını ve güzelliklerini kendisinde gördüğüm, tez çalıĢmam sırasında bu zorluklara bakarak pes etmeye yaklaĢtığım demlerin, ilimle meĢgul olmanın güzel yönlerini göstererek bana çalıĢma azmi veren eĢime; “anne tez neden adı gibi tez olmaz” diyen ve dünyaya tez kavramıyla gözlerini açan ve elimde olmadan çalıĢmalarım sırasında ihmal ettiğim oğluma da bu vesileyle müteĢekkir olduğumu ifade etmek isterim. Ümraniye, 2019 Esma SELÇUK DEMĠR IV ÖZET Bu çalıĢmada A.S.C. Peacock‟un Büyük Selçuklular ve Türkiye Selçukluları tarihine dair çalıĢmaları değerlendirildi. GiriĢte Peacock‟un çalıĢmalarının genel bir dökümü yapıldı. Birinci ve ikinci bölümlerde ise Peacock‟un Büyük Selçuklu tarihine dair tespit, tenkit ve tezleri değerlendirildi. Üçüncü bölümde ise Peacock‟un Türkiye Selçuklu tarihine dair muhtelif meseleleri ile ilgili görüĢleri ele alındı. Bu çalıĢma için Peacock‟un yayınlanmıĢ kitap ve makaleleri tarandı. Peacock‟un zikredilen dönem ve konularla ilgili görüĢleri kronojik bir kurgu içinde değil, analitik bir yaklaĢımla değerlendirilmeye tâbi tutuldu. V ABSTRACT In this study, A.S.C. Peacock‟s studies about the histories of The Great Seljuk Empire and The Seljuks of Anatolia have been studied. In the introduction a general list of his studies have been listed. In the first and second chapters his determinations, critiques and theses have been evaluated. In the third chapter, his opinions concerning various affairs in the Seljuk of Anatolia have been discussed. In this study, Peacock‟s published books and articles have been analyzed. Peacock‟s ideas concerning the said period and the subjects have been reviewed not in a chronological way but in an analytical approach. VI KISALTMALAR a.mlf : aynı müellif AÜĠFD : Ankara Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Dergisi bk. : bakınız BOA : BaĢbakanlık Osmanlı ArĢivi çev. : çeviren çev.yz. : çeviri yazı DĠA : Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi DTCF : Dil Tarih Coğrafya Fakültesi ed. : editör haz. : hazırlayan ĠA : Milli Eğitim Bakanlığı Ġslâm Ansiklopedisi nr. : numara s. : sayfa TM : Türkiyat Mecmuası vd.: ve diğerleri VII GĠRĠġ Andrew Charles Peacock’un ÇalıĢmaları Kitapları 1) Mediaeval Islamic Historiography and Political Legitimacy: Bal‘ami’s Tarikhnama, London 2007. Peacock‟un Cambiridge‟de 2003‟te savunduğu bu doktora tezinde, genellikle Taberî‟nin Tarihi‟nin Ebu Ali Belâmî tarafından X. Yüzyılda Farsça‟ya tercümesi kabul edilen Târih-i Belâmî ele alınmıĢtır. AraĢtırmacı önce Sâmanî devri tarih yazımının, Taberî‟nin Tarihi ile ilgili tercümeleri ve Belâmî‟nin hayat hikayesini ele alır. Sonra ise Belâmî‟nin tercümesinin Ģekil ve içerik analizini yapar. Peacock, genellikle Taberî Tarihi‟nin tercümesi olarak bilinen bu eserle ilgili neden çalıĢtığını Ģöyle açıklar: “Zaten belirttiğim üzere Belâmî‟nin Tarihnâmesini çalıĢmak için sebepler değiĢiklik gösterir ve hem kültürel hem politik tarih bakıĢ açısından onun etkisi dikkate değerdir. Gerçi günümüze kadar pek az ilmi dikkate nail oldu. Bunun sebebi kısmen Ģudur: Tarihname‟nin çok sayıda günümüze ulaĢan el yazmasının yeterince çalıĢılmadan önce çözülmeye ihtiyacı olan fazlaca metinsel zorluğu sunmasıdır. Ama bu ihmalin en önemli sebebi, Ģüphesiz Târihnâme‟nin meĢhur ilim adamı ve hukukçu Taberî tarafından H. IV/M. X. yüzyıl baĢında Bağdat‟ta derlenen meĢhur bir Arapça kitap olan Târih el-Rasul ve’l-Mülûk‟ün tercümesi olarak malum tespitidir. Belami‟nin kendisi bu çalıĢmanın kısaltılmıĢ bir Farsça tercümesini temin etmeye niyet ettiğini iddia eder ama aslında Arapça orijinalinden öyle farklılık gösterir ki, Belami‟nin Arapça metni kendi Farsça versiyonunda neden ve nasıl değiĢtirdiğini ve aslında neden Târihnâmesini bir tercüme olarak sunma peĢinde koĢtuğunu anlamak için bunu Taberi‟nin çalıĢması ile kıyaslamak ve karĢılaĢtırmak gereklidir”. AraĢtırmacı kendi çalıĢmasının üç temel mesele üzerinde odaklandığını belirtir. Bunlar Târihnâme‟nin neden yazıldığını ve bu metnin mevcut formları neden oluĢtuğunu ortaya koymak; bu kadar uzun süre nasıl etkili kaldığını anlamak; Târihnâme‟nin karmaĢıklığı ve önemini vurgulayarak diğer ilim adamlarının burada geliĢi güzel muamele edilmiĢ ve ihmal edilmiĢ noktaları araĢtırmak. 2) Early Seljūk History: A New Interpretation, London 2010. Eserin Türkçe çevirisi için bk. Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, Yeni Bir Yorum, çev. Zeynep Rona, Ġstanbul 2016. 3) The Great Seljuk Empire, Edinburg 2015. VIII Makaleleri 1) “Ahmad of Niğde‟s al-Walad al-Shafiq and the Seljuk past”, Anatolian Studies, 54 (2004), s. 95-107. Bu çalıĢmada, bugüne kadar üzerine müstakil bir çalıĢma yapılmamıĢ olan ve tek nüshası Süleymaniye Kütüphanesi‟nde bulunan al-Walad alShafiq/El-Veledü’l-ġefik adlı Farsça eser ele alınmıĢtır. Eserin müellifi XIV. yüzyılda yaĢayan Niğdeli Kadı Ahmed‟dir. Peacock, bu makalesinde Niğdeli Ahmed‟in eserinden hareketle XI.-XIV. yüzyıl Anadolu‟sunun toplumsal hayatına dair tespitlerde bulunmaya çalıĢmıĢtır. Ayrıca, Niğdeli Kadı Ahmed'in hayatı ve geçmiĢi hakkında elde kalan bilgiler de değerlendirilerek bu çalıĢmanın neden ve kim için yapıldığı üzerinde durmuĢtur. Peacock, yazmanın tamamı üzerinde değil de daha çok Selçuklu ve Moğol tarihi ile alakalı bölümleri üzerine yoğunlaĢmıĢtır. 2) “Nomadic Society and the Seljuq Campaigns in Caucasia”, Irand and the Caucasus, 9/2 (Leiden 2005), s. 205-230. Peacock, bu makalesinde XI. yüzyıl sonlarının ortalarında Doğu Anadolu ve Güney Kafkasya‟ya yönelik Selçuklu yayılması üzerinde durur. Bu bölgeye odaklanmasının temel iki sebebi Ģunlardır: Ġlk olarak Ortadoğu'daki Türk kabilelerinin en erken yerleĢim alanının buralarda teksif etmiĢ olması. Ġkinci olarak bölgeye yönelik Selçuklu saldırılarının seyrinin, etki ve neticelerinin, diğer bölgelere nazaran daha ayrıntılı olarak takib edilebilmesidir.Diğer bir önemli amil de döneme dair Gürcüce, Arapça, Rumca, Ermenice ve Türkçe kaynakların zenginliğidir. Dede Korkut hikayelerinin çoğunun arka planını Kafkasya‟daki Türk ilerlemesi teĢkil ettiğinden kaynaklar daha da zenginleĢmektedir. 3) “Georgia and the Anatolian Turks in the 12th and 13th Centuries”, Anatolian Studies, 56 (2006), s. 127-146. Peacock, makalesinin özetini kendisi Ģöyle yapmıĢtır: “Bu makalede, Gürcistan Krallığı ile Anadolu Müslümanlarının XII. yüzyıldan XIII. yüzyıl ortalarındaki Moğol istilasına kadar olan dönemdeki siyasi ve askeri iliĢkileri incelenmektedir. Gürcistan'ın XII. yüzyıl boyunca süregelen yayılımı ve Anadolu'nun Müslüman yöneticileri ile kendilerini koruma sözü karĢılığı yapılan evlilik anlaĢmaları Gürcistan‟ı, Mardin'deki Artuklular gibi sınır paylaĢımı dahi olmayan uzak yönetimlerle bile anlaĢmazlığa sürüklemiĢtir. Bu arada XII. ve XIII. yüzyılın büyük bir diliminde Erzurum, Gürcistan'ın hükümdarlığını kabul etmiĢ gibi görünmektedir. XIII. yüzyılda ortaya çıkan Moğol tehdidi Selçuklu - Gürcü ittifakını zorunlu kılmıĢ ve bu dönemde Selçuklu ordusunun önemli bir bölümünü Gürcü askerler oluĢturmuĢtur. Bu ittifak Selçuklu sultanı ile Gürcistan hanedanı Bagratidlerin bir üyesinin evlenmesi ile garanti IX altına alınmıĢtır. Bagratid hanedanı ile kurulan bu iliĢkinin Selçuklulara itibar kazandırdıgı anlaĢılmaktadır”. 4) “Black Sea trade and the Islamic world down to the Mongol period”, The Black Sea: Past, Present and Future, Poreceedings of the international, interdisciplinary conference Istanbul, 14-16 October 2004, ed. Gülden Erkut-Stephen Mitchell, Ġstanbul 2007, s. 65. Peacock‟un makale özeti Ģu Ģekildedir: “Bu makale Karadeniz‟in 9-13. yüzyıllar arasında Ġslam dünyası ile ticari rolünü değerlendirmekte ve birbiriyle derin ticari iliĢkiler geliĢtirmiĢ olan Ġslam dünyası ile Kuzeydoğu Avrupa arasındaki güçlü damarlardan birini oluĢturduğunu iddia etmektedir. Ticaret XI. yüzyılda Anadolu‟da Selçuklu akınlarının baĢlaması ve aynı dönemde Ġslam dünyasında baĢgösteren gümüĢ krizi ile gerilemiĢ ve Rum Selçuklu sultanının desteği ile XII. yüzyıl ve erken XIII. yüzyılda yeniden canlanmıĢtır”. 5) “„Utbi‟s al-Yamini: patronage, composition and reception”, Arabica 54/iv (2007): 500-525. Peacock, bu makalede ele aldığı konuyu Ģöyle özetler: “Ortaçağ Ġslami tarih yazımının en meĢhur çalıĢmalarından biri, yeminü’d-devle sıfatından adını alan görünüĢe göre Gazneli Sultan Mahmud‟un erdemlerini anmak için Ebu Nasr Utbî tarafından XI. yüzyıl baĢında yazılan Arapça el-Yeminî‟dir. Eserin birçok elyazması günümüze ulaĢmıĢ ve tarihi bir çalıĢma için alıĢılmamıĢ Ģekilde çok sayıda yoruma konu olmuĢtur. XIII. yüzyıl baĢında ve tekrar XIX. yüzyılda Hindistan‟da Farsçaya ve ayrıca Osmanlı Türkçesine çevrildi. Utbî‟nin çalıĢması Ortaçağ doğu Ġslam dünyasının tarihi, özellikle de Orta Asya Samani Devleti‟nin düĢüĢü ve Sebuktegin ve onun oğlu Mahmud altında Gazneli sultanlığının yükseliĢi için bir kaynak olarak çok önemlidir ama yazarın kaydettiği hadiselerin çoğunda görgü Ģahidi ve katılımcı olsa da, modern ilim adamları Mahmud‟a karĢı methiye söyleyen ve fazlaca tumtutaklı görünen tarzı yüzünden Yeminî‟ye pek hoĢ olmayacak Ģekilde bakarlar. Ama Yeminî, kafiyeli nesire dayanan sofistike tarzda oluĢturulmuĢ günümüze ulaĢan en eski tarih yazımı çalıĢması olduğu için dikkate değer yazınsal öneme sahiptir”. 6) “The Enigma of „Aydhab: a Medieval Islamic Port on the Red Sea Coast”, International Journal of Nautical Archaeology, 37/I (2008), s. 32-48. Bu makalede, Kızıl Deniz kenarındaki bir liman kenti olan; Yemen, Hindistan ve Uzak Doğu ticaretinde önemli bir yer tutar Aydhab‟ın tarihi serüveni konu edinilmiĢtir. Uydu görüntüleri ve haritaların da kullanıldığı çalıĢmada, seyyahların verdiği bilgilerden ve arkeolojik kazılardan da istifade edilmiĢtir. Aydhab‟ın konumu, bir liman olarak önemi X ve ticari hayattaki rolüne dair tespitlerde bulunulmaktadır. Ayrıca bu liman kentinin hangi dönemden itibaren gerilemeye baĢladığı meselesi üzerinde durulmaktadır. Peacock, uydu görüntülerinden hareketle Aydhab‟ın limanının 20 km uzaklıktaki Halaib‟in olmasının muhtemel olduğunu ileri sürer. 7) “Sinop: A Frontier City in Seljuq and Mongol Anatolia”, Ancient Civilizations from Scythia to Siberia, 16 (2010), s. 103-124. Bu makalede Sinop‟un 1214‟ten XIV. yüzyılın baĢına kadar tarihi üzerinde durulur. Bu dönemde Ģehir, Selçuklular, Pervaneoğulları ve Candaroğulları‟nın idaresi altına girmiĢtir. Yine bu süre zarfında iki defa Moğol hakimiyetine girmiĢ ve Ģehre hakim olabilmek için Selçuklular ile Trabzon Rum Ġmparatorluğu arasında mücadeleler baĢgöstermiĢtir. Makalenin ilk bölümünde Sinop‟un siyasi tarihi ele alınmıĢ ve bazı kronojik hatalar düzeltilmeye çalıĢılmıĢtır. Makalede üç konu üzerinde hassaten durulmuĢtur: ġehrin savunma sistemleri, ticareti ve Ģehirdeki Müslüman-Hristiyan münasebetleri. ÇalıĢmada, Arapça ve Farsça kitabi kaynakların yanında Sinop kitabeleri de kullanılmıĢtır. 8) “The Seljūk Campaign against the Crimea and the Expansionist Policy of the Early Reign of Alā‟ al-Dīn Kayqubād”, The Royal Asiatic Society, series 3, 16/2 (2006), s. 133-149. (“Kırım‟a KarĢı Selçuklu Seferi ve Alâeddin Keykubad‟ın Hâkimiyetinin Ġlk Yıllarındaki GeniĢleme Polotikası”, çev. Murat KeçiĢ-Ali Mıynat, DTCF Tarih AraĢtırmaları Dergisi, 29/47 (Ankara 2010), s. 243-265). Bu makalede, Farsça, Arapça, Rumca ve Ermenice kaynaklar kullanılarak Kırım‟ın önemli ticaret Ģehirlerinden Suğdak‟a yönelik 1220 yılındaki Selçuklu seferi ele alınmıĢtır. Peacock, önce Suğdak seferi ile ilgili yapılan çalıĢmaları değerlendirir ve neden bu seferin önemli olduğunu izah eder. Özellikle seferin hangi tarihte olduğu meselesi üzerinde durur. Ayrıca buradaki Selçuklu hakimiyetinin ne kadar devam ettiğini tartıĢır. 9) “Identity, Culture and Religion on Medieval Islam‟s Caucasian Frontier”, Bulletin of the Royal Institute for Inter-Faith Studies, 13 (2011), s. 69-90. Peacock, bu makale, daha çok Gürcü Krallığı özelinden hareketle XI.-XIV. yüzyıllar arasında Kafkasya‟daki Müslüman ve Hristiyan münasebetlerini ele alır. Burada siyasi iliĢkilerden ziyade halklar arasındaki kültürel münasebetler üzerinde yoğunlaĢılmıĢtır. Makalede Gürcistan Krallığı tebaası olan Müslümanların yine bu krallığın tebaası olan Hristiyanlarla temas alanları ve bunların nitelikleri temel meseledir. Yazar, burada Hristiyanların Müslümanlara nazaran etkileĢime daha açık olduklarını iddia eder. ÇalıĢmada Kafkasya‟daki din değiĢtirme konusu üzerinde de durulmuĢtur. Makalede XI Gürcistan Krallığı‟nın askeri, idari ve iktisadi teĢkilatı üzerindeki Müslüman etkileri de ayrı bir baĢlıkta değerlendirilmiĢtir. 10) “„Imad al-Din al-Isfahani‟s Nusrat al-Fatra, Seljuq politics and Ayyubid origins” in Robert Hillenbrand, A.C.S. Peacock and Firuza Abdullaeva (eds) Ferdowsi, The Mongols and the History of Iran: Art Literature and Culture from Early Islam to Qajar Persia London: IB Tauris (2013): 79-91. Peacock, bu makalesinde 1125-1201 yılları arasında yaĢayan, birçok resmi görev yapan ve Kudüs seferi haricindeki bütün seferlerinde sırkâtibi olarak Selahaddin Eyyübi‟nin yanında bulunan Ģair, edip, münĢi ve tarihçi Ġmadü‟d-Din el-Ġsfahanî tarafından kaleme alınan Nusretü’l-fetre ve usretü’lkatre adlı tarih eserini incelener. Bu eser, 569/1174 yılına kadar gelen Ġran-Irak Selçukluları tarihidir. Eserin tek nüshası Paris‟te Bibliothèque Nationale‟dedir (nr. 2145). Peacock‟a göre bu eser bugüne kadar hak ettiği ilgiye mazhar olmamıĢ ve tarihi veriler yeterinde kullanılmamıĢtır. AraĢtırmacı, bu çalıĢmasında Nusretü‟l-fetre‟nin bu önemini ortaya çıkarmaya çalıĢmıĢtır. 11) “From the Balkhan-Kuhiyan to the Nawakiya: Nomadic Politics and the Foundations of Seljuq Rule in Anatolia”, Nomad Aristocrats in a World of Empires, Weisbaden 2013, s. 55-80. Peacock, bu çalıĢmasında hayatlarına dair kitabî bilgilerin oldukça sınırlı olduğu XI. yüzyıl Oğuzları üzerinde durur. Her ne kadar kitabî kaynaklar sınırlı olsa da Peacock, özellikle bu noktada KaĢgarlı Mahmud‟un Divânu Lügâti’t-Türk adlı eserini kullanarak Oğuzlar hakkında bazı tespitlerde bulunmaya çalıĢmıĢtır. Buna mukabil yazar, KaĢgarlı‟nın verdiği bazı bilgilerin problemli yönlerini de tartıĢmaya açar. Peacock, bu makalede üzerinde durduğu konuları Ģöyle izah eder: “Tarihi kayıt ve KaĢgarlı tarafından sağlanan görünüĢe göre gerçek etnografik bilgi arasındaki çeliĢki, önceki çalıĢmalarda yaptığım tartıĢmaları yeniden gözden geçirerek ve yeniden değerlendirerek XI. yüzyıl Türkmenleri arasındaki politik yapının mahiyetini araĢtırma yolunu bu makalede irdelemek istiyorum. KaĢgarlı‟nın tanıklığına rağmen XI. yüzyılda kanıtlanmıĢ ana Türkmen gruplarının onun kabileleri olmadığını iddia ediyorum ama onlar, Balkan-Kuhiyan, Irakıye ve Navekiye olarak bilinen göçebe yığınlarıydılar. Bu gruplar ve Selçuklular (Selçuklu sultanları ve onların destekçileri) arasındaki düĢmanlığa rağmen bir kısmı Selçuklu soyundan gelen aristokratik elit tabaka tarafından bu göçebe gruplara öncülük edildiğini göstereceğim. XI. yüzyılın ikinci yarısında Suriye ve Anadolu illerine gelen Navekiye için kanıtımız ziyadesiyle güçlüdür. Bu makalenin son kısmında, oradaki Selçuklu yönetiminin sonraki gidiĢatına XII ıĢık tutan bir anlaĢmazlık olarak büyük Selçuklu sultanları Alp Arslan ve MelikĢah ile Navekiye‟nin liderleri arasındaki kontrol mücadelesini inceleyeceğim”. 12) “Court and Nomadic life in Saljuq Anatolia”, Turko-Mongol Rulers, Cities and City Life, ed. David Durand-Guédy, Leiden-Boston 2013, s. 191-222. Bu makalede, Türkiye Selçukluları‟nda göçebelerin hayatları ve saray ile münasebetleri üzerinde durulur. Peacock, her ne kadar daha önceki çalıĢmalarda göçebeler ile merkezi otorite arasında sürekli gerilimler ve çatıĢmalar olduğu yönünde bir kurgu yapılmıĢtır; buna mukabil kendisi göçebeler ile merkezi otoritenin birbirlerine nasıl muhtaç olduklarını göstermeye çalıĢmıĢtır. Yazar, merkezi otoritenin aslında hiçbir zaman göçebe geçmiĢini unutmadığını, bunun günlük hayata dahi yansıdığını iddia eder. Türkiye Selçukluları‟nda görülen seyyar sarayların ise göçebe kültürün bir devamı olmaktan ziyade göçebeler üzerinde hakimiyeti idame ettirmek üzere uygulandığını savunur. 13) “The Seljuk Sultanate of Rum and the Turkmen of the Byzantine frontier, 1206-1279”, Al-Masaq: Journal of the Medieval Mediterranean, 26/3 (2014), s. 267287. Peacock, makalenin konusunu Ģöyle özetler: “Selçuklu Devleti bu sınır bölgelerindeki yerlere odaklanarak XIII. yüzyıldaki Rum Selçuklu Sultanlığı ve onun Bizans komĢularını bu makale araĢtırır. Paul Wittek‟in fikirlerinden etkilenen sınırlara dair bilgi burayı “hiç kimseye ait olmayan bölge” olarak gördü. Politik, ekonomik, kültürel ve dini olarak merkez Anadolu‟daki Selçuklu sultanlığının Ģehir olarak merkezinden ayrı, büyük ölçüde sultan kontrolü dıĢında hareket eden Türkmenler olan göçebe Türkler hakimdi. Sınırın Selçuklu ve Rum taraflarının parçasını oluĢturdukları devletlerden daha fazla birbirleri ile ortak Ģey paylaĢtıkları sıklıkla düĢünülür. Aksine aslında batı sınır bölgelerinin Selçuklu Anadolusuna yakından entegre olduğunu bu makale ele alır. Dahası XIII. yüzyılın ikinci yarısında Selçuklu Sultanlığını Moğol hakimiyeti ile Selçuklu ve Moğol elit tabakası, sultanlığın ileri gelen kiĢilerinin bazılarının mülkler ve vakıflara sahip olduğu bu sınır bölgesine gitgide artarak dahil oldu”. 14) “Court Historiography of the Seljuk Empire in Iran and Iraq: Reflections on Content, Authorship and Language”, Iranian Studies, 47/2 (2014), s. 327-345. Peacock, bu makalesinde Selçuklu döneminde (1040-1194) kaleme alınan Arapça ve Farsça literatürü yeni bir bakıĢ açısıyla ele alır. Daha çok sarayla bağlantılı üretilen literatür üzerine eğilir. Arapça ve Farsça literatür arasında ne tür münasebetlerin bulunduğu, neden ve kimler için bu eserlerin hazırlandığı ve neden Arapçayı veya Farsçayı tercih XIII ettikleri suallerine cevaplar arar. Ayrıca Selçuklu dönemi literatürünün Gazneli dönemi literatüründen nasıl etkilendiği meselesini gündeme getirir. Özellikle Selçuklu saray tarihçiliği ile Gazneli saray tarihçiliğini mukayese eder. 15) “Khurasani historiography and identity in the Light of the Fragments of the Akhbar Wulat Khurasan and the Tarikh-i Harat”, Medieval Central Asia and the Persianate World, ed. A.C.S. Peacock and D.G. Tor, London, IB Tauris 2015, s. 143160. Bu çalıĢmada Horasan‟daki tarih yazımı ve burada üretilen eserlerin bölge tarihini ortaya çıkarmadaki önemi ortaya konulmaya çalıĢılmıĢtır. ÇalıĢmanın giriĢinde Ġslâm dünyasındaki bölgesel tarih yazımının ortaya çıkmasına dair bilgiler verilmiĢtir. Makalenin devamında Muhtâçoğulları‟ndan Ebû Bekir Muhammed adına Ebû Ali Sellâmî-i NîĢâbûrî‟nin kaleme alınan Kitâbü Ahbâri vülâti Horâsân‟ın muhtevası ele alınmıĢtır. Peacock, zikredilen eserin Ebû Ali Sellâmî-i NîĢâbûrî tarafından ileri sürülse de aslında bu kaynağın birkaç kiĢi tarafından meydana getirildiğini yazar. Eserin orijinal hâlinin günümüze ulaĢmadığını, eserden sonraki dönem müelliflerinin atıfları sayesinde haberdar olduğumuzu kaydeder. AraĢtırmacı, Kitâbü Ahbâri vülâti Horâsân‟ın neden ve nasıl hazırlandığı suallerine cevaplar vermeye çalıĢtıktan sonra eserin Horasan tarihi açısından önemini ortaya koymaya çalıĢmıĢtır.Daha sonra ise Târih-i Herat adlı eserin bölge tarihi açısından kıymetinin ne olduğu tespit edilmeye gayret edilmiĢtir. 16) “An Interfaith Polemic of Medieval Anatolia: Qādī Burhān al-Dīn al- Anawī on the Armenians and their Heresies”, Islam and Christianity in Medieval Anatolia, ed. A.C.S. Peacock - Bruno De Nicola - Sara Nur Yıldız, 2015, s. 233-261. Peacock, bu makalede Süleymaniye Kütüphanesi‟nde bulunan Enisü’l-Kulub adlı eseri ele alır. Ani Ģehrinden olan Burhaneddin el-Anevî‟nin peygamberler tarihi olarak kaleme aldığı 24 bin beyitlik Enisü’l-Kulub, özellikle Ani‟deki Ermeniler hakkında verdiği bilgilerle dönemin birçok Müslüman müellifinin eserinden ayrılır. Peacock, bu eserden hareketle Müslüman-gayrimüslim münasebetlerini ortaya koymaya çalıĢır. Bu manada önce eserin fiziki özellikleri ve muhtevasını kısaca anlatır. Sonra da Ermenilere dair verilen bilgiler üzerine durur. 17) “Advice for the Sultans of Rum: The „mirrors for princes‟ of early thirteenth-century Anatolia”, Turkish Language, Literature and History, Travelers’ tales, sultans, and scholars since the eighth century, ed. Bill Hickman-Gary Leiser, 2016, s. 276-307. Peacock, bu makalesinde XIII-XV. yüzyıllar arasında Türkiye Selçukluları zamanında kaleme alınan siyasetname/nasihatname literatürünü XIV değerlendirir. Yazar, makaledeki amacının neler olduğunu Ģöyle izah eder: “Bu bölümün amacı bu türe bir ön araĢtırma sunmak. Bölük pörçük bireysel çalıĢmalardan ziyade bir külliyat olarak Selçuklu Anadolu‟sunun tavsiye literatünü incelemek”. Peacock, bu literatürden hareketle Anadolu‟daki saray hayatına dair verilere ulaĢmaya çalıĢmıĢtır. Ayrıca böyle eserlerin hangi saiklerle kaleme alındıkları ve müelliflerinin içinde bulundukları Ģartlar üzerinde durulmuĢtur. Bu veriler sayesinde saraydaki hizipleri ortaya çıkarmayı hedeflemiĢtir. Peacock, makaleyi Ģöyle özetler: “Bu bölümde, 1243‟te Anadolu‟nun Moğolar tarafından iĢgalinden önce olan dönemde oluĢturulan bu çalıĢmaları incelemeye teĢebbüs edeceğiz. Böylece bu makalede, sultanlar Rukneddin, SüleymanĢah, Ġzzeddin I. Keykavus ve Gıyaseddin I. Keyhüsrev için yazılmıĢ XIII. yüzyılın baĢında itibaren tavsiye literatürünün günümüze ulaĢan 3 çalıĢmasını inceleyeceğiz: bölümün 2. kısmında günümüze ulaĢan dört çalıĢmaya bakacağız (3 Farsça, 1 Arapça) Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat‟ın en müthiĢ saltanatına tarihlidir. Son olarak çalıĢmaların politik felsefesi, yazarların niyetleri ve onların kabullerine dair kısa yorumlar sunacağım”. 18) “Firdawsi‟s Shahnama in its Ghaznavid Context”, IRAN Journal of the British Institute of Persian Studies, 56/1 (2018), s. 2-12. Peacock, bu makalesinde Firdevsî‟nin ġâhnâme/ġehnâme adlı Ġran tarihine dair manzum eserinin bazı meselelerini ele alır. AraĢtırmacı makalede kendisinin özellikle üzerinde duracağı meseleleri Ģöyle açıklar: “Bu makalede ġehnâme‟yi o zamanın Ģartlarında değerlendirmek istiyorum. Ġlk olarak neredeyse aynı zamanda oluĢturulmuĢ diğer tarihi çalıĢmalar ile bu eseri mukayese edeceğim, bilhassa az daha öncesine ait olan Ġslam öncesi Ġran geçmiĢine aĢikar bir ilgi gösteren ve Ortaçağ Ġran kaynaklarına dayanıyor gibi görünen Arapça Tarih-i Sini Mülukü’l-Arz ile karĢılaĢtıracağım; Mahmud‟un kardeĢi için derlendiğinden bahsettiğim es-Se„âlibî‟nin Ğurer Mülûki’l-Furs‟a ve Belamî‟nin tarihine atıf yapacağım. Bu mukayesenin amacı X. yüzyıl sonu ve XI. yüzyıl baĢının ölçütleri ile ġehnâme‟nin aslında ne ölçüde antikalaĢmıĢ bir çalıĢma olduğuna dair daha doğru bir değerlendirme sağlamaktır. Ġkinci olarak X. yüzyıl sonu ve XI. yüzyıl baĢında Ġran geçmiĢinin ne anlama gelebileceğine dair bazı fikirler sunmayı arzu ediyorum”. XV I. BÖLÜM PEACOCK’A GÖRE BÜYÜK SELÇUKLU TARĠHĠ NEDEN ÖNEMLĠ? Peacock, konuyla ilgili 2010 yılında Early Seljūk History, A New Interpretation adıyla bir kitap yayınladı ve bu çalıĢma 2016 yılında “Selçuklu Devleti‟nin KuruluĢu, Yeni Bir Yorum” gibi Ġngilizce adınıtam da doğru yansıtmayan bir Ģekilde Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, Yeni Bir Yorum adıyla Türkçeye de tercüme edildi.1 Yazar, bu çalıĢmasının giriĢinde, Selçukluların egemenliğinin XI. ve XII. yüzyıl Ortadoğu tarihi için demografi, din ve yönetim açısından bir dönüm noktası olduğunu; Selçukluların hem büyük göç dalgasının bir sonucu ortaya çıktığınıhem de bu dalgayı harekete geçirerek nüfus hareketlerine ve değiĢimlerine sebep olduğunu; bu nüfus hareketlerinin günümüz Anadolusu, Azerbaycanı ve Kafkasyasının nüfus yapısını dahi belirlediğini; Ġslâm dünyasında Sünni hakimiyetini ġiîlik aleyhinde olacak Ģekilde yeniden tesis ettiğini; ikta temelli toprak sistemini kurarak hakim oldukları bölgelerin iktisadi hayatında olumlu yönde değiĢikliklere sebep olduklarını2; Karahanlıların ve 1 2 Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, Yeni Bir Yorum, çev. Zeynep Rona, Ġstanbul 2016. Eserin Türkçeye Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu baĢlığıyla tercüme edilmiĢ olması beraberinde birtakım sıkıntıları da getirmiĢtir. En baĢta yazar, “Early Seljūk History” diyerek yalnızca kuruluĢ üzerinde durmayacağını göstermiĢ, fakat tercümenin bu Ģekilde yapılması kitapta sadece kuruluĢ meselesi üzerinde durulacağı gibi bir intiba oluĢturmaktadır. Buna mukabil Peacock, ilgili bölümlerde ele alacağımız üzere eserde ilk dönem Selçuklularının farklı meselelerine temas etmiĢtir. Peacock‟un bu eseri ile ilgili kaleme alınan bir tanıtım yazısı için bk. C. Edmund Bosworth, Journal of Islamic Studies, 24 (Ocak 2013), s. 86–88. Boswort‟un tanıtım yazısında Peacock‟un tespitleriyle ilgili olarak Ģunları ileri sürülmüĢtür: “O vakit bütün bu hadiselerin yeniden yorumlandığına dair kitabın iddiası haklı mıdır? Genel olarak evet veya muhtemelen bir Ģeyin abartısı ise bu kitap elbette bilinen malzemeye yeni görüĢler ile doludur. Peacock, yeni ve ikna edici sonuçlar çıkararak ve daha az keskin zihinler ile pek de daha önce fark edilmemiĢ gerçekler ortaya çıkararak, zeki ve ileri görüĢlü bir gözle kaynakları incelemiĢtir. Bu konulardaki modern Türk tarihi yazımı zikredilir ama büyük ölçüde tartıĢılmaz veya kullanılmaz; çoğumuzun yaptığı üzere, Peacock, bunun çoğunun milliyetçi ve zafer gösterileri ile moral bozmaya çalıĢan Türkler tarafından saptırıldığına inanır”. Peacock‟a göre Selçuklu tarihinin neden önemli olduğu hakkında bk. Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 1-2. Ayrıca bk. A.S.C. Peacock, The Great Seljuk Empire, Edinburg 2015, s. 315-322. 1 Gaznelilerin aksine Ġslâm dünyasının merkezinde egemen olmayı baĢardıklarını kaydeder.3 Peacock‟a göre birçok açıdan önemli olmasına rağmen Selçuklu tarihi “modern akademisyenler tarafından neredeyse bütünüyle göz ardı edilmiĢtir”. Ayrıca Büyük Selçuklularla ilgili Batı dillerinde yazılmıĢ, “kitap boyutunda tek bir araĢtırma” yoktur. Selçuklularla ilgili eserler kaleme alan Carole Hillenbrand, Ann Lambton ve George Makdisi gibi araĢtırmacıların çalıĢmalarını ise Selçukluların kuruluĢ devrini yeterince ele almamakla tenkit eder. Yazara göre Türk akademisyenler daha ayrıntılı çalıĢmalar kaleme almıĢlardır fakat bunlar da “Selçuklu fetihlerinin ve yönetimin niteliğini yeterince tahlil etmemiĢlerdir”.4 AraĢtırmacı, Claude Cahen‟in Selçuklu fetihleriyle ilgili birkaç makalesinin bulunduğunu ve bu sahanın da yeterince tetkik edilmediğini ileri sürer.Bunun yanında daha önceki çalıĢmalarda Selçuklu tarihinin üç genel paradigma etrafında ele alındığını kaydeder ve bunları Ģu Ģekilde sıralar: 1-Selçuklu hükümdarları Fars-Ġslam geleneği doğrultusunda ülkeyi yönetmek isterler. 2-Selçuklu sultanları, göçebe tebaalarından utanç duyarlar. 3-Selçuklular Sünnidir ve bunu hararetle savunurlar.5 Peacock, bu üç paradigmanın da erken Selçuklu tarihini izah etmek için yeterince açıklayıcı olmadığını, kendi çalıĢmasının “Ortaçağ Ġslam dünyasıve Ortadoğu‟daki Türk egemenliğinin baĢlangıcıyla ilgili bilgi dağarcığımızdaki büyük boĢluğu doldurmayı” ve bu üç paradigmanın yanlıĢlıklarını ortaya koymak üzere kaleme alındığını belirtir.6 Yine bu bağlamda kendi çalıĢmasının “Selçuklu devletinin kuruluĢ dönemiyle ilgili geleneksel imajı yeniden irdelemek ve değerlendirmek” üzere yazıldığını; bunu yaparken de sultanları veya vezirleri merkeze alan bir tarih inĢası yerine göçebe aĢiretlerin toplumsal dinamiklerine odaklandığını belirtir.7 Peacock, Büyük Selçukluların kuruluĢ meselelerini ele aldığı mezkur kitabında daha önceki çalıĢmaların “öyküsel tarih” inĢa ettiklerini, kendisinin ise “bu alana değinip geçen birkaç akademisyenin göz ardı ettiği ya da yanlıĢ anladığı kilit sorunlarını çözümlemeyi 3 4 5 6 7 Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 22. A.g.e, s. 2-3. A.g.e, s. 4. A.g.e, s. 4. A.g.e, s. 6. 2 hedeflediğini” iddia eder. Oldukça iddialı bu ifadeler ilerleyen sayfalarda yerini daha yumuĢak ifadelere bırakır. Meselâ “bu kitap temelde ne Selçuklular, ne de ardıllarıyla ilgili kesin bir Ģeyler kanıtlamanın peĢindedir. Benim amacım, konuya bugüne değin okuduklarımızdan daha kapsamlı ve çok yönlü bir yorum getirebilmektir” diye yazar.8 Kaynaklara Dair a) Ana Kaynaklar Peacock, erken dönemSelçuklu tarihinin nasıl ele alındığıyla ilgili kendi görüĢlerini ve çalıĢmasının nasıl bir metod takip edilerek kaleme alındığını açıkladıktan sonra ana kaynaklarla ilgili meselelere değinir. Bu bağlamda kaynakların büyük kısmının Arapça ve Farsça eserler olduğunu ve bunların uzun zamandır da bilindiklerini, buna mukabil son zamanlarda yapılan çalıĢmalar sayesinde bu tarihlerin “edebiyat geleneğinin bir parçası” olarak okunması gerektiğinin ortaya konulduğunu; zaten bu eserlerin çoğunun ya devlet adamlarının sipariĢi üzerine ya da bunların gözüne girmek amacıyla kaleme alındıklarını, “dolayısıyla… siyasi gündemi desteklemek, özellikle de bir hanedanın meĢruiyetini pekiĢtirmek niyetiyle” yazıldıklarını; müelliflerin asıl gayesinin geçmiĢin kaydını doğru tutmaktan ziyade bilgiyi “siyasal ya da edebi açıdan amacına ulaĢmak” için bir vasıta olarak kullandıklarını bu yüzden de yazılanları ihtiyatla kullanmak gerektiğini belirtir.9 Peacock, Büyük Selçuklularla ilgili diğer kitabında da Selçuklu tarihini anlatan eserlerin büyük çoğunluğunun Arapça ve Farsça tarihler olduğunu bir kez daha ifade ettikten sonra bu eserlerin ihtiva ettikleri problemleri Ģu Ģekilde sıralar: “Bu kronikler öncelikle yazınsal olarak insan eseridir, çok farklı sebepler ile geçmiĢin belli bir versiyonunu teĢvik etme niyetindedirler; misal yazarın (veya efendisinin) politik veya ahlaki gündemi veya onun hizipçi bağlılıkları. Bu kronikler genelde tarif ettikleri hadiselerden çok sonra yazıldılar ve neredeyse sadece sarayın elit tabakasına odaklanırlar -sultanlar, emirler ve bürokratlar. Selçuklu vakasına mahsus bir sorun kroniklerin Selçuklu topraklarının batısına odaklanmasıdır; Ģüphesiz önemine rağmen Horasan‟daki hadiseler çok daha eksik Ģekilde ele alınır. Dahası Sultan MelikĢah‟ın ölümünden Mahmud‟un tahta çıkıĢına kadar olan 485 (1092) ve 511 (1118) arasındaki dönem batıda bile özellikle az belgelenmiĢtir.” 8 9 10 10 A.g.e, s. 7. A.g.e, s. 7-8. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 13. 3 Peacock, Büyük Selçuklu tarihini ele alan ana kaynakların büyük bir kısmının “fethedenler değil fethedilenler tarafından”yazıldığını; buna mukabil “Selçukluların kendi bakıĢ açıları ve geçmiĢlerine dair sadeceanlık nazarlara” sahip olduğumuzu; bu yüzden bu kaynakların büyük bir kısmının Selçukluları “yabancı ve barbar güçler olarakaçık bir aĢağılama ile” anlattıklarını; “hanedana sempati duyan Ortaçağ tarihçileri ve Ģairlerinin dahiĠslamın yerleĢik topraklarındaki okuyucu kitlesi için ikna edici olacak atıf ifadeleri kullanarak propoganda yapmaya meyyal” olduklarını ama “Selçukluların kendilerinin önemli buldukları Ģeyleri gerekli Ģekilde” yansıtmadıklarını; bu nedenle zikredilen kaynakların ya “Türk kültürü ve göçebelerin rolünü küçümsemeye meyyal” olduklarını ya da “bazı noktalarda bunu tamamen örtbas” ettiklerini ileri sürer.11 Peacock, Büyük Selçuklu devri tarihçiliği meselelerine dair müstakil bir çalıĢma da kaleme almıĢtır.12 AraĢtırmacı, makalenin muhtevasını giriĢte Ģu Ģekilde izah etmiĢtir: “Bu makale Selçuklu dönemi (1040-1194) Arapça ve Farsça literatürünü yeniden ele alır. Sultanın sarayı ile bağlantılı dairelerde üretilen çalıĢmalara odaklanır. Arapça ve Farsça çalıĢmalar arasındaki iliĢkileri, yazı için yazarların gerekçeleri ve dil seçimi sebeplerini inceler. Sıklıkla oldukça yüzeysel ve etkisiz olduğu düĢünülen Selçuklu tarih yazımının özel yönlerini değerlendiren bir bakıĢ açısı ile bu çalıĢmaları onlardan öncekiler, özellikle Gazneli sarayı tarih yazımı ile karĢılaĢtırır. Bunun için sıklıkla kanıt gösterilen bir sebep, Selçukluların hanedan tarih yazımının olmayıĢı ve tarih yazımını desteklemekte Selçuklu sarayının ilgisinin iddia edilen eksikliğidir, bunlar ayrıca burada incelediğimiz temalardır”. 13 Yine bu makalede ele alınan konulara dair Ģunları yazmıĢtır: “Bu makalede değinmek istediğim sorunlar Ģunlardır: Günümüze ulaĢan çalıĢmaların mahiyeti, bilhassa bunların Gazneliler tarih yazımı ile iliĢkileri ve Selçuklu hanedan tarihinin olmayıĢı; Selçuklu tarihi yazarlarının niyetleri ve yazılarının amaçları; pek nadiren bir arada düĢünülen Arapça ve Farsça tarih literatürü arasındaki iliĢki meselesi… Büyük Selçuklular ve onların halefleri Irak Selçuklu saltanatının faaliyetleri hakkındaki çalıĢmalara odaklanacağım. Bu, Selçuklu tarihi için kaynakları araĢtıran Cahen‟inkinden oldukça farklı bir projedir.” 11 12 13 14 14 A.g.e, s. 13. “Court Historiography of the Seljuk Empire in Iran and Iraq: Reflections on Content, Authorship and Language”, Iranian Studies, 47/2 (2014), s. 327-345. A.g.m., s. 327. A.g.m., s. 328-329. 4 Peacock, daha sonra Selçuklu döneminde üretilen Arapça ve Farsça eserler ile Gazneliler devrinde üretilenleri mukayese eder. Ayrıca Selçuklu devrine dair kronolojik bir de liste verir. Kaynak meselesini Horasan‟da üretilen tarihler ve özellikle de Ekber Vulat Horasanî‟nin eserini incelediği çalıĢmasında ele alır. Bu minvalde daha çok yerel tarih üretimi ve bunun Ġslâm tarih yazımındaki yerine temas ettikten sonra Horasanî‟nin verdiği bilgilerin X. ve XI. Yüzyıl Horasan tarihini aydınlatmada ne gibi bilgiler sağladığına temas eder.15 Yukarıda zikredilen ele alınan dönemden kalma arĢiv kaynakları olmadığı ve arkeolojik çalıĢmalar da kifayetsiz olduğu için yazar, bütün eksiklik ve problemlerine karĢılık, erken Selçuklu tarihini inĢa ederken yine bu kaynaklara müracaat etmek zorunda olduğunu kabul eder. Dahası kurgularını inĢa ederken aĢağıda ele alacağımız kaynaklardan uzun alıntılar yapmaktan ya da onların verdiği bilgilerin satır aralarına müracaat etmekten, yani modern bir tarihçinin yapması gerektiği gibi yapmaktan, bunları bazı arkeolojik veriler ve bazı yabancı dildeki eserlerin verdiği bilgilerle zenginleĢtirmekten öteye geçmiĢ sayılmaz. Zaten yazarın da ifade ettiği üzere kendisi söylenenleri yeni bir bakıĢ açısıyla ifade etmekten baĢka bir Ģey yapmamıĢtır. Peacock, Büyük Selçuklular‟ın erken dönemine dair kaleme aldığı kitabında ana kaynaklar bahsinde ilk olarak Beyhakî‟nin (385/995-470/1077) Târîh-i Mesûdî adlı eserini değerlendirir.16 “Selçukluların ortaya çıkıĢıyla ilgili yazılmıĢ en erken tarihli Farsça kaynağın” bu eserolduğunu fakat bu eserin büyük kısmının elimize ulaĢmadığını ve yazılanların da müellifin Gazneli sarayında üst düzey bir bürokrat olması hasebiyle Gazneli bakıĢ açısını yansıttığını belirtir. Buna mukabil Beyhakî‟nin bu eseri çok sayıda resmî yazıĢmayı da ihtiva ettiğinden ayrı bir önemi haizdir. Bu sebeple yazar eserin Selçuklu kamplarına sızan casusların raporları ile Selçuklu idarecilerinin Sultan 15 16 “Khurasani historiography and identity in the Light of the Fragments of the Akhbar Wulat Khurasan and the Tarikh-i Harat”, Medieval Central Asia and the Persianate World, ed. A.C.S. Peacock and D.G. Tor, London, IB Tauris 2015, s. 143-160. Eser ve müellifine dair bk. Ramazan ġeĢen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, Ġstanbul 1998, s. 80-81. 5 Mesud‟a gönderdikleri mektupları ihtiva ettiğinden Büyük Selçukluların kuruluĢ devrine dair en önemli bilgileri ihtiva ettiğini kaydeder.17 Peacock‟un değerlendirdiği ikinci kaynak Gerdizî‟nin Zeynü’l-ahbâr adlı eseridir.18 Gazne sultanı için kaleme alınan bu Farsça tarih, Gazneli Mahmud ve Sultan Mesud devrinde Gazneli-Selçuklu münasebetlerine dair önemli bilgiler ihtiva eder. Bu kaynak özellikle Selçukluların Horasan‟dan ilk göçüne ve göç edenlerin sayılarına dair değerli bilgiler verir.19 Erken dönem Selçuklu tarihinin en önemli kaynağı Peacock‟un da birçok defa zikrettiği üzere Meliknâme‟dir.20 Alp Arslan‟a ithaf edilen bu eserin ilk versiyonu kayıptır. Buna mukabil Arapça ve Farsça versiyonlarını XIII. Yüzyıl tarihçileri geniĢ alıntılar yaparak nakletmiĢlerdir. Meliknâme‟nin en geniĢ versiyonu ise XV. Yüzyıl Timurlu tarihçisi Mirhand‟ın Ravzatü’s-Safâ adlı eserinin içinde bulunmaktadır. Meliknâme, erken dönem Selçuklu tarihine dair Beyhakî ve Gerdizî‟nin verdiği bilgileri tamamlayıcı bilgiler ihtiva eder ve daha da önemlisi Selçukluların bakıĢ açısını yansıtır.21 Selçukluların kuruluĢ devri ile ilgili bilgiler ihtiva eden bir diğer eser Sıbt Ġbnü‟l-Cezvî‟nin Miratü’z-Zaman‟ıdır.22 XIII. yüzyılda Arapça kaleme alınan bu eser erken dönem Selçuklu tarihine dair bilgileri daha çok Garsu‟n-Ni‟me‟nin anlattıklarına istinaden aktarır.23 Peacock‟un erken dönem Selçuklu tarihine dair müracaat ettiği kaynaklardan bir diğeri de XII. yüzyılın önemli bürokratlarından Imâdeddin el-Ġsfahanî tarafından kaleme alınan Nusratü’l-Fetre‟dir.24 Yazarın ifadesiyle “tahminen muasır olan tek ve en önemli Selçuklu kroniği” olan ve Arapça kaleme alınan bu eser, Suriye‟de oluĢturuldu ve Selçuklu tarihinin tamamını kapsar. Buna mukabil “Ġsfahanî‟nin üyesi olduğu 17 18 19 20 21 22 23 24 Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 9-10; Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 14; A.C.S. Peacock, “Court Historiography of the Seljuq Empire in Iran and Iraq: Reflections on Content, Authorship and Language”, Iranian Studies, 47/2 (2014), s. 334-335. Eser ve müellifine dair bk. Ramazan ġeĢen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, Ġstanbul 1998, s. 80. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 10; The Great Seljuk Empire, s. 14. Eser ve müellifine dair bk. Ramazan ġeĢen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, s. 81-82. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 10-11; Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 14; Peacock, “Court Historiography of the Seljuq Empire in Iran and Iraq: Reflections on Content, Authorship and Language”, s. 331. Eser ve müellifine dair bk. Ramazan ġeĢen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, s. 144-145. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 11-12; Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 14-5-16. Eser ve müellifine dair bk. Ramazan ġeĢen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, s. 123-125. 6 bürokratlar sınıfının faaliyetlerine özel bir atıf vardır.” Peacock, önemli bir tarih olmasına rağmen Nusratü’l-Fetre‟nin tam olarak yayınlanmadığını ve birçok ilim adamının yanlıĢ bir Ģekilde bu eserin kaybolduğunu ileri sürdüklerini kaydeder.25 Önemine binaen Peacock, Nusrat el-Fetre hakkında bir de müstakil makale kaleme almıĢtır.26 Yukarıda temas ettiğimiz kroniklerin haricinde edebî eserler de erken dönem Selçuklu tarihini anlatmak için Peacock tarafından zaman zaman kullanılmıĢtır. Bu hususta yazar, Ģunları kaydeder: “Selçuklu toprağından günümüze ulaĢan kronikler ve belgelerin eksikliğine rağmen hem Arapça hem Farsça‟da yazınsal üretimin zengin bir geleneği vardı. Aslında yöneticileri, vezirleri ve Selçuklu devletindeki diğer kıdemli Ģahıslara övgü için yazılan Ģiirler bazı dönemlerde asıl mevcut muasır kanıtı oluĢturur. Ama tarihçiler tarafından kullanımı Ģimdiye dek oldukça sınırlı kalmıĢtır. Çünkü tarihi hadiselere atıfları genelde belirsizdir. ġiir kroniklerden gerçek bilgimizi nadiren sağlar. Döneme belirli bir „atmosfer‟ sunmasıayrıca orada kutlanan törenler, büyük festivaller ve saray yaĢamına dair sağladığı izlenim açısından daha değerlidir. Ayrıca örnek oluĢturan kaynaklar da vardır...” 27 Peacock, Arapça ve Farsça kaynaklar yanında Ġbranice, Ermenice ve Gürcüce kaynaklara da müracaat etmiĢtir. Ayrıca arkeolojik kazılardan ve günümüze ulaĢan az sayıdaki mimari yapıdan da faydalanmıĢtır.28 b) AraĢtırma Eserleri Peacock‟un erken dönem Selçuklu tarihine dair yazdıklarının daha iyi anlaĢılabilmesi için bu hususta daha önceki çalıĢmalara bakıĢının da ortaya konulması elzemdir. Zaten yazarın kendisi de eserlerinde kendisinden önceki çalıĢmaların ortaya koyduklarını ve eksikliklerini özellikle vurgulayarak kendi yazdıklarının farklılıklarını ortaya koymaya çalıĢmıĢtır. Peacock, Türkiye‟deki Selçuklu tarihiyle ilgili çalıĢmalara dair genel olarak Ģu değerlendirmede bulunur: “Selçuklu tarihinin bireysel yönlerine yoğunlaĢan birtakım monografik çalıĢmalar olsa da hanedanın kitap hacminde ilmi bir çalıĢma herhangi bir batı dilinde daha önce görülmez. ġimdiye dek Selçuklu politikası ve hanedan tarihine dair en kapsamlı çalıĢmalar XX. yüzyıl Türk ilim adamları 25 26 27 28 Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 12-13; Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 15. “Imad al-Din al-Isfahani‟s Nusrat al-fatra, Seljuk politics and Ayyubid origins”, Ferdowsi, the Mongols and the History of Iran, Art, Literature and Culture From Early Islam to Qajar Persia, Studies in Honour of Charles Melville, ed. Robert Hillenbrand-A.C.S. Peacock-Firuza Abdullaeva, New York 2013, s. 78-91. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 18. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 14; Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 18-19. 7 Kafesoğlu, Köymen, Sevim, Merçil‟in çalıĢmalarıdır ve bunların ilgili yayınları bibliyografyada listelenmiĢtir ve dipnotlarda seçilerek atıf yapılır. Bu katkıların tüm boyutlarıyla yerine geçilmedi (bu kitabın amacı bu değildir) ama bunlar, Türklerin devlet kurulması hakkındaki tek görüĢü olan miliyetçi zanna dayanmaktadır. Dahası analizlerden ziyade savaĢlar ve yöneticilerin anlatımını tercih etmeye meyyaldirler.” 29 Yazar, baĢka bir eserinde de erken dönem Selçuklu tarihiyle ilgili olarak Türkiye‟deki çalıĢmalara dair Ģu değerlendirmeleri yapmaktadır: “Türk akademisyenler de uzun yıllardır Selçuklularla ilgilenmektedir. Ancak bu çalıĢmalardan Türkiye dıĢındaki akademik çevrelere ulaĢanların bile sayısı azdır. Selçukluların Anadolu‟yu ele geçirme öyküsü 1944‟te Mükrimin Halil Yınanç tarafından kronolojik bir anlatımla ayrıntılı biçimde ele alınmıĢ ve sonraki araĢtırmalarda bu eserlerden bol bol alıntı yapılmıĢtır. Ġbrahim Kafesoğlu ve Mehmet Köymen gibi baĢka Türk akademisyenler de Selçuklularla ilgili ayrıntılı araĢtırmalar yayınlamıĢlardır, ama bunların hiç biri bu kitapta ele alınan sorunlara değinmemektedir. Türkiye Cumhuriyeti‟nin kuruluĢ yıllarında ortaya çıkan milliyetçi tarih yazımı okulu, doğrudan Türklerin devlet kurma konusunda doğal bir dehaları olduğu varsayımından yola çıkmıĢ, Selçukluların da bunun bir örneği olduğunu öne sürerek, konunun daha fazla bir açıklama gerektirmediğini ima etmiĢlerdir. Oysa bu görüĢ artık günümüzde çoğunluğu tatmin edecek bir sav olmaktan çıkmıĢtır.” 30 Türk tarihçilere yönelik bu tenkitlere rağmen Peacock, Faruk Sümer‟in Oğuzlar (Türkmenler): Tarihleri, Boy TeĢkilatı, Destanları (Ġstanbul 1999), Said Polat‟ın Selçuklu Göçerlerinin Dünyası: Karacuk’tan Aziz George Kolu’na (Ġstanbul 2004), Sancar Divitçioğlu‟nun Oğuz’dan Selçuklu’ya: Boy, Konat ve Devlet (Ankara 2005), Osman Gazi Özgüdenli‟nin Selçuklular I: Büyük Selçuklu Devleti Tarihi (1040-1157) (Ġstanbul 2013) adlı çalıĢmalarının önemli olduklarını kaydeder. Özellikle Polat‟ın çalıĢmasının “kapsamlı bir antropolojik ve etnografik malzeme birikimine dayandırıldığı için yeni bir yaklaĢım sergilediğini”; Özgüdenli‟nin ise zengin Farsça ve Arapça kaynakları kullandığını ifade eder.31 Peacock‟un Büyük Selçuklu tarihiyle ilgili özellikle Osman Turan‟ın ismini dahi zikretmediği ve diğer Selçuklu tarihçilerini de görmezlikten geldiği görülür. Bunda Turan‟a karĢı önyargılı bir tavır sergilediğini söylemek mümkündür. Zira müelliften önce erken dönem Selçuklu tarihiyle ilgili birçok husus daha önce Osman Turan tarafından değerlendirilmiĢ ve önemli tespitlerde bulunulmuĢtur.32 Ayrıca Türk 29 30 31 32 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 9-10. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 117-18. A.g.e, s. 18; Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 10. Özellikle Selçuklular Tarihi ve Türk-Ġslâm Medeniyeti (Ġstanbul 1969) adlı çalıĢmada erken dönem Selçuklu tarihinin birçok tartıĢmalı meselesi ele alınmıĢtır 8 tarihçilerininin çok azının Selçuklu tarihini araĢtırmak için gerekli dil donanımına sahip olduğunu iddia etmiĢtir. Buna rağmen en azından Osman Turan‟ın ve Mehmet Altay Köymen, Ġbrahim Kafesoğlu, Ali Sevim gibi diğer önde gelen Selçuklu tarihçilerinin bu gruba dahil edilmesi insafsızlıktır. Peacock, Büyük Selçuklular‟ın ilk dönemleriyle ilgili olarak yabancı literatürdeki çalıĢmalara dair de Ģu değerlendirmelerde bulunur: “Sovyet ilim adamı S. G. Agacanov‟un Merkez Asya‟daki Selçuklu devleti çalıĢması da hanedanın daha genel olarak anlaĢılması için kıymetlidir. Batıda Ann Lambton‟un Selçuklu yönetimine dair öncü çalıĢmalarına, George Makdisi‟nin din üzerindeki çalıĢmasına ve Claude Cahen‟in siyasi tarih ve tarih yazımı üzerine araĢtırmasına teĢekkür borçluyuz. Onların çalıĢması Edmund Bosworth ve Carole Hillenbrand‟ın önemli katkıları ile devam etti.”33 BaĢka bir çalıĢmasında ise yabancı literatüre dair daha mufassal değerlendirmelerde bulunur. Bu minvalde ilk olarak XIX. yüzyılda yayımlanan dört ciltlik Recueil des Textes Relatifs à l’Histoire des Seldjoucides adlı kaynak neĢirlerini ele alır. Bu çalıĢmanın hanedan ile ilgili çalıĢmalarda bir dönüm noktası olduğunu ve temel teĢkil ettiğini ileri sürer. Sonra ise Barthold‟un “1900‟lerden günümüze kadar değerini koruyan Türkistan hakkındaki anıtsal kitabın”nın erken Selçuklular hakkındaki ilk önemli araĢtırma olduğunu; buna mukabil mezkur eserde Selçukluların çok kısa bir bölüm teĢkil ettiğini ancak bu kısa bölümde Barthold‟un Selçuklu hanedanının göçebe köklerine vurgu yapmasının hâlâ önemli bir tespit olarak durduğunu kaydeder.34 Peacock, daha sonra C.E. Bosworth‟un Cambridge History of Iran‟ın V. cildinde yayınlanan “The political and dynastic history of the Iranian world (1000-1217)” (1968) adlı makalesi ile The Ghaznavids: Their Empire in Afghanistan and Eastern India 9941040 adlı eserindeki ilgili bölümlerde erken dönem Selçuklu tarihine dair doğru bir kronoloji sunması açısından önemli olduğunu belirtir. Buna mukabil Peacock‟a göre Bosworth, Selçukluları “barbarlar”, “bir haydut çetesi”, “doğaya ve toprağa karĢı sorumsuz” olmakla itham etmiĢ olduğundan ve “Selçukluların amaçlarını ya da ne tür bir topluluk olduklarını anlamamıza” pek yardımcı olmaz.35 Claude Cahen‟in iki çalıĢması da Peacock tarafından, çokça kullanılmasına ve yazarın çalıĢmalarında yönlendirici etkiye sahip olmasına rağmen, tenkit edilmiĢtir. Ona 33 34 35 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 10. A.g.e, s. 15. A.g.e, s. 15-16. 9 göre Cahen daha çoksiyasi tarihi merkeze almıĢ, Selçukluların yükseliĢ nedenleri ve Selçuklu hanedanı ile aĢiretlerin münasebetlerini ihmal etmiĢtir.36 Peacock, son olarak S.G. Agacanov‟un Gosudarstvo Seldzhukidov i Srednyaya Asiya v XI-XII vekov (Moskova 1991) adlı çalıĢmasını ele alır. Yazara göre Agacanov‟un çalıĢması zengin Rus kütüphanelerindeki kaynakları kullandığı için çok değerlidir. Buna mukabil Agacanov, bu eserlerdeki bilgileri bir eleĢtiri süzgecinden geçirmeden aynen nakletmeyi tercih etmiĢ, dahası aĢiretlerin feodal yapısındaki ısrarlı tutumu yüzünden Peacock tarafından tenkit edilmiĢtir.37 Büyük Selçukluların MenĢei Meselesi Bilindiği üzere Büyük Selçuklu Ġmparatorluğu‟nun nasıl ve hangi Ģartlarda kurulduğu meseleleri Ortaçağ tarih çalıĢmalarının hâlâ en ciddi tartıĢma konularını oluĢturmaktadır. Zikredilen hususlarda A.C.S. Peacock da müstakil iki kitap kaleme almıĢ38, diğer çalıĢmalarında da bu konuya zaman zaman temas etmiĢtir. Yukarıda zikrettiğimiz açılardan Türk-Ġslâm tarihinin en önemli dönemlerinden birini teĢkil eden ve Peacock‟a göre “Alp Arslan‟ın 465/1072‟deki ölümüne kadar” süren Büyük Selçukluların kuruluĢ devri, yine yazara göre “pek az bilinmektedir”.39 Peacock, kuruluĢ meselelerini Selçukluların ortaya çıkıĢı ve Oğuzlarla bağlantıları doğrultusunda ele almaya baĢlar. Bilindiği üzere “Selçuk” adının nasıl ve ne zaman ortaya çıktığı, nasıl okunması gerektiği ve zamanla bir devletin adını nasıl aldığına dair muhtelif görüĢler ileri sürülmüĢtür.40 Peacock, bu noktada tartıĢmalı hususlara hiç temas etmeden yalnızca bu ismin “ilk baĢlarda bir kavim ya da bir aĢiretin değil, bir kiĢinin adı olarak” kullanıldığını kaydetmekle kifayet eder. Buna mukabil “Oğuz” adının nereden geldiği ve zamanla nasıl bir anlam geniĢlemesine uğradığı, Oğuz boylarının tarihi seyri ve dağılımları ile Oğuz Devleti‟nin serencamı üzerinde daha ayrıntılı durur41. Yazarın Oğuzlar üzerinde daha ayrıntılı durmasında Selçuklulardaki Oğuz geleneğine daha sonra sık sık müracaat etmesi, göçmen geleneğini çalıĢmalarının merkezine almıĢ 36 37 38 39 40 41 A.g.e, s. 16. A.g.e, s. 17. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu; Peacock, The Great Seljuk Empire. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 1. Bu görüĢlere dair genel bir dğerlendirme için bk. Ġbrahim Kafesoğlu, “Selçuklular”, ĠA, X, 353. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 22-31; Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 22-24. 10 olması ve Selçukluların kuruluĢunu Oğuz Devleti‟nin yıkılıĢıyla bağlantılı olarak izah eden tezlere itirazlarının etkisinin büyük olduğu anlaĢılmaktadır. Peacock‟a göre Büyük Selçukluların kuruluĢ meselesine göçebelerin rolünden baĢlanması sonraki süreci anlamak için de hayati önemi haizdir. Nitekim bu hususta Ģunları kaydetmiĢtir: “XI. yüzyıl ortasına kadar Selçuklu devletine benzer bir Ģey ortaya çıktı – oldukça küçük bir tanım kullanmak gerekirse para basan, elit bir bürokrasisi olan ve vergileri kaldıran bir politika. Ama Urfalı Matheos‟a göre güç, MelikĢah zamanında bile Anadolu, Mısır, Arabistan ve Kafkasya‟ya ulaĢan seferler baĢlatarak öncülük eden sultanlardan ziyade hala Türkmenlerdeydi. Ama imparatorluk inĢa etme süreci ile birlikte göçebeler ve Selçuklu sultanlarının bazı grupları arasında gerginlik büyüyordu. Selçuklu sultanlarının liderlikleri kesinlikle kabul edilmiyordu, hatta (veya özellikle) kendi hak iddiaları için Türkmenleri harekete geçirebilen Selçuklu ailesinin diğer üyeleri tarafından bile kabul edilmiyordu. Selçuklu sultanlarına gelince, bu Türkmen destekli isyanlar otoriteleri için herhangi bir dıĢ tehditten çok daha ciddi bir tehdit oluĢturdu. Bu yüzden imparatorluğun oluĢumunu anlamak, devlet kurumlarının oluĢumunun izini takip etme meselesi değildir. Ayrıca imparatorluğu oluĢturan güç olarak göçebe Türklerin kaderini araĢtırma meselesidir. Bu göçebe Türklerin politik görüĢü sadece soy değil, politik karizmanın liderlik iddiasıiçin gerekli olduğu bozkır dünyasında kök salmıĢ olarak kaldı. Bu yüzden arkaplanında bu Türklerin ortaya çıktığı bozkırla baĢlamak zorundayız.” 42 Oğuz ve Türkmen geleneğini Selçuklu tarihinin önemli bir parçası olarak gördüğünü ifade edenPeacock, daha sonra Oğuz Devleti‟nin yıkılıĢında Selçuklu/Kıpçak göçlerinin ve baskılarının rolünü ele alır. Özellikle Oğuzların yıkılıĢında Kıpçakların rolüne vurgu yapan O. Pritsak‟ın çalıĢmalarını eleĢtirir. Zira Peacock‟a göre “Oğuz devletinin nasıl çöktüğüne dair net bir kanıt yoktur” ve Pritsak‟ın tezi hâlâ bir varsayımdan öteye geçemez.43 Peacock, Oğuz Devleti‟nin yıkılmasıyla ilgili tartıĢmalardan sonra konuyu Selçukluların Hazar Devleti ile nasıl bir münasabetleri olduğu meselesine getirir.44 Bu husus yazara göre oldukça önemlidir. Zira “Selçuk ve onun babası Dukak‟aen erken atıfları bulduğumuz Hazar Devletidir. Ġlk iki Selçuklu sultanı Tuğrul ve Alp Arslan‟ın sarayları için oluĢturulan rivayetlere göre hanedanın ataları askeri kumandanlar olarak Hazar yöneticilerine hizmet ettiler. X. yüzyıla kadar Dukak ve Selçuk‟unVolga‟da Ġtil Hazar baĢkenti yakınında Aral Denizi batısında bir bölgede aktif olduklarını” iddia eder. 42 43 44 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 21. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 30-31. Selçuklu-Hazar bağlantısına dair tartıĢmaların bir özeti için bk. Ġbrahim Kafesoğlu, “Selçuklular”, ĠA, X, 354-355. 11 Peacock, Selçukluların Hazar Devleti ile bağlantısını bu Ģekilde izah ettikten sonra baĢka bir iddiada daha bulunur ve Selçukluların atalarının “Yahudi inancına bağlı kalmıĢ olabilecekleri”ni ileri sürer.45 Peacock, Selçuklu-Hazar bağlantısına dair Ģu tespitlerde de bulunur: “Selçukluların Oğuz Yabgu ile iliĢkilendirilen kaynakların Ģaibeli olması, Hazar öyküsünü icat etmek için belirgin bir neden bulunmaması ve Selçuk‟un oğullarının adları göz önüne alındığında, günümüze ulaĢan verilerin Selçukluların köklerinin Hazar Kağanlığı‟nda bulunduğuna iĢaret ettikleri sonucuna varabiliriz”. Yazar, “elimizdeki veriler bugün itibariyle daha fazla spekülasyona imkân tanımaz” dedikten sonra “Selçuklu-Hazar bağlantısı, bugüne kadar olduğundan daha ciddiye alınması gereken bir konudur” diyerek Selçuklu-Hazar münasebetlerine dair tartıĢmada nerede durduğunu açıkça göstermektedir.46 Selçukluların Maveraünnehir ve Horasan’a Göçleri Meselesi Selçukluların göçlerinden önce Orta Asya‟nın genel vaziyetini değerlendirir.47 Sonra ise Selçukluların Maveraünnehir ve Horasan‟a göçlerini ele alır. Bu hususta, “X. yüzyıl sonlarında bir zamanda Selçuk ailesi Hazarlardan kesin surette ayrıldı. Detaylar karmaĢıktır”48 dedikten sonra Meliknâme‟nin anlatımını yeniden değerlendirmeye tâbi tutar. Meliknâme‟nin “aĢırı güvenilmez ya da çok kötü korunmuĢ olduğu için değersiz sayılıp bir yana bırakılmak istenmesine” rağmen, onun Beyhaki ve Gerdizî tarafından da desteklendiği için dikkate alınması gerektiğini kaydeder.49 Özellikle Beyhakî ile Meliknâme‟nin anlatımlarının uyuĢmasının ayrı bir önemi vardır. Zira her ikisi de farklı kitleler için kaleme alınmıĢlardır. Ancak Meliknâme‟nin elimizdeki metni istinsah edildiği devrin Ģartlarına göre yeniden inĢa edildiğinden Selçukluların kökenlerine dair yazılanların güvenilirliği hususunda dikkatli olmak gerekir.50 Peacock, Selçukluların Maveraünnehir ve Hazar‟a göçleriyle ilgili izahların bazı noktalarının çeliĢtiğini ve aĢırı genellemeci olduğunu; özellikle de iklim değiĢikliği ile göçler arasında doğrudan bir bağlantı kurmanın çok da makul olmadığını, çünkü göçlerin hızlanması için her daim iklim değiĢiklikleri yanında baĢka etmenlerin de 45 46 47 48 49 50 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 23-24. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 40-41. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 42-44. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 24. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 49. A.g.e, s. 52. 12 bulunması gerektiğini kaydeder.51 Yazara göre göç için nüfus artıĢlarının itici etmen olduğuna dair görüĢler de aynı Ģekilde bazı noktalarda meseleyi izahtan uzaktır. Çünkü bu dönemde nüfusun büyük bir kısmı Gazneliler, Karahanlılar ve Samanilerden birinin ordusunda zaten istihdam edilmekteydi. Ona göre göç dalgasını tetikleyen unsur olarak bu dönemde yaĢanan siyasi krizi de göz önünde bulundurmak gerekir. Ayrıca mesele yalnızca Selçukluların göçüyle de izah edilemez, zira bu dönemde zaten Oğuz boyları sürekli bir hareketlilik içindeydiler.52 Göçebelerin Sosyal Yapısı ve Selçuklularla Münasebetleri Peacock, Büyük Selçuklu tarihinin muhtelif meselelerini ele aldığı iki kitabında da özellikle göçebeler hususu üzerinde özellikle durur. Selçukluların erken dönemlerini incelediği kitabında “AĢiretler ve Selçuklu Hanedanı”53 baĢlıklı bölümde bu konuyu ayrıntılı bir Ģekilde irdeler. Selçuklu tarihiyle ilgili diğer kitabında da “Oğuz, Türkmen ve Bunların Sosyal Yapısı”54 baĢlığında bir bölüm kaleme almıĢtır.Ayrıca Türkiye Selçukluları devrinde Anadolu‟da Türkmen meselesini incelediği makalesinde de Büyük Selçuklu-göçebe konusunu ele alır.55 Peacock‟un mezkur mesele üzerinde özellikle durmasının sebebi kendi ifadesiyle Ģudur: “Türkmenlerin Selçukluların çöküĢüne kadar devlet içinde önemli bir güç olmaya devam ettikleri bilinmekle birlikte, yalnızca birkaç akademisyen Türkmen aĢiretlerin hanedanla olan iliĢkilerinin yapısını irdelemiĢtir”.56 Yine yazara göre akademisyenlerin önemli bir kısmının daha 1040 Dandanakan zaferinden itibaren mutlak hükümdar anlayıĢını geliĢtirmeye çalıĢan Selçuklu hükümdarlarının bunun önündeki en büyük engellerden biri olarak Türkmenleri göstermekte; mutlak hükümdarlık geliĢtirildikçe göçebelerin de iktidardan uzaklaĢtığı veya uzaklaĢtırıldıkları yönünde bir kurguyu esas almaktadırlar. Bu kurguya rağmen Peacock, kendi çalıĢmasının farklılığını Ģöyle izah eder: “Bu bölümde, aĢiretler/boylar ve aĢiret reisleri/boy beyleri arasındaki iliĢkiler, özellikle XI. yüzyılın ilk yarısı bağlamında irdelenecektir. Diğer Avrasya aĢiretleri ile bozkır devletleri üzerine yapılan 51 52 53 54 55 56 A.g.e, s. 53; Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 24-25. A.g.e, s. 53-54. A.g.e, s. 55-83. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 27-32. “From the Balkhan-Kuhiyan to the Nawakiya: Nomadic Politics and the Foundations of Seljuq Rule in Anatolia”, Nomad Aristocrats in a World of Empires, Weisbaden 2013, s. 55-80. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 55; “From the Balkhan-Kuhiyan to the Nawakiya: Nomadic Politics and the Foundations of Seljuq Rule in Anatolia”, s. 55-56. 13 antropolojik ve tarihsel araĢtırmaların karĢılaĢtırılması ve birinci el kaynakların ayrıntılı biçimde değerlendirilmesi temelinde, Selçuklu devletini kuruluĢ aĢamasında asıl zorlayanın, aĢiretler ve aĢiret reisleri arasındaki mücadeleden çok, Selçuklu hanedanı içinde, zaten homojen bir yapıya sahip olmayan aĢiretlere kimin liderlik edeceği üzerine yapılan kavgalarolduğunu ortaya koymaya çalıĢacağız”. 57 Meseleye böylesine iddialı bir Ģekilde giriĢ yapan Peacock, konunun daha iyi anlaĢılması için “Guz”, “Türk” ve “Türkmenler” kelimelerini izah ve bunlarla ilgili araĢtırma eserlerdeki muhtelif görüĢleri hulasa etmekle iĢe baĢlar.58 Bu doğrultuda daha önceki çalıĢmalara bir Ģey kattığını söylemek mümkün değildir.59 Müellif Selçuklu tarihine hasrettiği ikinci kitabında zikredilen meseleyi ele alırken neden “Türkmen” kelimesini tercih ettiğini Ģöyle izah eder: “Ġslâm‟ı kabul eden Oğuzlar, dahaX. yüzyılda Türkmen olarak tanındılar. Amabesbelli aĢağılayıcı yan anlamları ile birlikteMüslüman Türkmenleri tarif etmek için bileMüslüman yazarlar sıklıkla Oğuz (veya Ğuz) terimine baĢvurmaya devam ettiler. Öte taraftan kaynaklar tarafından Türkmen olarak tarif edilen bazı gruplar görünüĢe göre hâlâ pagandı.Tarih içinde Ģehirde yaĢayan Oğuz/ Türkmenler olsa da, bu iki terim genelde birey veya grup olarak göçebe demektir. Bu kitapta Oğuz ifadesini kullanan baĢlıca kaynaklardan alıntı yapmamız veya terimin çok kemikleĢtiği ve Türkmen ifadesini kullanmanın kronolojik bir hata olacağı durum dıĢında genel olarak Selçukluların göçebe tebaasını ifade etmek için „Türkmen” kelimesini kullandık”.60 “Ğuz/Oğuz”, “Türk”, “Türkmen” kelimeleriyle ilgili tartıĢmaları özetledikten ve kendisinin neden “Türkmen” kelimesini tercih ettiğini izah ettikten sonra iki ayrı baĢlık altında göçebe meselesini ele almaya devam eder. Bu bağlamda göçebelerin yerleĢiklerle münasebetlerini “Türkmenlerin Yapısı Üzerine I: Göçebeler ve YerleĢikler” baĢlığıyla irdeler. Burada özellikle yerleĢik ile göçebe Türkmenlerin münasebetleri üzerinde durur fakat kaynakların bu meselede ne kadar az bilgi verdiğini de ifade eder. En baĢta kavram kargaĢasına temas eder ve “-ne Oğuz, ne de Türkmen sözcüğünün-” göçebe terimiyle eĢanlamlı olduğunu belirtir. Ayrıca araĢtırmalarda resmedilen manzaranın hilafına göçebeler ile yerleĢikler arasında sürekli bir çatıĢmadan ziyade “-olumlu iliĢkilerin de-” olmasının muhtemel olduğunu kaydeder.61 57 58 59 60 61 Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 56. A.g.e, s. 56-62. Türkmen kelimesine dair bk. Ġbrahim Kafesoğlu, “Türkmen Adı, Manası ve Mahiyeti”, Türkler, IV, 580-594. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 27. Aynı izah için ayrıca bk. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 62. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 62-66. 14 Peacock, “Türkmenlerin Yapısı Üzerine II: Türkmen AĢireti Nedir?” baĢlığında ise “aĢiret” ve boy” sözcüklerinin neyi ifade ettiğine dair ana kaynaklarda açık ifadelerin bulunmadığını; bu iki kelimenin muadili olarak kaynaklarda “taife”, “kabile”, “boy/budun” gibi muhtelif terimlerin tercih edildiğini belirtir. Daha sonra ise Selçuklu aĢiretlerini neyin oluĢturduğunu tespit etmenin oldukça zor olduğunu ve bunun için baĢka aĢiretlerin yapısına müracaat etmek gerektiğini ileri sürer. Yazara göre Selçuklu aĢiretleri denilen yapının bir araya gelmesi için yalnızca kan bağı yeterli bir izah olamaz; buna karĢın çıkarların birleĢmesi veya çatıĢması daha fazla tayin edici olmuĢtur.62 Selçuk’un ÖlümündenTuğrul ve Çağrı Beyler Devrine Kadar Selçuklu Tarihi Peacock, göçebe dünyasına dair değerlendirmeler yaptıktan sonra Büyük Selçuklular‟ın siyasi tarihini ele alır. Yukarıda da naklettiğimiz üzere yazarın siyasi tarih üzerinde durmasının sebebi, diğer meselelerin daha iyi anlaĢılmasına hizmet içindir. Bu yüzden ayrıntılı bir siyasi tarih anlatımı tercih etmez. Bunun yerine kısa anlatımlar vardır ve daha çok tartıĢmalı meselelere dair kendi yorumlarını ihtiva eder. Peacock, Büyük Selçukluların siyasi tarihini anlatmaya Selçuk‟un vefatından sonra yerine en büyük oğlu Arslan Ġsrail‟in geçmesiyle baĢlar. Bu dönem Peacock‟a göre Selçuklu tarihi için oldukça önemlidir zira ilk defa kaynaklarda Âl-i Selçuk‟dan bahsedilmektedir.63 Arslan‟ın isminin öne çıkması ve Âl-i Selçuk‟la birlikte diğer göçebelerin de onun etrafında toplanması, Peacock‟a göre büyük ihtimalle onun aĢiretlere otlaklar bulması ve yağma olanakları oluĢturması sayesinde mümkündü.64 Bu geliĢmeler üzerine Gazne Sultanı Mahmud, tehlikeyi daha fazla büyümeden ortadan kaldırmak istemiĢ ve bunun için de Arslan Ġsrail‟i 416/1025‟te hapse atmıĢtır. Mahmud, böyle yaparak Âl-i Selçuk‟un en büyük varisini pasif hâle getirmeyi ve liderleri etkisiz hâle getirildiği için de Arslan Ġsrail‟in etrafında toplanan aĢiretlerin dağılacağını bekliyor olmalıydı fakat geliĢmeler bunun tam tersine bir seyir takip etti. Çünkü Arslan Ġsrail‟in hapsedilmesi iki önemli geliĢmeyi doğurdu. Yazara göre bu 62 63 64 A.g.e, s. 66-70. Ayrıca bk. “From the Balkhan-Kuhiyan to the Nawakiya: Nomadic Politics and the Foundations of Seljuq Rule in Anatolia”, s. 57-62. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 28-29. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 74-75. Peacock, Arslan Ġsrail‟le ilgili olarak aĢiretin en iyisi ve en kıdemlisi” olarak ifadenin tam olarak neyi anlatmak istediğinin açık olmadığını kaydeder (s. 74). 15 hadisenin ilk önemli sonucu göçebelerin büyük bir kısmının, Mahmud‟un beklentisinin aksine, Arslan Ġsrail‟e bağlılıklarının devam etmesiydi ki bu sayede dağılmaktan kurtuldular.65 Peacock‟a göre Arslan Ġsrail‟in hapsedilmesinin ikinci ve daha önemli sonucu ise Selçuklularda kimin baĢa geçeceği tartıĢmalarını baĢlattı. Yazara göre bu tartıĢma, normal bir siyasi problem olmaktan daha önemliydi; zira bu hadise ile birlikte Selçuklularda “ortak hanedanlık” tartıĢması da baĢlamıĢ oldu.66 Her ne kadar bazı araĢtırmacılar “Selçukluların, Türki gelenekler doğrultusunda (aĢiretlerin ve sonra da sultanlığın) yönetiminin tek kiĢiye değil, bütün hanedana verilmesinden yana olduklarını”belirtseler de67, Peacock, bu hususta Ģu görüĢtedir: “XI. yüzyılın baĢlarında Selçuklu hanedanında ortak egemenlik uygulaması Ģöyle dursun, bunun tam tersi, tek ve en güçlü yönetici olabilme mücadeleleri öne çıkmıĢtır”.68 Yine bununla ilgili olarak Ģunları kaydetmiĢtir: “Aile üyeleri arasındaki bu durmak bilmeyen çekiĢmeler, ortak egemenlik kavramının Selçuklu döneminde henüz genel kabul görmediğini düĢündürür. Selçuklu ailesinin üyeleri daha çok yönetimi ele geçirebilmek için birbirleriyle rekabet içinde olmuĢ ve tıpkı XII. yüzyılın sonlarında Cengiz Han‟ın kendisini Moğolistan‟daki Türk-Moğol aĢiretlerinin yüce hanı ilan edebilmesi gibi, hem akrabaları hem de taraftarlarınca yetkilerinin tanınmasını ummuĢlardı”. 69 Peacock, “ortak hükümdarlık” konusundaki görüĢlerini serdettikten sonra Tuğrul ve Çağrı Beylerin, diğer Âl-i Selçuk üyeleri karĢısında nasıl temayüz etmeye baĢladıklarını ve iktidar mücadelesini ele alır. Bu mücadele safhasında Tuğrul ve Çağrı‟nın öne çıkmasında Türkmenlerin en önemli meselesi olan otlak sıkıntısına daha 65 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 32. A.g.e, s. 32; Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 73-75. Selçuklu devri iktidar telakkisi hakkında bk. Osman Özgüdenli, “ÜlüĢ Sisteminden Merkezî Devlete: Selçuklu Devlet Telâkkisinin TeĢekkülü (1038-1064)”, Türkler, V, 249-264. 67 Peacock, bunun için Peter B. Golden (An Introduction to the History of the Turkic Peoples: Ethnogenesis and State-formation in Medieval and Early Modern Eurasia and the Middle East, Wiesbaden 1992, s. 220) ile A.K.S. Lambton‟un (Continutity and Change in Medieval Persia: Aspects of Administrative, Economic and Social History, Eleventh to Fourteenth Century, Londra 1988, s. 225) çalıĢmalarına atıf yapar. Buna mukabil Türk tarihçilerinin bu konudaki tetkik ve görüĢlerine hiç yer vermez. Meselâ Köymen de “Türk hakimiyet telakkisine göre devlet, baĢta bulunan hanedanın müĢterek malıdır” görüĢündedir (Selçuklu Devri Türk Tarihi, s. 11). Benzeri bir görüĢ için bk. Osman Turan, Selçuklular Tarihi, s. 234-235. 68 Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 73-74. 69 A.g.e, s. 79. 66 16 etkin çözümler bulmaya çalıĢmaları etkili olmuĢ gibidir. Nitekim Peacock, bu hususta Ģunları kaydeder: “Destekçileri için otlak güvenliğini sağlamak göçebe bir baĢkanın ana vazifelerinden biridir. Çünkü otlaklar olmadan Türkmenlerin hayvanları ölür, onların hayatta kalmasını tehlikeye atardı. Bu konumdaki Türkmenlerdoğal olarak yeni bir liderin cazibesine kapılırdı: Sonunda o zamanotlak güvenliği meselesi Selçuklu ailesinin devam eden liderliğinin garantisinden biriydi”. 70 Tuğrul ve Çağrı Beylerin, Gazne Hükümdarı Mesud‟dan otlak sıkıntısını gidermek için yardım ve destek talepleri olumsuz karĢılandı ve Peacock‟a göre bu sonraki geliĢmelerin de tetikleyicisi oldu. Peacock‟a göre Mesud‟un olumsuz cevap vermesinde içinde bulunduğu Ģartların da büyük etkisi vardı. Zira “Mesud uyumlu bir politika kurmakta baĢarılı olamadı. BaĢlangıçta babası Mahmud‟un geçiĢlerine izin verdiğiIrakiye‟nin sebep olduğu sorunu önemseyen sultan, Selçukluların taleplerine karĢı çıktı ve onlara karĢı bizzatsefere çıktı. Horasan‟ın kötü hasat ve kıtlıkdizilerine katlandığı göz önünde bulundurulursaSelçukluların varıĢıkatlanılamaz ilave bir yük ve ilin vergi matrahına bir tehdit gibi görünmüĢ olabilir”.71 Mesud‟un Selçuklulara olumsuz cevap vermesi iki tarafı savaĢ meydanlarında karĢılaĢmaya zorladı ve savaĢın sonunda Gazneli ordusu 426/Haziran 1035‟te kesin bir yenilgiye uğradı. Peacock‟a göre Gaznelilerin Selçuklular karĢısında 1035‟te kesin bir Ģekilde yenilmesi bir dönüm noktasıdır. Bu savaĢtan sonra Selçukluların, Gazneliler aleyhine olacak Ģekilde mütemadiyen ilerledikleri ve hakimiyet sahalarını geniĢlettikleri görülmektedir. Nihayetinde 1040‟ta Dandanakan‟da kazanılan zafer Selçukluların bir imparatorluk kurmalarının temelini attı.72 Yazara göre, Gaznelilerin Selçuklular karĢısındaki gerilemesinin sebeplerini Ģu Ģekilde sıralamak mümkündür: “Gazneli askeriyesi heybetli olsa da, baĢa çıkılmaz lojistik ve taktiksel zorluklar ile karĢılaĢtı. Ağır cephanesi ve filleri kullanımı -düĢmanlarını korkutmak için Hindistan‟dan öğrenilen bir taktikonları yavaĢlattı ve kaynakların az olduğu bozkır veya çölde iĢlem görmesini imkansız kıldı. Bireysel savaĢlarda Gazneliler galip gelmeye meyletti ama Selçuklular geneldedoğrudan karĢılaĢma vuku bulmadan öncebozkıradoğru yok olup gittiler. 431/1040‟ta Mesud sonunda Tuğrul‟un Nesa‟daki üssünü ele geçirdiğinde, bu ona pek az fayda sağladı çünkü Türkmenler, Gaznelilerin kendilerini takip edemediği bozkırın uzaklarında olan Balhan Dağınıneteklerinde yok oldular.Hafif silahlı ve oldukçahareketli düĢmanı takip etmek bile büyük bir mücadele idi zira Selçuklular Ģehirlerde garnizon kurmayı amaçlamadılar.Horasan‟daki yaygın kıtlık Gazneli ordusunun yiyecek bulmakla mücadele ettiği anlamına 70 71 72 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 34. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 34. A.g.e, s. 34-39. 17 geliyordu „ama Selçuklular bunu umursamıyorlardı çünkü çok azı ile memnun oluyorlardı‟.Selçukluların manevra yapabilirliği, Gazneli kuvvetlerine Hazar ile Cürcan‟dan Amu Derya‟ya kadar uzanan geniĢ bölgeyi müdafaa etme mecburiyetini zorlaĢtırıyordu anlamına gelir. Sonuç olarak en önemli Ģehirler biletamamen yetersiz garnizonlar ile bırakıldı veya hiç garnizon yoktu. BaĢlıca merkezlerin surları yoktu böyle Ģehirler sonuç olarak Selçuklular için yemdi ”. 73 “Bir Ġslâm Hükümdarı” Olarak Tuğrul Bey’in Temayüz Etmesi Madeni paralardaki ve kroniklerdeki kayıtlara göre 428 veya 429/1037 veya 1038‟de NiĢabur‟un ilk fethinden itibaren Tuğrul Bey, bir Ġslâm hükümdarı olarak anlatılır. Bu manada “Tuğrul‟un Ramazan ayı tamamlanana kadar Türkmenleri yağmadan engellediği” yazılır. Buna rağmen Peacock, bu durumun daha sonraki bir devrin kurgusu olduğu kanaatindedir. Zira buna dair Ģunları kaydeder: “Ġslami yönetimin bu prensiplerininTuğrul tarafından bile dikkate alınıp alınmadığından Ģüphe edilir. Muasır kaynağımız Beyhaki‟de bu hikaye görünmez ve daha sonraki kronikler, Gazneliler ve Samanilerekıymetli halefler ve Sünni Fars-Ġslam geleneğindeki yöneticiler olarak bunları resmederek Selçukluları meĢru kılmayı amaçlar”. 74 Her ne kadar Peacock, bir Ġslâm hükümdarı gibi kroniklerde tarif edilen Tuğrul Bey imajına karĢı çıkarsa da Sadi S. Kucur tarafından bir araĢtırmaya konu edilen Tuğrul Bey adına basılan bir sikkeden75 hareketle Ģöyle bir yorum yapmayı tercih eder. “Yine deNesa‟daki zaferden beri alıĢıldık güvenli otlak amacını gölgede bırakan imparatorluk ve fetih rüyaları ile beĢ yıldaki ideolojik değiĢiklik aĢikardır.Halife ve Tuğrul‟un adlarını taĢıyan 428 ve 429/1037-1038‟de NiĢabur‟daki bizim ilk Selçuklu paralarımızın darp ediliĢi, Tuğrul‟un Ġslâm geleneğindeki bir yönetici olarakkendisini görmeye baĢladığını onaylar ve devletin temel unsurlarından birinin ortaya çıkıĢını ileri sürer: para basma yeterliliği”. 76 Bu bağlamda sonraki satırlarda, yine Kucur‟un çalıĢmasına atıf yaparak Ģunları yazar: “Böylece Horasan‟a varıĢlarından sadece on yıl sonra 1040‟ların ortalarında Selçuklular, Ġslâmî devlet olmanın kurumlarının çoğunu elde ettiler, bunun ilk iĢaretlerini daha 1038‟de görürüz: bürokrasi, vezirler, devlet daireleri, halife tarafından tanınma ve düzenli para basımı”.77 73 74 75 76 77 A.g.e, s. 36-37. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 40. Sadi S. Kucur, “A Study on the Coins of Tughril Begi the Sultan of the Great Seljuqs”, XIII Congreso Internacional de Numismatica, Madrid 2003, Actas-Proceedings-Actes, I, Madrid 2005, s. 1599-1608. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 40. A.g.e, s. 48. 18 Peacock‟un kroniklerin verdiği bilgileri sonradan uydurulmuĢ kurgular olarak görmesine ve verilen bilgilere itiraz etmesine mukabil sikkelerin sağladığı bilgiler karĢısında farklı bir yorumu tercih etmesi çeliĢki olarak durmakta; dahası yazarın zaman zaman kroniklerdeki bilgileri yaftalayıcı tavrının da, en az kroniklere temkinli yaklaĢmak kadar, ihtiyatla yaklaĢılması gerekli bir durum olduğunu ortaya koymaktadır. Zira en azından Tuğrul Bey‟in bir Ġslâm hükümdarı gibi davranmaya baĢladığına dair kroniklerdeki bilgileri, sikkeler destekler görünmektedir. Dandanakan‟dan itibaren Çağrı Bey‟den ziyade Tuğrul Bey‟in temayüz etmeye baĢladığı görülmektedir. Peacock‟a göre bunun sebebi Tuğrul Bey‟in siyasi nüfuzundan ziyade farklı saiklerden kaynaklanmaktaydı. Bu hususta Ģunları yazar: “–sadece Dandanakan‟ın tarihi olarak değil erken dönem Selçuklular için baĢlıca kaynağımız Beyhakî‟nin kroniğinin ayrıca onun muasırı Gerdizî‟nin çalıĢmasının bittiği tarih olarak- 432/1040 sonrasında Ġbnü‟l-Esir ve Sibt b. El-Cevzî‟nin muhafaza ettiği kayıp Arapça kroniklere neredeyse tamamen güveniyoruz. Odak noktaları batı olduğu için pek ilgilerini çekmeyen Horasan‟da kalan Çağrı‟dan ziyade bölgede faal olan Tuğrul‟a doğal olarak odaklanırlar. Dahası halifelik merkezi Bağdat‟ı fethi ile Tuğrul‟un payına eklenen prestij, Çağrı‟nın aleyhine Tuğrul‟a odaklanmaya kronikleri daha fazla teĢvik eder”. 78 Peacock, Tuğrul Bey‟in isminin daha fazla öne çıkmıĢ gibi görünmesine ve onun Çağrı karĢısında daha üstün olduğu yönünde bir kanaat oluĢmasına rağmen, bunun geliĢmeler dikkate alındığında pek de kabul edilecek bir durum olmadığı kanaatindedir. Ziraiktidarının pek de problemsiz geçmediğini ve baĢlangıçta Osman G. Özgüdenli‟nin tespit ettiği üzere79 Tuğrul ile Çağrı Bey‟in aynı unvanları kullandıklarını Ģöyle anlatır: “Ama kanıtın bazı parçaları, Tuğrul‟un üstünlüğünün garanti edilenden çok uzak olduğunu ileri sürer. Partitio imperii kabul edildiğinde, Çağrı‟nın payı Selçuklular tarafından gerçekten elde tutulan topraklar çoğunluğunu temsil edecekti gerçi Tuğrul daha fethedilmemiĢ topraklarınbelirsiz ödülünü kazandı. Ġlave olarak doğuda -Çağrı‟nın konumu- Türk kültüründeöncelik imasına sahipti: hem Göktürkler hem de Karahanlılar ile imparatorluğun doğu kısımlarının yöneticileri dahaüstün olduklarını düĢündüler. Nümizmatik kanıt Çağrı yanısıra Tuğrul‟un Türk hakimiyet sembolü ok ve yay motifini kullandığını gösterir. Ġbnü‟l-Esir, Recep 428/1037‟den itibarenÇağrı‟nın, Merv camilerinde verilenCuma vaazı olan hutbede „krallar kralı‟ (melikü’l-mülûk) olarakadlandırmaonurunu kendine mal ettiğini belirtir.Kirman yöneticisi Çağrı‟nın oğlu Kavurt paralarda Tuğrul‟dan değil sadece babasından bahsetti ve 78 79 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 41. Osman G. Özgüdenli, “Yeni Paraların IĢığında KuruluĢ Devri Selçuklularında Hâkimiyet Münasebetleri Hakkında Bazı DüĢünceler”, Belleten, sayı: 65 (Ankara 2001), s. 547-570; a.g.y, “Selçuklu Paraları IĢığında Çağrı Bey‟in Ölümü”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih AraĢtırmaları Dergisi, 22 (35) (2004), s. 155-170. 19 Çağrı‟yı aynı unvan ile melikü’l-mülûk olarak adlandırdı.Böylece muhtemelen kadim Farsça unvan ĢâhanĢah kastedildi.Bu unvan Tuğrul ayrıca tarafındankullanıldı. Böyleceyönetimin unvan ve sembolleri, 80 Çağrı kendisini Tuğrul‟dan üstün olarak değilse bile en azından ona eĢit olarak gördüğünü iddia eder”. Peacock, Tuğrul ve Çağrı arasında Dandanakan‟dan sonra iktidar mücadelesinin sürdüğü, bu manada Sistan‟daki mücadelenin iyi bir misal teĢkil ettiği kanaatindedir. Nitekim bu hususta Ģöyle yazar: “Dandanakan‟ın fatihi Çağrı‟nın kardeĢineüstünlük iddiasından kolayca vazgeçmesi pek muhtemel değildir. AslındagörünüĢe göre XI. yüzyılda bir araya getirilen Sistan ilinin bölgesel kronikleri Tuğrul ve Çağrı arasındaki devamlı gerginliği ileri sürer. Ġkisi de(menĢur sayesinde) Sistan valisini atama, kendi adına para basma (sikke) ve Cuma namazlarındaki hutbede yönetici olarak bahsedilme hakkını istediler – ve her biriRecep 446/Ekim 1054‟te ve Cemaziyelevvel 448/ Ağustos 1056 arasında ilin kontrolü için birbiri ile mücadele eden rakip valiler atadılar. Bu anlaĢmazlık böylecesadece silahlı kuvvetler ile yürütülmedi ayrıca sembollerin kullanımı ile yürütüldü, bu semboller hem Türk -misal para üstündeki ok ve yay- hem de Ġslâmî idi: menĢür, sikke ve hutbe.Bu tarih için karĢılaĢtırmalı bölgesel kaynakların azlığı göz önünde bulundurulunca Sistan‟ın gördüğü iki kardeĢ arasındakibir çeĢit temsili savaĢın baĢka yerde ne kadar sıklıkla tekrar edildiğini bilmek imkansızdır. Besbelli Selçuklu ailesinin diğer üyeleri çok nadirenparalarında Tuğrul‟un adına yer verdiler. Onun hakimiyet iddialarını kabul etme isteksizliğini paylaĢtıkları hissi verir bu durum. Toprak paylaĢımı sistemi ve liderlik üzerine bu anlaĢmazlıklarimparatorluğun çoğundasürdü”. 81 Tuğrul’un Ġran ve Irak Politikası Peacock, Tuğrul Bey‟in Çağrı Bey karĢısında nasıl temayüz etmeye baĢladığını ve bunun kaynaklara nasıl yansıdığını izah ettikten sonra yeni bir baĢlık açarak Tuğrul Bey‟in Ġran politikasını ele alır. Yazarın bu konuya ayrı bir önem verdiği görülür. Nitekim “Tuğrul‟un büyük baĢarısı, 447/1055‟te Bağdat‟a giriĢiyle taçlanan ve sultan olarak daha sonraki taç giydiği yer Irak ve Ġran düzlüğünü fethi idi” der.82 Bu, yalnızca siyasi bir baĢarı değildir, zira Selçuklulardaki Ġran nüfuzunu ele aldığı bölümlerde de üzerinde hassaten duracaktır. Peacock‟a göre Ġran‟da Tuğrul Bey‟in hakimiyet tesis etmesi iç içe geçmiĢ sıkıntılar sebebiyle pek de kolay olmadı. Bu sıkıntıların baĢında da Tuğrul Bey‟in ordularının büyük bir kısmını Türkmenlerin oluĢturması geliyordu. Peacock, bu durumun sebep olduğu sıkıntıları Ģu Ģekilde izah eder: 80 81 82 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 41-42. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 42-43. A.g.e, s. 43. 20 “Tuğrul‟un kendi ordularıbüyük çoğunlukla Türkmen temelli olarak kaldı ve erken dönem Selçuklu yönetiminin mahiyeti için bunun da sonuçları vardı. Sadece onun adamları değilonlara bağlı kimseler ve hayvanlarının beslenmesi gerekiyordu. Tek bir Türkmen ailesi yaklaĢık 100 koyuna sahipti; Bu, Tuğrul‟un 429/1038‟de NiĢabur‟a girdiği kuvvetin büyüklüğü olarak 3 bin kiĢilik-güçlü bir ordunun300 bin koyun ile eĢlik edildiği anlamına geliyordu, diğer hayvanlardan bahsetmiyorum bile.Bu sayıkırsal bölgeye devasa bir baskı yapar, bu dönemde Horasan‟ın katlandığı kıtlığı ağırlaĢtırıyordu… Sadık adamlarını tutmak içinTuğrul onlara yağma ve otlak temin etmeliydi-göçebe bir baĢkanın alıĢıldık sorumlulukları”. 83 Tuğrul Bey, Türkmenlere otlak bulabilmek için Güney Kafkasya, Doğu Anadolu ve Kuzey Batı Ġran‟a yöneldi, zira bu yerler otlak bakımından oldukça zengindi84.Peacock, Tuğrul Bey devrindeki Ġran politikasını ve bunun sonuçlarını Ģu Ģekilde değerlendirir: “Bazı açılardan o zaman Ġran platosundakiSelçukluhakimiyetinin ilk yıllarımerakla belli belirsiz bir karaktere sahipti.Rey ve Hemedan gibi Selçuklu üssü olarak hizmet eden birkaç Ģehir haricinde Tuğruldoğrudan yönetimi garanti altına almak için pek az gayret gösterdi.Çok sayıdaki Ģehirde yaĢayan içinpek az Ģey hemen değiĢti vesadece Selçuk‟un neslinden olanlar değil ayrıca bölgesel prensler debirbiri arasında mücadele etmeye devam etti, bazen Tuğrul‟un kendisinden Ġbrahim Yınal‟a veya Irakıye‟ye kadar değiĢen Ģekilde muhtelif Türklerden yardım topladılar.Böylece Ġran platosubu tartıĢmaların olduğu zeminden ziyade belirli bir fetih seferinin hedefi değildi…” 85 Tuğrul Bey‟in Ġran kadar Irak‟ta tesis ettiği hakimiyet ve burada verdiği mücadelenin Ģekli de Peacock tarafından özel bir ilgi ile karĢılanmıĢ ve ele alınmıĢtır. Zira burada birçok mesele iç içe geçmiĢtir. Bunların baĢında da Selçukluların Sünni ve ġĠî politikaları, Selçuklu-Abbasi münasebetleri gelir. Abbasi Halifesi el-Kaim (10311067) zamanında Vezir Ġbn Müslime‟nin gayretleriyle Tuğrul Bey, Irak meseleleri ile yakından ilgilenmeye baĢladı. Tuğrul‟un 1055‟te Bağdat‟a girmesinden sonra Selçukluların Irak politikasında hızlı değiĢimler görüldü. Tuğrul Bey‟in ordusunun büyük bir kısmını oluĢturan Türkmenlerin Bağdat‟a girmesi beraberinde birtakım sıkıntıları da getirdi. Bunların baĢında yaĢanan asayiĢ problemleri, yiyecek fiyatlarının artması ve daha da önemlisi yerli halk ile Türkmenler arasında gün geçtikte artan çatıĢmalar geliyordu.86 83 84 85 86 A.g.e, s. 45-46. A.g.e, s. 46. A.g.e, s. 46-47. A.g.e, s. 48-52. 21 Selçuklular ve Ġslâmiyet Peacock, Büyük Selçuklu tarihine hasrettiği iki kitabında da Selçuklular‟ın Ġslâm dünyasındaki rolüne dair müstakil bölümler tahsis etmiĢtir. Bunlar “Selçuklular ve Ġslam”87, “Hakimiyet, MeĢruiyet ve Halifelik ile Mücadele”88 ve “Din ve Selçuklu Ġmparatorluğu”dur.89 Büyük Selçuklular devrinde Ġslâm dünyasının içinde bulunduğu durum ve bu yeni siyasi yapının Ġslâm dünyasına etkilerine, baĢta Abbasi halifeleri olmak üzere diğer Ġslâm dünyasıyla münasebetlerine dair Türkiye‟de çalıĢmalar kaleme alınmıĢtır. Bu manada ilk zikredilmesi gereken isim Osman Turan‟dır. Zira Turan, “Selçuklular Tarihi” adlı çalıĢmasında konuyu “Selçuklular Devrinde Türk-Ġslâm Medeniyeti” baĢlığı altında müstakil olarak ele almıĢtır. Yine bu manada özellikle Ahmet Ocak‟ın “Selçukluların Dinî Siyaseti 1040-1092)” (Ġstanbul 2002) adlı çalıĢmasını kaydetmek gerekir. Buna mukabil, Peacock‟un kendisinden önce kaleme alınan bu ve diğer birçok çalıĢmadan hiç söz etmemesi ilginçtir. Peacock, XI. yüzyılın Ġslâm tarihi için bir dönüm noktası olduğunu zira Sünniliğin “itikat” olarak tanım kazanmaya baĢladığını; yine aynı dönemde Fatımiler ve Ġsmaililer ile ġiîliğin de bu dönemde güçlendiğini; yine bu dönemde Cüveynî ve Gazalî gibi âlimlerin eserleri sayesinde Ġslâm dünyasında düĢünsel anlamda bir dinamizm yaĢandığını; Sünni mezheplerin de dönüĢüm geçirdiğini kaydeder.90 Ġslâm tarihi için böylesine önem arz eden bir devir hakkındaki çalıĢmaları değerlendirerek meseleyi ele almaya baĢlayan Peacock, ilk olarak George Makdisi‟nin çalıĢmalarını değerlendirir. Yazara göre Makdisi, “Selçukluların Sünni canlanıĢı‟nı baĢlattığı görüĢüne karĢı, bunun daha Selçuklular Bağdat‟a gelmeden önce-gerçekten de daha onlar tarih sahnesine çıkmadan epey önce itikad-ı Kadiri ile- baĢladığına dikkat çekerek, dönemin egemen bilimsel anlayıĢını tersyüz” etmiĢtir. Ayrıca Makdisi, “Selçukluların Halifeliği, ġiî Büveyhilerin elinden kurtardığı savının doğru olmadığını öne süren ve Selçuklu sultanları ile Halifelerin iliĢkilerinin çoğu zaman mesafeli, hatta zaman zaman düĢmanca olabildiğini” söyleyen ilk kiĢidir.Peacock, Makdisi‟den sonra Eric Hanne, Richard Bulliet, Erika Glassen, Daphna Ephrat, Omid Safi‟nin 87 88 89 90 Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 117. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 124. A.g.e, s. 246-285. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 117. 22 çalıĢmalarını kısaca değerlendirir. Yazar, zikrettiği çalıĢmaların değerli olduklarını fakat, “hiçbirinde Selçuklu dönemi siyaset-din iliĢkilerinin” açık olmadığını; bu dönemin din tarihinin aĢırı sayılabilecek çeliĢkilerle dolu olduğunu belirtir.91 Dinî hayat bahsine Selçukluların atalarının neden ve ne zaman Ġslâm dairesine girdikleri sualine cevaplar arayarak baĢlayan Peacock, Meliknâme‟den beslenen Mirhond‟un naklettiklerini ele alarak konuya giriĢ yapar. Her ne kadar bu kaynakta Selçuk‟un ilahi ilham sonucu Müslüman olduğu yazarsa da, Peacock Dukak ve Selçuk‟un muhtemelen “Hazar yönetici elit tabakasının çoğu gibi Musevî” veya baĢka bir yerde iddia edildiği üzere Hristiyan olmalarının daha muhtemel olduğunu ileri sürer. Bu iddiası için de hanedan üyelerinin isimlerindeki değiĢimi misal gösterir. Nitekim “Selçuk‟un oğulları ve torunlarımisal Ġsrail, Musa, Mikail ve Yusuf ve Davud gibi Eski Ahid‟i hatırlatan isimler taĢırken, sonraki nesillerde bunlar kaybolur ve Arapça, Türkçe veya bazen Farsça isimler” yerlerini alır”.92 Peacock, mezhepler konusunda Selçukluların bir Sünni canlanmaya sebep oldukları, buna karĢılık ġiî karĢıtı bir politika takip ettikleri yönündeki iddiaları yanlıĢ bulur. Zira yazara göre Selçuklular, daima Sünniliği özendirmekten uzak oldukları kadar zaman zaman ġiîliği de desteklemiĢlerdir.93 Buna dair Ģu değerlendirmelerde bulunur: “Bu dönemde Sünnilik de Ali ailesine saygı gösterdi. Bugün ġiîler için önemli hac noktalarından biri olan Horasan‟daki MeĢhed‟de Ģehit olan sekizinci imam Ali er-Rıza‟nın büyük türbesi, birkaç kıdemli Gazneli görevlisi ve kuvvetli bir ġiî karĢıtı olan Gazneli Mahmud tarafından erken dönem XI. yüzyılda korundu.Selçuklu devralıĢı ile bu elit himaye edildi. KardeĢi TekiĢ ile mücadele etmeye doğuya giden MelikĢah, vezirinin eĢliğinde orada bizzat dua etmeye gitti ve daha sonra bölgenin Alevilerine hediyeler verdi.Bugün Mezar-ı ġerif olarak bilinen ve Ali b. Ebi Talib‟inmezarını bulundurmakla meĢhur olan Horasan‟daki Belh yakınındaki türbe530/1135-6‟da „yeniden keĢfedildi‟ veSelçuklu Belh Valisi Kumaç tarafından restore edildi. Ama mimarinin materyal kanıtı ve yazıtları, Selçuklu yönetimi altındaki ġîî uygulamalarını halkın kabulü ve en azından bazı ġiîlerin yüksek statüsü için Abdülcelil‟in kanıtına dair bazı unsurları onaylamamıza müsaade eder. Özellikle çarpıcı olan Halep‟te TutuĢ tarafından inĢa edilmiĢ minaredir, Ali ve oniki imamızikrederek, ġiî tadı veren yazıtlar bile taĢır. Mahmud b. Nasr tarafından propoganda edilenler gibi Selçukluların mezhepçi ön yargısının söylentilerini reddetmek için, yeni rejime ġiî Halep halkını barıĢtırmak için besbelli bir teĢebbüs idi bu. Hatta Sünnilerin ağırlıklı olduğu bölgelerde ġiîler, en halka açık ifadelerle inançlarını ifade etmekte özgür idiler. XII. yüzyıl sonlarında Hemedan hükümdarlık Ģehri dıĢında –Selçuklu hanedanına yakın bağları olan ve Ravendi‟nin efendileri olan91 92 93 A.g.e, s. 118-120. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 246. A.g.e, s. 258-266. Ayrıca bk. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 120. 23 oldukça zengin ġiî Aleviyan‟ın bir üyesi, atalarının mezarlarının yanına, Ġslâmi dönemĢaheserlerinden biri olanheybetli anıt mezarı inĢa etti. Raya ġani‟nin gösterdiği üzere, mozolenin dekoratif planı ve yazıtları açıkça , Aleviyan‟ın ġiî inançlarınıaçığa vurur”. “Aleviyan istisna değildi: ġiî elit tabakasının üyeleri sıklıkla devlette kıdemli konumlar iĢgal etti. Vezir AnuĢirvan b. Halid‟in misal teĢeyyu (ġiîlik) benimsemekte oldukça açık olduğu ve Ali b. Ebi Talib‟in mezarının yanına gömüldüğü söylenir. KaĢan‟da ġiî bürokratların bir hanedanı vardı: Muhtaselmülk, Sancar‟ın vezirlerinden biriydi ve onun oğlu Fahrülmülk, kısa süre yaĢayan SüleymanĢah için aynı konumu elde tutmuĢtu, onun torunu, III. Tuğrul için aynı Ģeyi yaptı”. 94 Peacock, Selçukluların Sünnîler ve ġiîler arasında dengeyi sağlamaya çalıĢtıklarını; ġiî hukukun Selçuklu hakimiyeti altında geliĢmeye devam ettiği; zaten “ġiî karĢıtı sloganların varlığının da bu dönemde ġiîliğin artan popüleritesine” bir delil teĢkil ettiği kanaatindedir.95 XI. yüzyılda Ġslâm dünyasında mezheplerin durumlarını ele alan96 Peacock, daha sonra Selçukluların Hanefilik ile münasebetleri üzerinde durur. Hem Ortaçağ tarihçileri kaynakları hem de modern araĢtırmalarda Selçukluların Hanefi olduklarına dair ortak bir görüĢün hâkim olduğunu kaydettikten sonra bu görüĢü irdelemeye baĢlar. Madelung‟un “Hanefiliği çekici yapan unsurlardan biri, Ebu Hanife‟nin Kuran‟ı ve Ġslâm‟ın farzlarını bilmeyenleri bile Müslümanlığa kabul etmesiydi” yönündeki görüĢüne sıcak bakan Peacock, yine de Selçuklu sultanlarının bazı uygulamalarının dinî olamayacağını kaydeder.97 Selçuklularda Hanefiliğin iki temel veri üzerinden inĢa edildiğini, bunların da Hanefi camilerinin yapılması ve Hanefilerin resmî görevlere atanmaları olduğunu; fakat bu verilerin çok mahdut bölgelerden seçilen misallerden hareketle ortaya atıldığını, buna mukabil yerel Ģartların çoğu zaman göz ardı edildiğini ve zaman zaman da verilere yanlıĢ anlamlar yüklendiğini belirtir. Rey‟de yeni bir Hanefi camisinin inĢa edildiğinin doğru olduğunu, ancak bunun yerel Ģartların bir sonucu olduğunu; zaten Selçuklular gelmeden evvel de Hanefilerin Rey‟de çoğunlukta olduklarınıkendi görüĢlerine delil olarak gösterir.98 Peacock, Selçukluların Hanefilerle münasebetlerine dair Ģu değerlendirmelerde bulunur: “Selçukluların mutaassıp Hanefiler olduklarına iliĢkin kanıtlar oldukça zayıftır. 94 95 96 97 98 A.g.e, s. 259-263. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 263-265. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 120-124. A.g.e, s. 124. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 124-126. 24 Birkaç Hanefinin göreve atanması, böyle bir savın dayandırılması için yeterli değildir. Abbasi döneminin baĢlarından beri hükümdarlar, durum elverdiğinde hep Hanefi mezhebini desteklemekten yana olmuĢlardı, bu da Hanefilerin devlete sadakatinden ve adaletsiz bile olsa her zaman hükümdarın emirlerine uyma mefhumuna bağlılığından kaynaklanmaktadır”.99 Buna mukabil, baĢka bir kitabında ise Selçuklu elitlerinin Hanefilikle olan münasebetine dair Ģunları yazar: “Selçuklu hane halkı ve Selçuklu elit tabakasının Hanefiliğin „azimli‟ destekçileri olduğu sıklıkla söylenir. Diğer mezheplerin hilafına Selçukluların Hanefiliği teĢvik etmeye teĢebbüs ettiklerine dair bazı kanıtlar ortaya koyar. ġâfiîlerin sayıca fazla olmasına rağmen Tuğrul döneminde Ġsfahan, Rey, Hemedan ve biraz gecikme ile NiĢabur‟un hepsine Hanefi kadılar yerleĢti. Hanefiliğin sadece hukuk okulu olarak Suriye‟de bulunmasına rağmen Kudüs ve ġam‟da kısa süre sonra hikaye aynıydı. Bazen bu ithal edilen Hanefiler, ġam Selçuklu kadısı el-Balasağuni ile mezhep ön yargısını kıĢkırtmaya niyet ettiler, ġâfiîlerin kâfir olduğunu ve gayrimüslimler için ayrılan baĢ vergisi cizyeyi ödemeleri gerektiğini 100 belirttiler”. Peacock, bu iki alıntıya bakılacak olursa, çeliĢkili yorumlarda bulunmaktadır. Nitekim ilk alıntıda Selçukluların Hanefileri desteklediklerine dair kanıtların yetersiz olduğunu yazarken, ikinci alıntıda bunun doğruluğunu kabul etmiĢ görünmektedir. Dahası yazar, ikinci alıntının bulunduğu kitabının birkaç paragraf sonrasında ise yine Ģöyle yazar: “Çok sayıda kanıt, „militan‟ olarak Selçuklu Hanefiliğinin tarifi ileçeliĢir. MeĢhur ġâfiî hukukçu Ebu Tahir Abdurrahman b. „Alek‟in 484/1091‟deki ölümü üzerine Selçuklu Devleti‟nin önde gelen adamları cenaze törenine katıldı ve mezarı Sultan MelikĢah tarafından bizzat ziyaret edildi. Aslında Karahanlı yanlıĢ yönetiminden yorgun bu aynı Abdurrahman, memleketi Semerkand‟ı fethetmek için MelikĢahı ikna etmekte vasıta olmuĢtu.Her halükarda bu ġâfiî için Selçukluların Hanefiliğe bağlılığı yakın ittifak kurmakta herhangi bir engel teĢkil etmez.” 101 AraĢtırmacı, son yaptığımız alıntıda tekrar Selçukluların Hanefiliğinin “militanlığına” dair iddialara karĢı çıkmakta, alıntı yaptığımız paragrafın devamında “Hanefilik detartıĢmasız bir üstünlüğün tadını çıkarmadı” dedikten sonra bunun gerekçesini Ģu Ģekilde izah eder: 99 100 101 A.g.e, s. 127. Ayrıca bk. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 250. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 268. A.g.e, s. 269. 25 “Kurumsal olaraken büyük medrese ağı ġâfiî Nizamiyeler idi ve Hanefi medresesi himayesi asla aynı ölçüde olmadı, gerçivarlıklı Hanefi medresesi, kıdemli bir Selçuklu görevlisi Abu sad al Mustavfi 102 tarafından459/1066 Nizamiye ile aynı yıl Bağdat‟ta kuruldu”. Peacock, Selçuklu yönetiminin mezheplere bakıĢına dair kendi görüĢlerini Ģöyle özetler: “Daha geniĢ kapsamlı gergin atmosfere rağmen diğer mezheplere karĢı Selçuklu tutumu geniĢ çaplı bir müsamaha idi. Aslında sıklıkla sultanın politikası, biri veya diğerine büyük önyargı hissinden kaçmak içinmuhtelif mezhepler arasında dengeyi baĢarmayı amaçlamıĢ gibi görünür- aynı Ģekilde Sünnî103 ġiî gerginliği ile alakalı olarak da böyle yapmıĢ gibi görünürler ”. Yazar, bu görüĢlerini Nizamü‟l-mülk‟ün Siyasetnâme‟sinden yaptığı bir alıntı ve 1087 ġubat‟ında MelikĢah‟ın Nizamü‟l-mülk ile birlikte Bağdat‟a geldiğinde buradaki mezhep imamlarının türbelerini ziyaret etmiĢ olmasıyla temellendirmeye çalıĢır.104 Selçukluların seçkin kesiminin inancına dair Peacock, onların ġamanizm geleneklerini ve inançlarını devam ettirdiklerini ileri sürer. Bunun için Tuğrul, Çağrı ve Yabgu‟nun Dandanakan Muharebesi‟nden önce müneccime danıĢmalarını misal gösterir. Dahası yazar, “ġamanların görevlerinden biri de öbür dünyadan gelen bilgileri yorumlamaktı -bu da zaten temelde müneccimin yaptığı Ģeydi” diyerek müneccimlik ile ġamanlığı bir tuttuğunu, hâliyle müneccime baĢvuran Tuğrul, Çağrı ve Yabgu‟nun ġamanizm değerlerini taĢıdığını iddia eder. Yazarın bu iddialarının oldukça isabetsiz olduğu ortadadır. Nitekim müneccim, Ġslâm dünyasındaki diğer devlet liderlerinin de müracaat ettikleri bir kiĢidir ve bu onların ġaman olduğu anlamına gelmez. Dahası Ġslâm âlimlerine verdiği destek söz konusu olduğunda yazarın mütereddit bir tavır takınırken, müneccime müracaat edilmesini bu kadar aĢırı iddialı bir Ģekilde yorumlamaya meyyal olması da üzerinde durulması gerekli bir husus olsa gerektir. Peacock, ġamanizm konusunda bu kadar emin yazarken, söz konusu Ġslâm olunca, “Ġslam dininin, Türklerin dünya görüĢünü ne kadar etkilediği tartıĢmaya açıktır”105 yönünde mütereddit kalması yazarın tarihi vakaları keyfi değerlendirdiğinin baĢka bir misali olmalıdır. 102 103 104 105 A.g.e, s. 269. Peacock metinde hatalı bir Ģekilde tarihi 1066 olarak vermiĢtir ama doğrusu 1067 olmalıdır. A.g.e, s. 270. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 270-271. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 148. 26 Peacock, Selçuklu sultanlarının dini hayatlarına dair baĢka bir eserinde de “Sultanların camiler ve medreseler hizmete soktukları çok genel ifadeler olarak bazen söylense de, MelikĢah tarafından hizmete konan Bağdat‟taki sultani cami hariç onların emri ile kurulmuĢ kesin bilinen binalara dair yazınsal veya epigrafik kaynaklardan ĢaĢırtıcı Ģekilde pek az kanıt vardır” iddiasında bulunur. Buna mukabil dini yapıların büyük kısmını diğer devlet ricalinin desteklediği veya yaptırdığını belirtir. “ĠnĢa etme faaliyeti Selçuklu bürokratları ve arasıra sultan ailesinin diğer üyeleri hatta saltanat kadınları tarafından bile finanse edildi ama çok nadiren sultanlar finanse etti”.106 Peacock, yukarıdaki görüĢlerinden sonra çok daha tartıĢmalı bir konuya geçer ve Türkmenlerin Hanefi mezhebi ile münasebetlerini değerlendirir. AraĢtırmacı, bu hususta muhtelif bölümlerde görüĢlerini paylaĢır. Meselâ bir yerde “Ġnsan, mezhepler arasında çoğunlukla çok küçük olan farkların, Türkmenler, hatta önderleri tarafından gerçekten anlaĢılıp anlaĢılmadığını merak ediyor”107 diyerek Türkmenlerin mezheplere bakıĢının zannedildiği kadar sert olmadığını, zira onların bu fıkhî incelikleri anlayacak kadar derinlikli bilgiye sahip olmadıklarını ima eder. Yine bu minvalde Tuğrul, Bağdat‟a girdikten sonra Türkmenlerin Hanefilerle yaĢadıkları sıkıntıları anlatarak Türkmenlerin Hanefiliğe bakıĢını izah etmeye çalıĢır.108 Peacock, “Selçuklu Müslümanlığı ve Geleneksel Türk Ġnancı” baĢlıklı bölümde Türkmenlerin inançları ve Ġslâm dini ile olan münasebetlerine dair görüĢlerini daha açık bir Ģekilde izah eder. Bu bölümde Türklerin Müslüman olması meselesine de değinen yazar, zannedildiğinin aksine “Türklerin Müslümanlığı kabul etmesinde en çok mutasavvıfların etkili olduklarına iliĢkin belgesel kanıtların” zayıf olduğunu ileri sürer. Buna mukabil Peacock, bu husustaki görüĢlerini delillendirecek güçlü mesnetler sunamamıĢtır. Zira bu cümlelerin devamında verdiği misaller Selçukluların mutasavvıfları himaye ettiklerine dairdir fakat yazar bunları kiĢisel inançlarla izah etmeye çalıĢmaktadır. KiĢisel inancının bir sonucu olarak verdiği misal ise Nizamü‟lmülk‟ün hankahları korumasıdır. Peacock‟un devletin resmî uygulamaları olarak çoğu yerde Nizamü‟l-mülk‟ün destek veya engellerini misal gösterirken, burada Ģahsi bir tercihten öte değildir demesi, tarihi verileri keyfi kullandığının iyi bir örneği olsa gerektir. Ayrıca yazarın baĢka bir çalıĢmasında yine aynı konuyla ilgili olarak, “Böyleceçok sayıda sultan ve elit tabakanın diğer üyeleri sufileri himaye etti; özellikle 106 107 108 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 252-254. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 124. A.g.e, s. 128. 27 muasır kaynaklarda ve menkıbe anlatımlarında çok iyi belgelenenĢey, Sancar ve yazıların mevcut bir yapıtını bırakan nadir din adamlarından biri olan Ahmedi Cemarasındaki yakın iliĢkidir”109 Ģeklinde yazması Peacock‟un görüĢleri arasındaki tenakuzlara iyi bir örnek teĢkil eder. Peacock, Türkmenlerin Bağdat‟ta Hanefilerle yaĢadıkları sıkıntıları delil göstererek onların pek de Hanefi olmadıklarını izah etmeye meyyaldir. Yazarın bu tutumunun da problemli olduğu açıktır. Çünkü baĢka hadiselerde, bunların arkasındaki birçok farklı saikin etkili olduğunu ifade eden ve bunları izah etmeye çalıĢan yazar, Bağdat‟ta Hanefiler ile Türkmenlerin yaĢadığı sıkıntıları izah etmede özellikle Türkmenlerin Hanefilikten uzak oldukları tezini desteklemek için vurgu yapması tarih metodu bakımından sıkıntılı olsa gerektir. Bağdat‟ta Türkmenlerin Hanefilerle yaĢadıkları sıkıntılar dinî bir zeminde izah edilmek ve yaĢanan sıkıntılardan dolayı Türkmenleri Hanefilikten uzak göstermek neden gerekir? Bu durum, baĢka bölümlerde yazarın üzerinde hassaten durduğu üzere, yerleĢiklerle göçebelerin hayat Ģartlarından kaynaklı olarak yaĢadıkları bir sıkıntı olamaz mı? Fakat yazar, Türkmenlerin Hanefilere karĢı sert tutumlarını onların Hanefilikten uzak oldukları görüĢüne mesnet, dahası onların ġamanizmin varlığını taĢıdıklarına delil olmak üzere de kullanmıĢtır.110 Türkmenlerin dini inançları konusunda yazarın, kendi görüĢlerini delillendirmek için farklı zamanlardaki verileri karıĢtırmasına sebep olmuĢtur. Nitekim Selçuklu devri Türkmenlerinin inançlarını anlatırken konuyu, biraz daha iyi bilindiği için olsa gerek, Anadolu‟daki Yörüklere ve Tahtacılara getirmiĢ ve bunların ġamanizm izlerini taĢıdığını iddia etmiĢtir. Dahası Peacock, Jean-Paul Roux‟un çalıĢmalardından111 hareketle Tahtacıların, “kendileri bu terimi kullanmasalar da” ġiî olduklarını iddia etmiĢtir. Peacock, “Selçuklular ve Ġslam” bahsindeki görüĢlerini Ģu Ģekilde hulasa eder: “Selçukluların Müslüman olmasından çok sonra bile Orta Asya‟nın bazı bölgelerinde putperestlikle ilgili inançlar yaygınlığını korumaya devam etmiĢti, Türkmenler, Müslüman olmamıĢ 109 110 111 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 256. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 144. Jean-Paul Roux, Les Traditions des Nomades de la Turquie méridionale: contribution a l’étude des représentations religieuses dans les sociétés turques d’après les enquêtes effectuées chez les Yörük et les Tahtaci, Paris 1970. 28 akrabalarıyla ittifak yapabiliyorlardır. Selçuklulara katılan bütün bu çeĢitli Türkmenler, Ġslam dinini sözde kabul ediyor görünüyor ve bazen bunu bile yapmıyorlardı ”. 112 Büyük Selçuklular ve Zimmîler Selçukluların hakim olduğu topraklarda Müslümanlar yanında gayrimüslimler de bulunuyordu. Zimmî statüsündeki bu gruplar arasında Hristiyanlar, Yahudiler, kadim Ġran inançlarının müntesipleri ve baĢka bazı küçük gruplar vardı.113 Peacock, Büyük Selçuklularla ilgili ikinci kitabında114 bu gruplar arasından özellikle Yahudiler ve Hristiyanların konumlarını ele alır. Peacock, “Selçuklu mülkleri içindeki bireysel bölgelerin çokluğu içinde zimmîler muhtemelen çoğunluğu oluĢturdu” tespitinde bulunduktan sonra, “Bu dönemdegünah çıkarma biatları için istatiklerimiz olmasa da, Hristiyanlar Suriye (özellikle kuzeyi), Cezire ve Irak nüfusunda önemli bir unsurdu” der. Fatımîler hakimiyetinde özellikle Yahudilere ait zengin arĢiv gibi bir arĢivin Selçuklu hakimiyetindekiler için mevzubahis olmadığını kaydeden yazar, buna mukabil “Selçuklu toprağındaki Yahudi topluluğu için iki muasır kaynağın” bulunduğunu ve bunların da “XII. yüzyılın ikinci yarısının Yahudi seyyahı Haham Tudelalı Benjamin” ile “yaklaĢık olarak aynı dönemde yaĢayan ve Müslüman olan Yahudi Semav‟al elMağribî”nin yazdıkları olduğunu belirtir. Ayrıca Yahudi seyyah HahamRatisbon Petachia‟nın seyahatnamesinden de istifade eder.115 Peacock, Selçuklu hakimiyetindeki zimmîlerden önce Yahudileri ele alır. Bu minvalde önce yukarıda zikrettiğimiz Benjamin‟in yazdıklarından nakiller yapar ve seyyahın Bağdat‟ta 40 bin Yahudinin bulunduğunu ve bunların da iyi durumda olduklarını yazdığını belirtir. Buna mukabil Peacock, Benjamin‟in yazdıklarının birkısmının efsanelerle karıĢtığı, zaten baĢka bir Yahudi seyyah Rabbi Petahya‟nın seyahatnamesinde yazılanların da Benjamin‟in yazdıklarının bazılarının hilafına bulunduğunu kaydeder. Peacock‟a göre bazı farklı bilgiler bulunmasına rağmen “Petayha, Benjamin‟in rivayetinin asıl unsurlarını destekler”ve biri Ortadoğulu diğeri ise Avrupalı iki Yahudinin, Selçuklu hakimiyeti altındaki Yahudilerin, “oldukça 112 113 114 115 Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 149. Büyük Selçuklular devrinde zımmîlerin durumu hakkında bk. Osman Turan, Selçuklular Tarihi, s. 248-251. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 272-285. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 272-275. 29 müreffeh” ve “saygınbir topluluk” oldukları yönünde benzeri bir manzara tarif etmeleri üzerinde durur.116 Benjamin‟in anlattığı David Alroy adlı Yahudi‟nin isyanına ayrı bir önem veren Peacock, bu isyanın niteliği üzerinde durur. Ġslâmî kaynaklarda bu isyanla ilgili hiçbir imanın dahi bulunmadığını kaydeder. Peacock‟a göre bu isyan mesihci nitelikteydi. Buna mukabil isyanın temelinde XII. yüzyıldaki siyasi krizlerin ve zimmîlere yönelik iktisadî baskıların büyük etkisi olmalıydı.117 Ġsyan vesilesiyle Selçuklular devrindeki Yahudilerin din değiĢtirerek Müslüman olmaları meselesine de temas eden Peacock, bu hususta Ģunları yazar: “Böyle bir atmosferde Avrupa ile karĢılaĢtırıldığında Ġran ve Irak‟ın göreceli değeri her ne olursa olsun bu çeĢit bir atmosferde Müslüman olmak Yahudi olmaktan oldukça basit bir ifadeyle daha güvenli ve daha rahat bir Ģeydi. DahasıĢartlar üstünde müzakere yapmak için yer vardı. Din değiĢtirmenin Ģartı olarak Ebu‟l-Bereket, Ġslami değil Yahudimiras hukukuna göreüç kızının miras bırakmasına müsaade edilmesini Ģart koĢabildi. Çok sayıda kiĢinin onun örneğini takip etmesi ĢaĢırtıcı değildir ”. 118 Peacock‟un çok az veri bulunan Yahudilerin neden Müslüman olduklarına dair mevzuda genellemeci bir tutum sergilemesi ilmi bir tavır olmasa gerektir. Zira yazarın iddialarını destekleyecek yeterli veri mevcut değildir. Bu, ancak Peacock‟un tahminlerinin veya ön kabullerinin bir tezahürü tespit olmalıdır. Yahudilerden sonra Hristiyanları ele alan Peacock, “Yahudiler gibiHrisyianlar daayırıcı kanunlara maruzdular vearka planda din değiĢtirmek için mütemadi baskı vardı – Hristiyanların çoğunluğu oluĢturduğu Irak bölgelerinde Ģüphesiz çok daha az olan bir baskı” diyerek Hristiyanların da Müslüman olması için “mütemadi bir baskı” olduğunu ileri sürer119 fakat bunu da Yahudilere olduğunu iddia ettiği baskı gibi delillendiremez. Yine bu hususta “Yahudi toplumunda olduğu üzere önde gelen Hristiyan entellektüeller ve bürokratlardin değiĢtirmeye meyyaldi –ve Ģüphesiz bazıları yaptıklarına piĢmandı”120 diyerek mesnetsiz genellemelere devam eder.Peacock, bu iddialarınamukabil “Din değiĢtirenlerin gerekçeleri hususunda bazı muasırlar Ģüphelerini ifade etse de, pratik düĢünceler tek sebeptir diye hayal etmek haksız olur”121 diyerek kendi kendini de tenkit etmiĢ olur. Ayrıca Müslüman olan Hristiyanların 116 117 118 119 120 121 A.g.e, s. 274-275. A.g.e, s. 275-280. A.g.e, s. 280. A.g.e, s. 282. A.g.e, s. 282. A.g.e, s. 283. 30 bazılarının eski dinlerine reddiye yazdıklarını, bunun da sebebinin “Müslüman düĢüncenin içine iĢlediği ve Müslüman politik hakimiyetin desteklediği bir toplumda kaçınılmaz Ģekilde bazı kiĢiler Ġslâm‟ın iddialarını kendi inançlarından daha ikna edici olarak gördüler”Ģeklinde izah eder.122 Peacock, Hristiyanların Müslüman olmasının arkasındaki saikleri izah ederken çeliĢkili ifadeler kullanır. Bir taraftan “planda din değiĢtirmek için mütemadi baskı vardı”123 derken, diğer taraftan “Selçuklu yönetimi altındaki Hristiyan toplulukları aralıksız düĢüĢ içinde resmetmek yanlıĢtır. Hem Ġldegüzids hem de Alp Arslan gibi erken dönem Selçuklular sayesinde cihadın belagatlı kullanımına rağmen imparatorluk sınırları içinde bunun Hristiyan toplumu üzerine saldırılara dönüĢtüğüne dair pek az kanıt vardır. … Birçok açıdan Hristiyanlık gayretli hatta yayılmak için hırslı olarak kaldı… Ayrıca Süryanice literatür ve entellektüel yaĢamyeniden canlandı ve „Süryani Rönesansı‟ olarak Ģekillenen dönemin çoğu ile Selçuklu dönemi denk düĢer.” 124 der. Peacock, Kafkaslar‟daki Hristiyanların ise daha rahat bir ortamda yaĢadıkları ve hatta idarecilerin görevlerine devam ettiğini belirtir.125 Yine “planda din değiĢtirmek için mütemadi baskı vardı” diyen Peacock, baĢka bir yerde tam tersi bir tespitte bulunarak Ģöyle yazar: “Cihadın belagatlı kullanımını bir kenara koyarsak, Selçuklu sultanları dini benzerlik peĢinde koĢmadı. Kündürî‟nin NiĢabur mihne veya Kral Ahsartan‟ın din değiĢtirmeleri gibi örnekler kuraldan ziyade istisnadır. Kıdemli ġiî ve Yahudi makamlarını Selçukluların istihdamı, Sultan Sancar‟ın burnu dibine Ġsmailî da„veti terfi ettirmekteki eĢ-ġehristani‟nin faaliyetleri, Ġsmaililer ile muhtelif sultanların ittifakı –bütün bu faktörler Selçukluların dini farklı, ön yargılı bir gözden ziyade faydacı bir Ģekilde kabul ettiklerini öne sürer. Bu Selçuklu döneminin dinlerarası barıĢ ve müsamaha ile Ģekillendiğini söylemek değildir ve Selçuklu ve Abbasi politikası arasındaki farkı görmek önemlidir. Ġslâm‟ın müdafileri olarak konumlarını ve daha sonra geçici otoriteye dair iddialarını cesaretlendirmek için halifeler Ģarap içmek gibi Ġslâmi olmayan uygulamalara sert önlemler almaktan Bağdat‟ın zımmî nüfusunu hedef alan bazı tedbirler empoze etmeye kadar teĢebbüslerde bulundular. Besbelli bir gayrimüslim olmak ve belirli Ģartlar altında ġâfiî veya ġiî olmak aĢırı derecede rahatsız edici olabiliyordu. Bu kanıt, bunun Selçukluların varıĢından önce baĢlamıĢ daha geniĢ kapsamlı temayüllerin bir ürünü olduğunu ileri sürer”. 122 123 124 125 126 126 A.g.e, s. 283. A.g.e, s. 281. A.g.e, s. 283-284. A.g.e, s. 284. A.g.e, s. 285. 31 Peacock, zimmîlere yönelik Selçuklu politikalarının temelinde pratik ihtiyaçlar olduğunu ileri sürer. Buna mukabil bu konuyu daha önce ele alan Osman Turan, Selçukluların zimmîlere yönelik müsamaha politikasının temelinde önceki Türk tarihinden devralınan anlayıĢın etkili olduğu kanaatindedir: “Türkler Ġslâmdan önce, Gök-türk, Uygur ve Hazar hanları idaresinde kendilerine sığınan yabancı din mensuplarını himâye ediyor; bizzat kendileri de bu dinlere giriyor ve bir çok dinlere bağlı olarak, bir arada cemaatler halinde, ahenk içerisinde yaĢıyorlardı. Selçuklular Yakın ġarkta karĢılaĢtıkları Hristiyan ve Yahudi gibi gayrı müslim unsurlara karĢı da aynı zihniyeti devam ettirmiĢ; görülmemiĢ bir müsamaha ve Ģefkati onlardan esirgememiĢlerdi”. 127 Büyük Selçuklularda Hakimiyet Telakkisi ve MeĢruiyetin Temelleri Peacock, Selçukluların hakimiyet telakkilerini de ayrı bir bahis olarak ele almıĢtır. Yazara göre Selçuklu hakimiyet anlayıĢının temelinde iki ana gelenek vardır. Bundardan birincisi bozkır politik geleneği; ikincisi ise Ġslâmî gelenektir.128 Bozkır politik geleneği bahsinde Peacock, önce hükümdar sembollerini ele alır. Yazara göre Selçuklularda hükümdarlık sembollerinin büyük bir kısmı bu gelenekten geliyor. Özellikle de ok ve yay sembolleri. Peacock, ok ve yayın aslında baĢlangıçta bir baĢkanın emrindeki adam sayısını belirttiği, sonra ise hakimiyet sembolü olarak soyut bir anlam kazandığını kaydeder. Bu manada 1038‟de NiĢabur‟a giren Tuğrul‟un yeleğinde iki ok ve kolunun üstünde bir yay olduğunun kaynaklarda zikredildiğini; yine Meliknâme geleneğinden beslenen Bar Hebraeus‟un Tuğrul‟u “yüksek tahtınınüstünde otururken, önünde kalkanlar ve mızraklar ve çok muhteĢem biryay ve ellerinde daha önce kullandığı iki ok varken” tarif ettiğini; bunların da Tuğrul Bey zamanında bozkır hakimiyet geleneğinin hâlâ canlı olduğunu gösterdiğini belirtir. Ok ve yay sembollerinin ilk defa Karahanlı sikkelerinde görüldüğünü kaydeden yazar, Selçukluların da bu geleneği devraldıklarını belirtir.129 Bozkır geleneğini temsil eden en önemli sembollerden ok ve yay Selçuklu paralarında MelikĢah döneminden itibaren “yok olmuĢ gibi görülür”. Muhammed Tapar devrinde ise tamamen kaybolmuĢtur. Buna mukabil ok ve yay sembolü, farklı Ģekillerde de olsa kullanılmaya devam edildi. Peacock, buna misal olarak Bar Hebraeus‟dan atıf 127 128 129 Selçuklular Tarihi, s. 248-249. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 124-125. A.g.e, s. 126-127. 32 yaparak daha 1042‟de Ġbrahim Yınal‟ın halifeyegönderdiği bir mektupta ok ve yay figürleri çizdirmesini gösterir.130 Peacock‟a göre tuğra da bozkır geleneğinin bir devamıydı. Bunu Ģöyle izah eder: “Sultanın adını ve unvanlarını temsil eden bu ĢekillendirilmiĢ ok ve yay motifi devlet belgelerine iliĢtirildi ve tuğrâî Selçuklu bürokrasisindeki kıdemli makamlardan biriydi. Kökeni Hazarlara kadar takip edilebilen- tuğranın prestiji öyle yüksekti ki, XIV. yüzyıl Delhi sultanları, Anadolu Selçukluları ve 1923‟te hanedanın sonuna kadar resmî belgelerini ve binalarını bununla süslediği en meĢhuru Osmanlılar dahil daha sonraki Türk hanedanlar tarafından kullanılmaya devam etti.” 131 Peacock‟un iddialarına mukabil diğer araĢtırmalarda Tuğrul Bey‟den itibaren görülmeye baĢlanan tuğranın ok ve yaydan ibaret sembollerinin Kınık boyunu temsil ettiği ileri sürülmektedir, fakat bu belgelerin asılları günümüze ulaĢmadığından bu hususta kesin bir sonuca varılamamıĢtır.132 Tuğradan sonra hakimiyetin devri meselesini ele alan Peacock, bu hususta da Ģunları kaydeder: “Bozkır geleneğinin en önemli etkisi, yönetici hanedanın kendi bakıĢ açısı üzerinde oldu. Sultanların otoritelerine akrabaları tarafından mükerreren meydan okunurken, hakimiyetin sadece Selçuklu ailesinin üyelerinin elinde olduğu prensibi, XII. yüzyıl sonlarına kadar büyük ölçüdedeğiĢmeden kaldı.Birçok asi içinsorun Selçuklu tahtına kimin geçeceği değil, hangi Selçuklunun mevcut Selçuklu yöneticisinin yerini alacağı idi. Hatta Tuğrul ve Çağrı‟nın otoritesine itiraz eden Türkmen gruplar sıklıkla Arslan Ġsrail ve Ġbrahim Yınal‟inçocukları gibi Selçuklu soyundan diğerleri ile birleĢti.” 133 Peacock, Âl-i Selçuk‟tan olmayanların hakimiyet iddialarının özellikle Türkmenler arasında taraftar bulmadığını kaydeder ve buna dair misaller verir. Yine hakimiyetin bir ailede toplanmasına dair “Hakimiyetin belirli bir hükümdarlık grubundanmiras olarak alındığı fikri, uzun süreli bir bozkır kökenine sahipti” diyen Peacock, Göktürk‟lerden itibaren buna örnekler verir.134 Peacock, hakimiyet anlayıĢında bozkır geleneğinin etkilerini ele almaya Selçuklularda ülkenin doğu ve batı olarak ikiye bölünmesi ve bunun hakimiyetin paylaĢılması anlamına gelip gelmediğini irdeleyerek devam eder. Dandanakan zaferinden itibaren Selçuklularda görülmeye baĢlayan ülkenin doğu-batı Ģeklinde iki 130 131 132 133 134 A.g.e, s. 127. A.g.e, s. 127-128. J. Deny, “Tuğra”, ĠA, XII/2, 6-7; M. Uğur Derman, “Tuğra”, DĠA, XXXXI, 331. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 128. A.g.e, s. 129. 33 hakimiyet sahasına taksiminin de Göktürk ve Karahanlılar da görüldüğü üzere kadim bir bozkır geleneği olduğunu belirtir. Buna mukabil Selçuklularda saltanatın taksiminin söz konusu olmadığı, bunun yeterince delillendirilememiĢ bir tez olduğunu kaydeder.135 Büyük Selçuklular‟da hakimiyet telakkisinde bozkır geleneğinin ağır bastığını belirten Peacock, buna mukabil bu telakkinin yalnızca bozkır temelleriyle izah edilmeyeceği, bunun yanında Ġran-Ġslâm geleneğinin de etkili olduğunu savunur. Özellikle Selçuklu hakimiyetindeki halkın birkısmı Türk hakimiyet geleneklerinden uzak, bunun yerine Ġran-Ġslâm geleneğine yakındı. Yazar, bu hususta Ģu değerlendirmelerde bulunur: “Bozkır geleneği Selçuklu devletinin iç fonksiyonunun Ģeklini açıklar: Selçuklu ailesinin durumu, imparatorluğun iki taraflı bölünmesi, varis olma düzenlemesinin mahiyeti. Ama tuğra isitisnası hariç, Selçuklu yöneticilerinin faydalandığı halka ait sembollerin çoğu Türk değildi daha ziyade FarsĠslam yönetim geleneğinden elde edilmiĢti - erken dönem Abbasi yönetiminden beri geliĢmiĢ bir sentezdi ve eski Ġran, Ġslâm öncesi krallık fikirlerini Ġslâm bağlamına getirdi. Etnik olarak Ġran hanedanı olan Büveyhîler‟in eski ünvanlarının -misal ĢâhanĢah vb.- canlandığı X. yüzyıl bu sentezin doruğuna Ģahit oldu. Türk hanedanlar aynı fenomene katıldı ve Gazneliler, Ġranlı atalarınınki gibi benzer onaylama stratejileri kullandılar. Ġran geleneğindeki yöneticiler gibi Ġranlı Ģairler tarafından övülerek, Ġslâm‟ın müdafileri olarak kendilerini teĢvik etme ve halife tarafından tanınma peĢine koĢtular. Selçukluların tebalarının çoğu için bu Fars-Ġslâm geleneği herhangi bir bozkır geleneğinden ziyade yöneticilerinin meĢruiyetinin daha anlamlı bir iĢareti olacaktı. Yine de toptan kabul edilmedi ve herĢeyden önce yöneticilerin unvanları meselesinde Selçuklular tarafından ciddi olarak değiĢtirildi.” 136 Peacock, Selçuklu hakimiyet telakkisinde Abbasi halifeleriyle münasebetlerin de önemli bir yer tuttuğu kanaatindedir. Bu manada Cuma günü hutbelerde sultanın adının okunması, sikkelerde halifenin de adının yazılması ve Abbasi halifeleriyle evlilik yoluyla tesis edilen akrabalık bağlarının üzerinde durur.137 Özellikle Selçuklu-Abbasi münasebetlerini ayrıntılı bir Ģekilde ele alan Peacock, bu hususta genel olarak Ģu değerlendirmelerde bulunur: “Abbasi-Selçuklu mücadelesi, II. Tuğrul‟un ölümü ve en-Nâsır‟ın bizzat 300 yıl içindeki en güçlü halife olarak ortaya çıkıĢı ile sona erse de, azalan sultani otoritenin zararına halife gücünün artıĢının net bir doğrusal gidiĢatı yanlıĢ olabilir. Bilakis sonuna kadar iki tarafta da zirveler ve ani düĢüĢler, yenilgiler ve zaferler vardı. XI. yüzyılın ikinci yarısının çoğunda el-Kaim, Selçuklu sultanlarının sadece çok az müdahalesi ile Bağdat‟ta saltanat sürebildi. Diğer taraftan XII. yüzyıl sonlarında saray 135 136 137 A.g.e, s. 129-130. A.g.e, s. 134-135. A.g.e, s. 135-155. 34 zümrelerinin esirleri olan el-Müstencid ve el-Mustadi gibi halifeler, Büveyhî yönetimi altında atalarından pek daha iyi durumda değillerdi – aslında onların konumu bilakis Abbasi talihinin en aĢağı noktası olan „Samarra‟daki anarĢi‟ döneminin (861-70) halifelerinin hatırlatıcısıydı, o vakit askeri zümreler, kendi gözde adaylarını dayatabilmek için istedikleri zaman halifeleri öldürdüler. En-Nâsır bazı ciddi yenilgilere katlandı, misal 584/1188‟de Day Marg‟daki Tuğrul tarafından kuvvetlerinin Ģümullü yenilgisi. Gerçi bu en düĢmanca Selçuklu karĢıtı halife döneminde bile etnik farklılıkların gerginliklerde hiç bir rol oynamadığı vurgulanmalıdır. En-Nâsır‟ın saray Ģairi Sibt b. Ta‟vizî, halifenin Türk muhafızlarının muhteĢemliğini övdü ve Anadolu sultanının kızı ve en-Nâsır‟ın karısı olan Selçuke Hatun bt. Kılıç Arslan b. Mesud için bir ağıt yazdı. XII. yüzyıl sonuna kadar düĢmanca politik hırslarına rağmen, evlilik ittifakları Abbasiler ve Selçuklu hanedanlarının talihlerini birleĢtirmeye devam etti.” 138 138 A.g.e, s. 154-155. 35 II. BÖLÜM PEACOCK'UN BÜYÜK SELÇUKLULAR'IN ĠDARĠ, ASKERĠ, ĠKTĠSADĠ TARĠHĠNE DAĠR TESPĠTLERĠ Büyük Selçuklu Sarayları ve Saray Hayatı Selçuklu tarihinin önemli cüzlerinden birini de saray teĢkilatı ve hayatı teĢkil eder. Bu minvalde Peacock da bu önemli mevzu üzerinde Selçuklu tarihine hasrettiği kitabında bir bölüm tahsis etmiĢtir. Buna mukabil araĢtırmacı, Selçuklu saray teĢkilatından ziyade onun fonksiyonları ve iĢlevleri üzerinde durmuĢtur. “Gerçek bir Ģehir” olarak nitelendirilen bu “çok sesli” yapı olarak tarif edilen Selçuklu sarayına dair Peacock ilk olarak onun “tecrid edilmiĢ bir ihtiĢam yeri” olup olmadığı meselesi üzerinde durmayı tercih etmiĢtir.139 Peacock‟a göre Selçuklu sarayı “tecrit edilmiĢ bir ihtiĢamın yeri” olmayıp“insan ve hayvanların sesleri (ve Ģüphesiz kokuları) ile çevrili ana Ģehrin surları dıĢında yarı halka açık bir yerdi” ve dahası “saray geniĢ bir askeri kamptı”. Yine yazara göre; “Saray, yöneticinin hanehalkının, kölelerinin, nedimlerinin ve hanımlarının, saltanat hareminin de eviydi ki bunlar politikada da önemli rol oynardı. Yöneticinin eğlenmesi ve dinlenmesi bu saraysayesinde sağlanırdı. Yöneticinin himayesi ve ihsanına istekli olanların – ricada bulunanlar, Ģairler, sanatçılar, ilim adamları- muhatap aldığı da saraydı. Böylece saray hem ritüellerin yerine getirildiği ve huzura kabullerin olduğu yer olarak oldukça halka açık bir rol yanısıra yöneticiye, hane halkına ve ailesine ait bir evdi.” 140 Peacock, Selçuklu sarayının yalnızca Ġslâmî saraylara değil, bunun yanında Ortaçağ Avrupası‟ndaki saraylara da benzediğini ileri sürer. Buna mukabil kaynakların saray hayatına dair çok az bilgi taĢıdıkları, mevcut bilgilerin de ihtiyatlı kullanılması gerektiği kanaatindedir. Yazar “Merv, Ġsfahan, Hemedan ve Bağdat‟ın politik olarak 139 140 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 156-157. A.g.e, s. 157. 36 önemli topraklarından kanıtlara odaklanarak sarayın fonksiyonunu araĢtırmıĢ”, “ilk olarak saray halkına -hass- ayrıca saray protokolü ve törenine” dikkat kesilmiĢtir. Sonrasında ise sarayın fiziksel yapısı vekonumuna, sultanların yaĢam tarzlarına, saraylarındaki Türk kültürünün rolüne ve kütürel efendiler olarak faaliyetlerine yoğunlaĢmıĢtır.141 “Hass” kelimesinin anlamlarını izah ederek Selçuklu sarayını tarife baĢlayan Peacock, bu terimin Ġngilizce‟de tam bir karĢılığı bulunmadığını ve ancak “court” kelimesinin yakın anlamlar ihtiva ettiğini kaydeder. Zira yazara göre “hass” kelimesi “sultana hizmet etmek için sorumluluk ve sadakat Ģahsi bağlarıile sultana bağlı erkekler için kullanılsa” da Selçuklu sarayı için bu tam manasıyla açıklayıcı olamaz. Zira, ulemanın dahil olmadığı bu grup içinde vassal yöneticiler, kadim Fars ailelerinin üyelerini veya göçebe toplulukların ileri gelenlerinin çocuklarını da ifade ediyordu.142 Selçuklu sarayının “kesinlikle hiyerarĢik” olduğunu kaydeden Peacock, hiyerarĢiyi de sultana yakınlığın tayin ettiğini; bu yüzden de hâcib143 ile vekildârın” sultana ulaĢmayı kontrol ettiklerinden özellikle önemli olduklarını belirtir. Selçuklu saray teĢkilatına dair ayrıntılara fazla girmez. Onun yerine nedimlik, saraydaki güç mücadeleleri, kimlerin neden ve ne kadar nevbet vurduracakları, kıyafetlerin ne anlamlara geldikleri, hediyeleĢmenin mahiyeti ve unvanlar gibi konuları kısaca ele alır.144 Peacock, Büyük Selçuklu sarayındaki teĢrifatı ayrı bir alt baĢlık altında anlatır. AraĢtırmacıya göre günlük huzura kabul gibi törenlerin Abbasiler‟den devralındığını, 1091‟de MelikĢah‟ın gece yarısı Bağdat‟ı aydınlatması gibi uygulamaların Ġranî temelli olduğunu ifade ettikten sonra muhtemelen Türk festivallerinin de bulunduğunu fakat bunlarla ilgili kanıtların eksik olduğunu söyleyip geçiĢtirmektedir. Yazarın eski bir Türk geleneği olan toy / hân-ı yağma145nın Selçuklulardaki örneklerini zikretmemesi ilginçtir. Yine Peacock‟a göre sultanî düğünler Selçuklu teĢrifatında özel bir öneme sahipti ve bunlar genellikle halka da yönelikti.146 141 142 143 144 145 146 A.g.e, s. 158. A.g.e, s. 158. Haciblik hakkında ve Büyük Selçuklulardaki görevlerine dair bk. Aydın Taneri, “Hacib”, DĠA, XIV, 508-511. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 158-163. Salim Koca, “Toy”, DĠA, XLI, s. 270-272. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 163-164. 37 Selçuklu teĢrifatında önemli bir yer tutan taç giyme merasimleri de Peacock tarafından ele alınır fakat yazar bu hususta özellikle 1058 Ocak‟ında Bağdat‟ta Abbasi Halifesi el-Kaim tarafından Tuğrul‟a Bağdat‟ta taç giydirme merasimini misal olarak inceler. AraĢtırmacının bu töreni özellikle seçmesinin sebebi, törenin Sıbt b. el-Cevzî tarafından ayrıntılı bir Ģekilde anlatılmasıdır.147 Diğer taç giyme törenlerine ise hiç temas edilmemiĢtir. Sultanın baĢkanlık ettiği mahkemeler de Peacock tarafından saray teĢrifatı bahsinde ele alınır zira yazara göre, “bizzat sultan tarafından baĢkanlık edilenmahkeme, saray törenlerinin çok farklı bir çeĢidi idi.”148 AraĢtırmacı, Türk ve Ġran geleneklerinin bir toplamı olarak gördüğü sultanî mahkeme için Ģunları yazar: “Sultanın baĢkanlık ettiği mahkemeler, dekorasyonu sonsuzluğun sembolü olan bir tahta, sultanın kendisinin oturduğu Türk ve Fars geleneğinde hükümdarlık gücünü ve adaleti sembolize eden sancaklar altında sultanın yüce kutsanmıĢ güçlerini desteklemek anlamına gelen bir alanda yürütülürdü. Tahtın önünde hata yapanlar cezasını alırdı, böyle durumlara sıklıkla bulunan sayyâf (kılıç taĢıyan ve cellat) tarafından yargısız infaz dahildir. Böyle mahkemeler gizli tutulurdu: Özellikle korkunç suçlular herkese açık ceza ile küçük düĢürülse de hata yapanın konumuna hürmeten kamu alanına sarayda iĢlenmiĢ suçların detaylarının sızdırılmasından kaçınmaya büyük önem verilmiĢ gibi görünür. Bu gizlilik kültürü, dikkat çeken bir bireyin sonunun detayları hakkında kroniklerin neden sıklıkla değiĢiklik gösterdiğinin bir sebebidir. Elit tabakanın yüksek rütbe sahibi bir üyesinin sonunun nasıl geldiğini aslında pek az kiĢi emin olarak bilir. Bizim kaynaklarımızın ancak arasıra zikrettiği bu mahkemeler, bozkır geleneksel hukukunu (yasa) yöneten saraylar hatırlatır.” olan Moğol ve Timurlu zamanlarının yargısını 149 Yazarın, bu konuda da önceleri bizzat sultanların baĢkanlık ettiği ve devletlüler tarafından zulme uğradığını iddia eden sivil halktan kiĢilerin baĢvurduğu dîvân-ı mezâlim150den hiç bahsetmemesi dikkat çekicidir. Peacock, teĢrifat bahsinden sonra Selçuklu saraylarının fiziksel özelliklerini inceler. Yazar, burada öncelikle Selçuklu saraylarından yalnızca Sultan Sancar‟ın Merv‟deki sarayının kalıntılarının günümüze ulaĢtığını, bu yüzden de yapıların fiziki durumlarına dair çok az veriye sahip olduğumuzu kaydeder. Yapılan arkeolojik kazıların sonuçlarına dayanarak Sancar‟ın sarayına dair Ģunları kaydeder: 147 148 149 150 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 164-165. A.g.e, s. 165-166. A.g.e, s. 165-166. Erdoğan Merçil, Selçuklular Zamanında Divan TeĢkilatıMerkez ve Eyalet Divanları, Ġstanbul 2015, s. 38 “Merv‟de Sancar‟a atfedilen, bize ulaĢan tek Selçuklu sarayı, bugün terkedilmiĢ ve tenha durumuna rağmen geniĢ ve etkileyici bir yapıya sahiptir. Yöneticinin huzura kabul ettiği merkez bahçesini çevreleyen dört adet geniĢ eyvanı fark edilebilir. Diğer odaların dıĢ kaplama izleri sarayın ĢaĢaalı dekorasyonunu onaylar ama pek az baĢka kanıt günümüze ulaĢmıĢtır. Devasa yapının yakınındaki penceresiz bina saray arĢivi ve hazinesi gibi farklı Ģekillerde yorumlanır ama bu spekülasyondur. Bu saray, Merv iç kalesinin merkezine yerleĢmiĢtir ve misal darphane, ikâmetgâhlar, hamamlar ve saray muhafızları için kıĢlalar gibi yönetim binaları ile çevrilmiĢ olabilir. Günümüzde çöl taĢma alanı olmasına rağmen eskiden iç kalenin zemini bahçeler, havuzlar, çeĢmeler ve göller ihtiva ediyordu. Aslında bütün 151 Selçuklu ikâmetgâhları bir kaç yüz hektara ulaĢabilecek bahçeler ile çevrili olabilirdi” Peacock‟a göre Selçuklu saraylarının birkısmı, en azından Tuğrul‟un Bağdat‟taki sarayı, “âdil bir Ġslâmî yönetici olarak halka açık Ģekilde sultanın meĢruiyetini onaylayantörenler için uygun ortam olarak” hizmet etti: bu, sultanın gücünün bir simgesiydi. Gerektiği üzere sultanın öncelikli ikâmetgâh yeri değildi.”152 Yine yazar, Selçuklu sarayları bir yerleĢim yerinde bulunsa bile bunların genellikle Ģehirlerin dıĢında inĢa edildikleri üzerinde özellikle durur.153 Peacock, Selçuklu sultanlarının gittikleri Ģehirlerde saraylar bulunsa bile bazen çadırda kalmayı tercih ettiklerini de belirtir ve buna dair misaller aktarır. Bu minvalde Ģunları kaydeder: “Sultanlar ve onların maiyetleri bazen Bağdat‟ta oldukları zaman bile çadırda yaĢamayı tercih ettiler. Bölgenin bolca bahçesi olduğu için Doğu Bağdat‟ta saray kompleksi içinde ve civarında bunlar inĢa edilmiĢ olabilir. XII. yüzyıl sonlarında Irak Sultanlığı‟ndan bir kanıt, bu çadır komplekslerinin gösteriĢli olabileceğini ileri sürer, binaların benzerini yaparak Ģarap ve değerli taĢlar ile süslenmiĢ içki gemilerinin tutulduğu yer olan Ģarabhâneden yolculuk yapan bir hazineye kadar değiĢiklik gösteren daha kalıcı bir saray bulmayı insan ümit edebilir. Fars‟daki Cehrum‟da iĢlenmiĢ malzemeden yapılmıĢ muhteĢem kırmızı çadır (serâperde-yi surh) saltanat simgelerinden biri olarak düĢünülürdü; gerçi Tuğrul‟un uzun bir Ģapka (kalensüve) ve siyah bir pelerin (kaba) gibi (daha geleneksel Ģekilde Abbasilerin ayrıcalıkları ile alâkalı olarak) hükümdarlık kıyafetleri giyerek ve tahtta oturarak Bağdat dıĢında çadır(hârgâh)ında yerleĢtirilmiĢ durumda bir tarifine sahibiz.” 154 Selçuklu hükümdarlarının ikâmetgahlarından köĢkler de Peacock tarafından ele alınmıĢtır. Bu bağlamda araĢtırmacı Ģunları yazar: “BaĢka bir sultani ikametgah, köĢk idi. KöĢkler, Ġsfahan‟a dair kaynaklarda birkaç defa bahsedilir ve Ģehrin çevresindeki bağlarda genelde Ģehir dıĢında inĢa edilirdi. Birkaç köĢk, Mesud b. Muhammed tarafından Hemedan bölgesinde bazen çayırlarda açıkça yeri belirlenerek inĢa edildiler. Merv‟de çok 151 152 153 154 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 166-167. A.g.e, s. 168. A.g.e, s. 169. A.g.e, s. 169. 39 sayıda köĢk, günümüze ulaĢmıĢtır, yapılarının daha net bir izlenimini sunmaya hizmet ederler: Bunlar asıl kullanım alanı olarak hizmet eden üst kat ile iki katlıydılar ve alt kat muhtemelen kiler olarak kullanıldı. Merv‟in köĢkleri kale gibi görünüyordu aslında, gerçekte çok iyi Ģekilde korunmuyordu ve çok güçlü bir saldırıya değil ancak küçük bir yağmaya dayanabilirlerdi. Hemedan veya Ġsfahan köĢklerinden hiç birĢey kalmadı ve kaynaklarda onlara dair çok nadir bulunan atıflar bunların detaylı bir resmîni çizmemize engel olur. Bütün köĢkler gerektiği gibi birbirine benzemese de, Cibal‟de bulunan Merv‟deki köĢkler muhtemelen iki katlı binalardı ve muhtemelen bahçeler ve binalarla kaplı odak noktasını oluĢtururdu.” 155 Peacock, kervansaray/ribatların da Selçuklu sultanlarının ikâmetgahı olarak kullanıldığı kanaatindedir. Bu kanaatini de Ģu Ģekilde delillendirir: “Horasan‟da inĢa edilmiĢ kervansaraylar serisi, Merv ve NiĢabur arasında yol alan yüksek tabaka yolcular içinmuhteĢem bir rahatlık sunarak „çöldeki saraylar‟ olarak tarif edildi ve lüks konaklama ve hatta huzura kabul odası bile dahil, bir tüccarın ihtiyacı olandan çok daha ötede imkânlar sağladı.”156 Selçuklu sarayları bahsinde son olarak bunların “gezginci” Ģeklinde nitelendirilip nitelendirilemeyeceği bahsini açan Peacock, buna dair misaller bulmak mümkünse de, bunun genelleĢtirilmesinin doğru olmadığını düĢünür. DüĢüncesini de Ģöyle delillendirir: “Bu gezginciliğin kapsamı ve mahiyeti besbelli farklı sultanlar ile fazlaca değiĢiklik gösterdi. Alp Arslan neredeyse sürekli hareket halindeydi (gerçi yukarıda alıntılan yöneticilerden farklı olarak ayırt edilebilir bir rota değildi) gerçi Mesud b. Muhammed zamanını büyük ölçüde Hemedan ve Bağdat arasında ve Azerbaycan‟a birkaç gezi ile paylaĢtırdı. MelikĢah ve Muhammed Tapar öte taraftan zamanlarının çoğunu (yaklaĢık tahminlere göre %60-65‟ini) Ġsfahan‟da harcadılar.” 157 Peacock, Selçuklu sultanlarının gezginci yaĢam tarzlarının bunların Türkmen kökleriyle açıklanmasının “cezbediciliğine de karĢı konulması” gerektiğini düĢünür. Çünkü Ġran‟da daböyle misaller bulunduğunu kaydeder. Bu nedenle Tuğrul‟un Bağdat dıĢında çadır kurdurmasının da yerleĢik halk ile göçebeler arasındaki gerginliği engellemek gibi bir pratik nedene bağlanabileceğini düĢünür.158 Saray bahsinde Peacock, sultanların günlük hayatlarını da ele alır. Yazarın bu husustaki yaklaĢımını Ģu cümlesi özetler mahiyettedir: “Sefere gitmediklerinde sultanların yaĢamları, avlanma, çevgan gibi biniciliğe ait oyunlar, içki ve eğlence etrafında döndü”. Peacock, bu cümleden sonra önce av bahsini ele alır ve avın 155 156 157 158 A.g.e, s. 169-170. A.g.e, s. 171. A.g.e, s. 171. A.g.e, s. 172. 40 Selçuklularda ifa ettiği fonksiyonlara dair Ģunları yazar: “Mülklerindeki gücünü korumak, serseri tebaayı dize getirmek, savaĢ için pratik yapmak ve kendisine eĢlik eden devlet adamları ve emirler ilebağları sağlamlaĢtırmak için sultana imkan sunan sultanın gezginciliğine benzer fonksiyonlar sergileyen av gezilerinin politik yararlılığına dair birkaç örneğe sahibiz”.159 Peacock, av bahsinden sonra ise özellikle sultanların içki içmelerini anlatır. Yazarın sultanların hayatlarını bu Ģekilde fasid bir dairede ele alması ve daha çok içki meselesi üzerinde durması bilinçli bir öne çıkarma gibi durmaktadır.160 Ayrıca kaynaklarda sultanların Ġslâmî tavırlarına dair Ģüpheci bir tavır takınan Peacock‟un söz konusu içki olunca kaynaklardan uzun uzun alıntılar yapması da ilginçtir. Saray hayatının önemli unsurlarından olan kadınlar konusu da Peacock‟un, ele aldığı hususlardandır. AraĢtırmacı, Batıdaki “Ġslami saraylardaki kadınlar, alıĢıldığı üzere haremle sınırlı olarak tarif edilir-gizemli bir zevk ve ahlaksızlık yatağı, dıĢ dünyadan bağlantısı kesilmiĢ olarakhayal edilir” yönündeki genel kabullerin, her ne kadar bazı ana kaynaklarda bunları doğrulayacak bilgiler bulunsa da doğru olmadığını belirterek konuya giriĢ yapar fakat hemen devamında sultanların “gulamlarına” duydukları muhabbeti ele almaya baĢlar.161 Peacock‟a göre Selçuklu sarayındaki kadınların büyük bir kısmı, zannedildiğinin ve Ġslâm dünyasındaki çağdaĢlarının büyük kısmının aksine, halkla iç içeydiler. Zaten saray kadınlarının çoğu diğer hanedanlardan gelmekteydiler. Bu durum Selçuklu sultanlarının evlilikler yoluyla siyasi bağlar tesis etme politikasının bir tezahürüydü. Ayrıca evlilik bağı tek taraflı olmayıp, Selçuklu hanedanından kadınlar da baĢka hanedan mensuplarıyla evlendirilmekteydi.162 Peacock, Selçuklu sultanlarının eĢlerinin siyasi hayatta da oldukça etkin olduklarını kaydeder ve bunlara dair misaller verir. Karahanlılara mesnup MelikĢah‟ın eĢi Terken Hatun üzerinde hassaten durur. Buna mukabil Terken Hatun‟un tipik bir Selçuklu kadını olarak da düĢünülemeyeceğini zira onun askeri ve politik rolünün “benzersiz” olduğunu kaydeder.163 Peacock, Terken Hatun‟u “benzersiz” olarak nitelendirmesine rağmen ilerleyen sayfalarda Selçuklu tarihinde temayüz eden diğer 159 160 161 162 163 A.g.e, s. 177-178 A.g.e, s. 172-178. A.g.e, s. 178. A.g.e, s. 178-179. Terken Hatun hakkında bk. Gülay Öğün Bezer, “Terken Hatun”, DĠA, XL, 510. 41 hatunlardan bahseder. Tuğrul Bey‟in eĢi Altuncan‟ın, MelikĢah‟ın halasının, Sancar‟ın annesi Seferiyye Hatun ve Atabeg Boz-Aba‟nın eĢi Zahide Hatun‟un rollerinden bahseder.164 Selçuklu hanedan kadınlarının gücünün, kısmen bizzat sahip oldukları geniĢ zenginliğe dayandığını belirten Peacock, bu gücün nasıl kullanıldığına dair Ģu açıklamalarda bulunur: “Mahmud‟un hanımı (Sancar‟ın kızı)‟nın „sonu gelmeyen pahalı taĢlar, mücevherler, halılar ve kıyafetler‟e sahip olduğu söylenir. MelikĢah‟ın kız kardeĢi Ġsmet Hatun, Ġslâm dünyasının en büyükleri arasında olan Ġsfahan‟da bir medrese inĢa etme gücüne sahip olacak kadar zengindi. Bu zenginliğin bir kısmı himaye uygulamasından kaynaklanmıĢ olabilir… Hanedan kadınları büyük mülklere sahipti: Gevher Hatun (Muhammed b. Mahmud‟un hanımıdır, MelikĢah‟ın aynı isimli halası değildir) Sumeyrem kasabasından gelir elde etti ve bu mülkler onun divanı tarafından yönetildi. El-Muhtarat mine’rResâil‟den bir belge Mahmud‟un kızı Zeyneb Hatun‟un bir emire Ġsfahan bölgesindeki bir kasaba, bağlar, tarlalar ve su değirmeninin bulunduğu geniĢ mülklerin satıĢını kaydetmesi, onun geniĢ kapsamlı ekonomik menfaatlerini gösteriyor. Bu elit kadınlar sıklıkla, yardım bağıĢları, binalar kurmak ve tarımı geliĢtirmek ile alâkadar oldular.” 165 Peacock‟un Selçuklu saray kadınları bahsinde konunun ayrıntılarına girmediği, yalnızca isimleri temayüz edenleri ele aldığı, diğerlerini ise mevzu etmediği görülmektedir. Peacock, Türk kültürünün Büyük Selçuklu sarayına etkisini de ayrı bir baĢlık altında ele alır. Bu konuda, özellikle Türkçe‟nin önemine vurgu yapar ve Ģunları kaydeder: “Türkçe sarayın günlük dili olarak kaldı ve muhtemelen günümüze ulaĢan yetersiz kanıtlardan kalan çok daha geniĢ çapta kullanıldı. Tuğrul, Arapça ve Farsça‟dan Türkçe‟ye tercüme etmede veziri Kündürî‟ye güvendi ve Tuğrul‟un halifenin kızı ile düğününde Türkçe Ģarkılar söylendi. Mahmud gibi daha sonraki sultanların Arapça dili ve literatürünü iyi bildiği söylenir ama böyle olsa bile kendi aralarında hâlâ Türkçe konuĢtular. Kötü bir tavsiye ile teĢvik edildiği savaĢta Mesud, kardeĢi Mahmud ile karĢılaĢtığında ona Türkçe olarak feryat etti. Ama Türkçe‟nin önemine dair en etkileyici kanıt, göçmen Ģehzade KaĢgarlı Mahmud tarafından Halife el-Muktedi için Bağdat‟ta derlenen büyük Türkçe-Arapça sözlük Divanü Lügati’t-Türk‟tür.” 166 Selçuklu sarayında bozkır etkisinin evliliklerde müĢahede edildiğini belirten Peacock, Tuğrul Bey‟in ölen kardeĢi Çağrı‟nın dul eĢi ile evlenmesini misal vererek 164 165 166 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 179-180. A.g.e, s. 180-181. A.g.e, s. 181-182. 42 konuya giriĢ yapar. Alp Arslan‟ın da Tuğrul‟un dul eĢi ile evlendiğini kaydeden yazar, bunun aslında “Ġslamın tiksindiği bir uygulama” olduğunu ileri sürer. Türk geleneğinin Selçuklu sultanlarının diğer hanedanlarla evlilik tesis etmelerinde de etkili olduğunu belirten araĢtırmacı, bunun için de MelikĢah‟ın kızının halife ile evlenmesi sırasında halifeden 50 bin dinarın talep edilmesini misal gösterir.167 Peacock, kılık-kıyafetin de Türk geleneklerinin Selçuklu sarayında devam ettiğinin bir niĢanesi olduğu kanaatindedir. Bu hususta Ģunları kaydeder: “Bazı Türk sultanları görünüĢleri ile ayırt edici mirası ortaya koydular. Alp Arslan, Türk tarzı bıyıklarıile meĢhurdu, öyle uzunlardı ki ok atarken onları arkadan bağlamak zorunda kalıyordu; Sancar da uzun ve kalın bıyıklara sahipti, ilave olarak göğsüne uzanan sakalı vardı. Taç giyme gibi baĢlıca devlet törenleri dıĢında sultanların ne giydiğine dair pek az Ģey biliyoruz. Ama 528/1133-4‟te Sultan Mesud‟un desteğinin çöktüğü ve düĢmanları II. Tuğrul ve Dubeys‟in halifenin ona olan güvenini kaybettiğine dair iddialar ile kontrolü ele aldıklarında Mesud, „Türkmen kıyafetiyle‟ Ġsfahan‟a girerek konumunu yeniden ortaya koyma peĢine düĢtü.” 168 Yukarıdaki misallerden hareketle Türk kültürünün Selçuklu sarayında canlı bir Ģekilde devam ettiğini ileri süren Peacock, meseleye Ģu can alıcı sualle devam eder: “Türk kültürünün saraydaki etkisi kalıcı oldu mu?” Bu suale cevap vermenin zor olduğunu baĢtan ifade eden Peacock, yine de satır aralarındaki bilgilerden hareketle Selçuklu sarayında Türk kültürünün devam ettiğine dair Ģu misalleri sıralar: “Alp Arslan‟dan sonra kardeĢinin dul eĢiyle evlenmeye dair herhangi bir örnek bilmiyorum; gerçi kocasının ölümü üzerine, vasîsi olduklarının [Ģehzadenin] annesi ile evlenen atabeglerin artan gücünü de yansıtır bu. Türklerin erdemlerini öven ve Hazar Ġmparatorluğu‟ndaki Selçuklu ailesinin kökenlerini göklere çıkaran Arapça çalıĢmalar, Tuğrul ve Alp Arslan‟ın sarayları için oluĢturuldu – Ġbn Hassul‟un Kitâbu Tafzîli’l-Etrâk adlı eseri ve Meliknâme sözlü Türk geleneğine dayanır. Meliknâme besbelli geniĢçe bir alanı dolaĢmaya devam etti çünkü XIII. yüzyılının çok sayıda kaynağı tarafından alıntılanır. Türklerin zaferlerine dair baĢka bir kayıp çalıĢma Sancar için derlendi, ki bu konuda devam eden ilgiyi ortaya koyar ama NiĢâbûrî‟nin Selçuknâmesi hanedanın Hazar bağlantısı konusunda tamamen sessizdir ve Selçuk‟a Ġslâmî efsanelerin bilgesi olan Lokman‟a dayanan bir soy sunar. Dahası yukarıda alıntılandığı üzere MelikĢah saltanatından itibaren sikkelerdeki ok ve yay motifi gitgide uslûbu dönüĢtü ve en nihayetinde tamamen vazgeçildi. Zevklerdeki ve önceliklerdeki değiĢiklik muhtemelen Nizâmî Arûzî‟nin Alp Arslan‟ın oğlu ToganĢah‟a dair rivayeti ile öne sürülür. O önemli bir politik rol oynamadı ama Ģairlerini nedimleri olarak seçen, Fars Ģiirinin büyük bir hâmisiydi. Bundan böyle Fars-Ġslam gelenekleri artan Ģekilde saray kültürünü etkiledi ama böyle değiĢikliklerin temposu sıklıkla yavaĢ ve düzensiz olmuĢ olmalı. Bir taraftan muasır bir kaynak Sancar‟ın saray kütüphanesinin muhteĢemliğini 167 168 A.g.e, s. 183. A.g.e, s. 183. 43 beyan eder öte taraftan sultanın kendi arĢiv dairesinde bulunan bir belgeye göre Sancar okuma yazma bilmezdi. Dahası destek toplamak için Mesud‟un Türkmen kıyafetini törenle giymesi, tuğrâî ve atabeg kurumları ve sonuna kadar hanedan arasında Türk dilinin ve Türkçe isimlerin devam eden kullanımı, Türk kültürü ve kimliğinin en azından belirli açılarının devamlılığını gösterir, sözlü Türk saray kültürüne dair cahilliğimizle bunu anlamamız her daim kısmi ve parçalanmıĢ olarak kalacaktır.” 169 Peacock, Selçuklu sarayı bahsinde son olarak “Kültürel Himaye” konusunu ele 170 alır . Bu konuda Arapça ve Farsça literatürün Selçuklu sultanlarının Ģairleri himaye ettiğinin önemli bir kanıtı olduğunu; daha Tuğrul Bey devrinden itibaren dönemin Arapça veya Farsça yazan Ģairlerinin sultanı öven Ģiirler kaleme aldıklarını; bazı sultanların ise bizzat kendilerinin Ģair olduğunu belirtir. AraĢtırmacı “Kariyer yapmaya çalıĢan bir Ģair için imparatorluk zengin fırsatlara sahipti çünküsultan ve bürokratlar (emirler kısmen nadiren Ģiiri himaye etmiĢ gibi görünür) hem de Selçuklu vassalları ve meliklerine ait olan farklı bölgesel sarayların çokluğu içinde potansiyel hâmiler vardı” diye yazar.171 Farsça ġîrlerin çokluğuna rağmen Selçuklu sarayı için yazılan Arapça ġiîrlerin azlığına da temas eden Peacock, bunu Arapça ġiîrlerin “asıl pazarının baĢka yer” olmasına bağlar. Selçuklu sarayında zamanla Farsça‟nın öne çıktığını kaydeden yazar, bu hususta Ģunları belirtir: “Resmî ve yazılı kaynaklar için XI. yüzyılda Cibal‟de Arapça önemli kalsa da, sarayın asıl yazıdili olarak hizmet eden Horasan dili Farsça ile aĢama aĢama yer değiĢtirdi. Böylece genelde Arapça yazan Gazali gibi bir ilim adamı, efendileriyle yazıĢma ve ilmi eserleri Nasihatül-Mülük ve Kimya-yı Saadet gibi saraydan bir kitleye yöneltilmiĢ çalıĢmaları oluĢtururken Farsça kullandı.” 172 Peacock, Selçuklu hanedanının ilmi de himaye ettiğini kaydeder ve bununla ilgili misaller verir. Bu manada en meĢhur misalin o zamanlar “ilim adamı, filozof, astronot ve matematikçi olarak bilinen” Ömer Hayyam olduğunu belirtir. Hayyam‟ın MelikĢah devrinde Ġsfahan‟da açılan rasathanede çalıĢtığını; rasathanenin de belirlenen bir tarihte vergilerin toplanmasını sağlanmak için önemli görevler ifa etmenin yanında “yıldız bilimi ile alakalı meselelerde Selçuklu hanedanının üyelerinin bir kısmının genel ilgisini” de karĢıladığını yazar.173 Selçuklu sarayının sanat ve mimariyi de himaye 169 170 171 172 173 A.g.e, s. 184. Türk tarihinde ve özellikle Osmanlıda patronaj hususunda bk. Halil Ġnalcık, ġair ve Patron, Patrimonyal Devlet ve Sanat Üzerinde Sosyolojik Bir Ġnceleme, Ankara 2003. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 185. A.g.e, s. 185-186. A.g.e, s. 186. 44 ettiğini belirten Peacock, buna rağmen bununla ilgili günümüze çok az malzeme ulaĢtığını kaydeder.174 Selçuklu sarayında doktorlar, bürokratlar, Ģairler yanında astrologların da olduğunu belirten Peacock, bununla ilgili Ģu değerlendirmelerde bulunur: “Tuğrul‟un Ģahsi müneccimi ve doktoru asla yanından ayrılmadı ve hanedanın birkaç üyesi yıldızlara büyük merak duyduğu bize söylenir. Beyhaki, Selçuklular Horasan‟ı fethettiğinde Tuğrul, Çağrı ve Yabgu‟nun üç kiĢilik yönetiminin bunu tahmin eden müneccimin önünde yere kapandıklarını kaydeder. KutlumuĢ [KutalmıĢ]‟un kendisi yıldızlar bilgisine sahip olma Ģöhretine sahipti – bozkır yöneticilerinin sıklıkla iddia ettiği esrarlı bilginin bir kısmı olan gökyüzü güçlerinin bazısını yönetme Ģaman yeteneğini ileri sürmesini kaynaklarımızın bize söyleme Ģekli budur. Astroloji ve astronomiye ilgi daha sonraki zamanlarda hanedan arasında sürdü. Adını MelikĢah‟ın lâkabı Celâlüddevle‟den alan yeni bir takvim olarak Celâli takvimi, 467/1075‟te baĢlatıldı, ilkbahar ekinoksunun tarihini tesbit etti ve modern zamanlara kadar Ġran‟ın çoğunda kullanılmaya devam etti. Ġbnü‟l-Esîr bize, Ġsfahan gözlemevinin MelikĢah‟ın ölümünden itibaren kapansa da gözlemci el-Hâzinî‟nin 1290‟larda Yunanca‟ya çevrilen ve batıya doğru yolunu bulan 530/1135-6‟da muhtemelen Merv‟de Zic-i Sencerî olarak Sancar adına gökbilim üzerine bir çalıĢma yazdığını söyler. Sultan Mahmud ve AnuĢirvan b. Halid‟in himayesine giren Ebu‟l-Kasım Usturlabi, 524/1129-30‟da astronomik gözlemlerine mevki olarak Bağdat‟ta Selçuklu sarayını kullandı…” 175 Kâtibler, Bürokratlar ve Yönetim Büyük Selçuklu tarihinin önemli konularından biri de devletin bürokratik yapısının nasıl olduğudur. Bu minvalde daha çok Nizamü‟l-mülk‟ün Siyasetnâmesi‟ne atıflar yapılarak Selçukluların merkezi bir bürokrasiye sahip oldukları ileri sürülegelmiĢtir. Peacock da Büyük Selçuklu tarihine hasrettiği kitabında “Küttâb, Bürokratlar ve Yönetim” baĢlığıyla176 bu konuyu ele almıĢtır. Peacock, bu hususta ilk olarak Nizamü‟l-mülk‟ün Selçuklu bürokrasisinde vezirin konumunu temsil edip edemeyeceğine temas eder. Yazar, her ne kadar Nizamü‟l-mülk‟ü misal göstererek Selçuklu bürokrasisinin temelini vezirin temsil ettiği tezini savunsa da bu doğru değildir. Çünkü Nizamü‟l-mülk bu manada geneli temsil etmeyip sipesifik bir misaldir. Yani Peacock, vezirin Selçuklu bürokratik yapısının en önemli temsilcisi ve taĢıyıcısı olduğuna itiraz eder. AraĢtırmacının itiraz ettiği ikinci husus ise Selçuklu bürokrasisinin merkezi olduğuna dair tezleredir. Nitekim Peacock‟a göre, 174 175 176 A.g.e, s. 187-188. A.g.e, s. 186-187. A.g.e, s. 189-215. 45 “Selçuklu tarihinin çoğu için merkezi bir bürokrasi yoktu. Çoklu Selçuklu sarayı, çoklu bürokrasi ve çok sayıda vezir gerektirirdi. Aslında yönetimin bütün sistemison derece akıcı idi veadem-i merkeziyetçilik ile ĢekillendirilmiĢti.” 177 Peacock‟a göre Selçuklular “merkezi bir bürokrasiye” sahip değillerdi. Bunun yerine her bölge kendi özel konumlarını yansıtan bürokratik bir yapıya sahipti. Yazar, bu konuda Ģunları kaydeder: “Kendi yollarında iĢlevini sürdürmeye devam eden tâbi hanedanlardan ayrı olarak, illerde inanılmaz farklılıktaki bireyler sultan(ların) adına otorite ile donatılmıĢtı. ġahne veya kadı gibi temsilcilerin yanısıra reis olarak bilinen topluluğun baĢı vergi toplamaktan güvenlik sağlamaya, Ģahne ile iĢ birliği yapmaya değiĢen iĢlevler ile vazifelendirilebilirdi. Gence gibi bazı iller, melikler ve onların atabeglerine tahsis edildi. Gerçi diğerleri, Musul gibi Ģehirler, ikta olarak emirlerin daimi değiĢen intikallerine tahsis edildi. Beyhak, NiĢabur ve Buhara gibi bazı Ģehirler dini elit tabaka tarafından kontrol edildi - misal Buhara, sadr unvanını taĢıyan (kendileri elbette Selçukluların Karahanlı vassalleri) Hanefi ulemanın bir hanedanına tâbi idi. Bağdat‟ın birbiri üstüne biniĢik birkaç yönetimi vardı: En öne çıkanlar, sultanın Ģahnesi ve halifelik divanıdır; ama diğer gruplar da Ģehir yaĢamının durumlarını kontrol ettiler, misal ayyarlar. Her bölge kendi farklı düzenlemelerine sahipti ve baĢlıca Ģehirlerin ötesindeki Selçuklu memurlarının nüfuzunun derecesi bölgesel Ģartlara göre azaldı ve arttı.” 178 Peacock, daha çok Ģahne (Ģıhne)ler üzerinden Selçuklu bürokrasisinin merkezi olmadığını delillendirmeye çalıĢır. ġahne/Ģıhne üzerine yazılanlar Peacock‟un bu tezini destekleyici misallere sahiptir fakat bu çalıĢmalarda üzerinde durulan baĢka önemli bir husus daha vardır. O da Ģahnelerin daha çok sultanlar veya vezir tarafından atandığıdır179, ki bu da aslında merkezi bir yapının sonucu olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Ģahnelerin yetki ve görevlerinin, her ne kadar hilafına hareket edenler olmuĢsa ve bu durum(lar) da müstakil çalıĢmaları gerektirmesine rağmen, sıkı bir Ģekilde tayin edilmiĢ olması Selçuklu bürokrasisinin merkezi yapısını ortaya koyan bir durum olarak da ele alınabilir. Yine Ģehirlere tayin edilen Ģahneler ile Türkmenlere tayin edilen Ģahnelerin mevcudiyeti, Selçuklu bürokrasisinin merkezi olmadığının bir göstergesi değil, Ģartlara göre vaziyet alan bir durumun neticesi olmalıdır.Zaten yazarın kendisi de Selçuklu bürokrasisinin merkezi görünümüne temas eder. Geleneğe yapılan olumlu vurgu yanında arĢiv belgelerinin de Selçuklu bürokrasisindeki merkezi yapıya iĢaret ettiğine değinir.180 177 A.g.e, s. 189. A.g.e, s. 189-190. 179 Erdoğan Merçil, “ġahne”, DĠA, XXXVIII, 292-293. 180 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 190. 178 46 Peacock, Klausner ve Lambton‟un181 Selçuklu bürokratik yapısının ikiye bölündüğü yönündeki tezlerine de karĢı çıkar ve Ģunları kaydeder: “AlıĢıldığı üzere Selçuklu Ġmparatorluğu‟nun yönetimi, ikiye bölünmüĢ olarak görünür: Kılıç sahibi Türk emirlerden oluĢan bir askerî düzen ve Farsça konuĢan bürokratlar veya küttâbdan meydana getirilen bir sivil bürokrasi. Nizamü‟l-mülk‟ün kendisi bu iki sınıf arasında bir sınır sağlamanın önemini vurgulamıĢtı. Yer yer sultanların adına zorlayıcı güçler ile donatılmıĢ emir-muktâ ve Ģahne gibi Ģahıslar tarafından temsil edilen askeri yönetim ve öncelikli olarak gelirleri toplamak ile alâkadar olan sivil yönetim arasında bir ayırım olduğunun göründüğü doğrudur. Aslında bu „bölünmüĢ‟ veya „ikili‟ sistemin, kasıtlı olarak „kontroller ve dengeler‟ sistemi gibi birĢeyle kontrolü elde tutmayı sultanlara olanak vermek için kurulduğu savunulur.” 182 Klausner ve Lambton‟un tasnifini “fazlaca basit” bulan Peacock, Selçuklularda “Güçle donatılmıĢ farklı gruplar ve bireyler arasında sorumlulukların dağılımının” “asla net olarak tarif edilmediğini” ileri sürer. Bu durumla ilgili olarak da Ģu misalleri verir: “Ġktâ olarak elde tutulan ve vali tarafından yönetilen bir bölge arasında ne fark olduğunu söylemek sıklıkla zordur. Esas itibariyle muktanın sorumlulukları bir vergi toplayıcınınkiler idi, uygulamada ikisi de sıklıkla yöneticinin vekili olarak davrandılar. Meselâ 448/1056‟da Kündürî, 360 bin dinar vergi ödeme karĢılığı Basra ve Ahvaz‟ın vergi toplama hakkını Kürd Ebu Kalicar Hezâresb b. Bengir‟e bıraktı. Hezâresp‟e, bütün iktalarda sadece özgür bir el bağıĢlanmadı aynı zamanda yöneticiliğin simgelerinden biri olan hutbede adının bahĢedilmesi bile müsaade edildi. Selçuklu ailesinden bir üye olsun ya da olmasın, valiler de yöneticiliğin baĢka bir simgesi olan paraya adlarını ilave ettiler...” 183 Askeri-sivil veya asker-bürokrat Ģeklindeki ikili tasnifin problemlerine temas eden Peacock, aynı durumun asker olan Türkler ile bürokrat olan Farslar arasında var olduğu iddia edilen tasnifin de pratikte pek de doğru olmadığı kanaatindedir. Nitekim buna dair de Ģunları kaydeder: “Askeri yönetim ve Fars bürokrasisi arasındaki ayrım da memnuniyet verici değildi. Misal bir çeĢit „devletin desteklediği polis gücü‟ olarak davranan, temel güveni sağlayan adaletin temini ve kasabalarda halkın ahlâkının teftiĢi ile görevlendirilen muhtesib, Türk ya da ulemadan biri olabilirdi. Aslında ulema, Selçuklu yönetiminin üçüncü direği idi, atamaları sultanlar tarafından onaylanan kadı ihtiyacını karĢılıyordu. Türklerin çok nadiren bürokratlar oldukları doğru iken, öte taraftan aĢağıda göreceğimiz üzere bürokratlar sıklıkla askeri görevler ifa ettiler.” 184 181 A.K.S. Lambton, “The Administration of Sanjar‟s empire as illustrated in the Atabat alkatab”, BSOAS, 20 (1957); Carla L. Klausner, The Seljuk Vezirate: A Study of Civil Administration 1055-1194, Cambridge 1973. 182 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 190-191. 183 A.g.e, s. 191. 184 A.g.e, s. 191. 47 Peacock‟a göre problemin temelinde aynı unvana sahip kiĢilerin büyük ölçüde farklı sorumluluklar ifa etmiĢ olmaları yatıyordu. AraĢtırmacı buna dair Ģu misalleri verir: “Böylece XII. yüzyılda Ġsfahan‟da vali terimi, Ģahne ile aynı anlamda kullanılmıĢ görünür, yani sultanın adına cebri güç ile donatılmıĢ kıdemli emir ama aĢağı yukarı aynı dönemde olan Mazenderan Hazar ilinde iki konum tamamen farklıydı fakat vali askerî Ģahneye zıt olarak sivil bir bürokrat anlamında kullanılır. Reis büyük Ģehirdeki yöneticinin Ģahsi temsilcisinden konumu için atama belgesine sahip olabilen ya da bu belgeye sahip olmayan bir kasaba veya taĢra topluluğunun baĢı olarak iĢlev gören bölgesel bir toprak sahibine kadar herhangi birĢey anlamına gelebilirdi. Böyle unvanların anlamları bölgesel Ģartlara ve muhtemelen herĢeyden önce bunları elde tutan adamın bağlarına bağlıydı. Oldukça ferdileĢmiĢ Selçuklu politik sisteminde hesaba katılan unvanlar değil Ģahsi bağlardı.” 185 “Bürokrasi ĠĢlevleri ve Yapısı” alt baĢlığında Selçuklu bürokratik yapısını incelemeye devam eden Peacock, ele aldığı dönemde devletin baĢlıca amacının geliri artırmak olduğunu belirterek konuya giriĢ yapar. Daha sonra ise Selçuklulardaki beĢ divan (divân-ı a‘lâ, divân-ı istifâ, divân-ı iĢrâf, divân-ı tuğra ve inĢâ, divân-ı arz) ve bunların yanındaki divân-ı evkaf, divân-ı eyalet, divân-ı vilâyet ve divân-ı riyâset‟in isimleri ile bunların ifa ettikleri vazifeleri anlatır.186 Peacock, bu divanların hepsinin aynı zamanda mevcut olmadığını, hatta bazılarının mevcudiyetinin dahi Ģüpheli olduğunu veya zamanla farklı kelimelerle ifade edilen ama aynı olan divanların mevcut olduğunu kaydeder. Meselâ divân-ı nazar olarak müstakil bir divân Ģeklinde ele alınan yapının divân-ı iĢrâf için kullanılan farklı bir isim olabileceğini belirtir. Buna mukabil yazara göre divân-ı a‘lâ, divân-ı istifâ ve divân-ı tuğra ve inĢâ bu divanlar arasında en sürekli olan divânlardı. Divânların fonksiyonları ve statüleri de makamı elinde tutan kiĢinin nüfûzuna bağlıydı. Nitekim zaman zaman müstevfî makamındaki kiĢinin vezirden daha güçlü olduğu vaki idi. Ayrıca aynı kiĢinin farklı vazifeleri uhdesinde toplaması da görevlerin tayini noktasında sıkıntılara sebep olmaktaydı. Meselâ Tâcü‟lmülk, bir taraftan MelikĢah‟ın hazinedarıyken diğer taraftan ise sultanın evlâdının veziri, divân-ı tuğra ve inĢâdan sorumlu ve ayrıca bazı askerî sorumlulukları olan birisi idi.187 Peacock, Selçuklu saray bürokrasisin zamanla mahiyet değiĢtirdiği ve büyüdüğü, bununla paralel olarak da personel sayısının arttığını; bu bürokratik yapıda en üst 185 186 187 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 192. Bu divânlar hakkında muhtasar bilgiler için bk. Aydın Taneri, “Divan, Büyük Selçuklular‟da Divan”, DĠA, IX, 384-385. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 192-194. 48 makamın vezirlik olduğunu kaydeder. Buna mukabil vezirin vazifelerinin tam olarak kesinlik arz etmediğini belirtir ve Ģunları yazar: “Bürokrasideki kıdemli Ģahıs genelde vezirdi. Herhangi bir bürokratik kurumun baĢı için bu unvan kullanılabilse de, Batı ilminde bu genellikle Divân-ı A„lâ‟nın ve böylece bütün bürokrasinin baĢıına veya Nizamü‟l-mülk‟ün belirttiği üzere „sivil hizmetkarların ve vergi toplayıcılarının baĢına‟ iĢaret eder. Erken dönem vezirleri, muhtemelen Türkçe konuĢan sultan ve daha geniĢ dünya arasında büyük ölçüde aracı olarak iĢlev gördüler. Misal Kündürî, Tuğrul‟un halife ile huzura kabulleri hadiselerinde tercüman olarak hizmet etti… Vezirin sorumlulukları aslâ net Ģekilde tarif edilmedi ve bürokrasinin nerede son bulduğu ve sultanın hanehalkının baĢladığına dair net bir ayrım yoktu. Vergi toplama ve vergilendirmeyi denetlemenin yanısıra meselâkısa süre Mesud‟a vezir olmuĢ Kemalü‟d-din Muhammed el-Hâzin, sultanın hanehalkının erzaklarının masrafını yönetmekten sorumluydu. Benzer Ģekilde MelikĢah‟ın hazinedarı Tâcü‟l-mülk‟e „[sultanın] saraylarının ve hareminin meselelerini denetleme‟ görevi verilmiĢti.” 188 Peacock, önemli tartıĢma konularından biri olan Selçuklu bürokratik yapısının Türk tarihinde bir devamlılığı mı yoksa değiĢimi mi ifade ettiği sualini de ayrı bir baĢlık altında ele alır. Lambton‟un, “Selçuklular vezirlik ve divânları Abbasiler‟den devraldılar” yönündeki tezine karĢı çıkan Peacock, Selçuklu ile Abbasiler arasındaki bürokratik farklılıkları Ģu Ģekilde izah eder: “Abbasi bürokrasisine, sabit oranlarda ödeme yapılırken, Selçuklu makamını elde tutanlar, baĢlı baĢına bir maaĢ kazanmıĢ olarak görünmezler… [Selçuklularda] yaygın olarak makamlar satıldı.”189 Yine yazara göre Selçuklular, Abbasiler‟de mevcut olmayan yeni makamlar da ihdas ettiler ki, tuğraî bunlardan biriydi.190 Ayrıca Selçuklular, Abbasi yapılarının adlarını kopyaladıklarında bile, onların muhtevalarını kopya etmedi.191 Bunun yanında Selçuklular, Abbasi ve Gazneliler‟de mevcut olan bazı kurumları ise tamamen kaldırmayı tercih etmiĢlerdir. Berid teĢkilatı192 bunların en baĢında geleniydi. Bu hususta Peacock Ģöyle yazar: “Arasıra Selçuklular kasten, Abbasi ve Gazneli modellerini reddettiler. Özellikle söylenecek olan berid teĢkilatıdır, erken dönem Abbasiler tarafından kurulmuĢ ve uzaklara yayılmıĢ illeri gözetlemeyi halife hükûmetine sağlayan makam ve istihbarat servisidir. Bu sistem hem Büveyhiler hem de Gazneliler tarafından kullanıldı ve Gazneliler özellikle etkili (ve popüler olmayan) istihbarat teĢkilatını kullandılar. Nizamü‟l-mülk‟ün ısrarına rağmen Alp Arslan, beridin kurulmasına itiraz etmekte kararlıydı. Ġsfahani sultanın kuruma düĢmanlığını, istihbarat görevlilerine dini raporları temin etmekte güvenilmeyeceği 188 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 195. A.g.e, s. 197. 190 A.g.e,, s. 199. 191 A.g.e, s. 199. 192 Ġslâm dünyasında berid teĢkilatı hakkında bk. Fuad Köprülü, “Berîd”, ĠA, II, 545-546; Ġbrahim Harekat, “Berid”, DĠA, V, 498-501. 189 49 temeline dayanarak açıklar. Alp Arslan‟ın kararını „garip‟ olarak tarif etse de diğer hiçbir sultan bu sistemi yeniden kurmadı. Bir sebebi, Gazneli berid raporlarının Ģifreli olması olabilir, sadece eğitim almıĢ bürokratlar bunları yorumlayabiliyordu. Selçuklular, küttâblara bu kadar güven bahĢetmek istememiĢ olabilirler. ”193 Peacock‟un Selçukluların Alp Arslan devrinde berid teĢkilatını tamamen ortadan kaldırdığı ve bu kurumun bir daha ihdas edilmediği yönündeki iddiaları tamamen doğru olmasa gerektir. Zira bir teĢkilat olarak devam etmese de Selçuklular‟da Alp Arslan‟ın vefatından sonra casuslar kullanılmaya devam edilmiĢtir. Keza MelikĢah ve Sultan Sancar zamanında casuslar kullanıldığı da bilinmektedir.194 Köprülü, bu hususta Ģu tespitlerde bulunur: “Büyük Selçuklularda, daha MelikĢah devrinde, sultanın ve Nizâmü‟l-mülk‟ün hususî casuslar kullandıkları, Sultan Sancar‟ın Edib Sâbir‟i casusluk vazifesi ile Hârizm‟e yollayıp onun gönderdiği bir resim sâyesinde kendisi aleyhine hazırlanmıĢ bir suikasttan kurtulduğu ve daha bu gibi bir çok hâdiseler, bunu açıkça anlatmaktadır. Ancak, bu teĢkilâtın, evvelki devletlerde olduğu gibi, merkezde, büyük nüfuz sâhibi ricâlin idâresi altında hususî bir berîd divanına bağlı olmadığı görülüyor. Ġsmail Hakkı UzunçarĢılı, Büyük Selçuklularda merkezde berîd divanı bulunduğunu, Siyasetnâme‟ye dayanarak, kat‟î surette iddia ediyorsa da, Nizâmü‟lmülk‟ün böyle bir divandan hiç bahsetmediği ve bilakis Selçukluların bu meseleye ehemmiyet vermediklerini tasrih ettiği düĢünülürse, bunun yanlıĢlığına hükmedilebilir.” 195 Köprülü, bir teĢkilat olarak berîdin Alp Arslan‟dan sonra ihdas edilmediğini, buna mukabil bu vazifeleri ifa eden kiĢilerin zaman zaman vazifelendirildiğini yazmasına rağmen Ġbrahim Harekat, “Ancak Alp Arslan'dan sonra bu müessesenin Nizamü‟l-mülk'ün gayretleriyle yeniden kurulduğu anlaĢılıyor” Ģeklinde yazar.196 Peacock, bürokratlar arasındaki hizipleĢmeyi de “Bürokratlar ve Aralarındaki Hizipler” alt baĢlığıyla ele alır. Yazara göre Selçuklularda Horasanlı ve Iraklı bürokratlar arasında imparatorluk tarihi boyunca bir düĢmanlık devam etti. Yinebürokratlar arasındaki hizipleĢmenin bir diğer sebebi de mezheplerdi. Nitekim Peacock, farklı mezhepten birinin herhangi bir göreve getirilmesi sebebiyle baĢka mezhepten bir yazarın bu durumu eleĢtirdiğine dair birçok misalin bulunduğunu kaydeder. Bürokratların tayin edilmesinde bölgesel veya mezhepsel hizipleĢmeler kadar himaye sisteminin de etkili olduğunu yazar. Bu manada Ģunları aktarır: 193 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 200. Fuad Köprülü, “Berîd”, s. 545-546; Ġbrahim Harekat, “Berid”, s. 499-500. 195 Fuad Köprülü, “Berîd”, s. 545-546. 196 A.g.m, s. 499. 194 50 “Genel olarak Ortaçağ Ġslâmî doğuda sosyal ve politik yaĢamı Ģekillendiren himaye iliĢkileri bürokrasinin Ģeklini [de] etkiledi. Vezirler daha aĢağı konumlara akrabalarını ve yakın hemĢehrilerini atamaya çalıĢtı. Elli yılda beĢ tane vezir, küçük Dergüzin kasabasından geldi ve Ġmadüd-din el-Ġsfahani Dergüzini klanına Ģiddetle düĢman idi- …” 197 Peacock‟a göre himaye sistemi Selçuklularda bir kâtibin, bürokratın hızlı yükseliĢine vesile olduğu gibi bu bağlantı onun hızlı bir Ģekilde makamını kaybetmesine ve dahası hayatından olmasına da sebep olabiliyordu. Bu yüzden emin ve tekin bir yol değildi. Zira rakip bir hizbin iktidara gelmesi hâlinde bürokratın hayatından endiĢe duyması pek de haksız bir endiĢe değildi. Peacock, buna dair Ģu misalleri verir: “Hem kendileri hem de müttefikleri için makam peĢinde koĢan düĢman bürokratların entrikaları çok sayıdaki kâtibin kariyerinin sonu için bir anahtar faktördü. Kündürî‟nin gözden düĢüĢü Ģüphesiz Süleyman b. Çağrı için desteği ile süratlendi; ama kaynakların hem fikir olduğu üzere sürgünü ve öldürülmesi, Nizamü‟l-mülk‟ün iĢiydi. Kündürî‟ye ihsan bir gün tekrar geri verilmesin diye potansiyel düĢmanından kurtulmaya Nizamü‟l-mülk istekliydi. Kündürî‟nin infazından önce Nizamü‟l-mülk‟e isabetli bir Ģekilde [Ģunu] belirttiği söylenir: „Senin yaptığın Ģey Türkleri vezirleri ve divan baĢkanlarını öldürmeye alıĢtırmak; kazdığın kuyuya düĢeceksin!‟ Mahmud‟un Müstevfî Azizü‟d-din‟in düĢüĢü ve sonraki infazı, itibarını iyileĢtirme peĢinde koĢan yeğeni Ġmadü‟d-din el-Ġsfahanî‟ye göre kötü vezir Ebu‟l-Kasım ed-Dergüzinî‟nin entrikalarının sonucu idi; ama diğer kaynaklar, Azizü‟d-din‟in suçlamadan çok uzak olduğunu ileri sürer, 517/1123‟te vezir ġemsü‟l-mülk b. Nizamü‟l-mülk‟ün öldürülmesini ayarlamıĢtır. Muhammed Tapar‟ın 500/1106-7‟de Ġsfahan‟ın kapısında sallandırılan veziri Sa„dü‟lMülk‟ün infazı, Ġsfahan‟ın kadısı Ubeydullah el-Hatîbi ve buranın reisi Mesud b. Muhammed elHocendi‟nin plana geçirmesi ile gerçekleĢmiĢ gibi görünür. AnuĢirvan b. Halid‟in kendisi, Hatîbi‟nin planının baĢka bir kurbanı idi, ama bu felaketten sağ kurtuldu.” 198 Peacock‟a göre Selçuklu bürokratları için bir diğer tehlikeli durumda konumlarının her an değiĢmesiydi. Nitekim bazı istisnalar haricindeki birçok vezir, makamlarında uzun süre kalamadan azledildiler. Buna mukabil azledildikten sonra aynı göreve defaatle getirilen bürokratlar da çoktu. Meselâ AnuĢirvan, üç defa vezir olarak tayin edilmiĢti. Bürokratları bekleyen bir diğer tehlike de mallarının müsadere edilmesiydi.199Yazara göre, yukarıda temas edildiği üzere Selçuklularda merkezi bir saray yapısı mevcut olmadığından, dahası bu saraylar arasında rekabet de eksik bulunmadığından bürokratların azledildikten sonra kendilerine baĢka saraylarda makamlar bulması da mümkündü.200 197 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 202-203. A.g.e, s. 203. 199 A.g.e, s. 204. 200 A.g.e, s. 204. 198 51 Bürokratlar arasında bazı meslekler diğerlerine nazaran daha güvenli konumlar sağlamaktaydı. Özellikle tuğraî ve müstevfî bunların baĢında geliyordu. Peacock, mezkur makamların durumlarına dair Ģunları kaydeder: “Diğer iki büyük makam tuğrâî ve özellikle müstevfîde bir ölçüde daha büyük güvenlik olmuĢ olabilir. Misal eĢ-ġihâb Esed, altı vezirin altında hizmet ederek Mahmud‟un 14 yıllık saltanatının adeta tamamı için tuğrâî olarak kaldı. Aynı dönemin neredeyse çoğunda Ġsfahanî‟nin amcası Azizü‟d-din, müstevfî idi. Benzer Ģekilde emirlerin genellikle vezir olarak kendi adaylarını yerleĢtirmekte baĢarılı olduğu Mesud ve III. Tuğrul saltanatları arasındaki dönemde vezirin çok kısa olan görev süresi nüfuz için emirler arasındaki devamlı mücadeleyi yansıtır. Diğer taraftan müstevfîler uzun dönemler makamda kaldı ve genel olarak onların atamaları emir politikaları tarafından etkilenmiĢ gibi görünmez (bu dönemdeki tuğrâîler hakkında pek az Ģey biliyoruz). Bu, müstevfîlerin özel yetenekleri olduğu ve mesleklerini etkili Ģekilde yapabilmek için gelirleri ve finansla ile ilgili teknik bilgiye sahip olmaları gerektiği gerçeğini yansıtabilir. Öte taraftan finans üzerine stratejik bir kusuru olsa bile bir vezir özellikle politik bir atama idi ve bu yüzden çok daha kolaylıkla yerinden edilebilir ve yeri değiĢtirilebilirdi.” 201 Bürokratların hangi kriterlere göre atandıkları konusu da Peacock‟un ele aldığı meselelerdendir. Yazara göre “Bürokrat makamına atama için hiçbir resmîzorunluluk yoktu.Bürokratların nitelikleri ve görevlerine dair sahip olduğumuz böyle tasvirler özelliklebelirsizdir” değerlendirmesinde bulunur. Devamında ise bu duruma istisna teĢkil eden Ebu‟l-Berekât Mecdü‟d-din‟in vezir tayin edilmesini değerlendirir. Çünkü 549/1149-1150‟de Mecdü‟d-din‟inSultan Sancar‟a vezir tayin edilmesiyle ilgili belgede bir vezirde hangi hasletlerin olması gerektiği de sıralanmaktadır. Belgede sıralanan özellikler Ģu Ģekildedir: “Bu yüzden vezir „dindar, bilgili, yetkin, iyi hal sahibi ve iyi kalpli, sultanların kanunları ve hanedanın gelenekleri hakkında bilgili olmalı; sultanların biyografilerini okumuĢ ve zamanın tecrübelerinin dersleri hakkında bilgi sahibi olmalıdır.‟ „Allah‟a hoĢ geleni, bu dünyada övgüye değer olan ve diğer dünyanın ödüllerini kazandıracak olanı [yapmaya yöneticiyi] teĢvik etmek için‟ seçilmelidir. Ayrıca daima „Müslümanların çıkarlarını‟ hatırlayan biri olmalıdır. Aynı belge „adaleti dağıtmak ve cömertliği için minnettarlığını ifade etmek için kutsal ve yüce olan Yaratıcıyı hatırlamasına vezirin sultana yardım etmesini‟ belirtir” 202 . Peacock‟a göre, kâtib zümresinin bürokratlar arasında ayrı bir yeri vardır. Nitekim kâtibler, “kiminkendi sınıflarının üyeleri olduğuna dairoldukça net bir görüĢe sahiplerdi ve alt tabaka mevkilerini tek ellerinde tuttular. Çok nadirenbüyük ulema ve 201 202 A.g.e, s. 204. A.g.e, s. 206. 52 tüccar ailelerin üyeleri katip oldular.”203 Kâtipler arasında ulema ve tüccar çocuklarının az bulunmasına mukabil, diğer bürokratik görevlerin çoğunda soyun önemli bir rolü vardı. Meselâ Peacock‟un belirttiği üzere, Nizamü‟l-mülk‟ün soyundan gelenler önemli görevlere getirildiler.204 Bürokratların hangi özelliklere sahip olması gerektiğine dair çok az veriye sahip olunmasına rağmen kâtiblerin eğitimlerine dair daha fazla veriye sahip olduğumuzu kaydeden Peacock, Ģunları yazar: “Kıdemli bir konuma atama için resmî niteliklerin gerekliliğinin eksikliğine rağmen kâtiblerin kendileri, özenli eğitimleri ve bu resmî belgelerin –ve onların özel yazınsal gayretleri- oluĢturulduğu karmaĢık kafiyeli düz yazı (inĢâ) oluĢturmaktaki yetenekleriyle gurur duydular. Çoğu literatür bürokratlar tarafından diğer bürokratlara ne kadar zeki olduklarını göstermek için yazıldılar, böylece tarzın yayıldı. Farsça‟nın saray yazım sahnesine hakim olduğu bir çağda bürokratlar Arapça için öncelikli bir pazar sağladılar. Bu dönemin Arapça literatürünün Ģaheseri, üstü kapalı sözlü oyunlarla keyiflenen el-Hariri‟nin Makāmât‟ının AnuĢirvan b. Halid‟in emri ile yazıldığı söylenir. Güney Kafkasya‟daki Beylekan müstevfiolan Mesud b. Namdar‟ın gayretleri ile hükme varıldığı üzere, anlaĢılmayacak kadar yoğun, üstü kapalı ve muğlak olan Arapça inĢa oluĢturma yeteneği sadece sultani saraylara dahil edilenler değil, il idarecileri arasında da bulunabilirdi. Elbette bürokratlar ayrıca Farsça‟yı da kullandı (Meselâ AnuĢirvan‟ın kendi kayıp hatıraları ve Kummî‟nin bunları devamı) ama Arapça ile oldukça içiçe geçmiĢ bir Farsça idi ve bunda -X. ve XI. yüzyılın sadeliğine karĢın- inĢa tarzı popüler oldu.” 205 Peacock, bir bürokratın hayatıyla ilgili elimizdeki en önemli kaynağın mühtedi Samav‟al el-Mağribî tarafından kaleme alındığını kaydeder. Yahudi asıllı Samav‟al, Selçuklu Bağdat‟ında 18 yaĢına kadar geçirdiği hayatı kaleme almıĢtır ve bu kayıt, bir bürokratın otobiyografisini ihtiva ettiği için önemlidir.206 Selçuklu bürokratlarının bir grubunu teĢkil eden ulema sınıfı da Peacock tarafından ele alınmıĢtır. Yazar, medreselerin ne amaçla kurulduğuyla ilgili daha önceki çalıĢmalarda ileri sürülen görüĢleri Ģu Ģekilde özetler: “Meselâ Lambton, eski sekreterlik sınıfının yerini alacak ve politik planlarını uygulayacak ortodoks [ehl-i sünnet] akidesinde yetiĢtirilmiĢ devlet memurları ortaya koymanın Nizamü‟l-mülk tarafından planlandığını ileri sürer; ikinci olarak devletin mevcudiyetini tehdit etmeye baĢlamıĢ Ġsmaili tarikatının yayılmasına medreselerde eğitim almıĢ ulemayı kullanarak savaĢ açmayı ve kitleleri kontrol etmeyi ümit etti. Benzer bir görüĢ, medreselerin sosyal düzeni teĢvik ederek, bürokratları eğiterek ve Müslüman birliğine bir bağlamda katkı sağlayarak Selçuklu „devlet ideolojisi‟ olarak adlandırdığı Ģeye 203 A.g.e, s. 207. A.g.e, s. 207-208. 205 A.g.e, s. 208-209. 206 Samav‟ın yazdıklarının değerlendirilmesi için bk. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 209-211. 204 53 katkı sağladığını söyleyen Safi tarafından kısa süre önce ileri sürüldü. „Tüm asilzade sınıfını bir ölçüde merkezi kontrol altına almak‟ ve hizipleĢme ile mücadele etmek, „bölgesel dindar politikacılar üzerinde imparatorluk nüfuzunu uygulamak‟ için medreselerin planlandığını belirten Richard Bulliet tarafından kısmen biraz değiĢik bir politik gaye ileri sürüldü.” 207 Selçuklu Ordusu ve Askerî Yapısı Selçuklu askerî yapısı ve ordu sistemi de Peacock‟un her iki kitabında müstakil bölümler halinde üzerinde durduğu bir diğer konudur. Yazarın bu konuyu ayrı bir bölümde ele almasının sebebi Selçuklu baĢarısının arkasında ordu yapısının büyük etkisi olduğuna inanması gelir. Selçuklu ordu yapısının özellikle 1055‟te Bağdat‟ın Tuğrul Bey tarafından fethedilmesinden sonra köklü bir değiĢime maruz kaldığı; bu minvalde daha önce Türkmenlere dayalı olan ordunun silahlı göçebe gruplardan daha geleneksel ve profesyonel orduya dönüĢmeye baĢlamasıdır. Buna mukabil Peacock‟a göre profesyonelleĢen Selçuklu ordusunun özellikle savaĢlarda izlediği taktiklerde Türkmen etkisi daha uzun yıllar devam etti.208 Bu yüzden Peacock, Selçukluların uyguladıkları askerî taktikler üzerine hassaten durmuĢtur. Selçuklu askerî taktiklerinin özelliklerini genel olarak aslında Peter Golden tespit etmiĢtir209 ve Peacock da Golden‟dan büyük oranda istifade etmiĢtir. Golden, 3001200 arasında çok küçük bazı teknolojik yenilikler haricinde Avrasya bozkırlarında genellikle aynı taktikleri uygulandığını; dıĢarıdan bakıldığında taktiklerini yolda tayin eder gibi görünmelerine mukabil aslında bu göçebe orduların iyi bir örgütlenmeye ve disiplinli bir yapıya sahip olduklarını ortaya koymuĢtur. Peacock, Golden‟ın bu tespitlerini kabul etmekle birlikte Selçuklu ordusundaki aĢiret birliklerinin nadiren düĢman ordusuna karĢı kenetlendiklerini ve tek bir güç Ģeklinde hareket edebildiklerini ileri sürer. Bu tespitlerinden sonra ise Selçukluların takip ettikleri taktikleri ele almaya baĢlar ve öncelikle sahte ricat üzerinde durur. Sahte ricat sayesinde Selçukluların Gazneliler karĢında 1034‟te baĢarı elde ettiklerini Beyhaki‟den naklederek değerlendirir. Selçukluların sahte ricatı zaman zaman kuĢatma yöntemiyle birlikte kullandıklarını kaydeder.210 Sahte ricatten sonra Selçuklu ordusunda kullanılan silahları 207 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 211-213. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 85-87. 209 Peter Golden, “War and warfare in the pre-Cinggisid western steppes of Eurasia”, War and Warfare in Inner Asian History (500-1800), ed. Nicola di Cosmo, Leiden 2002. 210 Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 87-89. 208 54 ele alan Peacock, bu manada ok, yay, kalaçor, kementin ana silahlar olduğunu ve Türkmenlerin ender de olsa savaĢlarda zırh giydiklerini yazar.211 Peacock, Selçukluların kaleleri ve surlarla çevrili Ģehirli fethetmesini yani kuĢatma taktiklerini de değerlendirir. Bu minvalde her ne kadar bazı çalıĢmalarda disiplinsiz ve yağmacı olarak tarif edilseler de Selçukluların erken dönemlerden itibaren istedikleri zaman kentleri ve kaleleri fethederek buraları uzun süre ellerinde bulundurabilmelerinin bu kanaati “en açık biçimde silebilecek” bir veri teĢkil ettiğini ifade eder. Yine bu manada göçebe ordularının kuĢatma yapmaktan kaçındıklarına dair kanaatin de doğru olmadığına temas eder. Daha sonra Selçukluların kaleleri ve surla çevrili Ģehirleri fethettiklerine dair misaller verir. Peacock, Selçukluların kale kuĢatmalarında baĢarılı olabilmek için birkaç yol takip ettiklerini; bu anlamda önce kalelere gıda akıĢını engellediklerini, bazen de mancınık veya “baban” denilen, sur duvarlarının ötesine taĢ fırlatmaya yarayan ve 400 kiĢi tarafından taĢınan bir savaĢ aletini kullandılarını belirtir. Ayrıca burada önemli bir tespitte de bulunur ve her ne kadar Selçukluların bu savaĢ aletlerini kullanmalarını hizmetlerinde bulunan göçebe olmayan unsurların varlığına bağlamak cazip görünse de bunu destekleyecek verinin az olduğunu ve daha da önemlisi zaten Selçukluların Gaznelilerin ordusunda daha önceki dönemlerde hizmet verirken kuĢatma taktiklerini öğrendiklerini ileri sürer.212 Selçuklu ordusunun manevra kabiliyetini artıran temel unsur olarak atları gösterir. Gaznelilerin zırhlı ve ağır silahlı süvarilerine karĢılık Selçuklu süvarilerinin daha hafif zırhlara ve daha hızlı atlarla sahip olduklarını, daha da önemlisi Selçuklu süvarisinin iklim Ģartlarına muhataplarına göre daha dayanıklı olduğunu kaydeder. Çünkü bozkır hayatına alıĢık olduklarını, bu sayede de hem sıcak hem de soğuk havaya daha dayanıklı olduklarını misaller vererek izah eder. Gazneli ordusundaki fillerin ise Selçuklularla savaĢlarında bazen ayak bağı dahi olduğunu da ifade eder.213 Selçuklu ordusunun iç yapısı da Peacock‟un her iki kitabında müstakil bölümler halinde ele aldığı konulardandır. Bu minvalde Türkmenlerin Abbasi ve Samanilerdeki gibi “profesyonel ordular” olmadıklarını, yetiĢkin erkek Türkmenler için savaĢın bir 211 Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 90. A.g.e, s. 90-92. 213 A.g.e, s. 93-94. 212 55 yaĢam tarzı olduğunu ancak çocuklar ile kadınların savaĢ dıĢında tutulduğunu kaydeder.214 Selçuklu ordusunda Türkmenlerin rolü ve sayısal varlığı da Peacock‟un üzerinde durduğu konulardandır. Bu minvalde Bağdat‟ın fethinden sonramemlûk askerlerin sayısında bir artıĢ olmakla birlikte “hiçbir zaman Türkmenleri gölgede bırakmadılar” tespitinde bulunur.215 SavaĢın Türkmenler için bir yaĢam tarzı olduğunu belirten yazar, bunlara karĢı Selçuklu devlet idaresinin zamanla farklı politikalar takip ettiğini belirtir. Nizamülmük‟ten yaptığı bir alıntıdan hareketle aslında Selçuklu hanedanının Türkmenlere birçok Ģey borçlu olduklarını ifade eder.Bu minvalde Ģu temel suale cevap aramaya çalıĢır: Nizamü‟l-mülk‟ün yazdıklarından da hareketle “MelikĢah devrinde ve sonrasında Selçuklu Ġmparatorluğu içindeki Türkmen askeri varlığının rolü neydi?”. Bu suale önce David Durand-Guedy‟in tezlerini naklederek baĢlar ve Ģunları kaydeder: “David Durand-Guedy, imparatorluğun Cibali merkezindeki özellikle Rey, Hemedan ve Hulwan alıĢıldık ekseninde TürkmenlereMelikĢah‟ın saltanatından sonra çok az atıf olduğunu belirtmiĢtir. Durand-Guedy, „dikkati baĢka yöne çekmek için‟ Kafkasya, Anadolu ve Suriye sınırlarına gönderilenTürkmenleri Ġran platosundan ortadan kaldırmak içinMelikĢah altında kesin bir gayret olduğunu ileri sürer. Nizamü‟l-mülk‟ün Selçuklu devleti için Ġran-Ġslam oryantasyonunu teĢvik eden politikasında gördüğümüz ile böyle bir analiz ilk bakıĢta pek uyumlu olmaz.Gerçi Durand- Guedy, Türkmen ve hanedan arasındaki bağların güçlü kaldığını vurgular: Türkmenler, Ġranın merkezinde istenmez iken, askeriyede hâlâ çok faydalı idiler.” 216 Peacock, daha sonra Durand-Guedy‟in tespitlerine dair itirazlarını sıralar ve Ģunları yazar: “Ama Durand Guedy‟nin kendisinin belirttiği üzere bu kanıtdiğer yorumlara müsaittir: Atıfların yokluğu gerçekten ziyade bizim kaynaklarımızın mahiyetini yansıtır. Türkmenlere dair bizim en iyi kaynağımız, Sıbt tarafından nakledilen Garsunnime, MelikĢahın ölümü ile sona erer. En iyi durumda göçebelere kronik yazarlarının genel ilgisinin eksikliği göz önüne alınırsa, bu sessizliği temel alarakbütün bir politikayı farz etmek riskli olur. Bazı arkeolojik yapılar ile çok farklı bir izlemin bırakılmıĢtır. MelikĢah‟ın ölümünden kısa süre sonra 486/1093-4‟te Ebu Mansur [?] b. Tegin adında biri, Alp Arslan saltanatından daha erken dönem bir yapının yanına herhangi bir daimi yerleĢkeden millerce uzak Ġran‟ın kuzeyine Harraqan‟dabaĢ döndürücü bir mezar kule dikti. Türmenlerin sık sık gittiği alıĢılmıĢ ReyHemadan ekseninde en muhtemeli göçebe otlak alanı olarak hizmet eden bir düzlüğün ortasındaki uzak bir bölgeyi ve türbelerini yaptıran adamların Türkçe adlarından, ikisinin efendilerinin de göçebe baĢkanlar oldukları farzedilir. Bu mezarlar, Ġran‟daki XI. yüzyıl mimarisinin baĢyapıtlarından bazılarını sunar 214 Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 217-218. A.g.e, s. 218. 216 A.g.e, s. 221. 215 56 veyazılı kaynakların yokluğunda Türkmen baĢkanların XI. yüzyıl sonunda güçlü, zengin ve kendine güvenir Ģekilde kaldıklarını ileri sürer. Nizamü‟l-mülk‟ün politikalarını genel olarak Türkmenleri düĢmanca görmekten ziyade, eski Türkmen aristokrasisinin en üst makamları olan ve kendi konumunu tehdit edensultanın birinci derece akrabalarına karĢı bu politikaları amaçlanmıĢ olarak görmek daha doğrudur. Ġmparatorluğun merkezinde diğer Türkmen baĢkanların devamlı bulunuĢunu bu açıklar.” 217 Peacock, Türkmenlerin Selçuklu askeriyesinde etkili bir durumda olduklarına dair baĢka misaller de zikreder. Bu minvalde bazı XII. yüzyıl kanıtlarından hareketle Cibal‟de Türkmenlerin yaĢamaya devam ettirdiklerini; Sultan Mesud‟un Hemedan yakınlarındaki Türkmenlerin baĢlattıkları büyük isyanı bastırmakta devletin zorlandığını; bunların da XII. yüzyıl dahi hâlâ Türkmenlerin Selçuklu merkezlerinde güçlü bir konumda olduklarını gösterdiğini kaydeder. Dahası Selçuklu iktidarının sonlarına kadar Türkmenlerin askeri desteğine her zaman ihtiyaç duyulduğuna dair de birçok misalin bulunduğunu yazar.218 Selçuklu ordusundaki baskın Türkmen rolüne rağmen bu durumun merkezi devlet ile Türkmenler arasında zaman zaman sıkıntılara da sebep olduğunu kaydeden Peacock, Ģunları yazar: “Türkmenleri kontrol etmek zordu, zaptedilemez yağmalara yatkındılar ve baĢka bir lidere bağlılıklarını değiĢtirmekte her daim hazır idiler. Ama en büyük problem menzillerini sınırlayan at ve sığırları için otlaklara bağımlı olmaları idi. Selçuklu imparatorluğunu oluĢturan geniĢ bölgelerin çoğu, Ġsfahan vahası çevresindeki çöller ve herĢeyden öte Irak‟ın otlaksız toprakları göçebe bir orduyu ayakta tutmaya ekolojik olarak uygun değildir… Hapis ve dayak ile onları itaate getirmek için sultanın teĢebbüsleri baĢarısızdı ve Tuğrul anlaĢmaya varmaya zorlandı… Türkmenler ancak bol ganimet beklentisi var ise sefere çıkardı ve bir savaĢ kazanıldı mı, ganimetleri ile Mardin otlaklarındaki memleketlerine geri dönmeyi kaçınılmaz Ģekilde istiyorlardı. Türkmenlerin eve dönme arzusu yüzünden uzatılmıĢ seferler baĢarısızlıkla sonuçlanmak zorunda kalıyordu ve seferler her halükarda Türkmenlere uygun proglamlanmalıydı. Baharda Mardin‟den ayrılıp, oradaki kıĢlaklarının tadını çıkarmalarını kendilerine sağlayacak Ģekilde sonbaharda geri dönülmeliydi. Türkmenlerin kısa vadeli ihtiyaçları, uzun süreli stratejiyi imkansız kıldı.” 219 Selçuklu ordusunda Türkmenlerin rolü sualinin bir diğer önemli meselesi de hiç kuĢkusuz bu ordu içinde memlûklerin ne zamandan itibaren istihdam edilmeye baĢlandıklarıdır. Haliyle Peacock da bu önemli suale cevap bulmak için çabalamıĢtır. Peacock‟a göre memlûklerin Selçuklu ordusunda kullanılmaya baĢlanması 1055‟te Bağdat‟ın fethinden sonra olmalıdır zira Bağdat‟ın fethini anlatan kaynakların hiç 217 A.g.e, s. 221-223. A.g.e, s. 223-224. 219 A.g.e, s. 224-225. 218 57 birinde Selçuklu ordusundaki memlûklerden bahsedilmez. Buna mukabilmemlûk askerin hangi saiklerle Türkmenler yerine istihdam edilmeye baĢladığına dair kesin bir hükme varmak zordur. Peacock‟a göre bunda Türkmenlerin yerleĢiklerle anlaĢmazlıklar yaĢaması etkili olsa gerektir. Ayrıca Tuğrul Bey‟in Türkmenlerin rollerini azaltmak ve onları memlûklerle dengede tutmak içinmemlûk sistemini baĢlattığını yazar.220 Memlûklerin temin yollarına dair de Ģu tespitlerde bulunur: “Memlûk askeri alma ve eğitim süreci Ġslam tarihindeki diğer yerler ve dönemlerde kanıtlanmıĢtır ama doğrudan Selçuklular ile alakalı pek az bilgiye sahibiz. Memlûklerin asıl kaynağı bozkıra yağmalar olmalıdır. Gazneli yönetici Sebüktegin‟inhatıraları gibi görünensözde Pendnâme-yi Sebüktegin, bir memlûkün nasıl yapıldığını bir bağlamda sunar… Köle tüccarları ve Muhammed Tapar arasındakiödeme anlaĢmazlığına bir atıftan öğrendiğimiz üzereSelçuklular böyle satıcılardan memlûkler 221 aldılar...” Memlûklerin nasıl bir eğitim aldığı ile ilgili olarak da Ģunları kaydeder: “Selçuklu memlûkeğitimi muğlaktır. Nizamü‟l-mülk, besbelli ideali öngörmeyi niyet eden Samanimemlûk sisteminin detaylı bir tarifini verir. 7 yıl süren memlûklerin yükseldiği bir cursus honorum vardı. Yeni toplanmıĢ memlûkler, ayak hizmetçisisınıfından baĢlayacaktı ve tam teĢekküllü bir emir olmak için 35 yaĢına kadar yükselebilirdi. Samaniler zamanında bilegerçek Nizamü‟l-mülk‟ün ima ettiğinden daha katı değildi. Ama Selçuklu kanıtı oldukça yetersizdir. Ġbnül Esir bizi, Aksungur el Porsuki‟nin MelikĢah‟ın yanında büyüdüğüne dair bilgilendirir, orada yöneticinin ona karĢı dostluğu oluĢtu. Temel savaĢ becerileri prensler için pek az değiĢiklik gösterdiği için, memlûkler ve gulamların tamamı muhtemelen bir ölçüye kadar birlikte eğitim aldılar. Bazı memlûkler TutuĢ‟un kölesi olan Tugtekin gibi azat edilmiĢti amabazı kıdemli memlûk emirler hâlâ köle olarak kaldı. Uygulamada köle ve özgür arasındaki farkpek az anlam ifade etti, ki muhtemelen bu sebepten bizim kaynaklarımız onun üzerinde durmaz.” 222 Selçuklu ordusunun sayısal büyüklüğü de Peacock‟un üzerinde durduğu konular arasındadır. Her yetiĢkin erkeğin asker sayıldığını, sivil ile asker arasında bir ayrımın bulunmadığını ileri sürer. Hatta ne Türkçede ne de Moğolcada asker için “yerli bir sözcük” bulunmadığını kaydeder. Ancak yazarın bu görüĢü isabetli değildir. Çünkü Eski Türkçede asker anlamında sü kelimesi mevcuttur. Temel ayrımın savaĢabilenler ile savaĢamayan arasında olduğunu yazan Peacock‟a göre kadın ve çocuklar Türkmen orduları ile birlikte hareket etmekteydi. Bunun temel sebebi olarak da “Selçuklu istilalarının temelde askeri harekât oldukları kadar göçebe halkın kitlesel göçleri olma 220 Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 111-116. Peacock, The Great Seljuk Empire, s. 225-226. 222 A.g.e, s. 226. 221 58 özelliğine de sahip” olmasını gösterir. Kadın ve çocukların da katılmasının Selçuklu ordusunun sayısal büyüklüğünü tespit etmede bir handikap teĢkil ettiğini zikreder. Bu durumu Türkmenlerle birlikte yanlarında hayvanlarını da götürmeleri daha da zorlaĢtırır. Peacock‟a göre Selçuklu ordusunun sayısal büyüklüğüne dair kaynaklarda zikredilen veriler oldukça değiĢkenlik arz eder ve bunlar bilgi değerinden ziyade edebi bir anlatımın parçası olarak görülmelidir.223 Peacock, Selçuklu ordusu bahsinde yağmaya da temas eder. Türkmenlerin yağmacı olduklarına dair kaynaklardaki bilgileri temkinli karĢılamak gerektiğini ifade eden araĢtırmacıya göre “yağmacılık bütün ortaçağ ordularının yaptığı bir Ģeydi ve yalnızca Türkmenlere özgü değildi”. Ayrıca Türkmenler kent merkezlerinin tamamını da yağmalamıĢ değillerdir. Buna mukabil Peacock, yağmayı askerî bir taktikten ziyade askerleri ödüllendirmek ya da aylıklarını ödemek için bir vasıta görmeye daha meyyaldir.224 Selçuklu askerî yapısı bahsinde “emir” terimi Peacock tarafından müstakil olarak ele alınmıĢtır. “Selçuklu devletindeki diğer unvanlar ile birlikte, emir, çok sayıda anlama gelen muğlak bir terimdir” diyen Peacock, Ģöyle devam eder: “Erken dönem paralarında Tuğrul‟un unvanı olarak görünse de özgür, memluk veya hatta göçebe bir baĢkan olabilen askeri bir kumandanı belirtmek için kısa süre sonra kullanıldı. Emirü’l-ümerâ unvanını taĢıyan bir birey, Osman b. Melik Davud‟un kendisi Selçuklu ailesinin bir üyesiydi. Protokol ve rütbeye sarayın vurgu yapması göz önünde bulundurulursa, emirlerin hiyerarĢisinin olduğunun görülmesi ĢaĢırtıcı değildir, Ģimdi biz bunu pek sınırlı olarak anlayabiliriz. Katı askeri hiyerarĢiye ihtiyacı Nizamü‟lmülk vurgular ama uygulamada nasıl iĢlediği (veya nasıl iĢleyebileceğine) dair detaylar vermez. Bazı görevlere ilave edilmiĢ emir konumları biliyoruz misal, sultanın ahırından sorumlu emîr ahur; emir rütbelerinde ilerlemek mümkündü. Horasan‟ın XI. yüzyıl sonlarındaki valisi (amîd) Muhammed b. Mansur en-Nesevi (onun adı ne Türk ne de göçebe olmadığı fikrini verir) kariyerine ordu karargahında kasap olarak baĢladı, daha sonra sultan ahırlarında çalıĢmak için mezun oldu. Bundan baĢka bir terfi onu emîru ashâbi’l-meĢâil yaptı, sultanın meĢalesini temin etmekten sorumluydu, buradan daha sonra Horasan‟daki vergi toplayıcılığınayükseldi ve sonunda Harezm valisi oldu. Kariyerinin yolu pek garip olmayabilir çünkü baĢka bir Emir Karategin de görünüĢe göre aslen kasaptı gerçi isminden hükme varılırsa Türk idi. Sultanın emirleri muhtemelendiğerlerine göre önceliğe sahipti. Emîrü’l-isfehsâlâr unvanı en kıdemli emirlere bahĢedilmiĢti mesela Ġsfahan gibi baĢlıca Ģehirlerin valilerine. XII. yüzyıla kadar en büyük emirler, eskiden Selçuklu prenslerinin imtiyazı olanmelik unvanını kendilerine atfediyorlardı. Daha sonraki zamanlarda emirlerin rütbeleri ve konumları muhtemelen sancaklarındaki 223 224 A.g.e, s. 98-102. A.g.e, s. 103-105. 59 simgeler ile belirtildi, en azından sultanın özel muhafız birliği olan hasekilerin üyelerinde durum böyleydi. Memlûkten göçebeye, kasaba, selçuklu prensine emir sınıfı oldukça farklıydı.” 225 Peacock, Selçuklularda kaç tür emirin görüldüğünü Lambton‟dan aktararak Ģöyle sıralar: “Ġlk grup, yukarıda bahsedilen emir-ahur ve emir ashab el-meĢâil makamları gibi ordu ve sarayın yönetimi ile alakalı görevleri yerine getiren sultanın sarayına dayananları içerir ve sultanın kıyafetlerinden sorumlu emirlerve sultanınzırh ve silahından sorumlu olanlar. Tarif ettiği ikinci grup, ikta veyail valiliğini elde tutan„arazi sahibi‟emirlerdir. Üçüncü grup, hiç kimseyle Ģahsi bağı olmayan ama fırsat oldukça farklı liderlere hizmet ederekimparatorlukta dolaĢıp duran gezgin emirler”. Peaocok, yine Lambton‟a atıf yaparak bu üç tür emir arasında kesin çizgilerle tayin edilmiĢ ayrımların olmadığını, hatta bunların zaman zaman birbirinin yerine de kullanıldığını yazar.226 Emir unvanının nasıl farklılık arzettiğine temas eden Peacock daha sonra emirlerin kültürel dünyalarını ele alır. Bu minvalde Selçuklu ulemasının veya bürokratlarının aksine emirlerin kendilerinin sonraki nesillere yazılı eserler bırakmadıklarını ve bu yüzden bunların kültürel dünyalarını ortaya koymanın zorluğuna temas ederek konuya giriĢ yapar. Bu zorluğu aĢmak için baĢkalarının kaleminden çıkan eserlerin satırları arasındaki bilgi kırıntılarından ve arkeolojik verilerden istifade ettiğini belirtir.227 Peacock, “Potansiyel efendilerin çokluğu emirlerin gücündeki anahtar faktördü:birinden diğerine geçmek basit bir meseleydi ve kaynaklar emirlerin entrikaları ile doludur… Ġkta gibi finansalçıkarlar Ģüphesiz emirlerin hesaplamalarında önemli bir rol oynadı amagüç dengesi sağlamaktaki amaçları daönemliydibunun sayesinde tek baĢına bir yönetici onları kontrol edebilecek kadar güçlü değildi” tespitinden sonra bunu misallerle izah eder. Buna mukabil “Hanedanın sonuna kadar emirlerin sadakatlerinindeğiĢkenliğine rağmen, en büyük emirlerin bile meĢruiyeti için sözde bir efendinin” olmazsa olmaz olduğunu, “Sultana yakınlığın bir güç kaynağı olduğunu çünküyayınlanan bütün kararların sultanın adına yayınlandığını”, dahası “bütün otoritenin meĢru kaynağının sultan olduğunu” belirtir.228 225 A.g.e, s. 228-230. A.g.e, s. 232-233. 227 A.g.e, s. 231-232. 228 A.g.e, s. 233-235. 226 60 Selçuklu ordusu konusunda Peacock, askerî faaliyetlerin halka etkilerini de ele alır. Askerliğin askerlerin görevi olduğunu ifade eden Peacock, Ģehir halkının asker akınları ile baĢetmekten ziyade genellikle kaçmayı tercih ettiklerini belirtir. Bu minvalde Musul ve Bağdat‟ta Selçuklu hakimiyeti tesis edildiği zamanlarda her iki Ģehrin neredeyse tamamen terk edilmiĢ olduğunu misal verir. Herhangi bir saldırı anında Ģehir halkının yaĢadıkları yerleri terk etmelerinin arkasında temel sebebin ise yağma geleneği olduğunu zikreder. Zira yağma sultanın askerlerine bahĢetmek zorunda olduğu bir uygulamaydı. Aksi bir durumda askerin Ģikayet seslerini yükselttiklerine dair misaller verir. Devamında da Ģu tespitlerde bulunur: “Ama bütün tebaaları pasif kurbanlar değillerdi ve aslında çok sayıda Ģehrin ele geçirilmesi barıĢ içindeydi. Anadolu‟da Ģehirler sıklıkla çok mücadele olmadan basitçe Türklerin ellerine geçivermiĢ görünür, askeri yardım karĢılığında ödeme olarak lordları tarafından teslim edildiler. BaĢka yerlerde Bağdat ve NiĢabur gibi çok istenen yerler mücadele edilmeden düĢtü. Aslında Ġsfahan‟ın uzun süreli kuĢatması muhtemelen istisna idi. Böylece Selçukluların devralıĢının çoğu Ģiddet olmaksızın baĢarıldı ve Ebîverd, Merv ve hatta NiĢabur‟un kendisi gibi çok sayıda Ģehrin Selçuklulara teslimi herhangi bir Gazneli devletinin yokluğunda önde gelen Ģehirliler ile doğrudan müzakere edildi.” 229 ġehirlerin el değiĢtirmesinde uygulanan Ģiddetin tek taraflı olmadığını, Ģehir halkının da kendi aralarında hızlıca teĢkilatlanarak Selçuklulara karĢı direnç gösterebildiklerini, bu manada Herat halkının yaptıklarının iyi bir misal teĢkil ettiğini ifade eder. Hatta Ģehir halkının Ģehir idarecilerinin sulh ile Ģehirleri teslim etmek taleplerine rağmen mücadeleyi devam ettirebildiklerini kaydeder. Peacock, Ģehir halkının kuĢatmalara dair tepkileriyle ilgili Ģöyle devam eder: “Böylece sivil toplum aktif olarak savaĢtı ve direndi ve Selçuklu yönetiminden yüz yıl sonra bile Ģehirler kendi kaderlerine karar vermeye devam etti. Horasan‟daki imparatorluk düĢünce, bireysel Ģehirler kendilerini HarezmĢahlar, Ğuzlar ve muhtelif Ģekilde onları fethetmek isteyen bölgesel lortlara karĢı kendilerini savundular.” Peacock, 230 Ģehirlerin Selçuklu ordularına direnebilmelerinin arkasında bunlarınsahip oldukları yardımcı askeri kuvvetlerin de etkili olduğu kanaatindedir. AraĢtırmacı bu minvalde özellikle ayyârlar üzerinde durur ve Ģunları kaydeder: “Ayrıca Ģehir milisleri ve yardımcı askeri kuvvetler de vardı. Mesela Bağdat‟ta bir milise, Peygamber soyundan bir temsilci olan HâĢimî nakib tarafından öncülük edildi. Ama oldukça sıklıkla kaynaklarda karĢılaĢtığımız kuvvetler ahdas ve ayyâr (ahdas Suriye‟de; ayyâr terimi ise Irak, Cibal ve Horasan‟da çoğunlukta oldu ama fonksiyonları aynı gibi görünür) olarak bilinir. Bazı ilim adamları 229 230 A.g.e, s. 235-236. A.g.e, s. 236. 61 tarafından ayyâr/ahdas “otoriteye karĢı popüler bir mücadeleyi” temsil eder görünmüĢtür ama XI. yüzyıla kadar sufi kahramanlık ideallerini benimsediler, bu bağlamda bunlar Kabusnâme‟de övülürler. Böylece bu değerlersaray kültürünü kapsadı ve çok sayıda ayyâr aristokrasi kökenliydi ama ayrıca haraçla ilgilenenyardımcı asker grupları olarak kaldılar, sıklıkla halk tarafından korkuldular. Ayyâr liderler, Selçuklular tarafından bazen resmi olarak konumlarında onaylandılar ve bazen Bağdat ayyârları, Ģıhne gibi Selçuklu otoriteleri ileiĢ birliği içinde çalıĢtı.” 231 Selçuklu askerî tarihi ile ilgili kaleler ve Ģehir surları da Peacock tarafından ayrı bir baĢlık altında ele alınmıĢtır. Selçuklu hakimiyetiyle birlikte Suriye bölgesinde yoğun bir kale inĢa sürecinin baĢlatıldığını ve arkeolojik verilerin de bunu desteklediğini belirtir. Buna mukabil zikredilen bölgedeki kale ve Ģehir surlarının tamamının veya büyük bir kısmını Selçuklularla irtibatlandırmanın da doğru olmayacağı kanaatindedir. Bu minvalde de Ģunları kaydeder: “TutuĢ‟un ġam‟da bir hisar inĢa ettiğini yazınsal kanıtın belirttiği doğrudur ama askerileĢme sürecini örneklendirmek içinalınan Halep, Meyyafarikin ve Harran hisarları her hangi bir Türk Kuzey Suriye‟ye girmeden önce yapıldı –Halep örneğinde ise dizelerde övüldüğü X. yüzyıla kadar hisar mevcuttu ve Ģehirdeki Selçukluların Arap selefleri Mirdasiler tarafından ana hükümet ikametgahına çevrildi. Harran‟da Türkler görünmeden önce XI. yüzyıl baĢında bir hisar inĢa etme peĢinde ilk koĢanlar bölgesel halkın kendisiydi. Mimari kanıt, Suriye‟deki müstahkemlerin mahiyeti ve büyüklüğündeki baĢlıca değiĢiklikler Selçuklular altındayken değil XII. yüzyıl sonunundan XIII. yüzyıla kadar sürdü. ġam, Halep ve diğer Ģehirlerdeki hisarların günümüze ulaĢan yapılarının büyük çoğunluğu o zaman yapıldı.” 232 Selçuklu hakimiyetine giren bölgelerdeki Ģehir surları ve kalelerini ele alan Peacock‟a göre Selçukluların bir kale inĢa etme programı yoktu.Peacock‟a göre Selçuklular daimi üsler kurmak yerine acil durumlarda kullanmak üzere geçici üsler kurmayı tercih ettiler. Ayrıca karargahlarını Ģehir merkezlerinden ziyade dıĢarıda kurdular. Yazar, her ne kadar kale inĢa etmeye dair daimi ve kararlı bir Selçuklu politikasından söz edilemeyeceğini ileri sürse de Selçukluların Ģehirleri tamamen savunmasız bırakmadıklarını da kaydeder. Nitekim büyük kaleler gibi sağlam istihkamlar yapmasalar bile Selçuklular da Ģehirleri hem dahili hem de harici saldırılara karĢı korumak üzere müstahkemler inĢa ettiler.233 Peacock, aslında Selçuklu dönemi kalelerinin önemli bir kısmının günümüze ulaĢtığını fakat bunların nasıl yapılar olduklarını ortaya çıkarmak için arkeolojik kazılar 231 A.g.e, s. 236-237. Ayyârların teĢkilatlanması ve bazı dinî yapılarla münasebetleri için bk. Abdülkadir Özcan, “Ayyâr”, DĠA, IV, 296. 232 A.g.e, s. 240. 233 A.g.e, s. 240-241. 62 yapılması gerektiğini belirtir. Ayrıca Selçuklular devrinden günümüze kalan ve en fazla araĢtırmaya konu olan kalelerin de Ġsmaili kaleleri olduğunu belirten Peacock, bu hususta Ģunları yazar: “Ġsmaili kaleler diğer müstahkemlerden iĢlev olarak farklılık gösterdi çünküayrıca kültürel merkezler olarak hizmet verdiler. Alamut, kütüphanesi ile meĢhurdu ve Ġsmaili felsefi eserlerin üretim merkeziydi. Söyleyebileceğimiz kadarıyla çoğu Selçuklu kalesi sadece müstahkem olarak iĢlev gördü… Kültürel bir faaliyet yoktu ve böyle kaleler sadece sultanın kıymetlilerini emanet için kullanıldı. Yine Ġsmaili durumuna zıt olarak büyük sultanlar ve Selçuklu sultanı için uzun süreli ikamet yerleri asla 234 değillerdi- Hasan-ı Sabbah yirmi yedi yıl Alamut‟tan ayrılmadı.” Peacock, Selçuklu kalelerinin büyük bir kısmının hükümdarın kontrolü altında bulunduğunu, buna mukabil bazı bölgelerde yerel güçlerin de kalelere sahip olduğunu yazar. Yerel güçlerin elindeki kalelerdeki hakimiyetin Selçuklu hükümdarı tarafından tanınmasının ise kuvvetle muhtemel olduğunu belirtir.235 Büyük Selçuklular ve Ġktisadi Hayat Peacock, The Great Seljuk Empire adlı eserinde Büyük Selçuklular‟ın iktisadi hayata etkilerini de müstakil bir bölümde ele alır. Önce iktisadi değiĢimle ilgili olumlu ve olumsuz teorileri değerlendirir, daha sonra ise Türkmenlerin tarım ve ekonomik hayata etkilerini; Selçuklular zamanında ticari hayatı; Selçuklu Ģehirciliğini ve Ģehirlerdeki sosyal düzenlemeleri inceler. “Benim niyetim, imparatorluktaki sosyal ve ekonomik yaĢamı anlamaya katkı sağlayacak üç temel soru ile alakadar olarak mevcut kanıtın bir sentezine dayanan bazıön hazırlık niteliğinde sonuçlar temin etmek: Tarım ve ekonomide Türkmen etkisi; ticaretin rolü ve bu dönemdeki Ģehircilik.”236 Selçuklu Hakimiyeti ve Ġktisadi DeğiĢim Selçukluların hakim oldukları bölgelerin iktisadi hayatına nasıl tesir ettiklerine dair tarihçiler farklı görüĢler serdetmiĢlerdir. Bu minvalde birkısmı Selçuklu hakimiyetinin birçok bölgede iktisadi bir buhranın olduğu dönemde baĢladığını veya bu buhranı baĢlattığınıileri sürerken, birkısmı ise XI. ve XII. yüzyılda bu bölgelerde ekonomik bir canlanmanın olduğunu ileri sürerler. Peacock ise bu hususta Ģunları kaydeder: 234 A.g.e, s. 243. A.g.e, s. 243-244. 236 A.g.e, s. 291. 235 63 “Tuğrul‟a atfedilen bir alıntının dediği gibi Selçuklu etkisi ciddi ölçüde değiĢiklik gösterentoprakları iĢgal etmelerinden daha önce var olan Ģartlara göre anlaĢılabilir. Bazı kanıtlar özellikle Maveraünnehir ve Ġran platosu için IX. ve X. yüzyılda Ģehircilikteki heybetli geniĢlemeyi ve yeni müreffeh Ģehirde yaĢayan Müslüman burjuva toplumunun ortaya çıkıĢını iĢaret eder. Yine de uzun süreli temayüller gittikçe artan Ģehir ekonomisi sağlasa da Selçuklu istilalarına kadar Horasan‟daki baĢlıca Ģehirler kuraklık, kıtlık ve yüksek vergiye katlanıyordu. Halbuki batıdaki hikaye çok farklıydı. Bağdat büyümeye devam etse de, çevredeki kırsal kesimden bu kanıt, ilkçağın sonlarından beri süre geldiği üzereIrak‟ın ekonomisi ve demografik yapısındaki düĢüĢün devam ettiğini ileri sürer, zirai mülkleri askeriyenin ellerine bırakan Büveyhiler tarafından oldukça sevilen ikta uygulaması ile bu düĢüĢ artırılmıĢtı. Kuzistan da Selçukluların varıĢından önce bile kesin bir ekonomik düĢüĢ içindeydi. Göçebe hanedanlar tarafından X. yüzyıl boyunca hakim olunan Cezire veKuzey Suriye Ģehir hayatında bir düĢüĢe katlanmıĢ gibi görünür.” Peacock, 237 iklim değiĢiklikleri üzerine odaklanan bazı araĢtırmacıların yazdıklarından hareketle Ortadoğu ve Orta Asya‟da Selçukluların hakim olmadan hemen önce havaların çok Ģiddetli bir Ģekilde soğuduğunu ve bu soğuma yüzünden Horasan gibi bazı bölgelerde tarımsal üretimde büyük bir düĢüĢün yaĢandığını kaydeder. Hatta Richard Bulliet‟in çalıĢmalarında Selçuklu göçlerinin arkasında bu iklim değiĢikliklerinin olduğunun iddia edildiğini; bunun yanında Bulliet‟in Selçuklu yayılmasının bu iktisadi gerilemeyi hızlandırdığı, çünkü göçebelerin tarım alanlarına zarar verdiği ve özellikle pamuk üretimini gerilettiğini nakleder. Buna mukabil Peacock, Bulliet‟in tezlerinde açık noktaların da bulunduğunu ileri sürer ve Ģunları ifade eder: “Bu dönemdeki aceleci iklimsel soğuma fikri, hem Selçuklu istilaları hem de daha geniĢ ekonomik düĢüĢ ile alakalıdır; ayrıca büyük ölçüde Levant‟taki kanıttan faydalanan Ronnie Ellenblum tarafından desteklenmiĢtir.”238 Peacock, devamında iklim değiĢiklikleri ile Selçuklu devri tarihçilerinin birçok geliĢme kaydettiklerini fakat aslında bu değiĢikliklerin daha IX. yüzyıldan itibaren süreklilik arzetmeye baĢladığını ve Selçukluların da bu değiĢimin içinde kendilerini bulduklarını yazar. Bu minvalde Bağdat‟ta Ģiddetli kıĢlara dair IX. yüzyıldan itibaren kaynakların bilgi verdikleri üzerinde durur. Peacock, Ellenblum ve Bulliet tarafından Selçuklu hakimiyeti ile birlikte iktisadi hayatta meydana geldiği ileri sürülen çökmenin bazı alanlar mevzu bahis olduğu zaman tersine veriler sağladığını kaydeder. Daha sonra ise Ģunları yazar: 237 238 A.g.e, s. 286-287. A.g.e, s. 288. 64 “Ellenblum ve Bulliet tarafından kanıt gösterilen yıkılıĢ için diğeriddialar datartıĢmalıdır. Erken dönem Ġslami Ġran‟da tekstil endüstrisinin çöktüğü kesin değildir. Ġranlı âlimlerin göçleri, Bulliet tarafından XII. yüzyıl sonlarına tarihlendirilir, Selçukluların ve Ģiddetli soğukların geliĢine değil… Aslında beyin göçü tek yönlü bir yol değildi ve Mısır‟dan yetenekli zanaatkarın XII. yüzyıl sonlarında Ġran‟a göç ettikleri, yeni teknikleri yanlarında getirdikleri ileri sürülür. Net olan Ģu ki XII. yüzyıl sonu ve XIII. yüzyıl baĢının artistik üretimi yalnızca saray himayesi altında baĢlamadı; amatoplumun daha geniĢ bölümlerine yöneltildi. Özellikle iĢlenmiĢ parlak seramikler olmak üzere sanat talebi, politik çalkantılara rağmen Ġran ve Irak‟tageniĢ çaplı bir refah ortaya koydu.” 239 Selçukluların iktisadi hareketliliklere etkisine dair son olarak Ģunları yazar: “Daha fazla araĢtırma gerektiren bu tartıĢmaları çözmek bu bölümün kapsamının ötesindedir. ArĢiv kayıtlarının yokluğu içinde uzun süreli ekonomik temayüller için asıl kaynağımız, Selçuklu Ġmparatorluğu topraklarınınçoğunda baĢlangıç seviyesinde kalır gerçi ekonomi tarihi için diğer bir ana kaynak olan Selçuklu nümizmatiğe dair ciddi bir çalıĢma daha baĢlamadı.” 240 Büyük Selçuklular Devrinde Türkmenlerin Tarıma ve Ekonomik Hayata Etkileri Türkmenlerin iktisadi hayata etkileri bahsi Peacock‟un müstakil bir baĢlık altında ele aldığı bir diğer meseledir. Bu minvalde önceki tezleri nakleden Peacock, “Selçuklu döneminde ekonomi ve özellikle tarımın düĢüĢüne dair tezi savunanlarparmakla Türkmenleri gösterir” yönündeki tezlerin temel olarak Andrew Watson ve Bulliet‟in çalıĢmalarına dayandığını ileri sürer. Yazar, öncelikle Bulliet‟in Türkmenlerin geliĢiyle birlikte sulama tarımın zarar gördüğü tezini ele alır. Bu manada Ģunları kaydeder: “Ama düĢüĢüntek oluĢumu, bunun sebebini Türkmenlere atfetmemize bize müsaade etmez. Aslında Arran hariç bu bölgelerin hiçbirinde Türkmenler yerleĢmedi. Aslında Lambton yıkıcı bir güç olmaktan çok uzak Türkmenlerin aslında ekonomiye pozitif katkı sağladığını” ileri sürer. “Göçebe bir toplum ve zenginlik arasındaillaki bir tezat” olması gerekmediğini; bilakis “göçebelerin bazen kısmen kendi ihtiyaçlarını karĢıladıklarını” veya “kâr için gerçekten tarımı teĢvik ettiklerini” ileri sürer. Bu tezlerini desteklemek üzere bazı misaller verir ve birkısım ana kaynaktan alıntılar yapar.241 239 A.g.e, s. 289. A.g.e, s. 290-291. 241 A.g.e, s. 293-296. Ayrıca bk. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 181-189. 240 65 Türkmenlerin yerleĢik unsurlarla canlı bir ticaret ağının olduğunu ileri süren242 Peacock, buna dair Ģu açıklamalarda bulunur: “Türkmenler böyleceyerleĢik nüfus ile ortak bir bağımlılık iliĢkisine sahipti, onlara kendi hayvan ürünlerini sattılar ve onlardan tahıl satın aldılar. Bu iliĢki açık bir Ģekilde memnuniyetten uzak olsa da, kanıt göçebelerin pozitif ekonomik güç olduklarına dair Lambton‟un görüĢünü çoğunlukladoğrular. Merkez Asya, Cürcan ve Kuzey Suriye gibi Türkmenler tarafından oldukça nüfuslu bölgeler, kentsel geniĢleme ve ekonomik geliĢmeye Ģahit oldu. Zengin otlakları yüzünden baĢlıca Türk yerleĢim yeri olan Azerbaycan da geliĢmiĢ gibi görünür, gerçi baĢka yerler aynı derecede kentsel geliĢmeye Ģahit olmadı. XII. yüzyıl ortasından itibaren Ğuz tarafından Horasan‟ın felaketi bilebelirleyici birdarbe olmadı. Mesela el-Müeyyed Ay Aba yönetimi altındaki NiĢabur hızla 548/1153 yağmasından iyileĢti. Bu Ģehir elMüeyyed tarafından tahkim edilmiĢ ġadyah eski yerleĢim bölgesine taĢındı ve Yakut‟un bize dediğine göre daha önce olduğundan daha zengindi çünkü doğuya bir koridordu ve kervanlar ona gelmekten kaçamadı.” 243 Büyük Selçuklular ve Ticaret Peacock, Büyük Selçuklu tarihi üzerine çalıĢanların birkısmının bu dönemde ticari hayatın sekteye uğradığı ve bu yüzden bir gerileme dönemi yaĢandığı yönündeki tezler ile buna karĢı geliĢtirilen tezleri de ele alır. Heidemann ve Bulliet‟in tespitlerinin Selçukluların tarımsal hayata zarar vermesine mukabil ticari hayatı canlandırdıkları yönünde olduğunu; dönemin kaynaklarında bu tezi destekleyecek veriler bulunduğunu kaydeder. “Bizim kaynaklarımız nadiren tüccarları ele alır ama edinilecek yeterince servet olduğu nettir” dedikten sonra kaynakların Selçuklular devrindeki ticari hayata ne tür veriler sağladıklarına dair misaller verir. Ticaret yollarının güzergahlarında bazı değiĢiklikler görülmekle birlikte Selçuklular devrinde bu manada büyük bir değiĢimin yaĢanmadığını; yaĢanan değiĢimin de Selçukluların geliĢinden ziyade artan kuraklıklardan kaynaklandığını kaydettikten sonra Ģu tespitlerde bulunur: “XII. ve XIII. yüzyılın artan kuraklığı bazı rotalarda değiĢimi zorlamıĢ gibi görünür çünkü kuyular kurumuĢtu ama Selçuklu dönemindeki ve sonraki bu yapım faaliyeti ticaretin devam eden ekonomik önemini açıklar. Önemli olsa da daha az bilinen ve kesin olarak bilemediğimiz haliyle yıkılmadanXII. yüzyılın sonuna kadar hayatta kalan Volga‟daki Bulgar Türk Prensliği‟ne Harezm‟den giden rotalar vardı. Bulgar niteliği taĢıyan Rusya‟dan kürklere özellikle Ġslâm dünyasında değer verildi ve 242 243 A.g.e, s. 296. Ayrıca bk. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 185-186. A.g.e, s. 297. 66 porselen, taĢ boncuklar, baharat ve kılıçlar ile takas edildi; kılıçlar Ġran‟dandı: Zencan, Tebriz ve Ġsfahan üretim merkezleri olarak bahsedilir.” 244 Selçuklu idarecilerinin ticari hayata dair nasıl bir politika takip ettikleri meselesiyle ilgili olarak da Ģunları ileri sürer: “Uzak mesafe ticaretindeki vergiler, ilk olarak Selçuklular ile ortaya çıkmıĢ görünür. Bunu vergilendirmenin ötesinde, Selçuklu yöneticileri ticareti kasten ne ölçüde teĢvik ettiler? Deniz ticareti için herhangi bir farklı politikaya sahip olduklarını ileri süren çok az kanıt vardır ama kara ticaretine dair daha kesin bir kanıta sahibiz. Kervansarayların yapımı, teoride dindarane bir davranıĢ olarak Müslümanlara fayda sağlamak demekti, ticaret için de devlet desteğini ortaya atıyordu ama bazılarının büyüklüğü ve lüks mahiyeti, gezgin sultan için ikametgahlar olarak (veya hatta özellikle bu amaçla) iĢlev görmeleri anlamına da geliyordu. Aslında XII. yüzyıl baĢında inĢa edilen Ribat-ı ġerif, Ğuz isyanından sonra Sancar‟ın karısı Terken Hatun tarafından restore edildi. Bu, sultani prestij ve böyle binaların yakından iliĢkisini ileri sürer. Bu geniĢ sultani kervansaraylar, Horasan‟da yaygınmıĢ gibi görünür ama kıyas götürür yapılar Selçuklu mülklerinin geri kalanında bilinmez. Hanedanın üyeleri diğer dindarane projeleri finanse ettiler; mesela Irak‟tan Mekke‟ye çöl rotasında hacılar için sığınaktılar ama bunlar çok daha küçük ölçekliydi.” 245 Büyük Selçuklular ve ġehircilik Büyük Selçuklu tarihinin bir diğer önemli meselesi de Ģehir hayatına ve Ģehirlerin fiziki yapılarına nasıl etki ettikleridir. Bu yüzden Peacock da bu önemli konuyu ayrı bir baĢlıkta ele alma ihtiyacı duymuĢtur. Peacock, öncelikle Selçuklu devri Ģehirlerinin neredeyse tamamının bugün mevcut olmadığını, bu nedenle de arkeolojik çalıĢmalara ihtiyaç duyulduğunu kaydederek konuyu ele almaya baĢlar. Günümüze ulaĢan Ģehirlerin ise sonraki dönemlerde büyük değiĢiklikler yaĢadıklarını, “çok nadir mimari eserin XI. ve XII. yüzyıldaki formunu muhafaza edebildiğini ifade der. Selçuklu devri Ģehirlerine dair arkeolojik çalıĢmaların daha baĢlangıç seviyesinde olduğunu, bu nedenle araĢtırmacının daha çok yazılı kaynakların verdiği parça bilgilerle meseleyi çözmeye çalıĢması gerektiğini yazar. Daha sonra Selçuklu hakimiyetine girmiĢ belli baĢlı Ģehirlerin nüfuslarına dair verileri ele alır ve bunların “tam sayı ne olursa olsun ortalamadan dikkat çekecek derecede büyük” olduklarını ileri sürer.246 Selçuklu hakimiyetine giren Ģehirlerin geçirdiği değiĢimle ilgili olarak her Ģehrin kendine has bir tarihinin olduğunu, kiminin Türkmen saldırıları, kimilerinin deprem, yangın ve veba gibi doğal afetler, kimilerinin ise artan sıcaklar sebebiyle azalan su 244 A.g.e, s. 300. A.g.e, s. 300-302. 246 A.g.e, s. 302. 245 67 kaynakları yüzünden küçüldüklerini ifade eder.247 Özellikle susuzluk problemini ayrıntılı olarak ele alır ve buminvalde Ģunları kaydeder: “ġehirler sıklıkla yetersiz su tedariki ve sulama sistemlerine dayanıyordu. NiĢabur, IX. ve X. yüzyılda 65‟e yakın köyükapsayarak hızla büyüdü. Daha geniĢ tarım hinterlandı 2 bin kasaba içerdi ama bu bile ihtiyaçlarını karĢılamak için yeterli değildi veyiyecekler yakındaki Serahs ve Kuçan‟dan ithal edildi. Bölgedeki tarımın temeli yeraltı kanalları sayesindeki kehriz sistemi idi. Bu ayrıca geniĢ çapta pamuk yetiĢtiriciliğini sağladı ve NiĢabur, tekstil endüstrisi yanısıra porselen ve ipekte meĢhur oldu. KumaĢları Bağdat elit tabakası arasında revaçta idi ve önemli ihracat ticareti vardı. Kehriz/yeraltı sulama sisteminin sürdürülmesindeki herhangi bir baĢarısızlık ihtimal dahilinde tamamen yıkıcı idi ve biz sıklıkla bölgedeki kıtlığınyıkıcı etkisi hakkında okuruz. Hatta daha Ģiddetli sorunlar Merv‟i kuĢattı, büyük bir vahada yer alıyor ve konuk sevmez bir çölle çevrilmiĢti. ġehrin hayatta kalması, hem Ģehre Murğab Nehri‟nden su getirmek hem de çevredeki vahanın tarımına müsaade etmek için karmaĢıksulama sistemine bağlıydı. X. yüzyılda Ortaçağ dönemine dair tek sahip olduğumuz bilgi, sulama iĢlerinin bakımı 10 bin adamın iĢ gücünü gerektirdiğidir. Ama Ģehir yine de Murğab setini yıktığında ani taĢkınlara ya da aynı Ģekilde nehir ve sulama iĢleri baĢarısız olduğunda kuraklığa meyyaldi. Kumlar mütemadiyen kanalları tıkamaya meyyaldi ama yine de sulama sistemi pamuk tarımına müsaade etmek için yeterince güçlüydü –Merv güzel, neredeyse ipek gibi kaliteli pamuk ile meĢhurdu ve tekstil endüstrisi Ģehrin zenginliği için önemliydi. Gerçekten Merv muhtemelen yaĢamak içinaçıkça nahoĢ bir yerdi. AĢırı sıcak olan haĢin çölün kenarındaki riskli konumu, otoritenin en ufak sarsıntısında Ğuz saldırıları ihtimali, yazın aĢırı sıcak ve kıĢın soğuk hariç su herkesin bildiği gibi tuzlu ve acı idi ve sıtma mütemadi bir tehlike idi. Sancar‟ın sarayının sıklıkla bu yerden bunaldığı ve Buhara‟nın dahakabul edilebilir iklimine taĢınmak 248 için sultana yalvardığı söylenir.” Bazı araĢtırmacıların iddialarının aksine Selçuklu hakimiyetinde Ģehirlerde bir geliĢmenin meydana geldiğini kaydeden Peacock, bu hususta da Ģunları yazar: “Bütün bu sıkıntılara rağmen, Selçuklu Ġmparatorluğu‟nun çok sayıdaki bölgesinin hızla geliĢtiğine dair kanıt vardır. Muhtemelen ĢaĢırtıcı Ģekilde çok büyük sayılarda göçebelerin mevcut olduğu yerlerde XI. ve XII. yüzyılda Ģehircilikteki en hareketli geliĢmeyi görürüz.Artık Ģimdi Kazakistan‟da olan Sirderya‟nınorta alanlarındaki arkeolojik araĢtırmalar, XI. ve XII. yüzyılın birkaç yeni Ģehrin yapımına Ģahitlik ettiğini gösterir. Bunlar, Türkistan Ģerinde Aziz Ahmed Yesevi‟nin muazzam parlaklığındaki ve böylelikle büyük ölçüde Selçukluların Karahanlı tâbilerinin mülkleri kapsamı dahilinde olan Sirderya ve Aras Nehirlerinin kavĢağındaki alana odaklandılar. Dahasımevcut Ģehirler geniĢledi. Hatta daha sarsıcı olanı, Karahanlı mülklerinin bir kısmı olan Semirechie [Yedisu]‟de özellikle bunun kuzey doğusunda Ģehirciliğin yayılması idi; IX. yüzyıldan X. yüzyıla kadar herhangi bir boyutta yaklaĢık on tane yerleĢim yeri vardı; XI. yüzyıldan erken dönem XIII. yüzyıla kadaryaklaĢık 70 tane idi. Boyutları son derece değiĢti:Ģehir olarak kategorize edilen bazı yerler bizim için kasabadan az daha fazlası gibi görünür, 247 248 A.g.e, s. 302-303. A.g.e, s. 303-305. 68 nüfusları 1.500 civarındaydı; Ġsficab gibi diğerleri 40 bin nüfusu ile çok daha kayda değerdir, Horasan‟ın daha büyük yerleĢim yerlerinden bazıları olarak aynı grup içine bunu koyar.” 249 Arkeolojik verilere de temas eden Peacock, bu araĢtırmalar sayesinde Rey ve Cürcan Ģehirlerinde Selçuklu hakimiyetinde büyümenin kaydedildiğini; kitabî kaynakların da benzeri Ģekilde Ġsfahan‟da da büyüme görüldüğünü belirtir. Buna mukabil bu büyümenin siyasî bir iradenin planlı bir programının bir sonucu olup olmadığına dair ise yeterli kanıt bulunmadığını; bunun için yeni verilerle birlikte mukayeseli çalıĢmaların yapılması gerektiğini ifade eder.250 Selçukluların Ģehirlerdeki hayatı nasıl düzenledikleri meselesi de Peacock‟un müstakil bir baĢlıkta ele aldığı konulardandır. Selçuklu Ģehirlerinin bazı karakteristik özelliklerinin bulunduğunu ifade ederek konuyu değerlendirmeye baĢlayan yazar, bu minvalde genellikle Ģehirlerin etrafının surlarla çevrili olduğunu kaydeder. Sur bulunmasa bile ribatın Ģehrin ekonomik manada kalbini teĢkil ettiğini yazar.251 Peacock, Selçuklu devri ev mimarisine de temas eder. Bazı zenginlerin evlerine dair bilgilerimiz varsa da sıradan insanların evlerinin nasıl olduğuna dair neredeyse hiçbir Ģey bilinmediğini; porselen parçaları üzerindeki çizimlerden hareketle bazı tahminlerde bulunulduğunu kaydeder. Bu porselenler üzerindeki resimlerin ne anlama geldikleri ve nasıl yorumlanması gerektiğine dair de Ģunları yazar: “En azından Ġran‟da tipik bir evin görünüĢü izlenimini veren XII. yüzyıla tarihlendirilen sırlı porselen modelleri dikkate değer bir seridir. Bu objelerin iĢlevi oldukça net değildir -kuvvetle muhtemelen Nevruz veya düğünler gibi hadiselerde tören hediyeleri olarak hizmet verdi- ama besbelli muhtemelen orta sınıfların tipik evlerini tasvir eder. Genelde tek renkli sırlama olan porselenler oldukça ucuzdu ve lüks bir malzeme olmaktan çok uzaktır. Tarif edilen evlerin hepsi tek katlıdır, genelde Ģekil olarak dikdörtgendiler, üst tarafında etrafındaki bir çeĢit çit ile açık bir iç avluya dayanır. Ġnsan figürleri de sıklıkla tasvir edilir, genelde sayı olarak 8 veya 10 olmak üzere iç bahçenin iç kenarlarında insan figürleri de sıklıkla tasvir edilir. Ara sıra Ģarap kavonozları ve masalar gibi diğer objeler iç bahçede resmedilir. Aslındabu figürlerin bazılarısarhoĢlar ve müzisyenler olarak tarif edilir, bu modellerin oluĢturulduğu hadiselerde sefa sürülen festivallere dair bilgi verir...” 252 ġehirlerdeki sosyal yapıya dair de Ģunları ileri sürer: Selçuklu Ģehirleri sosyal olarak katmanlı bir vaziyet arzetmekteydi. Elit sınıf, teoride bürokratlar, askeri ve dini sınıflardan ayrı tutulmuĢlardır. Kullandıkları baĢlık farklı idi ve farklı sosyal sınıf 249 A.g.e, s. 305-306. A.g.e, s. 307. 251 A.g.e, s. 308-309. 252 A.g.e, s. 309-310. 250 69 mensupları farklı yerlerde ikamet etmekteydi. Her ne kadar kaynaklar bu sınıfların biribiriyle karıĢmasını olumsuz bir Ģey olarak tarif etse de, bu da bu sınıflar arasında geçiĢlerin olduğunu göstermektedir. ġehirlerdeki aristokrasinin diğer sınıflardan ayrılması bunların, kısmen de olsa buralardaki mezhep farklılıklarından kaynaklanan çatıĢmalardan uzak durmalarına imkan vermiĢtir. Selçuklu Ģehirlerinin zamanla bazı bölgelerde gerileme göstermesinin temel sebebi olarak da farklı mezhep mensuplarının sebep oldukları fitne hadiselerini gösterir. Zira Selçuklu Ģehirleri mezheplere göre bölünmekte ve mezhep mensupları arasındaki çatıĢmalar çoğu yerde iç kargaĢaya dönüĢmekte, bu da Ģehirlerin harap olmasına sebep olmaktaydı.253 Peacock, bu hususta Ģunu yazar: “Yazınsal kaynaklara göre iklim değiĢikliği, Selçuklu kötü yönetimi veya fazla vergi, Ğuz tahribatı veya hatta Harezmlilerin zalimliği değil Ġran‟daki Ģehirciliğini asıl sebebi fitne idi. Daha ziyade bölgesel nüfus, korkunç fitne kaynaklı iç çatıĢma sürecinde kendi Ģehirlerine zarar vermiĢti.” 253 254 254 A.g.e, s. 310-312. A.g.e, s. 312-313. 70 III. BÖLÜM PEACOCK’UN TÜRKĠYE SELÇUKLULARI’NA DAĠR TESPĠTLERĠ Kaynaklara Dair Türkiye Selçukluları‟na dair bilgi veren kaynaklar genel bir bakıĢ açısıyla ilk defa Fuat Köprülü tarafından ele alınmıĢtır.255 Köprülü, bu makalesinde kaynaklara dair metodolojik bilgiler de vermiĢ ve bunlardan nasıl istifade edileceğini de misalleriyle birlikte göstermiĢtir. Köprülü‟nün çalıĢmasından sonra özellikle arĢiv kaynaklarının önemini temayüz ettirmesi ve önemli bir kısmını da neĢretmesi bağlamında Osman Turan‟ın çalıĢması gelir256. Köprülü ve Turan‟ın çalıĢmaları yanında dönemin muhtelif kaynaklarına dair önemli çalıĢmalar da kaleme alınmıĢtır.257 Ahmet AteĢ de bu dönemde kaleme kalınan Farsça eserleri tanıtmıĢtır.258 Peacock da araĢtırmalarında kaynaklara ayrı bir önem vermiĢ ve çalıĢmalarının birkısmını da Türkiye Selçuklu tarihine dair bilgi veren muhtelif eserlerin incelemesine tahsis etmiĢtir. Bu manada ilk olarak siyasetnâmeler üzerine kaleme aldığı çalıĢması259 üzerinde durmak istiyoruz. Selçuklular döneminde kaleme alınmıĢ olan siyasetnameler/nasihatnamelerden özellikle Nizamü‟l-mülk‟ün Siyasetnâmesi, Yusuf Has Hacib‟in Kutadgubilig‟i ve Gazali‟nin Nasihatü‟l-mülük adlı eserleriyle ilgili önemli çalıĢmaların yapıldığını ve bu sayede bu eserlerin bilinir hâle geldiğini; buna mukabil XIV. yüzyılda ortaya çıkmaya 255 256 257 258 259 M. Fuat Köprülü, Anadolu Selçukluları Tarihininin Yerli Kaynakları I, Ankara 1943. Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, Metin, Tercüme ve AraĢtırmalar, Ankara 1988. Bu çalıĢmaların genel bir değerlendirilmesi için bk. Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, haz. Ramazan ġeĢen, Ġstanbul 1998; Osman Gazi Özgüdenli, “Ortaçağ Tarihi AraĢtırmalarına GiriĢ”, Tarih Metodu, EskiĢehir 2012 (2. Baskı), s. 79-93; a.g.y, “Ortaçağ Tarihinin Kaynakları”, Tarih Metodu, s. 101-124. Ahmet AteĢ, “XII-XIV. Asırlarda Amadolu‟da Farsça Eserler”, TM, VII/VIII, s. 94-135. “Advice for the Sultans of Rum: The „mirrors for princes‟ of early thirteenth-century Anatolia”, Turkish Language, Literature and History, Travelers’ tales, sultans, and scholars since the eighth century, ed. Bill Hickman-Gary Leiser, 2016, s. 276-307. 71 baĢlayan Anadolu Türkçesi‟yle kaleme alınmıĢ olan siyasetnamelerin yeterince üzerinde durulmadığını, hatta bunların bazılarının hâlâ yazma olarak keĢfedilmeyi beklediğini kaydeder. Kendisi bu makaleyi kaleme alma sebebini Ģöyle izah eder: “Bu çalıĢmaların bazıları, erken dönem yayınlarda tesadüfen dikkat çekti ama diğerleri neredeyse hiç bilinmiyor ayrıca daha önce birbiri ile bağlantılı olarak bilinmiyordu. Bu bölümün amacı bu türe bir ön araĢtırma sunmak. Bölük pörçük bireysel çalıĢmalardan ziyade bir külliyat olarak Selçuklu Anadolusu‟nun tavsiye literatürünü incelemek, Müslüman dünyasının bu dikkat çeken bölgesinin yazın kültürünü daha iyi anlamamızı sağlar ayrıca oradaki saray yaĢamına ıĢık tutar…” 260 Makalenin devamında neden bu konunun ele alındığı Ģöyle izah edilir: “Bu bölümde, 1243‟te Anadolu‟yu Moğolların fethinden önce olan dönemde oluĢturulan bu çalıĢmaları incelemeye teĢebbüs edeceğim. Genel olarak bilindiği üzere, Moğol dönemi Selçuklu politik ve entellüktüel kültürüne depremsel bir değiĢiklik getirdi ve daha sonraki çalıĢmalar bu bağlamda farklı bir algılamayı hak ediyor. Böylece bu makalede, sultanlar Rukneddin SüleymanĢah, Ġzzeddin I. Keykavus ve Gıyaseddin I. Keyhüsrev için yazılmıĢ XIII. yüzyılın baĢından itibarentavsiye literatürünün günümüze ulaĢan 3 çalıĢmasını inceleyeceğiz: Bölümün ikinci kısmında günümüze ulaĢan dört çalıĢmaya bakacağız (3 Farsça, 1 Arapça) Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad‟ın en müthiĢ salatanatına tarihlidir. En nihayetinde sonuç olarak çalıĢmaların politik felsefesi, yazarların niyetleri ve onların kabullerine dair kısa yorumlar sunacağım.” 261 Bu genel giriĢten sonra Peacock, Türkiye Selçukluları devrinde kaleme alınmıĢ olan manzum ve mensur siyasetnâmeleri değerlendirmeye baĢlar. Bu minvalde de ilk olarak 570-576/1174-1181 yılları arasında kaleme alındığı düĢünülen Mengücek Hükümdarı Fahrüddin Behram ġah‟a atfedilen ve Nizamî tarafından kaleme alınan Mahzen-i esrâr262 adlı manzum eseri; Malatyalı Muhammed bin Gazi‟nin Ravzatü’lukul, Beridü’s-saâde ile Ravendî‟nin Rahatü’s-sudûr adlı eserlerini ele alır. Bu zikredilen eserlerin erken dönem XIII. yüzyılında görülmelerinin aslında Anadolu‟nun Ġran etkisinde kaldığının da bir göstergesi olduğu kanaatindedir.263 Bu hususta Ģunları kaydeder: “Erken dönem XIII. yüzyıl Anadolusu‟nda nasihatnamelerin ortaya çıkıĢ geleneği, kültür ve edebiyatta diğer geliĢmelere paraleldi. XII. yüzyılın çoğunda Anadolu, Arapça ve Farsça literatüre dairpek az bir geleneğe sahipti ve Türkçe hiç yoktu. XII. yüzyılın sonlarına doğru manzara değiĢmeye 260 “Advice for the Sultans of Rum”, s. 276. A.g.m., s. 277. 262 Eserin müellifi, muhtevası ve çevirisi için bk. Nizamî, Mahzen-i Esrar, çev. M. Nuri Gençosman, Ġstanbul 2014. Ayrıca bk. Ahmet AteĢ, “XII-XIV. Asırlarda Amadolu‟da Farsça Eserler”, TM, VII/VIII, s. 101-103. 263 “Advice for the Sultans of Rum”, s. 277. 261 72 baĢladı. Erzincan'daki Mengücekli sarayı, meĢhur Ġranlı Ģair Nizamî için ev sahipliği yaparken, doktor ve bilim adamı HubeyĢ Tiflisî gibi daha az bilinen Ģahıslar, Konya'da Selçuklulardan himaye gördü. Rum Selçukluları Anadolu'nun çoğunu kuĢatmak için geniĢledikçe Ġran ve Irak'taki Selçuklu Devleti‟nin geri 1194‟te kalanları III. Tuğrul‟un öldürülmesi ile yıkıldı. Müslüman dünyadaki dahabüyük geliĢmelerdenizole edilmiĢ bir hanedan olan Anadolu Selçukluları, Büyük Selçuklu sultanının halefleri olmayı sadece iddia etmiyor aynı zamanda ikna edici bir Ģekilde meĢruiyet öne sürüyordu. Rum Selçukluları‟nın, Ġran'ın politik kültürü ile kendilerini iliĢkilendirme gayretleri, Arapça lakaplar almaları ile temellenir: Rükneddin SüleymanĢah gibi ayrıca efsanevi Ġran krallarının isimleri I. Gıyaseddin ile baĢlayarak, Keyhüsrev, Keykubad ve Keykavus- hepsi de ġahname‟nin değerlerini hatırlatırlar. Anadolu Selçuklu yöneticileri ya Mesud gibi yaygın Arap isimleri ya da Kılıçarslan gibi Türk isimleri kullanırken XII. yüzyıldaki bu uygulamanın önceki bir örneği yoktur.” 264 Farsça‟nın etkisinin arttığına dair yukarıdaki değerlendirmeden sonra Malatyalı Muhammed bin Gazi‟nin Ravzatü’l-ukul ve Beridü’s-saâde adlı eserlerinin265 muhtevalarını özetler. Bu eserlerin Gazi‟nin hayatından gerçek izler taĢıdığını ve yazarın bu eserler vasıtasıyla siyasî mesajlar verdiğini ileri sürer.266 Peacock, daha sonra Ravendî‟nin Rahatü’l-Sudûr adlı eserine dair kısa bir değerlendirmede bulunur. Gazi ve Ravendî‟nin eserlerinden hareketle Türkiye Selçuklularına Ġran/Fars etkisine dair Ģu değerlendirmeyi yapar: “Bu erken dönem nasihatnamelerin amacı, Ġran Ġslami politik mirasa nasıl uyum sağlayacağını Selçuklu sultanlarına tavsiye etmek değildi.Onların amacı yöneticilerin bu değerleri kabul ediĢini uluslararası bir kitleye tanıtmaktı… Bu erken dönem XIII. yüzyıl çalıĢmaları adalet ve ideal hükümdar davranıĢı ile göze çarpan alakalarının ötesinde amaçlara hizmet etti. Farklı bakıĢ açılarında, Malatî ve Ravendî ikisi de Anadolu‟nun Selçuklu yöneticilerini Ġran‟ın Fars-Ġslam kültüründe asimile etmeye çalıĢtı. Malatî‟de erken dönem Ġran hanedan uygulamaları örneğinin kaynağı yaparak bunu ortaya koydu; Ravendî örneğinde Büyük Selçuklu‟nun mirasçıları olarak Anadolu Selçukluları‟nı resmederek açıkça yapıldı. Aynı zamanda iki yazar da sultanın ihsanı peĢinde koĢmak için bireysel bir gündeme sahipti…” 267 Peacock, Alaeddin Keykubad döneminde (1219-1237) kaleme alınan Arapça ve Farsça siyasetnâmeleri de tanıtır. Bu minvalde bu dönemden günümüze dört siyasetnâmenin ulaĢtığını, bunların Ahmed bin Saad el-Osman‟ın Arapça el-Letâifü’lAlâiyye’si, Yahya bin Said‟in Hadâyıku’s-Siyer’i, Necmeddin Razî‟nin Mirsâdü’lIbâd‟ı ve Davud bin BehramĢah‟ın Mazmurat-ı Ali Daud‟u olduğunu yazar. Daha sonra 264 “Advice for the Sultans of Rum”, s. 278. Muhammed bin Gazi ve zikredilen eserleri hakkında yapılan çalıĢmalara dair bk. “Advice for the Sultans of Rum”, s. 301, dipnot nr. 17. 266 A.g.m., s. 277. 267 A.g.m., s. 282-283. 265 73 ise bu eserlerin muhtevalarını özetler.268 Eserlerin özetlenmesinden sonra bu siyasetnâme/nasihatnâmelere dair Ģu genel değerlendirmelerde bulunur: “Yukarıda ele alalınan nasihatnameler form olarak ciddi farklılıklar gösterir ama geleneksel olarak politik bir felsefeye sahiptirler. De Fouchecour‟ungözlemlediği üzere, baĢlıca etkiyi görünüĢe göre Gazali‟nin Nasihatü’l-Mülûk adlı eseri yapmıĢtır, bunun sayesinde Arapça versiyon en geniĢ çaplı okunannasihatnamelerden biri oldu. Aslında on bölüm formatı Gazali ile oluĢmuĢ görünür. Sufi kaygıları olan Necmeddin Razî‟nin çalıĢmaları diğerlerinden yani daha seküler nasihatnamelerden bir ölçüde ayrı dursa da, yöneticinin dünyadaki rolüne dair görünüĢü bu formata uyar.Bütün çalıĢmalarda yaygın olan Gazali‟nin de benimsediği- sultanın bütün insanların kendisine uyması gereken Allah‟ın vekili olduğu fikridir vesultanın görevi dünyada ilahi kanunun kaidelerini ihyadır… Bu çalıĢmaların orijinalliği yazarın bunları kendi Ģartları ve meĢguliyetlerini ele alrken uyarlayabilmekteki baĢarısında yatar, bu husustaki ipuçları sıklıkla giriĢ bölümünde verilir ve çalıĢmaları bir ölçüde diğerlerinden farklı duran Razi için bile bu geçerlidir.” 269 Peacock, tarihi kaynaklar bahsine Niğdeli Kadı Ahmed‟in el-Veledü’Ģ-ġefik adlı eseriyle ilgili kaleme aldığı makalesinde bir kez daha temas eder.270 Fuat Köprülü‟nün öncü çalıĢmasından sonra Türkiye Selçukluları tarihine dair kaynaklarla ilgili çalıĢmaların fazla yapılmadığını kaydeden Peacock, bunun sebeplerini Ģöyle sıralar: “Ġlk olarak, Osmanlı öncesi Müslüman Anadolusu‟na dair araĢtırma genel olarak çok sınırlıdır, yapılacak geriye kalan çok fazla Ģey vardır. Ġkinci olarak bu çalıĢmaların çoğu artık mevcut değildir: Köprülü tarafından listelenen hanedan tarihleri ve dokuz kronikten sadece beĢ tanesi günümüze ulaĢtı ve bizim bilmediğimiz çok sayıdaki diğerinin kaybolduğundan emin olabiliriz. Üçüncü olarak yukarıda belittiğimiz bu tarihi çalıĢmalar genelde ahlaki veya bir propoganda amacı ile yazıldı, sıklıkla modern tarih araĢtırmalarına bilgi temin etmez.” 271 Peacock, Niğdeli Ahmed‟in eserine dair neden bir makale kaleme aldığını ve neler hedeflediğini Ģöyle açıklar: “Bu makale, Ortaçağ Farsça kaynakların en gözden kaçanlarından biri Niğdeli Ahmed‟in elVeledü’Ģefik‟ini inceleyerek bu ihmale değinir, bu eser Ġstanbul‟da Süleymaniye Kütüphanesi‟nde tek nusha el yazması olarak muhafaza edilir ve faksimile baskı olarak bile basılmamıĢtır. el-Veledü’Ģ-Ģefik‟in mevcudiyeti uzun süredir bilinse de, ihtiva ettiği tarihi veriye Türk ilim adamları tarafından arasıra baĢvurulmuĢtur, neredeyse büsbütün çalıĢılmamıĢ olarak durur. Bir açıdan bunu inceleyen makale bırakın daha önemli bir meseleyi kimin için yazıldığını bile ele almamıĢtır. Niğdeli Ahmed‟in bu çalıĢmasıorijinal tarihi bilgi ihtiva eder ve özellikle yazarın vatanı Niğde‟ye atıfları Ortaçağ Anadolusu‟nu çalıĢan herkes için değerlidir… [Bu çalıĢmanın amacı] bir gizemden çok daha fazlasıyla el268 A.g.m., s. 283-295. A.g.m., s. 295-297. 270 “Ahmad of Niğde‟s al-Walad al-Shafiq and the Seljuk past”, Anatolian Studies, 54 (2004), s. 95-107. 271 A.g.m., s. 96. 269 74 Veledü’Ģ-Ģefik‟in ne çeĢit bir kitap olduğu, bunu kimin okumasının niyet edildiği ve Kadı Ahmed‟in bunu yazarak neyi baĢarmaya çalıĢtığı sorusudur.” 272 Niğdeki Kadı Ahmed‟in XIV. yüzyılda yazdığı eseri bir tarih kitabı olmadığı halde tarihi konuları ele aldığını, özellikle Anadolu‟nun Türkler tarafından fethi konusu üzerinde durduğunu kaydeder. Peacock, Ahmed‟in niyetini Ģöyle izah eder: “Kadı Ahmed‟in versiyonu tarihi olarak doğru olmayabilir amabu açıklamayı muhtemelen gerçekte olandan daha fazla hoĢuna giden Anadolu‟nun Türk istilası için sunar. Böylece Bizans gücünün yıkılıĢının ve Selçuklu Rum saltanatının kuruluĢunun, Selçuklu Devleti‟nin kontrolü ötesinde hareket eden Türkmenlerin istilalarından sonuçlanmayıp, Rumların Müslüman dünyasını tehdit etmeye matuf teĢebbüsleri ve kibirlerinden kaynaklandığını anlatır… Kadı Ahmed‟in niyeti tarihigerçekleri kaydetmek değil Rum Selçukluları‟nın mevcudiyetini haklı çıkarmaktı.” 273 Peacock, Selçuknâmeler ile ilgili de müstakil bir makale yazmıĢtır. Makalede temel mesele olarak Selçukluların hem kendi dönemlerinde hem de sonraki devletler ve hanedanlar tarafından nasıl bir meĢruiyet kaynağı olarak görüldüğü sorusu üzerinde durmuĢtur. Bunun için de özellikle Selçuknâme nüshalarını ele almıĢtır. Selçukluların XIII. yüzyıldan itibaren en önemli meĢruiyet kaynağına dönüĢtüğünü ve bu etkinin, zamanla azalmakla birlikte XVII. yüzyıla kadar izlerinin görüldüğünü; bu bağlamda Osmanlı ve Karamanlı misallerinin dikkat çektiğini ileri sürer. Özellikle Osmanlılar da Selçuklu kökenleriyle irtibat kurma çabalarının XVII. Yüzyılda bile görüldüğünü belirtir. Bu meĢruiyet çabasının yalnızca devlet kurucusu olan hanedanlarda değil, devlete isyan eden muhaliflerde de aranan bir durum olduğunu; ġeyh Bedreddin‟in bu manada iyi bir misal teĢkil ettiğini; çünkü torunu tarafından menakıbnâmesi kaleme alınan Bedreddin, bu eserde Selçuklu hanedanından gösterilmektedir. Peacock, Selçuklu “modası”nın 19. Yüzyılda tekrar artıĢ göstermeye baĢladığını; Ahmed Cevdet PaĢa‟nın Selçuklulara atıflar yaptığını, dahası Selçuklu tarihi eserlerinin bazılarının bu dönemde restore edildiklerini yazar.274 Anadolu’nun TürkleĢmesi Türkiye Selçukluları‟na dair Ģimdiye kadar müstakil bir kitap kaleme almamakla birlikte Peacock‟un makalelerininin önemli bir kısmı bu dönemle ilgilidir. AraĢtırmacı, Büyük Selçuklu tarihine dair yazdığı kitaplarından birinde “Türk Ġstilaları ve Etkileri: 272 A.g.m., s. 96, 101. A.g.m., s. 101-102. 274 “Seljuq Legitimacy in Islamic History”, The Seljuqs, Poltics, Society and Culture, ed. Christian LangeSongül Mecit, Edinburgh 2011, s. 79-95. 273 75 Anadolu ve Ortadoğu (1029-1071)” baĢlıklı bir bölümde275 Türkiye Selçukluları‟nın ortaya çıkmasını sağlayan siyasi ve askeri koĢulları ele alır. Anadolu‟nun fethi meselesi Ortaçağ Türk tarihi ile uğraĢan araĢtırmacıların en önde gelen konularından biridir. Anadolu‟ya yönelik akınların bir plan dairesinde mi yoksa plansız mı oldukları, planlı ise bunun ilanihayetinde burayı bir vatan haline getirmeye mi matuf olduğu; Türk akınlarının hangi saikler sayesinde Anadolu‟yu Türkiye‟ye çevirdiği ve Bizans‟ın neden bu akınlar karĢısında direnemediği gibi sualler hâlâ üzerinde durulan konulardan bazılarıdır.276 Peacock da Anadolu‟nun “Bizans‟tan Selçuklulara” geçiĢinin “Ortadoğu tarihinin kuĢkusuz en çarpıcı olaylarından biri” olduğu kanaatindedir. Yazar, Bizans‟ın önce Sasani sonra da Arap saldırılarına karĢı direnmesine rağmen nasıl olup da 1071-1081 gibi on yıllık kısa bir zamanda Türk akınları karĢısında Bizans‟ın aciz kalıp, Anadolu‟nun önemli bir kısmındaki hakimiyetini kaybettiğinin cevaplandırılması gerektiği üzerinde durur. Bu sualle ilgili daha bölümün ilk paragrafında Ģöyle bir ön yargıya varır: “Anadolu‟nun fethi ve iskânı neredeyse tamamen Türkmen boyları tarafından gerçekleĢtirilmiĢ, Selçukluların yeni gulam ordusu bu sürece çok az dahil olmuĢtur.”277 Ayrıca Anadolu‟nun kısa sürede TürkleĢmesini daha çok Bizans nazarından izah eder ve Ģunları kaydeder: “Bizans‟ın doğusunda askeri altyapının görece daha zayıf olduğu, ama daha da önemlisi, bölgedeki altyapının tamamen farklı tehditlere karĢı planlandığı, bu nedenle de geniĢ bölgelerin savunmasının zayıf kaldığı ortaya konulmaya çalıĢılacaktır. Her halükârda savunma sistemlerinin pek iĢe yaramamasının nedeni, Selçukluların onlardan uzak durabilmesi değil, bölgeyi kalıcı biçimde ellerinde tutmaya pek de meraklı olmamalarıydı. Asıl amaçları, kaleleri ve kentleri iĢgal etmekten çok, göçebe yaĢamlarının sürdürebilmelerinde hayati önem taĢıyan ve Anadolu ile komĢusu Kafkasya‟da bol miktarda bulunan otlakları ele geçirmekti… Bu verilere dayanarak, Ortadoğu‟da olduğu kadar Anadolu‟da da uzun dönemli nüfus azalması ve ekonomik gerileme eğiliminin Türkmen eğemenliğinin kurulmasını hızlandırdığı ileri sürülecektir.” 278 Buradan da anlaĢıldığı üzere Bizans‟ın savunma stratejisinin farklılığı ve Türk akınları öncesinde Anadolu‟da yaĢanan nüfus azalması bu bölgenin TürkleĢmesini sağlayan iki temel etmen olarak izah edilir. Buna mukabil Peacock‟un Anadolu‟nun TürkleĢmesinde Türkmen muhaceratının kesafeti ve gelenlerin içinde bulundukları 275 276 277 278 Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 151-189. Anadolu‟nun TürkleĢmesi süreci ve tartıĢmalı hususlara dair bk. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Siyasi Tarih, Alp Arslan’dan Osman Gazi’ye (1071-1328), Ġstanbul 1999, s. 1-44. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 151. A.g.e, s. 152-153. Benzeri tespitleri için bk. Islam and Christianity in Medieval Anatolia, ed. A.C.S. Peacock-Bruno De Nicola-Sara Nur Yıldız, s. 1. 76 vatan bulma zorunluluklarının pek dikkate alınmadığı görülmektedir. Nitekim bu konuyla ilgili Osman Turan, Bizans merkezli bakıĢ açısıyla Anadolu‟nun TürkleĢmesini izah etmeye çalıĢanlara karĢı Ģöyle itiraz etmiĢtir: “Selçuklu istilâsı ve Türkmen muhâceretinin azametini kavramamıĢ ve Malazgirt zaferinden dört yıl sonra, hem de Ġznik gibi Biznas‟ın burnu ucunda, 1075 senesinde, Selçuk‟un torunu KutalmıĢ oğlu SüleymanĢâh‟ın Türkiye Selçuklu devletini kurması ve hemen bütün Anadolu Türklerini siyasî bir teĢkilât ile birleĢtirmesi de anlaĢılmamıĢ olduğundan bazı Avrupalı âlimler Bizanslıların, 1080 yılında, Anadolu‟yu Türklerden kurtarabileceğine dair, gerçeğe aykırı bir tahmin veya kehânette bulunmuĢlar, tabiatiyle, tarihî akıĢ ve realiteyi kavrayamaktan ileri gelen, bir hatâya kurban gitmiĢlerdir. Anadolu‟nun Selçuklu ordularından ziyâde bir millet tarafından fetih ve iskân edilmiĢ bulunduğundan bu büyük nüfûs kesâfeti ve diğer Türk kavimlerinin baskısı ile vukubulan büyük muhâceretin istikametini tersine çevirmek, Anadolu‟ya elli yıllık mücâdeleler sonunda ıztırarî olarak gelen yurtsuz Türkmenler için arkada bir daha yer ve yurt bulmak da imkânsız idi. Bu sebeple Türkler ya bu ülkede vatan kurup yaĢayacak veya burada bu yeni vatanları için öleceklerdir.” 279 Peacock, yukarıda da ifade ettiğimiz üzere “Bizans‟ın Doğu Sınırları ve Savunma” alt baĢlığında X. ve XI. yüzyılda Bizans‟ın Anadolu‟da nasıl bir savunma stratejisi takip ettiğini ele alır. Evvelki tezleri özetler. Daha önce Bizans‟ın çöküĢünde iktisadi, siyasi ve idari problemler üzerinde durulduğunu, buna mukabil baĢta Doğu Anadolu olmak üzere Anadolu‟nun geri kalanında uyguladığı savunma stratejisi üzerinde durulmadığını kaydeder. ġu tespitlerde bulunur: “Vaspurakan ve Ani Ermeni krallıklarının dağılmasıyla, Bizans Ġmparatorluğu‟nu istilalardan koruyan önemli bir tampon bölge ortadan kalkmıĢtır… Bizans‟ın doğudaki savunma sistemi, Türkmenlerin kolaylıkla aĢabilecekleri geçirgen bir Maginot hattı olmaya mahkumdu.”280 Bizans‟ın Doğu Anadolu‟da Türk akınlarına açık bir alan bırakmasının sebeplerinden birincisi olarak, onun için asıl tehlikenin Müslümanlar değil, imparatorluk tahtında hak iddia edenleri destekleyen diğer Hristiyan devletler olarak görülmesini; bu yüzden de sınırlarda farklı bir savunma sistemi tesis edilmesini; diğer Hristiyan devletlerle mücadele etmek üzere hazırlık yapıldığından Selçuklu akınlarına hazırlıksız yakalanmasını gösterir.281 Diğer Hristiyan devletlerle mücadelesinin farklı boyutlarına temas etmediği görülür. Nitekim Osman Turan, Bizans‟ın XI. yüzyılın baĢlarında Doğu Anadolu‟da bulunan Ermeni prensliklerini yıkıp, onları büyük bir nüfus ile Orta Anadolu‟ya sürdüğünü ve bunlara Ortodoksluğu zorla kabul etmeleri 279 280 281 Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 41-42. Ayrıca bk. Selçuklular Tarihi, s. 106-110. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 155. A.g.e, s. 156-157. 77 yönünde baskılar yaptığını, baskılar yüzünden de Ermenilerin Bizans‟tan soğuduklarını ve bunların “Rum düĢmanlığının derinleĢtiğini”, bu düĢmanlığın da Türk akınlarını kolaylaĢtırdığını yazar.282 Peacock‟un bu husus üzerinde durmadığı görülür. Bizans savunma sisteminin açıklarına dair ikinci olarak da Ģunları kaydeder: Bizans savunma sistemini oluĢturan kaleler aslında ne kadar tamir edilmiĢ olursa olsun Türkmen akınlarını durdurmaya kifayet etmedi.283 Bunda Bizans savunma sisteminin Suriye‟den gelebilecek tehlikelere göre tasarlanmasının da etkili olduğunu ileri sürer.284 Doğu Anadolu‟dan gelebilecek bir Türkmen tehlikesini karĢılayacak en önemli savunma hattını Merkri Kalesi oluĢturmasına rağmen, bu kalenin Selçuklular bu bölgeye gelmeden önce 1034-1041 yılları arasında büyük oranda yıkıldığını, bu yüzden de bölgenin Türkmen akınlarına açık bırakıldığını yazar.285 Buna mukabil Peacock, Bizans‟ın savunma konusunda ihmalkâr davrandığını da iddia etmenin pek mümkün olmadığını savunur. Çünkü Ġran yönünden Anadolu topraklarına en büyük ve son tehlikenin Sasaniler zamanında görüldü, Sasanilerin ortadan kaldırımasından sonra da bu yönden büyük bir tehlikenin görülmedi, bunu dikkate alan Bizans da “buradan hayati değil, ancak yerel tehditlerin gelebileceğini hesapladı” ve bu hesabı da devrin Ģartları dikkate alındığında “fevkâlade akılcı bir yaklaĢımdı”. Fakat Peacock‟un da ifade ettiği üzere “tamamen yanlıĢ çıktı.”286 Anadolu‟nun TürkleĢmesinde en önemli meselelerden biri de Selçukluların buraya yönelik seferlerinin bir plan dairesinde icra edildiğidir. Bu suale Peacock da önem vermekte ve meseleyi “Anadolu Seferlerinin Yapısı ve Hedefleri” baĢlığı altında ele almaktadır.287 Bu bölümde özellikle Türkmenler ve otlak meselesi üzerinde durulur. Zira Peacock‟a göre Anadolu‟ya yönelik akınların seyri daha çok otlakların ele geçirilmesi ve buraların güvence altında tutulmasına yöneliktir. Yazar Ģunları kaydeder: “Selçuklu saldırıları, çevre yerleĢimlerin tehdidi altında olmayan, güvence altına alabilecekleri yaylak ve kıĢlaklar gözetilerek, dikkatle planlanıyordu… Selçukluların çorak ve kayalık Taron‟a (bugün MuĢ ili) saldırmalarının nedeni, büyük olasılıkla kıĢlaklar ile yaylaklar arasındaki göç yollarını güvence altına alabilmekti.” 288 282 Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 18. Ayrıca bk. Selçuklular Tarihi, s. 108. Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 157-161. 284 A.g.e, s. 161. 285 A.g.e, s. 162. 286 A.g.e, s. 162-163. 287 A.g.e, s. 169-176. 288 A.g.e, s. 171, 173. 283 78 Peacock, daha bölümün baĢında Anadolu‟ya yönelik Türk akınlarının temel hedefinin buradaki otlaklara hakim olmaya matuf olduğunu ileri sürer. Bunu ispat etmek adına da Anadolu‟daki akınlar ile Suriye, Irak ve Ġran‟a yönelik akınların karĢılaĢtırılması gerektiğini kaydeder.289 Anadolu‟ya yönelik Türk akınlarının Selçuklu hükümdarları tarafından kontrol edilip edilmediği ve bunların devletin bir planı dahilinde icra edilip edilmediği de önemli bir tartıĢma konusudur. Peacock, buna dair Ģunları kaydeder: “Bu seferlerin yalnızca adı bilinmeyen boy beyleri tarafından değil de, sultanlar da dahil olmak üzere Selçuklu hanedanının önde gelenleri tarafından yapıldığı gerçeği, bizim erken dönem Selçuklu devletinin iĢleyiĢ biçimini anlamamız açısındanbüyük önem taĢır.”290 Peacock‟un bu yazdıkları aslında Selçuklu tarihi araĢtırmalarında yeni tespitler değildir. Nitekim Osman Turan da bunları daha önce ayrıntılı bir Ģekilde kaleme almıĢtır.291 Ayrıca Peacock‟unaktardığımız son cümeleleri, daha önceki cümleleriyle de tezat teĢkil etmektedir. Zira Peaock, daha evvel, Selçuklu merkezi ordusunun Anadolu‟nun fethinde pek etkili olmadığını, haliyle Selçuklu merkezi idaresinin bir programından ziyade Türkmenlerin otlak bulmak ve buraları da korumak adına Anadolu‟ya geldiklerini yazmıĢtı.292 Peacock, Malazgirt Meydan Muharebesi‟nin de hükümdarın Türkmenlere otlak bulma zaruretinin bir sonucu olarak meydana geldiğini ileri sürer. Aslında Anadolu topraklarını Türk akınlarına açık hâle getiren hadisenin Malazgirt zaferi olmadığını, zaten bu akınların daha önceden de görüldüğünü, Malazgirt‟in öneminin Bizans otoritesini ortadan kaldırması olduğunu yazar ve bunun sonucu olarak da Türkmenlerin Anadolu‟ya artık hiçbir engel tanımadan yerleĢebilmelerinin mümkün olduğunu söyler. Ancak bu tespitleri de ilk defa Peacock ifade etmiĢ değildir. Nitekim daha evvel Osman Turan baĢta olmak üzere Türkiye‟de birçok çalıĢmada bu durum izah edilmiĢtir.293 Türkmenlerin Anadolu‟ya gelmesinin iktisadi ve sosyal sonuçları da Peacock‟un müstakil olarak ele aldığı konular arasındadır. Bu minvalde daha önceki iki farklı 289 A.g.e, s. 153. A.g.e, s. 173. 291 Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 13-21. Ayrıca bk. Selçuklular Tarihi, s. 116-119, 123-124. 292 Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 151. 293 Osman Turan, Selçuklular Tarihi, s. 1125-128, 132-144. Ayrıca bk. Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 32-37. 290 79 görüĢü nakleden Peacock‟a göre Türkmenlerin Anadolu‟da hakim olması iddia edildiğinin aksine iktisadi bir yıkıma sebep olmamıĢ; bilakis arkeolojik verilerin de desteklediği üzere belirli bir iktisadi canlanmayı teĢvik etmiĢtir. Bazı araĢtırmacıların iddialarının tam tersine olarak Ġran ve Irak‟da da Türkmenlerin büyük tahribata sebep olmadıklarını ileri sürer. Peacock, Türkmenlerin Ġran, Irak ve Anadolu‟da yayılmalarının zikredilen bölgelerde bulunan diğer göçebe unsurlarla münasebetlerini nasıl etkilediği meselesi üzerinde de durur. Bu manada özellikle göçebe Araplar ve Kürtlerle olan münasebetleri ele alır. Meseleyle ilgili olarak Ģu değerlendirmede bulunur: “Bu genel değerlendirmeden anlaĢılacağı üzere, Türkmenler, Ortadoğu‟daki Arap ve Kürt göçebe grupları için hem tehdit oluĢturuyor, hem de fırsatlar sunuyordu. Tehdit toprak rekabetinden kaynaklanıyordu; Kafkasya ve Azerbaycan‟daki Kürt gruplar için bu durum daha da vahimdi, çünkü onların yayla türü otlak gereksinimleri çöldeki Bedevilerden çok Türkmenlerle benzeĢiyordu… Ama Türkmenler aynı zamanda, çoğu akraba olan rakip gruplara, giriĢtikleri iktidar mücadelesinde dengeyi lehlerine değiĢtirebilecek fırsatlar da sunabiliyordu”.294 Peacock, baĢka bir çalıĢmasında da Anadolu‟nun XIII. ve XIV. yüzyılda yaĢadığı ĠslâmlaĢma/TürkleĢme sürecini aynı dönemde Altınordu‟nun benzeri süreçleri yaĢamasıyla karĢılaĢtırır. AraĢtırmacı, Anadolu‟daki MüslümanlaĢmanın aslında Moğol istilasına kadar birkaç Ģehirle sınırlı kaldığını, istiladan sonra ise ĠslamlaĢmanın hızla arttığını ileri sürer. Altınordu ile Anadolu arasındaki ticari, siyasi ve askeri bağları kısaca izah eder. Altınordu ile Anadolu arasındaki yakınlaĢmayı sağlayan “seyyah ilim adamlarına” hassaten vurgu yapar. Altınordu hakimiyetinin Anadolu ile Harezm arasındaki irtibatı artırdığını, böylece ilim adamlarının da daha sık bir Ģekilde bu iki bölge arasında gidip gelebildiklerini, bu sayede bölgeler arasında ilmi bir ortak birikimin oluĢtuğunu ileri sürer. Bu etkileĢim aynı zamanda Altınordu‟nun ĠslâmlaĢmasında Anadolu‟nun da etkili bir rolünün olduğunun iĢaretlerini taĢır.295 Anadolu‟daki Moğol hakimiyeti aynı zamanda Türkçe‟nin etkisinin de artmasına vesile olmuĢtur. Nitekim Moğollar, Farsça‟nın yanında Doğu Türkçesini de resmî yazıĢmalarında kullanıyorlardı. Türkçe üretilen Ġslâmiyet ile ilgili eserlerin Altınordu‟nun MüslümanlaĢmasında etkili olduğunu savunan yazar, Ģunları belirtir: 294 295 Peacock, Selçuklu Devleti’nin KuruluĢu, s. 181. “Islamisation in the Golden Horde and Anatolia. Some remarks on travelling scholars and texts”, Revue des mondes musulmans et de la Mediterranee (=EMMM), 143, s. 151-164. 80 “Lehçelerin farklarına rağmen birçok açıdan Anadolu ve Altınorda toprakları, ilim adamları ve metinlerin karĢılıklı değiĢimi ile ortak bir kültür alanı oluĢturdular. ĠslamlaĢma sürecinin konusu olarak ilim, Altınorda devletine odaklansa da besbelli hikayenin tamamı bu değildir. Aynı zamanda inancın temellerini nakletmek aracı olarak hizmet edecek yazı Türkçesinin geliĢimi ve elit tabakanın din değiĢtirmesi ile ĠslamlaĢarak Altınorda devleti ayrıca ĠslamlaĢmaya etkisi ile rol oynadı, Karadeniz ötesine Anadolu‟ya yazılı metinler, dil ve ilim adamlarını ihraç etti. Bu, Altınorda devletinin yöneticilerinin kasıtlı bir politikası anlamına gelmiyor daha ziyade Doğu Türkçesi lehçesinin dayanıklı prestiji, Harezm Hanefi ilim adamlarının Ģöhreti ve Anadolu ile yakın dil, ticari ve poitik bağların sonucu idi. Diğer taraftan, Anadolulular, Anadolu‟dan modeller ve sufi efsaneleri getiren Abu Bakr Rûmî gibi muhacirler ile Altınorda‟nın ĠslamlaĢmasında rol oynadı. Kuvvetle muhtemel bu Anadolu etkisi bilhassa Kırım‟da barizdi ama Altınorda devletindeki Bedreddin Hasan al-Rūmī gibi Anadolu‟ya aralıklı atıflar, çok daha yaygın olabileceğini ileri sürer. O zaman ĠslamlaĢma karmaĢık bir süreçti ve aslında bazen ileri sürüldüğünden daha yavaĢtı. Altınorda ve Müslüman yönetimindeki Anadolu gibi topluluklar hem ĠslamlaĢma sürecinden geçebiliyor hem de komĢularına Ġslamı ihraç edip onları teĢvik edebiliyordu”. 296 Peacock, Bruno De Nicola ve Sara Nur Yıldız ile birlikte kaleme aldıkları bir giriĢte Anadolu‟nun kesin bir Ģekilde Türkçe konuĢulan bir yere dönüĢmesinin ancak I. Dünya SavaĢı ve onun hemen sonrasında mümkün olduğunu; buna mukabil Anadolu‟da Ġslâmi hakimiyetin 12.-15. yüzyıllar arasında sağlandığını yazar.297 Anadolu’da Türkmen Meselesi Büyük Selçuklu tarihinde olduğu üzere Türkiye Selçuklu tarihinin önemli meselelerinden birini de Ģüphesiz göçebeler teĢkil eder. Konu müstakil bir çalıĢmaya da konu olmuĢtur.298 Peacock da Türkiye Selçukluları‟nı ele aldığı çalıĢmalarının birkısmında Türkmen/göçebe meselesini ele almıĢtır. Peacock, göçebe/Türkmen meselesini, Türkiye tarihine etkilerini ilk önce Kafkasya‟daki Türk fetihlerini ele aldığı makalesinde inceleme konusu edinmiĢtir.299 Peacock, konunun önemini Ģöyle belirtir: “Selçuklu fetihleri sadece Ortadoğu değil Avrupa için de oldukça önemlidir. Bizans Ġmparatorluğu'nu ölümcül Ģekilde güçsüzleĢtirdiler ve Selçuklular‟ın Kudüs'ü ele geçirmesi Birinci Haçlı Seferi için önemli ilham kaynaklarından biriydiama bu istilalar ĢaĢılacak Ģekilde çalıĢılmamıĢ olarak kalır. Hatta oldukça etkili sonuçları olan bu bölgedeki saldırılar bile çalıĢılmamıĢtır. Meselâ çoğunlukla 1960'larda yazılan Cahen‟in makalelerinden beri Anadolu'daki Türk fetihlerine dair Farsça ve Arapça 296 297 298 299 “Islamisation in the Golden Horde and Anatolia. Some remarks on travelling scholars and texts”, s. 151-164. Islam and Christianity in Medieval Anatolia, s. 2. M. Said Polat, Selçuklu Göçerlerinin Dünyası: Karacuk’tan Aziz George Kolu’na, Ġstanbul 2004. Andrew C.S. Peacock, “Nomadic Society and the Seljuq Campaigns in Caucasia”, Irand and the Caucasus, 9/2 (Leiden 2005), s. 205-230. 81 kaynaklardakimalzemeler üzerine çok az bir çalıĢma yapılmıĢtır. Aslında oldukça muasır ikincil kaynaklar, çok az analiz ihtiva ederek muhtelif Selçuklu seferlerinin kronolojisini kurmayı özellikle hedefleyen 1944'te yayınlanan Yınanç‟ın çalıĢmasına dayanır. Selçuklular üzerine araĢtırma, genelde neden olduğundan ziyade ne olduğunu anlamaya teĢebbüs eder.”300 Peacock, Türkmenlerin Kafkaslar ve Anadolu‟ya yönelmelerinin sebebini buraların göçebe yaĢam tarzına müsait olması olarak izah eder.301 Peacock, yukarıda zikrettiğimiz makalesinde Türkmenlerin Kafkasya ve Doğu Anadolu‟ya yayılmalarını inceledikten sonraTürkiye Selçukluları hakimiyeti altındaki göçebelere dair de iki müstakil makalesi mevcuttur. Bu makalelerinden birinde302 saray ve göçebe hayatını incelemiĢtir. Peacock, kendi düĢüncelerini izah etmeden evvel, konuyla ilgili daha önce yazılanları özetlemektedir. X. ve XI. yüzyılda Anadolu‟da hem TürkleĢme hem de ĠslamlaĢma yaĢandığını fakat her iki sürecin de hâlâ “pek anlaĢılamadığı”; X. ve XI. yüzyılın aksine XII. yüzyılda ise ĢehirlileĢme ile birlikte Anadolu‟da bir “FarslılaĢma” yaĢandığı, hatta “Anadolu‟nun ikinci Ġran‟a dönüĢtüğünü”; FarslılaĢmanın bir sonucu olarak da Türkiye Selçuklu idaresi ile Türkmenler arasında “büyüyen bir kırılmanın” meydana geldiğinin yazılageldiğini nakleder. Bu özetten sonra kendi görüĢünü ise Ģöyle izah eder: “Bu makalede VII /XIII. yüzyılın baĢında hanedanın zirve noktasındayken bile sultanların en azından Türkmen gruplarının bir kısmı ile yakın iliĢki kurduğunu ileri sürüyorum”. Peacock, Türkiye Selçuklu sultanları ile Türkmenler arasında yaĢam alanları itibariyle büyük farklılaĢmanın olmadığını, Büyük Selçuklularında aynı konuyu ele alırken kullandığı metot ve verirlerle izah etmeye çalıĢmıĢtır. Büyük Selçuklularında olduğu gibi Türkiye Selçuklularında da sultanların seyyar bir hayat yaĢadıkları ve çoğu zaman Türkmenlerle içiçe olduklarını ileri sürer. Bu konuda Ģunları kaydeder: “Öncelikli olarak sultanların nerede yaĢadığını inceleyeceğim ve hem kırsal alanda hem Ģehirde birden fazla ikametgah yerleri varken Konya'nın hanedanın mezarlık yeri olarak özel bir öneme sahip olduğunu göstereceğim. Ama sultanların ve Türkmenlerin yaĢadığı alanlar arasında kesin bir ayrım yoktur. Çünkü ikisi de aynı toprakları paylaĢtı. Mesela Akdeniz kıyısındaki Pamfilya gibi alanlar ve Konya düzlüğünün kendisi göçebeler tarafından yoğun olarak nüfuslanmıĢtır ama ayrıca Ģehir surlarının ötesinde kapsamlı Ģekilde sultanların inĢaat faaliyetlerine Ģahitlik etti. Aslında Ģehir müstahkemlerinin arkasına sığınmaktan çok daha uzak olan Selçuklu sultanlarının Türkmen tebaalar ile sıklıkla iletiĢimde bulunmalarını sağlayan seyyah yaĢam biçimini takip ettiklerini göstereceğim. Bu yaĢam ĢekliYunan taĢra 300 301 302 “Nomadic Society and the Seljuq Campaigns in Caucasia”, s. 205-206. A.g.m., s. 208. “Court and Nomadic life in Saljuq Anatolia”, Turko-Mongol Rulers, Cities and City Life, ed. David Durand-Guédy, Leiden-Boston 2013, s. 191-222. 82 yöneticileri arasında tekrar tekrar uygulandı, etnik yapı ve kültüre bakmaksızın Anadolu yöneticilerinin VII/XIII. yüzyıl sırasında güçlerinin arttığı görülen göçebe gruplar üzerinde etkilerini sağlaması ve nüfuslarını kullanması için önemine dair bir kanıttır. Son olarak pratik politik düĢünceler bu yöneticilerin seyyah yaĢam tarzına karar vermekte baskın bir faktör olsa da en azından Selçuklular arasında Türk ve hatta göçebe kültürün sarayda önemli bir ayrıcalık taĢıdığına dair kanıtın olduğunu söylüyorum. Hanedan ve Türkmenler arasındaki bağlantı tamamen kopmaktan çok uzaktı.” 303 Türkmenler ile Türkiye Selçuklu hükümdarlarının iddia edilenin aksine XII. yüzyıldan itibaren uzaklaĢtıkları tezlerine itiraz eden Peacock, bunun için öncelikle Selçuklu Ģehirleri ve saraylarını ele alır. AraĢtırmacıya göre her ne kadar Konya merkezli bir Selçuklu idaresi resmedilse de, bunun tam olarak nasıl bir yapı olduğunun kesin hatlarıyla tayin edilmesinin oldukça zor olduğunu ileri sürer. Peacock, bu iddiasını Ģu Ģekilde delillendirir: “Konya'nın ilk kısa süreli Selçuklu üssü Nikea‟nın (Ġznik) 1096‟daki Haçlılarına düĢüĢüne mukabil bir süre baĢkent olarak Sultan I. Kılıçarslan (485/1092-500/1107) tarafından kabul edildiği genellikle söylenilirama Nikea veya Konya'nın bugünlerde büyük ölçüde askeri üs olmaktan ziyade insanın geleneksel olarak -yöneticinin baĢlıca ikametgahı ve yönetim merkezi olan- bir baĢkent ile iliĢkilendirebileceği hangi görevleri yerine getirdiği net değildir. Nikea‟nın 1081-96‟daki kısa iĢgalinden tek kalan Anadolu'ya ilk göç edenlere eĢlik eden yerleĢik hayata geçmiĢ Ġranlıların bir avuç mezar taĢı iken, VI/XII. yüzyıl ortalarından öncesine ait Konya'daki Selçuklu inĢa faaliyetlerinin hiçbir kanıtı hayatta kalmamıĢtır. Aslında bu döneme dair herhangi bir Selçuklu madeni parasının olmayıĢı göz önünde bulundurulursa resmi idari yapı ve kurumlarının mevcut olduğundan Ģüphe duymalıyız. Elbette I. Kılıçarslan, hiç bir müdafaa teĢebbüsünde bulunmadan 1097‟deki Haçlı ilerleyiĢine karĢı Konya'yı terk etmekte hiçbir utanç duymadı. Bu durum, bir Selçuklu yöneticisi için Ģehrin vazgeçilmez çok Ģey ihtiva etmediğini gösterdi. Bu hanedanın yaĢam tarzı hakkındadaha erken döneme dair sahip olduğumuz birkaç kalıntı kırıntısı, Anadolu Selçukluları ve onların göçebe destekçileri arasında yakın bir iliĢkiye iĢaret 304 eder.” Peacock, XIII. yüzyıla kadar Türkiye Selçuklu sultanlarının göçebe bir yaĢam sürdüklerini, zira mütemadiyen seferlere katıldıklarını, Bizans ve Haçlı seferlerinin de bu durumu zorunlu kıldığını ileri sürer. Buna mukabil XIII. yüzyılın saray yüzyılı olduğunu, Anadolu‟nun muhtelif yerlerinde yüzyılın baĢından itibaren saraylar inĢa edildiğini ve bunun bir sonucu olarak da saray teĢrifatının ortaya çıktığını kaydeder. XIII. yüzyılın saray yüzyılı olmasına rağmen Peacock‟a göre bu durum Türkiye Selçuklu sultanlarının Türkmenlerden tamamen uzaklaĢtıkları anlamına gelmez. Zira yapılan arkeolojik kazılar sonucunda Konya gibi bir merkezin etrafındaki düzlüklerde 303 304 “Court and Nomadic life in Saljuq Anatolia”, s. 193-194. A.g.m., s. 194-195. 83 dahi Türkmenlerin meskun bulunduklarının tespit edildiği görülmüĢtür. Selçuklu saraylarının da bulunduğu Ģehirlerin etrafında Türkmenlerin varlığının tespit edilmesinin ĢaĢırtıcı bir durum olmadığını, aksine Ģehir hayatı ile göçebe hayatın çoğu zaman birbirinin mütemmim cüzü olduğu ve bunların birbirlerinin ihtiyaçlarını kaĢrıladıklarını ileri süren Peacock, bu durumu Ģöyle izah eder: “ġehirler ve çevredeki göçebeler ortak bağlılık iliĢkisine sahiptive bazen göçebe bir mevcudiyet tarım için faydalı olabiliyordu. Sur‟lu William, daha Bizans yönetimi altındayken Antalya'nın yiyecek için çevredeki göçebelere güvendiğini söyler. ġehirciliğe düĢman, yıkıcı bir güç olarak göçebe imajı, nadiren ani bir parçalarının resmini sunanarkeolojik kanıt ile reddedilir…” 305 Peacock, Türkiye Selçuklu hükümdarlarının iddia edilenin aksine Türkmenlerin kendi baĢlarına serbest bırakmadıkları, aksine onları yakından takip edip kendi politikaları için zaman zaman kullandıkları kanaatindedir. Ayrıca Peacock‟a göre aslında yerleĢik unsur ile göçebeler arasında da kesin hatlarıyla tayin edilebilecek ayrımlar yoktu. Yazar, çoğu yerde yerleĢikler ile göçebelerin birlikte yaĢadıklarını Ģöyle ifade eder: “Sultanlar ve göçebeler aynı yerde birlikte yaĢadı; göçebe mevcudiyetin oldukça yoğun olduğunu bildiğimiz iki bölge olan hem Pamfilya hem de Konya çevresinde Ģehir yakınındaki ve kırsaldaki saraylar, huysuz eski destekçilerinin yağmalarından yeni Ģehir merkezlerinin surları arkasına sığınan yerleĢik hayata geçmiĢ yüksek tabaka imajına Ģiddetle karĢı çıkar.”306 Büyük Selçuklu tarihinde Türkmenleri ele aldığı bölümlerde uyguladığı aynı yöntemi Türkiye Selçuklularına da uygulayan Peacock, Türkiye Selçuklu sultanlarının da büyük oranda seyyar saraylarda yaĢamayı tercih ettiklerini; bunun bir yönüyle zorunluluk olduğunu belirtir: “Sultanları böyle gezgin yaĢam tarzına sürükleyen zevk düĢkünlüğünden daha fazlasıydı ve taĢra sarayları seferden önce ordunun toplandığı yerler olarak da kullanılmıĢ olabilir… Bunlar daha az yumuĢak baĢlı göçebeler veya göçebe gücüyle sultanın engellemeye çalıĢtığı diğer tehlikeler olsa da „düĢmanlara zarar verme‟ ayrıca Türkmenler ile iliĢkilerini güçlendirme fırsatını sunan politik sebepler ve ayrıca zevkle sultanın gezgin yaĢam tarzı teĢvik edildi. Göçebelerin göçleri ile aynı yönde aynı zamanda Kubadabad‟a sultanın ilkbahar ve sonbahar ziyaretlerinin tesadüfü, Türkmen baĢkanların davet edildiği zengin ziyafetler ile sultanın gücünü, saray ve görkemli çadırların veya hatta bu ziyafetlerin verildiği çadır Ģehirlerin muhteĢemliğini ve sultan ile onun göçebe tebaalarının ortak çıkarlarını onaylama fırsatı 305 306 A.g.m., s. 201. A.g.m., s. 205. 84 sağlamıĢ olmalıdır. Tahta çıkma ritüelleri, Karahüyük-AltuntaĢ bölgelerinde savaĢ ilanı ve ziyafet verme gibi bu göçebe topluluğu uzlaĢtırmak için daha büyük devlet etkinlikleri planlanabilirdi.” 307 Peacock, sultanların gezgin bir yaĢam tarzını tercih etmelerinin onların “atalarının göçebe yaĢam tarzının devamından ziyade”, “Türkmenlerin büyüyen nüfus ve böylece askeri ve politik gücüne bir cevap olarak görülmelidir”. Ayrıca sultanların göçebe bir yaĢam sürmeleri “Anadolu topraklarını yönetmenin karmaĢasını da” göstermektedir.308 Peacock, Türkiye Selçukluları‟nın uç bölgelerindeki Türkmen nüfusunu incelediği baĢka bir makalesinde de göçerlerle merkez arasındaki münasebetleri ele almıĢtır.309 Konuyu kendisinden önce ele alan araĢtırmacıların büyük oranda Paul Wittek‟in etkisi altında kaldıklarını ve en son çalıĢmalardan Elizbeth Zachariadou‟nun yazdığı bir ansiklopedi maddesinde de Wittek‟in etkisinin büyük olduğunu 310; bu manada Bizans sınırlarındaki uç311 bölgelerindeki Türkmenlerin Ģehir merkezlerinden ayrı ve sultanın kontrolü dıĢında bir hayat yaĢadıklarını ileri sürdüklerini; buna mukabil kendisinin bunun aksini savunduğunu kaydeder. Dahası XIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Selçuklu ve Moğol ileri gelenlerinin Bizans sınırında Batı Anadolu‟da mülkler edindiklerini ve zannedilenin aksine bu bölgelere entegrenin giderek artıĢ gösterdiğini savunur.312 Peacock, Batı Anadolu sınır bölgesinin tarihine dair özellikle Bizans kaynaklarının zengin bilgiler ihtiva ettiğini ve bunların da Bizantinistler tarafından 307 308 309 310 311 312 A.g.m., s. 208, 213. A.g.m., s. 213-217. “The Seljuk Sultanate of Rum and the Turkmen of the Byzantine frontier, 1206-1279”, Al-Masaq: Journal of the Medieval Mediterranean, 26/3 (2014), s. 267-287. Paul Wittek‟in uç bölgesiyle ilgili görüĢlerinin özetlendiği kısım için bk. “The Seljuk Sultanate of Rum and the Turkmen of the Byzantine frontier, 1206-1279”, s. 270-271. Peacock, “uç” terimini Batı Anadolu‟daki yapılanmayı tarif etmek için özellikle kullanmaktan çekinmiĢtir. Kendi ifadesiyle bunun sebebi Ģudur: “Basitçe sebebi Ģudur, bu anlamı ile modern ilmi kullanımı iyice yerleĢmiĢ olsa da bu terimin XIII. yüzyıl ifadesi olduğu net değildir. Aslında uc sıklıkla bir yeri değil ama Türkmen halkını ifade eder. Ġran kaynaklarında sıklıkla karĢılaĢtığımız vilayat-i uc terimi Türkler tarafından yerleĢilen bir yer değil sınır ilini kasteder. Öyle olsun ya da olmasın Cahen‟in inandığı üzere, vilayat- uc Selçuklu Devleti‟nden özel bir statüye sahipti (kanıtın belirsiz olduğu bir görüĢtür), böyle bir isimle topraklar Selçuklu Anadolusu‟nun kalbine Amasya ve hatta Konya ve Antalya gibi bölgelere kadar kesinlikle uzanabilirdi, buralarda Selçuklu sultanlarının sarayları vardı ve buralar hiçbir Ģekilde sınıra yakın değildi. Elbette, onların önemli Türkmen nüfusu göz önünde bulundurulduğunda Selçuklu devletlerinin batı sınırları, uc olarak bazen atıf yapılıyor ama böyle tarif edilen tek bölge bunlar değildi. Bu sebeple, sınır anlamında uc‟un kullanımından kaçınırsak netlik adına daha iyi yapılmıĢ oluruz” (“The Seljuk Sultanate of Rum and the Turkmen of the Byzantine frontier, 1206-1279”, s. 274. “The Seljuk Sultanate of Rum and the Turkmen of the Byzantine frontier, 1206-1279”, s. 267. 85 büyük oranda ele alındıklarını kaydeder. Buna mukabil hem Türkiye Selçuklularını hem de erken dönem Osmanlı tarihini ele alan çalıĢmalarda bu uç bölgesinin yeterince ele alınmadığını ifade eder. Bu hususta Ģöyle yazar: “Ama hem Abbasilerdeki Bizans sınırı hem de erken dönem Osmanlı zamanında Müslümanlar açısından dikkat çeken ilgiye rağmen Selçuklu tarihi uzmanları buna pek az ilgi gösterdi.“Uç” olarak nitelendirilerek, XIII. yüzyıla kadar sıklıkla yönetici Selçuklu hanedanından yabancılaĢmıĢ göçebe Türkler olarak görülen Türkmenlerin hakim olduğu “bir çeĢit hiç kimsenin olmayan toprak” olarak sıklıkla tarif edilir.”313 Peacock, Selçuklu tarihi araĢtırmalarında büyük oranda ihmal edilmiĢ olmasına rağmen “uç” bölgesinin XI. yüzyıl sonu ve XII. yüzyıl boyunca mütemadi bir Türkmen akınına uğradığını, bunun da bölge arazisinin göçerlerin hayat Ģartlarına uygun olmasından kaynaklandığını; XII. yüzyıldan itibaren uçtaki önemli mevkilerin Selçuklu hakimiyetine girdiğini kaydeder. Bununla beraber bugüne kadar Wittek ve daha sonra da Elizbeth Zachariadou‟nun çalıĢmalarında bu sınırların “imparatorluk mezkezlerinin kültürü olmayıp iki taraf için de ortak alan olan belirgin bir kültüre sahip olduklarını”, hatta Keith Hopwood‟un uç bölgesinin “Bizans ve Türk kültürünün karıĢtığı” bir yer olduğu tezinin güçlü bir Ģekilde ileri sürüldüğünü, bu kurgunun da aslında uç bölgesinin “Konya‟nın geleneklerinden ve hatta endiĢelerinden bile uzak kanunsuz bir bölge” olduğunu göstermek için kullanıldığını yazar. Peacock, Wittek‟ten bu yana tarif edilen uç bölgesinin muhtelif bir yapı arzettiğini destekleyek bir çok veri bulunduğunu, buna mukabil bunun Türkiye Selçuklularından tamamen izole edilmiĢ bir bölge anlamı taĢımadığını ileri sürer. Kendi ifadesiyle “Bu ortak özelliklere rağmen, aslında Batı sınır bölgesinin Selçuklu Devleti‟nin ayrılmaz bir parçasını oluĢturduğunu bu makale ele alacaktır, Moğol yönetiminin dayatması ile daha az değil daha fazla ayrılmaz bir parça haline geldi. Merkez Anadolu‟ya yakın politik ve ekonomik bağlarına ilave olarak bölge aktif olarak Ġslama, Konya sarayının sufi etkili kültürüne katıldı.” 314 Batı Anadolu uç bölgesinin Selçuklu merkezine bağlılığınıortaya koymak üzere Wittek‟in de çokça müracaat ettiği Ġbn Said‟in eserini kullanır. Nitekim bu kaynakta Türkmenlerin kendi baĢlarına buyruk olduklarına dair Wittek‟in alıntı yaptığı kısımlar olduğu kadar, bunların Türkiye Selçuklularının ticaretinin etkili bir parçası olduklarına dair de bilgiler verilmektedir. Ayrıca Türkmenlerin Bizans ile Türkiye Selçukluları arasındaki resmî sınırlara ve bu sınırları belirleyen antlaĢmalara riayet ettiklerinin de Ġbn 313 314 “The Seljuk Sultanate of Rum and the Turkmen of the Byzantine frontier, 1206-1279”, s. 269. A.g.m., s. 273. 86 Said tarafından anlatıldığını, bunun da Türkmenlerin Türkiye Selçuklularının kontrolü altında bulunduklarının en önemli mesnetlerinden biri olduğunu kaydeder.315 Peacock, Türkmenlerin dünyasına ve bunların hem Bizans hem de Türkiye Selçuklu merkezi idaresiyle münasebetlerini daha iyi ortaya koyabilmek için Ġznik üzerinde hassaten durur. Nitekim bu bölgedeki hem tarım hem de ticari hayatın XIII. yüzyılda da canlılık göstermesi Türkmen akınları yüzünden bölgenin fakirleĢtiği tezlerini çürütmektedir. Ayrıca ilk döneme kadar atıflar taĢıyan Osmanlı vergi kayıtlarının da bu canlılığına iĢaret ettiklerini belirtir. Bu bilgiler Türkmenlerin uç bölgesinde yalnızca yağmacı olarak bulunmadıklarını, aksine bölgenin iktisadi hayatının önemli bir parçası olduğunu ve iktisadi hayata canlılık kazandırdıklarını göstermektedir. Peacock, bu canlılığı orta koymak için iki önemli veriden istifade eder: Kervansaraylar ve dini yapılar. “Selçuklu Devleti‟ne bu bölgenin nasıl entegre olduğunu göstermek için Selçuklu açısından kanıtlar göstereceğim. Selçuklu tarihi için baĢlıca kaynağımızı oluĢturan Ġran kroniklerinde sınıra atıfların kıtlığı göz önünde bulundurulursa, bölgenin durumuna dair en dikkat çeken kanıt, kervansaraylar ve dini binalar Ģeklinde günümüze ulaĢan mimari kalıntılardır.” 316 Yazar, kervansarayların farklı fonksiyonlar ifa etmiĢ olsalar da ticari hayatın canlılığına ve geniĢ bir iktisadi ağa da kaynaklık ettiklerini Ģöyle ifade eder: “Seyyah kafileler için dinlenme yeri olarak kullanıldığı düĢünülen kervansaraylar, Selçuklu Devleti ve Ġznik Ġmparatorluğu‟nun batı muhitlerini merkez Anadolu‟daki baĢlıca ekonomi merkezleri olan Konya ve Kayseri‟ye ve Akdeniz‟deki Selçuklu ticaret merkezine bağlayan sınır ötesi ticareti ileri sürer. Gerçi Ġznik sınırı tarafında çok az sayıda böyle bina vardır ve ticaretin kervansarayların fonksiyonlarından biri olduğu ileri sürüldü. Selçuklu Devleti‟nin ve onları inĢa eden memurların gücünü yansıttı ve sembolize etti ve devlet yönetimini kolaylaĢtırmak için çok sayıda amaca hizmet etti; bunlar arasında posta ve istihbarat sisteminin bir parçası olarak seyyah memurlara ve hatta sultanlara konaklama ve vergi toplama ve askeri manevraları destekleme de vardı. Tam amaçları her ne olursa olsun kervansaraylar, sınır kısmında Selçuklu elitinin en kıdemli üyelerinin görevlerine kesinlikle Ģahittir. ”317 Peacock, 1261‟deki karıĢıklılardan sonra Batı Anadolu uç bölgesinin Selçuklu yatırımından uzaklaĢtığı yönündeki iddiaların doğru olmadığını, tam tersine bölgenin hem Selçuklu hem de Moğol elit tabakasının yoğun ilgisine mazhar olduğunu ileri sürer. Bu ilginin ne anlama geldiğini ise Ģöyle izah eder: “Bu önde gelen kiĢilerin yatırımları, sınırın bir derece refahın tadını çıkardığını ve elit tabakanın yatırımı yanısıra ticaret ağı 315 A.g.m., s. 274-275. A.g.m., s. 278. 317 A.g.m., s. 278. 316 87 sayesinde Selçuklu Devletine ekonomik ve politik olarak entegre olduğunu ileri sürer.”318 Aynı dönemde EskiĢehir‟deki Nureddin Caca ve Sivrihisar‟daki Eminüddin Mikail vakıflarının mevcudiyeti de bu bölgelerin Türkiye Selçukluları‟na entegre olduklarının bir iĢaretidir. Ayrıca uç bölgesindeki idarecilerin Mevlevilikle yakıniliĢki içinde olması da bu unsurların merkezle yoğun bir münasebet içinde olduklarına delil teĢkil etmektedir. Ahmed Eflakî‟nin verdiği bilgiler bu manada önemlidir.319 Uçta yaĢayan Türkmenlerle Türkiye Selçukluları tarafından yapılan antlaĢmalara tâbi olmalarını sağlayan idari bir yapılanmanın mevcudiyetine dikkat çeken Peacock, bunun nasıl olduğu üzerinde de durur. Bu manada uçtaki askeri yapıların büyük bir kısmının günümüze ulaĢmamasının önemli bir kayıp olmakla birlikte Bizans kaynakları ile FarĢça kaynakların bazı önemli veriler sunduklarını kaydeder. Ayrıca Ġbn Bibi‟nin de Denizlili Muhammed Bey hakkında bilgi verirken uçtaki Türkmenlerin merkeze bağlılıklarına dair de veriler kaydettiğini yazar.320 Peacock, 1279‟daki Cimri isyanının uç bölgesindeki Türkmenlerin merkezle olan münasebetlerinde bir dönüm noktası ifade ettiğini, zira bu isyandan sonra Moğol baskısının giderek arttığını ileri sürer.321 Türkiye Selçukluları ve Mevlevîlik Peacock, Büyük Selçuklu tarihi araĢtırmalarında özellikle dikkat kesildiği gibi Türkiye Selçukluları ile ilgili araĢtırmalarında da bu dönemdeki dinî yapı üzerinde özellikle durmuĢtur. Mevlevîliğin Türkiye Selçuklu tarihindeki yeri ve etkisine dair de müstakil bir makale kaleme almıĢtır.322 AraĢtırmacı bu çalıĢmasında iki ana kaynak üzerinden Mevlevîliğin Selçuklu sarayındaki ve siyasetindeki etkilerini ele almıĢtır. Bu kaynaklar, Celaleddin Rûmî‟nin mektupları ve oğlu Sultan Veled‟in Ģiirleridir. Peacock‟a göre Mevlevîlik üzerine yapılan çalıĢmaların fazlalığına rağmen bu tarikatın Selçuklu siyaseti üzerindeki etkilerine derinlemesine temas edilmemiĢtir. Selçuklu tarihi üzerine yazdıkları “Ģaheserlerinde” Osman Turan ve Claude Cahen, bu 318 A.g.m.,s. 280. A.g.m., s. 280-281. 320 A.g.m., s. 281-284. 321 A.g.m., s. 285. 322 “Moğol Anadolusu‟nda Sufîler ve Selçuklu Sarayı: Celâleddîn Rûmî ve Sultan Veled‟in Eserlerinde Siyaset ve Hamilik”, Anadolu Selçukluları, Ortaçağ Ortadoğusu’nda Saray ve Toplum, ed. A.C.S. Peacock-Sara Nur Yıldız, çev. A. Sait Aykut, Ġstanbul 2017, s. 162-177. 319 88 konuya birkaç cümleyle temas etmiĢlerdir. Bu yüzden konu müstakil çalıĢmaları gerektirecek kadar bakir bir meseledir.323 Bu iki eserin özellikle tercih edilmesinin sebebi, Peacock‟a göre, Ahmed Eflakî‟nin Menâkıbü’l-Ârifin‟ine göre bu meseleleri daha gerçekçi bir zeminde sunmalarıdır. Peacock, Türkiye Selçuklu elitleri, devlet adamları ile sufilerin münasebetlerininin oldukça karıĢık mahiyetine dikkat çekerek konuya giriĢi yapar. Çünkü durum ne Eflakî‟nin resmettiği gibiydi ne de diğer kaynakların naklettiği gibiydi. AraĢtırmacı, Selçuklu devlet ricali ile Mevlevîlerin münasebetlerini ortaya koymak için öncelikle Celâleddin Rûmî‟nin mektuplarını ele alır. Çünkü, mektuplar, diğer kaynaklara nazaran bu konuya dair daha güvenilir ve fazla malumatı ihtiva etmektedir. Buna mukabil mektupların büyük bir kısmında tarih bulunmaması baĢlıca bir problemdir. Ġçeriklerinden hareketle bu mektupların 1240‟ların sonlarından 1273 yılına kadar yazıldığını ileri sürmek mümkündür. Ayrıca muhatabın kim olduğuna dair kesin bir isim verilmediği için mektupların kimlere yazıldıklarını tespit etmek de sıkıntılıdır. Mektupların önemli bir kısmı Pervane‟ye gönderilmiĢtir. Bunun yanında sultanlara gönderilmiĢ olanları da mevcuttur. Bunların yanında Fahreddin Ali Sâhib Ata, Emînüddîn Mikail ve Sirâceddîn Urmevî de Rûmî‟nin mektup yazdığı önemli devlet görevlileridir. Peacock‟un tespitlerine göre özellikle Pervane‟ye yazılan mektupların büyük bir kısmında Celâleddin-i Rûmî, müntesiplerinin durumlarının iyileĢtirilmesi için özel taleplerde bulunmuĢtur. Bu durumda araĢtırmacı Ģu tespiti yapar: “Rûmî mektuplarında kendisini defalarca Ģefaatçi olarak ifade etmiĢ (Ģâfi), bulunduğu pozisyonu kullanarak yakınları ve takipçileri için dünyevî avantajlar sağlamaya çalıĢmıĢtır”324. Peacock, Rûmî‟nin devlet ricali ile bu yöndeki irtibatına dair baĢka misaller de verir. Mevlânâ‟ya mürit olmayı ise tamamen bir çıkar iliĢkisine bağlar ve Ģunları ileri sürer: “Bu mektuplar, Rûmî ve halkasındakilerin korunma, para ve istihdam için elit siyasi 323 324 “Moğol Anadolusu‟nda Sufîler ve Selçuklu Sarayı: Celâleddîn Rûmî ve Sultan Veled‟in Eserlerinde Siyaset ve Hamilik”, s. 164. Peacock‟un iddialarının aksine son yapılan çalıĢmalarda bu konu üzerinde durulmaya baĢlanmıĢtır. Meselâ bk. Mustafa Topatan, Mevleviliğin TeĢekkül Dönemi, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ġstanbul 2013. Celâleddin Rûmî‟nin mektuplarının da kullanılarak Hz. Mevlana‟nın Selçuklu devlet adamlarıyla münasebetlerini ele alan bir çalıĢma için bk. Mehmet Ali Hacıgökmen, “Mevlâna Celaleddin-i Rumî‟nin Selçuklu Sultanları Ġle ĠliĢkileri”, Türkiyat AraĢtırmaları Dergisi, 36 (2014) s. 115-135. “Moğol Anadolusu‟nda Sufîler ve Selçuklu Sarayı: Celâleddîn Rûmî ve Sultan Veled‟in Eserlerinde Siyaset ve Hamilik”, s. 168. 89 tabakaya dayandıklarını göstermektedir. Rûmî ile beraberlik, müritleri için, manevi faydalar yanında açıkçası vergi muafiyeti ve sarayda uygun pozisyon gibi dünyevi kazanımlar da sağlamaktadır.”325 Mektuplardan hareketle böylesine genel-geçer bir neticeye ulaĢmak, malzemenin mahiyetine ve iĢlevine ters gibi durmaktadır. Nitekim mektupların büyük bir kısmının yazılma amacı bu tür iĢlerin halledilmesi içindir ama bütün bir tarikat müntesibini bu çerçevenin içine yerleĢtirmek için yeterli bir delil teĢkil etmez.326 Peacock, Mevlevîlik konusunda ciddi bir tartıĢma konusu olan Moğollarla münasebetine de mektuplar üzerinden temas eder. Abdülbaki Gölpınarlı‟nın Rûmî‟ye ait bazı Ģiirlerden hareketle yaptığı yorumları “sûfî insanın bu dünyanın iĢleriyle ilgilenmediği” tarzındaki yorumlara yakın bulur ve Rûmî‟nin mektuplarından bunun tam tersi bir durumun müĢahede edildiğini savunur. Zira mektuplarda ve diğer eserlerinde Moğol zulmünden muzdarip olduğunu dile getiren Mevlânâ, buna karĢılık yardım istemektedir. Peacock, Mevlânâ‟nın mektuplarından Mevlevîlerin diğer tarikat müntesipleriyle ve bazı devlet ricaliyle zaman zaman anlaĢmazlık yaĢadıklarını da tespit etmiĢtir. AraĢtırmacı, Mevlânâ‟nın mektuplarından hareketle, “Rûmî‟nin bir himaye sisteminin merkezî noktası olduğunu”, bu durumun baĢka tarikatlarda da görüldüğünü ve Celâleddin-i Rûmî‟nin bu geleneğin içinde değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaĢmıĢtır. Buna mukabil Peacock‟un bu tespitlerinin, yukarıda da ifade ettiğimiz üzere, mektupların nasıl anlaĢılması gerektiğiyle ilgili temel bir yanlıĢtan kaynaklandığı 325 326 A.g.m., s. 170. Peacock‟un genel-geçer tezleri, yazarın makalesini konu alan bir tanıtım yazısında pervasız bir mahiyete bürünür. Peacock‟un çalıĢmalarını “ her daim çalkantıya sebep olur” gibi bir önkabulle adeta kutsayan tanıtım yazısının sahibi George Lane, Ģöyle yazar: “Peacock‟un bu koleksiyona katkısı tipik olduğu üzere tartıĢmalıdır ama aynı zamanda sadece kesin olanı belirtiyor gibi görünür. Ticaretin dünyevi dünyasından, nüfuz ticaretinden ve at satıcılığından uzak duran mübarek figürler olarak sufi efendilerin alıĢıldık tasvirine meydan okur ve politik efendiler ve muasırları gibi aç gözlü, entrikacı, kurnaz ve dünyalık olarak Celaleddin Rumî ve onun oğlu Sultan Veled gibi mevki sahibi kiĢilerin somut kanıtını sunar. Sufi efendiler bağıĢçılarından para, güç, toprak ve nüfuz istediler ve sahip oldukları tek Ģeyi -dualarını ve kutsamalarını ve destekçilerinin dualarını- sattılar. Politik veya sosyal tarihçiler tarafından Ģimdiyedek özellikle yakından incelenmemiĢ iki metne dikkat çeker: Rumi‟nin mektupları ve onun oğlu Sultan Veled‟in Ģiirleri. Peacock‟un seçilmiĢ alıntıları utanç verici Ģekilde pervasızdır…” (Journal of the Royal Asiatic Society, (Aralık 2013), s. 1-5. George Malagaris (Journal of Islamic Studies, 4 (Aralık 2015), s. 1-2), Konrad Hirschler (The Mediaeval Journal, 3/2 (2013), s. 178-80) ve Rudi Paul Lindner (The Middle East Book Review, 4 (2013), s. 153–207) tarafından kaleme alınan tanıtım yazılarındaki Peacock‟un makalesine dair yazılanlar daha makul değerlendirmeler ihtiva eder. 90 kanaatindeyiz. Zira bu mektuplar, Hz. Mevlânâ gibi çok yönlü bir mutasavvıfın tavrını tespit etmek için yeterli değildir. Peacock, aslında eleĢtirdiği diğer uzmanların durumuna, ters düĢmektedir. Çünkü, diğer araĢtırmacılar mektuplardaki iktidar iliĢkilerini büyük oranda temas etmezken, Peacock da diğer eserlerdeki Mevlânâ‟yı görmemezlikten gelmektedir. Peacock, Hz. Mevlânâ‟nın “seçkinlerin himayesini temin etme çabalarının” oğlu Sultan Veled tarafından da devam ettirildiğini, Sultan Veled‟in de Selçuklu devlet ricali ile yakın temas içinde bulunduğunu ve onlara Ģiirler kaleme aldığını ileri sürer. ġiirlerin bir kısmı Moğol idarecilerine hitaben kaleme alındığından Veled‟in Moğollarla da yakın temas halinde olduğunu savunur.327 Türkiye Selçukluları Siyasi Tarihi A.1 Gürcistan Krallığı ile Münasebetler Peacock, Türkiye Selçuklularının siyasi münasebetlerini de inceleme konuları arasına dahil etmiĢtir. XII.-XIII. yüzyıllar Türkiye Selçukluları-Gürcistan Krallığı münasebetleriyle ilgili müstakil bir makale kaleme almıĢtır.328 Makalenin amacını giriĢte Ģöyle izah eder: “Bu makalede Gürcistan Krallığı ile Anadolu Müslümanlarının XII. yüzyıldan XIII. yüzyıl ortalarındaki Moğol istilasına kadar olan dönemdeki siyasi ve askeri iliĢkileri incelenmektedir. Gürcistan'ın XII. yüzyıl boyunca süregelen yayılımı ve Anadolu'nun Müslüman yöneticileri ile kendilerini koruma sözü karĢılığı yapılan evlilik anlaĢmaları Gürcistan‟ı, Mardin'deki Artuklular gibi sınır paylaĢımı dahi olmayan uzak yönetimlerle bile anlaĢmazlığa sürüklemiĢtir. Bu arada XII. ve XIII. yüzyılın büyük bir diliminde Erzurum Gürcistan'ın hükümdarlığını kabul etmiĢ gibi görünmektedir. XIII. yüzyılda ortaya çıkan Moğol tehdidi Selçuklu- Gürcistan ittifakını zorunlu kılmıĢ ve bu dönemde Selçuklu ordusunun önemli bir bölümünü Gürcü askerler oluĢturmuĢtur. Bu ittifak Selçuklu sultanı ile Gürcistan hanedanı Bagratidlerin bir üyesinin evlenmesi ile garanti altına alınmıĢtır. Bagratlı hanedanı ile kurulan bu iliĢkinin Selçuklulara itibar kazandırdığı anlaĢılmaktadır.” 329 Peacock‟a göre Türkiye Selçukluları ile Gürcistan Krallığı‟nın münasebetlerini anlamak aynı zamanda “Moğol istilaları arefesindeki Ortadoğu tarihini anlamak” için de büyük önemi haizdir. Bu önemine mukabil özellikle Türkiye‟de bu konunun, kaynak diline vakıf olma noktasındaki eksiklikler sebebiyle, yeterince ele alınmadığını belirtir. 327 328 329 “Moğol Anadolusu‟nda Sufîler ve Selçuklu Sarayı: Celâleddîn Rûmî ve Sultan Veled‟in Eserlerinde Siyaset ve Hamilik”, s. 173-176. “Georgia and the Anatolian Turks in the 12th and 13th Centuries”, Anatolian Studies, 56 (2006), s. 127-146. A.g.m., s. 127. 91 Yalnızca Shengelia‟nın çalıĢmasının bahsi geçen konuyu ayrıntılı bir Ģekilde ele aldığını ancak onun da Arapça kaynakları yetkin bir Ģekilde kullanamadığını kaydeder.330 Gürcülerin, Arap fetihleriyle ilk olarak VII. yüzyılda karĢılaĢtıklarını, Tiflis‟in bu dönemde iĢgal edildiğini, buna rağmen Gürcistan‟ın geri kalan büyük kısmının prenslerin kontrolünde kaldığını ve XI. yüzyılda prenslerin Bagratid hanedanı etrafında birleĢtiklerini yazar. XI. yüzyıl aynı zamanda göçebe hayat için uygun yaĢam Ģartları sunması sebebiyle Türkmen akınlarına da tanık olmaya baĢlamıĢtı.XI. yüzyıl ile XII. yüzyıl arasında Türkmenler ile Gürcü prensliği arasında göreceli bir sükunet hakim oldu. Peacock, XII. yüzyılda Türkiye Selçukluları ile Gürcü Krallığı arasındaki münasebetlere dair çok az veri olduğunu kaydeder. XIII. yüzyıldan itibaren ise doğrudan olmamak üzere münasebetlerin baĢladığını ve bu manada Samsun, Sinop‟un fethedilmesi ve Karadeniz ticaretinde Türkiye Selçuklularının da söz sahibi olmaya baĢlaması üzerine Gürcü Krallığı ile münasebetler daha yoğun bir Ģekilde baĢlamıĢtır.331 XIII. yüzyılın ilk 30 yılında ortaya çıkan Moğol tehlikesi beraberinde siyasi dengeleri alt üst etti ve diplomatik münasebetleri yeni geliĢmelere vesile oldu. Türkiye Selçukluları ile Gürcü Krallığı da yakınlaĢmaya baĢlamıĢtır. Moğol tehdidinin de teĢvikiyle bu dönemde Gürcü Prensesi Tamar ile Gıyaseddin II. Keyhusrev evlenmiĢtir. Peacock, 1231-1232 öncesinde Selçuklu-Gürcü münasebetlerine dair yazılı kaynaklarda fazla bilgi bulunmadığını, buna mukabil bu boĢluğun nümizmatik ve mimari veriler sayesinde doldurulabileceğini belirtir. Bunun için öncelikle nümizmatik verileri değerlendirir: “… nümizmatik kanıt bağların kaynakların söylediğinden daha yakın olduğunu besbelli ifade eder. Selçuklu gümüĢ parası zaten Gürcistan dahil Kafkasya‟da geniĢ çapta dolaĢırken Gürcü bakırı Selçuklu madeni paralarında kullanılmıĢ gibi görünüyor. Bir ilim adamının belirttiğine göre „hem metal hem de dolaĢım alanı açısından iki tedavüldeki para da karĢılıksız övgü niteliğindedir ve muhtemelen aynı para sisteminin parçasıdırlar.” 332 XIII. yüzyılda Moğol tehlikesi sebebiyle kurulan Türkiye Selçukluları-Gürcü Krallığı ittifakı Peacock‟a göre Gürcü Krallığı‟na Moğol tehlikesini bertaraf etme adına fazla faydalı olmamıĢ gibidir. Buna mukabil bu ittifak Selçuklulara birkaç açıdan fayda sağlamıĢtır. Bunların baĢında da Gürcü soylularının Selçuklu ordusunda “peser-i Gürcü” (Zahîrü’d-devle lâkabına sahip Gürcü oğlan veya Gürcü‟nün oğlu)‟lerin hizmet 330 A.g.m., s. 128 A.g.m.,s. 128-137. 332 A.g.m., s. 140. 331 92 vermeye baĢlaması gelir. Nitekim bu “peser-i Gürcü”ler 1240 civarındaki Baba Resul isyanında, asileri cezalandırmak üzere Selçuklu ordusunda hizmet ettiler. Yine bunlardan biri 1243‟teki Kösedağ Muharebesi‟nde Selçuklu ordusunda general rütbesinde hizmet verdi. Peacock, Gürcülerin Selçuklu ordusunda hizmet vermelerinin aslında normal bir uygulama olduğunu da kaydeder. Zira Selçuklu ordusunda baĢka milletlerden askerler de hizmet vermekteydi. Bununla ilgili Ģunları kaydeder: “Gürcü soylulara iktaların pay edilmesi ile bu soylular Selçuklu askeriyesine katılmaları baĢladı. Bunların en bilineni Ģüphesiz bir piser-i Gürcî idi (Gürcü oğlu veya Gürcü‟nün oğlu), Zahîrü’d-devle lâkabına sahipti (bazem muhtemelen yanlıĢlıkla Zahîrü’d-din olarak da verilir). 1240 civarında sultana karĢı Baba Resul isyanını bastırmak için gönderilen Selçuklu ordusunun bir müfrezesini bu piser-i Gürci komuta etti. Selçuklular sonunda Moğollar tarafından yenildiğinde 1243‟te Kösedağ SavaĢı‟ndaki Selçuklu generallerinden biri oydu. SavaĢta Selçuklu tarafındaki baĢka bir Gürcü kumandan, utanç verici bir Ģekilde savaĢ alanından kaçan Ahaltsihe lordu ġalva‟nın oğlu idi. Elbette Gürcüler, Selçuklu ordusundaki tek yabancı unsur değildi; Gurci (Gürcüler), Kösedağ‟da Selçuklular ile savaĢan diğer ırklar ile birlikte bahsedilir -ġami (Suriyeliler), Rumi (Rumlar), Fireng (Frenkler) ve Uci (muhtemelen Türkmen göçebeler). Bundan bile önce Frenkler, Baba Resul yenilgisinde önemli bir rol oynadı. Böylece böyle milletlerin kullanımı hakkındaözellikle istisna hiçbirĢey yoktu- vebunlar muhtemelen ücretli askerlerdi ilave olarak köle birlikler (gulam) sıklıkla Kıpçak kökenli idi. Selçuklu tarafında Gürcü birliklerin bulunuĢu, Gürcistan ve Selçuklular arasındaki özel bir iliĢkiyi belirtmez çünkü çok sayıda Gürcü Moğollar için savaĢtı. Muhtemelen paralı askerler dinlerini muhafaza etti.” 333 Peacock, Selçuklu-Gürcü münasebetleri minvalinde Tamar/Gürcü Hatun meselesini de ele alır. Özellikle onun neden ve nasıl din değiĢtirdiğine temas eder. Yazara göre Tamar, Gürcü kaynaklarında zorla din değiĢtirdiği iddialarının aksine kendi rızasıyla din değiĢtirmiĢ olmalıdır. Nitekim daha sonra Mevlana‟nın müntesipleri arasına girmiĢtir. Bunun yanısıra Tamar‟ın kuzeni David din değiĢtirmemiĢtir. David‟in Selçuklu hizmetindeki hayatına dair Baybars el-Mansurî‟nin Zubdetü’l-Fikrah334 adlı eserine bilhassa temas eden Peacock, bu eserin mezkur konuyla ilgili tartıĢmalarda bugüne kadar ihmal edildiğini belirtir ve David ile ilgili bahsi aynen nakleder.335 Peacock, Moğol tehlikesi karĢısında XIII. yüzyılda Selçuklu-Gürcü ittifakının o dönemde nasıl görüldüğüne de Ģöyle temas eder: “Hem Müslüman hem de Hristiyan tarihçiler, yöneticileri arasındaki ittifakı kısmen utanç olarak kabul ediyor görünürler. Muhtemelen bunun en dikkate değen örneğiSelçuklu sarayındaki David Ulu‟nun 333 334 335 A.g.m., s. 141. Memluk tarihçisi Rükneddin Baybars el-Mansurî el-Hatâ‟î ed-Davâdar ve Zübdet el-fikre fî Târîh elHicre adlı eseri hakkında bk. Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, s. 176-177. “Georgia and the Anatolian Turks in the 12th and 13th Centuries”, s. 142. 93 bulunuĢundan bahsetmekte neredeyse her Müslüman tarihçinin baĢarısız oluĢudur. Oradaki Ģartlar her ne olursa olsun, onun bulunuĢuna atıf yapan tek Müslüman yazarın çok uzakta Mısır‟da yaĢaması ilgi çekicidir. Selçuklu ile alakalı tarihçiler mesela Ġbn Bibi, ondan bahsetmekten kaçındı. Aynı Ģekilde Gürcü kronikler Rusudan‟ın Selçuklu kocası hakkında neredeyse tamamen sessizdir. Ama Türkler ve Gürcüler arasındaki evlilik ittifakları için politik gerekliliğin tek sebep olmadığını arasıra kaynaklar ima eder. Bir Ģekilde iki taraf Selçuklu veya Bagratid aileleri ile evlenmekten prestij elde etmiĢ görünür…” 336 Peacock, baĢka bir makalesinde ise XI-XIV. yüzyıllar arasında Kafkaslarda Müslümanlar ile Hristiyanlar, özellikle Gürcü Krallığı ile olan dini ve kültürel münasebetleri ele alır.337 Bu makalede temel olarak Gürcü Krallığı‟na Müslümanların nasıl tesir ettiğini ele alır. Böyle bir konuyu seçmesinin sebebini Ģöyle izah eder: “Bu makalenin ilk bölümünde incelendiği üzereMüslüman kültür ve kurumları Hristiyan krallığında büyük bir etki yaptı. Buna karĢılık Gürcistan'ın Müslüman yerlileri ve vasallarının Gürcü kültürüne ilgisi daha sınırlıydı. Gerçi tamamen yok değildi. Bu makale hem Hristiyanlıktan Ġslam‟a hem de Ġslam‟dan Hristiyanlığa Kafkasya'daki din değiĢimlerini konu edinir; iki taraftaki elit tabaka arasındaki din değiĢimlerinin genellikle politik gereklilikle teĢvik edildiğini ileri sürer.” 338 Peacock, makalesinde öncelikle Kafkasya‟nın neden önemli bir sınır olduğunu ve göçebeler için bu bölgenin neden dikkat çekici bulunduğunu izah eder. Buna göre öncelikle bölgenin ticari açıdan önemi üzerinde durur. Özellikle Kuzey Avrupa‟ya sevk edilen kürk için önemini vurgular. Ġkinci olarak Kafkasya‟nın askerî önemine değinir. Ticari ve askeri önemine rağmen Kafkasya‟nın mütemadi bir çatıĢma alanı olmadığını; bilakisMüslüman yerleĢmesinin de yoğun olduğu bir bölge olduğunu kaydeder. XI, XIII. ve XIV. yüzyıllarda yoğun Türkmen göçlerine Ģahitlik eden bölgenin kültürel temas noktası olduğu üzerinde durur. Peacock, Türkmen “istilacıların” zorla Gürcüleri din değiĢtirmeye zorlamadıklarını yazar ama bunun gerekçesi olarak Ģunları belirtir: “Ġstilacılar muhtemelen zorla din değiĢtirmeye ilgili değillerdi. Selçuklu zamanlarında varan istilacılar, kendileri daha yeni Ġslam‟a geçmiĢlerdi ve bu dini pek önemsemiyorlardı; gerçi Moğollar baĢlangıçta Müslüman değillerdi, ancak XIII. yüzyılın ikinci yarısında din değiĢtirdiler. Aslında hem Selçuklular hem de Moğollar bozkır yanısıraĠran devletinin Ġran ve Ġslam geleneklerinin varisleri idiler ve kültürlerindeki göçebe ve Ġslam unsurlarını ve böylece iletiĢime geçtikleri insanlar üzerindeki etkilerini ayırmak her zaman mümkün değildi.” 339 336 “Georgia and the Anatolian Turks in the 12th and 13th Centuries”, s. 143. “Identity, Culture and Religion on Medieval Islam‟s Caucasian Frontier”, Bulletin of the Royal Institute for Inter-Faith Studies, 13 (2011), s. 69-90. 338 A.g.m., s. 69. 339 A.g.m., s. 72. 337 94 Peacock‟un bu tezlerine katılmak pek mümkün değildir. Çünkü Türk tarihinin neredeyse hiçbir döneminde zorla bir din değiĢtirme sdair bir bilgi bulunmaz. Bu yüzden Gürcülere böyle davranılması Türkmenlerin yeni Müslüman olmalarıyla izah edilecek bir mesele olamaz. Peacock, Gürcü prensliklerinin Müslümanlarla karĢılaĢmalarından oldukça etkilendiklerini belirtir ve Ģunları kaydeder: “Gürcistan, Ġslam dünyası ile karĢılaĢmasından son derece etkilendi.Gücü, Müslüman komĢularından aldığı yapılar ve kurumlara dayanıyordu. Yönetim Ġslami kökenli makamlardı, sadece adları Arapça‟dan Gürcüce‟ye değiĢtirilmiĢti. Mesela vezir, amiri ejibi veya amirt-amirani gibi. Ordusu özellikle Arap birlikler içeriyordu ve Müslüman olanlar gibi köle askerlerden kraliyet muhafızlarına dayanıyordu.Gürcü sarayında diplomatik dil olarak Arapça kullanılıyordu ve Farsça da orada olmuĢ olabilir çünkü bir Gürcü kralı övgüsünde Müslüman bir Ģairin Farsça dizelerini buluruz. Bu durum istisna değildir; Fatimilerinkini model alan bilhassa kraliyet divanı yani yönetim mekanizması Norman yönetimi altındaki Ġslami kurumların önemli rol oynamaya devam ettiği Sicilya‟nınkini muhtemelen oldukça fazla hatırlatıyordu. Ama bu, sadece yönetim uygulamalarının devamlılığını yansıtır. Halbuki Gürcistan‟da böyle Ġslami kurumlar ülke Arap yönetimi altındayken bile asla olmadı çünkü Gürcistan‟ın büyük kısmı Arminiya Abbasi ilinin uzak ve arka kısmında oldu. Daha ziyade bu kurumlar yöneticileri tarafından bilinçli olarak Gürcistan‟agetirtildi. Kral David AğmaĢenebeli saltanatı sırasında baĢlamıĢ gibi görünen bir süreçtir; bunun dıĢında Kral David Türkler üzerine zaferleri ile bilinir. Ama Ġslam dünyasının etkisi, savaĢ ve devlet kurumları ötesinde Gürcü yaĢamına ulaĢtı.” 340 Peacock, Ġslami kültürün Gürcü elitleri arasında nasıl tesir ettiğine dair verileri Kartlis Tskhovreba olarak bilinen Gürcü kronik külliyatından biraraya getirir. Bunun temel sebebi zikredilen külliyatın bu dönem için en önemli yazılı kaynakları oluĢturmasıdır ve bunların da daha çok elit kesimin dünyasını anlatmasıdır. Gürcü elitlerinin Ġslâmî kültürden etkilendiklerine dair ilk veriler isimlerden çıkarılmıĢtır. Peacock, mezkur kaynaklara dayanarak elitlerin Arapça isimler kullanmaya baĢladıklarını tespit etmiĢtir. Meselâ Gürcü elitleri arasında Ebu Leys, Fahruddevle, Hasan ve Celal yaygın kullanılan isimlerdi. AraĢtırmacı bu durumun aslında yeni bir geliĢme olmadığını zira Arap fetihleriyle birlikte Ermeniler arasında da Arapça isimlerin yayılmaya baĢladığını kaydeder. Ayrıca Peacock, Gürcü elitleri arasında yalnızca Arapça isimler değil Türkçe ve Moğolca isimlerin de görüldüğünü yazar.341 Peacock‟a göre Gürcü elitlerin Ġslamî kültürle temas etmelerini sağlayan ikinci alan ise evlilik bağlarıydı. Bu açıdan Gürcü elitlerinin Türkiye Selçukluları, Ġlhanlılar, 340 341 A.g.m., s. 73. A.g.m., s. 74. 95 Ġldenizliler gibi hanedanlarla evlilik bağları tesis ettiklerini; bunun bir sonucu olarak elitler arasında çok evliliğin yayıldığını yazar.342 Peacock‟a göre, atabeg makamının giriĢinin de Gürcistan‟da Ġslamî kültürün yayılmasında etkili olmuĢtur. Her ne kadar bunun Fars mı yoksa Türk kültüründen mi geldiğinin tartıĢmalı olduğuna temas etse de, Peacock bu meseleyle fazla meĢgul olmaz. Onun için esas olan bu makamın Ġslâmi kültürün naklinde nasıl bir rol oynadığıdır.343 Nümizmatik verilerin de Ġslamî kültür etkisini ortaya koymak adına önemli bilgiler sağladığını kaydeden Peacock, Gürcü hükümdarlar tarafından birçok Arapça para basıldığını yazar. Her ne kadar Arapça Ortadoğu‟nun diplomatik dili kabul edilse de paraların devlet kimliğinin halka dönük bir ifadesi olması sebebiyle kültürel bir etkileĢiminin yolunu açtığı kanaatindedir. Bu hususta Ģunları kaydeder: “Modern öncesi devlet kimliğinin en halka dönük ifadesi olan madeni parada da Ġslamî etkiler bulunabilir. Gürcü hükümdarlar tarafından çok sayıda Arapça madeni para basıldı; gerçibu basitçe Orta Doğu'nun baĢlıca diplomatik dilinin Arapça olduğu gerçeğinin bir yansıması olabilir. Yine de Gürcistan'ın Trabzon ve Bizans Ġmparatorlukları ile yakınlığı ve geleneksel bağlarına rağmen Rumca yerine Arapça'nın çok sayıda madeni parada tercih edilmesi doğru ülkenin yöneldiğini gösterir. Bu paralar Gürcü yöneticilere uygun Hristiyan unvanları Arapça olarak verir. Mesela Husam el-Mesih. BaĢka yerde Gürcü hükümdarlar Müslüman yöneticiler için geleneksel olarak muhafaza edilen sıfatları almaktan memnundu. Bunun en meĢhur örneği, Ġran unvanı ĢahinĢah adını kullanmanınyanı sıra hak talebinde bulunduğu ġirvanbölgesinin Müslüman yöneticisinin sıfatı ĢirvanĢah adını kendisine takan Kraliçe Tamartarafından benimsenen unvanlardı.” 344 Peacock, Ġslamî masalların Gürcü elitleri arasında yaygın bir talep bulmasının da kültürel etkileĢimin varlığına delil teĢkil ettiği kanaatindedir. Özellikle aĢk hikâyelerine büyük rağbet gösterildiğini tespit eden araĢtırmacı, bunun önemli bir veri olduğunu düĢünmektedir.345 Gürcü elitleri arasında Ġslamî kültür unsurlarının yaygın bir Ģekilde görülmesine dair Peacock genel olarak Ģu değerlendirmede bulunur: “Böyle kültürel etkiler muhtemelen bir din olarak Ġslam ile alakalı görülmedi. Daha ziyade Gürcistan ve Sicilya‟da dikkat etmeleri, yöneticilerin ve soyluların kendilerini entellektüellik ile alakalı göstermek istedikleri bölgenin en prestijli saray kültürünü temsil ettikleri gerçeğinden kaynaklanmıĢ olmalı. Oleg Grabar‟ın, Bizans‟taki durumunda ele aldığı gibi Ġslami etkilere böyle açık olmak politik 342 A.g.m., s. 74-75. A.g.m., s. 75-76. 344 A.g.m., s. 76. 345 A.g.m., s. 76. 343 96 olarak güçlü bir konumun sağlayabileceği bir lüks idi. Aynı biçimde kültürlerinin birçok unsurunu benimseme güvenini veren Müslüman komĢularını tehdit etmek ve geniĢlemek Georgia‟nın yeteneğiydi. Müslümanlar baĢlıca Ģehirleri yönetirken Gürcü prensler uzak ve yoksul toprakları yönetirken daha önceki zamanlarda olmayan bir güvendi. Yine de sadece Kafkasyalı elit tabakanın dikkatini çeken Orta doğunun prestijli saraylarının FarslaĢmıĢ Ġslam kültürünü değil aynı zamanda Türkçe isimler ve evlilik geleneğini almaları ile gösterildiği üzere -kaynaklarda çok fazla hakaret edilmiĢ- Türk-Moğol göçebelerinkini de almaları ĢaĢırtıcıdır. Bunun tam bir çalıĢması baĢka bir fırsatı beklemelidir ama diğer kültürler ile benzerlikler olduğunu belirtmek yeterlidir. Hem Ortaçağ Macaristan hem de Mısır‟daki Memlûk Devleti‟nde göçebe gelenekler yerleĢik nüfus tarafından benimsendi.” 346 Peacock, Gürcü elitler arasında Ġslamî kültüre ciddi bir rağbet gösterilmesine rağmen Gürcü Krallığı sınırları dahilindeki Müslümanlar arasında ise buna benzer bir etkileĢimden söz etmenin pek mümkün olmadığını ileri sürer. “Böylece politik gereklilikle bu Müslümansınır birliklerinin birinci derece “GürcüleĢmesi”ile sonuçlandığı yerler Erzurum ve ġirvan gibi birkaç istisna ile Gürcülerin Ġslam kültürüne ilgisi Gürcü Müslüman teba ve komĢular tarafındankarĢılık bulmadı. Tam tersine Gürcistan'daki Müslümanlar inançlarını vekonumlarını muhafaza ettiler. Genel olarak David‟in Müslüman ayrıcalıklarını garanti altına alıĢının netleĢtirdiği üzere Tiflis‟te bileayrı yaĢam tarzını muhafaza eden Hristiyan ve Müslüman nüfus arasında çok az asimilasyon olduğu görülür ve Anevî gibi Ģahıslar muhtemelen çok nadirdi. Farklı kültürlere asimile olmak farklı dinlerin ve ırkların üyelerinin birlikte yaĢaması ile değil din değiĢtirme ile oldu.” 347 Peacock, son olarak Kafkasya‟da Hristiyan ve Yahudilerin Müslüman, Müslümanların da Hristiyan olmalarını ele alır. Bu manada Ģöyle bir giriĢ yapar: “Ortadoğu tarihinde din değiĢtirme meselesi genellikle Hristiyanların ve Yahudilerin Ġslam'a hangi Ģartlar altında ve ne kadar hızla girdikleri etrafında döner. Lakin Kafkasya'da Ġslam hiçbir zaman tek hakim din olmadı. Bu yüzden mesele daha karmaĢıktır; sadece Hristiyanların Ġslam dinine giriĢi olgusuna sahip değiliz. Müslümanların Hristiyanlığa geçiĢine dair iyi belgelenmiĢ örnekler de var. Gerçi bazen bu din değiĢtirmeler inançlardaki gerçek bir değiĢiklikle teĢvik edilmiĢ olabilir, günümüze detayları ulaĢan çok sayıdaki din değiĢtirme politik gerekliliklerle teĢvik edilmiĢ gibi görülür. Özellikle evlilik ittifakları sıklıkla bir tarafın din değiĢtirmesini gerektirdi. ”348 Gürcülerin Ġslama giriĢinin Timur‟un ve daha sonra da Osmanlıların bu bölgeye geliĢine kadar oldukça az olduğunu; belirtilen dönemlerden itibaren ĠslamlaĢmanın 346 A.g.m., s. 77. A.g.m., s. 80. 348 A.g.m., s. 81. 347 97 arttığını ileri sürer. Müslümanların Hristiyan olmasının da oldukça az görülen bir durum olduğunu kaydeder.349 Peacock, kültürel etkileĢim hususunda sonuç olarak Ģunları kaydeder: “Sınırlar çok nadiren sert ve geçilmez oldu ve milletler asla tam bir izolasyon içinde bulunmadı.Bu bölümün baĢında belirttiğim gibi Kafkasya sınır toplumunu Ģekillendiren kültürel iletiĢimin çoğu, diğer Hristiyan-Müslüman sınır bölgelerinde benzer Ģekillerde bir ölçüde bulunabilir. Ama Gürcülerin Müslüman etkilerineaçık oluĢu sadece onlar politik olarak güçlü oldukları dönemde geldi. Gürcistan, Ġlhanlılara bağlı iken XIII. ve XIV. asırda Moğol Ġmparatorluğu altında Türk-Moğol isim ve alıĢkanlıkların benimsenmesi ile bunun çeliĢtiği belirtilebilir. Ama Türk-Moğol isimlerinin kullanımı bundan daha önce baĢladı. Mesela Ağbuğa, Moğol etkisi baĢlamadan önce Mhargrzelis arasında görüldü ve besbelli Türk ismi olan Egarslan adını taĢıyan bir Gürcü, Moğol fethinden hemensonra kısa süreliğine Gürcistan‟ı yönetti. Dahası Gürcistan, Ġlhanlı tarafından politik olarak bölünmüĢ olsa da çoğu diğer topraktan çok daha fazla istenilen birkonuma sahipti; çok sayıda Gürcü lorduna Moğollar tarafından geniĢ topraklar bağıĢlandı ve Kral Giorgi Brtsqinvale‟nin ülkeyi tekrar birleĢtirebilmesi ve XIV. asrın baĢında kısa süreli olsa da yeni bir barıĢ ve zenginlik çağı baĢlatması güçlü Moğol Emiri Çoban ile dostluğu sayesindeydi…. Ama yabancı kültür etkisine bu açık oluĢun ziyadesiyle tek taraflı olduğu aĢikardır ve Ortaçağ Kafkasya meselesi sınırdaki toplumların iç bölgelerdekinden daha fazla birbirine benzemeye meyyal olduğu fikrine karĢı çıkar. XII. ve XIII. yüzyılda bölgedeki güçlü konumuna rağmen Kafkas Müslüman nüfusunun Gürcü kültürüne ilgi duyduğu veya beğeni hissettiğine dair pek az delil vardır. Erzurum gibi bir Müslüman toplum üzerinde Gürcü etkisinin olduğubirkaç durum, Müslüman tarafta Gürcü kültürel etkilere açık oluĢtan ziyade Gürcülerin politik gücü ile açıklanabilir. Genel olarak Müslümanlar ve Gürcüler farklı kimliklerini korudular. Diğer toplumlara asimile olan bir kaç birey din değiĢtirenlerdi, kendi esas topluluklarında artık hoĢ karĢılanmayan bundan dıĢlanmıĢ insanlardı.” 350 A.2 Ermenilere Dair Bilgilerin Kaynakları Peacock, Müslüman-gayrimüslim münasebetleri bağlamında Türkiye Selçukluları devri kaynaklarında Ermeniler ile ilgili ne tür bilgiler verildiğini de incelemiĢtir351. Müslümanlar tarafından kaleme alınan muhtelif eserlerde bu konuya dair bilgiler bulunduğunu, buna mukabil bunların ayrıntılı bilgiler vermediklerini, ayrıntılı bilgilerin Hristiyan müelliflerin kaleme aldıkları eserlerde bulunduğunu ileri sürer. Bu konuda ilk defa Fuat Köprülü tarafından tanıtılan fakat sonraki araĢtırmacılar 349 A.g.m., s. 81-83. A.g.m., s. 83-84. 351 A.C.S. Peacock, “An Interfaith Polemic of Medieval Anatolia: Qādī Burhān al-Dīn al-Anawī on the Armenians and their Heresies”, Islam and Christianity in Medieval Anatolia, ed. A.C.S. PeacockBruno De Nicola-Sara Nur Yıldız, 2015, s. 233-261. 350 98 tarafından fazla bir ilgiye mazhar olmadığına temas ettiği Kadı Burhaneddin Ebu Nasr el-Anevî‟nin Enîsü’l-Kulûb‟unun müstesna bir yerinin olduğunu belirtir.352 Kadı Burhaneddin Ebu Nasr el-Anevî‟nin Enîsü’l-Kulûb‟u konusunda Peacock, önce tek nüshası Süleymaniye Kütüphanesi‟ndeki yazmasından hareketle müellif hakkında bilgi verir. Daha sonra ise eserin muhtevasını özetler. 1250 ile 1350 yılları arasındaki bir dönemde yazılmıĢ olduğunu tahmin ettiği bu eserle ilgili Peacock Ģunları kaydeder: “Böylelikle bu yüksek tirajlı bir medrese metni değildi bu çalıĢma bir kraliyet patronuna ithaf edilmiĢti, yazar kadı olarak atanarak ödüllendirildi ve saray yazından metinleri ile tipik olarak iliĢkilendireceğimiz sınırlı bir dolaĢım alanına nail oldu…”. Eserin önemli görülmesinin sebebi olarak da Ģunları kaydeder: “Bir sultan efendinin Enîsü’l-Kulûb temasına neden ilgi duyacağının sebeplerine gelince, sultana rehberi olarak hizmet edeceği dıĢındaki genel ifadenin ötesinde hiçbir önemli gerekçe verilmez. Sultana atfedilmeden uzun süre önce bu çalıĢmanın taslak halinde var olduğuna ileri sürerek 562/1166-67‟de 24 yaĢında baĢladığı çalıĢmayı tamamlamasının 46 yılını aldığını aslında Anevî belirtir. Lakin bazen Anevî sultan efendiyi daha önceki peygamberler ve kutsal kiĢiler ile iliĢkilendirir. Sultan Ġzzeddin Keykavus‟un görünüĢü „Ali‟nin oğlu gibidir, davranıĢı Muhammed gibidir‟. Ġsrailiyye (eski Ġsrail peygamberlerinin hikayelerin)‟deki Selçuklu ilgisi için daha yaygın bir sebep onların kendi soyları olabilir: Ailenin Anadolu kolu KutlumuĢ ibn Arslan ibn Selçuk‟dan gelir ve Ġbn Bibi, bu Türk Ġsrailiye mirasını üstü kapalı söyler. Beni Ġsrail birden fazla Ģekilde Selçuklu yöneticiler ile iliĢkilendirilebilir…” 353 Peacock, Anevî‟nin eserinin Müslüman-gayrimüslim münasebetlerine dair müstesna bir yerinin olmasının sebeplerini de Ģöyle izah eder: “Aynı zamanda sülalesi, eğitimi ve hatta doğduğu Ģartlara dair giriĢ bölümünde el-Anevî‟nin verdiği dikkat çeken detay Ģudur: Müslüman Anadolunun bunca fazla literatüründe Hristiyanların neredeyse tamamen yok oluĢunun göze çarpan zıtlığı içinde Hristiyan çoğunluğun olduğu bir Ģehirde büyümenin nasıl olduğuna dair eĢsiz bir Müslüman tasviri sunar. Anevî, Ermenistan'daki Ani Ģehrinde doğduğunu bize söyler, nesebini Kürt bir anne ve Selçuklu ordusunda kumandan olan Türk bir babaya dayandığını ifade eder. BaĢından itibaren Hristiyan vatandaĢlardan pek memnun olmayan bir yazar izlenimi alırız… Anevî Alp Arslan‟ın 1064‟te Ģehri fethinden sonra Muslümanların aralarında kendi atalarının da olduğu Müslümanların Ani‟ye yerleĢmeye baĢladıklarını nakleder. Babası Türktü, annesi Kürt. Doğduğu ve büyüdüğü Ģartları detaylı olarak tarif etmeye baĢlar. Birkaç satır öncesinde net bir Ģekilde ifade edilen küfre düĢmanlığına rağmen Anevî, gençliği sırasında eski ve yeni ahidi çalıĢtığını ve millet olarak ifade ettiği diğer dini grupların dillerini okumayı ve yazmayı öğrendiğini söyler… Anevî on sekiz yaĢına ulaĢtığında Gürcü saldırısı Ģekildeki bir felaketin Ani‟yi nasıl vurduğunu tarif ederek devam 352 353 A.g.m., s. 233-234. A.g.m., s. 235-236. 99 eder. 1161‟deki Ģehrin yağmasını ima ediyor olmalı ve Anevî Gürcistan‟da esaretinin nasıl baĢladığını anlatır. Yeni Ahit‟i ve Hristiyanların yollarını bilmesi sayesinde bir kaçıĢ planlayabildi.” 354 Peacock, yukarıdaki değerlendirmelerden sonra Anevî‟nin Ermenilere dair verdiği bilgileri ele alır. Diğer Hristiyan gruplara nazaran Ermeniler aleyhinde daha ağır ifadeler kullandığını kaydeder ve Ģunları yazar: “el-Anevî‟nin öfkesinden Ermenilere yer ayrılmıĢtır, onları bütün Hristiyanların en iğrenç, en kirli ve en talihsizi olarak tarif eder. “Bu insanların cahilliklerinin tadını çıkarmalarının bir sebebi vardır” diyerek çift taraflı üç büyük folyodan daha fazla yer iĢgal eden Ermeni inançlarının yorumunu ve onlara karĢı bir tartıĢmayı baĢlatır. Müslüman literatürüne besbelli hiç de paralel olmayan uzun ve entrikacı bir bölümdür.”355 Bu tespitlerden sonra Ermeniler hakkında Anevî‟nin verdiği bilgilerin kaynaklarının neler olabileceği üzerinde ayrıntılı bir tahlil yapar. Bu incelemenin sonunda da Ģu değerlendirmede bulunur: “Biçimini ödünç alırken bu ermeni yazım geleneği için Enîsü’l-Kulûb bir karĢı saldırı olarak mı niyetlenilmiĢti? Böyle bir tez bizi spekülasyon alemine götürür ama bu metin bunun içsel tartıĢmalarına rağmen Müslümanların ermeni kültürüne dair Ģimdiye dek takdir edilenden çok daha geniĢ bir bilgi ve anlayıĢa sahip olabildiğini gösterir.”356 Türkiye Selçukluları’nın Karadeniz Politikaları Türkiye Selçukluları tarihinin önemli konularından biri de bu devletin Karadeniz politikaları, Sinop hakimiyeti ve Kırım seferidir. Konu, uluslararası ticaret ağının önemli bir güzergahı olması hasebiyle dünya tarihine etkileri bağlamında da önem arz etmektedir. Bu önemine rağmen zikredilen konu yeterince araĢtırılmamıĢtır. Bu eksikliği gidermek adına Peacock da konuya dair üç müstakil makale kaleme almıĢtır. Bu makalelerden birinde neden bu konuyu ele aldığını ve alanın meselelerini Ģöyle izah eder: “Ortaçağlarda Avrupa ve Doğuyu bağlayan bir ticaret rotası olarak Karadeniz‟in önemi, uzun zamandır fark edildi ve Türkiye‟deki Amasra‟dan Kırım‟daki Suğdak‟a kadar kıyısında bulunan ticaret imparatorluğunu korumak için inĢa edilen Ceneviz kaleleri bu güne Ģahitlik eder. Ġslam dünyasına göre Eyyübi ve Memlûk dönemlerinde (XII. yüzyıl sonundan XVI. yüzyıl baĢına kadar) köle kaynağı olarak Karadeniz bölgesinin önemi meĢhurdur ve Osmanlı ekonomisinde Karadeniz‟in rolüne kısmen dikkat çekilmiĢtir ama daha önceki dönemler için bu büyük ölçüde ihmal edildi. Bu makale, IX. ve erken dönem XIII. yüzyıl arasındaki dönemde Ġslam dünyasındaki Karadeniz‟in rolünü araĢtırarak bunu yeniden 354 A.g.m., s. 237-238. A.g.m., s. 240. 356 A.g.m., s. 252. 355 100 düzeltmek ister. Özellikle erken dönem Ortaçağda Ġslam dünyası ve Kuzeydoğu Avrupa arasında sürdürülen ciddi ölçüdeki ticaret için bir rota olarak Karadeniz‟in önemine vurgu yapacaktır.” 357 Peaocok, Karadeniz‟in ve Anadolu‟nun buraya komĢu olan Ģehirlerinin Ġslâm kaynaklarında ilk ne zaman geçtiğini izah etmekle meseleyi ele almaya baĢlar. Bu bağlamda daha IX. yüzyıldan itibaren Karadeniz adının kaynaklarda görülmeye baĢlandığını ve özellikle tarihi coğrafya kitaplarında önemli bilgilerin mevcut bulunduğunu belirtir.358 Karadeniz‟in Kuzey Avrupa mamüllerinin Ġslâm dünyasına ulaĢtırılmasında önemli bir üs olduğunu kaydeden Peacock, özellikle kürk ticareti üzerinde durur. Bu ticaretin IX. yüzyılın ilk yarısına kadar Kafkasya üzerinden yapılmasına rağmen bu yüzyılın ikinci yarısından itibaren deniz ticaretinin ağırlık kazandığını ileri sürer. Bugüne kadar kara üzerinden yapılan ticaretin çalıĢmalara konu olduğunu, buna rağmen deniz ticaretinin yeterince araĢtırılmadığını belirtir.359 Kuzey Avrupa ile Ġslâm dünyası arasındaki ticari münasebetin en canlı delilini Rusya müzelerindeki Ġslâmî sikkelerin oluĢturduğunu kaydeder ve Ģunları yazar: “Nümizmatik kanıt, Karadeniz rotasının aslında tercih edildiğini söyler. Rusya‟da bulunan Ġslami gümüĢ paraların büyük yığını (200 bin - 300 bin para) Orta Asya ve Ortadoğu ile dikkate değer ticareti doğrular. IX. yüzyılda Ġran ve Irak‟ın Abbasi topraklarından paralar, Orta Asya‟dan olanlara baskın çıkar ve Rusya ve Ukrayna‟da bulunan bu Abbasi yığınlarından çok daha fazla bir sayı, sadece bir miktar IX. yüzyıl Abbasi yığınının onaylandığı Volga‟dan ziyade Dinyeper ve Don bölgesinde bulunur. Diğer bir ifadeyle Hazar‟dan ziyade Ġslam dünyasını bağlayan ticaret rotalarına (tartıĢılan sebepler yüzünden) gömüldüler. Ürünler muhtemelen Kırım‟dan Konstantinapol‟e veya muhtemelen Trabzon‟a ve oradan Ġslam dünyasına götürüldü. Bağdat‟a Hazar rotası dikkat çekecek derecede uzun olduğu için savaĢ gibi Anadolu‟daki Ģartlar ticareti engellediğinde ancak Karadeniz için tercih edildiler.” 360 Peacock‟a göre Ġslam dünyası ile Kuzey Avrupa ticaretinde en önemli merkez Ġstanbul‟du ve ticaret büyük oranda deniz vasıtasıyla yapılmaktaydı. BaĢlıca ticaret metaı kürk olmakla birlikte, bunun yanında amber, mum, bal, kılıç, ipek, kumaĢ, 357 Andrew C.S. Peacock, “Black Sea trade and the Islamic world down to the Mongol period”, The Black Sea: Past, Present and Future, Poreceedings of the international, interdisciplinary conference Istanbul, 14-16 October 2004, ed. Gülden Erkut-Stephen Mitchell, Ġstanbul 2007, s. 65. 358 A.g.m., s. 65-66. 359 A.g.m., s. 66-67. 360 A.g.m., s. 67. 101 mücevher ve köle de önemli kalemleri teĢkil ediyordu. Nakti ekonominin ağırlıkta olmasına rağmen ayni ticaretin de varlığı bilinmektedir.361 Peacock, XI. yüzyıla gelindiğinde Karadeniz ticaretinde ciddi bir gerilemenin olduğunu, bunun sebeplerinden biri Ġslâm dünyasında görülen gümüĢ krizi olsa da, bir diğer sebebinin de Anadolu‟daki Türk hakimiyetinin tesis edilmeye baĢlanması olduğunu ileri sürer. Buna mukabil Peacock, bu krizin uzun sürmediğini Türkiye Selçukluları‟nın siyasi otoriteyi tesis ettikten sonra XII. yüzyılda ciddi bir canlanmanın görüldüğünü kaydeder. Bu canlanmada Karadeniz‟de yeni rotaların ön plana çıktığını, Suğdak‟ın önemli bir ticaret üssü hâline geldiğini zikreder. Buna dair Ģunları yazar: “Bu dönemde Karadeniz (Pontic) kıyısının herhangi bir kısmında Selçuklular mütemadi otoriteyi sağlayamadı. Ama X. yüzyıldan sonra düĢüĢe geçen Cherson (Kerson) ve XI. yüzyıl sonunda kaybolan Tmutorokan Rus limanı gibi diğer Kırım limanlarının yerine geçen bir ticaret noktası olarak Suğdak‟ın yükseliĢi ile Karadeniz‟in karĢı tarafı XII. yüzyılda önemli bir geliĢmeye Ģahitlik etti. XI. yüzyıl ortalarına kadar Suğdak, Bizans‟a haraç verdi. Ama bu dönemde nüfusunun büyük ölçüde Kıpçak Türkü olduğu söylenir ve Kırım kolonileri üzerindeki Bizans kontrolünün azalması ile Suğdak, Güney Rusya steplerinin Kıpçaklarına haraç ödemeye baĢladı, zenginliklerinin kendisine dayandığı Rus‟un ticaret rotalarını açık tutmak için bu kıpçaklara güvendiler. Suğdak‟ın ihracatları büyük ölçüde kürk ve köle içerirdi gerçi XIV. yüzyılda Konstantinapol‟e yolculuk eden Rum hacılar için popüler bir rota oldu. Rus‟a Ġslam dünyasından lüks malların götürülmesinde Ģüphesiz önemli bi rol oynadı. Suriye kadar uzaktan cam ve madeni eĢyalar Novgorod gibi Rus Ģehirlerine gitti ve Kırım limanlarından ithal edildi. Karadeniz ötesindeki bu ticaretin XII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren geliĢtiği ve büyüdüğünü arkeolojik kanıt ileri sürer. Aslında Kerson‟un düĢüĢüne rağmen Ġslam dünyasından en azından bazı ithalatların bu yol üzerinden Rus‟a gittiği görünür çünkü arkeologlar XII-XIV. yüzyıl tabakalarında Küçük Asya ve Ġran‟dan ithalatlar buldu. Böylece IX. ve X. yüzyılın büyük para yığınından yoksun olsak da; bu, kuzey ve Müslüman dünyası arasındaki Karadeniz ticaretinin XII. yüzyılda hiçbir Ģekilde ölü olmadığının kanıtıdır. Bu kanıtın her bölük pörçük mahiyeti dikkate alındığında, bu dönemin ekonomik trendlerini ileri sürmek ancak tereddütle mümkündür. Ama gümüĢ krizi ve Selçuklu istilaları yüzünden XI. yüzyılın Ġslam dünyası ile Karadeniz ticaretinin önemindebir düĢüĢe Ģahilik ettiği ama XII. yüzyılın ikinci yarısında durumun geliĢmeye baĢladığı görünür.” 362 Peacock, XII. yüzyıldaki canlanmanın XIII. yüzyılda da devam ettiğini, bunda Selçukluların kervansarayların yapılmasına ağırlık vermelerinin ve stratejik limanların fethedilmesinin tayin edici olduğunu savunur. Hem Akdeniz hem de Karadeniz‟deki 361 362 A.g.m., s. 67-68. A.g.m., s. 69. 102 önemli limanların fethinin ticari hayatı canlandırdığını, Selçukluların tek bir otorite altında bu yollara hakim olmasının da istikrar getirdiğini belirtir.363 Peacock, Selçuklu dönemi Karadeniz ticaretindeki değiĢim ve geliĢimi Sinop ile ilgili kaleme aldığı baĢka bir makalesinde364 de incelemeye devam etmiĢtir. Bu makale bir öncekinin mütemmim cüzü, bir öncekinde ele alınan meselelerin sipesifik bir liman Ģehri özelinde daha ayrıntılı değerlendirilmesidir. Bu makalede, Sinop‟un Selçuklular tarafından fethinden (1214), Candaroğullarının hakimiyetine girene kadar yaklaĢık iki yüzyıllık tarihi ele alınmıĢtır. Sinop‟un üç farklı döneminin mukayeseli olarak incelendiği bu çalıĢmanın önemini müellifi Ģöyle izah eder: “Moğol, Türkmen, Ceneviz ve Pervaneoğulları çıkarlarının yarıĢma düzeyinin, Sinop‟un geliĢmesini nasıl etkilediği hiçbir zaman araĢtırılmadı. Yakın geçmiĢe ait bir çalıĢma Ģehrin Ortaçağ tarihine dair bilgimizi büyük ölçüde geniĢletti: Sinop‟un kontrolü için Selçuklular ve Trabzon arasındaki mücadele, Müslüman yönetiminin baĢlangıcına ıĢık tutan kale taahhütlerindeki Selçuklu kitabelerine dair Rustam Shukurov (2001) ve Scott Redford‟un çalıĢması sayesinde detaylı olarak ele alınmıĢtır. Candaroğulları politik tarihi için YaĢar Yücel‟in çalıĢması (1991) önemlidir. Yine de Candaroğulları öncesi dönemdeki Sinop tarihinin doğru bir resmine sahip olmaktan çok daha uzağız ve Pervaneoğulları hanedanının rolü kısmen aĢikar değildir. Kaynakların yetersizliği, Sinop‟un Ortaçağ tarihine dair anlayıĢımızın oldukça bölük pörçük olacağı anlamına gelir. Yine de eski yazı bilgisi ve Memlûk Arapça kroniklere dair kanıttan günümüze kadar tam olarak faydalanılmadı. Bu metnin ilk kısmında mevcut literatüre bazı detaylar eklemeye ve onun kronolojik tarihini kısmen düzeltmeye müsaade eden bu yeni kaynakları kullanarak Selçuklu dönemine ve daha sonra 1322‟de Candaroğulları kuruluĢuna kadar Sinop‟un politik tarihini gözden geçireceğim. Selçuklu, Moğol ve erken dönem Candaroğulları dönemlerinde Sinop‟un sınır konumunun Ģehrin geliĢimini nasıl etkilediğine değinmeye teĢebbüs edeceğim. Bu amaçla Ģehrin kimliğinin üç önemli açısını inceleyeceğim: askeri ve savunma rolü, ekonomik önemi ve topluluklar arası dini iliĢkileri. ”365 Peacock, Sinop ile ilgili makalesinde önce doğru bir kronoloji inĢa etmeye çalıĢır. Türkiye Selçukluları‟nın 1214‟te Ģehri kuĢatmadan daha evvel hazırlıklara baĢladıklarını kaydeder. 1214‟teki fethinden sonra birkaç defa daha Bizans hakimiyetine giren Ģehrin siyasi olarak zorlu bir tarihe sahip olduğunu vurgular. Yazar, daha sonra ise Sinop‟un savunma sistemi üzerinde durur. Kara tarafından sağlam surlarla muhafaza edilen Ģehrin zayıf noktasının deniz tarafı olduğunu; bunun da bir strateji hatası olmayıp, “coğrafyanın sonucu” olduğunu yazar. Daima karadan kuĢatma 363 A.g.m., s. 70. Andrew C.S. Peacock, “Sinop: A Frontier City in Seljq and Mongol Anatolia”, Ancient Civilizations from Scythia to Siberia, 16 (2010), s. 103-124. 365 A.g.m., s. 104. 364 103 tehlikesi mevcut olduğundan liman tarafının yardımları alabilmek için açık bırakıldığını; bunun da Ģehrin zayıf noktasını oluĢturduğunu zikreder. Sinop‟un savunma sistemini inceledikten sonra 1214‟te Selçuklular tarafından fethinin ardından Ģehirde ne gibi idari değiĢiklik yapıldığı üzerinde durur. Bu manada kutval (kale komutanı), mustahfizan (muhafızlar ve garnizon) ile ser-leĢker (ordu komutanı) unvanlarının tespit edildiğini; buna mukabil fethedildiği tarihte Sinop‟un gemi inĢa etme konusunda henüz belirgin bir rolünün bulunmadığını; deniz harekatları için bir üs olmasının 1222‟deki Kırım seferinde temayüz etmeye baĢladığını, XIII. yüzyılın ortalarından itibaren de bu rolünün giderek arttığını ifade eder. Hatta diğer Anadolu Ģehirlerinde görülmeyen reisü’l-bahr unvanının deniz komutanı anlamına gelmesi gerektiğini ve bunun da Ģehrin deniz üssü rolünün bir göstergesi olduğunu yazar. Reisü’l-bahr unvanlı kiĢilerin yalnızca Sinop ile bağlantılı olmadıklarını kaydeden Peacock, bu unvanla ilgili hâlâ belirsizliklerin mevcudiyetine iĢaret eder. Sinop‟un Kırım seferinden itibaren deniz üssü olarak temayüz etmeye baĢlamasına rağmen tersanesiyle öne çıkmasının Candaroğulları döneminde mümkün olduğunu ileri sürer. Bunun yanında Ģehrin bir korsanlık merkezi olduğunu da belirtir.366 Sinop‟un bir ticaret merkezi olarak temayüz etmesi de Peacock‟un üzerinde durduğu konular arasındadır. Peacock, Sinop‟un Ortaçağ‟daki ticari hayatına dair oldukça az veri bulunmasına mukabil, Samsun kadar değilse de önemli bir merkez olduğu kanaatindedir. Tarihi kayıtların ve nümizmatik verilerin Samsun‟un öncü durumunu desteklediklerini belirtir. Yine Peacock, Sinop‟taki ticarete ve gemiciliğe Hristiyanların hakim olduğunu düĢünmekte, fakat buna dair kaynak verememektedir.367 Muhtelif milletlerin bir arada bulunduğu Sinop Ģehrindeki dini hayat da Peacock‟un üzerinde durduğu konulardan biridir. Buna rağmen bu hususla ilgili yeterince bilgi yoktur. Selçuklu hakimiyetine girdiğinde Hristiyan nüfusun Müslümanlardan fazla olduğunu fakat zamanla bu oranın tersine döndüğünü, hatta 1487 tarihli bir tahrir defterine göre Ģehirde 609 Müslüman haneye mukabil 159 Hristiyan hanenin mevcut olduğunu, bunun da ĠslâmlaĢmanın bir göstergesi olduğunu kaydeder. Peacock, Sinop‟taki ĠslamlaĢmanın mahiyetinin tam olarak izah edilmesinin zorluğunu da kaydeder. Çünkü yeterli bilgi mevcut değildir. Peacock, kitabelerden hareketle bazı verilere ulaĢmaya çalıĢmıĢtır. Özellikle kitabelerde kullanılan bazı sıfatların 366 367 A.g.m., s. 111-115. A.g.m., s. 115-118. 104 Hristiyanlara karĢı bir tepkinin varlığına iĢaret ettiğini savunur. Müslüman-Hristiyan münasebetleri açısından Sinop‟un özel bir yerinin bulunduğunu, zira Ģehrin birkaç defa Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında el değiĢtirdiğini belirtir. Candaroğulları döneminden kalan kitabelerin, önceki dönem kitabelerine nazaran Hristiyanlar aleyhine daha fazla unsur içerdiğini, bunun da temel sebebinin Candaroğulları‟nın “Hristiyanlara karĢı Ġslamın savunucusu olarak kendini meĢrulaĢtırmak için Müslüman dünyasının köĢesindeki konumunu kullanma peĢinde koĢmak” olduğunu savunur. MüslümanHristiyan münasebetlerine dair Ģunları kaydeder: “Böylelikle XIII. yüzyıl epigrafik ve yazınsal literatür, inanmayanlar üzerine Müslümanların zaferinin kutlandığını ileri sürse de, Candaroğulları tarafından teĢvik edildiği görünen gayrimüslim inançlarına saldırıların epigrafik programı yeni bir hareket gibi görünür. Ne camideki ne de medresedeki Pervane‟nin kitabesi, Candaroğulları kitabelerinin yaptığı Ģekilde Hristiyan doktrininin kabul edilemez mahiyetine imada bulunmaz. Gayrimüslimlere Candaroğulları davranıĢının temelini sadece tahmin edebiliriz ama XIII. yüzyılın sonunda Sinop‟un Ceneviz tecrübesine kadar geri gidebilir. Hristiyan botlarına karĢı Gazi Çelebi‟nin cihadı zaten belirtildi. Babasının kaçırılması gibi taarruzlara bir cevap olma ihtimali olsa da, bölgesel Hristiyan nüfus yansıra Ġtalyanlar için muhtemelen imalara sahipti çünkü 1315‟te Müslüman otoriteler, Sinop piskoposunu sürdüler. Daha önceki “Çin yolu üzerindeki putların evindeki” gittikçe artan gergin atmosfer izlenimi, Hristiyanlık ile sınırlı değildir. Ġbn Batuta‟nın kendisi, Kuzey Afrika Maliki hukuk okulu tarafından belirtilen abdestleri bilmeyen bu bölgenin nüfusu onu ġiî ile karıĢtırdığında ciddi bir Ģüphe ile karĢılaĢtı. ġiîler tarafından yasaklandığı düĢünülen tavĢan yiyerek Sünnî delillerini gösterip sultanın naibi ile iyi iliĢkiler yeniden sağlanabildi. Hristiyanlar ve askeri karĢılaĢmalar ile hangi ölçüde bu davranıĢların oluĢturulduğu veya desteklendiği sadece tahmin edilebilir ama gayri müslimlerin Osmanlı yönetimi altında neden daha rahat hissettiklerini söylemek muhtemelen kolay görünür. ”368 Peacock, Türkiye Selçukluları‟nın Karadeniz politikaları bağlamında Kırım seferini de incelemiĢtir.369 Yazarın bu konu üzerinde durmasının birkaç sebebi var gibidir. Bunların baĢında da bu seferin Selçuklular‟ın ilk deniz ötesi seferi olmasıdır.Ġkinci sebep bu seferden Selçuklu tarihiyle uğraĢanların neredeyse hepsi bir Ģekilde bahsetmesine rağmen yalnızca Yakubovskii‟nin bir makalesinde müstakil olarak ele alınmasıdır. Peacock‟a göre Yakubovskii‟nin çalıĢması Rus tarihi bağlamında ve Ġbn Bibi‟ye dayanarak kaleme alındığı için konuyu yetkin bir Ģekilde ele almaktan uzaktır. 368 369 Peacock, “Sinop: A Frontier City in Seljuq and Mongol Anatolia”, s. 121. A.C.S. Peacock, “The Seljūk Campaign against the Crimea and the Expansionist Policy of the Early Reign of Alā‟ al-Dīn Kayqubād”, The Royal Asiatic Society, series 3, 16/2 (2006), s. 133-149. Peacock‟un bu makalesi Türkçe‟ye de tercüme edilmiĢtir (“Kırım‟a KarĢı Selçuklu Seferi ve Alâeddin Keykubad‟ın Hâkimiyetinin Ġlk Yıllarındaki GeniĢleme Polotikası”, çev. Murat KeçiĢ-Ali Mıynat, DTCF Tarih AraĢtırmaları Dergisi, 47 (Ankara 2010), s. 243-265). 105 Zira Suğdak seferi Türkiye Selçukluları‟nın tarihi geliĢim çizgisi bağlamında ele alınmalıdır. Konunun ele alınmasının bir diğer sebebi de seferin ne zaman vuku bulduğuna farklı görüĢlerin mevcut olmasıdır.370 Suğdak seferi bahsine Peacock, öncelikle bu sefere dair bilgi veren ana kaynakları tanıtarak baĢlar. Seferler ile ilgili en fazla malumatı nakleden Ġbn Bibi‟nin elEvâmirü’l-Alâ’iyye fi’l-Umûri’l-Alâ’iyye adlı eseri hakkında bilgiler verir. Daha sonra ise sırasıyla Taberi‟nin Tarih‟inin Osmanlı Türkçesi‟ne yapılan tercümesi, MüneccimbaĢı‟nın Camiü’d-Düvel‟i, Saltuknâme ve Synaxary of Sougdaia (Suğdak)‟ya dair kısaca tanıtıcı bilgiler verir.371 Suğdak seferinin ne zaman olduğu konusunda tarihçiler farklı görüĢler ileri sürmüĢler ve bu konuda daha çok Yakubovskii‟nin tezi kabul görmüĢtür. Yakubovskii‟nin tezlerine de ciddi itirazlar yapılmıĢtır. Meselâ Osman Turan, Yakubovskii‟nin Ġbn Bibi‟deki bilgileri yanlıĢ anladığını ileri sürmüĢtür372. Peacock da Yakubovskii‟nin kronoloji konusunda hata yaptığı kanaatindedir. Seferin ne zaman olduğuna dair kesin bir tarihi (1227) yalnızca MüneccimbaĢı kaydeder fakat bu doğru bir tarihlendirme değildir. Peacock‟a göre sefer 1220 ile 1222 yılları arasında vuku bulmuĢ olmalıdır.373 Peacock, Suğdak seferinin sebepleri üzerinde de durur. Bununla ilgili Ġbn Bibi‟nin tüccarların Ģikayetleri sebebiyle seferin ilan edildiği yönündeki kurgusunun yeterli bir izah sunmadığını belirtir. Sinop‟un fethinden sonra Karadeniz ticaretinde söz sahibi olmak isteyen Türkiye Selçukluları için Suğdak gibi önemli bir limana sahip olmanın kaçınılmaz olduğunu kaydeder. Trabzon Rum Ġmparatorluğu ile münasebetlerin bozulması sebebiyle Karadeniz ticaret yollarında yaĢanan sıkıntıların da seferin ilan sebeplerinde önemli bir amil olduğunu zikreder. Köle ticaretinin en önemli merkezlerinden biri olması da Suğdak seferinin sebepleri arasındadır. Hatta Peacock‟a göre sonuncu sebep öncekilerden daha önemli ve öncelikliydi. Bu hususta Peacock, Ģunları kaydeder: 370 371 372 373 A.g.m., s. 133-134. A.g.m., s. 135-137. Osman Turan‟ın Suğdak seferi hakkında yazdıkları için bk. Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 357Peacock, “The Seljūk Campaign against the Crimea and the Expansionist Policy of the Early Reign of Alā‟ al-Dīn Kayqubād”, s. 138-140. Osman Turan ise seferin 1227‟de vuku bulması gerektiğini ileri sürmüĢ ve Peacock‟tan oldukça farklı bir kronoloji sunmuĢtur (Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 357-363). 106 “Kuzey ve güney kıyılar arasındaki kazançlı ticaret, Ģüphesiz herhalükarda Selçuklular‟ın kıskançlığına sebep oldu ama onlar için özellikle önemli olan köle ticaretiydi. Bütün modern öncesi Müslüman devletlerde olduğu gibi, Rum Selçukluları‟nın ordusu ve ekonomisi kölelere dayanıyordu, bunun en önemli kaynaklarından biri Kuzey Karadeniz bölgesiydi. Suğdak‟ı ele geçiren Selçuklu komutanı Hüsameddin tarafından o vakit yönetilen Kastamonu ili ve Sinop boyunca Selçuklu topraklarına ihraç ediliyorlardı. Hüsameddin‟in köle ticaretine dahil olduğunu Ibn Bibi‟den biliyoruz... Kırım‟daki Selçuklu ve özellikle Hüsameddin‟in çıkarlarının çoğu, bu önemli metanın kaynağını kontrol etme arzusuyla teĢvik edildi. Ġbn Bibi‟nin özellikle belirttiğine göre Hüsameddin kendi tımarının ana Ģehirleri Sinop ve Kastamonu‟yaKırım‟dan köleler ve kız köleler gönderiyordu.Gerçi Ġbn‟ülEsir, böyle kölelerin Suğdak ihracatı içinde olduğunu kaydeder…” 374 Köle temin etmek üzere neden Suğdak seferine çıkılmak zorunda kaldığına dair de Ģunları ileri sürer: “Her halukârda Kerson‟a bağlantıları ile Trabzon rakipleri ile daha etkili bir Ģekilde yarıĢmayı kendilerine sağlayan Kırım Yarımadası‟nda tutunma noktasına sahip olmak Selçuklular için arzu edilebilir görünürmüĢ gibi olmalıdır ama köleleriçin yeni kaynaklar elde etmeye dair XIII. yüzyılın ilk çeyreğinin Ģartları ihtiyacı daha baskılayıcı kılmıĢ olabilir. Daha erken zamanlarda, Selçuklular ganimet olarak güvenilir bir kaynak temin etmek için batıya Rum komĢuları ile savaĢlara güvenebiliyordu ama XIII. yüzyıl baĢında durum değiĢmiĢti. Rum Ġznik Laskaris imparatorluğu ile savaĢta 1211‟de Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev‟in ölümünden sonra Lascarids ve Selçuklular, bir barıĢ anlaĢmasına ulaĢtı ve iki güç arasında artık baĢka düĢmanlıklar yoktu. Selçuklular devletin insan gücünün bu önemli parçasının peĢinde baĢka yerde koĢmaya mecbur edildi. 1214‟te Ġzzeddin‟in Sinop‟u fethi ve Alaeddin tarafından devam ettirilen Kilikya Ermenilerine karĢı seferleri, yeni ganimet kaynakları bulma ihtiyacına bir cevap olarak görülmüĢ olabilir. Elbette köle ihraç etmek her daim mümkündü ama bunun masrafı çok fazla olacaktı. Kırım‟daki tutunma noktası, aracı ihtiyacını ortadan kaldırarak ve masraflarını önemli ölçüde azaltarak Güney Rus bozkırı ve adadan köle teminine Selçuklular‟a doğrudan ulaĢım sağlayacaktı.”375 Peacock, Suğdak seferinin Türkiye Selçukluları‟nın bir sefer programının parçası olduğu görüĢündedir. Zira ona göre Anadolu‟daki diğer seferlerin bir parçası gibiydi ve bu seferlerin temel hedefi ticaret yollarına hakim olmaktı. Ayrıca önce Kıbrıs Krallığı daha sonra da Trabzon Rum Ġmparatorluğu ile barıĢ antlaĢmalarının imzalanmıĢ olması Selçuklu idarecilerini Suğdak seferine zorlamıĢ olmalıdır. Hüsameddin Çoban, Suğdak‟ı uzun süre elinde tutamamıĢ gibidir. Buna mukabil buranın kaybının sebep olduğu sıkıntıları gidermek için Trabzon Rum Ġmparatorluğu üzerine 1223‟te376 seferi çıkıldığı görülmektedir. 374 375 376 A.g.m., s. 141-142. A.g.m., s. 142. Osman Turan, bu seferin 1228‟de vuku bulduğunu kaydeder (Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 361363). Murat KeçiĢ ise konuya dair yeni bilgiler bulduğu makalesinde Peacock gibi 1223 tarihini kabul 107 Suğdak seferinin önemine dair Peacock Ģunları kaydeder: “Suğdak seferinin önemi, baĢarılı veya baĢarısız olmasından ziyade vuku bulmasında yatar. 1214‟te Sinop‟u ele geçirmelerinin akabinde birkaç yıl içinde Selçuklular‟ın bir donanma inĢa etme hızı, Karadeniz ticaretini elde tutmanın önemini ve rakipleri Trabzon ile yarıĢma ihtiyacını yansıtır.”377 377 eder (“Türkiye Selçuklularının 1223 Yılında Trabzon Üzerine Düzenledikleri Sefer Hakkında Yeni Bir Kaynak ve Bazı Yeni Bilgiler”, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı 28 (Bahar 2012), s. 40-54). Peacock, “The Seljūk Campaign against the Crimea and the Expansionist Policy of the Early Reign of Alā‟ al-Dīn Kayqubād”, s. 148-149. 108 SONUÇ Andrew S. Charles Peacock, son yıllarda Büyük Selçuklu ve Türkiye Selçukluları tarihi yanında Ortaçağdaki Türk tarihinin muhtelif meselelerine dair kaleme aldığı çalıĢmalarıyla ön plana çıkmaya baĢlamıĢ bir araĢtırmacıdır. Yalnızca kendi kaleme aldığı eser ve makaleleriyle değil, editörlüğünü yaptığı kitaplarla da isminden sıkça söz ettirmektedir. Peacock‟un kitapları ve makalelerinden yalnızca bir kitabı ile iki makalesi Türkçe‟ye tercüme edilmiĢtir. Biz tezimizde Peacock‟un Selçuklu tarihi araĢtırmalarını ele aldık. GiriĢ bölümünde çalıĢmaları kitaplar ve makaleler olmak üzere iki baĢlık altında tasnif edildi. Bunlar yayın kronolojileri esas alınarak sıralanarak özetleri yapıldı. Tezimizin birinci bölümünde Peacock‟un Büyük Selçuklu tarihine dair çalıĢmaları ele alındı. Bu döneme neden önem verdiği, konuları ele alırken ana kaynakları ve araĢtırma eserleri nasıl kullandığı üzerinde müstakil bir baĢlık halinde duruldu. Bu incelemeler neticesinde Peacock‟un konuyu ele aldığı kitapları ve makalelerinde öncelikle kaynak meselesine hassaten dikkat kesildiği, Büyük Selçuklu tarihinin bütün yönleriyle ilgilenmekten ziyade, göçebeler ve merkezi otorite baĢta olmak üzere dönemi belirli meseleler etrafında ele almayı tercih ettiği; meseleleri ele alırken kendisinden önce kaleme alınmıĢ araĢtırma eserlerin tamamını görmek gibi bir gayret içine girmediği ve bu yüzden de zaman zaman önceki çalıĢmaların hakkını teslim edemediği; ele aldığı meselelere dair yeni bilgilerden ziyade yeni yaklaĢımlar getirmeye çalıĢtığı görülmüĢtür. Zaten Peacock‟un kendisi de birçok çalıĢmasında yeni bir Ģey bulmaktan ziyade kaynakları yeni bir bakıĢ açısıyla ele aldığını yazmaktadır. AraĢtırmacının yeni yaklaĢımlar olarak ileri sürdüğü görüĢlerin, ilgili bölümlerde de temas ettiğimiz üzere, aslında bazıları daha önceki çalıĢmalarda elealınan veya dillendirilen yaklaĢımlardır. Peacock‟un bunları görmezlikten gelerek kendi görüĢleri gibi ortaya koyması ilmî ahlâka pek de uygun olmasa gerektir. Yeni yaklaĢımlar olarak 109 ileri sürülen görüĢlerin bir kısmının ise spekülatif konular üzerinde yoğunlaĢtığı, Peacock‟un farklı görüĢler mevcut olmasına rağmen kendi tezlerini destekleyen kısımlara ağırlık verdiği de görülmektedir. Peacock, çalıĢmalarının önemli bir kısmını da Büyük Selçukluların idari, askeri ve iktisadi yapısı üzerine teksif ettiği müĢahede edilmiĢtir. Bu nedenle tezimizin ikinci bölümünde araĢtırmacının zikredilen konulara dair çalıĢmalarını inceledik. Tezimizin son bölümünde ise Peacock‟un Türkiye Selçuklu tarihine dair çalıĢmalarını ele aldık. AraĢtırmacının, Büyük Selçuklu tarihine dair çalıĢmalarında olduğu gibi, bu döneme teksif ettiği çalıĢmalarında da öncelikle ana kaynak meselelerine hassaten dikkat kesildiğini tesbit ettik. Sonuç olarak Peacock, Büyük Selçuklular ve Türkiye Selçukluları‟na dair kaleme aldığı kitaplar ve makalelerle özellikle Avrupa‟da isminden sıkça söz ettiren bir tarihçidir. Bunun yanısıra çalıĢmaları, spekülatif konular üzerinde yoğunlaĢmıĢtır ve bunlar maalesef baĢka bazı araĢtırmacılar tarafından alkıĢlanarak karĢılansa da ciddi tutarsızlıklar ihtiva etmektedir. Kaynak kullanımı, ana kaynakları zaman zaman yazıldıkları dönemin Ģartlarından kopararak, seçkici bir Ģekilde kullanması, kaynaklarla ilgili yapılan bazı önemli yayınları görmemezlikten gelmesi, tartıĢmalı konulara dair kıĢkırtıcı bir üslubla kaleme aldığı bölümlerin hassaten Avrupa‟da takdirle karĢılanması ve onca tanıtım yazısında neredeyse hiçbir tenkide tâbi tutulmaması hayretle karĢılanacak bir durumdur. AraĢtırmacının Türk tarihinin önemli bir dönemine dair çalıĢmalarının, Türk tarihçilerinin çalıĢmalarını kasti olarak görmezlikten gelerek ya da bir Ģekilde yaftalayarak inĢa edilmiĢ olması da üzerinde durulması gerekli hususlardır. 110 KAYNAKÇA ATEġ, Ahmet, “XII-XIV. Asırlarda Amadolu‟da Farsça Eserler”, ĠÜTM, VII/VIII, 94135. BEZER, Gülay Öğün, “Terken Hatun”, DĠA, XL, 510. CAHEN, C., Osmanlılardan Önce Anadolu, çev. Erol Üyepazarcı, Ġstanbul 2012. DENY, J., “Tuğra”, ĠA, XII/2, 6-7. DERMAN, M. Uğur, “Tuğra”, DĠA, XXXXI, 336-339. GOLDEN, Peter B., An Introduction to the History of the Turkic Peoples: Ethnogenesis and State-formation in Medieval and Early Modern Eurasia and the Middle East, Wiesbaden 1992. ______, “War and warfare in the pre-Cinggisid western steppes of Eurasia”, War and Warfare in Inner Asian History (500-1800), ed. Nicola di Cosmo, Leiden 2002. HAREKAT, Ġbrahim, “Berid”, DĠA, V. ĠNALCIK, Halil, ġair ve Patron, Patrimonyal Devlet ve Sanat Üzerinde Sosyolojik Bir Ġnceleme, Ankara 2003. KAFESOĞLU, Ġbrahim, “Selçuklular”, ĠA, X, 353-373. ______, “Türkmen Adı, Manası ve Mahiyeti”, Türkler, IV, 580-594. KEÇĠġ, Murat, “Türkiye Selçuklularının 1223 Yılında Trabzon Üzerine Düzenledikleri Sefer Hakkında Yeni Bir Kaynak ve Bazı Yeni Bilgiler”, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı 28 (Bahar 2012), s. 40-54. KLAUSNER, Carla L., The Seljuk Vezirate: A Study of Civil Administration 1055-1194, Cambridge 1973. KÖPRÜLÜ, M. Fuat, “Berîd”, ĠA, II, 541-549. ______, Anadolu Selçukluları Tarihininin Yerli Kaynakları I, Ankara 1943. KUCUR, Sadi S., “A Study on the Coins of Tughril Beg the Sultan of the Great Seljuqs”, XIII Congreso Internacional de Numismatica, Madrid 2003, ActasProceedings-Actes, I, Madrid 2005, s. 1599-1608. 111 LAMBTON, A.K.S., “The Administration of Sanjar‟s empire as illustrated in the Atabat al-Kataba”, BSOAS, 20 (1957). ______, Continutity and Change in Medieval Persia: Aspects of Administrative, Economic and Social History, Eleventh to Fourteenth Century, Londra 1988. MERÇĠL, Erdoğan, “ġahne”, DĠA, XXXVIII, 292-293. NĠZAMÎ, Mahzen-i Esrar, çev. M. Nuri Gençosman, Ġstanbul 2014. ÖZCAN, Abdülkadir, “Ayyâr”, DĠA, IV, 296. ÖZGÜDENLĠ, Osman G., “Selçuklu Paraları IĢığında Çağrı Bey‟in Ölümü”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih AraĢtırmaları Dergisi, 22 (35) (2004), s. 155-170. ______, “ÜlüĢ Sisteminden Merkezî Devlete: Selçuklu Devlet Telâkkisinin TeĢekkülü (1038-1064)”, Türkler, V, 249-264. ______, “Yeni Paraların IĢığında KuruluĢ Devri Selçuklularında Hâkimiyet Münasebetleri Hakkında Bazı DüĢünceler”, Belleten, sayı: 65 (Ankara 2001), ______, “Ortaçağ Tarihi AraĢtırmalarına GiriĢ”, Tarih Metodu, EskiĢehir 2012 (2. Baskı), s. 79-93. ______, “Ortaçağ Tarihinin Kaynakları”, Tarih Metodu, EskiĢehir 2012 (2. Baskı), s. 101-124. POLAT, M. Said, Selçuklu Göçerlerinin Dünyası: Karacuk’tan Aziz George Kolu’na, Ġstanbul 2004. ROUX, Jean-Paul, Les Traditions des Nomades de la Turquie méridionale: contribution a l’étude des représentations religieuses dans les sociétés turques d’après les enquêtes effectuées chez les Yörük et les Tahtaci, Paris 1970. ġEġEN, Ramazan, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, Ġstanbul 1998. TANERĠ, Aydın, “Divan, Büyük Selçuklular‟da Divan”, DĠA, IX, 385-386. ______, “Hacib”, DĠA, XIV, 508-511. TURAN, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk-Ġslâm Medeniyeti, Ġstanbul 1969. ______, Selçuklular Zamanında Türkiye, Siyasi Tarih, Alp Arslan’dan Osman Gazi’ye (1071-1328), Ġstanbul 1999, s. 1-44. ______, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, Metin, Tercüme ve AraĢtırmalar, Ankara 1988. 112 ÖZGEÇMĠġ 1987 yılında Konya-AkĢehir‟de doğdu. Ġlk, orta okul ve liseyi Aydın‟da okudu. 2005 yılında Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Ġngilizce Öğretmenliği bölümüne girdi ve bu bölümü 2009 yılında tamamladı. 2010 yılında Marmara Üniversitesi Türkiyat AraĢtırmaları Ortaçağ Anabilimdalı‟nda yüksek lisansa baĢladı 2011-2019 yılları arasında ĠSMEK‟te Ġngilizce öğretmeni olarak görev yaptı. Bugüne kadar Türkçe‟de iki tercüme kitabı yayınlandı (Ġngiliz Elçisi Sir James Porter ve Sir Georg Larpet’in Kaleminden Türkiye’nin Bir Asrı, çev. Esma Selçuk Demir, Ġstanbul 2014; Domenico Herosolimitano, Bir Yahudi Doktorun Harem, Saray ve Ġstanbul Hatıraları, çev. Esma Selçuk Demir, Ġstanbul 2018). 113