(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"İlber Ortaylı" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "İlber Ortaylı" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
İlber Ortaylı

Yazın kalan günleri için gezi önerileri

13 Ağustos 2017

Tabii mevsimi de dikkate almak zorundayız. Onun için size Güney İran’dan, Pakistan’da Lahor gibi bölgelerden veya Mısır’dan geziler önermiyorum. Ama bunların dışında verdiğim liste şüphesiz diğer önemli şehirleri reddetmek anlamına da gelmez. Bir şeyi unutmayalım: Türk tarihinin bugüne kadar ve elan yaygın bir coğrafyada akışına devam ettiğini göz önüne almalı, tarihimizi oluşturan coğrafyayı gözlerimizle kaydedip tabanlarımızla belleyerek hayatımızın içine sokmalıyız. Bu tarih öğreniminde en önemli safhadır.

ORTA ANADOLU  AKDENİZ ÇEVRESİ - EFLATUNPINAR

KONYA’DAN ALANYA’YA İNMEYİ HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?

TATİL deyince Ege ve Akdeniz kıyılarına hücum ediyoruz. Bilmemiz gereken başka bölgeler de var: Konya Ereğlisi’ni tanımak lazım. Beyşehir Gölü’nün kenarında Kubadabad Sarayı’nı, (Selçukluların yazlık sarayı), gölün öteki yakasında şehrin en önemli mescit ve camilerini -mesela en önemlisi 13’üncü asırdan Eşrefoğlu Camisi (Beylikler devri için en önemli eserlerden)- ve bilhassa ‘Eflatunpınar’ denen Hitit İmparatorluğu’nun en önemli anıtsal çeşmesini böyle bir gezide görürüz. Konya’nın güneyi fevkalade latif havası ve akşamlarının serinliğiyle ünlüdür.
Konya’dan Alanya’ya inmeyi düşündünüz mü? Artık eskisi kadar maceralı değil. Yolda İbradı ve Akseki’yi ziyaret edin. Osmanlı ulemasının ve kadıların çokça çıktığı merkezlerdi. Maalesef bütün Orta Anadolu kasabaları gibi mimarisi günden güne değişen bu şehirleri kaybolmadan ziyaret etmeniz lazım.
Burdur’da Sagalassos (Ağlasun) harabeleri, Yunan ve Latinlerin ‘Psidia’ dedikleri bizim ‘Teke’ adını verdiğimiz bu romantik coğrafyanın zihinlerimize kazanımını sağlar. Batı Anadolu’nun 12’nci yüzyıldan başlayan süreç değişikliği bu bölgeleri gezmekle anlaşılıyor. Medeniyetler nasıl birbirini izliyor ve iç içe geçiyor, Türkiye coğrafyasının 12’nci yüzyıldan beri gelen sakinlerinin buradaki kökleşmesi; fakir üsluplu okul kitaplarının anlatabileceği bir süreç değil. Antalya’ya bir kere de buradan inmeyi düşünelim.

İSPANYA - TOLEDO 

Yazının devamı...

Eskişehir’deki saldırı bize ne anlatıyor

6 Ağustos 2017

ESKİŞEHİR’in büyük belediye başkanı ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nin unutulmaz rektörü Yılmaz Büyükerşen’e insanlarımız her zaman gönülden bağlı. Şu son saldırı ise hiç şüphesiz ki Anadolu şehirlerini saran zorbalığın bir örneği. Şehirleşiyoruz, zenginleşiyoruz. Ne var ki bunlar, kanunlar, kurallar ve ahlak çerçevesinde olmuyor. Bazı insanlar, sayıları artan bir şekilde hak etmediklerini kapmak için işi kaba kuvvete döküyor. Kahve açıyor, trafiği altüst ediyor, kaldırımları işgal ediyorlar. Türkiye insanı, maalesef her zaman usulsüz kazançlara eğilimliydi. 1960’larda bile bazı küçük kasabalarda, bilhassa turizm kazançlarının akmaya başladığı sahil yörelerinde, belediye reislerine karşı edepsizce davranan esnafı gözlemlemek mümkündü.

GÖRÜLMÜŞ SİSTEM DEĞİL

Gittikçe damlayan paranın, kanuna itaat alışkanlığı olmayan kitlelerde yaratacağı ahlaki tahribat açıktır. Türkiye belediyelerinin son devirde geçirdiği reform, maalesef belediye denen kurumun ruhuna uygun değildir. Şahsen hem Osmanlı İmparatorluğu’nda hem de dış dünyada belediyelerin tarihi ve yapısıyla ilgilenmiş biri olarak bunu söyleyebilirim: Yeni sistemle, merkezde bir büyükşehir bazı halde 50-60-70 hatta 100 kilometre uzaklıktaki belediyeleri bile içine alıyor. İlçe belediyeleri için dahi bu durum geçerli. Oysa bu kitlelerin bazı ahvalde birbirleriyle ortak yönlerini bile bulmak zor.  1877 Meclisi’nde belediye kanunu müzakere edilirken, Reis Ahmed Vefik Paşa’nın mizah dolu ama gerçek bir sözü vardır: “Kasımpaşa ile Cadde-i Kebir’i (Pera) bir belediye dairesine almışsınız. Beyoğlu’ndaki adam gaz (havagazı) ister, öbürü kaz bile bulamaz. Burayı idare edecek pehlivan isterim.”

Bugün seçim kazanmak için yapılan bazı düzenlemelerin gelecekte kime ne oyun oynayacağı belli olmaz. Belediyelerin bu yapısıyla ancak belediye reislerine kan kusturulur. Bu, her partiden olabilir. Bu sistem görülmüş şey değildir. Büyükerşen, maalesef bu sistemin en çok uğraştırdığı belediye başkanlarından.

KÜLTÜREL ŞEHİR

Her zaman için uyanık ve dinamik bir halkı olan Eskişehir’in bazı şeyleri neden beceremediğini sorar dururdum. Zira şehri çocukluğumdan beri tanırım. Başkan, yaratıyordu. Bugün Türkiye’nin Anadolu şehirleri içinde Konya ve Eskişehir, Avrupa Birliği’nin üstün yaşama normlarına sahip iki kenti ilan edildi. Yalnız Eskişehir’in bir farkı var: Bu şehir, kültürel kurumlar bakımından da öndedir. Ne Ankara’da ne İstanbul’da olmayan konser salonları, tiyatro salonları burada birbirini izliyor. Üniversite gençliği mutlu. Büfe diye kiraladığı yerin önünde ahalinin gezi alanına ve yürüyüşüne ayrılan sahaya, çayhane iskemleleri yüklemeye kalkan edepsizlere karşı çıktığı için başkan saldırıya uğradı. Lütfen karşı durunuz! Hem kanun adamlarından hem hemşerilerinden rica ediyoruz: Devlete, otoriteye ve kanuna karşı sorumsuzca silah çeken insanlara edeplerinin öğretilmesi lazım. Bu memleketin iftihar vesilesi olan sevgili başkanımıza da geçmiş olsun diyoruz. O da zaten kuru gürültüye pabuç bırakacak değil.

TİYATRO KURMAK İÇİN KANINI SATAN ADAM

BÜYÜKERŞEN

Yazının devamı...

Hangi kitapları okumalı?

30 Temmuz 2017

Liste tarih ağırlıklı, yerli ve yabancı yazarları içeriyor. Ama kitapların ağırlığı Türk tarihi üzerine. Bu sıra Halil İnalcık yılındayız. Listemizde hocamız iki kitabıyla başta geliyor.

KLASİK İNALCIK MAKALELERİ

- Halil İnalcık, Devlet-i Aliyye IV,

İş Bankası Kültür Yayınları:

Makalelerini derleyen dört kitaplık serinin adı ‘Devlet-i Aliyye’. Serinin dördüncü kitabındaki makalelerin her biri onun klasikleşen ve en çok müracaat edilen araştırmaları. Mesela 19’uncu yüzyılda en çok münakaşa edilen ‘ayanlar’, yerel düzlemde ortaya çıkan beyler üzerine incelemeler kitapta geniş yer tutuyor. Yine kitapta İnalcık’ın kapitülasyonlar üzerine son derece değerli makalesi dikkat çekiyor.

‘HOCALARIN HOCASI’NDAN ADALET DERSLERİ

- Halil İnalcık, Osmanlı’da Devlet ve

Hukuk ve Adalet, Kronik Kitap:

Yazının devamı...

Mükemmel temsilci

23 Temmuz 2017

ULUSLARIN tarihinde önemli dönemeç noktaları vardır. Birinci Cihan Harbi’nin çağdaş Türk tarihi, çevredeki Türk halkları ve bütün Ortadoğu, Balkanlar ve Rusya için böylesine önemli bir dönemeç noktası olduğu bilinir. Felaketle biten bu savaştan Türk halkının, genç yaşta tecrübe edinen seçkin bir komutan sınıfı, büyük sayıda genç aydının kaybı yanında geleceğe yeni bir hınç ve idealle yönelen idareciler grubu ve büyük yıkıma rağmen yaşama devam eden bir halkla ortaya çıktığı da açıktır.

Çarlar imparatorluğu yıkılmıştı. 19’uncu asırdan beri devam eden eğitim yeniliklerini öbür halklar içinde en yoğun gayretle Rusya Müslümanları götürüyordu. Ortadoğu yeni bir döneme girmişti. Avrupa medeniyetinin ortaya çıkardığı insan tipi, bambaşka bir kimlikle ve Siyonist yerleşmelerle Ortadoğu’nun hayatına dahil olmuştu.

YANGINDA AÇAN ÇİÇEKLER GİBİ TÜRK AYDINLARI

Yıkımın hemen ortasında ortaya çıkanlar tabii ki Türk komutanlarıydı; bir yandan da felaketli harp yılları ve 19’uncu yüzyıl sonunda kökleşmeye başlayan eğitim reformları devamlı yeni ürünler veriyordu. 1920’lerin ve 30’ların ortaya çıkardığı genç kuşak aydınlar, felaketli dünyanın yangınlarının yüz verdiği ateş çiçekleridir. O muhiti tanıdım. 1960’ların Ankara’sındaki Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Ekrem Akurgal ve Sedat Alp gibi önde gelen iki eski çağ uzmanını, Aydın Sayılı gibi beynelmilel ölçülerde bir bilim tarihçisini barındırıyordu. 1947’deki edepsiz politik müdahalenin ortadan sildiği veya yurtdışına attığı Muzaffer Şerif gibi değerler bu çevrenin ürünüydü.

Kendi kabında oturan ama Batı medeniyetinin total entelektüel sınıfına mensup Nusret Hızır’ı tanıyan bir nesiliz. 1935’te Bruno Taut gibi bir büyük mimarın projeleriyle yükselen Ankara’nın en orijinal binası olan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi sadece modern arkeologyanın, tarihçiliğin ve coğrafya tetkiklerinin merkezi değildi; Batı müziğini başkentin halkına tanıtan merkez rolünü de o yüklenmişti. Bu ortamda yetişen bir genç, 1942 yılında kısa zamanda hazırladığı orijinal bir doktora tezi olan ‘Tanzimat ve Bulgar Meselesi’yle ortaya çıktı. Ardından Fatih devrine ait en eski tarihi belgeyi, Balkan tarihinin klasik dönemi üzerindeki önyargıları değiştiren Arvanid (Arnavutluk) Sancağı tahrir defterini ortaya çıkardı.

ATATÜRKÇÜ SOSYAL BİLİMCİ NESLİ

Bu genç kimdi? Halil Bey, Kırım muhacirlerinden erken yaşta kaybettiği bir tüccar babanın (Seyit Osman Nuri Bey) ve İstanbul’un şeyh ailelerinden Ayşe Bahriye Hanım’ın oğlu olarak 1916 yılında doğdu. Yokluğun ve yenilginin İstanbul’undaki zor hayatını belki kendinden evvelki nesil kadar sürdürmeyecekti. Ne var ki üstün zekâsı, Cumhuriyet’in verebildiği eğitim imkânlarıyla birleşti. Anadolu’daki mekteplerde seçkin hocalarla okudu. Çünkü o zaman bu mümkündü. Eğitim, vatan coğrafyasına eşitlikle dağılmıştı.

Yazının devamı...

Orman yangınlarını söndürelim ama... Külüne de bakalım

16 Temmuz 2017

ORMAN Genel Müdürü İsmail Üzmez bir günde 13 yangın çıktığını söyledi. Yurda yayılanların içinde en yoğun yangın sahası İzmir-Muğla ve Antalya illeri içinde. 

Orman yangınlarının niye çıktığı meçhul. Şunu belirtmeli; Türkiye orman yangınlarını söndürmekte başarısız ülkeler safında değil. Ormanlarını tabiatın cilvesi veya kasti örgütlenmelerle kaybeden ülkelerin içinde en başta gelmiyor. Brezilya mesela, bütün yeryüzü insanlığını tehdit edecek orman yangınlarına sahne oluyor. Adeta ciğerlerimiz sökülüyor. Komşu Yunanistan’da geçen senelerdeki feci ve art arda meydana gelen yangınların önemli ölçüde mafyanın işi olduğu söylendi. 

TABİATIN DA CİLVESİ

Yaz yangınlarının önemli ölçüde tabiatın cilvesinden ileri geldiği yerlerden biri de büyük Rusya’nın engin ormanları. Sibirya kışları ısının en düşük olduğu bölge. Yazlarıysa hararetin artışı rekor düzeyde. Sibirya’da ve Orta Rusya orman kuşağında yaz ile kış arasındaki ısı farkı bazen 60-70 dereceye ulaşıyor. Dolayısıyla orman rutubetine şans kalmayan bu ülkede yaz kuraklığı birdenbire yangını çıkarıyor. Tedbirler de ona göre. Lakin orman yangınlarının orman için tıraş gibi bir tür yenilenme olduğu ve ormanın kendini yenilediği de bir gerçek. 

Kuzey Avrupa ülkelerindeki ormanlarda yangının tahrip ihtimali daha az. Dünyanın en dertli bölgesi bizim Akdeniz’in çevresi. Her yaz sıcaklığın arttığı dönemde art arda yangın olayları ülkeleri dehşete düşürüyor. Mal ve can kaybı oluyor. İtfaiye örgütü yetersiz olanlar komşulardan yardım alıyor. Burada geleneksel bir uyum ve birliktelik doğmuş. Gürcistan ve Türkiye yangın konusunda bu durumdalar. 

YAĞMACILARA DİKKAT

Sorun, söylediğimiz gibi Türkiye’de yangın söndürme yapılanmasında değil. Yangınlar tabiatın cilvesi olarak mı doğuyor, dikkatsiz piknikçiler, avcılar yüzünden mi çıkıyor veya arsa yağmacıları tarafından kasıtlı mı çıkarılıyor? Kundakçılar sadece açgözlü haydutlar mı yoksa mazide de sık sık tekrarlandığı gibi terörist gruplar mı? Bugün Türkiye ormanlarının yok olmasında asıl ciddi sebep yangının kendinden çok yangın sonrası tutum ve yağmadır.

ORAYA SAHİP ÇIKIN

Yazının devamı...

Kıbrıs'tan vazgeçmek olmaz

9 Temmuz 2017

KIBRIS, Türkiye’nin güneyinde yer alan ve kıyılarımıza son derece yakın bir ada. Stratejik konumu, ulaşım noktası ve zenginlikleri açısından Akdeniz’in en önemli dört adasından biridir. Hatta bunların içerisinde üsler bakımından, Girit ve Kıbrıs önem arz etmektedir. Sicilya’nın yeriniyse çok küçük bir ada olan Malta almıştır. Malta Şövalyelerinin de bir zamanlar hâkim olduğu bu küçük ada halen bir üstünlük gösteriyor.

Kıbrıs’ın öncelikle bu bakımından vazgeçilmez bir yönü vardır. Birtakım yazarlar “Nükleer silahlar çağında bu gibi stratejik bölgelerin ne önemi var” demektedirler. Ama nükleer silahların ve gücün kullanılması hem çevre bakımından hem ekonomik bakımından pahalıya mal olmaktadır. Nüfusun mahvolması, coğrafi yapının yok olması; daha çok bedel sayabilirsiniz. 

RUSYA’NIN LİBYA VE SURİYE PLANLARI 

Kıbrıs 19’uncu yüzyılda olduğu gibi bugün de önemlidir. O yüzden de Britanya oradan çekilirken önemli üsler elde etti. Bu üslerin orada bulunması sadece İngiltere için mühim değil. Bugün Güney Kıbrıs da buna önem veriyor; konu bizim için de önemlidir. 

Kıbrıs’taki bu stratejik konuşlanmanın esası, Esad’ın Suriye’sinin birkaç yıldır adamakıllı Rusya’ya açılmasıdır. Rusya, Suriye’de üsler elde etmektedir. Rusya belki tarihte denizci bir devlet değildir ama nükleer deniz gücü, donanması olan bir ülkedir. 19’uncu yüzyıldan hatta daha evvelinden beri Baltık ve Vladivostok’un, yani Rus eski donanma merkezlerinin Rusya’nın denizciliği için fazla imkân vermediği çok açıktır. Herhalde Sivastopol limanına dayanarak Rusya’nın denizcilik yapabileceğini pek düşünmüyoruz. İstesek de istemesek de, hoşumuza gitse de gitmese de Rusya’nın Akdeniz’e yerleşmesi bir gerçektir. Nitekim Suriye’nin dışında Libya’da da bir ağ, bir donanma kurmaya çalışmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri donanması zaten Akdeniz’dedir.

 

Böyle bir ortamda bizim Kıbrıs adasını boşaltıp alanı tamamen başkalarına bırakmamızın hiçbir anlamı olmayacağı açıktır ve de büyük bir tehlike arz eder. Bu tehlike sadece askeri bakımdan değildir. İleride ne gibi problemlerin ortaya çıkacağını bilmiyoruz. Şayet Kıbrıs, petrol ve ulaşım merkezi haline dönüşürse güneyimiz her şeyden evvel bir kirlenme sorunuyla da karşı karşıya kalacaktır. Binaenaleyh bizim Kıbrıs’ta bulunmamız gerekiyor.

DOĞU AKDENİZ’İ BAŞIBOŞ BIRAKAMAYIZ

Yazının devamı...

Hem tarih, hem coğrafya için... Yunan adaları

2 Temmuz 2017

TÜRKİYE’nin turizm kapasitesi büyüyen nüfusu karşılamaya yetmiyor. Fransa’nın özellikle kıyılarında, İtalya gibi memleketlerde görüldüğü üzere yerli nüfusun tatile çıktığı zamanlarda anavatan, yavrularını ağırlamaya yetişemiyor. Komşumuz Yunanistan bu bakımdan bir ferahlık getirdi. Ülkede yoğun bir nüfus yaşamadığı, tabiat bizdekinin aksine el değmeden sürdüğü için orada herkese yer var. 

İkinci olarak, konaklama ve yemek yüksek fiyatlara ulaşmış değil. Bilhassa restoranlar Türkiye’nin Batı sahillerine göre çok ucuz. Bundan başka Yunanistan ve Bulgaristan gibi ülkelerin ve maalesef artık gezilmesi biraz imkân dışı kalan Suriye’nin, ayrıca Lübnan ve Ürdün’ün geniş vatandaş kitlelerimiz tarafından ziyareti ve buralarda tatilini geçirmesi bizim kültürel dünyamız için bir kazanç sayılmalıdır. Hiç kimse tarih ders kitabına veya coğrafya atlasına bakarak, zihnimizde bakir noktalar teşkil eden bu ülkeleri öğrenemez. Aksine tarih kitapları ve coğrafya atlaslarından, biz buraları gezip zihnimizde mülahazaya yani gözden geçirip tartışmaya başladığımız vakit hakkınca yararlanılır.

YUNAN HALKI PLAJLARDA İYİ HİZMET ALIYOR

İzmir’in Sığacık beldesinden kalkan bir feribotla ulaşılan Samos Adası, II. Mahmud döneminde otonom bir prenslik haline getirilen Sisam eyaletidir. Bu yemyeşil adanın karşısındaki Türkiye kıyıları da jandarma bölgesidir, yeşili koruyabildiğimiz nadir kıyılardandır. Samos-Sisam’ın bu bayramda 15 bin kadar ziyaretçi çekmesi bekleniyordu. Adanın yaşaması için çok önemli bir turist miktarı. Bunu Türkiye temin ediyor. Kuşkusuz halkımızı buraya çeken nedenler değişik. Osmanlı-Yunan tarihinin bu önemli köşesini gezginlerimizin tanıması mühim. 

Sisam’dan ziyaretlerim dolayısıyla uçakla ulaştığım Atina aynen burası gibi sıcaktan kavruluyor. Ama şehrin birçok kıyısında denize girmek mümkün ve su temiz, plaj hizmetleri belediye tarafından ücretsiz ve nitelikli olarak sunuluyor. İktisadi krize rağmen bazı şeyleri Yunanistan halkı elde etti ve bunlar muhafaza edildi. 

Atina bizim için dış ilişkilerde çok önemli. Dışişlerinin önemli memurları bu büyükelçilikten geçer. Halihazırdaki büyükelçi eski Şam Büyükelçimiz Halit Çevik. Başkonsolosumuz ise Oya Yazar. 

Benim Atina’da bazı dostlarım var, tabii ki hepsi de İstanbullu. Türkçelerini kuşaklardan beri koruyan takım... İçlerinde iki memleketin tarihini de çok iyi bilen Venos Zahariadis, onun hoşsohbet ve mutfak üstadı eşi Olga Hanım gibi isimler mevcut. Halkida’ya beraber gittik. Burası, Fatih Sultan Mehmed’in 1470’te fethettiği kıta Yunanistanı’na en yakın adalardan. Bizim ‘Eğriboz’ dediğimiz İtalyanların ‘Negroponte’ diye isimlendirdiği bu coğrafya Akdeniz’in en renkli noktalarından. Belediye başkanı Christos Pagonis cana yakın bir yönetici. O sıcakta bile sağa sola koşuşan dinamik tiplerden. Yunanistan’da belediye önemlidir ve belediye meclisleri ve meclis üyeleri gerçekten politika da yaparlar, iş de yaparlar. Yunanistan’ın politikacı yetiştiren kademelerindendir. 

Yazının devamı...

Neden Mimar Sinan’ın eserlerinin canına okunuyor

25 Haziran 2017

GAZETEMİZE röportaj veren bir adam “İlber Hoca tarihle uğraşsın, anlamadığı işe karışmasın” diyor. Anlamadığımız iş dediği, gelip geçtiğimiz, her gün gördüğümüz, yaşadığımız şehrin köşelerinden biri. Birazdan bahsedeceğimiz Üsküdar’daki Şemsipaşa Camii de öyle.

İstanbul’u Roma İmparatorluğu kurmuş sayılır. Bizim ecdadımız süslemiş, geliştirmiş. Hani birilerinin bize saçma gelen teorisi var ya; “Osmanlı ayrı millet, Türk ayrı millet” diye. Neredeyse bu saçmalığa inanasım geliyor, Osmanlı kurmuş, biz iğrenç bir hale getiriyoruz. Bugünün mimarının nesi üstün bilmiyorum; resmen statik derslerini okumadıklarını, müfredattan kaldırıldığını herkes biliyor. Dünyayı gezip gördükleri yok. Sırf parasızlıktan değil, niyetleri de yok. Anasının babasının yanında gezip görenler de bavul misali geziyor.

Adam kazıkları çakmış; pandantif gibi Molla Çelebi Camii’nin ne olacağı belli. Dolmabahçe’den baktığın zaman Topkapı Sarayı’nı göremiyorsun. Karşıda da Şemsipaşa Camii’nin önüne kazık çaktılar. Duvarlarını çatlamışlar bile. Fox TV muhabirinin sorusuna oradaki mühendis “Ne olmuş” diyor.

“Her yerde okul açıp herkesi diplomayla donatacağız” dersen, verdiğin eğitimin niteliğine ve muhtevasına dikkat etmezsen beklenecek sonuçlar bunlar. Mimarbaşı övünüyor, “Bu Haliç’e köprüyü Mimar Sinan bile yapamadı” diye. Megalomaninin sonu yok. Aradan 500 sene geçmiş; birikimin bu kadarsa diyeceğim yok. Denecek yok, maşallah.

ATATÜRK’ÜN EMRİYLE RESTORE EDİLMİŞTİ

Önündeki inşaat şimdilik durdurulan Şemsipaşa Camii’nin başına gelenlerden söz edelim biraz da. Üsküdar kıyısında rüzgâr her zaman kuvvetli estiğinden bu caminin kubbesine ve minaresine kuşlar konmaz. Bu yüzden halk ‘Kuşkonmaz Camii’ adını vermiş. Caminin banisi Kastamonu Candaroğulları hanedanından gelen Kızıl Ahmed Bey’in torunu Şemsi Ahmet Paşa’dır. III. Murad devri vezirlerindendir.

Şemsi Ahmet Paşa, 1580 yılında ölmüştür ve tarihin de gösterdiği gibi bu sempatik camiyi aynı tarihte büyük mimarımıza yaptırmıştır. Koca Mimar Sinan’ın küçük bir camisidir. Ancak bu küçük minyatür caminin, mimarın keskin gözüne uygun bir yapısı vardır. Minaresiyle kubbesi, o kubbenin yanındaki çeyrek kubbeler, o çeyrek kubbelerin hemen altında uzanan duvarlar, revak, girişteki son cemaat mahalli ve etrafında yer alan ‘L’ şeklindeki medrese ve caminin hemen bitişiğinde yer alan Şemsi Ahmet Paşa’nın türbesi dikkatimizi çeker. Paşa, caminin tamamlandığını göremeden vefat etmiştir ve buraya gömülmüştür.

Kuşkonmaz Camii’nin 20’nci yüzyılda önemli yıkımlar daha doğrusu tahribat gördüğü açıktır. Bunu zaman yapmıştır. Bu nedenle ilk önce Atatürk’ün emriyle ancak 1940’larda gerçekleştirilen bir tamirat ve ardından 20’nci yüzyılın sonuna kadar uzanan restorasyonlarla cami bugüne kadar gelebilmiştir.

Yazının devamı...