(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Noyan Doğan" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Noyan Doğan" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Noyan Doğan

KOBİ’ye bu da yapılır mı?

22 Haziran 2017

TİCARİ ARAÇ ALAMIYORLAR

Aslında konu yeni değil. Neredeyse sekiz yıldır gündemde ve okuyucumuz gibi binlerce işletmenin, özellikle de KOBİ’lerin, yaşadığı bir sorun. ‘Sorun ne?’ derseniz, en basit şekliyle anlatayım. Doğru, ticari araçlar; daha doğrusu karayolu ile taşımacılık yapan araçlar, finansal kiralamaya konu olamıyor. Çünkü taşımacılık yapılabilmesi için Ulaştırma Bakanlığı’ndan yetki belgesi alınması zorunlu. Bakanlık ise taşıma yapılacak aracın mülkiyeti şirketin üzerineyse yetki belgesi veriyor. Yani, taşıma yapacak araç, şirketin üzerine kayıtlıysa sorun yok; Bakanlık, belgeyi hemen veriyor. araç, şirketin üzerine kayıtlı değilse, belge vermiyor. Malum, adı üzerinde leasing bir finansal kiralama işlemi olduğundan, araç da belli süreliğine (2 ya da 3 yıl) leasing şirketinin üzerinde gözüktüğünden; Ulaştırma Bakanlığı’ndan, taşıma yetki belgesi alınamıyor. Hal böyle olunca da işletmeler, yatırımlarını leasing yoluyla yapamıyor.

Peki, niye böyle? İşte, onu bilen yok. 2009 yılına kadar leasing yoluyla alınan ticari araçlar şirketlerin mülkiyetinde gözüküp, yetki belgesi verilirken; bir gece yatılıp, sabah kalkılıyor ve 2009’dan itibaren finansal kiralama ile alınan araçların kiralık araç olarak görülmesine, yetki belgesi alınamayacağına karar veriliyor. Siz sanıyor musunuz ki, bu garabet durum sadece taşıma araçlarıyla sınırlı. Kamyon, çekici gibi ağır ticari araçlar da sırf bu nedenden dolayı finansal kiralama yoluyla alınamıyor.

ULAŞTIRMA BAKANI’NIN HABERİ VAR MI?

Garabet bu kadarla da bitmiyor. Aynı araçlar bankadan ya da finansman şirketinden kredi kullanılarak alındığında Ulaştırma Bakanlığı hemen yetki belgesini veriyor; ama leasing şirketinden alındığında vermiyor. Fark, ne? Ha, gidip bankadan 2-3 yıllık vadeli kredi ile araç satın alınmış; ha, leasing şirketinden 2-3 yıl vadeli sözleşme imzalanmış. Her ikisinde de 2-3 yıl sonra aracın mülkiyetine sahip olunuyor. Daha açık bir anlatımla, finansal kiralama da kredili satın alma yöntemi. Nitekim 20019 yılına kadar böyleyken ve hiçbir fark yokken, biranda ayrımcılığa gidilmiş.

Tamam, 8 yıl önce bir şeyler olmuş, ama halen yanlış devam ediyor. Hem de, KOBİ’lerin önünü açmaya çalıştığımız, üretimi artırmaları için peşi sıra düzenlemeler yaptığımız, alternatif finansman kaynaklarına ulaşmaları için çabaladığımız bir dönemde devam ediyor. Açıkça söyleyeyim, böyle bir uygulamadan zararlı çıkan tek bir kesim var; o da, KOBİ’ler. Okuyucumun örneğinde olduğu gibi, bir nedenden dolayı bankada limit azalmış, ama işletme yatırım yapmak istiyor, alternatif olarak finansal kiralama var; o yolu da 8 yıl önce bilinmeyen bir nedenden tıkamışız. Bilmem bu durumdan Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan’ın haberi var mı?

Yazının devamı...

Çok şey değişecek

21 Haziran 2017

HAFTA TATİLİ KALKIYOR

Bundan tam 93 yıl önce, 1924 yılında, çıkartılan ve haftada bir gün tatil yapılmasını zorunlu kılan Hafta Tatili Hakkındaki kanun artık kalkıyor. Gerekçe ise, özellikle sanayi işletmelerinin her yıl hafta tatili günlerinde çalışabilmek için belediyelerden hafta sonu çalışma ruhsatı almalarının işletme sahiplerine ek yük getirmesi. Yeni düzenleme ile işyerleri açısından artık hafta sonu çalışma kolaylaşmış olacak. Ancak, yürürlükten kalkan yasa, aynı zamanda işçilerin haftada 6 günden fazla çalışmasını da yasaklıyordu.

ÇALIŞANA 1700 LİRA DEVLET DESTEĞİ

Araştırma-Geliştirme (Ar-Ge) personeli istihdam eden ve teknoloji geliştirme bölgelerinde faaliyet gösteren şirketlerde; istihdam edilen personelin aylık ücretinin, asgari ücretin brüt tutarı kadarki kısmı Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından karşılanacak. Daha açık bir anlatımla, Ar-Ge personelinin aylık maaşının 1.700 lirasını Bakanlık ödeyecek; hem de iki yıl boyunca. Peki, sınır var mı? Bakanlık desteği, firmanın toplam çalışan sayısının yüzde 10’u ile sınırlı. Yani, teknoloji geliştirme firmasıysanız ve 100 kişi istihdam ediyorsanız, Bakanlıktan, 10 kişi için destek alacaksınız.

İŞ GÜVENLİĞİNE YENİ DÜZENLEME

Yeni Kanuna göre, 50’den az çalışanı olan ve az tehlikeli sınıfta yer alan şirketlerde, iş sağlığı ve iş güvenliği hizmetleri, işverenler ya da işveren vekili tarafından yürütülecek. Bu şirketler, aile hekimleri ve kamu sağlık hizmetleri sunucularından hizmet alabilecek. Ayrıca, 1 Temmuz’da başlaması gereken, kamu kurumları ile 50’den az çalışanı olan özel sektör işyerlerinde iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi bulundurma zorunluluğu da Kanun ile 2020 yılına ertelendi.

ÖĞRETİM ÜYESİNE GEÇ EMEKLİLİK

Yeni Kanun, eğitim alanında da bazı düzenlemeler getiriyor. Birincisi, staj tanımı değişecek ve yükseköğretim kurumlarında staj yapan öğrencilere staj ücreti ödenecek. Ancak, yasa, staj süresinin emeklilik süresine etkisi konusunda bir düzenleme getirmedi. Yine yasa ile öğrencilere, uygulamalı eğitimleri sırasında asgari ücretin yüzde 35’i kadar –ki, bu da aylık 490 lira ediyor- ücret de ödenecek. Ayrıca, emeklilik yaşını dolduran öğretim üyeleri, 75 yaşının geçmemiş olmak kaydıyla, emeklilik aylığı bağlanıncaya kadar sözleşmeli olarak çalışmaya devam edebilecek.

Yazının devamı...

Trafik sigortasında bıçak kemiğe dayandı

19 Haziran 2017

Konu; malum konu, trafik sigortası. Önce kısa bir özet geçeyim. Trafik sigortasında, nisan ayında başlayan tavan fiyat uygulaması ile tüketici açısından yüksek fiyat tartışması ve yüksek fiyata dayalı şikayetler bitti. Bu sefer de sigortacılar cephesinde; devletin, fiyata müdahale etmesiyle serbest piyasadan vazgeçildiği, kamu tarafından belirlenen tavan fiyatın düşük kaldığı ve zarar edileceği endişesi başladı. Bu endişeyle de sigorta şirketleri -ya da kimi sigorta şirketleri- diyeyim; bilgisayar ekranı kapatma, poliçe kesilmesini geciktirme, tüketiciden peşin para isteme gibi bir takım yollarla trafik sigortası satmaktan imtina etti. Bu sefer de tüketicilerden ‘sigorta yaptıramıyoruz’, sigorta şirketlerinin acentelerinden de ‘poliçe kesemiyoruz, tüketiciyi geri çeviriyoruz’ şikâyetleri başladı.

DEVLETLE KAVGA OLMAZ

Yeri gelmişken, bu eleştirileri sigortacılara sordum. Tavan fiyat uygulaması başladığında hem zarar edilecek endişesiyle hem de devletin belirlediği fiyatlara adaptasyon nedeniyle başlarda sıkıntılar yaşandığı, bugün artık poliçe kesilmemesi gibi bir durumun olmadığı cevabını aldım. Peki, sorun ne? Sorun, kamu, halen şirketlerin birtakım yollara başvurarak, trafik sigortası satmak istemediklerine inanıyor. Neye dayanarak? Hemen hemen her gün vatandaştan gelen onlarca şikayete dayanarak. Nitekim bir hafta önce, Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek tam da bu konuya değinerek, “Tavan fiyat uygulamasında sektörün önerilerini dikkate aldık ama bazı şirketler hala sistemlerini açmıyorlar ve bizi başka tedbirlere yöneltiyorlar” açıklamasını yapmıştı.

Açıkça söyleyeyim kamu, bu durumdan rahatsız. Hem de öyle rahatsız ki, “Sigorta satmayarak, devlete tavan fiyat uygulamasından geri adım attıracaklarını, serbest fiyata geçileceğini zannediyorlar” diyor; ardından da ekliyor: “Zarar edeceklerine inanıyorlarsa trafik sigortası ruhsatlarını iade etsinler.”

Görünen o ki, kamuda, sigorta şirketlerinin, trafik sigortası satmayarak, tavan fiyat uygulamasını boykot ettikleri yönünde bir kanı oluşmuş. Bu kanı; kamuyu, “şirketler, bu tür davranışlarla, 2018’in başında serbest fiyata geçilme ihtimalini tamamen ortadan kaldırıyor, çünkü güvenmiyoruz” noktasına kadar getirmiş. Özetle, ‘devletle kavga olmaz’ deniyor.

EK TEDBİRLER MASADA

Peki, böyle devam ederse ne olur? Anladığım kadarıyla kamunun elinde bir eylem planı var. Nitekim Mehmet Şimşek de açıklamasında, ‘bizi başka tedbirlere yöneltiyorlar’ demişti. Çok da uzak değil, 2-3 hafta içinde bazı tedbirler alınacak ama masadaki asıl konu, trafik sigortasında bir havuz modeli uygulanması. Nasıl bir model derseniz? Henüz tam olarak net değil ama öğrendiğim kadarıyla, hasar kademesine göre 1-2-3’üncü basamaklardaki sürücüler, yani çok hasarlı sürücüler için havuz sistemi uygulanacak. Sigorta şirketleri bu basamaklarda sattıkları poliçeler karşısında aldıkları primleri kurulacak havuza devredecek. Eğer sigorta şirketleri yine de ekran kapatma, poliçe satışını geciktirme gibi davranışlar içine girerse; kamu, ceza uygulamasından başlayıp, şirket kapatmaya kadar gidecek. Şunu da belirteyim, öğrendiğime göre; az hasarlı ve hasarsız sürücüler için tavan fiyat uygulaması devam edecek.

KİM, KİME TAVIR YAPIYOR?

Yazının devamı...

Tehlikenin farkında mısınız?

14 Haziran 2017

KAMU kurumları ile 50’den az çalışanı olan özel sektör işyerlerinin 1 Temmuz’da başlayacak iş güvenliği uzmanı, işyeri hekimi bulundurma zorunluluğu yine ertelendi. Yine diyorum, çünkü bu üçüncü erteleme. Hem de Meclis’te görüşmeleri süren Sanayinin Geliştirilmesi ve Üretimin Desteklenmesi Kanun Tasarısı’na son anda eklenen bir maddeyle ertelendi. Hem de daha geçen ay Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı koordinasyonunda başlatılan Hedef Sıfır İş Kazası kampanyasına rağmen ertelendi.

Konuyu biraz daha açayım. İş kazalarını önlemek amacıyla 2012 yılında, her iş yerine, bir iş güvenliği uzmanı ile işyeri hekimi bulundurma zorunluluğu getiren İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu çıkartıldı. Bu kapsamda da işyerleri, az tehlikeli-tehlikeli-çok tehlikeli olmak üzere üç gruba ayrıldı; zorunlu uygulama için de geçiş süreci tanındı. 50 kişinin üzerinde çalışanı olan tehlikeli-çok tehlikeli işyerleri için hekim ve iş güvenliği uzmanı bulundurma zorunluluğu 2014 yılında uygulamaya girdi. Hem kamu hem de 50’den az çalışanı olan özel sektör şirketlerine –ki, tarımdan gıdaya, mobilyadan otomotive, elektronikten taşımacılığa kadar yüzlerce mesleği kapsıyor- ise 2016’nın Temmuz ayına kadar geçiş süresi tanındı. Ancak işverenlerin ‘hazır değiliz’ itirazları üzerine uygulama bir yıllığına, 2017’nin Temmuz ayına ertelendi.

TASARIYA SON ANDA EKLENDİ
Düne kadar, tüm kamu kurum ve kuruluşları ile 50’den az çalışanı olan işyerlerinde, iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi görevlendirme zorunluluğu 1 Temmuz’da başlayacaktı. Fakat ne olduysa, Meclis’te görüşülen Sanayinin Geliştirilmesi Üretimin Desteklenmesi Kanun Tasarısı’na; iş güvenliği uzmanı ile işyeri hekimi görevlendirme zorunluluğunun ertelenmesi için son anda bir madde eklendi. Hem de öyle bir erteleme ki, bir-iki yıl da değil; 2020 yılına kadar. Gerekçe ne? İşverenlerin, yine, uygulamaya hazır olmamaları. Bir başka gerekçe ise iş güvenliği uzmanı sayısının yetersiz olması. İşverenlerin hazır olup olmadığını bilmiyorum ama iş güvenliği uzmanı sayısının bugün için 100 binin üzerinde olduğunu biliyorum.

Yazının devamı...

Rekabet Kurumu şirketlere neden baskın yaptı?

12 Haziran 2017

Baskının nedeni yine, trafik sigortası. Yine, diyorum, çünkü Rekabet Kurumu, trafik sigortası nedeniyle sigorta şirketlerine baskın yapmayı alışkanlık haline getirdi. İstisnasız, iki-üç senede bir baskın düzenleyip, inceleme başlatıyor. Ama bu seferki farklı. Hatta biraz komik desek yeridir. Anlatacağım, ama önce kısa bir hatırlatma yapayım.

4 YILDA 3’ÜNCÜ BASKIN

Kurum, sigortacılara, ilk baskınını, 2013’ün nisan ayında yaptı. Gerekçe ise, birlikte hareket ederek, trafik sigortası primlerini yüzde 500 artırdıkları. İnceleme 7 ay sürdü ve aynı yılın ekim ayında Rekabet Kurumu; sigortacıların, trafik primlerini serbestçe belirleme hakları olduğunu savunarak, tüketici aleyhine hareket etmedikleri ve rekabete aykırı davranmadıkları kararına vardı. Yani, sigorta şirketleri soruşturmadan aklandı.

Rekabet Kurumu, üç yıl aradan sonra, 2016’nın nisan ayında, trafik sigortasında birlikte hareket ederek, fiyatları artırdıkları ve rekabeti bozdukları gerekçesiyle, yine sigortacılara baskın yapıp, inceleme başlattı. Pazar, aynı sigorta pazarı. Şartlar, aynı şartlar. Şirketler, aynı şirketler. Rekabet Kurumu, aynı Rekabet Kurumu. Değişen ne? Bilen yok. Soruşturma halen sürüyor ve Rekabet Kurumu, birkaç gün önce bir duyuru yaparak, sigortacıları, sözlü savunma yapmaları için temmuz ayında toplantıya çağırdı. Kurum, bir ilke daha imza attı ve varsa, sigorta şirketlerinden şikayetçi olan vatandaşların, toplantıya katılabileceğini de duyurdu.

ŞAKA GİBİ BİR OLAY!

Daha bitmedi. Sıkı durun, asıl bundan sonrası ilginç. Aynı Rekabet Kurumu, geçen haftalarda, yine trafik nedeniyle sigortacılara bir baskın daha yapıp, bir soruşturma daha başlattı. Ama bu sefer farklı. Çünkü kamu, nisan ayında trafik sigortasına müdahale ederek, tavan fiyat uygulaması getirdi. Yani, primleri kamu belirledi ve serbest fiyat uygulaması kalktı. Olaya bakın ki, daha önce, ‘serbest piyasa ortamında fiyatları artırıyorlar’ gerekçesiyle iki kere baskın yapıp, inceleme başlatan ve birinde de şirketlerin trafik primlerini serbestçe belirleme hakları olduğu sonucuna varan Rekabet Kurumu; serbestliğin kalktığı, primleri devletin belirlediği ve fiyatların standart hale geldiği ortamda rekabete aykırı davranıldığı gerekçesiyle yine sigortacılara inceleme başlatıyor. Şaka gibi değil mi? Üstelik daha geçen seneki soruşturma bile bitmemiş. Fiyatı devletin belirlediği ve tüm şirketlerin aynı fiyata sigorta satmak zorunda olduğu bir ortamda, rekabet mi olur? Rekabetin olmadığı yerde de Rekabet Kurumu’nun ne işi olur?

Son olarak şunu da söyleyeyim. Dostane söylüyorum. Tüm kurum ve kuruluşlarla, sivil toplum örgütleriyle, üzerine vazife olan olmayanla; şirketlerin bu kadar üzerine gidilmesi, beklenmeyen sonuçlar doğurabilir. Ne mi, demek istiyorum? Bu kadar çok sıkarsanız bir yerden patlak verir diyorum. 

 

Yazının devamı...

Temmuzda emeklinin yüzü gülecek

8 Haziran 2017

 BU yılın ilk yarısına ait son maaşlarını alacak olan emekliler, hem temmuz ayındaki zamma hem de enflasyona odaklandı. İşçi ve Bağ-Kur emeklilerinin yanı sıra hem memur emeklileri hem de görevdeki memurlar temmuz ayında zam alacaklar. Memur ve emeklileri iki yılda bir imzalanan toplusözleşmeden gereği ocak ve temmuz olmak üzere, yılda iki kere zam alıyor. 2015’de yapılan toplusözleşmeden çerçevesinde de 2017’nin temmuz ayında alınacak zam oranı, yüzde 4. altı aylık enflasyondan kaynaklı bir fark oluşursa bu da maaşlara yansıtılacak.
Yeri gelmişken kısa bir bilgi daha vereyim. Memur ve emeklileri en son enflasyon farkını (yüzde 0.90) 2016’nın ocak ayında almışlardı. Hem geçen yılın temmuz ayında hem de 2017’nin ocak ayında ise enflasyon farkı oluşmadığı için maaşlara sadece toplusözleşmedenden kaynaklı yüzde zamlar yansıdı. Bu zam da 2016’nın temmuzunda yüzde 5, bu yılın ocak ayında yüzde 3 oldu.

YÜZDE 4 ZAM CEPTE

Gelelim, temmuz ayında memur emeklilerinin alacağı zamma. Toplusözleşmeden gereği yüzde 4 zam cepte. 6 aylık dönemde (Ocak-haziran) gerçekleşen ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan, TÜFE’deki enflasyon oranının, yüzde 3’ün üzerinde çıkması halinde; aradaki fark da zamma yansıtılacak. Buna göre, enflasyondan kaynaklı zam oranı ise temmuzun ilk haftası açıklanacak enflasyona göre netleşecek. Ancak, ilk 5 aydaki yani, ocak-mayıs dönemindeki, maaş zammına konu olan enflasyon, yüzde 6.18 olarak gerçekleşti. Bu da şu anlama geliyor ki, şimdiden, memur ve emeklileri için yüzde 3’lük enflasyon oranı aşılmış, üzerine yüzde 3.18 fark oluşmuş durumda.

ENFLASYON FARKI

Enflasyonun önümüzdeki bir ayda artmadığını, sabit kaldığını, hatta biraz düştüğünü varsaysak bile enflasyondan kaynaklı yüzde 3’lük farkın temmuzda maaşlara yansıyacağı kesin gibi gözüküyor. Daha açık bir anlatımla; memur ve emeklileri, Temmuz’da maaşlarını yüzde 4’ün üzerine, yüzde 3’lük enflasyon farkı ile birlikte toplam yüzde 7’lik zamlı alacak. Böylece, en düşük memur emeklisinin maaşı 1874 liraya (vergi iadesi hariç), en yüksek emekli maaşı da 11450 liraya çıkacak.

Yazının devamı...

Şirketlerin hiç mi kabahati yok?

5 Haziran 2017

Ama yine da bilgi olarak aklınızın bir köşesinde bulunsun. Günlerdir trafik sigortasını konuşuyoruz. İşin aslını isterseniz, şöyle bir yakın geçmişe dönüp bakarsak, neredeyse son iki-üç yıldır trafik sigortası bir şekilde sürekli gündemde. Hal böyle olunca da kimi okuyucular, merak edip, neden trafik sigortasının bu kadar konu yapıldığını soruyor. Hatta kimi okuyucular, bir adım daha öteye gidip, ‘koca sigorta pazarı sadece trafikten mi oluşuyor ki, sürekli bu konu konuşuluyor’ diye soruyor. Hatırlarsanız, bir ay önce Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek de, bir konuşmasında, “Bırakın artık şu trafik sigortasını konuşmayı, başka sigortalara odaklanın” demişti.

Peki, trafik, sigorta pazarı için bu kadar önemli? Bir araştırma yaptım. Sizlerle de paylaşayım ama önce küçük bir bilgi vereyim. Trafik gibi birçok zorunlu sigorta var. Maden çalışanları ferdi kazadan tutun da depreme, tehlikeli maddelere kadar 17 tane zorunlu sigorta var. Bunlar, devletin, vatandaş mağdur olmasın diye uygulamaya koyduğu sigortalar. Bir de tarım sigortası gibi zorunlu olmayan ama devlet desteği ile yürüyen sigortalar var. Bu sigortalar sayesinde de hem pazar büyüyor hem de şirketlere gelir yaratıyor.

KAMUNUN PAYI YÜKSEK

2016 sonu itibariyle sigorta pazarının prim üretimi açısından toplam hacmi 40,1 milyar TL. Bunun 35 milyarı hayat dışı sigorta branşlarından, 5 milyarı da hayat sigortalarından oluşuyor. Hayat sigortacılığı ile bireysel emekliliği bir kenara koyuyorum. Sigorta pazarı içinde (hayat dışı branşlar) 13,8 milyar TL’lik prim üretimi ile zorunlu sigortaların payı yüzde 39’u geçiyor. Tarım sigortasını da eklerseniz (1,6 milyar TL üretim)  bu pay, yüzde 44’e kadar çıkıyor. Demek ki, zorunlu olsun olmasın devletin uygulamaya koyduğu sigortaların toplam pazar içindeki payı yüzde 44. Bir başka açıdan, sigortacılar için yüzde 44’lük bir pazar hazır; vatandaşlar, zorunlu yaptırıyor. Yani, şirketlerin çaba harcamasına gerek yok.

Gelelim, trafik sigortasına. Sigorta pazarının yüzde 35’i trafik sigortasından oluşuyor. Tarım dahil, zorunlu sigortaların içinde trafiğin payı ise yüzde 80’e yakın. Bir rakam daha vereceğim, şaşıracaksınız. Trafik ve kaskodan oluşan oto sigortalarının, hayat dışı sigorta pazarındaki payı yüzde 52’nin üzerinde. Eminim, kimi sigortacılar diyecektir ki, ‘sen üretime değil gelir içindeki paya bak’. Ona da baktım, kabaca, gelirin yüzde 40’a yakını trafik sigortasından kaynaklanıyor.

KİM HAKLI, KİM HAKSIZ?

Şimdi anladınız mı, trafik sigortasını neden bu kadar çok konuşuyoruz? Hem sigorta pazarının hem de gelirin yarıya yakını trafikten oluşuyor. Maalesef ağırlıklı trafik olmak üzere oto sigortasına sıkışmış bir pazar var ve konut, ticari gibi sigortalar gelişmiyor; yine maalesef, yeni sigorta ürünleri hiç konuşulmuyor. Hal böyle olunca da kamu, ‘benim zorunlu tuttuğum sigortalar sayesinde pazar yaratıp, para kazanıyorsunuz’ diyerek, müdahale etme hakkını kendinde görüyor. Haksız mı? Peki, bu hale gelinmesinde, yıllardır, ‘nasıl olsa tüketici kendi ayağı ile tıpış tıpış geliyor’ deyip sırtını trafik sigortasına dayayan, hatta trafik sigortasının ne işe yaradığını bile anlatma ihtiyacı duymayan; diğer sigortaların gelişmesi için çaba harcamayan sigorta şirketlerinin hiç mi kabahati yok?

Yazının devamı...

Banka dışı finansı bir de benden dinleyin

1 Haziran 2017

KÜÇÜK OLSUN BENİM OLSUN ANLAYIŞI

Başbakan Yardımcısının tespiti sonuna kadar doğru. Hatta bir adım daha ileri gidelim, banka dışı finansın, toplam finans pazarı içindeki payı sadece yüzde 4’lerde. Tamam, geçtiğimiz yıllardaki yüzde 1-2’lerle mukayese edildiğinde gelişiyor ama gelişim hem yavaş hem de yeterli değil.

Peki, neden böyle? Herhalde bu şirketlerin hem sermayedarları hem de yöneticileri ‘küçük olsun benim olsun’ anlayışını benimsediklerinden değil. Hele ki, bankalardan sonra reel kesime, özellikle de KOBİ’lere, finansman desteği sağlayan kurumların faktoring, leasing, finansman şirketleri olduğu düşünülür; işletmelerin de bu desteğe ciddi ihtiyaçları olduğu hesaba katılırsa, banka dışı finans pazarının istenilen seviyede büyüyememesinin bir nedeni olsa gerek, değil mi?

İMKÂN VERİLDİ DE BÜYÜMEDİLER Mİ?

Gelin, tek tek bakalım. Peşin peşin de söyleyeyim, yazacaklarımdan kimse alınmasın, gücenmesin. Önce faktoringten başlayalım. Yıllar önce üç-beş şirketin yaptıkları yüzünden tefeci damgası yemişler, halen bu algıyı düzeltmeye uğraşıyorlar. Tam düzelttik derken, bakıyorsunuz kamudan birkaç kişi eskiyi hatırlayıp, iki laf ediyor; hop, yine başa dönüyorlar. Oysa çoğunluğu koca koca bankaların iştirakleri, yabancı sermayenin temsilcileri ve yıllar öncesinde de BDDK’nın çatısı altına girmişler. Adamlar, ihracat faktoringinde dünyada ilk sıraya oturmuşlar; halen Türkiye’de, ‘çek mi aldın, çek mi kırdın’la muhatap oluyorlar. Neyse ki, şu sıralar, kamunun da desteği ile faktoring adını değiştirip, ‘ticaret finansmanı’ adı ile yollarına devam edecekler de yıllardır üzerlerindeki haksız yaftadan kurtulacaklar. Kaldı ki, zaten yıllardır da ticareti finanse ediyorlar. 

Gelelim, leasinge. Büyük-küçük ayrımı olmaksızın, teminat yeterli mi değil mi ince eleyip sık dokumaksızın tüm şirketlere, orta ve uzun vadeli yatırım ekipman finansmanı sunuyorlar ki, bu hizmeti sunun tek sektör leasing. Sonra da dönüp, pazarda iştiraki oldukları bankalarla rekabet etmek zorunda kalıyorlar. Neden? Çünkü bankalar, yakaladıkları KOBİ’ye, ‘ne gideceksin leasinge, gel ben sana kredi vereyim, işini hallet’ diyor da ondan. Sağ olsun bizim KOBİ’lerde, banka dışında alternatif finansman kaynaklarından maalesef bihaberler... Sonra da ‘bankalar bizi zorluyor, destek olmuyor, olsalar da yüksek maliyetlerle oluyor’ diye şikayet edip duruyorlar. Dünyada artık yatırım malını nakit ya da banka kredisiyle alan kalmadı, herkes finansal kiralama yapıyor. Neyse, öğrenecekler. 

BUNUN ADI HAKSIZ REKABET

Bitmedi, daha da vahimi var. Hani, ‘bankaların gölgesinde kalıyorlar’, ‘bir türlü büyüyemiyorlar’ deniyor ya; bunda, yaratılan haksız rekabetin de payı var. Çok detaya girmeden sadece iki örnek vereceğim. Bankalara, yurtdışından sağladıkları finansmanda Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu (KKDF) istisnası uygulanırken, leasing ve faktoringe uygulanmıyor. Bankaların kendi aralarındaki işlemlerde Banka Sigorta Muamele Vergisi (BSMV) yüzde 1 iken, leasing ve faktoringte bu oran yüzde 5. Hal böyle olunca da banka dışı finans kesimi, reel sektöre daha pahalı kaynak aktarmak durumunda kalıyor. Yani, zararı yine reel sektöre, KOBİ’ye... Oysa maliyetler düşse, leasing ve faktoring daha uygun maliyetle finansman sağlayacak, böylece istendiği gibi banka dışı finans kesimi de büyüyecek. Diyeceğim o ki, söylemekle, eleştirmekle olmuyor, biraz el atıp, destek olmak gerekiyor.

Yazının devamı...