(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Musa Dede" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Musa Dede" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Musa Dede

Arkadaşım eşek…

18 Haziran 2017

Tasavvuf edebiyatında insan-eşek münasebeti çokça işlenmiş ve kişinin nefsiyle münasebetine benzetilmiştir. Bu gibi benzetmenin Allah(cc) tarafından Kuran’da da yapılmış olması bizleri cesaretlendirir; “Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez” (Cuma 62;5)

 

Geleneğimizde yeri olan bu mecazı kullanmayı seven edebiyatçılarımızdan Necip Fazıl’ı da bu vesileyle analım; “Haktan halka yansıtmak, hizmetlerin ulvisi! / İlmi olan yapmalı, farz-ı ayın bu işi! / Kim ederse istinkâf, düçar olur tokada, / Bildiğini ketmetmek, tavırların menfisi. // “Kitap yüklü merkep” der, Kur’an böyle insana! / “Yaşanmayan bir ilim, fayda vermez ins cana” / Amil olmak mecburi, hamil isen ilim’e, / Yoksa hadim olursun, hasmın olan şeytana! // Kitap yüklü merkepler, kürsüleri almışlar! / Kürsülerden artanlar, alanlara dolmuşlar! / Söylem dilde nakarat, eylem ise hep menfi, / Diplomalı nadanlar, başa bela olmuşlar.”

 

Sözüm meclisten dışarı ancak hakkaten nefs de doğru yolu gitmemekte eşek gibi inatçı, edeple ziynetlenmeden eşek gibi kaba(eşeğe cilve yap demişler, çifte atmış), zevki incelmeden eşek gibi anlayışsız(eşek hoşaftan ne anlar; suyunu içer, tanesini bırakır) olabiliyor. Nefsinin kölesi kişi Dünya’da edindiği mal mülk, başarı, mevki ne olursa olsun gönlümüzün tellerini titretemiyor, sohbeti boş geliyor(eşeğe altın semer vursalar yine eşektir). Anlaşılan eşeği terbiye şart!

 

“Ve yürüyüşünde mütevazi ol ve sesini alçalt(alçak sesle konuş). Muhakkak ki seslerin en çirkini, elbette merkebin sesidir” (Lokman 31;19)

 

Yazının devamı...

El Alim ne der?!

11 Haziran 2017

Peki ya O’na göre mi yaşıyoruz hayatımızı; biz O’nu görmüyorsak da O’nun bizi her an her yerde gördüğünü bilerek, biz duymuyorsak da O’nun duyduğunu hissederek? Yoksa “El alem” putuna mı tapıyoruz açıktan, gizlice?

“Bilmiyorlar mı ki Allah onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını biliyor” (Bakara 2;77)

El-alem, masiva, Dünya, özelimizde ise bizim sınırlı dünyamız, hakikat nuruna muhtaçtır. Kendisine bildirilen dışında bilmeyendir. Temizliği oranında kendine aksedeni yansıtır. Eğer el alem el Alim’in mazharı(göründüğü yer) ise, bize Hakk’ı gösterir, yaşatır. Yoksa kendi vehmini, fantezisini hakikat zanneder ve kendine bildirileni de reddeder, gizler yahut nefsine göre saptırır… Böylece kendisini put edinip ona uyanları da mahvoluşa sürükler. İnsanoğlu bu alemde O Alim’in rehberliğine gereksinim içindedir.

“İşte bunlar Allah’ın, sana hak olarak okuduğumuz ayetleridir. Allah, alemlere hiç zulüm etmek istemez” (Ali İmran 3;108)

İnsan toplumsal bir varlık. İçinde yaşadığı toplum tarafından reddedilmek istemediği, bundan korktuğu varsayılır. Elalem toplumdur bir bakıma da. O toplumda cahillerin, değerleri çürümüşlerin sesi daha çok çıkıyorsa, çoğu insan artık bunların hakim değerler olduğu zannıyla, onaylamadığı halde, (edep ayrı) dışlanmak istemediği için durumu kabullenmiş görünür, siner ve toplumda bir “suskunluk sarmalı” yaşanır. Halbuki gerçek başkadır. Sabırla açığa çıkacağı doğru zamanı bekler..

“Toplumun sunduğu hedef yine toplumun kendisidir ve vadettiği şey de topluma kulluktan ötürü (ona göre bir) ödüldür” (Abdülkadir es Sufi) 

Geçenlerde bir arkadaşım anlattı; Bu kızlar çocukluklarından beri azıcık “sıradışı” bir şey yapmaya kalkmasınlar, anneleri hep “aman elalem ne der?” der, istemezmiş. Zamanla taşınmışlar etmişler, içinde yaşadıkları toplum, çevre değişmiş lakin şu “elalem ne der?” yaklaşımı bir türlü değişmemiş, nihayet anlamış kızlar; “elalem” meğer annenin bizzat kendisinden başkası değilmiş! Onu önemseyince bu denli, bir bakıyoruz elalem biz oluvermişiz, biziz…

“Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine uyun!’ denildiğinde, ‘Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!’ derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?” (Bakara 2;170)

Yazının devamı...

Mah-ı Ramazan

4 Haziran 2017

Ramazan-ı Șerif’in alameti farikası “oruç” halidir. Oruç yani “savm”, bildiğimiz manasının yanında “yok olmak” demek, ve hem de “yükselmek”. Öyle ki; yok olan, varlıkla ödüllendirilecek. “Orucun karşılığını Ben veririm” buyuruyor Hakk Teala, ve; “Ademoğlunun her ameli kendisi için, yalnızca orucu Benim içindir” (kudsi hadis)..

 

Herkes kendince Ramazan ayını, orucun sırrını anlıyor, anlatıyor, herkes kendi zaviyesinden bir şeyler görüyor da O’nun gördüğü gibisini, gösterdiklerinden başka kimse göremiyor. Onlar ki, masivayı boşaltmışlar, yakına yükselmişler; Terk etmekle, oruçla… Doyurulmuşlar! Doymuşlar! Allah rızası için terk edilecekler terk edildiğinde, geriye O’ndan başka ne kalır? Ramazan’da oruç, kavuşmaktır! İftar bunun delili; bayram eder ulaşan…

 

“Ramazan ayı ki, insanlar için hidayete erdirici(Allah’a ulaşma vesilesi) ve beyyineler(açık deliller ve ispat vasıtaları) ve Furkan(Hakkı bâtıldan ayırıcı) olarak Kur’ân, Hüda tarafından onda(o ayın içinde) indirildi. Artık içinizden kim bu aya şahit olursa o zaman onu, oruç tutarak geçirsin. Ve kim, hasta veya yolculukta olursa, o taktirde (tutamadığı günlerin sayısı) diğer günlerde (oruç tutarak) tamamlanır. Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez. (Size bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi hidayet erdirdiği şeye karşılık Allah’ı yüceltmeniz içindir. Umulur ki böylece siz şükredersiniz” (Bakara 2;185)

 

Bu mübarek ayı olabildiğince yüksek bir farkındalıkla deneyimlemek niyetinde olanlar; kimimiz bedeni orucun getirdiği fizyolojik değişiklikleri, kimimiz de ayrıca iç alemlerimizde ortaya çıkan farklı halleri gözlemliyoruz. Bedenimiz ne kadar kırılgan, ruhumuz ne kadar hassas! Ya irade, nerede? Zahmet ve rahmetin ne kadar geçişken olduğunu düşünüyor musunuz siz de? Olduğumuzdan daha fazlası olduğumuzun tadı geliyor mu dilinize? İradenin karar verdiği yerdeyiz aslında. Mecazi olanla bağımız gevşedikçe hakiki olan dolar içimize…

 

Yazının devamı...

Musallat!

21 Mayıs 2017

“Ve fakat şeytandan sana bir dürtü gelirse, hemen Allah’a sığın. Muhakkak ki O işitendir, bilendir” (Araf 7;200)

“Euzu billahi mineşşeytanirracim”; İlahi huzurdan kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’ın himayesine sığınırız… Bunu söz ile dile getirmenin yanında asıl olan şüphesiz eylemlerimizle, yaşantımızla bu hal üzere bulunma gayretidir. Böylesi bir hal üzere olma da ancak Rabbimiz karşısında acziyetimizi bilerek “iyiyi emretme ve kötülükten sakındırma” düsturuna yapışmakla mümkün görünüyor. Bu düsturun ilk muhatabı elbette ki bizzat kendi nefsimizdir. Kişi dostunu düşmanını iyi bilmelidir..

“Ve kim Rahmân’ın zikrinden yüz çevirirse, şeytanı ona musallat ederiz. Böylece o(şeytan), onun yakın arkadaşı olur” (Zuhruf 43;36)

Her şeyin bir kokusu olduğuna inanırım. Ve “koku”, “ruh” ile yakından alakalıdır. Söylediklerimiz, yaptıklarımız, üzerine bulunduğumuz hal, hepsi kendine has koku yayarlar. Hoş, temiz kokular nasıl melekleri cezbederse, nahoş, kötü kokular da şeytanileri cezbediyor, adeta onlara besin oluyor. Güzel söz söylemeyi, güzel davranmayı huy edinmiş bir kimsenin etrafının meleklerle dolu olması gibi tersini huy edinenlere de normaldir ki şeytanlar düzenli musallat olur, onu beslenme alanı bellerler. Sevdikleri besini üretmesi için gerekirse teşvik eder, vesvese verirler. Böylece batıl dava güden kimsenin içerdeki nefsi, zamanla dışarıdaki şeytanlarla arkadaş, işbirlikçi olmuş olur, nihayet onlarla aynileşir. Temiz olana düşman, dünyamızı kirletmeye memur olur..

Anlayacağınız, “temizlik” ki hakkında bir hadiste “imanın yarısıdır” denilmiştir, sadece fiziki bir özellik değildir. İlahi huzura yaklaşmayı temizlikle, uzaklaşmayı pislikle özdeşleştirebiliriz. “Șeytan” terimi, “uzak olmak, yabancılaşmak, batıl olmak” manalarına gelmektedir. İblis, bu duruma kibiri dolayısıyla ilahi emre itaatsizlik etmesiyle gelmiştir; baş şeytandır, lanetlenmiştir, pistir. Rabbimiz ona uymamamız için bizi uyarmakta, o ki Adem babamız temsiliyetinde insana musallat olan isyankar cinlerden ilkidir. Ancak zorlu sınavlar karşısında Hakk’a sığınmamızın, kulluğumuzun ispatının bir vesilesi olmaklığı da bizim doğru tercihleri yapmamızla mümkün… Böylelikle belki nefs perdelerini kaldırmış olanların “Allah’ta hayırsız bir şey yoktur” sözü anlaşılabilir olur.

“Onun(şeytanın) sultanlığı(yaptırım gücü) sadece ona(şeytana) yönelenlerin ve onunla(şeytanla), Allah’a şirk koşanların üzerindedir(onları etkiler)” (Nahl 16;100)

Muhammed Esed, “Kuran Kavramları” kitabının “şeytan” bahsinde diyor ki; “…şeytan kendini Allah’la bir tutmasa da, şeytan’ın pohpohlamalarına teslim olan günahkar, bu tutumuyla onu dolaylı olarak tanrılaştırmış, “Allah’a ortak koşmuş” olmaktadır. Bu bakımdan, belirtmek gerekir ki, Kuran’da “şeytan” terimi, çoğu zaman, her insanda bulunan ve mahiyeti itibariyle ahlak dışı olan ve dolayısıyla insanın ruhi ve manevi huzuruna, esenliğine aykırı düşen dürtüler için bir mecaz olarak kullanılmaktadır”…

Yani şeytan aslında bize, bize rağmen bir zarar veremez; yeter ki nefs mücadelesi içinde gayretli olalım, Rahmani bir yol tutalım. Kalede içeriden gedik açılmadıkça dışarıdan bir fetih gerçekleşmez.. Bize “kötülüğü emreden nefs-i emmaremiz”den daha büyük bir musallat olamaz. Ne var ki günümüzde nefsimizi kötü yöne cezbedecek unsurların herbir taraftan üzerimize musallat olmaları da bir gerçek. Merak etmeyin, Rabbimiz de buna karşın kendine sığınanları gözetecek. Velhasıl gün yaklaştıkça saflar iyiden iyiye netleşecek..

Yazının devamı...

Çift-lik…

14 Mayıs 2017

Rüyamız biraz da neyi muhatap alacağımız, hitaba ne cevap vereceğimiz hakkında… Peki nasıl daldık bu rüyaya?

 

“İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar” (Hadis-i Șerif)

 

Kuran-ı Kerim, Rabbimiz’in bizi bir tek nefisten yarattığını ve sonra ondan eşimizi halk’ettiğini bildiriyor. Yani ilkin vahdetteki nefsimiz akabinde ikilik alemine indiriliyor. Velakin henüz cennette; ikilik aleminin keyfiyetleri arasında, Rabbimizin sözünden dışarı çıkana değin güzel bir yurtta konaklamada, çirkininde değil.. Ne zaman ki Adem ile Havva asi şeytanın onlara vesvese vermesiyle yasak meyvayı yiyorlar, iyi ve kötünün bir arada bulunduğu sınav yurdu, dünyaya indiriliyorlar. Burada zahmet de var, rahmet de, zulmet de var selamet de…

 

Nihayet bu indiriliş Adem’in tevbesine vesile olacak ve insan iyiyi kötüyü bilerek kendi iradesiyle iyiye yönelecek; Rabbinin merhametini, affediciliğini tanıyacak ve düştüğü cennete tekrar kavuşacak. Hem de irfan(tecrübeyle biliş) sahibi olarak…

 

Yazının devamı...

Sen güzelsen, ben de güzelim!

7 Mayıs 2017

Șüphesiz ki güzelliğin en güzeli iç güzelliğidir. Nihayetinde iç dışa yansır. İbnu’l-Kayyim el-Cezviyye diyor ki; “İç güzellik, bizzat sevilendir. O da ilim, akıl, cömertlik, iffet, cesaret gibi niteliklerdir. İşte bu iç güzellik Allah’ın(cc) kulunda gözetlediği ve sevdiği yerdir. Sahih hadiste buyurulduğu gibi: ‘Allah yüzlerinizin güzelliğine veya malınıza bakmaz, ancak kalbinize ve yaptıklarınıza bakar’. Bu iç güzelliği, kişi cemal sahibi olmasa bile onu güzelleştirir, süsler. Sahibine imanı ölçüsünce güzellik, heybet ve tatlılık giysisi giydirir. Onu gören önemser, onunla birarada bulunan sever. Bu gözle görülebilen bir gerçektir. Salih, iyiliksever, güzel ahlaklı kişinin, görünüşçe insanların en tatlı ve çekicisi olduğunu gözlemlersin… Kalplerin, bu niteliklere sahip insanları yüceltmek, sevmek ve eğilim duymaktan kopamayışı da, iç güzelliğin dıştakinden daha iyi olduğunun kanıtlarındandır”

“Allah’ın boyası; Allah’ın boyası ile boyanandan daha güzel olan kim vardır? Ve biz, O’na kul olanlarız” (Bakara 2;138)

Bize göre güzellik soyut ve göreceli bir kavramdır. Algımızı nefsani şartlanmalardan özgürleştirdiğimizde esas güzelliğin manevi bir neşe olduğu anlaşılır. Deruni hazlara ancak böyle erişilir. Nefsin kaba, replika nitelemelerinin ötesine, güzele bakmak… Güzel bakmak sevaptır. Bu sevap ne güzel bir yurda vardırır! Adına cennet demişler…

“Muhakkak ki Bizden kendilerine güzellikler(hüsna) ulaşanlar, işte onlar cehennemden uzaklaştırılanlardır” (Enbiya 21;101)

Bundan dolayıdır ki: “bu yola niyetli kişilerin ilk işi kusur gören gözlerini kör etmektir; ‘hüsn-ü zan…” denildi. Ve buna direnenler hep güzellik kavramlarını genişletmekten korkanlar oldu. Çünkü nefsin direnci vardır kendini ve çevresini kendi kendince tanımladığı (çoğu zaman yanlış öğrenilmiş) bir kalıbı yıkıp da yerine bir başkasını inşa etmeye, değişmeye. Kusurunu seven müptezeller gibi. Güzel sevmek gayrete layık değil mi halbuki? Öyleyse uzat elini, Hakk’tan sana ulaşanı al, o da senin işin ey tembel kişi!

Çirkinlik, güzelliğin perdelisi, karanlığın aydınlığı belirtmesi gibi; ikilik aleminin keyfiyetleri. Her şey zıttıyla kaim. Lakin bazısı bazısından üstün. Varlığın yokluğa üstünlüğü misali.. Var her şeyi yerli yerine koy, birle iç aleminde sen de! “O zaten öyle ki!” Farket! Neden ayrı düşesin hakikatten? Düşme, kalk! O işi cehaletin huzursuz uyuşukluğuna tamah edenlere terk et. Elini tutmak istemeyeni kendi haline bırak, ısırmak isteyendense korun, gerekse kaç! Ahmaklık değil bizden istenen! Kibir, nefret, ihanet; onlar ki zaten yoktular. En güzeli yokluklarını teslim edici muamele ile açığa çıkardıkları hoşluklara bak! Edepsizden dahi (zıttını takdir etmek suretiyle) edebi öğrenene ne gam.. O, teslim olunan, tam…

“Seyyiati (kötülüğü), en güzel olanla yok et. Biz, (onların) vasıflandırdıklarını en iyi biliriz” (Müminun 23;96)

Kainatın bir sahibi var. En güzelini bilen, güzeli tavsiye eden.. Buyruğun tut Rahman’ın, temizlen! “Hanginiz en güzel ameli yapacak?’ diye sizi imtihan etmek için 6 günde(evrede) semaları ve yeryüzünü yaratan O’dur” (Hud 11;7). Velhasıl yarışındayız güzelliğin hep birlikte. Güzeli seviyorsak gerçekten, güzel sevmeliyiz; budur ibadetimiz. Güzelliği aramak, bulmak, yüceltmek, sevmek.. Diken gülü koruyor, o da gülden, eyvallah, ama biz goncayı koklamadayız, gülü goncası için sulamadayız…

Yazının devamı...

Lâleler…

30 Nisan 2017

Lale mi bahardandır, bahar mı laleden bilmem. Fakir onu yabanda tanıdım çocukken, adına gelincik derler; yaban lalesi. Kırmızı, narin, müjdeci… Bir sap ve bir çiçekten ibaret olmasından kendisi, lale; tevhid remzi. Lale benzeri değil mi elif, ‘kelime-i tevhid’in ilk harfi.. 

“Gül ü bülbülden özge zevk virdi hâtır-ı lâle / Çerâgân’inayetde Hanif gördük İkram-ı Hakk” (Seyyid Hanif Efendi)

Hamdolsun yetiştim bu bahara da, seyrettim laleleri doya doya. “Emirgan Parkı”nda, 1959’dan beri yapılırmış “lale festivali”.. İstanbul laleseverdir! Doldurmuş insanlar parkı, her telden, her meşrepten; lale aşkına.. Lale aşka değerdir çünkü, “ism-i celal” yani “Allah” ismi ile “lale” isminin ebced değeri aynı, 66’dır. Muhakkak ki aşk ancak Hakk’a yaraşır.

“Mazhar-ı ism-i Celâl olmasa hakkâ lâle / Bulamazdı bu kadar rütbe-i vâlâ lâle” (İzzet Ali Paşa)

Bizden bulaşmış “Lale Deliliği”(Tulipomania) Avrupa’ya, Dünya’ya. Belki de “Avusturya-Macaristan İmparatoru”nun Sultan Süleyman nezdindeki büyükelçisi O.G.Busbecq’in İstanbul’dan götürdüğü bitkiler, soğanlar arasında..

"Gül ü lâle biterse yiryüzinde / Benüm kanlu yaşımdan nemdür iy dost” (Sa’di-yi Cem)

Șöyle yazmış hatıratında Busbecq; “Edirne’de bir gün kaldıktan sonra, fazla uzak olmayan hedefimiz İstanbul’a doğru yola çıktık. Yolun geçtiği ova boyunca bize her tarafta nergiz, leylak ve Türklerin “lâle” dedikleri çok miktarda güzel çiçeklerden hediye ettiler. Șuna şaşıyorduk; Kışın ortasında, buz gibi soğukta, her tarafta çiçekler ölürken burada Trakya’da nergizler ve leylaklar her tarafı dolduruyor ve öylesine bir rayiha saçıyorlar ki, alışık olmayanların kokudan başı ağrıyordu. Laleler ya hiç kokmuyorlar ya da çok az kokuyorlardı; bunlar güzel ve çeşitli renkleri dolayısıyla aranıyor” (Karl Tebly, Dersaadet’te Avrupa sefirleri - çev.Selçuk Ünlü)

“Șarab-ı ergavânîdür

Yazının devamı...

Neşe doluyor insan!

23 Nisan 2017

Ne güzel geçmiş iç içe!.. Hazreti Peygamber’in(sav) çocukları ne kadar sevdiği malumunuzdur. Öyle ki; “Miraç”tan ümmetine hediye olarak indirdiği ‘göz nuru namaz’ını kılarken sırtına tırmanıp oyun oynayan torunları Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin (ra) rahatsız olmasın diye secdesini uzattığı bilinir. “Kulun miracı namaz” ve sevgili çocuklarımız da sırtımızda… Biz bireylerin her türlü haklarını güvence altına almak demek olan “milli egemenlik” ise bu güzellikleri huzur içinde yaşama hürriyetimizin teminatlarından! Mutlak Hakim(Egemen) olan Rabbimiz ceminin ihyasını görmeyi bizlere nasip etsin, daim eylesin…

Çocuklar geleceğimizdir. O halde bizlerin miracımıza çıkarken -inşaallah- çocuklarımızı sırtımızda taşımamız kadar doğal bir şey olamaz. Onlar yarın kendi yürüyecekleri yolun deneyimini ilkin bizlerin sırtında yaşarlar. Çoğunlukla da neyi nasıl görürlerse bizden, kendileri de öyle yapacaklar. Madem bu milletin geleceğini onlar oluşturacaklar, gönül ister ki muhabbetin tadını şimdiden alsınlar. Milletine faydalı olsunlar. “Küfür tek millettir” denir ya, işte nefsin egemenliğindeki o milletten olmasınlar. Bilakis başkalarının da kurtuluşuna vesile olsunlar.. Velhasıl büyük bir sorumluluktur sırtımızdaki. Layıkıyla yetiştirebilirsek, büyük lütuf hayırhah çocuklar. Bu dünyayı terk etsek de zamansız, adımıza amel defterine sevap yazdırmaya devam edici olacaklar…

Dünya dengeleri yeniden oluşurken, bizler de yeni bir gelecek inşası gayretindeyiz hayırlısıyla. Hedefimizi adlandırmak icap ederse, “milli mirac” denilmesini arzu ederdim buna. Bir toplumun nezdinde insanlığın ulaşabileceği en ideal konum, en yüksek değerlerse sahiden ülkümüz, bu belki de kuşaklarca sürecek bir tırmanış. Bu yolculuk için gereken yol azığını aktarabilmeliyiz bizden sonraki kuşağa; Kulluk bilinciyle gelen tevazu, hizmet bilinciyle gelen gayretkeşlik, ilimin yanısıra keşif ve ilham kanallarını açacak eğitim sistemi, Muhammedî muhabbetin lezzeti, vefa, adil düzen için gerekli altyapı ve anlayış, inancın gerekliliği hoşgörü ve hilm, temizlik, engelleri aşacak azim ve kuvvet, doğruluk, dürüstlük, birlik bilinci ve kültürel mayamızda olan tüm hikmetler ihyaya muhtaç. Ki hissebend olalım vaadedilen cennetten… Borçluyuz çocuklarımıza şimdiden!

İnançlı biri için, Allah(cc) yardım edenlerin en güzelidir. O ne güzel vekildir, bilene. Bildiysek bildirelim öyleyse; Zorluk yoktur O’nda, yeter ki samimi olalım, istemesini bilelim ve sabırla gayret edelim. Duaya muhtaç geleceğimiz. “Dua kaderi değiştirir” derler. Çünkü lineer(doğrusal) bir zaman yok noktada. İnteraktiftir(etkileşimli) yaradılış. Rahmetini tetikleyen o Yüce Nebi’nin(sav) miracının yüzü suyu hürmetine bu gün ve bu gece, bir fırsattır verilen. Dua, Rabbimizle iletişimimiz; O’nunla konuşmayı bilen çocuklar, yalnız, yardımsız, çaresiz kalmayacaklar. İşitsinler sırtımızda; kime kulluk eder kimden dileriz, ne ister, nasıl isteriz. Șahit olsunlar ki o güzeller güzeli Habibullah’ın(sav) izindeyiz ve Resulunu vesile eden kullarına yetişir Rabbimiz.. Seni över, Seni tesbih ederiz gündüz gece, sesli, sessiz, ayakta, oturarak, yanlarımız üzerinde yatarak, dil ile, kalp ile, hal ile… Ya Hu! Ne bizi ne evlatlarımızı Kendinden başkasına muhtaç etme!

* İbn Mesud(ra) Peygamber’in(sav) şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Mirac’a çıkarıldığım gece, İbrahim Peygamber(as) ile karşılaştım. Bana şöyle dedi; ‘Ey Muhammed! Ümmetine selam söyle ve onlara şunu bildir: Cennetin toprağı iyi, suyu tatlı, arazisi geniş ve düzdür. Cennete ekilecek tohum, -Sübhanallahi ve’l Hamdülillahi ve la ilahe illallahu vallahu ekber- cümlesidir” (Hadis-Tırmizi 34;62)

Bu kültürü yeşertmeli toplumda. Tohumlama kültürdür; üretme, yetiştirmedir. Tohum yarının ağacıdır. Kültür ekimdir. Ne ekilirse o biçilir. Çocuklar yetişkin olur, toplumu oluşturur. Nasıl ki ağaçlar ormanı oluşturur. Mesuliyeti bizimdir. O masum çocuklar, hepsi bizim.. Yabani otların istilası altında bayındırlık oluşmaz. Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur.. Tohumlar da elinde, kazma, kürek, tırmık, çapa da. Çok çalış, yeterince sula, “gayret bizden, takdir Allah’tan” de, gerisine hiç sıkılma ey ahiret tarlasının bahçıvanı, mirac merdiveninin tırmanıcısı. Allah yar ve yardımcın olsun! Bu da çalışırken okuman için günün hediyesi bir dua;

“Ey ayıpları setredip örten, ihsan eden, fazl-u kerem sahibi, yardım eden, mağfiret eden, merhamet eden. Ey ayıpları ortaya çıkarıp da kulunu rezil etmeyen, kalpleri kırmayan, ey gönül almayı emreden, marifetle gönülleri aydınlatan Yüce Mevlam! İlk habibin, en kerim sevgilin, en büyük kulun, en mükerrem resulun, en azim vesilen, çağlayan mededin, Seyyidimiz, Efendimiz, Hazreti Muhammed(sav) hürmetine, gönderilen tüm peygamberler hürmetine, indirilen kitaplar hürmetine, sevdiğin bütün kullar hürmetine ve sana yakın her bir mukarreb melek hürmetine bana ihsanlarının kuşattığı bir sır, bir fazilet ve bana yardım eden bir gufran istiyorum. Ayıplarımdan dolayı beni rezil etmemeni, benden ilgini keserek kalbimi kırmamanı, beni üzüntü içinde bırakmamanı, nimetlerinle gönlümdeki kederleri gidermeni, Seni tanımakla ve kereminle içimi nurlandırmanı istiyorum. Șüphesiz Sen her şeye kadirsin. Seyyidimiz Hazreti Muhammed(sav)’e ve O’nun âl ve ashabının hepsine salat-ü selam eyle” (Seyyid Mahmud el-Esmer k.s. Hazretleri’nden) Amin!

Aşk olsun! 26 Recep Mirac Kandili, 23 Nisan Dünya Çocuk Günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi’mizin açılış yıldönümü dolayısıyla Milli Egemenlik Bayramımız, kutlu olsun! Bir bütünün parçaları.. Tüm kutlayanlara selam olsun! İllahu…

Yazının devamı...