(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Selim Türsen" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Selim Türsen" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Selim Türsen

İsteyince engeller aşılıyor

3 Temmuz 2017

Büyükşehir Belediyesi’nin Bornova Aşık Veysel Rekreasyon Alanı içindeki Olimpik Buz Sporları Salonu’nda bu mümkündü. Tekerlekli sandalyedeki engelliler için, tekerleklere takılan kızaklar sayesinde buzda kayıp dönüşler yapılabiliyordu. Dahası her perşembe buz pisti tamamen bedensel engellilerle, otistik ve down sendromlu gençlere tahsis ediliyordu. İlayda’nın sorusuyla başlayan macera, şimdi artık hobi haline geldi. Her perşembe buz sporları salonundaki engelli saatlerinde unutulmaz anlar yaşanıyor.


HAYALLER GERÇEK OLDU
“Sınıf arkadaşım Gamze’nin buz pistinde eğitmen olduğunu öğrenince ‘Ben de buzda kayabilir miyim?’ diye sordum. Mümkünmüş. Piste ilk çıktığım anı hiç unutamıyorum. Sıfırın altındaki bir sıcaklıkta bu spor yapıldığı için ilk önce çok üşüdüm. Ama Gamze’nin yönlendirmesiyle kaymaya başlayınca önümdeki engeller teker teker kalkıp hayallerim gerçeğe dönüştü. Çok keyifli anlar yaşamaya başladık. Artık kayarken içim o kadar ısınıyor ki, buz pistindeki eksi sıcaklığı hissetmiyorum bile. İnsan istedikten sonra başaramayacağı bir şey yok.”
Yukarıdaki alıntıyı Yaşar Üniversitesi Meslek Yüksekokulu dergisi ‘Yaprak’ın son sayısından aldım. İlayda ve Gamze benim öğrencilerim. Derginin son sayısına girecek konular için sınıfta beyin cimnastiği yaparken, İlayda’nın tekerlekli sandalyesiyle Gamze’yle birlikte buz pateni yaptığını öğrendim. İşte onların haber konusu buydu. Hemen buz pistinde kayarken fotoğraflarını çektirerek yazmalarını istedim. Çok güzel bir haber oldu. Çocukluğundan beri tekerlekli sandalyeye bağlı olmasına rağmen bugün üniversiteyi bitirmek üzere olan bir gencin hikayesi var orada. Tabii, ona destek olan arkadaşları ve ailesinin de büyük payı var bu başarıda.


Yazının devamı...

Bayram hediyesi şaşırttı

26 Haziran 2017


Ancak, işin doğrusunu söylemek gerekirse gemi seferlerinde Urlalılar açısından büyük bir hayal kırıklığı da var. Seferlerin şimdilik sadece hafta sonları ve yaz aylarında yapılacağı açıklandı. Yani hafta sonları İzmir’den gelecek günübirlikçi tatilciler için konan seferler bunlar. Sabah 09.00’da Konak İskelesi’nden yola çıkıp 45 – 50 dakika sonra Urla’da olacak. Sonra 10.15’te Urla’dan çıkıp İzmir’e gidecek. Akşam ise 17.00’de Konak’tan, 19.00’da da Urla’dan kalkacak.
Sefer gün ve saatleri böyle olunca deniz otobüslerinin Urla’da yaşayanlar için hiçbir anlamı olmayacağı çok açık. Urla Belediye Başkanı Sibel Uyar, ilgi olması durumunda hafta içinde de seferlerin olabileceğini söylemiş. Ama böyle bir tarife ile kim deniz otobüsüne biner ki... Hafta içi çalışma günlerinde sefer yok. Hafta sonu herkes Urla’ya tatile gelirken, İzmir’e giden olmaz. Bu durumda Urla’da yaşayanların deniz otobüsünü kullanıp, kullanmak istemeyeceği nasıl test edilecek. Hiç olmazsa Çeşmealtı, İçmeler, Balıklıova gibi sayfiye yerlerine yazlıkçıların geldiği ve her gün İzmir’e işine gidip gelenlerin olduğu yaz aylarında hafta içi seferler konsaydı. Bu sayede yolcu talebi de ölçülebilir.
Daha önce bu köşede Urla’ya iskele yapıldığı zaman deniz otobüsü seferleri için Bakanlık’tan izin beklendiğini yazdığımda, bölge halkı büyük ilgi göstermişti. Çeşme’den bile okurlarımız İzmir trafiğine girmektense Urla’ya araçlarını bırakıp deniz otobüsünü tercih edeceklerini yazmışlardı. Buna her gün İzmir’e gidip, gelen Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün akademik kadroları ve öğrencileri ile Mordoğan, Karaburun’u da ekleyebilirsiniz. Ama önce seferlerin iş saatlerine uygun makul zamanlar olması gerek.
GÜNDE 50 BİN DENİZ YOLCUSU
Tabii ki, yakıt parası, personel gibi gemilerin işletme maliyetleri hesaplanacak. Ancak 400 yolcu kapasiteli gemiler yaptırılırken de her halde bazı hesaplar yapılmıştır. Ayrıca, bu gemilerin düzenli çalışması durumunda, İzmir’de trafik yoğunluğunun azalması, çevre kirliliği gibi pek çok sosyal ve ekonomik faktörler de göz önüne alınmak zorunda. Düzenli seferler sayesinde İzmir merkezine araç girişinin azalması ile belki yeni yol ve otopark yatırımlarına da gerek kalmayacak.
İZDENİZ’in verilerine göre, İzmir’de gemilerle günde ortalama 50 bin yolcu taşınıyor. Hedef bu rakamı 60 bine çıkarmak. Yılda taşınan yolcu sayısı ise 14 milyon 500 bin kişi. Bunlar önemli rakamlar. Bu 14 milyon kişi gemi yerine otomobil, otobüs kullanmak zorunda kalsa trafiği ne denli olumsuz etkileyeceği çok açık.

Yazının devamı...

Depremle dost olmak

19 Haziran 2017

Tam da o günlerde Japonya’dan “Deprem Perdesi” adlı ilginç bir buluş haberi geldi. Karbon fiber çubukların örülmesiyle yapılan bu perdelerle binalar sarılıyor ve çadır gibi yere bağlanıyor. Binlerce esnek, ama aynı zamanda çok güçlü karbon halatın binayı sararak özel bir açıyla yere bağlanmasının yararı deprem anında ortaya çıkıyor. Yer, binanın sağa veya sola kaymasına neden olacak şekilde sarsılmaya başladığı zaman, deprem perdesinin halatları yapıyı tam ters yönde çekerek, sallanmayı ve yıkımı önlüyor.

Malum, Japonya deprem ülkesi. Son olarak 2011 yılında yaşanan 9 büyüklüğündeki deprem 20 bin cana ve 300 milyar dolar ekonomik kayba mal olmuştu. Ama Deprem Perdesi’ni yapan mimar Kengo Kuma’ya göre, depremler doğanın insandan ne kadar güçlü olduğunun bir göstergesi. İnsanlar bu güce saygı göstermeli ve depremle savaşacağına onunla beraber yaşamayı öğrenmeli. Deprem Perdesi depremle birlikte yaşayabilmek için geliştirilen son çözüm yollarından biri.
Bugün bırakın 9 büyüklüğündeki bir depremi, 7 büyüklüğündekinin bile İzmir’de 320 bin çürük binayı yerle bir edip, 820 bin kişinin hayatını tehlikeye sokacağı düşünülünce ‘Depremle kavga değil, dost olma’ felsefesinin önemi çok daha iyi anlaşılır. Aslında doğa dostluğunu göstermiş ve 300 yıldan beri İzmir’e elini sürmemiş. Ama geçen zamanda, her fırsatta doğanın bağrına hançer saplayıp yüzde 65’i kaçak yapıdan oluşan bir kent haline gelen İzmir aslında kendi mezarını kazmış.
Umarım geçen haftaki depremle doğanın İzmir’e yaptığı son uyarı ciddiye alınır da kentsel dönüşüm gibi projeler hızlanır. Unutmayalım, zamana karşı yarışta henüz çok gerilerdeyiz.

 
İzmir’den Nigel geçti

ROLLING Stones dergisi tarafından 2003’te tüm zamanların en iyi gitaristi olarak seçilen Jimi Hendrix geçen hafta Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’ndeydi. Albümleri satış rakamlarıyla Guinness rekorlar kitabını giren Nigel Kennedy idi, henüz 28 yaşındayken hayatını kaybeden Jimi Hendrix’i İzmir’e getiren. Zaten başkası da getirmeye cesaret edemezdi. Kennedy, yaklaşık 3 saat elektro kemanı ve ekibiyle birlikte olağan üstü bir performansla Jimi Hendrix’in parçalarını çaldı. Hatta onunla yarıştı.

Yazının devamı...

Mustafa bey 1.000 yıl yaşayacak

5 Haziran 2017

 

Kamuoyuna zeytinler kurtuldu mesajı verilirken, bir de baktık ki, kamu yararı perdesi adı altında zeytinliklerin katli için fetva hazırlanmış. Yazık... Bir ülke kendi tarımına, kendi ayağına ancak böyle kurşun sıkar.
Ama her şeye rağmen bu ülkede iyi insanlar da çok. Onlar sessiz sedasız doğayı korumak için kendi çabalarıyla mücadele ediyor ve başarılı da oluyorlar. Geçen haftaki yazım üzerine bir mesaj gönderen Mustafa Kapancıoğlu bunlardan biri. Mustafa Bey, 20 yıl önce altı yaşlı zeytin ağacını kurtarabilmek için yol güzergahlarını değiştirtmiş. İşte sayın Kapancıoğlu’nun hikayesi:
Sayın Selim Türsen,
Hürriyet EGE’deki “Bugünden Yarına” köşenizde yazdığınız “Zeytinlere kıymayın Homo Sapiens’ler” başlıklı ilginç bilgi ve bağlantılı yazınızı zevk ve heyecanla okudum. Çünkü “Evrim Teorisi” ve ekosistem konularında birazcık bilgili ve de özellikle, çevrenin korunması konusunda duyarlı olmaya gayret gösteren bir okurunuzum.
Günümüz insanının (Homo Sapiens Sapiens) atalarının kısa ve öz bir geçmişini yaparken, alt türlerden biri olan “Soloensis” türü (Java Adamı olarak da bilinir) yanlışlıkla “Solonesis” olarak yazılmış.
Ayrıca çevre korunması konusundaki hassasiyetimin bir belgesi olarak, size ekteki fotoğrafları yolluyorum. Çeşme, Boyalık mevkiinde 20 yıl kadar önce, inşa ettiğim yazlık evimin önünden geçen imar yolunun üzerinde bulunan altı adet çok yaşlı zeytin ağaçlarının, yol yapımcısı tarafından, ilgili belediyenin bilgisi dahilinde kesilmesini önledim ve yolun güzergahının yine belediyenin bilgisi ve ortak çalışmamız sonucu, değiştirilmesini sağladım.

Yazının devamı...

Zeytinlere kıymayın ‘Homo Sapiens’ler

29 Mayıs 2017

Bu insan türleri 1 milyon yıl öncesine kadar şempanze, kuşlar gibi ağaçlardan meyve toplayarak, böcek yiyerek, tilkiler gibi tavşan avlayarak yaşarmış. Gruplar halinde dolaşarak karınlarını doyurdukları yerlerde kalırmış. Dünyanın değişik yerlerinde 100 bin yıl kadar önce bizim atalarımız olan Homo Sapiens dışında Homo Erectus, Neandertal, Homo Solonesis denilen az altı insan türü mevcutmuş.
Son yılların en ilgi çeken yazarlarından Hararı, “İnsanlığın Kısa Tarihi” adlı kitabında, bizim atalarımız olan Homo Sapiens’in 70 bin yıl önce Afrika’dan çıkıp önce Arap yarımadası oradan Avrasya’ya yayılmasından sonra dünyadaki değişime dikkat çeker. Homo Sapiens dilini diğer canlılardan çok daha iyi kullanarak Bilişsel Devrimi başlatır. Birbirleriyle iletişimi geliştirerek kurdukları tuzaklarla büyük hayvanları avlayıp tehlike olmaktan çıkarır, gittiği yerlerdeki diğer insan türlerini yok eder.


TARIM DEVRİMİNİN FELAKETİ
Ama dünya ekolojik sistemi için asıl felaket 10 bin yıl kadar önce gerçekleşen tarım devrimi ile başlar. Toprağı sürüp buğday, arpa yetiştirmeye başlayan insanlar yerleşik düzene geçer. Tarihi 8 bin yıl öncesine kadar giden İzmir’de, tarım devriminin ilk başladığı ve yerleşim alanın kurulduğu yerlerden biri.
Aslında Homo Sapiens’in yazına göre, tarım devriminden önce bulduklarıyla karınlarını doyurup mutlu bir şekilde yaşayan insanlar, çiftçiliğe başladıktan sonra sabahtan akşama kadar çalışmak zorunda kalır, topraklarını savunmak için savaşlara başlar ve daha mutsuz olur. Ama o ayrı bir tartışma konusu.
Tarım devriminden sonra biz Homo Sapiens’ler köyler, şehirler kurmak için ormanları yakar, aslandan, file kendi dışımızdaki canlılara yaşam hakkı tanımadık. Giderek diğer canlı türleri ve doğa erimeye başladı. Bugün ise yine insanların da neden oldukları küresel ısınmanın katkısıyla ekolojik felaket boyutlarına ulaşmış durumda.

Yazının devamı...

Akıllı korkuluklar

21 Mayıs 2017

İstanbul’dan bir yakınımız bu Festival için Barbaros’a gelince bizim de yolumuz düştü. İyi ki de düşmüş. Birilerini aşağılamak için benzettiğimiz o bostan korkulukları ‘oyuk’ olunca öyle güzel olmuşlar ki, insan bakmaya doyamıyor. Barbaros yol ayrımından itibaren birbirinden değişik giysiler ve yüz ifadeleri ile ziyaretçileri karşılayan oyuklar köyün her yerinde karşınıza çıkıyor. Bir evin penceresinde, kahvenin damında ya da tezgahta satıcının hemen yanı başında oturan bir ‘oyuk’a rastlamak mümkün... Ama sadece bakmakla kalmıyorlar, giysileri ve üzerlerinde yazan mesajlarla sizinle konuşuyorlar da... Mesela bir oyuk “Kadına şiddete hayır” yazılı bir pankart taşıyor. Bir başkası, üzerinde “Aklını başına al” anlamına gelen “Gaşın, gavran tarlanı boş bırakma” mesajı taşıyor. Oyukların kimi köyün genç kızı, kimi ninesi, kimi de bıçkın delikanlısı olmuş. Takım elbiseli kravat takmış bir oyuk ise, “İşimizi geri istiyoruz. Boş tarlaya garga gelmeyo” diyor.

KIRK YAMA SERGİSİ
“Festival etkinlikleri sadece oyuklarla sınırlı değil. Örneğin ‘Kırk Yama’ sergisinde Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş hiç makine kullanmadan elde dikilen her biri ayrı sanat eseri değerinde patchwork çalışmaları vardı. Ama kırk yamalar satılık değil, sadece seyirlikti. Ciddi fiyatlar ödeyip satın almak isteyenler bile bu el emekleri, göz nurlarına sahip olamadı. Keçe çalışmalarından yapılmış sergide ise tütün kıran ya da gözleme açan kadınların kumaş üzerinde nasıl öyle hayat bulabildiklerine şaşarak bakıp kalıyordunuz.
Aslında bu soruların cevabı, bu güzelliklerin nasıl yaratıldığını öğreten atölye çalışmalarında alınabiliyor. Çat kapı gidip oturularak köyün yerel lezzetlerinin tadıldığı sevimli mekanlar ve tabii ki, sokak konserleri gibi festivallerin olmazsa olmazlarının Barbaros’ta da yapıldığını söylemeye gerek yok.
Festival komitesi amaçlarını, “Köyümüzün sessizliğine, sakinliğine zarar vermeden, doğal dokusunu bozmadan, unutulmuş gelenekleri canlandırmak, üretim gücümüzü ortaya çıkarmak ve kırsal yaşamın bize sunduğu nimetlerden ödün vermeden sürdürülebilir kalkınmamızı sağlamaktır” sözleriyle özetliyor.
Aynı zamanda sevinç ve mutluluk anlamına gelen ‘oyuk’ festivalini gelecek yıl kaçırmayın derim...

Yazının devamı...

İzmir’e üçüncü göz

15 Mayıs 2017

İstanbul’dan gelen Hürriyet’in yazar kadrosunun kaleme aldığ “İzmir’i Keşfet” gazetesinde dışarıdan İzmir’in nasıl göründüğünü anlatan birbirinden güzel ilginç yazı ve yorumlar vardı. Mesela kendisi de eline bagetleri alıp baterinin başına geçmesiyle ünlü caz ustası Sedat Ergin’in kaleminden “İlla da Mozart olsun” diyen Tepecik Filarmoni’nin hikayesi kaçırılmaması gereken bir yazıydı.

Murat Yetkin ise yazısında Ankara’ya göç edenlere “Nerelisin?” diye sorulduğunda “Yozgatlıyım, Karslıyım”, İstanbul’a göç edenlerin “Rizeliyim, Adanalıyım” cevaplarına karşılık İzmir’e göç edenlerin ise üç gün sonra “İzmirliyim” demeye başladıkları saptamasını yapıp, “Ortada ciddi bir siyaset etkeni var. İzmir’e gerek Kürt, gerek Beyaz Türk göçünü çeken bu özelliği. İnsanlar, Batı’ya dönük hayat tarzlarına karışılmadan, barışçıl bir ortamda yaşamak istiyor” yorumunu yapmış.


OKULLARDA BAŞVURU PATLAMASI
Yalçın Bayer yazısında, İzmir’de tanınmış bir okulun yöneticisinin İstanbul ve Ankara’dan ön kayıt için başvuru yoğunluğu yaşandığı görüşüne yer verip, “İzmir’e doğru sosyolojik bir göç var. İki kentte kendilerini siyasi ve ekonomik olarak kuşatılmış hisseden aileler çocuklarının özgür şekilde yetiştirilmesini istiyor” değerlendirmesini yapmış.
Ayşe Arman ise her zamanki gibi duygularını net ifadelerle ortaya koyarak, “Bu kadar gidip geldim, İzmir’i bilmiyormuşum meğer. Yepyeni yerlerini keşfettim. İzmirlileri daha iyi tanıdım. Yaşasın İzmir! Sen çok yaşa İzmir! Allah hepimize İzmir gibi bir şehirde yaşamayı nasip etsin. Buram, buram özgürlük ve modernite kokan bir şehir. Her anından keyif aldım. Bütün İzmirlilere selam olsun” demiş.

Yazının devamı...

İstanbul gibi olmamak için

8 Mayıs 2017

Ama bu yükseliş sadece, ekonomi ve altyapı yatırımlarıyla kalkınma anlamında değil, sosyal, kültürel ve siyasi olarak da öne çıkıyor. Önce Alaçatı Ot, ardından Urla Enginar festivallerine başta İstanbul ve Ankara olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanından gösterilen ilgiye bakın. İğne atsanız yere düşmeyecek kadar çok insan herhalde sadece ot yemek, enginarın tadına bakmak için İzmir’e gelmedi. Bulundukları kentlerdeki trafik sıkışıklığının yarattığı bunalımdan, işte, evde, kahvede, siyasetten, başka bir şey konuşamaz hale gelmenin neden olduğu psikolojik çöküntüden kaçmak, nefes alabilmek için insanlar kendilerini İzmir’e attı.

Neden İzmir derseniz, bunda İzmir’in batılı ülkelerde olduğu gibi insanların kendilerini özgür ve rahat hissedebildikleri, herkesin birbirine saygılı olduğu modern ve çağdaş bir kent algısını yaratmış olmasının payı büyük. Bir de İstanbul’a bakalım. Metrobüsler, tramvaylar bağrış çağrış. Caddelerde trafik kuralları değil, yol vermeyip, oradan buradan kafa çıkaranların yol almaya çalışanların bıçkınlık kuralları geçerli. Oralarda insana saygı değil, yumruğunu vuranın, kara parasını konuşturanın gücünü gösterdiği orman kanunları geçerli. Göç alıp, nüfus arttıkça kıyısından, köşesinden İzmir’de de bu görüntüler rastlanıyor, ama henüz kent yaşamına hakim olabilmiş değil.


MAGANDAYIM, AMA PARA BENDE
Ancak bundan sonrası çok önemli. Önceki hafta ‘İzmir’i Keşfet’ projesi kapsamında gelen Hürriyet yazarlarının dikkat çektiği gibi, İzmir’e gelip yerleşmeyi düşünen çok kişi var. Zaten Başkan Aziz Kocaoğlu’nun verdiği bilgiye göre; geçen yıl 80 bin kişi kente yerleşmiş. İzmir yükselen değer oldukça yeni zenginlikten pay kapmak isteyen her çeşit insan kentin yolunu tutacak. Belki de İstanbul’da olduğu gibi arabalarının arkasına “Magandayım, ama para bende” diye yazdırıp, dolaşanlar bile olacak.


Yazının devamı...