(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Tuba Şatana" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Tuba Şatana" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Tuba Şatana

Bayram Sükuneti…

29 Haziran 2017

İstanbul’da sükunet içinde birkaç gün geçirmek, trafiksiz bir yerlere gitmek, sokaklarda salınmak, ailemle uzun akşam yemekleri yemek bana iyi geldi. Bizim mahallede adacılar dışında televizyonların sesinden anladığım, evlerin ekseriyetle dolu olmasıydı.

 

Mahallecek birşeyler seyrettik, biri belgesel, biri eski Türk filmi, bir hane garip anlamadığım TV programları… Biz de Şener Şen’in eski filmlerini izledik biraz, ama sesi camdan dışarı çıkacak tonda değil hani…

 

O kadar çok insan İstanbul dışına çıkmıştı ki, haberler öyle söylüyordu, bir boş anımıza geldi romantikçe düşündük ve dedik ki, arabaya atlayıp şöyle Boğaz’ın o can alıcı turkuaz rengi boyunca Garipçe’ye doğru direksiyon sallayalım. Bir yerlerde bir çay içeriz, oğlan koşturur filan…

 

Ortaköy’e kadar herşey gayet normaldi, Arnavutköy sahilinde atılan çapariler dolu çekiliyordu, Rumelihisarı civarında ise işler değişti, trafik durdu, solumuzda tıklım tıkış kahvaltı mekanları, sağımızda betonla doldurulan bir Boğaz vardı… İçim sıkıştı. Ev civarında kalaymışız ya.

 

Yazının devamı...

Hububat, ithalat, erozyona uğrayan toprak…

22 Haziran 2017

“Toprak Mahsülleri Ofisleri’nin 1 Nisan’da başlayacak yeni sezona 900bin tonluk, tarihin en düşük stoğu ile girdiği bilgisi açıklandı. Bu stoğun 740bin tonu ise buğdaydan oluşuyor.Uzmanlar arz talep dengesinin bozulup, fiyatları etkilemesi açısından yağış durumu ve ürün gelişimine göre hububat üretiminin geçtiğimiz yıla nazaran daha umut verici olduğunu söylüyor…”

 

Nohut, en sevdiğim belki de. Ya Kanada, ya İspanya ya Hindistan menşei çıkıyor karşıma devamlı. Ürgüp’ten yerli bu diye aldığım nohutun ise nereden olduğunu hiç öğrenemeyeceğimi sanıyorum. Yer gök nohut-tu!

 

Yediğimiz leblebi bile ithal.

 

Irak, yerel üretimi desteklemek içim domates ithalatını durdurmuştu, Mayıs ayında gene aynı haberlerde dinlemiştim.

 

Yazının devamı...

Zeytin bizimdir, ya meralar?

15 Haziran 2017

Hep birlikte bir zeytin ettik.

 Bir değil milyonlarca zeytin ağacını, topraklarımızı, geçmiş ve geleceğimizi yedinci kez kurtardık. Zeytinden ekmek yiyen, o ağaca gönül bağıyla bağlı nice güzel aileye de gülümseyebileceğiz artık. Ben çok mutluyum. Zeytinliklerim yok ama bu toprağın çocuğu olmak bile yeterli mutlu olmam için.

 Umarım bir sekizincisi olmaz bu yasa tasarısının ve umarım sadece durdurmakla kalmamış, zeytin ağacının ne demek olduğunu da anlatabilmişizdir. Bu coğrafyanın çocukları olarak, zeytin ağacına sadakatimizi sorgulayanlara dik durabildiğimizi de göstermişizdir.

 Reform yasasının bu sefer de elinin meralarımızdan, kıyılarımızdan çekmesini istiyoruz. Hayvancılığımızın, sütün, peynirin devam edebilmesi için.

 Karayaka, İmroz, Karaman  gibi  ırkların devam edebilmesi, toprak hafızamızın devamı, kültür mirasımızın  doğru aktarılması için bu elzem.

 Çiftçinin bildiği işi yapmaya devam etmesi için, fabrikalarda işçi değil o, çiftçi! Atadan, babadan öğrendiği işi yapsın diye, koyunları keçileri kesip, evi satıp bilmediği bir geleceğe göçmesin diye.

 Meralar yoksa onlar da yok. Onların hayatları da yok, gelecekleri yok. Kültürleri, kültürümüz, yok olmaya mahkum.

 Taa ortaokuldu sanırım öğrendiğimizde, meralarda koyunlar otlar diye, mera tanımlaması da hayvan merada otlar diye aklımızda kalmıştı.

Yazının devamı...

Zeytin, tarım, modernleşme?

8 Haziran 2017

Şu şekilde başlıyor; “Ülke sanayisinin canlandırılması, yerli ve yabancı yatırımcılar için yeni sanayi alanlarının oluşturulması, mevcut sanayi alanlarının geliştirilmesi, yatırımların bürokratik sürece takılmadan hızla hayata geçirilebilmesi…” diye devam ediyor.

 

Sonlara doğru şu kelimeler de var: “ …çarpık kentleşmeyi ortadan kaldırmak, yaşanabilir, yeşil ve ferah yerleşim alanları sağlamak amacıyla altyapı, üstyapı ve taşınma noktasında kredi destekleri vererek kent içinde kalan sanayi sitelerinin kent dışındaki alanlara taşınmasının sağlanması…”

 

Çarpık kentleşmeyi ortadan kaldırmak, kıyıları imara açmak, zeytinlikleri kesmek, hepsini aynı cümlede bir çırpıda söyleyince, ne bileyim, mantıklı mı geliyor?

 

Tarlayı sanayiye vermek, tarımı, ağacı, çiftçiyi değil, büyüğü, betonu korumak…

 

Yazının devamı...

Zeytinime, Geleceğime Dokunma!

1 Haziran 2017

Topraklarımız, evidir zeytin ağacının. Şanslıdır Türkiye coğrafyası, kutsanmıştır zeytin ağaçları ile.

Barıştır, tarihtir, mitolojidir, bolluktur, ölümsüzlüktür zeytin.

Sırtımı zeytine dayayıp, Deniz’i kucağıma alıp, gölgesinde oturmuştuk… O biberon keyfi yapmıştı, daha 6 aylıktı, Ege’de yollardaydık. Doğduğu ilk günden beri hep zeytinyağı var hayatında, benden sonra zeytini bu kadar seven bir onu biliyorum bidik yaşına rağmen. Ekmeğini tabaktaki zeytinyağına batırıp şapırdatarak yemesini seyretmek bana tarifsiz bir haz veriyor, doğduğu ilk günden beri Türkiye’nin dört bir köşesinden evimize gelen zeytinyağlarının değişik tatlarıyla büyüyor oğlan.

Şanslı bir çocuk o, zeytinden yana bu kadar bereketli topraklarda büyüyor.

Araba seyahatinin en sevdiğim yanı, rüzgar estikçe, hele de ilkbaharda o yağmurlarda hava karardıkça gümüşi renk alan zeytin yapraklarını seyrederken yollarda salınmaktır. Kah patikalarda ilerlerken, kah deniz kenarında, kah dağlarda… Etrafım hep zeytinliktir.

Birtek beni etkilememiştir o renk kırılmaları zeytinin yaprağındaki… Zeytinlikleri en güzel resmedenlerdendir Vincent van Gogh. “Günışığının ve gökyüzünün etkisi zeytin ağacından sınırsız konu çıkarmamı sağlıyor” diye yazmıştır bir mektubunda. Başka bir mektubunda ise karakteristik olmalarından bahsetmiş, “Gümüş rengindeler, bazen mavimsi, bazen yeşile çalıyor, bazen sarı üzerine düşen parlak bir ağartı, pembe, mor, yer turuncusu, demir kırmızısı.” diye betimlemiştir onların rengini.

Zeytin hayattır.

Edremit, Ayvalık, Kazdağları başta olmak üzere Türkiye’de binlerce aile zeytinden, zeytincilikten ekmek yer. En asilidir tarımın zeytincilik. Konu yatırımsa, zeytin geleceğe yatırımdır.

Yazının devamı...

Ramazan davulu gümbede güm!

25 Mayıs 2017

Buna ramazanlık veya ramazaniyelik  denirmiş. Başlı başına zenginlik gösteren ramazan hazırlıkları başında pastırma, sucuk, kavurma ve et ürünleri, turşular, peynir ve yağ türleri, başta tarhana olmak üzere çorbalıklar, reçel, pestil, marmelat, hoşaflık olarak vişne, zerdali, erik, bulgur, erişte ve makarnalar, kuru yufkalar, salçalar ekmek çeşitlerinin hazırlanması diye sayılıyor Nimet Berkok ve Kamil Toygar’ın Ramazan Yermekleri ve Mutfak Kültürü kitabında.

 

Hali vakti yerinde olanların, akrabalarına, komşularına ramazanlık göndermesi adetinden de sözediyor, fabrika ve işyerlerinde personele dağıtılan ramazanlıklardan da.

 

Aynı kitapta, Münevver Alp’in sahur hakkında aktardıklarından da biraz bahsetmek lazım,

 

Anadolu’da Rumeli’de sahur yemeklerinde börek yendiğinden, hanımların hamurları gece taze taze açıp sahurda börekleri taze olarak sofraya getirdiklerini yazmış.

 

Yazının devamı...

Bir Yemek Bir Usta, Bir Miras…

18 Mayıs 2017

Konuşma saatimi beklerken konferans salonunun dışındaki sergi dikkatimi çekti. Gezmeye başlayınca da dikkatim heyecana, mutluluğa ve umuda dönüştü.

 

Gastronomi ve Mutfak Sanatı Bölümü 1.sınıf öğrencilerinin düzenlediği bu serginin adı; “Bir Yemek Bir Usta” idi. Yemek mirasımızın korunması ve gelecek nesillere aktarılması için yapılan bir çalışmanın sonucuydu tanık olduğum. Teyzelerin, annelerin, anneannelerin, babaannelerin fotoğraflarının süslü olduğu duvarlardaki panoların her biri başka bir yemeği, o yemeğin hikayesini, tarihini, yöresini anlatıyordu.

 

Yemek Sosyolojisi ve Antropolojisi dersinde çıkan bu proje umut veriyordu. Dersin hocası Yrd. Doç. Dr. İlkay Kanık’ın peşine düştüm. Hem onun hikayesini merak etmiştim hem de nereden çıktığını bu projenin ve tabii nereye gittiğini…

 

Bölüme giren her öğrenci ilk yılında, bu projede yer alıyor dersin bir parçası olarak. Öğrenciler, kendilerini ait hissettikleri, maddi ve manevi bağ kurdukları kendi şehirlerinden bu proje için birer yemek seçmişler, bu yemeklerin ortak özellikleri ise, o coğrafya dışında pek bilinmemeleri ve evlerde hala pişirilip yenmeleriymiş.

 

Yazının devamı...

Bu israf, nereye kadar?

11 Mayıs 2017

Pazar kurulmuş, satıcılar sabah mahmurluğunu atmak için seyyar kahvaltı arabalarından karınlarını doyuruyorlar, kah sattıkları ürünleri katık ediyorlardı, pazarın çaycısı karton bardaklarda çay dağıtıyordu. 

Rengarenk pazar, kırmızı ve yeşil baş döndürüyordu. Ev hanımı tanıdığı tezgahlara doğru yöneldi. Tezgahtar, gel anne, gel abla, bahçe malı bunlar nidalarıyla etrafı canlandırıyor, müşteriler de tezgahlara yönelmeye başlıyordu.

Bir kilo patates alacak, ama 3 kilosu 4 lira etiketini okuyunca, 3 kilo almaya karar verdi. Yenirdi. Başka tezgaha geçti, domatesler fena değil, hem satıcı da almazsan pişman olursun demişti, iki kilo alıverdi. Çileklerin kokusu etrafa yayılmış, ondan da bir kilocuk. Salatalık, yenir, 2 kilo, zaten badem bunlar. Tatlı biber de tek tek dizilmiş, kızartmasını yaparım, bir kilo, semizotu da, yemek olsun, bir demet, aaa bu domates de güzel, ondan da alayım, 1 kilo daha, yeşillik, fasulye, soğan, gene salatalık, gene başka çilekten de alındı…

Hem az istese de satmıyor, yüz yapıyordu tezgahtarlar, neyse ki yenirdi, hem her gün alışveriş yapacak hali yok ya!

O kadar çok alıyordu ki, pazar arabası doluyor da, yanlarına torbaları bağlıyordu. Ama çok almak değildi ki onun için bu, haftalık alışveriş yapmaktı. Haftaya gene pazara gelecek, gene aynı miktarları alacaktı. Mutfaktı bu, eksiği bitmezdi.

Eve geldi, yorgunluk kahvesini içip mutfağa daldı. Buzdolabında geçen haftadan kalan sebzelere burun büktü, sonra güzelce dolaptan çıkarttı onları. Salatalıklar vıcık vıcık olmuş, biberler yumuşamış, domateslerin içi geçmiş, hem zaten bu buzdolabı da hiç iyi korumuyor ürünleri, zaten sığmıyordu da aldıkları, büyük bir dolap lazımdı…

Kurtuldu o eski ürünlerden, yerlerini yepyeni ürünlerle doldurdu, çıtır çıtır, gıcır gıcır, pırıl pırıl…

Her şey o kadar çok ki. Her şey o kadar sonsuz ki. Her şeyin o kadar devamı var ki… O zaman neden almayacaksın bol bol, atılsa da yerine yenisi gelir…

Yazının devamı...