(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Zeynep Bilgehan" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Zeynep Bilgehan" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Zeynep Bilgehan

Londra ‘ben’ İstanbul ‘biz’ demek

12 Mayıs 2013

Yılın ne kadarı Londra’dasınız?
- Mümkün olduğunca bir denge bulmaya çalışıyoruz İstanbul ve Londra arasında. Ne sürekli oradayım, ne sürekli burada. Göçmenlikle göçebelik farklı haller. Çocukluğumdan beri hep göçebe oldum. Evlenince değişirim zannetti herkes. Ama değişmedi.
Bu göçebelik hali için herhangi bir yer olabilir miydi yoksa Londra’nın sizin için ayrı bir önemi mi var?
- Bu şehri seviyorum. Kozmopolit yapısını, çokkültürlülüğünü, hem geçmişe önem verip hem modern olabilmesini... Bir de gri havasını kendime yakın buluyorum. Dil de benim için önemli. Romanlarımı hem İngilizce hem Türkçe yazıyorum. 12 seneyi aşkın bir zamandır bunu yapıyorum. Daha evvel Amerika’daydım. Arizona-İstanbul arasında gidip geldik Eyüp’le (Can) beraber. 26 saat sürüyordu yol. Perişan oluyorduk. 
Londra’daki hayatın hızı Türkiye’yle karşılaştırıldığında nasıl?
- Türkiye’de, bilhassa İstanbul’da hayat çok hızlı. Bu bir yanıyla güzel çünkü hiçbir şey durağan değil. Öte yandan yorucu. Kendimize bir ‘öte diyar’ bulmamız lazım. Çünkü bu şehir ruhumuzu kuşatıyor. Bunu söylerken illa herkes yurtdışına çıksın anlamında söylemiyorum. Herhangi bir kasaba da olabilir mesela. Enerjisi iyi gelen bir yer. Kimi doğduğu köye döner aralarda. Kimi Ege’de bir yere çekilir.

Yazının devamı...

Şarap Türk hayat tarzının bir parçası olarak pazarlanabilir

11 Mayıs 2013

Master of Wine olmak için ne yapmak gerekiyor?

- Sınavlara giriyorsunuz. Üç ay boyunca tek işim sınavlara hazırlanmaktı. Her gün gözüm kapalı 12 şişe şarap tattım.

Peki en başa dönelim... Şaraba ilginiz nasıl başladı?   

- Aslında gazeteci olmak istiyordum. İlk işim bir şarap dergisindeydi. O zamana kadar şarapla pek ilgilenmiyordum. Çeşitli eğitimler aldım ama şarabı öğrenmenin en güzel yolu bolca tatmak. Yanınızda sizden daha fazlasını bilen ve anlatan birileri varsa daha da iyi! Bu konuda çok şanslıydım. 2001’de de Master of Wine oldum.

Ayda kaç şişe şarap içiyorsunuz?

- Bin şişe! Gayet keyifli oluyor ama bazı kurallarım var. Örneğin evde tek başımayken veya gündüzleri içmiyorum. Limitim yok ama nerede durmam gerektiğini biliyorum.

Şaraptan sıkılmaktan korktuğunuz oluyor mu?

- Hayır çünkü şarabın içinde tarih, jeoloji, iklim bilimi ve coğrafya var. Bağları olan çok ünlü insanlarla tanışıyorum, seyahat ediyorum. Örneğin geçen yıl Boğazkere bağlarına bakmaya Diyarbakır’a gittim. Oradaki bağlar dünyanın en eski bağlarından.

Yazının devamı...

Yelkenler fora mamma mia!

7 Temmuz 2012

Cooking Cup, her yıl İtalyan su markası Sanpellegrino’nun ev sahipliğinde Venedik’te yapılıyor. Yarışmanın iki ayağı var. İlki etkinliğin konuklarının da katılımıyla yapılıyor. Farklı ülkeleri temsil eden on şef özel yemekleri sunarak ‘Halkın Seçimi’ unvanını kazanmaya çalışıyor. İkinci etaptaysa şefler mürettebatla yelkenliye biniyor.
Tekneler, Lido ve San Giorgio Adası arasındaki muhteşem lagününün arasındaki 12 mili hızla geçmeye çalışırken şefler de daracık mutfakta en güzel yemeklerini yapmak için çalışıyor. Jüri, ünlü tasarımcı Vittoria Missoni’nin efsanevi teknesi Timoteo’da bekliyor. Limana en hızlı varan teknenin şefi, jüriye yemeğini veriyor. Yarışa katılabilmek için üç şart var: 30 yaşından genç olmak, bir restoranda çalışmak ve profesyonel olarak aşçılıkla uğraşmak.

KADINLAR SAYESİNDE ŞEF OLANLAR

Bu yılki yarışmaya katılmaya hak kazanan 10 şef İtalya, Çin, İsveç, Avustralya, Rusya, Hollanda, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail, Belçika ve Lüksemburg’un en ünlü restoranlarından geliyordu. Ne yazık ki aralarında kadın yoktu ama hepsinin yemek yapmaya başlama sebebi bir kadındı. Bir kısmı anneleri çalıştığı için kendi kendilerine yemek yapmayı öğrenmiş; diğerleriyse evde anneleriyle mutfakta vakit geçirerek yemeğe merak sarmış.
Isınma turu, etkinliğin konukları için yapıldı. Yemekler tadımlık porsiyonlarda ve birbirinden lezzetli olsa da bir saat içinde 10 farklı yemeği tatmak hayli zor oldu; karidesli domates, füme somon yüzgeci, kuşkonmaz suyunda midye... Dolu midelerle sonunda en beğendiğimiz şef için Sanpellegrino şişelerinin kapaklarıyla oy verdik. ‘Halkın Seçimi’ ödülünü kazanan, istiridye sirkeli kurutulmuş langustin balığıyla İsrailli şef David Frenkel oldu.

PAZARDA MALZEME AVI

Asıl heyecansa ertesi gündü. İlk durak Venedik’in tarihi Rialto Pazarı’ydı. Çünkü bu yıl, yarışa ilk defa yeni bir kural kondu; şefler tariflerinde belli malzemeleri kullanmak zorundaydı. 100 Euro bütçeyle 50 dakikaları vardı. ‘Süpermarket’ yarışmasındaki gibi hızla pazara dağıldılar. Alışverişin ardından teknelerinin yolunu tuttular. Malzemeler yüklendi. Şefler alışık oldukları geniş çalışma alanlarından sonra teknenin daracık mutfağını önce yadırgadı. Çoğu daha önce hiç yelkenliye bile binmemişti. Binenler de küçücük mutfağında yemek yapmamıştı...

Yazının devamı...

Denizin dişleri geri döndü

30 Haziran 2012

Geçen hafta bir İtalyan, bir Avustralyalı, bir Güney Afrikalı ve iki Türk’le bir yemek masasında buluştuk. Biz Türkler, İtalyanla güzel yemekleri, hava ve suyu konuşurken Avustralyalı ve Güney Afrikalı’nın gündeminde daha ciddi bir konu vardı. “Sizde durum nedir?” diye sordu Avustralyalı; “Geçen hafta yine korkunç bir saldırı oldu” diye cevapladı Güney Afrikalı: “Yalnızca 20 yaşındaydı. O kadar kötü durumdaydı ki kurtaramadılar.” Bahsettikleri kurban bir sörfçü; saldırgansa, denizlerin en korkunç katili büyük beyaz köpekbalığıydı...

TADINA BAKIP BIRAKIYORLAR

Köpekbalıkları bu ara okyanus kıyısındaki ülkelerin en çok konuşulan gündem konusu. Zira saldırılarda büyük bir artış var. Geçen yıl gerçekleşen saldırı sayısı 75. Kurbanların 13’ü hayatını kaybetti. Diğerleriyse yaşamlarına kimi uzuvları eksik devam etmek zorunda kaldı.
1993’ten beri ilk defa kurban sayısı bu kadar yüksek. Uluslararası Köpekbalığı Saldırıları Dosyası’na göre 1990’larda ortalama ölüm sayısı yılda 8.2’yken, bu rakam 2000’lerde 16.1’e çıktı. Kurbanların yüzde 60’ı sörfçü. Köpekbalıkları, sörf tahtası üzerinde yüzen insanları favori yemekleri foklarla karıştırıyor. Çoğu zaman bir ısırık aldıktan sonra yaptığı yanlışı anlayıp bırakıyor.

SEBEBİ ARTAN TURİZM

Aslında köpekbalığı saldırısına uğrama olasılığı ölçülemeyecek kadar küçük. Peki bu artışın sebebi ne? Uzmanlara göre cevap; artan turizm faaliyetleri. Geçen yılki saldırıların çoğu, tarih boyunca köpekbalığı-insan karşılaşmalarının çok az olduğu Kosta Rika, Kenya ve Şeyseller gibi ülkelerde gerçekleşti. Turizme açılan ‘el değmemiş’ kıyılar, köpekbalıklarının doğal yaşam alanları. Turistler, köpekbalıklarının restoranı olan sulara girince saldırılar da kaçınılmaz oluyor. Örneğin Brezilya’daki Recife’de saldırılarıdaki artışın sebebi, tatil köylerinin boğa köpekbalıklarının üreme alanına kurulmasıydı...

İNSANLAR DAHA TEHLİKELİ

Saldırıların artmasındaki bir diğer sebep de köpekbalıklarının davet edilmesi! Yeni ekstrem turizm aktivitelerinden biri köpekbalığı beslemek. Verilen yiyeceklerle, köpekbalıkları kıyılara yaklaşmaya alışıyor. Keşif gemileri de köpekbalıklarını davet etme konusunda sorumlu. Araştırmacıların attığı yemlerle köpekbalıkları doğal yiyecek bulma rotalarından sapıyor. Ancak belirtmeliyim ki köpekbalıkları denizin en yırtıcı hayvanı olsa da insanlardan daha tehlikeli değil. Köpekbalıkları yılda ortalama 12 can alırken, tüm dünyada her yıl insanlar tarafından avlanan köpekbalığı sayısı 30-70 milyon.

Yazının devamı...

Gelecek, analog!

23 Haziran 2012

Lomography’nin hikâyesi 30 yıl önceye gidiyor; 1991’de bir grup Viyanalı öğrenci Çek Cumhuriyeti’nde eski Rus mercek fabrikası Lomo tarafından üretilen bir Lomo Kompakt Auto fotoğraf makinesi keşfediyor. Çektikleri fotoğrafların canlı renkleri ve hafif bulanık tarzı çok hoşlarına gidiyor ve ortaya Lomography ve Uluslararası Lomografi Topluluğu (ULT) çıkıyor.
Lomocuların ‘10 Altın Kural’ı yazılıyor; yeni ürünler, filmler ve aksesuvarlar geliştiriliyor. Sloganları: ‘Gelecek Analog!’... Dijital hiçbir ürünleri yok. ULT’nin şu an dünya çapında yarım milyonu aşkın üyesi var. Konseptleri; interaktif, canlı, flu ve çılgın bir yaşam tarzı. Tokyo, Hong Kong, Paris, Şanghay, Seul, Londra ve New York, Rio ve Berlin’de dükkanları var.

HEM MAĞAZA HEM GALERİ

İstanbul’daki ilk dükkânlarıysa da iki ay önce Nural İdrisoğlu tarafından açıldı. Mağazada rengarenk analog fotoğraf makineleri, lensler, aksesuarlar, kitaplar, çantalar, kırtasiye ve moda ürünleri var. Makinelerinin fiyatları 89 liradan başlıyor, 1200 liraya kadar çıkıyor. ‘Stop-motion’ filmler çekebileceğiniz küçük LomoKino kameraları şahane. Ayrıca dünyanın her yerinden lomocuların çektiği 3 bin 500 İstanbul fotoğrafından oluşan bir LomoDuvarı var. Bu arada mağazada workshoplar da yapılıyor. Ayda dört defa analog fotoğrafçılık anlatılıyor. Ardından hep beraber fotoğraf çekmeye gidiyorlar. Katılım ücreti yetişkinlere 30, öğrencilere 20 lira. Kendi makineniz yoksa mağazadan ödünç alabiliyorsunuz. Aktivite ve workshoplar hakkında daha fazla bilgi www.lomography.com.tr adresinde.

DİJİTAL SIKICI GELİYOR

Mağazanın tatlı müdürü Sophie Sevil Bayraktar analog trendinin Türkiye’de de yaygınlaştığını anlatıyor: “Birçok insan analoga geri dönüyor. Şu an 3 bin takipçimiz var. Dijitalin güzel yanı çok ama o kadar mükemmel ki fotoğraf çekmenin zevki kalmıyor.” Benim gibi dijital kolaylığına alışmışları da rahatlatmayı ihmal etmiyor: “Öğrenmesi çok kolay. Alıştıktan sonra dijital çok sıkıcı geliyor.” Haftaya deneme yaptıktan sonra bunun doğru olup olmadığını öğreneceğim!

LOMOGRAFİNİN 10 KURALI

1. Gittiğiniz her yere kameranı da götür. Nerede neyle karşılacağını bilemezsin.

Yazının devamı...

Düşünmüyorum o sayede iyiyim

16 Haziran 2012

Önce biraz geriye gidelim... Geçen yılki ABD Açık’ın yarı-finallerindeyiz. Dört saatlik mücadelenin sonunda İsviçreli Roger Federer’in, Novak Djokovic’e üstün gelmesine az kalmış. Federer servisi atıyor, Djokovic kaderini kabullenmiş şekilde karşılık veriyor. Ancak o da ne! Djokovic’in adeta sallayarak vurduğu top müthiş bir dönüş yapıyor. Djokovic, kazandığı sayı sonrasında toparlanıyor ve kazanıyor! Maçtan sonra Federer kızgın: “Bazı oyuncular, kaybederken topa öylesine vurmaya başlıyorlar. Onların şanslı vuruşları yüzünden kaybetmeyi kabullenmek zor.” Şanslı vuruşunu Djokovic’e sorduklarında gülerek karşılık veriyor; “Evet, bazen bunu yapıyorum. Arada işe yarıyor!”

TESADÜF DEĞİL

Djokovic’in boşvererek yenmesi aslında bir şans eseri değil. Bu konudaki rekortmen Federer’in son iki yıldır grand slam turnuvası kazanamamasının sebebi de artık yaşlanması değil. Geçen hafta Roland Garros’ta yine Djokovic’e yenilen Federer, zor zamanlarda ortaya çıkan yeni bir düşünce zayıflığından mustarip. Adı, spor jargonunda ‘boğulma sendromu’ olarak geçiyor. Örnekleri futbolda da var. Oyuncular çok fazla ‘kendine odaklanmış’ olmaktan penaltı kaçırıyor. Djokovic de bir zamanların yenilmez oyuncusunu sadece ‘çok fazla düşünmeyerek’ yeniyor.

YARATICILIĞA ENGEL

Çok fazla düşündüğünüzde başarılı olmak için gereken akıcılığı kaybediyorsunuz. Kafanızdaki sesler yetenekleri ve sahip olduğunuz sağduyuyu bastırıyor. Yapılması gereken, çok kritik bir anda, biraz kendinizi bırakarak yıllarca öğrendiklerinizi uygulamak. Çok fazla düşünmek sadece fiziksel performansa değil yaratıcılığa da engel oluyor. Nitekim ‘çok düşünmeme’ yöntemini kullananlar sadece sporcular değil, en iyi işlerinin bir trans halindeyken çıktığını söyleyen çok sayıda oyuncu ve müzisyen var. Mesela Bob Dylan, gençliğinde yazdığı en güzel şarkılarının hiç uğraşmadan ortaya çıktığını söylüyor.

CAHİLLİKLE KARIŞMAMALI

Peki düşünmemeyi nasıl öğreniriz? Bob Dylan’ın yaratıcı fikirler için formülü kendinizi analiz etmeyi kesmek: “Yaşlandıkça akıllılaşırsınız ve bu da size hep bir engel olur. Beyninizi fazla düşünmemek üzerine programlamalısınız” diyor. Her şeyin altında bir şey aramamak gerekiyor. Tabii buradaki kritik nokta düşünmemekle cahilliği karıştırmamak. Daha önce konu üstüne hiç düşünmediyseniz, o zaman hiç düşünmeme taktiğini uygulayamıyorsunuz. Djokovic’in şanslı vuruşlarının işe yaramasının sebebi bundan önce hem maçlarda hem antrenmanlarda aslında milyonlarca defa o vuruşu yapmış olması.

HAKEM BEDRİ BAYKAM

Yazının devamı...

Kont Drakula out Afganistan in

9 Haziran 2012

Aslında ekstrem turizm yeni bir konsept değil. Romanya’da Kont Drakula’nın Şatosu’na veya İskoçya’nın Perili Köşkleri’ne ziyaretler öteden beri yapılıyordu. Daha ‘hardcore’ bir şey arayanların listesinin başındaysa Ukrayna’da Çernobil faciasından sonra terk edilen Pripyat kasabası geliyor. 250 dolar karşılığında rehber eşliğinde Pripyat’a gidip, patlamanın olduğu, daha sonra üstü betonla kapatılan 4 numaralı reaktörü görebiliyorsunuz. Hollywood da konuya el attı. Ay sonunda gösterime girecek korku filmi ‘Çernobil Günlükleri’nde Çernobil’e giden ekstrem turistlerin macerası anlatılıyor. Gençler, tümüyle terk edilmiş Pripyat’ta yalnız olmadıklarını öğreniyorlar ve olaylar gelişiyor...

YEREL HALK DENEYİMİ 
Ama hâlâ aksiyonun devam ettiği yerler varken bazılarına Çernobil bile yetmiyor; Couchsurfers, kendini turist olarak görmeyen seyahatseverlerin kurduğu bir website. 251 ülkeden 4 milyon üyesi var. Amacı, üyelerin gittikleri yerde otel yerine orada yaşayan birinin evinde kalmasını sağlamak. Gitmek istediğiniz şehirde sizi ağırlayacak gönüllüleri buluyorsunuz ve daha gerçek bir yaşam deneyimine sahip oluyorsunuz. Couchsurferların yeni gözde durağı Libya, Özbekistan, Irak, Suriye, Kuzey Kore ve Kolombiya’dan sonra Afganistan... Afganistan’da yerel gibi yaşama deneyimi için şu an 381 kişi sıra bekliyor. Peki insan sadece geçen yıl 3 bin 21 sivilin öldüğü Afganistan’a neden gitmek ister? Couchsurferlar ülkenin Hindukuş Dağları Band-e Amir Gölü gibi doğal güzelliklerini ve yıkılmış Buda heykellerinin kalıntılarını görmek istiyor. Haberlerde duyduklarını kendi gözleriyle görmek veya cesaretini sınamak isteyenler de var. “Taliban niye benim için bir kurşun harcasın ki?” diye düşünen Couchsurferlar kaçırılmaktan veya serseri kurşuna kurban gitmekten korkmuyor.

Başkanla yemek

ABD’de seçim zamanı yaklaştıkça başkan adayları da kampanyaları için fon toplama çalışmalarını hızlandırdı. Bu kapsamda Başkan Barack Obama da Hollywood’daki popülerliğinden faydalanıyor! Geçen ay oyuncu George Clooney, Obama’ya destek için Los Angeles’da özel bir akşam yemeği düzenlemişti. Başkan’ı görmek isteyen 150 davetli, kişi başı 40’ar bin dolar ödemişti. Ayrıca yapılan bir çekilişle en az 3 dolar bağışlayan iki kişi de yemeğe katılma hakkı kazanmıştı. Bu hafta davet sırası ‘Sex and the City’ dizisinin yıldızı Sarah Jessica Parker’da... Oyuncu, haftaya New York’taki evinde bir yemek veriyor. Sistem aynı; en az 3 dolarlık bağış yapanlar arasında yapılacak çekilişin iki talihlisi yemeğe katılabilecek. Başkan Obama’yla aynı masaya oturacak diğer isimlerin ne kadar ödeyeceğiyse şu an için bilinmiyor...

FETİŞ

Babalara özel!

Yazının devamı...

İmece usülü girişimciler

2 Haziran 2012

İmece usülü girişimciler modelinin fikir babası Perry Chen. Müziğe meraklı Chen bir konser organize etmeye çalışırken canına tak etti: “Bütçe toplamak bu kadar zor olmamalı!” diyerek internet üzerinden destek aramaya başladı ve ortaya, ‘kalabalıklardan para toplama’ olarak Türkçe’ye çevirebileceğimiz crowd-sourcing modeli çıktı. Chen, yanına Charles Adler ve Yancey Syrickler’i de alarak 2009’da İngilizce ‘marşa bastıran’ anlamına gelen ‘Kicstarter’ adlı siteyi kurdu.

HAYIR İŞİ YASAK

Sitenin amacı genç sanatçı, müzisyen, mucit ve girişimcilerin projelerini gerçekleştirmelerini sağlamak. Sistem şöyle çalışıyor: Yapmak istediğinizi kısa bir videoyla anlatıp kickstarter.com’a gönderiyorsunuz. Proje içerikleriyle ilgili bir sınır yok. İcat ettiğiniz bir cihazın üretimi için de, açmak istediğiniz bir sergi için de para toplayabiliyorsunuz. Gereken para miktarını ve zaman hedefinizi belirliyorsunuz. Destekçilerinize cazip ödüller teklif ediyorsunuz. Örneğin fotoğraf sergisi açmak istiyorsanız; 10 liralık destek karşılığında sergiye indirimli giriş, 20 liralık destek karşılığında imzalı fotoğraf sahibi olabilme imkanı tanıyorsunuz. Projelerin içeriğiyle ilgili tek şart; sosyal projeler yararına veya bağış amaçlı olmaması. Elde edilen geliri kendi yararınıza kullanmalısınız!

YATIRIMCIYA ZIRNIK YOK

Belirlenen zaman içinde hedeflediğiniz desteğe ulaşırsanız Kickstarter, elde edilen paradan yüzde 5 komisyon aldıktan sonra kalanı size veriyor; ödüller de destekçilere dağıtılıyor. İstenilen miktara ulaşılamazsa hiçbir kesinti olmadan paralar destekçilere iade ediliyor.
Kickstarter sayesinde küçük girişimciler iyi fikirlerini, büyük yatırımcılara hisse vermek zorunda kalmadan gerçekleştirebiliyor. Kickstarter destekli filmler festivallere katılıyor, restoranlar açılıyor, sanat eserleri ünlü bienallerde sergileniyor. Bugüne kadar finansman arayan 50 bin projenin neredeyse yarısı başarılı oldu. Toplamda 200 milyon dolardan fazla para toplandı.

İKİ SAATTE FONLANDILAR

Kickstarter’ın en büyük kazananlarından biri mühendis Eric Migicovksy. Migicovksy, akıllı telefonundaki bilgi ve uygulamaları kol saatinde görebileceği Pebble adlı bir ürün yarattı. Finansman isteyeceği yatırımcılardan randevu alamayınca projesini Kickstarter’a koydu. Amacı, bir Pebble karşılığında herkesten 99 dolar alarak 100 bin dolara ulaşmaktı. Ürün öyle ilgi gördü ki hedeflenen miktar iki saat içinde toplandı. Haftaya cuma bitecek teklif için şu an 63 bin 979 kişinin desteğiyle 10 milyon dolara yakın gelir toplandı. Üstelik iş büyüdü, imkânlar arttı; 10 bin dolar destek karşılığında Pebble’ın distribütörü bile olabiliyorsunuz!

Yazının devamı...