(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Emre Özpeynirci" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Emre Özpeynirci" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Emre Özpeynirci

Bize önce yerli motor gerek

3 Temmuz 2017

Birçok okuyucum yazdıklarıma katıldığını söylerken, bazıları ise yerli otomobilde en büyük çözümün Opel gibi uluslararası markaları almaktan geçtiğini belirtti. Kesinlikle haklılar. Sıfırdan bir marka yaratacağımıza, altyapısı tamamen hazır uluslararası bir marka almak Türkiye’nin otomotiv alanında daha hızlı adım atmasını sağlayacaktır. Hele ki otomotiv sektörü bu kadar hızlı ilerleyip bu kadar hızlı büyürken. Son 10 yıla baktığımızda Jaguar, Land Rover, Saab, Volvo ve son olarak Opel bu doğrultuda alınabilecek markalardı. Emin olun bir tek Saab hariç bu markaları alanlar inanılmaz derecede başarılı oldu. Bugün Hintli Tata’nın bünyesindeki Jaguar ve Land Rover hızla büyürken, Çinli Geely’nin bünyesine giren Volvo’nun geldiği nokta ortada. Bu yıl başında Opel’i alan Fransız Peugeot’nun da bu satın almadan büyük avantaj yaratacağı şimdiden anlaşılıyor. Yani bu markalar yaklaşık 1.5-2 milyar dolara el değiştirdi. Bizim sıfırdan yapacağımız yatırımların yanında aslında çok da büyük rakamlar değil. Aslında Türkiye’de bu markalarla ilgilenenler oldu ama pek riske girmek istemediler. Hatırlayanlar vardır, geçtiğimiz yıl Koç Holding Onursal Başkanı Rahmi Koç, vaktiyle Ford’un Land Rover ve Jaguar’ı satılığa çıkardığında ilk kendilerine teklif ettiğini belirterek, “Biz ‘Sadece Land Rover’ı alırız’ dedik, çünkü Jaguar o zaman çok borçluydu, ama Ford kabul etmedi. ‘İkisi aynı fabrikada üretiliyor, o yüzden ikisini birlikte almalısınız’ dediler. Tata Grubu bizden daha cesur çıktı ve aldı” yorumunu yapmıştı. İşte bazen risk almak gerekebiliyor. Kuşkusuz para benim olmadığı için böyle rahat yorum yapabiliyorum ama sonuçlar ortada.

Diğer taraftan yazıma ilişkin OYAK’ın kısa süre önce emekli olan Otomotiv ve Çimento Grubu Başkanı Celal Çağlar da telefonla arayarak önemli bir noktaya değindi. Çağlar, “Türkiye’nin yerli otomobilden önce yerli motor geliştirmesi gerekiyor. Çünkü gelişen otomotiv dünyasında en büyük güç kendi motorunu geliştirip üretmek. Elektrikli ve alternatif yakıtlı motorlara ilişkin geliştirmelerin hız kazandığı global dünyada bizim önceliğimiz yerli motor olmalı” yorumunu yaptı. Otomotivde her zaman mühendisliğin öneminin altını çizen Çağlar’a kesinlikle katılıyorum, motor geliştirmek rekabette bizim için en kritik hamle olacaktır.

RİHANNA YENGE

GEÇTİĞİMİZ haftanın en dikkat çeken haberi kesinlikle ünlü şarkıcı Rihanna’nın Suudi Arabistanlı genç işadamı Hassan Jameel’le yaşadığı aşktı. Hassan Jameel, Toyota’nın dünyadaki en büyük distribütörü olan, enerjiden, turizme kadar Suudi Arabistan ve Orta Doğu’da birçok alanda faaliyet gösteren 10 milyar dolar cirolu ALJ Grubu’nun sahibi milyarder Suudi işadamı Mohammed Abdul Latif Jameel’in 3 oğlundan en küçük olanı. Bir de kızı olan Mohammed Abdul Latif Jameel ve şu an grubun başındaki en büyük oğlu Fayd Jameel tam bir İstanbul ve Türkiye aşığı. 2009 yılında Toyota’nın Türkiye distribütörlüğünü Sabancı’dan alarak dikkatleri çeken ALJ Grubu, Türkiye’yi Avrupa merkezi yapıp Maçka Residence’nin tepesini kendisine yeni üs seçmişti. Rihanna’nın sevgisi Hassan Jameel’in abisi olan Fady Jameel de aynı projenin diğer bloğunun tepesindeki devasa daireyi alarak yerleşmiş, Türkiye’de milyar dolarlık yatırımlar için çalışmaya başlamıştı. Bu magazin haberini okuduktan sonra dayanamayıp, ALJ’nin Türkiye Başkanı ve CEO’su Ali Haydar Bozkurt’tan artık yengemiz sayılan Rihanna’nın konserinde ön sıra torpili istedim. Şaka bir yana önümüzdeki günlerde Rihanna’yı Toyota reklamlarında görürsem hiç şaşırmam.

BİRYILDIZ’A SÜRPRİZ VEDA

 

EMEKLİLİK süresi dolmasına rağmen son 1 yıldır uzatmaları oynayan 63 yaşındaki Borusan Otomotiv CEO’su Eşref Biryıldız, 1 Temmuz’da görevini Hakan Tiftik’e devretti. Biryıldız’a Borusan Otomotiv CEO’su olarak son iş gününde çalışma arkadaşları sürpriz bir veda partisi düzenlemişi. Bundan böyle profesyonel hayatına Borusan Otomotiv’de yönetim kurulu üyesi olarak devam edecek Biryıldız sürpriz partiyle ilgili olarak, “Hepsini çok seviyorum. Beni 8.5 yıldır hep el üstünde tuttular” yorumunu yaptı. Bende bu vesileyle hem Biryıldız’a hem de Tiftik’e yeni görevlerinde başarılar dilerim.

Yazının devamı...

Baba çok yiğit yok

26 Haziran 2017

Son 7.5 yılda birçok kez gündeme gelip, sonuç alınamayınca rafa kaldırılan bu popüler konumuz geçtiğimiz ay Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yeniden masaya konuldu.

Konuldu konulmasına da yine benzer sesler yükselmeye başladı. Siyasiler henüz nasıl, kiminle ve nerede hayata geçeceği belli olmayan bu otomobilin yola çıkış tarihini dahi verirken, Türkiye’nin birçok şehrinden daha önceden alışık olduğumuz ‘Gelin burada üretin’ sesleri yükselmeye başladı.

Bu milli projeyi TOBB üstlendi üstlenmesine ama henüz ortada ne somut bir adım var ne de ‘babayiğit’. Ortada çok baba var belki ama bu projeye herhalde pek inanmadıkları için yiğitlik yapamıyor gibiler. Umarım bu kez doğru adımların atıldığını görürüz.

En başından beri söylüyorum ben yerli otomobile karşı değil sadece yenilikçi, geleceği yakalayabilen bir proje olması gerektiğini savunuyorum. Geçen hafta söylediğim gibi standart bir araç yerine mesela geleceğin ulaşım aracı olarak gösterilen ‘otonom’ yani sürücü gerektirmeyen milli bir otomobil markamız niye olmasın.

Yazının devamı...

Türkiye’de üretenin kafası çok rahat!

19 Haziran 2017

Otomotiv sanayinin bu başarısı Türk ekonomisinin yüzde 5 büyümesinde etkili olurken, Türkiye’de üretimi olan firmaların da yüzünü güldürdü. Otomotiv Sanayi Derneği (OSD) raporuna göre ocak-mayıs döneminde toplam üretim yüzde 22 artışla 727 bin 997 adede yükselirken, otomobil üretimi ise yeni modellerin etkisiyle yüzde 41 arttı. 5 ayda tam 506 bin 747 adet otomobil üretildi.

Üretimdeki bu rekor artışa bağlı olarak aynı dönemde ihracatta da tam patlama yaşandı. Türkiye’de toplam otomotiv üretiminin yüzde 81’i yani traktör dâhil 603 bin adedi 5 ayda ihraç edildi. Bu da toplam otomotiv ihracatında yüzde 32’lik, otomobil ihracatında ise yüzde 54’lük büyüme yarattı. Bu seviyeler 5 aylık rekor olarak kayıtlara geçti.

İTHALAT DÜŞÜYOR

Bu rakamları Türkiye’de üretim yapmanın avantajını daha net ortaya koyması için veriyorum. Aslında bilen biliyor ama kritik dönemlerde bu daha da iyi anlaşılıyor.

Türkiye’de üretim yapan firmalar hem pazardaki daralmaya rağmen ihracatla büyümesini sürdürürken, kur ve sürekli yükselen ÖTV artışlarına karşı da iç pazarda daha dayanıklı olabiliyor. Yani ithal araçlara kur ve ÖTV farkları daha yoldayken yansırken, yerli araçlarda bu yansımanın etkisi daha düşük olabiliyor. Firmalar yerli üretim avantajını hem kura bağlı maliyetlerde hem de lojistik olarak çok daha iyi kullanılabiliyor.

Bunun da etkileri ilk 5 ayda zaten kendini gösteriyor. Yerli araçların avantajıyla ilk 5 ayda toplam otomotiv ithalatı yüzde 13 düşerken, otomobil ithalatında ise yüzde 15’lik bir azalış olduğu görülüyor.

PAYI YÜZDE 64’E İNDİ

Bu da toplam satışlarda ithalatın payının yüzde 64’e inmesini sağladı. Ama asıl etkisi otomobil satışlarındaki ithal oranında kendini gösteriyor. Geçtiğimiz yıl 5 ay sonunda otomobil satışlarında ithalatın payı yüzde 73 iken bu yıl bu oran yüzde 69’a kadar gerilemiş durumda. 2013 yılında yüzde 80’ler civarında olduğu düşünülürse, Türkiye’de yeni model yatırımları arttıkça bu oranların daha da düşeceğini söylemek yanlış olmaz. O yüzden hükümetin yıl sonunda 10 milyar dolara yakın dış ticaret fazlası vermesi beklenen otomotiv sanayine yatırımların artması için daha fazla destek vermesi ekonominin lehine olacaktır. Aynı zamanda Türkiye’de yerli üretimin avantajını gören uluslararası markalar da yatırımlarını artıracak, yatırımı olmayanlar ise bu durumu tekrar gözden geçirecektir.

Yazının devamı...

Otomotivin tek ihtiyacı itibar

5 Haziran 2017

Hürriyet Ekonomi’de ‘Otomobille uçuşa geçti’ başlığıyla verdiğimiz mayıs ayı ihracat sonuçlarına ilişkin haberimizden sonra bu açıklamayı yapan Burhanoğlu’na yüzde 100 katılıyorum. Otomotive sektörüne yıllardır hak ettiği gerekli itibarı vermeliyiz. Otomotiv sanayinin başarısını başka herhangi bir sektör gerçekleştirseydi inanın el üstünde tutulur, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, ‘Montajcı’ diye değerlendirilmezdi.

Son 10 yılda 15 milyar dolar, 2016’da 1.96 milyar dolar dış ticaret fazlası veren otomotiv sektörünün verdiği fazla 2017’nin ilk üç ayında 2.7 milyar dolar seviyesine yükseldi. Bu rakam nisan ayında 3 milyar doları aşacak. Bu yıl sonunda 27 milyar dolarlık ihracat hedefleyen otomotiv sanayinin, vereceği fazlanın da 10 milyar doları zorlaması bekleniyor. Eğer bu gerçekleşirse otomotiv sektörü yıl sonunda üretim ve ihracat dışında, dış ticaret fazlasında da rekor kıracak.

Bugün otomotiv sektörünün Türk ekonomisinin tek başına dinamosu olduğuna kimse itiraz edemez. Ayrıca montajcı filan da değil, ciddi ciddi Türkiye’de kurulan Ar-Ge merkezlerinde önemli geliştirmeler ve ardından üretimler yapılıyor. Yerli parça kullanım oranları yüzde 70’leri aşmış durumda. İstihdama katkısı tartışılmaz, işsizlikle mücadelede de ciddi payı var. Ayrıca yan sanayinin gelişmesine de katkı sağlıyor. Yani aslında otomotiv bizim coğrafyada bayraktarlığını yapabileceğimiz en güçlü hatta tek sektör adayıdır. Bu noktada Toyota Türkiye CEO’su Ali Haydar Bozkurt’un söylediği şu sözler çok önemli: “Çıkıp tüm üreticilere, “Gelin yatırımlarınızı burada yapın, biz önümüzdeki 10 yıl içerisinde otomobil ile ilgili vergilerde şöyle bir plan içerisinde hareket edeceğiz ve bunu 10 yıl boyunca değiştirmeyeceğiz. Ondan sonraki 5-10 yıllık süreçte ise şu şekilde hareket ederek kademeli olarak vergileri dünya ölçeklerine getirmeyi planlıyoruz. Böylece pazarın 1 milyon adedin altına düşmemesini sağlayacağız, hatta ikinci 10 yılda 1.5 milyon adet olması için çalışmalar yapacağız” gibi bir garanti verebilsek, mevcut üretim yapan markaların ilave yatırımlarını çekmek konusunda çok ciddi şansımız olacağını düşünüyorum. Hatta, henüz üretim yapmayan markaların da Türkiye’de yatırım planlarını masaya yatıracaklarına inanıyorum. Yatırımcının 10 yıllık projeksiyonu görebilmesi çok çok önemlidir.”

TÜRK SAMURAYLAR YATIRIM PEŞİNDE

BUGÜN Otoyaşam sayfalarında dünya devi 2 Japon markanın Türkiye’deki yöneticilerinin açıklamalarına yer verdim. Türkiye’nin en çok araç satan ilk 10 markası arasında yer alan Toyota ve Nissan, hem satışlarını artırıyor hem de ülkeye yatırım konusunda önemli adımlar atıyor. Bugün Toyota’nın en büyük avantajı kuşkusuz Sakarya’da Corolla ve C-HR modellerini üretiyor olması. Bu yerli desteğiyle birlikte hızla büyüyen ve 50 bin adetlik satış sınırını aşan Toyota’nın Türkiye hedefleri büyük. Çok az sayıda modelle Türkiye’de 32 bin adetlik satışa ulaşan Japon Nissan’ın hedefi ise rakibi Toyota gibi Türkiye’de yerli üretim avantajına sahip olmak. Nissan, yılda 40 bin adetlik satışa ulaşırsa, Japonya merkezin yatırım için ikna olacağına inanıyor. İşte o zaman Toyota ve Honda’dan sonra Türkiye’de üretime gelen 3. marka olabilecek ve satışlarını daha hızlı artırabilecek. Ben işin yatırım tarafındayım. Nissan’ın Türkiye’de en az 100 bin adetlik bir yatırım yapması halinde, Japonların otomotiv sanayine katkısı 400 bin adetleri aşacak. Yani Honda’nın da kısa sürede üretimini 100 bin adetlere çıkartacağını düşünürsek, Türk samuraylar ekonomiye büyük katkı sağlayacak gibi görünüyor.

Yazının devamı...

‘Milli oto’ gündemde ‘Milli CEO’lar atakta

29 Mayıs 2017

Ancak aradan geçen 7 yılda TÜBİTAK’ın bünyesinde gerçekleşen bazı çalışmalar dışında çok somut bir adım atılmadı, atılamadı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, 18 Mayıs’ta katıldığı son TÜSİAD toplantısında, “Şu salondan babayiğit çıkmıyorsa dükkanı kapayalım” çağrısı yaparak, yerli otomobil talebini yineledi. Ancak bu çağrısına da heyecanlı bir yanıt bulamayan Erdoğan, bir hafta sonra bu kez babayiğit arayışını TOBB genel kurulunda da devam ettirerek şunları söyledi: “Bir teklifim var. Bu milletin evladı olarak buna hasretim. Gelin, şu yerli yüzde 100 üretimi olan otomobilimizi TOBB camiası içerisinden çıkartalım. TOBB yüzde 100 yerli otomobili ‘Made in Turkey’ olarak çıkarsın. Biz bu konuda yanınızdayız. Montajcılık bu millete yakışmıyor. Artık bu millet üretebilecek beyine de ürüne de sahip…”

TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, TÜSİAD’ın aksine Erdoğan’ın çağrısına hemen cevap verip, “Sayın Cumhurbaşkanım biz bunu yaparız. Siz yeter ki yanımızda olun. Siz bizim yanımızda olduktan sonra biz bunu yaparız” yanıtıyla ‘yerli otomobil’ konusunda istekli olduklarını ortaya koydu. Şimdi Erdoğan başta olmak üzere herkes heyecanla 6 Haziran’ı bekliyor. Çünkü TOBB Yönetim Kurulu Toplantısı’nın gündem maddesinin ‘yerli otomobil’ olacağı belli oldu.

Bu konuda çok yazdım, çok yorum yaptım. En başından beri söylüyorum, ‘Türkiye kendi markasını çok kolaylıkla üretir.’ Sahip olduğumuz otomotiv sanayi her türlü otomobili geliştirip, üretecek bilgi ve birikime sahip. Tek sorun bu markayı ve ürettiğimiz bu otomobilleri kime ve nasıl satacağımız. Dünya otomotiv endüstrisinin hızla geliştiği, artık geleceğin elektrikli ve sürücüsüz otomobillerden oluşacağının kesinleştiği bir dönemde, biz kime rakip olacağız? 100 yıllık geçmişe sahip markaları mı yoksa Tesla gibi 13 yıl önce kurulan ve piyasa değeri olarak Ford’u bile geçen yeni nesil otomotiv şirketlerine mi? Bu konuda TOBB’un neler yapacağını yakın zamanda göreceğiz, ama işlelerinin kolay olmadığını söylemeliyim. Sırf yapmış olmak için yapmamak, dünya otomotiv endüstrisini yakından incelemek gerekiyor. Yoksa sonu hüsran olur, yatırım yapan ciddi zarar edebilir. Örnekler çok...

BEN AHKAM KESEMEM
Ben burada ‘yerli otomobil’ konusunda ahkam kesmek niyetinde değilim. Sadece son 7 yılda Türkiye’de yerli otomobil gündemi meşgul etse de atlanan çok önemli bir şey var. O da Türk yani yerli yönetici rüzgârı... Otomotiv Distribütörleri Derneği’ne (ODD) üye 45 otomotiv markası var. Üye olmayanlarla bu sayı yaklaşık 48-49 civarında. Bundan 10-15 yıl önceye kadar Türkiye’de yer alan markaların birçoğunun başında yabancı yönetici görev yaparken varken bu sayı bu yıl itibariyle 2’ye düştü. Yani Türkiye’de sadece 2 marka ki onlar da Peugeot ve Honda yabancı genel müdürler tarafından yönetiliyor. Geri kalan tüm markaların başında artık Türkler var.

Yani uluslararası markalar başta Türkiye olmak üzere tüm dünyada artık yerel yönetici stratejisine yöneldi. Pazarı daha iyi koklayan, bayilerle, müşterilerle daha iyi iletişim kurabilen yerli yöneticiler tercih edilmeye başlandı. Çünkü Türkiye özelinde bakarsak, yabancı bir yöneticinin pazar dinamiklerine ve şartlarına alışması 2 yılı buluyor. Tam alıştı derken 3 yıllık görev süresinin sonuna geliyor ve hop başka ülkeye transfer oluyor. İşte artık bu tip sıkıntılar otomotiv dünyasında pek olmayacak gibi gözüküyor. Burada bence en büyük sıkıntıyı Türkiye’ye gelip daha sonra hızla uluslararası arenada basamakları tırmanan yabancı yöneticiler yaşayacak. Çünkü Türkiye gibi sürekli değişen dinamik bir pazarda görev yapmak, kariyerlerinde önemli bir fırsatı onlara sunuyordu. Ama artık arena Türk yöneticilerine kaldı.

İlanla girdi zirveye çıktı

TÜRKİYE’de son dönemde yerli yöneticiyi tercih eden uluslararası otomotiv devleri arasında Nissan, Mercedes ve Volvo yer alıyor. Uzun yıllar Nissan Türkiye’nin başında Japonlar yer alırken, Sinan Özkök bu durumu bozarak ilk Türk Genel Müdür oldu. Aynı şekilde Mercedes 50 yıldır Türkiye’de hep Almanları tepeye getirirken, ilk kez bir Türk’ü Süer Sülün’ü Direktörler Kurulu Başkanı olarak atadı. Son yerli yönetici hamlesi ise İsveçli Volvo’dan geldi. Bugüne kadar Türkiye’de hep yabancı genel müdür tercih eden İsveçli marka, ilk kez bir Türk’ü başa getirdi. O isim de 20 yıldır Volvo Türkiye’de birçok kademede çalışmış Sabri Sözen oldu.

Yazının devamı...

36 bin araç nasıl kayboldu?

22 Mayıs 2017

Otomotiv bu konuda düzenli veri açıklayan yegane sektörlerden biridir. Şeffaf ve kurumsal bir sektördür. Otomotiv Distribütörleri Derneği (ODD) her ay sonunda markalardan, model ve sınıf olarak satışlarını ister ve bunları toparlayıp rapor olarak sunar. Buna göre pazarın durumu, markaların sıralaması, en çok satan otomobillerin listesi belli olur. Firmalar da bu rapora göre stratejilerini belirleyip hedeflerini koyarlar. Çoğu zaman ilk 10 marka arasında ne denli çetin bir mücadele olduğunu, sıralamanın ‘at başı’ şeklinde nasıl son anda değiştiğine şahit oluruz.

Ama dediğim gibi ODD’nin raporunda yer alan rakamlar firmaların beyanlarına dayalıdır. Özellikle filo satış rakamlarını başka bir kayıt olmadığı için tamamen ‘gönlünden ne koparsa’ şeklinde verirler. Ama satış rakamlarında Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerini de dikkate almak durumunda olduklarından çok fazla sapma yapma şansları yoktur. Çünkü TÜİK gecikmeli de olsa, trafiğe kaydı yapılan araç sayısını düzenli olarak verir. Burada tam anlamıyla kesin rakamlar oluşur. Bu yüzden otomotiv markaları aylık satış rakamlarını verirken bunun bilincinde hareket ederler.

Ama son yıllarda özellikle kritik dönemlerde, markalar ve bayiler nezdinde açığa satışlar yaşandığından ODD ve TÜİK raporları birbirini tutmamaya başladı. Bazı firmalar ve bayiler hedeflerini tutturabilmek için ellerindeki araçları satılmış gibi gösterip, ODD’ye beyan ediyor. Bayiler bu tip araçları daha sonraki aylarda stokta yer alan ‘sıfır 2. el’ olarak satmaya devam ediyor. Ama bazı araçlar ki bunlar TÜİK raporlarından ortaya çıkıyor, trafiğe kaydı olmadan satılmış gibi gösteriliyor. İşte bunu da sadece iki rapor arasındaki farka bakanlar anlayabiliyor. Şöyle bir 2016 yılı TÜİK raporuna baktığımızda Türkiye’de ODD’nin açıkladığı satış rakamlarından 35 bin 799 adetlik bir sapma olduğunu görüyorsunuz. “Ama TÜİK’te daha fazla marka yer alıyor” diye düşünen olursa merak etmeyin, ODD raporunda yer alan 45 markaya göre hesap yapılmıştır. Sonuç olarak trafiğe kaydı yapılan araç sayısı ODD’nin açıkladığından daha az. ODD, 2016 yılında toplam 983 bin 730 adet otomobil ve hafif ticari araç satıldığını açıklarken TÜİK aynı dönemde trafiğe kaydı yapılan araç sayısının 947 bin 921 adet olduğunu söylüyor.

Yani aradaki fark sanki satılmış gibi gösterilmiş araçlardan oluşmuş. Bunun üzerine trafiğe kaydı yapılıp yine satılmış gibi gösterilen ‘sıfır 2. el’ araçları da eklediğimizde rakam 2-3 katına çıkıyor.

İşte o zaman ne oluyor ben size söyleyeyim. Eldeki bu satılmış gibi gösterilen araçlar bir sonraki yıl satılıyor. Hemen bunun için yeni bir TÜİK örneği vereyim. 2017 yılının ilk 3 ayında TÜİK raporundaki toplam satış ODD raporundan yaklaşık 79 bin daha fazla. Yani o 2016 yılında satılmış gibi gösterilip, trafiğe kaydı yapılmayan araçlar var ya, bu yılın ilk 3 ayında ancak kayıt olmuş. Böyle olunca da ODD’ye göre ilk 3 ayda 156 bin, TÜİK raporunda ise 235 bin adet civarında araç satışı yapılmış gözüküyor. Pazarın daha sağlıklı olması için bence firmalar ve bayiler artık bu satılmamış araçları satılmış gibi göstermekten vazgeçmeli. İnanın markaların değerlerini düşürüp, tüketiciyi yanıltmaktan başka bir amaca hizmet etmiyor, bayiler arasında haksız rekabet yaratıyorlar.

TEPELERDE DEĞİŞİM İDDİASI27 Şubat’ta ‘Ferit Şahenk otomobilden vazgeçer mi?’ başlığıyla Doğuş Otomotiv’in Katarlı bir gruba satılabileceği iddiasını sizlere aktarmıştım. Bu yazımla ilgili ne Doğuş Grubu’ndan ne başka kanallardan bir yalanlama veya açıklama gelmedi. Bu iddiaların doğru olup olmadığını inanın ben de pek bilmiyorum. Bu konuda çok fazla istihbarat geliyor ama henüz güvenip de yazılabilecek noktada değiller. Ama Volkswagen Grubu’nda yüzde 17, Porsche’de yüzde 12.83 hisseye sahip fonun Katarlı olduğu düşünülürse, böyle bir operasyon inanın pek fazla da şaşırtmaz.

 

İşte henüz bu iddialar ortada dolaşırken, geçen hafta otomotiv sektöründe yeni bir söylenti rüzgarı esmeye başladı. O da Doğuş Otomotiv’in bünyesindeki bir çok markanın üst yönetiminin değişeceği yönündeydi. Yani Volkswagen’den Audi’ye, Seat’tan Porsche’ye kadar markaların üst yönetimlerinde bir revizyona gidileceği iddia ediliyor. Marka yöneticileri bunu şu an için doğrulamasa da olur mu olmaz mı önümüzdeki günlerde net olarak göreceğiz.  Türkiye’nin en çok otomobil satan sessiz grubunu izlemeye yakından devam ediyoruz.

Yazının devamı...

Bu yakışıklı İzmit’e gelecek, nokta

15 Mayıs 2017

Bu atak için de elindeki en büyük kozu eylül ayında Frankfurt fuarında dünyaya tanıtacağı ‘Kona’ isimli yepyeni modeli olacak. Küçük SUV sınıfında yer alan Kona’nın nerede üretileceğine ilişkin ‘Henüz resmi karar verilmedi’ diye açıklama yapılsa da çok büyük ihtimalle Hyundai Assan’ın İzmit fabrikasında üretileceği ortada. Zaten Hyundai Assan yetkilileri de bunu çok iyi bildikleri için açıklamalarında ‘henüz’ kelimesine yer verdiler.

Sebebi açık Avrupa’da satacak ve İzmit’te üretilen i20 platformunda yükselecek bu aracın Kore’de üretilip gönderilmesi pek de mantıklı değil. Zaten Hyundai Assan’ın Koreli Başkanı da Türkiye’de kompakt bir SUV üretileceğini açıklamış, ama iki seçenek arasında olduklarını daha önce söylemişti. Bürokrasi aşıldığında ve Türkiye’ye bu konuda açıklama yetkisi verdiklerinde modelin İzmit’e verildiğini resmi olarak da öğreneceğiz.

Gelelim şimdi asıl konumuza... İsmini kahvesiyle ünlü Hawaii’nin bir bölgesinden alan Kona dünya tanıtımı öncesinde ilk kez kamuflajsız olarak Portekiz’in başkenti Lizbon’da yapılan reklam çekimlerinde görüntülendi. Daha önce resmi olarak yayınlanan teaser (tanıtım) resimlerinde olduğu gibi modelin kaputunun hemen altında yer alan ince farlar dikkat çekerken, yeni model bu görüntüsüyle Jeep Cherokee ve Citroen C4’ü de andırıyor. Ancak genel tasarımı hem orijinal, hem de ilginç buldum.

Markanın yine Türkiye’de ürettiği i20’yi temel alan daha doğrusu aynı platformda üretilecek aracın 3 farklı motor tipi olacağı belirtiliyor. Hyundai, bu modelle Avrupa’da en büyük Asyalı üretici olmak için Toyota ve Nissan’ı geçmek istiyor. 2016 yılında Toyota Avrupa’da yüzde 7 artışla 596 bin 515 adet araç satarken, Nissan yüzde 1.2’lik kayıpla 549 bin, Hyundai ise yüzde 7 büyüme ile 499 bin 22 adet araç sattı. İşte bu noktada Hyundai, İzmit’te ilk etapta 50 bin adet olarak üreteceği bu yeni modelle aradaki farkı kapatarak Avrupa’da Asya markalarının lideri olmak istiyor. 

İşin bir başka ilginç tarafı aynı sınıfta Japon Toyota’nın Türkiye’de C-HR’yi üretmesi. Yani Avrupa’da Asyalı markaların liderliğini önümüzdeki yıllarda Türkiye’de üretilen küçük SUV modelleri belirleyecek gibi.

ARTIK HER PAZARTESİ CANLI YAYINDAYIM

Yazının devamı...

77 milyar dolarlık ‘otonom’ pastası

1 Mayıs 2017

Özellikle son yıllarda satışa sunulan lüks sınıftaki araçların neredeyse tamamı yarı otonom özelliklere sahip bir şekilde yollardaki yerini şimdiden alırken, tam otonoma geçiş öncesi orta sınıftaki araçların da bu özelliklerle piyasaya sunulması bekleniyor. Tesla gibi yeni nesil otomotiv markaları ile birlikte Google, Apple gibi teknoloji devlerinin de bu konuda kafa patlattığı düşünülürse gelecekte sürücüsüz otomobiller, pazardaki rekabeti belirleyecek gibi gözüküyor. Bir diğer açıdan bakarsak, kendi kendine giden otomobilleri üretmek için yaşanan yarış önümüzdeki yıllarda çok büyük şirket evliliklerini ve satın almaları da gündeme getirecek.

Uluslararası danışmanlık şirketi Boston Consulting’in yaptığı bir hesaplamaya göre 2035 yılında otonom araç sektörünün büyüklüğünün 77 milyar dolara ulaşması bekleniyor. Kendi teknolojisine sahip firmaların bu pazarda çok büyük kârlara ulaşacağı da belirtiliyor. Bu yüzden bu teknolojiye sahip olmanın en kolay ve hızlı yolu satın almaktan geçiyor.

Sürücüsüz otomobiller konusundaki anlaşmalar iki kategoriye ayrılıyor. Büyük teknoloji devleri kurulu tedarikçileri almak için milyar dolarlar harcarken, otomobil üreticileri ve tedarikçiler ise erken aşamadaki startup şirketlerini alma yolunu tercih ediyor. Yani büyük şirketler şu an için daha büyük oynuyor ve bu pazarı kimseye kaptırmamak için uğraşıyor gibi. Otomobil üreticileri ise Silikon Vadisi’ndeki küçük girişimleri bünyesine katarak ilerleme yolunu seçmiş durumda. Sonuç olarak şu çok net, gelecekte otomotiv sektörünü otonom araçlar ve bu konuda başarılı olan şirketler şekillendirecek. Halen ‘Milli otomobil’in tartışıldığı Türkiye’de de bence bu konuda çalışmalar yapılıp, devlet tarafından desteklenmeli. Çünkü yeni başlayan bir yarışta başarı şansımız daha yüksek olacaktır. O yüzden bırakalım vergi artışını, hurda teşvikini bir an önce sektör olarak bu konuda neler yapabileceğimize veya nasıl bir destek alabileceğimize kafa yoralım.

HOLLYWOOD’UN ENDİŞESİ DE AYNI

23 Ekim’de ‘Ya sürücüsüz otoları korsanlar kaçırırsa!’ başlığıyla bir yazı yazmıştım. Hatırlamayanlar için o günlerde bilgisayar korsanları evimizde internete bağlı ne cihaz varsa ona ulaşmayı başarmış, bu durum dünya çapında büyük ses getirmişti. Ben de buzdolabına bile sızan siber korsanların otomobile saldırmamasını beklemenin gülünç olacağını belirterek şunları dile getirmiştim; “Benim asıl merak ettiğim otonom yani sürücüsüz araçların hayatımıza tam anlamıyla girdikten sonra ne olacağı? Çünkü internet ve teknoloji kullanımı bu araçlarda en üst seviyeye çıkacak. Hatta önümüzdeki dönemde sürücüsüz otomobillerde kullanılacak 5G gibi bağlantılar siber korsanlar için bulunmaz fırsat yaratacak. Düşünün araç kendi kendine giderken siz arkada uyuyorsunuz, korsanlar araca sızıp sizi istediği yere istediği şekilde götürebilir.”

İşte benzer endişeleri duymuş olmalılar ki şu an gösterimdeki ‘Hızlı ve Öfkeli’ filminde bu konuya geniş bir şekilde yer vermişler. Filmde bir siber korsanı canlandıran Charlize Theron, New York’ta internete bağlı araçları ele geçirerek, kendi kendine giden araçlardan bir ordu yaratıyor. Bu araçlar sürü halinde uzaktan kumandayla ilerlerken, binaların tepelerinden caddelere filan uçuyorlar. Yani aslında Hollywood’un ve dolayısıyla ABD’nin de benzer endişeleri taşıdığı, bu sebeple bunu uyarı olarak algılamak gerektiğini düşünüyorum.

Yazının devamı...