(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Ferhan İstanbullu" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Ferhan İstanbullu" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Ferhan İstanbullu

Ferhan İstanbullu

Seramikle gelen... 

2 Haziran 2017

Bugünün misafiri seramik sanatçısı Fikret Parlak ise tam da yukarıda demografisini paylaştığım (!) gruba giren biri değil aslında. Keyifle geçen, iyi hatırladığı bir mühendislik kariyeri olmuş kendisinin. Ayrıca, biliyorsunuz, mühendis bakış açısının hayatın farklı alanlarında, türlü iş ortamında da başarıya ulaşmada artı olduğundan bahsedilir. Sanırım sadece seramik tasarımlar yapmanın ötesinde Büyükada'daki ev/atölyesinin bahçesinde Parlak'ın dört başı mamur bir seramik fırını inşa edebilmesinin sırlarından biri de bu mühendis kimliği. Sanatçının seramik kutularının, balık figürlerinin, kendine özgü kişilikleri yansıtan insan heykellerinin meraklıları giderek artıyor. Bu şehre bir gıdım mesafede pek keyifli işler üreten sanatçının işlerine bence giderek daha aşina olacaksınız. Tanışma faslı için de aşağıdaki röportajı okumanızı tavsiye ediyorum. 

Seramikle profesyonel olarak ilgilenmeniz nasıl gerçekleşti?

Seramik ve özellikle Türk çinisi hep sevdiğim ve ilgilendiğim bir sanat dalıydı. Sonradan ustam olacak ünlü çini sanatçısı Turgut Tuna uzun yıllardır arkadaşımdı ve kendisinin ciddi bir koleksiyoneriydim. Kendisine ve yaptığı işlere her zaman hayranlık duydum. Uzun ve yorucu bir iş hayatından sonra yıllardır hep istediğim sanatın bir dalıyla uğraşma arzusu hocamın Bursa’da yeniden bir atölye kurma projesiyle çakıştı ve bu tesadüfle kendimi bu projenin içinde buldum.



Büyükada'da yaşayan/üreten bir sanatçı olmaya dair kararı nasıl aldığından bahseder misin?

Bahsettiğim yorucu iş hayatından ve şehrin keşmekeşinden ara sıra kurtulmak için İstanbul’a yakın bir bahçeli ev edinmek, toprağa ve doğaya yakın olmak arzusu içindeyken bir şekilde Büyükada fikri gelişti. Aldığımız evi o kadar sevdik ki şehirdeki evimizi kapatıp tamamen buraya yerleşmek istedik. Seramikle ilgilenmem Büyükada’ya taşındıktan sonra başladı ama evin bahçesinde atölyemi kurabileceğim bir müştemilat olması bu işe girişmemdeki en büyük motivasyonlardan biridir. 

Mühendis kimliğinizin sanatına nasıl aksettiğini merak ediyorum...

Yazının devamı...

Çukurcuma yükseliyor

30 Mayıs 2017

Çukurcuma’nın, komşusu Cihangir’in baskın gölgesinde sessiz ve derinden gelişmesini memnuniyetle izliyorum. Eskinin yüzüne bakmaktan imtina eden ‘yeni’ ve kolektif mimari anlayışımızı bir kenara bırakın; Çukurcuma renklerini hep korumayı başaran bir semt. Küçüklüğünün ve yıllardır burayı mesken edinmiş sofistike mağazaların kalmaktaki direncinin de semtin korunmasında büyük payı olduğunu düşünüyorum. Bu köşede ara ara döneceğim Çukurcuma’nın yeni/oturmuş adreslerine... Bugünün hikayesi ise Corvo Art&Antiques adlı bir Çukurcuma adresi.

Nilüfer Eriş’e Çukurcuma’da bir dükkan açma kararının hikayesini sorduğumda önce beni anılarındaki Beyazıt’a götürüyor. İstanbul Üniversitesi çıkışında yolunu Bedesten’e düşürmesini… Rahmetli babasının zamanında dükkanının olduğu tarihi koridorlarda attığı turları hatırlıyor. Eskinin güzelliklerine düşkünlüğü o zamandan kalma. Ev döşerken de her zaman hikayesi olan parçaları tercih ettiğini, kullanılmış sandalyeleri, büfeleri, aynaları sevdiğinden bahsediyor. Yine öğrencilik zamanında onu çok etkilemiş, bugünün Corvo Art&Antiques’in ilham kaynaklarından diyebileceğimiz bir mekan geliyor aklına: Döneminin önemli galerilerinden olan Tiglat. Her sergisini görmeye gittiği bu mekanda çalışmaya başlıyor Eriş; haftada üç günlük mesaisinin ardında sanat dolu bir ortamın parçası olabilmek var.

Üniversitenin ardından bugün de dün de çoğumuz için bir rüya olabilecek gelişme, Eriş’in küçük Bedesten’deki açtığı dükkan. 80’leri hatırlıyor; “Kapalıçarşı’nın erkek egemen ortamında gencecik bir kızın çok fazla nefes alamayacağı da aşikardı” diyor. Kapalıçarşı’nın ardından Cihangir’in en güzel köşelerinden Akarsu Caddesi’nde yurtdışına kitap katalogları hazırlayıp gönderen, ayrıca seçme eserler, mobilya, resim ve aksesuara yer veren bir ofis açıyor. Yine İstiklal Caddesi’ndeki İstanbul’un klasikleşmiş  kitabevlerinden birinin  kuruluşunda da katkısı var. Bu keyifli uğraş da aralıklarla 15 yıl sürüyor.

 

Gelelim son maceraya; Cihangir’e… Eriş‘in “Cihangir ve Çukurcuma  kendimi bildim bileli hep benim yaşamımda var olan; mutlu olduğum, keyif aldığım bölgeler… Eski İstanbul’un kent kültürünün ve binalarının olduğu bu semt sakinleriyle de hep hoşuma gitmiştir. Çukurcuma Art Nouveau tarzında Levanten-Rum binaları, antikacıları, eskicileri, vintage mağazaları ve tasarım atölyeleriyle bana hep Paris’teki Saint Germaine’I, Londra’daki Porto Bello’yu anımsatır” dediği Çukurcuma’da antikacılık değil ama kendi evinde de görmeyi, kullanmayı arzu ettiği parçaları bir araya getirdiği bir mekan hayali kurduğunu anlatıyor.

Burada çalışmanın başka ne keyifleri var diye sorduğumda hemen zengin komşuluktan söz açılıyor. Birlikte içilen sabah çayları, akşam kahveleri gündelik programların artık parçası olmuş. “Memnun olduğum bir gelişme Çukurcuma’nın artık sadece antikacılar değil, sanat galeriyle de anılması…”

 

Yazının devamı...

Sarı laleler

27 Mayıs 2017

Bir iş kolu tuttuğunda aynı telden çalan yeni markaların pıtrak gibi çoğalmasına aşinayız. Şu üçüncü dalga kahve dükkanlarının çokluğuna bakın hele… Düne kadar Türk kahvesinden ötesini tanımazdık, şimdi ‘flat white’ ile ‘cortado’nu farkı konusunda dört başı mamur bilgiye sahibiz. Aynı akım, butik çiçekçi markalarında da yaşanıyor. Şikayetçi miyim, yoo!… Çiçek yollama nezaketinin gelişmesine,  yaşam alanlarımızın da renklenmesine yardım eden bu durumu memnuniyetle karşılıyorum. Aşağıdaki de bir de çiçekçi yorumu alayım diyerek Nişantaşı Parla Flower Art’ın ortaklarından Begüm Güneri ile bir araya gelmemin hikayesidir.

Güneri, Parla Flower Art’ın hikayesinin hep olduğu gibi bir hayalle başladığını söylüyor. Daha 90’larda nickname ile web üzerinden sohbet ederken kendine ‘florist (çiçekçi)’ adını seçmesi tesadüf değilmiş! 2015’te kendi tabiriyle ‘merdiven arası’ bir yerde başlayan macera şimdi kurumsal organizasyonlara, fuarlara, özel davetlere uzanan bir çeşitlilikte devam ediyormuş.

İnternetten çiçek siparişi vermenin bu keyfi hayatımıza sokmadaki refleksimizi geliştirdiğini düşünüyorum. Güneri bu konuda haklı bir eleştiri yapıyor: Evet, iki tıkla çiçek yollayabilmek konforlu ama tarzınızı yansıtan bir şık buketi bu yolla edinmenin pek imkanı yok. O yüzden sevdiğiniz çiçekçinin telefonunu el altında bulundurmanız hayatı kolaylaştırabilir.

Parla Flower Art’ın zarif buketlerinin ardında Begüm Güneri ve çocukluk arkadaşı, ortağı Lara Çolakoğlu’nun vizyonu, zevki var. Benim de katıldığım bir yorum; karmaşık ve büyük aranjmanlar onların tarzı değil. ‘Her şeyden önce çiçekleri seviyoruz. Çiçeğin kendisini en iyi şekilde nasıl gösterebilirizin derdine düşüyoruz’, diyor Güneri.  Zor yolu seçtiklerini düşünüyorum… Zira etrafta yollanan çiçeklerde karşısında oldukları o kocaman, bana göre karmaşık, ‘vahşi’ aranjmanların herkesçe beğenildiğini görüyorum. Ya müşteri ısrarla bunu talep ederse? Güneri geri adım atmadıklarını, müşteriye farklı öneriler sunarak ilerlediklerini anlatıyor. Süslemesini ve çiçeklendirmesini üstlendikleri nice işin içinde haftalık evlere ve ofislere çiçek servisiyle ilgili bir detay dikkatimi çekiyor. Parla Flower Art ekibi bu servisi bizzat mekanlara gidip dekorasyonuna uygun çiçek tasarımlarıyla yapıyormuş. 

Yurt dışında kraft kağıda sarılı sade buketlere bayılan bizler, memlekette çiçek yollama durumunda hep ederinden daha pahalı görünen çiçekleri yollamanın derdine düşüyoruz! ‘Çiçek başlı başına sadeliği ile sizi büyüleyen, doğanın hediyesi… Aranjman da bir kutunun içine sarı güller yanına mor güller, üstüne de orkide yerleştirmek değildir. Biz başlangıçtan bu yana çiçek ve buket tasarımı yapmayı tercih ettik. Sadece zarif bir buket ve uygun kağıt ambalajıyla da çok etkili, şık bir çiçek yollamayı seven müşterilerimizin arttığını görüyoruz. Çiçeklerin dallarını şık bir vazo içinde göstermeyi seviyoruz, yaprakla saklamayı değil. Müşterilerimizin aynı tasarım anlayışıyla yaptığımız gül düzenlemelerini ve orkide aranjmanlarını da sevdiğini söyleyebilirim’ diyor Güneri. (Benim Parla Flower Art’taki favorilerimden biri hem çiçek hem de lezzetli çikolataları birlikte yollayabildiğiniz kutu seçenekleri.)

Lara Çolakoğlu ve Begüm Güneri gerekirse dükkandan adrese teslimi kendileri yapacak şekilde çalışan, aranjmanlarda bifiil imzası bulunan iki girişimci. Az zamanda çok yok katetmelerinin sırrı ise belli ki evrensel; hep başında durarak, sadece bir ustanın marifetine bırakmayıp işe kendi de soyunanlar profesyonel dünyada fark yaratmaya devam ediyor.

Yazının devamı...

Bakış açısını değiştirmek

20 Mayıs 2017

Ortaya bir Joseph Beuys çıkaramasak da (!) aynı endişeyi yaşayanların, gelişmeyi isteyenlerin başvurduğu bir adresten bahsedeceğim size. Mim85 Kültür Sanat Platformu kültürün interaktif bir şekilde paylaşıldığı, sanatın bütün boyutlarıyla ele alındığı, her yaşa hitap eden bir merkez. 2000 yılından bu yana çalışmalarını aralıksız sürdürüyor.  Mim85 Kültür Sanat Platformu’nda katılımcıların ilgi alanları doğrultusunda uzman eğitmenlerden sanatsal, tarihsel ve sosyolojik temelli seminerler veriliyor. Mim 85’in bünyesinde, seminerlerin yanı sıra ayrıca workshop’lar, yurtiçi ve yurtdışı geziler ve diğer sanat hizmetleri de yer alıyor. Bu kış Yalçın Sadak hocanın Klasik Sanat Seminerleri’ne Nişantaşı’ndaki bu merkezde devam eden biri olarak Mim85’deki eğitimlerde katılımcıların isteklerinin de programı oluşturmada katkısı olduğunu ben de deneyimledim.


“Seminerleri dünyanın değişen dinamiklerini anlamaya yardımcı olacak şekilde planlıyoruz”, diyor Mim85’in kurucusu Sema Şener…  Ayrıca Mim Art Project (MAP) başlığı altında sanat alanında kurumsal eğitimler ve danışmanlık hizmetleri vermeye başladıklarını da hatırlatıyor. MAP bünyesi altında yaptıklarına sanat eğitimlerinden kurum koleksiyonu oluşturmaya, ulusal ve uluslararası sanat gezilerinden sanatsal etkinlik yönetimi gibi etkinlikler örnek verilebilir.


 Kurucu Sema Şener 1986 yılında Berlin’den İstanbul’a dönmüş. Yoğun iş hayatının yanında seminerlere, workshop’lara katılmayı hep seven biri olduğundan bahsediyor. Bir de elini taşın altına koyup farklı dernekler, vakıflar için de gönüllü çalışmaktan kaçmamış Şener. O, zaman içinde de hobisini işine dönüştürmeyi başaranlardan.

 

Kurucusu olduğu Mim85 etkinliklerini bugün düzenli takip eden önemli sayıda katılımcı var. Şener ilk yıllarda katılımcıların okuldan ve sosyal çevresinden arkadaşları olduğunu hatırlıyor. En büyük nişlerinin ise konusunda isim yapmış eğitimcilerle çalışmak olduğunu söylüyor.

 

Yazının devamı...

%100 orijinal

17 Mayıs 2017

Şu ismin alemliğine bakın. Blogunun adı ‘Erkek İten/Tiksindiren’!… Ben kadınların diğer kadınlar için giyindiğine inananlardanım: bence erkeklerin beğenisine kalsak hepimizin spagetti askılı dar elbiseler, ince topuklu ayakkabılar ve hep makul mantıklı ruj renkleriyle dolaşması gerekir. Leandra Medine’nin giyim tercihleri ise tam aksi, ilk bakışta kadınları bile uzun uzun düşünmeye, ölçüp biçmeye sevk ediyor. Çok ince, uzun bacaklı bir kadın olmasının sonuna dek avantajını süren Medine, pek de makyaj dostu değil. Yaz kış elinin altında bronzlaştırıcı kremler var; gözleri şiş poz vermekten ise asla imtina etmiyor. Ve kıyafetleri kimsenin aklına gelmeyecek biçimlerde giyme, eşleştirme konusunda artık bir dünya markası.

Blogger’lık fenomeninin yeni ve heyecan verici olduğu yılların ürünü bir isim. Bugün günlük bir dergi gibi içerik yarattığı, 20 kişiye yaklaşan kişiyle yürüttüğü Man Repeller web sitesinde yer almak için nice irili ufaklı bilumum yaşam tarzı markası sıraya girmiş durumda. Leandra Medine’nin neyi doğru yaptığına gelince… Öncelikle kendi moda anlayışını yaratmış bir kadın. Beyaz diz altı bisikletçi taytlarıyla şimdilerin modası yumurta topuk terlikleri birlikte kullanmaya tamam diyen bir moda yaklaşımı var. Çizdiğim bu tablo çoğunuzun şık ve stil sahibi tanımının dışında kalabilir. Ancak bugün kabul edilen pek çok ‘şıklığın’ zamanında rüküş, cesaret gerektiren hamleler olduğunu da hatırlatmadan geçmeyelim.

Leandra Medine’ye her şeyden önce özgür düşünen biri olduğu için hayranım. Bir de belli ki hedefleri olan, çok çalışmaktan gocunmayan bir genç kadın. Dersini çalışanlar için Amerikan Rüyası’nın ölçekleri bir anda nasıl büyütebileceğini faktörü de eklenince, 2010 yılında macerasına keyifli bir blog olarak başlayan Man Repeller’ın bugün vardığı nokta anlaşılabilir. Son olarak Net-a-porter gibi bir über-lüks, üst sınıf online alışveriş sitesiyle ortaklaşa ayakkabı koleksiyonu ürettiklerini söylemem belki resmi daha iyi anlamanızı sağlar.

Man Repeller’in dinamik, renkli sayfalarında ünlü haberlerinden güzelliğe, kadınları okurken bilgilendirecek ama kesinlikle eğlendirecek türlü konu var. Yazarlar ordusu içinde geleceğin sosyal medya fenomen adaylarının da olduğuna inanıyorum. Tıpkı Leandra gibi komik, özgün dilleri; hal ve gidişe enteresan bir yaklaşımı olan yazarlar… Zaten Man Repeller bir yazıdan diğerine sekerken vaktin nasıl geçtiğini anlamadığınız web sitelerinden. Bu, tarzı sofistikelik ayarlarından yoksun, orijinal ve matrak olduğu için herkesten sıyrılan kadının motto’su da ‘Kadınlar kimse için değil; kendileri için giyinsin!’ Leandra Medina’nın kadınların korkuyla yaklaştığı şalvar pantolon, iri vatkalar gibi ikircikli tasarımları gimeye olan isteği benim gibi takipçilerine sempatik geliyor. Bu noktada Leandra Medine’nin gelen şöhretin ardından kendini bu oyuna kaptırıp kıyafetlere değil kostümlere bürünen birine dönüşmemesini de seviyorum. (Kontrol ettim, Man Repeller instagram hesabını bugün itibarıyla 1.8 milyon! Kişi takip ediyormuş.)

‘Man Repeller’ı girişimci olmak için değil, yazmak için kurdum’ demiş Medine. Onun geldiği nokta her tutan işte gördüğümüz bir reçeteyi çağrıştırıyor: Öncelikle orijinal bir fikir ve başarılı aktarımı, sonra da samimiyetten taviz vermemek. Zira çocuklardan kurt şirket Ceo’larına; samimiyeti görüp de tanımayan, takdir etmeyen olmuyor! 

Yazının devamı...

TOY Fest başladı!

12 Mayıs 2017

Tiyatro, Oyunculuk ve Yazarlık gibi farklı sahne sanatları disiplinlerini bir araya getiren Toy İstanbul’un festivali Toy Fest’i, kurucu direktörlerinden Cengiz Temel anlatıyor.

**Öncelikle Toy'un yola çıkış hikayesinden kısaca bahseder misiniz?

Toy İstanbul daha ilk sezonunu bitirmiş genç bir sahne… Biz Toy’u kurarken herhangi bir tekkeleşmeye gitmeden bütün bağımsız tiyatrolara ve sahnesiz sahnelere destek olmak istedik. Bu tiyatroları ve oyunları iyice duyurmak ve seyirciyle buluşturmaktı, maksadımız. Ayrıca kapanan tiyatrolara da sahne olmayı amaçladık.

**Bağımsız tiyatro gruplarını, oyunlarını tek bir çatı altında bir araya getirmek, ahenkli bir program yaratmak kulağa hayli güç geliyor. Metodonuza dair ne söyleyebilirsiniz?

Buradaki temel nokta, ortak bir dil bütünlüğüne sahip, derdine inandığımız, katıldığımız oyunları ve metinleri göz önünde bulundurarak seçimler yapmak. Aslında Toy İstanbul’un mottosu oldukça net, yalın: Bağımsız tiyatrolara, sahnesiz sahnelere destek olmak için yola çıktık.

**Henüz birinci yılınızı doldurmadan Toy dağarcığına bir de tiyatro festivali eklediniz. Festivali oluşturmada temel motivasyonunuz ne oldu?

Toy İstanbul var olduğu sürece her Mayıs ayında yapmak istediğimiz bir festival, Toy Fest. Şu an birincisi gerçekleşiyor. Biz sezonu açmamızdan bu yana 24 oyuna ev sahipliği yapmışız. Bu zaman zarfında bizi destekleyen ve sezonda da bizimle olan bütün oyunlardan bir seçki aslında bu festival. 27 Mayıs’a dek her gece farklı bir oyun izlemek mümkün.

Yazının devamı...

Haydi Alışverişe!

8 Mayıs 2017

Yaşam tarzı alanında üreten kişiler için belki ilk okumada garip gelecek bir başarı sırrından bahsetmek istiyorum: İnsanlara ihtiyaçlarını değil hayallerini aktarmaya/satmaya çalışırken bence yola çıkış noktası eğlenmekten, keyif almaktan geçiyor. İşte bu keyifle yola çıkıp konusuna dair global gelişmeleri anında yansıtan bir marka var, örnek gösterebileceğim. Türkiye’de kişiye özel stil danışmanlığı konusunda seçkin tarzlarıyla ‘influencer’ (etkileyen, yol gösteren) olmuş bir ikilinin markası, Luxury Shoppers. Ezgi İçel Apa ve Lian Beraha yol arkadaşlığıyla kurulan luxuryshoppers.com, memleketin ilk günde oturmuş online projelerinden. Moda konusunda beğenilerini, alışveriş seçimlerini yansıtan bu sitede ikilinin sofistike seçimlerini görüp alışveriş etme şansına sahipsiniz. Luxury shoppers instagram hesabı da modayla ilgili yenilikleri, tarzlarına dair ipuçlarını paylaştıkları bir başka etkili mecra. Şimdiyse Luxury Shoppers online dünyasına bir yeni ürün daha ekleniyor: Lets Shop adlı akıllı telefon aplikasyonu…

Lets Shop, ekibin yaklaşık bir yıldır üzerinde çalıştığı bir projeymiş. Ortaklardan Ezgi Apa, geliştirme sürecinin hala devam ettiğini söylüyor. Benim de gönülden katıldığım bir noktadan giriyor konuya: ‘Herşeyden önce modanın çok ciddi bir konu olmadığını, eğlenmenin tarzını oluşturmada esas olduğunu vurgulamak istiyoruz’, diyor. Takipçilere başlıca sundukları, hem bu uygulama ile modayı takip edebilme hem de diğer takipçilerle paylaşmak üzere kendi gardroplarını yaratma imkanı. Çıkış noktaları ise merak. Sahiden de modayla ortalama iişkisi olan her kişi kimin ne alıp ne giydiğini merak etmiyor mu? Alışverişte yanımızda biri varsa onun da fikrini almayı hiç atlıyor muyuz? Kısaca tarzımıza dair başkasının yorumunun ne olduğu giyinirken aslında hep akılımızda…

Lets Shop’ta bir de çok heyecanlı bir bölüm daha var; o da profesyonel alışveriş danışmanlarının fikrini anında alabilmeniz. Ezgi Apa bu konuyla ilgili kendi birikimlerinin yanında bir araya getirdikleri müthiş bir ‘alışveriş danışmanları’ ekibinin desteğini aldıklarını anlatıyor. Uygulama sayesinde anlık sorabileceğiniz stil sorularınızın cevapları işte bu kıdemli ekip tarafından veriliyor.

Lets Shop uygulamasında ayrıca moda dağarcığını geliştirmek isteyenler için trendler, yeni tasarımcılar, moda dünyasının bilinen yüzlerinden seçkiler ve röportajlarının bulunduğu bir geniş içerik de var.

Ezgi Apa aslında kendi özel müşterileriyle de ilk günden bu yana böyle çalıştıklarını anlatıyor: Sezonluk alışveriş listesi isteyenler, seyahat edeceği şehirden ne alabileceğine dair öneri soranlar, internet alışverişiyle ilgili danışanlar ilk aklına gelenler. Bir de kabinde deneme aşamasında doğru yolda olup olmadığını soran, önemli bir etkinlik öncesi kendi seçimlerini paylaşan müşterilerinin de hep olduğundan bahsediyor. Bu noktada hem kendi servislerini yaymanın hem de kolaylaştırmanın yolunu araştırmaya başlamışlar. Apa ‘Herkesin bir stil ve alışveriş danışmanına sahip olması mümkün değil muhakkak. Biz uygulamayla danışmanlığımızı; hem Lets Shop’taki seçkilerle hem hazırladığımız trend raporlarıyla hem de soruları cevaplayarak daha geniş bir kitleye sunmak istedik. Ayrıca moda dünyasından önde gelen stil danışmanları, stil ikonları, editörler ve tasarımcılar da Lets shop app sayesinde takip edilebilecek’ diyor.

Yeni tasarımcılar sayfasından bahsedelim.

Romantik çizgileriyle dünyada çok hızla moda fenomenine dönüşmüş olan tasarımcı Gül Hürgel gibi. Kendisi instagram paylaşımları yoluyla koleksiyonunu gösteren, haberlerini paylaşan bir isim. Mağazası olmayan tasarımcının kıyafet koleksiyonunu tek tek alışveriş sitelerinden aramadan Lets Shop uygulamasında bir seferde bulmak artık mümkün. Anında gelen stil sorularını ise sadece Ezgi Apa ve Lian Beraha değil, dünyanın önde gelen moda ‘influencer’larından olan Giorgia Tordini (kendisi favorim), Columbine Smille, Elin Kling, Natasha Goldenberg ya da Amerikan Vogue editörlerinden biri de yanıtlıyormuş. Bu ekipten her hafta başka biri canlı soru-cevap kısmını üstleniyormuş. Bu servisin ne denli etkileyici olduğunu sanırım anlatmama da gerek yok!

Zamandan kazandıran, boşa alışverişin önüne geçen ve meraklısını konuyla ilgili bilgi sahibi kılan bu uygulamada seyahat, ev gibi yan başlıklar da var. Uygulamanın hayata geçmesi ise hayli detaylı bir teknolojik altyapının kurulmasıyla gerçekleşmiş. Apa ‘Bizim gibi bugüne dek beyninin sağ tarafıyla çalışmış bir ekip için sol beyni çalıştırmak konusunda hayli pratik yaptık!’ diye ekliyor. Bir de tasarımın tamamen kendi ruhlarını yansıtması ve görsel olarak istediklerini anlatma faslında ciddi mesai harcadıklarından bahsediyor.

Yazının devamı...

Bu yazın okuma listesi

2 Mayıs 2017

Kendisinin 2016 yılında çıkan Emanet Zaman romanıyla işgal dönemi İzmiri'nin artık bir ütopya sayılabilecek zenginlikteki insan profilini, kültürel zenginliğini tanıdım. Suman'ın son romanı Yaz Sıcağı'nın ise Kıbrıs’ta 1974 sonrası yaşanan hem toplumsal hem insani dramlardan yola çıkan bir hikayesi var. Romanın baş kişisi 'yaşıtım' Melike’nin 40’lu yaşlarla tanışmış, şehirli, eğitimli bir kadının gözünden anlatılan hikayesi de kendime dair çözümlemeler yapmada eşlik ediyor bana. Defne Suman'la bir araya gelip bu kadının hikayesini biraz daha dimlemek istiyorum.

- Hem geçen yıl yayınlanan Emanet Zaman’da hem de Yaz Sıcağı’nda bölünmüşlükler, kimlik farklılıkları hikayenin alt metnini oluşturuyor. Okurun tarih bilgisini, algısını geliştirmede de katkın var.

- Ben de kendi kitaplarım sayesinde tarihle ilgili daha da bilgi sahibi oluyorum. Başlangıçta tarih üzerinden bir hikaye anlatmak üzere yola çıkmadığımı da söyleyeyim. Mesela bölünme meselesi hep aklımda ama bu konuyu esas birey üzerinden düşünüyorum.  Toplumların bölünmesi üzerine düşünmekle başlamıyorum işe. Aslında kendimin bir meselesi oluyor o sırada..

-Peki aile geçmişinin bu anımsamayla bir ilgisi var mı?  

Özellikle esinlendiğim bir aile hikayesi yok. Ama  tarihe merakımın başlamasında belki aile tarihimi  araştırmanın payı var, haklısın. Kanada’da psikolojik danışmanlık eğitimi alırken bir ödevimiz ailemizin tarihçesini öğrenmekti. Dedenin çocukluğu nasıl geçmiş, okulda nasıl bir öğrenciymiş gibi. Kısaca kişisel tarihinizin konuşulmayan taraflarını araştırmak üzerineydi. Bu dönemde baba tarafımın aslında hiç bilmediğim bir aile olduğunu keşfettim. Bunu bilmiyor olmam da kendi içimde başlı başına bir meseleydi. Onları araştırırken tarihe ve tarihin aktörlerine yani o zamanın insanlarının yaşam biçimlerine, iç dünyalarına bir merak duymaya başladım bir taraftan. Yine de çıkış noktamın kendi içimde bir mesele olduğunu söylemeliyim. Yapacağım eklemeler zamanla dolmaya başlıyor zihnime...

-Bu kitabı yazarkenki kişisel mesele, 40’larına evrilen kadının bir gün yitireceği cinsel cazibesini, gücünü masaya yatırması, üstüne düşünmesi miydi?

- Evet, 40 yaşına merdiven dayamış bir kadının evlilikle, cinsellikle, erkekleri baştan çıkarma gücüyle hesaplaşması üzerine düşünerek yola çıktım. Bir bakıma kendimle de ilgiliydi; ben de benzer deneyimi yaşadım, bu gücümü bir şekilde toplumda kadın olmaktan almışım. 40 yaşına gelirken insan ister istemez şunu düşünüyor, “eyvah bu artık benim elimden gidecek. 50 yaşımda ben aynı cazibeyle var olup duruşumu devam ettirebilecek miyim? Yoksa kendimi yeniden keşfedip gücümü başka bir yerden almayı mı araştırmalıyım?” gibi sorular aklıma gelmişti. O meseleye bakayım derken de hikayenin yeni katmanları ortaya çıktı.

- Tarihin geri planda sana yardım ettiği roman tipi hoşuna gitti diyebilir miyiz? Bunla ilgili çalışmaya devam edecek misin?

Yazının devamı...
Ferhan İSTANBULLU Kimdir?

Ferhan İSTANBULLU