(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Erdal Sağlam" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Erdal Sağlam" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Erdal Sağlam

Yüksek enflasyonda hesaplar karışmış görünüyor

6 Haziran 2017

Analistler, yeni endeks nedeniyle hesaplarda bazı karışıklar, iniş çıkışlar olduğunu belirterek, tahminin zorlaştığını söylüyorlar. Buna karşılık yıl sonu itibariyle Merkez Bankası’nın hedefi ve yüzde 8.5’lik tahmininin epey üstünde bir rakam göreceğimiz kesin. Ancak yıl sonu tek haneli rakamlara inip inmeyeceğimiz yine tartışma konusu.

Yabancı banka analistlerinin yorumlarının da birbirlerinden farklı olduğu görülüyor. Örneğin Nomura iktisatçıları, enflasyonda en yüksek oranın geride kaldığının artık onayladığını belirtip, yıl sonunda yüzde 9.5 civarında bir rakama inilmesini bekliyorlar.

Goldman Sachs Ekonomik Araştırma raporuna göre ise bu yıl enflasyon iki kez zirve görecek, bunlardan ilkini nisan sonunda atlattık. Goldman Sachs, eylül ayı sonunda ise yıllık enflasyonun yüzde 13’e yaklaşarak, bu yılki ikinci zirvesini göreceğini tahmin ediyor. Ancak yılın son çeyreğinde enflasyonun geri gelmeye başlayacağını ifade ediyor.

Şahsen, yerli ve yabancı banka analistlerinin, çeşitli nedenlerle tahminlerini düşük tuttuğunu sanıyorum. Özel sohbetlerimizden de piyasa oyuncularının, yıl sonunda da enflasyonun çift hanede kalmasına hazırlıklı olduğunu biliyorum.

Çekirdek enflasyonun kur geçişkenliği devam etmesine rağmen yüzde 9.4 ile yatay kalması dikkat çekti. Bu durumun büyük oranda sabit ağırlık uygulamasına geçilen metodoloji değişikliğinden, giyim ve ayakkabı grubunun yarattığı etkiden olduğunu savunan analizler var.

Yıllık üretici fiyatları endeksi ÜFE’deki son bir aylık düşüş ise 1 puanı buldu. Nisan sonunda yüzde 16.4 olan ÜFE artışları mayıs sonunda yıllık yüzde 15.3’e geriledi. Petrol ve enerji fiyatlarındaki düşüşün maliyet etkisini azalttığı görülürken,  buna rağmen ÜFE’deki yüksek seyrin devam etmesi nedeniyle, çekirdek enflasyonda da önemli bir düşüş beklenmediği kaydediliyor.

MERKEZ BANKASI TAVRI SÜRERSE

Endeksteki metodoloji değişikliğinin mayıs ayında yıllık gıda enflasyonunu artırıcı etki yaparken, giyim ve ayakkabı grubunun yıllık enflasyonu düşürdüğü, bunun da beklentilerin altında kalan çekirdek enflasyona kıyasla beklentilerin üstünde gerçekleşen gıda fiyatlarını açıkladığını belirten analizler bulunuyor. Aynı nedenle gıda enflasyonunda yaz aylarında olumlu baz etkisiyle oluşabilecek düzeltmenin beklenenin altında kalabileceğini ve manşet enflasyonun çift hanede kalabileceği tahminleri de yapılıyor.

Yazının devamı...

Yabancı sermaye olmadan ekonomi sıçrayamaz

5 Haziran 2017

Türkiye Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odaları Birliği (TÜRMOB) hafta sonunda yayımladığı “Uluslararası Doğrudan Yatırımlar Raporu” tabloyu ortaya koyuyor. Uluslararası doğrudan sermaye girişi 2016’da küresel daralmanın çok ötesinde, yüzde 30 daralmış. Net doğrudan uluslararası yatırım girişindeki düşüş yüzde 44 olmuş. İlk üç aylık veriler de aynı eğilimi gösteriyor; Türkiye’ye doğrudan yabancı sermaye girişi azalmaya devam ediyor. Bunun siyasi ve ekonomik nedenleri belli, bunların değiştirilmesi iradesi de gözükmüyor.

Buna karşılık son 10 yılda Türkiye’ye giren 110.7 milyar dolarlık doğrudan yatırımın yüzde 72’si, neredeyse her gün kavga ettiğimiz Avrupa ülkelerine ait. Stok sayı olarak Almanya sermayesi, son 10 yılda en fazla yatırımda Hollanda açık ara önde. Bu veri de kavgaların nelere yol açabileceğini gösteriyor...

TÜRMOB Başkanı Masis Yontan tarafından sunulan raporda, 2011’den sonra özelleştirme portföyünün hız kesmesiyle girişlerde bir azalma olduğu,  düşüşte son dönemde siyasi gelişmelerin etkisinin büyük olduğu belirtiliyor. Türkiye’nin doğrudan yabancı sermaye çekişinde AB çıpasının çok önemli olduğu, bu gevşedikçe girişin azaldığı kaydediliyor. Son yıllarda siyasi sistemle ilgili tartışmalar, 16 Nisan’daki referandum sonuçlarının Batı’da demokrasi ve hukuk temelinde Türkiye’ye dönük negatif algı oluşturduğunun, bunun da Türkiye’ye olan ilgiyi azaltmaya devam ettiğinin altı çiziliyor.

Komşularla yaşanan sorunlar ve bölgemizdeki sıcak savaşın yol açtığı olumsuz koşulların Türkiye’de sıfırdan yatırım konusunda yatırımcılarda caydırıcı olduğu kaydedilen raporda. “Yaşanan sıkıntıların ulusal ekonomi üzerinde yol açtığı olumsuzluklar yüzünden mali yapısı bozulan ve fiyatı ucuzlayan yerli firmalara yönelik dış alıcı talebinin canlı olduğu dikkat çekiyor” deniliyor.

ÜÇTE BİRİ GAYRİMENKULDEN

Türkiye’ye uluslararası doğrudan yatırım girişlerinin dağılımına baktığınızda ise kalıcı iş yaratmayan alanlardan olan gayrimenkulün payının arttığı açıkça gözüküyor. Örneğin 2011’de 16.2 milyar dolarlık doğrudan yatırım girişinin sadece 2 milyar doları gayrimenkule ait iken, 2016’da 12.3 milyar dolarlık girişin 3.9 milyar doları gayrimenkule ait. Neredeyse toplam girişin üçte biri...

2017 ilk üç aya baktığımızda da tablo aynı. Toplam 2.8 milyar dolarlık girişin 1 milyar dolarını aşkın tutarı gayrimenkule ait.

Kısacası; yabancı sermaye girişi çok azaldı, azalan girişte tek defalık alıma dayanan gayrimenkulün payı çok arttı. Doğrudan yabancı sermayenin asıl fonksiyonu, ülkenin üretimini artırmak, milli gelirini yükseltmek, iş imkanı yaratmasıdır. Türkiye gibi tasarruf oranları düşük ülkeler için bunun hayati önemi var. Ayrıca cari açığın kalıcı olarak düşürülmesi için de kalıcı üretim yapıp, ihracata katkı yapan sanayi kuruluşlarının oluşumu önemli.

Yazının devamı...

Bio startup programıyla 3 proje ABD’ye gidecek

1 Haziran 2017

Yarışmayı izleyip, projeleri dinlemenin, ülkenin geleceğine olan umudu artırdığını kesinlikle söyleyebilirim. Geçen hafta yapılan BİO startup yarışma programına 14 proje katıldı. Seçici Jüride 9 Eylül Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Bölgesi DEPARK Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Murat Özgeren, MSD Türkiye Sağlık Politikaları ve İletişim Direktörü Deniz Big Öncel, TEPAV İnovasyon Çalışmaları Program Direktörü Selin Arslanhan Memiş, Sabancı Üniversitesi Patent Vekili Mustafa Çakır ve TOBB ETÜ TTO Direktörü Hakan Kızıltoprak yer aldı.

Yarışmacıları sunum için hazırlayan Viveka uzmanlarının yarışmacılar kadar heyecanlı olduklarına, MSD yetkililerinin daha fazla startup’ı ABD’ye götürebilmek için nasıl ek kaynak bulmaya çalıştıklarına bizzat şahit oldum.

Umarım; birkaç kişinin iyi niyetli çabalarıyla bu yıl ikincisi yapılan BİO startup programı geleneksel hale gelir, plansız yüklü kamu harcamaları bu tür doğru projelere aktarılıp, kapsam genişletilir. Geçen yıl seçilen startup’ların bu sayede aldıkları iyi sonuçları örnek sayabiliriz.

Program adına konuşan TEPAV Direktörü Selin Arslanhan Memiş, Türkiye’ deki startup’lar kadar küresel teknolojik dönüşümü ve değişen pazarı yakından takip edip uygulayabilen başka bir aktör bulunmadığını söyledi. Dünyadaki değişen iş modellerine göre artık büyük şirketlerin inovasyonu kendi içlerinde yapamadıklarını, startup’larla yapabildiklerini kaydeden Memiş, Türkiye’deki startup’ların dünyadakilerle aynı yere baktıklarını ama bizdeki desteğin yetersizliğini değindi. Sanayide dönüşüm ve yeni teknolojiler için Türkiye’nin tek şansının startup’lar olduğunun bilinmesini istedi.14 yarışmacı arasında ilk üç sırayı alan startup’lar ve projeleri şöyle:

İNİTİO:Yerel ilaç endüstrisi için tek kullanımlık ürünler ve test hizmetleri geliştiriyor. Diğer üreticilerin karşılaştıkları yüksek üretim için altyapı maliyeti, yüksek malzeme maliyeti, personel maliyeti, laboratuvar ve sanayi üretim teknikleri farklılıkları ve çok yönlü cihaz eksikliği sorunlarına; ilaç sektörü için çok yönlü 3D hücre kültür laboratuvarları geliştirip, bu laboratuvarlarda düşük maliyetli üretim ve altyapı, malzeme ve personel maliyetinde iyileştirme ile çözüm getiriyor. ABD’den patent almışlar.

RS RESEARCH: Polimer teknolojisini kullanarak yeni bir nanotıp platformu geliştirmişler. Bu yenilikçi ilaç taşıma platformu ile kanserin tedavi edilmesi amaçlanıyor. Bu tescilli ilaç dağıtım platformu, ayarlanabilir polimer ve biyolojik olarak parçalanabilir ilaç bağlayıcılardan oluşuyor ve hedefleme üniteleri ile özel tasarımlar sağlıyor. Ayrıca, bu platform sayesinde, sadece belirli hücre değil; hızlı üreyen tüm hücreler etkileniyor.

GENZ İYOTEKNOLOJİ: Meme kanseri için erken teşhis ve hasta takibi sağlayan genetik bir test üretiyor. GENZ Kanser genetik taraması, kişinin tükürük örneğinin alınıp laboratuvara getirilmesinden sonra kişinin DNA’sının elde edilip bilinen mutasyonların denendiği ve bunlara yönelik hazırlanmış bir biyoenformatik raporu. Bu rapor kişinin doktoruna gönderilerek kişiye özel tedavi planlamak için klinikte kullanılıyor. Bu test, Türkiye’deki 3. nesil sistemler ile çalışan ilk genetik test olmasının yansıra; GENZ kanser ön taraması için en hızlı (5 gün) ve en ucuz (kurulum sermayesi gerektirmiyor ayrıca yerli üretim olduğundan vergi indirimleri var)  test üreticisi. Ayrıca GENZ, Türkiye, Ortadoğu ve MENA genetik havuzu için özelleşen ilk üretici şirket.

Yazının devamı...

Küresel ticaret değişirken Türkiye’nin pozisyonu

30 Mayıs 2017

Bu işin sonu nereye varır derseniz; bence kartlar yeniden karılıyor, herkes kendine avantaj sağlamak için atakta. Ancak, şahsen, küreselleşmenin bir bütün olarak süreceğini, büyük ülkelerin sonunda uzlaşacaklarını tahmin ediyorum. Ancak belli ki bu yeniden uzlaşma aşamasına kadar küresel ekonomide, özellikle ticarette yeni işbirlikleri, yani hamleler göreceğiz.

Türkiye’nin de artık kendi iç meselelerinden sıyrılıp, küresel ticarette olanları gözden geçirip, bir strateji oluşturma ihtiyacı acilleşiyor. Geçen hafta sonu TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik’in Hesap Uzmanları Vakfı’nda yaptığı konuşma, bence bu konuya dikkat çeken önemli ve uyarıcı bir konuşmaydı.

İngiltere’nin çıkış kararı ile başlayan AB’nin yeniden yapılandırılması sürecinin yeni ve daha dengeli bir AB modeli için umut verdiğini kaydeden Bilecik, bu aşamada Avrupa ile daha iyi entegre olmuş bir modele yönelmenin mümkün olduğunu, gümrük birliğinin modernizasyonu müzakerelerinin bu bağlamda değerlendirilip, hemen başlanması gerektiğini söylemiş. Tarım, hizmetler va kamu alımlarını kapsayan ve diğer ülkelerle daha fazla serbest ticaret anlaşması yapılacak yeni modelin, her iki tarafta da katma değeri artıracağını, anlaşma halinde milli gelirin yüzde 1.9, toplam ihracatın yüzde 15 artacağını, tüketici fiyatlarının yüzde 1.5 azalıp, hane halkı tüketiminin yüzde 1.6 artacağını belirtmiş.

ABD’deki yeni yönetimin de, yeni politika ve ticari ilişkiler arayışı içinde olduğunu hatırlatan Bilecik, her ne kadar Trans-Pasifik ve Trans-Atlantik antlaşmaları rafa kalkmış görünse de ikili anlaşmalarla AB ile ilişkilerin mutlaka ABD’nin gündeminde olacağını söylemiş. Bilecik, “Türkiye, bu yeni küresel dengeler içerisinde konumunu güçlendirmeli, ticari ilişkilerini en üst düzeye çıkarmalı ve dünya ekonomisinden aldığı payı artırmalıdır. Bunun için uluslararası alanda itibarımızı, Türkiye markasına yönelik algıyı güçlendirmek zorundayız” şeklinde konuşmuş

“OHAL’DE YABANCI YATIRIMCI GELMİYOR”

Bilecik’in dediği gibi; Gümrük Birliği anlaşmasının modernizasyonu çok önemli. Ancak hem AB ülkelerindeki seçimler hem de içerideki hamaset, AB ile ilişkileri “bitirilmeden sürdürülmeye çalışan bir ilişki” düzeyine düşürdü. Yani karşılıklı olarak güven kaybedildiği için artık önemli adımlar atılamıyor.

Hem ilişkideki genel hava hem AB ülkelerindeki mevzuatın çetrefilliği, bu anlaşmanın hayata geçirilmesinde ciddi sıkıntılar yaşanacağını gösteriyor.

Halbuki ABD ile ipleri gevşeten bir AB’ye, hem ekonomik hem siyasi olarak çok daha fazla ihtiyaç duyduğumuz bir iklimdeyiz. AB ile mutlaka güven tazelenip, zaman geçmeden gümrük birliği anlaşması dahil, ciddi adımlar atılması gerekiyor.

Yazının devamı...

Faiz oranları ‘kalkınma hamlesi’nde ne olur?

29 Mayıs 2017

Yeni bir kalkınma hamlesi ve reform sürecinden söz ediliyor ama siyasi otoritenin reform anlayışının piyasalardan ayrı düştüğü, bence yakında somut biçimde ortaya çıkmaya başlayacak. Çünkü Hükümeti’nin, reform ve kalkınma hamlesinden “Yeni büyük altyapı yatırımları yapmak, büyümeyi pompalamak, bunun için KOBİ başta olmak üzere işletmelere ucuz kaynak vermeye devam etmek, bunu yaparken de faizleri ve kurları mümkün olduğunca baskı altında tutmaya devam etmek” gibi bir anlayış içinde olduğu görülüyor.

Azalan ama ihtiyaç duyulan dış kaynağı bulabilmek için, Yatırım Fonu’ndan ihraçlar ve banka senedi gibi formüller üzerinde duruluyor. Yani son yıllarda bankaların dış borç alarak finanse ettikleri yatırımlar, bu kez varlığa dayalı borç senedi satışlarıyla yapılacak. Tabi ki Türkiye’nin varlıkları rehin verilecek..

Özetle; 2019 Başkanlık seçimlerine kadar yeniden yüzde 5-6’lık büyüme rakamlarına ulaşmak, böylece seçim garanti edilmek isteniyor.

Peki, 2 yıl boyunca böyle bir şeyin sürdürülmesi mümkün mü? Baştan söyleyeyim; bence mümkün değil ve o nedenle erken seçim konuşuluyor...

Neden mümkün olmadığına gelince; çünkü hem kaynak sorununu kabul ediyor, hem de bu kaynak ihtiyacını daha da büyütecek kalkınma hamlesi yapıp, bunu da FED’in faiz artışı gibi size gelecek kaynakların ciddi azalıp, maliyetlerinin yükseleceği bir dönemde yapıyorsunuz. Bunların hepsinin bir arada olması mümkün değil. O nedenle, “Siz faizleri bir de o zaman görün” diyorum..

Referandum öncesi KGF kredileriyle KOBİ’leri rahatlattınız ama bu kredilerin amaca hizmet etmediğini; kimisinin mevcut kredileri kapatmak, kimisinin TL ve döviz mevduatı için, kimisiyle lüks otomobiller alınıp yine şirket yerine şahsi varlık artırımına gidildiğini biliyorsunuz. Belli geri ödemesiz dönemle, çok ucuza alınan kredilerin yüzde 14-15 ile mevduata yatırıldığını, zaten son dönem mevduat ve kredi rakamları gösteriyor. Kısacası; bazı ayrıcalıklı patronların cebine para koydunuz ve bu para sonunda yine halkın cebinden yani Hazine’den çıkacak. Bankalardan çıkacak kısmını da yine Hazine’nin ödeyeceğini biliyoruz.

FAİZLERİ DÜŞÜRMEK

Bu arada Fed’in bu yıl en az 2 faiz artışı daha yapacağını, TL’nin 5’li grup içinde bile en kırılgan para birimi olduğunu da unutmayalım.

Yazının devamı...

TOBB’da ‘ekonomi için adalet ve demokrasi’ vurgusu

25 Mayıs 2017

Kılıçdaroğlu, “demokrasi ve hukukun üstünlüğü olmayan bir ülkenin büyüyemeyeceğini” belirtirken, “FETÖ darbesini sadece baklavacılar mı yaptı” diyerek, darbenin siyasi ayağının açığa çıkarılmasını istemesi de büyük alkış aldı.

Yeni yönetim sistemiyle birlikte, TOBB Genel Kurulu’nun formatı da değişmiş gözüküyor. Önceki gece Başbakan Binali Yıldırım, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu gibi siyasilerin katıldığı bir plaket töreni yapılırken, dünkü asıl genel kurul toplantısında sadece TOBB Başkanı da Rıfat Hisarcıklıoğlu ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan konuştu.

Genel Kurul delegeleri ile sohbet ettiğinizde, Kılıçdaroğlu’nun demokrasi ve adalet vurgularının neden olumlu tepki aldığını anlıyorsunuz. Hemen herkesin FETÖ ile mücadeleye olumlu tepki verdiği, ancak özellikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın damadı aynı davadan serbest bırakılırken, aynı kapsamda haksız işten atmalar ve hapisler gördüklerini belirten, çok sayıda delegenin tepkili olduğu görülüyor. Yine siyasilerin kapsama alınmamasının FETÖ ile mücadele algısını zayıflattığı belirtiliyor.

Kılıçdaroğlu’nun  “Hapisteki 150’den fazla gazeteciyle demokrasiyi anlatamazsınız” gibi sözlerini en çok alkışlayanların genç oda başkanları ve delegelerden oluştuğunu söylemeliyim. Kılıçdaroğlu’nun konuşması sırasında “Yassıada” diye bağıran bir Oda başkanının susması için salondan yoğun itiraz gelmesi de dikkat çekiciydi.

Yeni Genel Kurul formatına bağlı olarak, TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu’nun plaket töreninde kısa bir konuşma yapıp, asıl teşekkür ve taleplerini dile getirdiği konuşmasını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın olduğu toplantıda yapması idi. Erdoğan’ın konuşmasına ara ara, özellikle faiz gibi vurgularda, yoğun alkış gelirken, genelde heyecanın fazla olmadığı da gözlendi.

Hisarcıklıoğlu’nun konuşmasında teknolojiye ve dijitalleşmeye uyum üzerinde durup, AB hedefine bağlı kalınmasını istemesi de önemliydi.

‘ÂLİMİN ÖLÜMÜ ÂLEMİN ÖLÜMÜ GİBİDİR’

Plaket töreninde konuşan Başbakan daha çok FETÖ ile mücadele ve işalemi için yaptıklarından söz etti. CHP Lideri Kılıçdaroğlu ise konuşmasına, o sırada salondan ayrılan, Başbakana ithafen

Yazının devamı...

Yeni ekonomi yönetiminin başarı ihtimali

23 Mayıs 2017

Bence ekonomi yönetimine kim gelirse gelsin, belli ki işler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istediği gibi gidecek, yöneticilerinin ekonomiye damga vurma ihtimalleri çok az olacak. Bu nedenle gelecek isimlerle birlikte uygulanabilecek politikalara bakmak gerekiyor. İsimler elbette yeni dönem ekonomi politikaları için ipuçları verecek ama temel tercihleri değiştirmesi beklenmemeli.

Piyasalar bir ara yeni dönemde Ali Babacan’ın ekonomi yönetiminin başına geleceğini konuştu ama bu iyimserlik rüzgarını boşuna estirdikleri ortaya çıkınca, bundan vazgeçmiş görünüyor. Şimdi piyasaların umudu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in görevini koruması ancak şahsen o konuda da emin değilim. Şimşek mevcut iş bölümü ve Erdoğan’a yakınlık derecesiyle, ekonominin patronu olamadı. Yerinde kalsa da  ancak “piyasaları tatmin edecek bir isim” olarak kalabilir, yani ekonominin patronu olamaz gibi gözüküyor. 

Bunlardan önce uygulanacak temel ekonomik politikaların neler olabileceğine bakarsak; politikanın geçmiştekinden farklı olacağını düşünmeyenlerdenim. Son dönemde uygulandığı gibi; mümkün olduğunca büyümeyi pompalamak için her şey yapılmaya devam edilecek, enflasyon yine gözardı edilecek gibi gözüküyor. Bununla birlikte sıcak para politikasının devam etmesini, bu amaçla fiili yüksek faiz ve oynaklığı azaltılmış bir kur için çalışılacağını, para politikasının da Merkez Bankası tarafından bu şekilde yönlendirileceğini düşünüyorum. Sözü edilen reformlar ancak bu temel tercihleri besleyecek kararlar olarak kalabilir. 

Ekonomi yönetiminin işini zorlaştıracak konulardan biri, dış siyasi gelişmeler olacak. Özellikle AB ile ilişkilerde sıkıntılı bir dönem bekleniyor ki; bence bu, hükümetin tahmininden çok daha fazla, ekonominin olumsuz etkilenmesini beraberinde getirebilir. Yanı sıra Suriye ve Irak’ta, ABD ile ortada bırakılmış askeri sorunların varlığı ortada ve burada çıkacak çatışma ihtimali ekonominin de başının üstünde sallanan bir kılıç olacak gibi gözüküyor.

AB çıpası kalmamış, günü kurtarmaya dönük, mümkünse bunun yeni seçime kadar sürmesini sağlayacak bir ekonomi politikasının bıçak sırtı bir politika olacağı çok açık. Burada ekonomi yönetiminin en küçük bir hata yapma lüksü bile olamayacak. Yani yeni ekonomi yönetiminin işi şimdiden zor gözüküyor.

BANKA SENEDİNDE ÇARK ÖRNEĞİ

Hata demişken, bunun en son örneğini banka senedi olayında yaşadığımızı hatırlatalım. Ekonomi yönetiminde ağırlıklı Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli, bankaların kredileri için banka senedi çıkarılacağını, Merkez Bankası’nın bu senetleri alacağını söylemişti. Bankalar bunun için Merkez Bankası yasasının değişmesi gerektiğini söylemiş, bağımsızlık başta olmak üzere bu yasa değişikliğinin yaratacağı sıkıntıları görmüşlerdi. Banka senedi hakkında çıkan haber ve yorumlar üzerine Canikli geçen hafta çark edip, piyasada bu konuda oluşan hassasiyete uyacaklarını belirtti, “Merkez Bankası hiçbir şekilde bunu araç olarak kullanmayacak, geleneksel yöntemlerine devam edecek” dedi.

Diyeceğim o ki; “işin nereye gideceğini göremeyen, sadece Erdoğan’ın düşük faiz ve büyümenin artırılması söylemine bağlı, tehlikeleri düşünmeden hareket eden bir ekonomi yönetimi” ihtimali çok yüksek. Mevcut küresel finans ve siyasi belirsizlikler ortamında, böyle bir ekonomi anlayışı ve yönetimi seçime kadar işi devirmeden götürebilir mi, göreceğiz.

Yazının devamı...

İş âleminin talepleri ve yeni dönemin tercihleri

22 Mayıs 2017

İş alemi dünkü kongreden sonra, kabine değişikliği ve yeni ekonomi yönetimini  merakla bekliyor. Kim gelirse gelsin; yeni dönemde tek patron var ve talepler bu makama iletiliyor. TÜSİAD geçen hafta Türkiye ve ekonomi için temel taleplerini Erdoğan’a iletti. Gerçi AB talebi gibi temel taleplerden birinde neredeyse tam tersi yanıtlar aldı ama yine de somut adımları bekleyecek. Bu hafta TOBB Genel Kurulu’nda da Erdoğan’a talepler iletilecek.

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan’ın konuşması, küresel ve ülke gelişmeleri analiz eden, Türkiye’nin ekonomi dahil her alanda  temel önceliklerini belirleyen manifesto niteliğinde bir konuşmaydı.

Küreselleşmenin tıkanması, yarattığı sıkıntıların popülist  politikacıların seçimine neden olması, bunun çatışmaları artırması üzerinde duran Özilhan, son dönemde büyümenin başlamasıyla bu konuda umutlanıldığını söyledi. Dijital devrimin, yarattığı muazzam fırsatların yanı sıra yeni riskler doğurduğunu, bu risklerin başında istihdamın geldiğini kaydeden Özilhan, düşük ve orta beceri düzeylerine sahip çalışanların hem iş bulmakta hem de iş bulsalar bile tatminkar gelirler elde etmekte çoktan zorlanmaya başladıklarını, bu sürecin iyi yönetilemediği takdirde çok ciddi toplumsal sorunlara gebe olduğunu belirtti.

Referandumda sandıkların kapandığı dakikada TÜSİAD’ın bir basın bildirisi yayınlayarak, toplumsal dayanışma ve geleceğe bakma çağrısı yaptığını kaydeden Özilhan, bu açıklamada küresel ölçekte rekabetçi Türkiye için gereken reformları; demokrasi, ekonomi ve Avrupa Birliği ile ilişkiler başlıkları altında sıraladıklarını hatırlattı.

AB VE DEMOKRASİ

“Hukukun üstünlüğü, refah, teknoloji ve bilim, eğitim ve kültür gibi bir dizi alanda benzemek istediğimiz yer,  Uzak Doğu ya da Orta Doğu değil; Avrupa medeniyetidir” diyen Özilhan, Türkiye’nin küresel rekabette en önemli avantajlarından birisinin AB’ye üyelik süreci olduğunu, bu sürecin sağladığı rekabet gücü, sosyal refah, teknolojik ilerleme, finans, yatırım, ihracat, turizm ve öngörülebilir bir hukuk devleti düzeni unsurlarıyla Türkiye’nin öncelikli milli çıkarı olduğunu kaydetti.

Türkiye’nin toplumsal özgürlük, çoğulculuk ve dayanışma içinde ilerleyebilmesi için demokrasi başlığı altında saydıkları OHAL’in kaldırılması, yargı erkinin bağımsızlığı ve tarafsızlığı, siyasal partiler ve seçim kanunlarında reform, kamu yönetiminde liyakat, düşünce ve ifade özgürlüğü, özgür medya ve internet ortamı maddelerinin önemini vurguladı. Özilhan, ekonomi başlığı altındaki maddelerden iki tanesine;  kamu ihaleleri mevzuatının AB standartlarında rekabetçi, saydam ve verimli olacak şekilde yasalaşması ve piyasaları denetleyici ve düzenleyici kurum ve kuruluşların bağımsızlığının korunmasına dikkat çekti. Özilhan, “Unutmayalım ki, kurumsallığın, hukukun üstünlüğünün, şeffaflık ve hakkaniyetin olduğu yapılarda ekonomik performans kağıt üzerinde kalmaz; halka aş ve iş sağlar. Buna karşılık yozlaşmanın, kayırmacılığın, ahbap-çavuş ilişkilerinin olduğu ülkelerde, görüntüdeki başarılar günü gelir sabun köpüğü gibi söner” dedi.

Bu taleplerin yeni dönemde yanıt bulacağından şahsen endişeliyim ama bekleyip göreceğiz..

Yazının devamı...