(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Deniz Zeyrek" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Deniz Zeyrek" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Deniz Zeyrek

Erdoğan-Trump görüşmesinin muhasebesi

5 Haziran 2017

Başbakan Binali Yıldırım, medya kuruluşlarının genel yayın yönetmenleriyle iftarda buluşmuştu.  Konu dönüp dolaşıp Türkiye-ABD ilişkileri ile Rakka operasyonunda YPG’nin rolüne geldi. Yıldırım, 20 saat önce, 2 Haziran’ı 3 Haziran’a bağlayan gece, ABD yönetiminin Ankara’ya “Rakka operasyonu başladı” bilgisini verdiğini aktardı.  Ardından da Türkiye’nin bütün rahatsızlığına rağmen YPG ile hareket eden ABD’nin “Bu bir seçim değil, mecburiyet. PYD/YPG ile ilişkiler uzun süreli devam ettirilmeyecek. Taktiksel bir işbirliği” savunmasını ifşa etti.

ERDOĞAN, TRUMP’TAN ÜÇ ŞEY İSTEMİŞ

Biraz araştırdım. ABD bu savunmayı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 16 Mayıs günü ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmesinde yapmış. Görüşmede başka neler mi konuşulmuş? Ankara YPG ile ilgili isteklerini üç başlıkta sıralamış:

- YPG, Türkiye’ye yönelik herhangi bir eylem gerçekleştirirse ya da sınır güvenliğimize halel gelirse vururuz.

- YPG’ye verilen silahların tam listesini verin ki Rakka operasyonu sonrasında takip edebilelim.

- Rakka IŞİD’den temizlendikten sonra kentte bölgesel bir yönetim oluşsun ve Rakkalı muhalifler de o yönetimde yer alsın.

Görüşmeden altı gün önce “YPG’ye silah desteği” kararını onaylamak zorunda kalan Trump, Erdoğan görüşmesine adeta eli kolu bağlı girmişti.

TRUMP, ERDOĞAN’A NE DEDİ?

Yazının devamı...

Hükümette ‘yenilenme’ haftası

3 Haziran 2017

Dışişleri Bakanı’nın değiştiğini varsayalım; Mevlüt Çavuşoğlu’nun yerine gelecek başka bir AK Partili, Türkiye’nin dış politikasında köklü değişikliklere mi gidecek?

Diyelim Çevre ve Şehircilik Bakanı değişti. Mehmet Özhaseki’den daha deneyimli bir yerel yönetim uzmanı mı bakan yapılacak? Velev ki yapıldı. Gelecek olan bakan, kentleşme ve çevre siyasetinde ülkeye çağ mı atlatacak?

Adalet Bakanlığı’nda değişikliğe gidildiğini varsayın. Bekir Bozdağ’ın yerine gelecek bakan, yargı sistemindeki temel sorunları sihirli değnekle mi çözecek?

Kalkınma Bakanlığı’nda değişim olursa, AK Parti’de, kalkınma stratejilerinin kalbi olan Devlet Planlama Teşkilatı kökenli olan Lütfi Elvan’dan daha deneyimli bir kalkınmacı isim mi bulunacak?

Bu soruyu her bakan için ayrı ayrı sorabilirsiniz?

Yanıtlarınızı, özellikle de AK Parti’ye oy veren yurttaşların yanıtlarını merak ediyorum.

DEĞİŞİMİN ÜÇ ÖLÇÜTÜ

Ankara’da konuştuğum birçok siyasetçi, kabinede bazı isimlerin değişmesinin AK Parti hükümetinin çizgisinde bir değişikliğe neden olmayacağını vurguluyor.

Yazının devamı...

‘Hanke Ağıdı’nın hikâyesi

2 Haziran 2017

Şiiri yazdığı yıl, 1992’de üsteğmen rütbesindeymiş.

Şiire yansıyan o duyguyu anlamaya çalıştım.

“90 kişiydik” diyor. Belli ki bir tabur özel kuvvet askerinden söz ediyor.

O tarihte, terörle mücadele eden Özel Kuvvetler Komutanlığı emrindeydi.

“Aç, susuz, uykusuz, nasır tutmuş ayaklarla yürüyorduk kaygusuz/Sis çamur, kanla, terle üzerindeydik bulutların/Ayrım Hanke yaylasında yeşerirken umutlarım” diye devam ediyor.

Oraları bilen bilir. Şenoba’dan yüzünüzü kuzeydoğuya çevirseniz, Onbudak mezrasına dek belki yürürsünüz, ama Hanke Dağı’nın yamacı duvar gibi diktir, geçit vermez.

Doğudan gidip Erge Yaylası’ndan varırsınız zirveye. Ayaklarınız nasır bağlar, ter kan içinde kalırsınız. Hanke Yaylası çıkar karşınıza. Üsteğmen Aydın’ın anlattığı gibi çoğu zaman bulutların üzerindedir, soğuktur.

“Yürüyorken dağlara, şehitlerden selam geldi savaşan tüm sağlara”

Yazının devamı...

Burhan Kuzu ile Cemil Çiçek ne düşünüyor acaba?

29 Mayıs 2017

AK Parti hükümetinin Adalet Bakanı Cemil Çiçek TBMM kürsüsünde konuşuyordu:

“Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir dönüm noktası olan bu değişiklikler inşallah demokrasimizi daha kurumsallaştıracak, daha kalıcı kılacak, hak ve özgürlüklerimiz bu değişikliklerle daha ileri bir noktaya gelecek.”

Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Burhan Kuzu ise aynı kürsüden “Paket küçük görünüyor ama içerisinde gerçekten önemli hususlar var” diyordu. 

Çiçek’in “dönüm noktası”, Kuzu’nun  “Küçük ama önemli” dediği şey, 1982 Anayasası’nı 9. kez değiştiren bir paketti.

DGM’leri ve ölüm cezasını  kaldıran o paket, aynı zamanda Avrupa Birliği (AB) ile tam üyelik müzakereleri kapısını aralayan anahtardı.

Paketin 7. maddesiyle, 1982 Anayasası’nın 90. maddesinin son fıkrasına şu ifade eklenmişti:

 “... Temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.”

Yani Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmaları, Türkiye’deki iç hukukunun üzerinde bir noktaya taşıyordu. Örneğin AİHM içtihatlarını, Türkiye yargısının da içtihatları haline getiriyordu.

Yazının devamı...

Filmlerdeki gibi bitmiyor o sahne!

27 Mayıs 2017

Ne yapayım ki insansız hava araçlarıyla alınan görüntülerin, uyduların, dijital korsanlıkların, koordinatların, hızlı araçların ve her türlü silahı ustalıkla kullanan süper yetenekli ajanların bulunduğu filmlerin cazibesine kapılıyorum.

Bu durumdan memnun muyum? Değilim!

Sinemanın bilet gişesinde, aksiyon filmini tercih ettiğimi söylediğimde, üstüme yönelen bakışları görseniz, acırsınız bana.

O kadar ki, geçenlerde, eşime aksiyon tercihim için akılcı bir gerekçe göstermeye çalışırken, ünlü aktör Matt Damon’ın oynadığı Bourne serisini hatırlattım ve “Adamla aynı yaştayım ve atletik hallerini gördükçe spor ve diyet yapmaya karar veriyor, motive oluyorum” deyiverdim.

İnandı mı?

“Filmlerdeki gibi kolay olmuyor o işler” demesinden anladım ki inanmadı.

Haklıydı!

Zaten, gerçek hayattaki operasyonlar ya da terörle mücadele de o filmlerdeki gibi olmuyordu.

Yazının devamı...

15 yıl önce 15 yıl sonra

26 Mayıs 2017

Erdoğan ve ekibi, Brüksel’de “reform”, “demokratikleşme” ve “atılım” diyordu, “her türlü vesayetin, yolsuzluğun, yasakların kalkmasını” vaat ediyordu.

Avrupalı liderlerin, her türlü baskıya ve mağduriyete rağmen parlamentoda önemli bir çoğunluk yakalamış Erdoğan ile ekibinin Türkiye’yi daha demokratik hale getireceğine olan güveni tamdı. Hem 1997-2002 arasındaki Türkiye-AB ilişkilerini, hem Erdoğan’ın Avrupa ülkelerine yaptığı o hayati geziyi izleyen bir diplomasi muhabiri olarak, ben de Brüksel’de ilk defa böyle pozitif bir atmosfere şahitlik ediyordum.

ABD yönetimi de işe dört elle sarılmış, Türkiye’nin AB üyelik süreci için Brüksel’de yoğun bir lobi faaliyeti sürdürüyordu.

O dönemde Erdoğan’ın yakın çevresinde askerlik vazifesi sırasında tanıdığım ve entelektüel kapasitesi ile demokratlığını takdir ettiğim şimdiki AB Bakanı Ömer Çelik gibi isimlerin olması da AB’yle diyaloğun daha da artacağı umudunu pekiştiriyordu.

AK Parti hükümeti, o seyahat sonrasındaki bir yıl içinde Kopenhag siyasi kriterlerinin ve Maastricht ekonomik kriterlerinin karşılanması, Kıbrıs sorununun çözümü gibi konularda da Avrupa’yı şaşırtan adımlar attı.

Kıbrıs’la ilgili yapıcı tutum dışında, hiçbir olumlu adım karşılıksız kalmadı ve 2004’teki AB zirvesinde Türkiye ile müzakerelere başlanması kararı alındı. 2005 yılında da Türkiye ile tam üyelik müzakereleri resmen başladı.

Aradan yaklaşık 15 yıl geçti. Erdoğan yine Brüksel’de. Bu kez hem “Cumhurbaşkanı”, hem “AK Parti Genel Başkanı” şapkaları var. Artık çok daha güçlü.

Ancak bu kez seyahat,

Yazının devamı...

Siz olsanız ne yapardınız?

22 Mayıs 2017

Büyük ihtimalle siz de okumuşsunuzdur ama görmeyenler için hatırlatayım:

Adıyamanlı Meryem D., 2013’te İstanbul’da özel bir hastanede doğum yapmış. Trabzonlu Selma K. da aynı gün aynı hastanede bir bebek dünyaya getirmiş.

Aradan 3 yıl geçmiş. Bebekler büyümüş.

Bebek E.’nin kendisine hiç benzemediği düşüncesi, Trabzonlu baba Yusuf K.’nın içini kemirmeye başlamış. Kuşkusu dayanılmaz hale gelince eşi Selma K.’dan ayrılmaya karar vermiş.

Acı gerçek, DNA testinde ortaya çıkmış. Çocuk ikisine de ait değilmiş.

Trabzonlu çift hastaneye başvurunca gerçek ortaya çıkmış: Doğumdan sonra Meryem D.’nin bebeği Semra K.’ya, Semra K.’nın bebeği de Meryem D.’ye verilmiş. Konu mahkemeye yansımış ve çocukların, yaşamlarının geri kalanını biyolojik anne-babalarıyla sürdürmesine karar verilmiş. Trabzonlu baba, dört gün önce Adıyaman’a gidip E.’yi bırakmış, C.’yi alıp eve dönmüş.

Tahmin edeceğiniz gibi, iki aile de çocuklar da perişan olmuş.

Küçük

Yazının devamı...

Gündemden kaçıp Tepeköy'e sığındım

20 Mayıs 2017

Türkiye Cumhuriyeti’nin tohumlarının atıldığı 19 Mayıs 1919’un yıldönümü, heyecansız resmi törenlerle geçiştiriliyordu. Başka kutlamalar, valilikler tarafından yasaklanmıştı. Anıtkabir ise dolup taşıyordu.

Sözcü gazetesi sahibi Burak Akbay’a ve üç gazete çalışanına yönelik gözaltı kararı, gündeme bomba gibi düşmüştü. Basın özgürlüğü karnemize kırık bir not daha eklenmek üzereydi.

KHK ile işlerinden oldukları için açlık grevi yapan eylemcilere destek için Ankara Yüksel Caddesi’nde toplananlara üç saatte iki kez polis müdahalesi olmuştu.

ABD’den Cumhuriyetçi senatör John McCain ile Demokrat senatör Dianne Feinstein Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a mektup yazıp, Washington’da Türk Büyükelçiliği’nin önünde korumaların da karıştığı olaya tepki göstermişti. Mektupta, yaşanan olayın ABD yasaları ile düşünce özgürlüğü kapsamında kabul edilemez olduğu belirtiliyordu ve “Ne yazık ki bu olaylar, hükümetin basın, etnik azınlık gruplar ve muhaliflere nasıl davrandığını yansıtıyor” ifadesi geçiyordu.

Yazının devamı...