(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Mehmet Özdoğan" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Mehmet Özdoğan" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Mehmet Özdoğan

Mehmet Özdoğan

Arkadaşlar, çok acil bu yazıyı okur musunuz?

2 Haziran 2017

Hafta sonu sırf direktör cc’lemek için mail atanlar…

Gece saat 12’ye “Bir iki cevap yaz toplu mail gruplarına” diye kendine alarm kuranlar…

Mükemmel bir fikri olduğunu düşünen ve saat kaç olursa olsun acilen övülmeyi bekleyen şımarık junior’lar…

Pazar sabahı 9’da kan arayışındaymış gibi ‘ÇOK ACİLLLL!’ çığlıkları atanlar…

Ama en kötüsü de hayatında artık yapacak daha iyi bir şey kalmadığından, sosyalleşme niyetiyle mesaiye kalanlar...

Hayatımız fazla mesai yüzünden eriyip gidiyorsa, sizin de emeğiniz büyük.

Eğer hayatlarımız elimizden çalınıyorsa, Türkiye 48 saatle fazla mesaide bir dünya markasıysa, bir yılda toplam yıllık iznimizin iki katı kadar fazla mesai yapıyorsak, biraz da sizin eseriniz.

Nasıl kanıksadıysak reklamlarda fazla mesaiye methiyeler düzülüyor artık. Çok çalışkan olduğu için evine gidemeyen ve hayatını şirketine adayan anne babaya güzellemeler, “Gece gündüz sizin için çalıştık ve bu şahane ürünü yarattık” diyenler… İşte bizi her geçen gün ‘esnek saatlere zaten uyumlu olmamız gerektiğine’ ikna edenler onlar aslında.

Yazının devamı...

Şezlong

30 Mayıs 2017

Annem, olayları yorumlama şeklime anlam veremezdi hiç, biraz da tırsardı bu ‘farklılığın’ neyle sonuçlanacağını kestiremediği için. Babam öyle değil. O katıksız bir huzur duyuyordu bu durumumla ilgili. Onun da beklentileri vardı, o da bilmiyordu ama.

Kariyer filan değil; onlar baya ara başlık. Ben baştan sona orijinal bir hayatım olacağını düşünüyordum bas baya.

Arkadaşlarım, öğretmenlerim, ailem; herkes böyle düşünüyordu aslında. Onlar düşündükçe ve dile getirmekten korkmadıkça ben de galiba “Dimi yaa! Bence de öyle” diye gazladım kendimi.

Onlar vizyonsuzmuş, bende de biraz fazla kaynaksız özgüven varmış. Geldiğim nokta bu.

Terasa aldığım iki şezlong için “Bugüne kadar aldığım en iyi şeyler bunlar” dediğimde anladım. O kadar inanarak söylemiştim ki bunu. 29 yıl boyunca aldığım onca şey içinde en kalıcı heyecanı yaşatan onlar olmuş gibiydi.

Bendim çünkü o şezlong.

Yine yatıyordum ama güneşe karşı ve açık havada. Televizyonun karşısında değil yani. O sıradan yazlıkçı tentesinden ve çizgiliydi kumaşı ama bir yandan da cart sarı. Olması gerektiği kadar orijinal ve iddialı ama daha çok hak ettiği kadar sıradan…

Çok daraldığımda sıradanlığımdan, çeşitli formüllerim de vardı delirmemek için. “Kim orijinal ki yahu?” gibi çıkışlarla kendimi öne atıp, “Bırak Allasen” diye sırtımı yaslıyordum sarı çizgili şezlonguma. Bazen de yalan söylemekten çok yorulup “Helal olsun ona!” diyordum.

Yazının devamı...

Google’da hiç bunu aradınız mı?

26 Mayıs 2017

Yaptım… İşlem basit; ‘Ben neden’le başlayan sorular yazıyorsun sonra da yanına a’dan z’ye harfleri koyup deniyorsun.

Google’ın bana önerdiği ve insanların Google’a sorduğu en popüler ‘Ben neden’ soruları şöyle:

Ben neden aptalım… Ben neden bu kadar şansızım… Ben neden çirkinim… Ben neden doğdum… neden fakirim… Ben neden gerizekalıyım… Ben neden hep kaybediyorum… Ben neden iş bulamıyorum… Ben neden kötüyüm… Ben neden malım… Ben neden normal değilim… Ben neden sevgili bulamıyorum… Ben neden şişkoyum… Ben neden tembelim… Ben neden utangacım… Ben neden üzgünüm… Ben neden varım… Ben neden yaşıyorum…

Hayatımda daha depresif bir şey görmedim ben.

Komik değil. 

Salt hüzün.

Aranızda kimsenin de bunlardan zevk alacak kadar sadist olduğunu düşünmüyorum. Size de iyi gelmemiştir büyük ihtimalle.

Şimdi Instagram’da sürekli de değil, arada sırada bu soruları soran, böyle paylaşımlar yapan bir arkadaşınız olduğunu düşünün.

Yazının devamı...

Toplam 30 saniye sürdü, sonrası mutluluk

23 Mayıs 2017

Geçen sene bir yapı markette adımsayar bilekliğimi kaybetmiştim. Güvenliği aradım, baya umutsuzca "Ben mavi bir bileklik kaybettim. Elinize gelmiş olabilir mi?" diye... Adam çılgınca ilgilendi mevzuyla. Baya baya bütün marketi arattı, iki gün sonra beni aradı. Bir halının altından çıkmış. "Mehmet Bey, saatiniz bende. Çalışma saatlerim de böyle böyle. Sadece ben teslim edeceğim size." dedi. Ben de gerçek bir pislik olduğum için "Kesin bahşiş istiyor, ondan illa benden teslim alacaksınız diyor" diye düşündüm.

Gittim, verdi bilekliğimi… Cebimden 20 lira çıkardım. "Asla!" dedi ve hızla yanımdan uzaklaştı. Utançtan yerin dibine girmek istedim, yanına gidip özür diledim; karşılıklı rahata erdik.

‘TELEFONUNUZ ETKİLİ OLMUŞ’

Sonra hayatımda hiç yapmadığım bir şeyi yaptım. O yapı marketin müşteri hizmetlerini arayıp, "Herhalde böyle telefonlar pek almıyorsunuz ama şu şubenizin şu elemanını övmek için aradım burayı." diye başlayıp bütün süreci anlattım. Telefondaki görevli de şaşırdı böyle bir telefon aldığına, "Çok teşekkürler, emin olun bu güzel sözleriniz ulaşması gereken yere ulaşacaktır" dedi. Bir de mağaza müdürüne ayaküstü not bıraktım yetinmeyip…

Güvenlik görevlisi iki hafta sonra bana mesaj attı: "Siz benim hakkımda çok güzel şeyler söylemişsiniz. Zaten terfi de ettirmeyi düşünüyorlarmış. Çok etkili olmuş söylediğiniz şeyler. Bugün güvenlik şefi oldum. Size de teşekkür etmek istedim." diye...

Oturdum, hüngür hüngür ağladım sonra. Ama ne ağlama… Nasıl iyi geldi o ağlama bana; size anlatamam. Hiç bilmiyorum neye zırladım o kadar; deşmiyorum da fazla. Biliyorum ki içinden çıkamayacağım.  

SEVİYORSAN GİT MÜDÜRÜNE ÖV BENCE

Diyeceğim o ki, bir telefon açıp hiç tanımadığınız biri hakkında bir dakikalık 'güzel' bir konuşma yapmak insana kendini mükemmel hissettiriyor… O kadar alışmışız ki tanımadığımız insanları tanımadığımız insanlara şikâyet etmeye… Bunun bize ‘iyi’ geldiğini ve rahatladığımızı sanarken aslında o kadar zehirlenmişiz ki… 

Yazının devamı...

‘Hayır’ demeyi nasıl öğrendim?

19 Mayıs 2017

Çok uzun yollardan geldim sevgili okur…


Bir keresinde hiç unutmuyorum, lise mezuniyetine gitmek için evden çıkmışım. Üstümde bir beyaz ceket; gerçek bir ‘Yılbaşı Özel’ programında sahne almaya hazırlanan Mahsun Kırmızıgül… 400 metre öteden retina parçalıyorum; öyle bir beyaz. Annem taksi çağırmış; kadının o sırada aklı çıkıyor ceketimin bir yerine toz tanesi saplanacak diye… Alelacele kargoya vermeye çalışıyor beni.


Tam bineceğim; orta yaşlarda bir eskici abi geldi; “Koçum bir el atsana şu arabaya, kaldıramıyorum artık. Çok fena oldum sıcaktan” dedi.


Ben bu tip durumlarda şöyle düşünüyorum. Adam önce üstüme başıma, sonra da el arabasının pisliğine bakıp buna ‘rağmen’ böyle bir şey istiyorsa demek ki baya zor durumda olmalı. E o zaman da yardım etmeli.  


Yazının devamı...

Hiç öpmeyeyim canım; şimdilik buralardayım

16 Mayıs 2017

Bu zamana kadar başka başka oyuncakları da oldu; biliyorsunuz…

Ofis hayatını bırakıp butik otel açtı; ‘Tatlım sen niye kendini kurumsal hayatta, zenginler daha da zengin olsun diye mahvediyorsun?’ diye üstüne üstüne geldi.

“Param yok çünkü” onun için asla yeterli bir cevap olmadı. “Standartlarını düşüreceksin… Ee ben nasıl yapıyorum! Bak…” demekten çekinmezdi zira. Yüzüne de söyleyemezdin ki “Ee anneannenden kalan Topağacı’ndaki evin kirası sayesinde? Onu yemiyor musun?” diye…

Efsane vücut yaptı, üstüne pilates eğitmeni de oldu; “Tabi sen mutluysan böyle kimse bir şey diyemez de… Yüzün çok güzel sonuçta. Böyle sağlıklı sağlıklı yanakların…” demekte hiçbir sakınca görmedi… “Vaktim yok benim senin gibi canımın içi. Mesai filan var benim dünyamda. Onu da geçtim tam zamanlı iş filan… Bildin?” diyemedin tabii yine.

Hepsi bitti, malum son geldi dayandı: “Ne gerek var direnmeye… İçine sinenle evleneceksin abi! Sen neden evlenmiyorsun ki hala?” dedi dudaklarını büke büke… “Allah içine sindirsin canım!” da diyemedin haliyle…

Sırayı ‘gitmek’ aldı… ‘Gitmek’ten daha doğal hiçbir şey yoktu. Konu o da değildi zaten…

Yanlış olmasın; benim anlamadığım şey “Sen niye gitmiyorsun ki?” sorusunun vardığı cüretkar formlar.

Botlarla mı gidecekmişiz Suriyeliler gibi?

Yazının devamı...

Kısmetse Olur’a dair kafamda deli sorular!

12 Mayıs 2017

Zaten program baya dijitalmiş, biz bilmiyormuşuz. Youtube’ta dört milyondan fazla izlenen videolar filan var. Karakterlerin Instagram takipçileri 1 milyona yürüyor. Çoğumuzun bilmediğine emin olduğum bambaşka bir evren kurulmuş bile… Neler oluyor diye biraz bakayım dedim; çılgın sorularımla baş başa kaldım.

1- NEDEN INSTAGRAM’DA 1 MİLYONA YAKIN TAKİPÇİLERİ VAR Kİ?

Evet, eski yarışmacılardan birinin 850 bin takipçisi var. Adı Nur Erkoçlar. Sabah akşam Bahar Candan konuşuyoruz ama onun takipçi sayısı 200 bin bile olmamış. Sonra diğerlerine baktım, 400 bin 500 bin… Acayip bir yarış varmış meğerse. Bence izleyiciler bu işe bir bilgisayar oyunu gibi bakıyor. Yönetiyorlar yani karakterleri. Hepsinin elinde bir joystick var. Kimsenin çok da sorguladığını sanmıyorum gerçek mi, değil mi? Zaten o dünyayı kuranlar takipçiler… İzlenen mutlu, izleyen durumun farkında; sorun yok.

2- NEDEN KAVGA İZLEMEYİ BU KADAR SEVİYORUZ?

‘Kavga edemeyen, içine atan insanlar kavga izlemeyi sever çünkü’ demişti zamanında bir hocam. Bütün gün taksiciye, patronuna, ev sahibine, annesine, babasına, eşine, çocuğuna karşı yutkunan herkes iç yağ erimeleriyle izliyor buradaki tansiyonu.

3- HEMCİNSİNE ‘KARDEŞİM’ DİYE HİTAP EDEN YENİ KADIN TİPİNİN OLAYI NE?

Bu nalet erkek dünyasında kendini var etmenin yolunun böyle ‘racon’lardan geçtiğini düşünen Seda Sayan modeli. Her daim ‘adam gibi adam’ arayışında… Hemcinslerine bile o kadar çok “Adam olacaksın önce!” demiş ki; her dediğinde ‘kadın’ı nereye fırlattığını da unutmuş.

4- BAĞRINIZI NİYE AÇIYORSUNUZ GENÇLER?

Yazının devamı...

Yeni Türkiye’nin de ‘ilginç’ bir yer olabileceğine dair beni umutlandıran tek karakter

9 Mayıs 2017

23 Nisan’da çocukların gözlerinden öp…

Kandillerde ilk tebrik mesajını sen at…

Arada sırada ‘İyi geceler’ yaz…

Bir hayranınla fotoğrafını koyup, hayal pompala…

Bu ülkedeki ortalama bir popstarın Twitter hesabında bunlar oluyor.

Son birkaç yıldır can sıkıntısından can vermek üzere şöhretler alemi. Oysa biz tuvalet camlarında sıkışan, kar maskesiyle gece kulüplerinden kaçan bir nesille büyüdük. Kesmiyor yani! Bu ülkenin kaosseverliğinin hakkını vermiyor sizin ‘Hipinize hıyırlı hıftalar’ sıkıcılığınız. Siyasetçilerin bile ‘politik doğruculuğu’ takmadığı bir ülkede ünlüler alemi neden bu konuda bu kadar saplantılı, çekingen ve sıradan ki?

KARAKTER YOK…

Deney ortamından kaçmış klonlar gibi hepsi. Gece eğlenmiyorlar sanırım. O iş bitti. En son ne zaman yapılmıştır acaba magazin programlarında ‘İstanbul gecelerinde bu hafta’ kolajı? Yakalarsan İstanbul’daki bir milyon alışveriş merkezinin birindeki imza gününde yakalıyorsun; o da bilmiyor o sırada neyi, neden imzaladığını. Konuşmuyor, diyecek lafı yok. Varsa da çok çılgın anlaşmaları var yapım şirketleriyle, menajerleriyle… Yani her şekilde karakteri yok.

Yazının devamı...
Mehmet Özdoğan Kimdir?

Mehmet Özdoğan