(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Selçuk Şirin" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Selçuk Şirin" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Selçuk Şirin

Yaz tatili yoksul öğrencileri vuruyor!

5 Haziran 2017

Niçin tatilde öğrenme meselesini her sene yeniden gündeme getiriyorum?

Son yıllarda eğitim alanında en çok gündeme gelen araştırmalardan biri öğrencilerin okulda olduğu kadar okul dışında da zamanlarını nasıl geçirdiği meselesi. Okul dışı zaman denince ilk bilmemiz gereken kavram ise “tatilde öğrenme kaybı.” Malum, ülkemiz yapılan tüm uluslararası sınavlarda giderek geriliyor. O nedenle eğer bu gidişatın değişmesini istiyorsak çocukların önümüzdeki yaz tatilinde ne yapacağı üzerine biraz kafa yormamız gerekiyor. Bu yazının amacı hem aileleri hem eğitimcileri hem de karar vericileri ciddi bir tartışmaya davet etmek.

‘Tatilde öğrenme kaybı’ nedir?

Tatilde öğrenme kaybı öğrencilerin okuldan uzak kaldığı dönemde öğrenmiş olduklarının bir kısmını unutması demek. Boylamsal araştırmalar bir yaz tatili boyunca öğrencilerin ortalama olarak matematik ve okuma yazma gibi temel derslerde öğrendiklerinin yaklaşık 10’da birini yani ortalama 1 aylık bir müfredatı her yaz tatilinde kaybettiklerini gösteriyor. Tatilden dönen çocuklar bir sonraki sınıfa ortalama olarak bir ay geriden başlıyor. Bu kayıp en fazla ilkokul çağında ve ilk 4 yılda gözlemleniyor. Ortaokul ve özellikle lise yıllarında tatilde öğrenme kaybı azalıyor ama öğrenme kaybı yıllar itibariyle eklenerek devam ettiğinden, 12 yıllık temel eğitim süreci sonunda yaz tatilinden dolayı ortalama öğrenme kaybı tam bir akademik yılın heba olması anlamına geliyor. Yani üniversite sınavına gelen ortalama bir öğrenci yaz tatilinden dolayı yaklaşık bir yıllık bir öğrenme kaybıyla bu sınava giriyor.

Yaz tatili neden en çok yoksul çocukları etkiliyor?

Dar gelirli ailelerden gelen çocuklarla varlıklı ailelerden gelen çocuklar arasındaki başarı farkının nerdeyse üçte ikisi yaz tatilinden kaynaklanıyor! Yapılan araştırmalar okulun açık olduğu dönemde bu iki grup arasındaki farkın azaldığını, ama yazın bu farkın açıldığını gösteriyor. Şöyle ki Eylül ayında, okullar açıldığında farklı kesimlerden gelen çocuklar arasındaki başarı farkı en yüksek seviyede bulunuyor. Akademik yıl süresince bu başarı makası giderek daralıyor. Mayıs ayına, yani akademik yıl sonuna gelindiğinde farklı gelir gruplarından gelen çocuklar arasındaki başarı farkı ciddi oranda azalıyor, makas kapanıyor. Yani bir anlamda okul ve öğretmenler üstlerine düşen görevi bir noktaya kadar yerine getiriyor. Peki sonra ne oluyor? İşte tam da bu noktada tatilde öğrenme kaybı devreye giriyor. Yaz tatili ile birlikte bu iki grup arasındaki makas yeniden açılmaya başlıyor. Çünkü üst sosyoekonomik seviyelerden gelen çocuklar yazın de öğrenmeye devam ediyor, okulda öğrendiklerini yaz tatili boyunca pekiştirip üstüne yeni deneyimler katıyor. Yoksul çocuklar ise tatil boyunca öğrenme ortamlarından uzak kaldığı için okulda öğrendiklerinin önemli bir kısmını kaybediyor. Dolayısıyla bir sonraki akademik yıl başladığında bu iki grup arasındaki makas bir önceki yıla göre biraz daha açılmış oluyor.

Tatilde öğrenme kaybı her öğrenci için geçerli mi?

Yukarıda paylaştığım tatilde öğrenme kaybı verileri ortalamayı yansıtıyor. Çocukların yaz tatilini nasıl geçirdiğine bağlı olarak bu oranlar çok ciddi olarak değişiyor. Evde eğitici kaynakları olan, müze ya da tarihsel yerleri gezen, yaz okulları ya da sanat ve spor gibi organize etkinliklere katılan öğrencilerde öğrenme kaybı olmadığı gibi ek öğrenme de gerçekleşiyor. Tatil boyunca öğretici uğraşlardan mahrum kalan öğrencilerde ise öğrenme kaybı genel ortalamanın çok üstünde oluyor. O nedenle bu iki grup arasındaki başarı farkı lise bitiminde birkaç yılı bulabiliyor. Tam olarak ne demek istediğimi anlatmak için aşağıda araştırma sonuçlarının görselini paylaşıyorum. Burada da göreceğiniz gibi tatilde öğrenme fırsatı olan öğrencilerin akademik başarısı yıllar itibariyle artarak devam ediyor, sadece okulda öğrenip tatilde öğrenme fırsatı bulamayan çocukların başarısı ise her yaz kesintiye uğrayarak geri düşüyor ve iki grup arasındaki makas her yıl biraz daha açılarak devam ediyor.

Yazının devamı...

Çağımızın Sansür Mekanizması: Komplo Teorileri

29 Mayıs 2017

HAKİKAT SONRASI ÇAĞIN OLMAZSA OLMAZI: KOMPLO TEORİLERİ!

İnsanlar öteden beri bilmediği şeyler üzerine efsaneler uydurur. Ama artık bildiğimiz şeyler üzerine de sahte masallar sürülüyor piyasaya. İçinde yaşadığımız post-truth çağında hakikatin artık çok bir hükmü kalmadı. Sahte haberler ve o haberlerin ete kemiğe bürünmüş duygusal arka planı olan komplo teorileri, insanlara gerçeği değil duymak istedikleri masalı anlatıyor. Sansasyonel olanın daha çok tıklandığı bir internet mekanizması sayesinde komplo teorileri hakikatten daha hızlı ve daha yaygın bir şekilde geliyor önümüze. Yazı girişinde sıraladığım konuların tamamında hakikatler ortada.  Tabii ki Suriyeli mülteciler et yiyen bir virüsü yaymıyor gittikleri ülkelerde. -Burada korku salarak ima edilen hastalık Layşmanyaz ya da şark çıbanı! Merak edenler Suriyeli mültecilere dair Amerika’da ortaya atılan bu komplo teorisinin tarihini ve neden mesnetsiz olduğunu şuradan okuyabilir.-

YENİ BİR SANSÜR MEKANİZMASI OLARAK KOMPLO TEORİSİ

Eskiden bir gerçeğin ortaya çıkmasını engellemek için sansür uygulanırdı. Bu şekilde bilgi dolaşıma girmeden toplumdan gizlenebiliyordu. Ancak iletişimin hızla merkezi kontrolden çıktığı hakikat-sonrası çağda artık sansür uygulayarak bilgi akışını kontrol etmek mümkün değil. Bu çağda sansür bir gerçeği yasaklayarak değil, o gerçeği pek çok yalan içinde kaybederek yapılıyor! İşte tam da bu nedenle komplo teorisi üretmek artık ortada herkesin gözünün önünde bulunan gerçeği bulanıklaştırmanın bir aracı. Bir örnekle açıklayayım.

GLOBAL ISINMA GERÇEĞİ NASIL ÖRTBAS EDİLDİ?

Bakın binlerce bilim insanı reddedilemez bir kesinlikte diyor ki “Dünya, insanların tüketim kalıpları yüzünden ısınıyor, küresel ısınma bir hakikat!” Bu gerçeğin ortaya çıkmasına yönelik ortada ciddi bir sansür yok. Yok ama bu realite çok organize bir şekilde üretilen onlarca komplo teorisi arasında kaybolup gitti. O yüzden de bu konuda en çok komplo teorisi üretilen Amerika’da nüfusun önemli bir kesimi küresel ısınmaya değil, küresel ısınmanın bilim insanları tarafından araştırma fonları almak için uydurulduğuna inanıyor. Peki en çok kim inanıyor bu tarz komplo teorilerine? Ve neden inanıyorlar?

EĞİTİM SEVİYESİ DÜŞTÜKÇE KOMPLO TEORİLERİNE İNANÇ ARTIYOR!

Komplo teorilerinin son dönemde bu kadar yaygın olması davranış bilimcileri de bu konuyu araştırmaya itti.  Jan-Willem van Prooijen tarafından geçen ay yayınlanan araştırma bu alanda yapılan en kapsamlı çalışma. Yaklaşık 5 bin kişi üzerinde yapılan bu araştırmaya göre eğitim seviyesi insanları komplo teorilerine inancını belirleyen en önemli faktör. Eğitim seviyesi yükseldikçe insanların komplo teorilerine inancı azalıyor! Peki neden?

Yazının devamı...

Dünyada öğrenme motivasyonu en yüksek gençler bizde

22 Mayıs 2017

DÜNYADA ÖĞRENME MOTİVASYONU EN YÜKSEK GENÇLER BİZDE!Şimdiye kadar Türkiye’yi diğer ülkelerle kıyaslayan sayfalarca tablo okudum. Bu tabloların ortak bir özelliği vardır. Türkiye OECD ülkeleri arasında yapılan tüm sıralamalarda Meksika ve Şili ile birlikte tablonun en sonunda yer alır. Maalesef bu durum yıllardır değişmiyor. Ve acı olan bu sıralamalarda artık yerimiz bu iki ülkenin de altında. Ama OECD tarafından yayınlanan son PISA ek raporlarının birinde ilginç bir veri var. Gençlerin öğrenme motivasyonunu ölçen bir araştırmanın sonuçları son derece umut verici bizim için. PISA çerçevesinde 15 yaş gençlerin öğrenme motivasyonu incelendiğinde bizim gençler öğrenme arzusu en yüksek ilk üç ülke arasında yer alıyor. İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte ilk üçü yakın aralıklarla paylaşıyoruz. Daha da önemli bir nokta ise şu: Dünyada en yüksek oranda ‘Sınıfımda en iyi öğrenci olmak istiyorum’ diyen gençler bizim gençler. Bizde bu soruya % 89 evet derken, bizden sonra gelen iki ülkeden İsrail’de %86, ABD’de ise %85 evet demiş. OECD ortalaması ise %59.

ÖĞRENME MOTİVASYONU BAŞARININ TEMEL TAŞIDIR! Doğal olarak, öğrenmeye bu kadar istekli bir genç nüfusa sahip olunca insan ister istemez bu denklemin diğer tarafını merak ediyor. Öğrenmek istiyorlar, başarılı olmak istiyorlar ama başarıyorlar mı? Bu noktada literatürde çok güçlü bir tez var. Öğrenme motivasyonu, başarıyı artırır. ‘Peki bizde durum nedir?’ derseniz işte o noktada insanın kafasını karıştıran bir durum söz konusu. Bizdeki veriler bu genel tezi doğrular nitelikte değil çünkü. Hatırlatmama gerek var mı bilmiyorum ama öğrenme motivasyonunda zirvede olan bu gençlerimiz yine aynı oturumda toplanan okuma becerisi, matematik ve fen testlerinde ne yazık ki ilk 50 ülke gençleri arasında yer almadı.

ÖĞRENMEK İSTİYORLAR AMA BAŞARAMIYORLAR!
Peki ne oluyor? Gençlerimiz öğrenme motivasyonu bakımından bu kadar istekli iken neden öğrenemiyorlar? OECD bu konuda yayınladığı detaylı raporunda Türkiye gibi başarı motivasyonu yüksek ama gerçek başarısı düşük ülkelere dair birkaç ek veri sunuyor. Rapordan aktarıyorum. Türkiye, Kolombiya, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerle birlikte fen, matematik ve okuduğunu öğrenme testlerinde en başarısız öğrencilerin en yüksek oranda üniversite okumak istediği ülkeler arasında yer alıyor. Raporda bu garip durumun açıklaması olarak üniversite eğitiminin bu ülkelerdeki yüksek prestijine ve ekonomik getirisine vurgu yapılmış.

MOTİVASYON VARSA GERİSİ GELİR Bütün dünya özellikle lise çağındaki gençlerde öğrenme motivasyonunu arttırmak için seferber olmuşken bizim gençler resmen ‘Biz öğrenmeye açız gelin bize bir şey öğretin!’ diye çığlık atmış durumda. PISA’da başarılı olmuş ülkeler bile okuldan terk eden öğrenciler karşısında çaresiz kalırken bizim gençlerimizin bu çığlığına sessiz kalmanın bedeli çok ağır olur. Zira nüfusunun yarısı 30 yaşın altında olan ülkemizin geleceği yeni şeyler öğrenmek için yanıp tutuşan bu gençlere hak ettikleri fırsatı vermekten geçiyor. 

Yazının devamı...

Memleket havası, memleketin havası

8 Mayıs 2017

Hamdi Ulukaya sıfırdan kurduğu ‘Chobani’ markasıyla bugün bütün dünyanın konuştuğu bir girişimci... Emeğinin hakkıyla zirveye ulaşmış bir iş insanı... Dünyanın en etkili insanlardan biri olduğu, Time Dergisi’nin seçkisinde de tescillendi. Fotoğrafları dergi kapaklarını süslüyor; göçmenler için ürettiği iş imkânları, Amerikan rüyasının herkesi kucaklayan yeni tarifi dilden dile anlatılıyor... 

Ama benim için Hamdi’yi özel kılan şey onun bütün bu başarılarını doğduğu topraklara bağlaması. Bence Hamdi’nin hikayesini biricik yapan şey bu. Onun, doğduğu Munzur yaylalarını, o toprakların havasını, suyunu ve tabii ki insanını kültürünü asla unutmayan biri olması... Öyle ki bugün dünyanın en yenilikçi girişimlerinden biri olan Chobani’nin adı da ‘çoban’ kelimesinden geliyor. 

Hamdi ile aynı ‘mehlede’ yaşıyoruz. New York’ta. Tesadüf o ki bu semtin adı ‘Village’, yani ‘Köy’! Ofislerimiz arasındaki mesafe yürüyerek 10 dakika. Sık sık buluşup muhabbet ediyoruz. Son buluşmamıza ortak olmak isterseniz dün Hürriyet Pazar’da yayınlanan sohbete siz de şu linkten ulaşabilirsiniz. İyi okumalar. 

Yazının devamı...

Zor zamanda konuşmak: Hamdi Ulukaya’nın İslamofobi ile mücadelesi!

1 Mayıs 2017

Geçen ay Fast Company adlı trend dergisi Ulukaya’yı kapağına taşıdı. Ardından ABD’nin en çok izlenen TV programı 60 Minutes Ulukaya’ya prime-time’da geniş bir şekilde tanıttı. Ve geçen hafta Time Dergisi Ulukaya’yı En Etkili 100 İsim arasında gösterdi. Ama Ulukaya bu hafta bütün bu başarılarıyla değil, mülteci düşmanlığına ve İslamofobi’ye açtığı savaşla gündeme geldi. Anlatayım.

SIRADIŞI BİR İŞ İNSANI!

Önce kısaca Hamdi Ulukaya’yı tanıyalım. Bir kere son derece başarılı bir iş insanından sözediyoruz. Ulukaya’nın kurduğu Chobani beş yıl gibi kısa bir sürede sıfırdan 1 milyar doların üzerine satış rakamı yakalayarak en hızlı büyüyen marka kabul ediliyor. Bu başarının temel nedeni inovasyon! Tam da bu nedenle Chobani gıda markalarıyla değil, Google, Apple, Facebook gibi teknoloji markalarıyla beraber anılıyor. Zaten Fast Company tarafından açıklanan "2017 Dünyanın En Yenilikçi Şirketleri" listesinde Chobani, hem "Gıda" hem de "Sosyal Fayda" kategorilerinde ilk sırada yer alıyor ama genel kategoride ilk 10’a giren teknoloji dışı tek marka.

Göçmen. CEO. Milyarder. Hamdi Ulukaya Fast Company’nin kapağında

DEVRİMCİ BİR MİLYARDER!

Ulukaya, ticari başarısı kadar toplumsal sorumluluğu da ciddiye alan bir isim. O nedenle 2015 yılında "The Giving Pledge”i (Bağış Taahhüdü) imzalayarak servetinin büyük bir kısmını küresel mülteci krizine çözüm bulunmasına adaması gayet doğal. Ama Ulukaya’yı o listedeki diğer milyarderlerden farklı kılan başka bir boyut var. O da bu toplumsal sorumluluğu yaptığı işin DNA’sına kodlaması. Nitekim, Ulukaya geçtiğimiz yıl bir ilke imza atarak tüm çalışanları, sadece yöneticileri ya da kurucuları değil, fabrikada çalışan en alt seviyedeki işçiden en üst yöneticiye kadar herkesi, şirketine ortak etti. Aynı şekilde Chobani bugün Amerika’da yeni çocuğu olan anne (ve babalara!) en cömert finansal destek sunan marka. Ancak Chobani’nin son dönemde gündeme gelmesinin nedeni bütün bunlar değil, mültecilere sunduğu iş olanakları.

AMERİKA’DA MÜLTECİLERE KUCAK AÇMANIN MALİYETİ YÜKSEK!

Yazının devamı...

Mutsuz, başarısız ama bilgiye aç!

24 Nisan 2017

İşte tam da bu yüzden bizim bu gençlere bir borcumuz var.

Bu veriler bizim vergilerimizle toplanıyor, israf etmeye hakkımız yok!

OECD ilk defa 2015 yılında PISA’ya katılan 70’i aşkın ülkede öğrencilerin ruh halini de ölçtü. Her zaman olduğu gibi kuramsal temeli sağlam bu değerlendirmeye ilişkin 530 sayfalık geniş rapora aşağıdaki linkten ücretsiz olarak ulaşabilirsiniz. Ücretsiz dediğime bakmayın aslında bu raporun faturası yüksek zira bizim de kurucuları arasında yer aldığımız ve vergilerimizle desteklediğimiz OECD tarafından hazırlanıyor bu veriler. Ve yine bizim vergilerimizle desteklenen MEB tarafından toplanan veriler kullanılıyor bu raporda. Yani yarı resmi verilerden sözediyoruz. Madem bedelini ödedik, emek verdik o halde kıymetini bilelim. Bu verileri kullanalım. Bu veriler ışığında gençlerin sorunlarına çare arayalım.

http://www.keepeek.com/Digital-Asset-Management/oecd/education/pisa-2015-results-volume-iii_9789264273856-en - page1

Gençlerimiz mutsuz!

Aşağıdaki tabloda da göreceğiniz gibi dünyada bizim gençlerden daha mutsuz bir grup yok! Tabloya baktığımda bizim kadar olmasa da bize yakın mutsuzluk oranına sahip diğer ülkelerin, yani Kore, Çin, Japonya’nın başarı sıralamasında zirvede olduğunu da not etmek gerekiyor. Oysa bizim gençler malum, başarı sıralamasında ilk 50 arasında da yok. Yani bizim gençler ne başarılı ne de mutlu, özellikle Uzakdoğulu gençler bizim kadar olmasa da ciddi seviyede mutsuz ama çok başarılı. Hedef bu tablonun tepesinde olmak değil, ama en sonunda olmak da değil zira mesela Hollanda’da hayatından hiç memnun olmayan gençlerin oranı %4 iken bizde bu oran %20. Tabii bu tabloda bir başka memleket gerçeği de var: Türkiye’de kız öğrenciler, erkeklerden daha da mutsuz!

Motivasyonu hala çok yüksek!

Yazının devamı...

Hakikatin Hurafelerle İmtihanı

10 Nisan 2017

Artık yaptığınız bilimin topluma nasıl ulaştığını da dert etmeniz gerekiyor. Çünkü bunu siz dert etmezseniz doğan boşluğu yalan yanlış hurafelerle başkaları dolduruyor. Adına hakikat-sonrası denen bu dönemde gerçekle yalan arasındaki kalın çizgi yok olmuş durumda. Hakikatin peşinde bir ömür tüketen bilim insanları için zor bir dönem ama çaresiz bir dönem değil. 

Gerçek-sonrası toplumda bilimsel verinin yeri var mı?
İster çocukları hastalıklardan koruyan aşı olsun ister mültecilerin suça katılımı olsun ister global ısınma... Artık tüm dünyada disiplinlerden bağımsız bir gelişme var: Bilimsel veri tek başına insanları ikna etmeye yetmiyor artık. Her alanda bilimsel doğrularla toplumsal kabuller arasında uçurum giderek artıyor. Örneğin tıp alanında yıllardır ısrarla aşı ile otizm arasında bir bağ olmadığı verilerle ortaya konuyor. Onca makale, yüzlerce uzman görüşüne rağmen hala başta Amerika olmak üzere pek çok yerde aileler aşının otizme yol açtığı batıl inancına sahip. Bu inanç maalesef pek çok ebeveyni çocuklarına aşı yaptırmamaya ve başka pek çok hastalığa itiyor.

Olay sadece sosyal bilimlere has değil!
Global ısınmanın insan kaynaklı olduğuna dair bilimsel verilerin haddi var hesabı yok. Yüzlerce araştırmacı her sene yeni verilerle gösteriyor ki insanların bu dünyada yapıp ettikleri dünyanın hızlı bir şekilde ısınmasına yol açıyor. Ama gelin görün ki başta Amerika olmak üzere pek çok ülkede geniş kesimler bu temel bilimsel veriyi duyuyor ama inanmıyor.

Akademi topluma yön veren kurum olmaktan çıkıyor Üniversiteler 20. yüzyıl boyunca toplumsal ve ekonomik hayata ciddi oranda yön verdi. Üniversitede üretilen bilgi, laboratuvardan makalelere oradan da topluma akıyordu. Ama bu zincir hakikat-sonrası toplumda çöktü. Artık bilimsel veriler topluma ulaşmıyor. Üniversiteye hapsolmuş biliminsanları da bu durumun şokunu yaşıyor şimdi. O nedenle bugün bilim dünyasını en çok meşgul eden soru bilimsel verinin topluma nasıl daha etkili ulaştırılacağı sorusu. Artık bilim insanları olarak bizlerin yeni bir uzmanlığa ihtiyacı var. Çünkü bilim, bilimsel dergilere hapsedilemeyecek kadar elzem bir ihtiyaç dünyamız için.

Metafor uzmanlığı! ABD Bilimler Akademisi’nde iki yıldır bir komitede görev alıyorum. Alanlarında seçkin 18 bilim insanıyla çocuk gelişimi üzerine bir rapor hazırlarken fark etmiştim. İlk toplantımıza bizim dışımızda iki uzman da katılmıştı. Daha sonra bizim komitenin tüm etkinliklerinde bizimle olan bu uzmanların işi ne biliyor musunuz? Metafor bulmak! İletişim alanında tecrübeli bu arkadaşlar bizim bilimsel olarak altına imza attığımız verileri daha geniş kesimlerin kolayca anlayabilmesi için metaforlara dönüştürüyor. Sayfalarca uzayan raporlarımızı 140 karakterlik tweetlere, Facebook iletilerine dönüştürüyor. Ama dikkat edin, projenin sonunda değil, taa ilk başında ve bizlerle yola çıkan uzmanlardan sözediyorum.

Twitter, Facebook deyip geçmeyin!

Yazının devamı...

Referandum sonucunu belirleyecek hesap

3 Nisan 2017

Twitter’da her seçim öncesi bu soruyla bir anket yapıyorum. Eğer bu soruyu daha evvel görmediyseniz lütfen hemen okumayı bırakıp yanıtınızı verin. Ve cevabı not edip okumaya devam edin.

SİSTEM 1’İN MAĞDURUYUZ!

Öncelikle bu sorunun bana ait olmadığını söyleyeyim. Psikolojide Nobel ödülü yok ama Kahneman Ekonomi alanında Nobel alan tek psikolog. Ve yukarıdaki soru onu Nobel’e götüren çalışmaların başlangıcı. Çünkü bu soruyla Kahneman insanların karar verme süreçlerinde kullandığı temel prensipleri açığa çıkartmayı başarıyor ve alanda bir devrim yapıyor. Türkçe’de çıkan, ve muhakkak okumanız gerektiğini daha önce de bu köşede defalarca yazdığım ‘Hızlı ve Yavaş Düşünme’ adlı kitabında Kahneman tercihlerimizi iki farklı sistemle yaptığımızı ortaya koyar: Hızlı çalışan ve duygusal tepkilerle genelde yanlış sonuca ulaşan “Sistem 1” ve yavaş çalışan ama ince eleyip sık dokuyarak doğru sonuca ulaşan “Sistem 2”. İster sevgili, ister araba, ister referandumda oy tercihi yapın, tüm bu karar verme süreçlerinin arkasında bu iki sistem yatıyor. Yüzlerce bilimsel çalışma gösteriyor ki insanlar ekseriyet duygusal tepkilerle karar alıyor. Aklımıza ilk eseni seçip, mantığımızı bu seçimi meşrulaştırmak için duygularımıza hizmetkar yapıyoruz. Yani Sistem 1 karar veriyor, Sistem 2 o kararı meşrulaştırmak için bahane üretiyor, en azından çoğunluk için durum bu.

TOP VE RAKET 110 KURUŞ. RAKET TOPTAN 1 LİRA DAHA PAHALI. RAKET KAÇ KURUŞ?

Benim yaklaşık bir yıl arayla Twitter’da yaptığım ve tamamen gayri bilimsel iki farklı ankete katılan toplam 35 bin kişinin çoğunluğu bu soruya yanlış yanıt verdi. Ve ben bu sonucu paylaşınca gelen yorumların neredeyse tamamı bu sonuca gerekçe olarak iyi matematik öğretemediğimizi ya da kültürümüzden kaynaklı, bize özgü başka faktörleri bu başarısızlığa gerekçe gösterdi. Oysa bu sorunun ne matematik becerisiyle ne kültürle bir alakası var. Zira aynı soruyu çok daha bilimsel yollarla Harvard, Yale ve Princeton gibi dünyanın en seçkin öğrencilerinin okuduğu okullarda da sormuşlar ve bilin bakalım sonuç ne olmuş: Oralarda da çoğunluk doğru yanıtı veremiyor! Dolayısıyla insanların karar verirken maruz kaldığı evrensel bir insani zafiyetten söz ediyoruz. İnsanlar çok temel konularda bile  aklıyla değil, duygularıyla karar veriyor.

SİSTEM 2’Yİ İŞLETEN DOĞRUYU BULUYOR!

Bu arada sorunun yanıtı 105 kuruş! İlk akla geleni söyleyen, yani duygusal bir tepkiyle, eski alışkanlıklara güvenerek karar verenler doğru yanıt yerine ya 100 kuruş dedi, ya da 10 kuruş (veya başka bir rakam) buldular. Yani bu soruya Sistem 1’i işleterek yanıt verenler yanlış bir sonuca vardı. Oysa bir tepkiyle değil biraz akıl ve mantıkla karar veren, eline kağıt kalem alıp minik bir hesap yapanlar, yani Sistem 2’yi işletenler doğru cevap verdi.

EVETÇİLER DE HAYIRCILAR DA AYNI SİSTEMİ KULLANIYOR!

Yazının devamı...