Ajda Pekkan’ın hesabında daha çok konser hallerini, duyurularını ya da en fazla teknede çekilmiş şık bir pozunu görüyorduk.
Sezen Aksu’nun ise resmi instagram hesabı zaten çok yeni.
Onun hesabında da albüme/videolara dair bilgiler yahut eski fotoğraflar ağırlıktaydı.
Lakin her ikisi de önceki gün sürpriz yaparak ev hallerini halka açtı.
Ajda Pekkan iki kedisiyle beraber yatak odasında çekilmiş bir videosunu paylaştı.
Ajda’nın kedilerinden biri için söylediği, “Apple da ignore eder, anlamıyormuş gibi yapar” cümlesi şimdiden kült olabilir, izleyin derim. Çok tatlı.
Sezen Aksu ise pinpon oynarken çekilmiş bir videosunu yayınladı, ki onun bu konudaki becerisi yıllardır çok meşhurdur.
Fox’tan aldığı yıllık 2 milyon TL’lik rekor teklif hâlâ konuşuluyor, ama o hikaye meğer çoktan eskimiş.
Önceki gece sektörün önde gelenlerinin olduğu kulisi bol bir masaya düştüm ve esas mevzuyu öğrendim:
Çağatay, Netflix’in ilk orijinal Türkçe dizisinde oynayacakmış.
Çekimler aralık ayında başlıyormuş. Yayın tarihi ise eylül 2018’miş.
Üstelik sahnelerden bazıları İstanbul’un tarihi yerlerinde (mesela Topkapı Sarayı) çekilecekmiş.
Onun da bir nedeni var.
Zeytin göz kadar zeytin ağacı da güzeldir, ona da bakmaya doyamazsın.
Hele söz konusu olan 300-500 yaşındaki bir zeytin ağacı ise “Vay be!” olursun, bakmaların da doyumsuz.
Bu ağaçların bir de bin yıllık olanı var.
Yani senden benden önceyi bırak; kaç barış kaç savaş, kaç afet kaç huzur görmüş geçirmiş olanı...
Hatta onlardan biri geçen yıl İzmir’deki yerinden ansızın sökülüp Antalya’daki Expo alanına dikilmişti.
945 yaşındayken bir bölgeden başka bir bölgeye transfer edilen zeytin ağaç (dede) bu ani değişime uyum sağladı mı, bilinmez.
Ama huysuzlanmıştır, o kesin.
Misal: Son birkaç yıldır her yaz başında aynı muhabbeti yapıyoruz.
Hava aniden ısınıyor, tekrar soğuyor.
İlkbahar neredeyse yok gibi, direkt yaza geçiliyor.
Ama yazlar da değişik artık:
Çok tropik. Sel yapan yağmuru, kafam kadar dolu tanesi var.
Dahası, günde bin beş yüz kez hava durumu aplikasyonuna bakıp programını ona göre yapan meteoroloji bağımlıları türedi.
Mekanlar da etkileniyor havalardan.
O sürprize önceki gün başka bir unsur daha eklendi:
Ceceli, İmer’le hemen evleneceklerini söyleyiverdi.
Cümleleri böyle peş peşe zincirleyince Sertab Erener’in Sakin Ol şarkısındaki gibi duruyor her şey: “Aman bir telaş, bir acele...”
Lakin elbette öyle değildir buz dağının görünmeyen kısmı ve de ona çarpan koca Titanic gemisinin hikayesi...
Bu tür kararlar çok çok önceden alınmıştır.
Bir ilişki pat diye bitip diğeri de pat diye başlayıp oradan da hoop evliliğe gitmez.
Kulağıma sessizce eğilip “Bitti” dedi Ayşe.
“Biten ne?” dedim, anlamadım önce.
Sonra telefonundan bir fotoğraf gösterdi.
Kocası Taner’le faytonda çekilmiş çok tatlı bir poz.
İkisi de gülümsüyor, çok neşeliler.
Tam bu poza bakarken, “Bu poz önceki gün Büyükada’da, boşandıktan on dakika sonra çekildi” deyince Ayşe, kalakaldım.
Ne ara olup bitmişti tüm bunlar?
Yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma arasındaki gizli ilişkinin kitaptaki anlatımından dem vurarak...
Arada bir bu köşe topraklarında şehir hikayeleri de yazıyorum ya.
Şimdi anlatacağım hikayeyi dinleyince işte bu mesele geldi aklıma:
Çok hızlı yaşıyoruz ve dolayısıyla her şeyi aynı hızda unutuyoruz.
Üç gün önce izlenen
dizi yahut beş hafta önce yaşanan büyük aşk fark etmiyor.
Sürekli bir akış var ve habire her “an”ın yenisi geliyor önümüze.
Geçen hafta içi İstanbul sosyal hayatındaki etkinlik coşması gibi yerli müzik piyasası da bir anda coştu.
Uzun süredir hazırlanan projeler, single’lar paldır küldür ortalığa saçıldı.
Böylece yazlık şarkı savaşları, “Esas ben 1 numarayım” demeçleri, “Benim tık sayım orijinal kız” polemikleri yine başladı; hayırlara vesile...
Peki onca yeni iş arasında yazlık şarkınızı nasıl alırdınız?
Buyurun mini listeye...
◊ ARABESK POPLA KOPMAK İÇİN...