(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Necati Yalçın" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Necati Yalçın" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Necati Yalçın

Necati Yalçın

İstasyondaki ev: Direksiyon Binası

24 Ocak 2017

O günden sonra bina, ev olur.
Sıcak çorba kokusu askerlere evlerini hatırlatır.
Evden gelen piyano sesi ise ortama masalsı bir hava katar.
Yapı, Mimar Kemalettin’in Cumhuriyet öncesi eseridir. Cumhuriyet sonrası da eserler kazandıran mimar ve Ankara için burası, sadece bu özelliğiyle bile tektir.

* * *

Bir gün, Ankaralıların şaşkın bakışları arasında çift kanatlı iki Yunan bombardıman uçağı Ankara semalarında görünür. Ankaralılar şaşırırlar. Hani nerdeyse el bile sallarlar.
Onlar, cephaneleri el bombası, bir adres aramaktadırlar.
Bulurlar. Üzerinde birkaç tur atarak, tren garına bombaları bırakırlar.
Evin camları kırılır, yedekte bekleyen birkaç vagonda yangın çıkar.
Ankara’da bile ciddi güvenlik sorunlarının yaşandığı o günlerde aksilik bu ya, bir de sağlık sorunu baş gösterir. Mustafa Kemal Paşa; “Yatma zamanı değildir!” der ama yüksek ateş ve Doktor Reşit’in ısrarıyla yatağına uzanır.
Uçak, hastalık derken bir başka sorun daha vardır. Milli mücadelede önemli işler yapan ve Meclis’te ayakta alkışlanan Çerkez Ethem konusunda huzursuzluk söz konusudur. Atatürk yıllar sonra Nutuk’ta, Çerkez Ethem’in kendisi için “Onu Meclisin kapısına asacağım!” dediğini söyleyecektir.

* * *

Çerkez Ethem’in Ankara’ya geleceği haber alınır. Mustafa Kemal Paşa, Binbaşı Salih’e ev ve çevresinde önlem alınmasını söyler.
Çerkez Ethem adamlarıyla Direksiyon Binası’na gelir. Hızla mermer basamakları tırmanır. Paşa’nın ikinci kattaki odasına gelir.
Mustafa Kemal Paşa yatağında, Dr. Reşit Bey karşısında, sandalyededir. Yatağında doğrulur, eli yastığının altındaki tabancasına gider. Çerkez Ethem’in de eli belindeki tabancasına...
Gergin bir konuşma olur. Konuşma boyunca eller gergin ve hep aynı yerdedir.
Gerginlik odanın dışından gelen seslerin duyulmasını engellemez. Binbaşı, aynı zamanda Yaver Salih askerlerle çevreyi kuşatmış ve basamaklarda, kapıya kadar dizilmektedirler. Yaver Salih gerginliğin sürdüğü odaya girer. Çerkez Ethem, belki de tarihimizin en gergin “Geçmiş olsun” cümlesini kurar.
Odadan çıkar. Önce kapıda, sonra basamaklarda, elleri tüfeklerinin tetiklerinde bekleyen askerlerin arasından hızla geçer, gider.
Ankara’nın, Mustafa Kemal’in kalesi olduğunu anlamıştır.

* * *

Çerkez Ethem’in hain olup olmadığı konusunda tarihçilerin iki zıt düşünceye sahip olduğunu belirtmekte yarar var. O zamana dek isyanları bastırmak gibi önemli hizmetler yaptığı ve Yunanlılara sığındığı herkesin hemfikir olduğu konulardır. Merkezde ve korumasız bir çevrede olma gibi olumsuzluklar, yeni bir konut arayışında önemli etkenlerdendir. Ankaralılar Çankaya’da bir bağ evi hediye ederler. Bir süre iki evde yaşanacaktır. Fikriye Hanım da Paşasının Çankaya’dan dönüşünü sabırla ve özlemle bekleyecektir. İyice hastalandığında bile yatmak istemeyen Mustafa Kemal Paşa, sağlıklı olduğunda çok geç saatlere dek çalışmaktadır.
Böyle geçe kalmalarından birinde Çankaya’dadır. O günlerde Direksiyon’un arkasında dev yapılar değil nerdeyse hiç bina yoktur – Çankaya’daki köşk, gün ışığında pencereden gözükmektedir.
Fikriye Hanım gece de görme yolu bulmuştur. Paşası gelene dek pencereye oturup gece karanlığında bir çift ışığın yanmasını bekler. Bunlar Mustafa Kemal Paşa’nın otomobilinin farlarıdır! Çift ışığı gördüğü anda Fikriye Hanım da üst kattaki odasının karpuz şişeli petrol lambasının ışığını arttırır.
İster ki bu saate yorgun ve uykusuz gelen Paşası da evdeki ışığı görsün ve anlasın ki; Fikriyesi yatmamış, ona bir yorgunluk kahvesi hazırlamak için beklemektedir.
Tarihte bugün (1921) Çerkez Ethem’in kuvvetleri büyük bir çatışma olmadan dağıtıldı.
Yine tarihte bugün; Gazeteci Uğur Mumcu (1993) ve Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ile dört koruması, şoförü (2001) haince öldürüldüler.
Kaynaklar: O Sarışın Kurt, Attila İlhan ve Ankara, Falih Rıfkı Atay.

BASAMAKLARI ÇIKIN O ODANIN IŞIĞINI YAKIN

Gidin Direksiyon Binası’na. Dönerek tırmanan mermer basamakları çıkın.
Çıkarken acele etmeyin. Belki de Milli Mücadeleyi bitirecek bir çatışmanın bu basamaklarda duranlarca engellendiğini düşünün. Daha güzel ülke olma yolunda Mumcu ve Okkan gibi kaybettiklerimizi anın. Neleri engellediklerini, bizlere neler kazandırdıklarını hiç bilemeyeceğimiz tüm şehit ve gazilerimizi, Astsubay Ömer Halisdemir’i, Trafik Polisi Fethi Sekin’i unutmayın. Artık ikinci kattasınız. Odalardaki sadelik dikkatinizi çekecek. Önünüzdeki odadaki yatağa bakın. Fikriye Hanım’ın resminin olduğu diğer odayı da mutlaka görün. Hoş bir gülümsemeyle fark edeceksiniz ki, odayı artık karpuz şişeli petrol lambası aydınlatmıyor. Olsun. O odanın ışığını yakın! Direksiyon Binası bugün Milli Mücadele’de Atatürk Konutu Müzesi’dir. Giriş katı, demiryolları müzesi şeklinde düzenlenmiştir. Hemen arkasında Atatürk’ün Vagonu var – gezmeyi unutmayın! Pazar günleri kapalı olan müze ücretsiz gezilebilir. Gruplarda randevu alınması gerekiyor. Müze Sorumlusu Günay Uluç Bey, güler yüzüyle sizi karşılayacak.
Adres: Ankara Tren Garı
Telefon: 0312 309 05 15 / 4084

 

Yazının devamı...

Egli’nin izlerinin peşine düşün

17 Ocak 2017

Seferberlik içinde yabancı mimarlardan iki tanesi önemli ve çok sayıda esere imza atanlar olarak öne çıkar; Clemens Holzmeister ve Ernst Egli. Holzmeister Türkiye’den kendisine gelen daveti Egli’ye iletir. Egli çıkar, gelir. Gelme nedeni olan proje biter ama dönmez. Yıllarca da kalır.
Egli’den “gülümseme garantili” bir anıyla başlayalım:
1928 yılının başlarıdır. Egli’nin Türkiye’ye gelişinin ardından Holzmeister da gelir. Ankara’da, Bakan Recep Peker, iki ünlü mimarı yemeğe götürür. Su bardaklarına, su doldurulur – daha doğrusu Egli öyle düşünür! Bakan bardağını kaldırınca Egli kendi kendine;
“Bunu sonuna kadar içmek zor olmasa gerek!” der. Bir dikişte bitirir.
İçtiği rakıdır ve anlaşılacağı üzere susuz içmiştir.
Bütün boğazı alev alev yanarken “Milli içkimiz” dendiğini duyar gibi olur! Bardaklar tekrar doldurulur. Durumu tam kavrayamadığından olsa gerek, aynı şekilde içer.
Bir süre sonra Egli sadece “sesler duyduğunu” söyleyecektir.
“Egli, duvar gibi bembeyaz görünüyorsunuz!”.
Sonra masanın altına doğru kaydığını hisseder.
Ve karanlık!
Sabah uyandığında iyi ki eşinin onunla kalmadığına şükretmektedir.
Birden yanında yatan birine çarpar.
“Yanımda kim olabilir ki?” diye şaşırır. Yanındaki Holzmeister’dır. Bir süre sonra Holzmeister’ın da aynı durumda getirilip yatırıldığını anlayacaktır.
“Ankara’da bir hoş geldin içkisi bile tehlikesiz olmuyor!” der.

* * *

İçer. Ama artık daha dikkatlidir!
Gezer. Elmadağ’da, eşekle gezerken eşekten düşer. Yılmaz!
Anadolu’da pek çok yeri gezer. Türk evi tipini yaygınlaştırmak için çok çalıştığını ama bu konuda Türklere yenildiğini söyler.
9 yıl İstanbul ve Ankara’da aynı anda çalışır. Sadece iki şehir arasında 270 kez (kendisi saymış!) yolculuk yapar.
Sever. Türkiye’yi anavatanından ayırmayacak kadar sever.
Atatürk’ten söz ederken bir şekilde “mucize” kelimesini kullanır.
Türkiye’de kadınlara verilen öneme bayılır. Yaptığı kız lisesinin mezunlarıyla tenis oynar, çok mutlu olur.
Avrupa’ya şaşırır! Türkiye’de kadınların kendilerine layık mevkilere gelmelerine ve yerlerini hakkıyla doldurmaları çok hoşuna gider. Daha sonraları, İsviçre’de kadına şiddet gibi benzeri söylemlere şahit olunca afallar!
Vefasızlığı anlamaz. Atatürk’ün eski dostuna hediye etmek için istediği evi çizer. Olmaz, bir daha çizer. Yapar. Dostu, Atatürk’ten sonra evi satar. Ev yıkılır. Biri para kazanır, bizimki mimarlığa bağlılığını sorgular.

* * *

Eserleri arasında üniversite olarak Mülkiye, Ziraat Fakültesi’nde altı, Gazi bünyesindeki iki yapı, lise olarak Ankara Ticaret, Gazi ile İsmet Paşa ve Ankara Kız Liseleri sayılabilir.
Musiki Muallim (günümüzde Mamak Kültür Merkezi), Egli’nin Ankara’daki ilk eseridir. Saray Orkestrası’nın müzisyenleri, okulun ilk öğretmenleri arasında yer alırlar. İstiklal Marşı’nın bestecisi Osman Zeki (Üngör) okulun ilk müdürü olur. İlk 12 öğrencinin yarısını İstanbul’daki öksüz yurtlarından gelen öğrenciler oluşturur. Yetimler Yurdu’ndan gelen öğrencilerle sayı 40 olur. Unutmadan, okulun öğretmenleri arasında Ahmet Adnan Saygun da vardır. Yetim ve öksüz öğrencileri çok değerli müzik öğretmenleri ve müzisyenler çıkarken aralarında Ruhi Su da olacaktır.
Bugün yapıda, Mamak Belediyesi tarafından müzik dâhil pek çok dalda eğitim veriliyor. ‘Çiçekler Solmasın’ isimli oyun, her cumartesi saat 15’te sergileniyor. Tüm kurslar gibi oyun da ücretsiz.

Kaynaklar:
Ernst Egli, Genç Türkiye İnşa Edilirken, İş Bankası Yayınları.
İnci Aslanoğlu, Ernst A. Egli (Dosya) – Değerli Araştırmacı Gönül Genç’in arşivinden-teşekkürlerimle.

DOĞUM GÜNÜ KUTLU OLSUN

Egli’nin yapıları arasındaki Ziraat Fakültesi ve Atatürk Orman Çiftliği’nde (AOÇ) birer müze bulunduğunu da hatırlatalım.
AOÇ yapıları arasındaki Marmara Köşkü geçtiğimiz aylarda, Fuat Bulca Evi ile Şükrü Koçak Evi önceki yıllarda ne yazık ki yıkıldılar. Egli’nin izini sürmek için Ankara’daki diğer yapılarını sıralayalım:
* Altındağ’da Eski Sayıştay Binası, Koç Han ve Türk Hava Kurumu
* AOÇ’de Bira Fabrikası, hamam ve çeşitli yapılar. Kent Kâşifi Sevgili Ahmet Soyak’ın geçen gün çektiği fotoğraflardan, fabrikanın Sümerbank’a devredildiğini, hamamınsa çevresinin kapalı olarak durduğunu öğrendik. Kendisi, Ankara ile ilgili güncel fotoğraf ve video konusunda bildiğim, en geniş arşive sahip kişidir-adını kaydedin.
* Çankaya’da İsviçre ve Irak Büyükelçilikleri
* Etimesgut’ta Havaalanı, Uçuş Okulu ve Yatı Mektebi

* * *

Egli, bugün (17 Ocak 1893) doğmuştur.
Egli’nin izini sürün, sürün ki; unutulmadığını bilsin ve doğum günü kutlu olsun!

Kent Kâşifi Ahmet Soyak’ın objektifinden Sümerbank binası olan
Egli’nin bira fabrikası

Yazının devamı...

Nazi zulmünden özgürlük senfonisine

10 Ocak 2017

Birinci Dünya Savaşı’nın üzerinden henüz ikinci on yıl geçiyordu. Almanya’da başlayan ve dünyayı saracak olan Nazi ateşi, önce bu ateşin anavatanında özellikle Yahudileri yakmaya başladı.
Genç cumhuriyetin diplomatları büyük savaş sırasında, pek çok insanı kıyımdan çekmiş, çıkarmış ve Türkiye’ye göndermiştir. Savaş öncesindeyse Almanya’da gün be gün durumu kötüye giden ve can güvenliklerinden endişe eden dünyaca ünlü beyinlere, Genç Cumhuriyet kucak açmıştır.
Cumhuriyetin kurucusu her konuya olduğu gibi eğitime de hassas ve bilimsel düşünceyle yaklaşıyordu. İsim belirleme, işin ciddiye alındığı noktalardan biriydi. Afet İnan, kendisinin Edebiyat Fakültesi ismini önerdiğini söylüyor;
“Atatürk, coğrafya ile tarihin sıkı işbirliğine daima işaret eder, özellikle iki bilginin paralel gitmesini ve coğrafi koşullar açıklanmadan, harita rehberliğinden yoksun bir tarihin hiç işe yaramayacağını kabul ederdi.”
Tartışmanın hiç de geçiştirilmediğini ve temelinde insan ve bilim olan derin bir düşüncenin yattığını anlıyoruz:
“Fakülte’nin adına dil kısmının eklenmesiyse, yine bu hazırlık aşamalarının ikinci ayağıdır. Bu bakımdan ‘Hümanitaire’ (insani yardım) bir zihniyetin hâkim olacağı bir bilim merkezi haline gelmeli idi. Çünkü 20. yüzyılın insanlık akımının, ana kaynaklarının bunlardan çıkacağı kaçınılmazdı.”

DÜNYACA ÜNLÜ MİMARLAR

Bu genç cumhuriyetin yaptıklarına akıl, sır ermez! Eğitim yapılacak binaları yapmak için de dünyaca ünlü mimarlar çağrılır.
İşte bu üstatlardan biri de Bruno Taut’tur. Taut, ülkesinde bir uluslararası mimarlar birliğinin şeref üyesi olacak seviyededir. Türkiye’de kendisine İstanbul’da yöneticilik ve Ankara’da başkanlık verilir.
Aslında Taut Türklerle daha önce tanışmıştı. Erken tanışması Osmanlı başkentiyle olmuş, bir mimarlık yarışmasına katılmıştı.
Kazanan proje ilk büyük savaş nedeniyle tamamlanamadı. Yarışmaya katılanlardan, içlerinde Taut’un da olduğu dört mimar, ikinci büyük savaş öncesi tekrar Türkiye’ye gelecekti.
Taut gelir gelmez DTCF için 77 yıldır kesintisiz kullanılacak binayı tasarlar.
Bir meslektaşına; “Şimdi Ankara Üniversitesi için büyük yapıya başlanıyor.Beni özellikle sevindiren tarafı, sanatsal bakımdan bana tam bir özgürlük tanındı” der. Ankara’da aradığı çalışma ortamını bulmuştur.



NOTALARA İŞLİYORUM

Oğluna yazdığı mektupta Genç Cumhuriyetin bir sanatçıya sağladığı ortamdan aldığı keyif görülebilir: “Bu işin ayrıntılarını çalışma arkadaşlarımla birlikte adeta çeşitli çalgılarla çalınacak bir senfoninin notalarını yazarcasına işliyorum.” Aynı mektupta Genç Cumhuriyetin bir sanatçıyı yüceltmedeki olgunluğunu görüyoruz: “Kendimi ölüme çok yakın hissediyorum: Sözcük anlamında değil, anlarsın: Sanki yaşarken bir büyüklüğe yerleştirilmiş gibiyim.”
Ankara’da ikinci yılındaydı. 10 Kasım’da Atatürk’ün ölüm haberini aldı. Katafalkı için gece-gündüz demeden 36 saat çalıştı. İçinde Ulu Önder, katafalk önce İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’na, sonra Ankara’da Meclis önüne konuldu. İki yerde de bir millet sel oldu, önünden aktı. Katafalk için kendisine verilen parayı kabul etmedi, tek bir teşekkür yazısı istedi. Bu vefa örneği, son eseri oldu. Kasım soğuğundaki bu aralıksız çalışmanın onu hasta ettiği söylendi. 40 gün sonra, vefat etti.

LİSTEYE İKİ ESERİYLE GİRDİ

Yapının, orta blok alınlığında “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” özdeyişi, bahçesinde Taut’un hayran olduğu Mimar Sinan’ın bir anıtı ve girişinde Atatürk büstü var. Geçtiğimiz yıllarda Hürriyet Gazetesi’nin hazırladığı “Cumhuriyet döneminin en güzel 10 binası” listesine girdi. Taut, bu listeye iki eseriyle giren tek mimar ve İstanbul Edirnekapı Şehitliği’nde yatan tek gayrimüslimdir.
DTCF’nin yerleşkesi yetersiz! Bir zamanlar öğrencilerinin dinlenme alanı olarak kullandığı arazide uzunca bir süredir bulunan Yüksek İhtisas Hastanesi’nin taşınacağı yönünde bilgi alan DTCF’liler arazinin kendilerine iade edilmesini umutla bekliyorlar.

KUBİLAY’I UNUTMADIĞINIZI FISILDAYIN

Fakültenin bir telefonla alınacak izinle gezilebilen müzesi var. Burada cumhuriyetin modernleşme mücadelesinin izlerini yakalayacaksınız. Şapkaya direnen Derviş Mehmet ve arkadaşlarının katlettiği Mustafa Fehmi Kubilay’ın şapkası, o elim günün izlerini, adeta unutmamamız için siperliğinde tutuyor.
Taut’un Cumhuriyete armağanı bu abide binadaki müzeye gidin.
O şapka, sağ ilerdeki camekânın içinde; kolay bulacaksınız.
Devrim şehidinin şapkasına yakından bakın.
Unutmadığınızı fısıldayın.
Sahibi sizi duyacaktır.

Kaynaklar: Bilal N.Şimşir “Ankara Ankara” ve Ümit Sarıaslan “Kuruluş Ankarası’nda Üç Mimar”
Adres: Sıhhıye Kavşağı, Telefon: 310 32 80

Yazının devamı...

St. Petersburg Meydanı’nda özçekim yapın!

3 Ocak 2017

Bu sözlerin sahibine gelmeden önce, bugünkü yazımıza konu olan mekânlardan birini yapan kişiden, Osmanlı Padişahı II. Murat’ın kazaskeri (hâkim) Karaca Bey’den bahsedelim. Karaca Bey, adına bir külliye yaptırmak istemiş. Önce cami yaptırarak işe başlamış. Derken temeli atılmış camiden vazgeçip hamamı yaptırmış! Çifte hamam olarak adlandırılan yapının ustalıkla yapılan sütunları bugün hala yapının içini aydınlatırken, çatısında leylekler artık yuva yapmıyorlar. Diğer taraftan hamam hükmünü sürmeye devam ediyor! Günümüzde önündeki bölgeye Hamamönü, arkasınaysa Hamamarkası deniliyor. Bu iki alandaki evlerin çoğu yenilenmek yerine yıkılıp yeniden yapıldığı için eleştirilse de Ankara’nın havasına çok şey katıyor ve katmaya da devam edecek gibi görünüyor. Hamamın yanında İnci Sokak var. Bu sokağa girin.

KISA YÜRÜYÜŞLE MEYDANA ÇIKIN

Sokakta kısa bir yürüyüş sizi küçük bir meydana çıkaracak. Kentlerin önemli mekânlarıdır meydanlar. Halka açık; buluşma noktası; sosyal, kültürel, siyasi veya ticari amaçlara hizmet eden; en merkezi ve ünlü yeri veya kentin soluk aldığı yerler olarak tarif edilirler. Bu topraklar antik dönemlerden itibaren agora veya forum gibi adlar verilen meydan örneklerine bolca sahiptir. Dünyaca ünlü meydanlar diye internette bir arama yapacak olursanız Kızıl Meydan, Saray Meydanı, Tiananmen Meydanı, Trafalgar Meydanı ve Concorde Meydanı isimleri karşınıza çıkacaktır. Bu meydanların kentlerde; dünyanın en çok merak edilen, en zengin kültürel ve tarihi mirasa sahip, en çok turist çeken yerler gibi başlıklarla uzatılabilecek listelerde mutlaka üst sıralarda yer aldığını görebilirsiniz. İçinde bulunduğumuz meydan küçük ama olsun!
Zira Ankara, meydanlarını gün be gün kaybediyor.

MERMER BİR YAZIT GÖRECEKSİNİZ

Meydanda, hemen önünüzde, mermer bir yazıt göreceksiniz. Üzerinde meydanın iki dilde yazan adı sizi şaşırtmasın: St. Petersburg Meydanı. Adı, Altındağ Belediyesi’nin bir kararı olarak hayata geçirilmiş ve Rusya’nın sanat merkezi sayılan kentinin ismini taşıyor.
Meydan adını, kent meydanını (Saray Meydanı) dünyanın en ünlüleri listesinin en üstlerine yerleştirmiş bir kentten almış. Tam karşınızdaki ev, meydanın adında etkili olmuş (Karacabey Hamamı gibi buradaki bazı yapıların isimlendirme konusunda etkin olduğunu düşünmeye başlıyoruz!). Burası Rus Büyükelçisinin (sefirinin) konutuymuş. Günümüzde, yenilenmiş haliyle Rus-Türk Dostluk Evi olarak işlevini sürdürüyor. Evin içi tamamen eski zamanda olduğu şekilde döşenmiş. Bazen sergi veya konser gibi etkinlikler oluyor. Bugünlerde hüzünlü.

EN ZORLU GÜNLERDE...

Rus sefirinin buraya yerleştiği günlerde Ankara henüz başkent değildir. Az sayıdaki kişi inanmış ve çokça kişi için olanaksız gibi görünse de Ankara, başkentliğe emin adımlarla yürümektedir. Güvenlik sorunları vardır. Sanatsal etkinlikler veya konfor gibi kavramlar henüz söz konusu bile değildir. Adım adım büyük Milli Mücadele’nin son savaşına doğru gidilmektedir. En sempatik anlatımla “Düşmanı denize dökmeden önce deniz suyu sıcaklığının ölçüldüğü günlerdir” yani! Tüm yurtta olduğu gibi çok zorlu günler yaşanmaktadır Ankara’da. Sovyet ve Azerbaycan büyükelçileri o günlerde Ankara’dadırlar. Ankara Başkent olduktan yıllar sonra bile bazı batılı ülke temsilcileri Ankara’ya gelmemek için ayak direteceklerdir. O günlerden çok önce, yani en zorlu günlerde, Sovyet Elçisi Aralov meydandaki bu evdedir.

RUS ELÇİSİNİN KARA AYISI

İlk Adana milletvekillerinden Damar Arıkoğlu, Hatıralarım (1961) isimli kitabında bugünkü köşemizde konu olan mekânlarla ilgili bir anıya değinir. Sefir, beraberinde bir kara ayı getirmiştir! Bir gün kara ayı evden kaçar. Nerelere uğradığı bilinmez ama biraz ilerdeki Kurşunlu Camisi’ne gider. Müezzin ezanı okumak için şerefededir. Ayı da minarenin dar merdivenlerden tırmanır ve tam müezzinin karşına çıkar! Müezzinin sesi oldukça gürdür, çok korkar (kim korkmaz ki!) ve çok yüksek sesle bağırır. Ayı da çok korkar! Hemen aşağıya yönelir ve minareyi terk eder. Yerel gazeteler günlerce iki farklı tarafa çılgınca koşan müezzin ve Rusların kara ayısını yazıp duracaktır. Aralov’un kara ayısının akıbetinin ne olduğunu bilmiyoruz! Cumhurbaşkanlığı Müze Köşk’ün çalışma odasında bugün görebileceğiniz beyaz bir ayı postu serilidir. Bildiğimiz, bu postun yine bir Rus Sefiri olan Muhtar Bey’in hediyesi olduğudur!

İYİ Kİ ANKARA’YA GELMİŞİM

Yazının başındaki sözler, ilk gelişinde “İyi ki Ankara’ya gelmişim” diyen ve geçtiğimiz günlerde Ankara’da, kentin adını taşıyan gezginlerinin düzenlediği, St. Petersburg meydanının fotoğrafının da olduğu bir sanat etkinliğinin açılışında elim bir suikast sonucu kaybettiğimiz son Rus Büyükelçisi Andrey Gennadiyeviç Karlov’a ait. Bulunduğumuz meydanın açılışında söylemiş…

BURASI BAŞKENT ANKARA!

Alın mermer yazıtı arkanıza, meydanın adının gözüktüğünden emin olun ve bir özçekim (Türkçenin Diriliş Hareketi’ne selam olsun!) yapın. Sonra da bugüne dek yaşanan tüm olumsuzluklara inat, şehit ve gazilerimize, tüm kayıplarımıza yürekten selam ve minnetle, bundan sonra bu güzel memleketin sonuna dek hak ettiği tüm güzelliklerin yaşanması inancı, azmi, hırsı, istek ve dilekleriyle, “Burası Başkent Ankara!” notu düşün.

Yazının devamı...

‘Hoşgeldiniz’ diye bağırın!

27 Aralık 2016

Ayrıca at, öküz veya otomobil gibi ulaşım veya taşıma araç ve hayvanlarını da sayarsak anıtın ne derece zengin olduğu ortaya çıkıveriyor. Aslında her heykel için bir kişi var ama bazı figürler Mustafa Kemal gibi tarihe adını yazdırmış kişiler. Gelin heykellerin arasına girdiğinizde hemen tanıyabileceğiniz birkaç kişiyi konuşalım: 

KARŞI ÇIKIŞIN SEMBOLÜ

27 Aralık günü Mustafa Kemal’i karşılayanlar arasında, ön sırada, sadece bir kişi fesli ve kravatlıdır. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başındakinin kalpak olduğunu hemen belirtelim. O, Ankara’nın Vali Vekili Yahya Galip Bey’dir. Neden vekildir sorusunun açıklamasında Ankara’nın Milli Mücadele’de öne çıkışının işaretleri görülür. Yahya Galip, Ankara’nın İstanbul Hükümetine karşı çıkışının sembolüdür adeta. İstanbul Hükümeti bir vali atar Ankara’ya. Ankaralılar istemez. Onun yerine Yahya Galip’i oturturlar koltuğa! Bu pek örneği görülen bir durum değildir.

KARŞI FERMANI İMZALAYAN MEHMET RIFAT EFENDİ

Kalabalık içinde Yahya Galip’in yanındaki bir kişiyi konuşalım şimdi. Onu da kolayca bulacaksınız. Karşılayanlar arasında sadece bir kişinin kafasında sarık üzerinde cübbe vardır. O, Müftü Mehmet Rıfat Efendi’dir. Anadolu’daki aydın din adamlarının bir örneğidir kendisi. Şeyhülislam tarafından Mustafa Kemal ve arkadaşları için çıkarılan idam fermanına karşı Anadolu din adamlarınca hazırlanan karşı fermanın altına imza koyanlardandır. Cumhuriyetin ilk Diyanet İşleri başkanıdır. Vefatına dek bu görevini sürdürmüştür.
Anıtta Ali Fuat Paşa, Hüsrev Bey ve Mazhar Müfit Bey gibi önemli kişilerin de canlandırıldığını meraklılarına hatırlatalım.

KENTİ SEYRETMEYİ İHMAL ETMEYİN

Havanın açık olduğu bir gün Dikmen sırtlarından Mustafa Kemal ve Seymenler Anıtı’nın olduğu yerden, Ankaralı anaların, Seymen heykellerinin arasından, Ankara’yı seyretmeyi de ihmal etmeyin. Zorlu Milli Mücadele günlerinin gurur dolu son seyridir bu. Mustafa Kemal Paşa’nın yanındakilerle 9 Eylül 1922 günü Belkahve’den İzmir’i kurtuluşunun seyretmesini hatırlayın. İlk umut dolu seyrinin günümüzdeki hali de bu gezide “hoş geldiniz” derken gözlerinizin önünde olacak. Şimdi kendinize, o 44 kişinin, atların, kağnının arasında bir yer bulun! Burada olduğunuza göre siz de (değilseniz bile) artık Ankaralısınız - o halde Ankaralıların Mustafa Kemal ve arkadaşlarını karşılamasına eşlik etme fırsatını kaçırmayın. Mustafa Kemal’e “hoş geldiniz!” diye bağırın!

Yazının devamı...