(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Akif Beki" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Akif Beki" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Akif Beki

Bahçeli, Ahmet Türk’e sahip çıkmasaydı

28 Ocak 2017

Fotoğraf derken, Ahmet Türk’ün sağlık kontrolü için cezaevinden hastaneye getirilip götürüldüğü fotoğrafı kastetmiyorum yalnızca.

Hani koluna sağlı sollu jandarmalar girmiş, elleri önünde bağlı çekildiği için kelepçeli zannedilen sansasyonel fotoğraf...

Hani tepkiler üzerine Elazığ Valiliği’nin, hastaneye getirilişinde de götürülüşünde de asla kelepçe takılmadığını açıklamak zorunda kaldığı fotoğraf...

Hani yanılsaması, izlenimi bile infial uyandırmaya yeten; hani sessizleri bile sessiz kalmamaya sevk eden fotoğraf...

Yankılarıyla, çalkantılarıyla bir bütün olarak işte bu fotoğraf olayını kastediyorum.

* * * 

İki hafta önce Devlet Bahçeli el atmasa, Ahmet Türk’ün ileri yaşına ve kötüleşen sağlığına rağmen tutuklu yargılanmasını tartışmaya açmasa... Yine karşı kamptan da tepki çeker miydi bu fotoğraf?

Yine AK Partili vekiller patlar mıydı?

Yine merkez medyanın gıkı çıkar mıydı?

KİM Mİ AHMET TÜRK?

Başka her şeyi koyun bir kenara; milliyetçilik davasına baş koyan MHP liderinin bile sempatisini kazanmış bir kişidir.

Bahçeli’nin bile “Meclis’e geldiğimizde elimizi sıkan bir şahıstı” diyerek sıcak bulduğu bir HDP ileri gelenidir.

Mardin büyükşehir belediye başkanıyken hakkındaki terör soruşturması nedeniyle tutuklandı. 74 yaşında ve ağır sağlık sorunlarıyla boğuşuyor.

Ama Bahçeli devreye girip de ‘yaşı ve sağlığı nedeniyle tutuksuz yargılanması sağlanmalı’ diyene kadar...

Akıbetiyle ilgilenenin yanacağı bir kişiydi.

İçeride yatırılması sessizce geçiştirilecek, başlar öbür tarafa çevrilip fotoğrafları görmezden gelinecek, yok sayılacak biriydi.

Değil sempati göstermek, değil tahliyesini istemek... Çaktırmadan halini hatırını sormak dahi cesaret gerektiren bir siyasetçiydi.

Bırakın başkalarını... Başkanlık sisteminin önünü açmaktan gelen kredisi olmasa, ilgisi alakası yüzünden Bahçeli’nin dahi başını ağrıtacak bir vebalıydı.

HAKKINDA KONUŞULMASI

YASAKTI SANKİ

Bugün korkmadan konuşanlar, bir ‘bölücü terör’ sanığını koruma ve kollamakla... Hendekçi siyasetle aynı blokta yer almakla... Terörü desteklemekle... İhanet ve şer odaklarına arka çıkmakla... HDP’lilere yardım ve yataklıkla suçlanmıyorsa bunu Bahçeli’ye borçlu.

Bahçeli’nin, fikri ve siyasi çizgisiyle kan davalı olduğu Ahmet Türk çıkışına...

* * * 

Bugün AK Parti Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu da o fotoğraftan rahatsızlığını yüksek sesle bildiriyorsa...

Eski Diyarbakır Milletvekili Abdurrahman Kurt da o fotoğraf karşısındaki vicdan patlamasını bastırmıyorsa... Eski Batman Milletvekili Mehmet Emin Ekmen de tutuklu yargılamaya itirazını dillendiriyorsa...

Ana akım medya, başına ne geleceğinden korkmadan bu tepkileri haberleştirebiliyorsa...

Terör suçlularına kol kanat germe, HDP’lileri himaye etme damgası yemekten çekinmiyorlarsa...

Onlar da bu imkânı, Bahçeli’nin yasak delen ön açmasına borçlular.

VALİLİK YALANLAMAYA TENEZZÜL EDER MİYDİ?

Psikolojik blokajı, Bahçeli kaldırdı.

HDP’li vekillerle selam alıp vermek bile cesaret işiyken o yüzlerine güldü, Sırrı Süreyya’yla bir kenarda Ahmet Türk’ün durumu hakkında fısıldaştı.

Baskı ortamını Bahçeli’nin bu rahatlığı rahatlattı, HDP’lilerle selamlaşma ambargosunu o kırdı.

* * *

Günün sonunda anladık ki Ahmet Türk’ün elleri kelepçelenmemiş.

Ama şunu da anladık; ağızlara vurulmuş bir kelepçe, ellere vurulmuş bir kelepçeden çok daha trajiktir.

Yazının devamı...

Ne 'Evet' terörü sandığa gömer ne 'Hayır'

26 Ocak 2017

Kurtulmuş’un vaat ettiği gibi, referandumdan çok ‘evet’ oyu çıkarsa terörün sesi soluğu kesilmez.

Ama Kılıçdaroğlu’nun yorumladığı gibi, bir suç itirafı da değil bu sözler.

‘Terörü biz destekliyoruz, arkasında Evet’çiler var, kaynağı hükümettir’ sonucu çıkmaz, zorlama olur.

Fakat bu polemik şunu gösterir...

‘Evet’ ve ‘Hayır’ kampanyaları sert bir açılış yaptı, bu hızla tırmanırsa arkası kötü gelecek.


EL YÜKSEKTEN AÇILDI
Erken patlayan referandum savaşı, olacakların habercisi.

Twitter’da etiketler amansız vuruşuyor, troller daha dakika bir kafa kafaya tokuşuyor.

‘Şer cephesi hayır diyor’ cayırtısı mı yok...

‘Şeytana uyma hayır de’ yaygaraları mı...

‘Evet de çomarlar kudursun’ naraları mı...

Evet’çiler, ‘Hayır’ oylarını kriminalize ediyor.

Hayır’cılar, ‘Evet’ diyeni düşmanlaştırıyor.

Kampanya yürütmüyor, birbirlerini ihanetle suçluyorlar.

Yüklenmiyor, kapışmıyor; gırtlak gırtlağa kavgaya tutuşuyorlar.


TERÖR DAHA NE İSTER
Kampanyaların ne kadar çirkinleşebileceği meselesi değil sadece.

Terörün arayıp da bulamadığı ortamı, taraflar elleriyle hazırlıyor.

Niye saldırıyordu üçü beşi birden?

Toplumu bölmek, birbirine düşürüp kırdırmak, kaos çıkarmak, kargaşaya sürüklemek için...

Bundan âlâ bölünme, bundan beter bilenme, bundan fena kaos ve kargaşa mı bulacaklardı!

Neydi terörün iştahını kabartan?

Sızılacak fitne çatlakları, körüklenecek ayrışmalar, sömürülecek kutuplaşmalar, istismar edilecek hoşnutsuzluklar, fitili ateşlenecek kin ve nefret fıçıları...

Bundan kıyak toplumsal çatlak, bundan kolay ayrıştırma imkânı, bundan kıvamlı kızıştırma fırsatı, kıvılcım almaya bundan daha hazır barut fıçısı mı bulacaklardı!

Dök benzini, çak kibriti yansın...


‘HAYIR’ DEMEK SUÇ DEĞİL
Velev ki terörün zoru da savaşı da başkanlıkla olsun.

‘Hayır’cılar, ‘Evet’ oylarının meşruiyetini tanımadan...

‘Evet’çiler, ‘Hayır’ demenin de bir hak olduğunu kabul etmeden...

Memnuniyetsizlikler, hoşnutsuzluklar, huzursuzluklar, kutuplaşmalar, nefret ve ayrıştırma dili ortadan kaldırılmadan terörle savaş kazanılabilir mi?

Ben Kılıçdaroğlu’nun yerinde olsam buradan yürürdüm.

‘Evet’i şeytan buyruğu gösteren taraftarlarımı uyarırdım.

‘Hayır’ demek nasıl makbulse, ‘Evet’ demek de o kadar makbuldür derdim.

Ben Kurtulmuş’un yerinde olsam buradan yaklaşırdım.

Hayır’cıları ‘şer cephesi’ gösteren yandaşlarımı durdururdum.

‘Evet’ demek nasıl suç değilse ‘Hayır’ oyu vermek de bir o kadar suç değildir derdim.

Evet’çilerin de, tercihini ‘Hayır’dan yana kullanacakların da... Bu ülkenin eşit, sadık, vatansever, yerli ve de hasbehas milli vatandaşları olduğunu kafalara kazırdım.

Ben ikisinin de yerinde olsam, bu yangını büyümeden söndürürdüm.


TERÖRÜ SANDIĞA GÖMMEK İÇİN
Karşıt kampların söylemleri, dizginlerinden boşalmış gibi.

Terörün sesi soluğu kesilecekse...

Gemi azıya alan nefret söylemini dizginlemekten geçiyor yolu, sırtında kırbaç şaklatmaktan değil.

Numan Kurtulmuş, ‘şer cephesi’nin başkanlığa karşı birleştiğini düşünüyor.

Onun için, başkanlık kazandığında terörün kaybedeceğini, saldırıların kesileceğini öngörüyor.

Ama ‘Hayır’cıları ‘şer cephesi’ne katmak, ancak teröre yarar, cepheyi büyütür, bilmeli.

Kılıçdaroğlu da bilsin ki...

‘Evet’ çıktığında terör bitmeyecekse ‘Hayır’ çıktığında da bitmeyecek.

‘Evet’leri teröre destek saymak, ancak teröre zemin kazandırır.

‘Hayır’ da kazansa ‘Evet’ de... Başkanlık gelse de gelmese de... Terörün kaybedeceği, sandığa gömüleceği bir tek formül var.

O da çıngar çıkarmadan kampanya yapmaktır.

Unutmayın; terör çıngar ister referandum bahane.

Yazının devamı...

'Evet' desen ne olur 'Hayır' desen ne

25 Ocak 2017

‘Evet’ dersen yüzyıllık statükonun dayatmalarından kurtulur aslımıza döneriz, terör örgütlerinin sesi soluğu da bıçak gibi kesilir, devletimiz ebede kadar baki, milletimiz ilelebet payidar olur.

‘Hayır’ dersen yüzyıl öncesine, yani başa, Kurtuluş Savaşı yıllarına döneriz, beka sorunu yaşarız, terör daha da azar, varlığımız ve bütünlüğümüz tehlikeye düşer.

CHP çevrelerine göre...

‘Hayır’ dersen Atatürk Cumhuriyet’i kurtulur, varlığımıza yönelik tehlikeyi atlatırız, bölünüp parçalanmayız, Kurtuluş Savaşı koşullarına dönmeyiz.

‘Evet’ dersen yüzyıl öncesinin hemen sonrasına, Cumhuriyet’in kuruluş şartlarına geri döneriz, tek adam rejimi ve parti devleti geri gelir, çok partili demokrasi ortadan kalkar, başa sararız.


GEÇMİŞLERDEN GEÇMİŞ BEĞENDİRMEK GİBİ
Referandum kampanyalarının stratejileri şekillenmeye başladı.

‘Evet’ ve ‘Hayır’ cephelerinden yayılan havaya bakıyorum.

İkisinin de vaat ettiği şey özünde gelecek değil, yüzyıl öncesine dönüp dönmemek.

İkisi de en kötüsünü göstererek taraftar toplamaya odaklanıyor.

İkisinin de ana fikri, geçmişle uğraşmak.

Biri geçmişi, diğeri daha da geçmişi idealize ediyor.

İkisinde de geçmişsevicilik, ikisinde de maziperestlik var.

Biri yüzyıldan öncesine, diğeri yüzyıl öncesinin sonrasına özlem duyuyor.

İkisi de bir diğerinin sevdiği geçmişe düşman, ikisi de bir diğerinin hayranı olduğu maziye karşı.

İkisi de dünde yaşamaktan, birbirinin fi tarihinden beri antitezi olmaktan besleniyor.

İkisi de cemaziyelevvellerine gidip tuttukları ecdat tarafı üzerinden hesaplaşmayı seviyor.

Biri ‘Evet dersen AK Parti’nin dediği’, diğeri ‘Hayır dersen CHP’nin dediği olur’ diyerek... Karşıtlık duygularını harekete geçirmeye oynuyor.

İkisi de tarihsel zıtlaşma ve kamplaşmalar üzerinden yürümeye hazırlanıyor.


‘HAYIR’CILARIN YUMUŞAK KARNI AŞAMAMAK
CHP, bir kısa propaganda filmi yaptırıyor.

Kılıçdaroğlu tarafından seslendirilecek.

Atatürk’e vurgu yapacak, rejim değişiyor korkusunu işleyecek, İzmir Marşı’nı yeniden yorumlayacak.

Yumuşak karnı, en güçlü sandıkları yanı.

Bugünü arada kaynattırmak, gelecekten konuşturmayı ıskalamak bir yana...

Hem geçmiş romantizmine yaslanıp hem istenen sistemin bizi ‘çok partili dönem’in gerisine götüreceğinden şikâyet edemezsiniz.

‘Tek adam rejimi ve parti devleti kuruluyor’ eleştirilerini sürdürmeye hakkınız olmaz.

Bir dediğiniz öbürünü çürütür.

Kendinizle çelişir, tutarsız görünürsünüz.

‘Mümkün olanların en iyisi bu muydu, elinizden daha mükemmeli gelmez miydi, olabilecek en doğru modele mi geçiyoruz’ tartışması... Rejim paranoyaları ve eskiye takıntınız yüzünden güme gider.


‘EVET’ÇİLERİN ZAAFI BEKLENTİ YÖNETİMİ
Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, çok ‘evet’ oyu çıkarsa terör örgütlerinin sesi soluğu kesilecek diyor.

Kampanyalarının, bu temel fikre dayanacağını söylüyor.

Matematiği şu:

Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişi engellemek, terör örgütlerinin ortak motivasyonu... Sistem referandumda kazanırsa motivasyonlarını kaybedecek, havlu atarak dağılıp bitecekler... Düşmanı karşımızda birleştirecek bir neden kalmayacak...

Umut verici ama gerçekçi mi?

İyimserlik aşılamak, kurtuluş reçetesi sunup umutlandırmak açısından avantajlı bir propaganda.

Ama getirilecek sistemden beklentiyi de aşırı yükselttiği için büyük bir risk, ciddi bir dezavantaj barındırıyor.

Ya mucizevi bir şekilde kara bulutlar dağılmaz, yüzyıllık bir rüya gerçekleşmez, yeni Türkiye güneş gibi üstümüzde doğup parıldamazsa...

‘Evet’ cephesinin en önemli gelecek vaadi, ancak başkanlık gelirse terörü yeneceğimiz inancı.

Fakat eğer savaşı sandıkta kazandıktan sonra terör bıçak gibi kesilmezse, nasıl bir hayal kırıklığına yol açacağını hesaba katmıyor.

‘Evet’çilerle ‘Hayır’cıların stratejisinde artısıyla eksisiyle gördüklerim bunlardır.

Yazının devamı...

Sevinin ABD ‘üst akıl’lıktan çekiliyor

22 Ocak 2017

Onun başkanlığında Amerika, ‘üst akıl’ olmaktan çekilecek diye anladım.

Yeni başkan, ülkesini içe kapatacak.

Amerikalı vergi mükelleflerinin paralarını, denizaşırı ülkelerde çarçur ettirmeyeceğini söylüyor.

Onun döneminde trilyonlarla dolar, okyanus ötesi diyarları dizayn etmek için harcanmayacak.

Bizi ilgilendiren yanı şu; ‘üst akıl’lar cemiyetinin kıdemli üyeleri bir eksiliyor.

Artık ‘okyanus ötesi’ndeki ‘üst akıl’ için kaygılanmaya gerek kalmadı.

ABD’den yana kafamız rahat olsun.

En azından önümüzdeki dört yıl, diğer ‘üst akıl’larla rekabete veda ediyor.

Kimine göre ‘üst akıl’lar içinde en tehlikelisi, en sinsisiydi. Kendiliğinden bertaraf oluyor. İpini bizzat Beyaz Saray’ın yeni sakini çekecek.

ÇOK SEVİNMEYİN DİĞER ‘ÜST AKIL’LAR FAAL

Rahat bir nefes alabiliriz diyeceğim ama o kadar değil.

Trump’ın ‘dünyaya nizamat verme’ yarışında boşalttığı alanı, diğerleri dolduracak.

En heveskârları kim olabilir diye kafanızı çok yormayın.

Kendi dağınıklığını dahi toplamaya mecali kalmamış bir AB değil o...

En agresif dış politikayı kim yürütüyorsa en çok o palazlanacak, yani Rusya.

Mıntıkamızdaki oyun ve düzen kurucular kadrosundan tecrübeli bir ‘patron’ düşecek diye... Kaos ve terör saldırılarının arkasında varsaydığımız ‘üst akıl’lar kulübü, kendini feshetmeyecek.

Kaos planları bitmeyecek, diz çöktürme projeleri rafa kalkmayacak, örtülü operasyonlar askıya alınmayacak. Sadece Trump’ın ABD’sine mal edilemeyecek.

Meydan, yanı başımızda at koşturan irili ufaklı aktörlere kalacak.

ABD’nin ‘üst akıl’ rolünden Trump’la emekliye ayrılıp içine dönmesi, bizden fazla kimi sevindirebilir, ona da bakın.

Başı Esad çekecek, göreceksiniz.

MEHMET ŞİMŞEK’E MALUM OLUYOR SANKİ

Davos’ta konuşurken “Türkiye artık Esad’sız bir çözümde ısrar edemez. Gerçekçi değil” dedi mi demedi mi tartışılıyor.

Bakan Şimşek’in ağzından çıktığı yalanlansa da içerik olarak gerçekçi. Öngörüsü doğru.

Trump’ın yeni Amerika’sı, Esad’ın kurtuluş bileti olacak.

Ölümü gösterip sıtmaya razı etme politikası güden rakip ‘üst akl’ın başarısı bu.

Paris katliamı, Fransa’nın Esad karşıtı politikasını yumuşatmamış mıydı?

IŞİD’i gösterip Esad’ı ikna etme stratejisi, sonuç vermeye devam edecek.

Düne kadar Esad’la IŞİD’i bir tutan, eşit tehdit sayan ABD, önceliğini değiştirecek.

Trump, ‘radikal İslamcı’ bildiği IŞİD ve benzeri terör örgütlerinden başka düşman tanımayacak.

Esad düşmanken bir anda IŞİD’le savaşta ABD’nin dost ve müttefikleri safına katılacak.

Yola dize gelmekse ABD, sonunda Rusya ve İran’ın yoluna gelmiş... Hizaya sokulmaksa ABD hizaya sokulmuş olacak.

Bizim de kervana katılmamızda bir sakınca kalmayacak.

‘O SADIK BU HAİN’ DİYE BÖLENİN TAKKESİ DÜŞECEK

Komşum Özkök boşa heyecan yapmış, karşı mahallede bir ‘Atlantikçiler-Avrasyacılar’ kavgası da çıkmayacak bu durumda.

Atlantik ayağı iptal olunca, zıt ‘üst akıl’lar arasındaki çatışma ortadan kalkacak.

Taraftarlarını vuruşturacak, zıt ‘üst akıl’cıları çarpıştıracak bir ikilik ortamı kalmayacak.

Kamplaştırmadan ekmek yiyen troller yanacaksa yansın, siz üzülmeyin.

‘Başkanlığa Trump mı daha karşı, Putin mi, yoksa birleştiler mi’ münakaşası, açılmamak üzere kapanıyor.

Başkanlığa karşı birleşmediler; biri devre dışı sadece, oyunu bırakıyor...

‘Bize kim diz çöktürmeye çalışıyor’ sorgulaması, artık iktidar mahallesini karıştıramayacak.

‘Üst akıl’ların ağababası aradan çekiliyor...

‘Hangi üst akla hizmet’ şüpheciliği kadük oluyor...

Mahalleyi bölen ‘hain’ avcılarının ‘hangi’sine sadık çalıştığı, kafaları daha fazla meşgul etmeyecek. Kelleri görünecek.

İlla Avrasya dışından şeytan arayan isterse hâlâ yalnızlaşmış bir AB’yi taşlayabilir taşlamasına ama onun da kendine hayrı yok, bize mi güç yetirecek?

Yazının devamı...

Kime diz çökmeyeceğimizi bilelim diye

21 Ocak 2017

Suçüstü yakalamış gibi ‘üst akıl’ın üstüne atlayanlar olmuştu.

Amerikan ordusunun envanterinde yer alıyordu flashbang’ler.

Ve terörist, yılbaşı gecesi bunlardan 3 adet kullanmıştı.

Azmettiricinin kim olduğuna şüphe yoktu artık.

Parmak izi bırakmış muamelesi çekilebilirdi.

Hangi taşı kaldırsanız altından aynı ‘üst akıl’ın çıkacağı teorisi, daha nasıl doğrulanabilirdi ki?

Başka delile, üstünde daha fazla düşünmeye, kurcalamaya hacet yoktu.

Gerçek bir kez daha kıskıvrak enselenmiş, şeytani ‘üst akıl’ yakayı ele vermişti.

IŞİD’i, FETÖ’sü, PKK’sı hep aynı patrona bağlı çalışıyordu, hepsini o saldırtıyordu üstümüze, teyit edilmişti.

Eskiden bir ‘Çakal Carlos’ efsanesi vardı, terör âleminde nam salmıştı.

Tekti ama onun gibi bin bir surattı bu ‘üst akıl’ da işte.

FAKAT İZLER ÇATALLAŞMASIN MI!

Reina katliamcısının ilk ifadeleri sızdı, okumuşsunuzdur.

İran’da alıkonuyor, sahte pasaporttan cezaevinde yatırılıyor, salıveriliyor, bir süre daha oralarda serbestçe sürttükten sonra Türkiye’ye geçiyor.

Ayrıca bir de Esad’ın adamı, Şam bülbülü Halid Abbud’un ifşaatı var elimizde.

IŞİD’e sızdıklarını, kilit noktalarını kontrol ettiklerini, eylemlerini yönlendirme gücüne sahip olduklarını devlet televizyonunda itiraf etmişti.

Esad’ın sızdığı yere Rusya’nın sızmadığı düşünülebilir mi?

Kremlin ki Beyaz Saray’a entrika çekiyor, başkanlık seçimlerinin kaderiyle oynuyor, ABD’de siyasi kaos çıkarma potansiyeline sahip. IŞİD’i mi avucunun içine alamayacak?

Onu da ekleyin hesaba.

‘OLAĞAN ŞÜPHELİ’ LİSTESİ

Şimdi masamızdaki kabarık komplo pusulasının üstünden geçelim.

Sağ salim ele geçirildi, tetikçi belli, Abdulgadir Masharipov.

Dili çözüldü, emri Rakka’daki sözde ‘emir’inden aldığını beyan ediyor.

Yani alt taşeronun kim olduğu da kesinleşti, IŞİD’den başkası değil.

Geriye ihaleyi veren ‘üst akıl’ı tespit etmek kalıyor.

Şıklara bakalım...

Esad’ın Muhaberat’ı, zan altındakiler sıralamasında birinci sırada.

İkinci şüpheli İran gizli servisi.

Üçüncülüğe Rus istihbaratı oturuyor.

Şu tabloda dördüncülüğü ancak almaz mı CIA?

BİLMEDEN DİZ ÇÖKMEYELİM DİYE

Bize boyun eğdirmek, diz çöktürmek isteyen bir ‘üst akıl’ varsa bu bir tane değil.

Komşum Özkök’ün sunduğu gibi, bir değilse ikidir de değil.

Madem diz çökmeyeceğiz...

Yağmurdan kaçarken doluya yakalanmamak için... Reina’da bizi vuran terörün perde arkasındaki ‘efendisi’ni doğru teşhis etmek zorundayız.

Allah ketenpereye gelmekten sakınsın, istemeden asıl azmettiriciyle masaya oturmuş bulabiliriz kendimizi.

‘Üst akıl’ tek mi, ikiden çok mu diye üstelememin nedeni budur.

‘Çoklu üst akıl’ teorisini fantezi olsun, komşuma şenlik çıksın diye ortaya atmıyorum.

Bakmayın, o da agresif trollere top kaldırma hınzırlığından yapıyor ‘tek mi, çift mi’ kızıştırmalarını.

Karşı mahalle ‘Atlantikçilerle Avrasyacılar’ diye ikiye bölünüp kapışsın, o da kenardan tadını çıkarsın istiyor.

KİM KİMİ AKLAMA PEŞİNDE

Neyse ki... ‘Üst akıl’ deyince aklınıza sadece ABD gelmesin... Bakın Esad da sağlam pabuç sayılmaz, Putin de tekin görünmüyor, hele İran’ın ipiyle kuyuya hiç inilmez... Kime ‘kurtarıcı’ umuduyla sarıldığımıza dikkat edelim diye uyardığım için...

Gerçek ‘üst akıl’ı aklamakla suçlamıyor komşum beni.

Bunun öbür ‘üst akıl’ları aklamaya çalışmak anlamına geleceğini biliyor hiç değilse.

Yazının devamı...

Rövanşist misin demokrasiyi mi savunuyorsun?

19 Ocak 2017

Ha ‘çift başlılığı ortadan kaldırıyoruz, devlet yönetiminde ikiliğe son veriyoruz’ demişsin...

Ha ‘tek adamcılık getiriyoruz, parti devletine geçiyoruz’ demişsin...

Birinde tersinden, diğerinde düzünden söylemiş oluyorsun, aynı şey.

Çift başlılığı kaldırınca zaten rejimi ‘tek adam’cılaştırmış olmuyor musun?

RÖVANŞİZMİN DEĞİRMENİNE SU TAŞIMAK DEĞİLSE NİYETİN

Bir parlamenter sistem propagandistinin asla düşmemesi gereken bir yanılgı bu.

Başkanlık propagandacılarının kolay yoldan Atatürk’lü, İnönü’lü argümanlara sarılmasına yol açarsın.

Yapacağın tek şey de o dönemin kendine özgü şartları, özel koşullarıyla açıklamaya çırpınmak...Yani kendi tek adamcı, parti devletçisi geçmişini haklılaştırmaya çabalamak olur.

O zamansa karşına bu dönemin özel şartları, özgün koşulları çıkarılır.

İşte zokayı o an yutarsın.

***

Sen, karşı tarafı sıkıştırayım derken...sayende mücadele gelir şu argümana sıkışır.

Senin ‘tek adam’ rejimin kötü, benim ‘tek adam’ rejimim iyi...

Senin ‘parti devleti’n gayrimeşru, benim ‘parti devleti’m meşru...

Senin tahakkümcü devr-i iktidarın haksız, benim tahakküm gerekçelerim haklı...

Yenişme olmaz, en fazla ödeşme tadı bırakır ağızda.

Geçmişin hatıraları depreşir, rövanş duyguları canlanır, hatlar karışır...

Şu motivasyonun devreye girmesine sebep olursun.

Parlamenter sisteme ‘hayır’ demekle CHP’ye ‘hayır’ demek eşitlenir.

Cumhurbaşkanlığı modeline ‘evet’ oyu vermek, CHP’nin çağrıştırdığı eski Türkiye’ye ‘hayır’ demekle eş anlamlı hale gelir.

Sonucu tahmin edersin.

‘TEK ADAM’CILIĞI SEVDİRMEK DEĞİLSE NİYETİN

Öyle bir kısırlığa çekersiniz ki birbirinizi...

Bilmeyen; biriniz başkanlığı, biriniz parlamenter sistemi değil de...karşılıklı kendi tek adamcılığınızı sevdirmeye çalışıyorsunuz zanneder.

Kendi parti devletinizi şirin göstermek için yarışıyorsunuz zanneder.

Oysa senin görevin başkanlıktan caydırmak, parti devletini kötülemek... Kendi parti devletinin üstünlüğünü kabul ettirmek değil.

Karşındakinin görevi de çift başlılıktan nefret ettirmek, başkanlığa ikna için parlamenter sistemden soğutmak... ‘İyi huylu’ tek adamlığı benimsetmek, kötünün iyisine razı ederek kendi parti devletine ısındırmak değil.

Ama tartışma senin basiretsizliğin yüzünden rayından çıktı mı, bunları ayırt edecek kimse bulamazsın.

Alt edeyim derken altta kalırsın.

***

Polemik ağzında aynı kapıya çıksa da...aslında ‘çift başlılık’ üzerinden mi, ‘tek adamcılık’ üzerinden mi modelini savunduğun çok fark eder.

Başka hiçbir şeye faydası olmasa bile şöyle bir hayrı dokunur.

Tartışmayı sen mi ben mi, CHP mi AK Parti mi kavgasından çıkarır.

Başkanlık mı, parlamenter sistem mi; ona karar vermeye bakar.

SENLİK-BENLİK SİLAHI SANA DÖNER

Araya sen-ben davası girmezse...

Senin haksızlığın beni haklı çıkarmaya, senin karalığın beni parlatmaya yetmez.

Senin geçmiş dönem ‘milli şef’ modelinin sevimsizlikleri, benim bugünkü modelimi sevimli kılmaya kafi gelmez.

Sen yönetince kötü olan benim iktidarımda iyi, sen yapınca yanlış olan bende doğru olmaz.

***

Karşıdan bir örnekle anlatayım.

Hızını alamayan bazı troller, başkanlığın ekonomik yararlarını Putin Rusya’sı yerine İnönü Türkiye’sine kıyasla anlatıyor.

‘Demir yumruğu kurtarmadı, sürüklediği ambargo altında Rusya her geçen gün fakirleşiyor, halkın yarısı gıda ve kıyafet alamıyor. Biz başkayız, dolarla vuruyorlar gene ayaktayız’ diyeceklerine...

‘2. Dünya Savaşı’nda, savaşan ülkelerde bile fiyatlar yüzde 200 artmışken, Türkiye’de artış yüzde 500’e yaklaşmış...Kim vardı başta, İnönü’yle CHP...’ diyorlar.

Eğer sen...

‘70 yıl önce daha berbattı deyip dünü kötülemek, bugünün performansını en iyi yapmaya yeter mi’ diyeceğine...

Oltaya gelir de İnönü devrinin ekonomik başarılarını kanıtlamaya yeltenirsen geçmiş olsun.

Yazının devamı...

Atatürk'lü İnönü'lü başkanlık savunmasına örnek

18 Ocak 2017

Birinci turda, Meclis’teki konuşmalardan aklımda şu kaldı.

İçinde Atatürk ve İnönü geçen argümanları Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da kullandı, Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz da.

İkisi de geçmişten örnek getirdi.

Fakat biri isabet ettirirken diğerininki ters tepti.

Bozdağ yanlış yaptı, Yılmaz doğrusunu gösterdi.

AK Parti konuşmacılarının, aradaki farktan ders çıkarabileceği keskin bir kontrast oluşturdular.


BOZDAĞ’IN ATLADIĞI REALİTE
Bekir Bozdağ, ‘tek adam rejimi kuruluyor, parti devletine geçiliyor’ eleştirilerine cevap yetiştirirken başvurdu o cümlelere.

“Atatürk’ün, İnönü’nün yaptıklarını yapıyoruz, o dönemin uygulamalarına geri dönüyoruz” mealinde şeyler söyledi.

Oysa en hızlı Atatürkçüler bile, il başkanlarının vali olduğu ‘parti devleti’ uygulamalarını savunmuyor bugün.

En fazla günün koşulları öyleydi, şartlar zorladı filan diyorlar.

En ateşli ‘Milli Şef’çiler bile tek adamcılıkla övünmüyor.

Aksine ‘çok partili dönemin kapılarını İsmet Paşa açtı, CHP açtı’ diye gururlanıyorlar.

Baykal dahi CHP’nin tek adamcılık ve parti devleti geçmişine sahip çıkmadı konuşmasında.

O mirası muhafazakâr kesimin kötülemediği, hayırla yâd ettiği hiç oldu mu?

Ne savaş şartları ne istiklal mücadelesi koşulları ne devrin otoriter rejim modası... Hiçbir mazeret, muhafazakârların gözünde tek adamcılığı meşrulaştırmadı, parti devletçiliğini doğru yapmadı.

Hâlâ buğz ederek anmıyor, hâlâ çağrışımlarından yaka silkmiyor, hâlâ tahribatından illallah etmiyorlar mı?

Kutuplaşma dediğimiz kavga bile o dönemden bize miras kalmadı mı?

O günün koşullarından dolayı tek adamcılığı, parti devletçiliğini hoş gören bir tabanı olsaydı, Bozdağ haklı olabilirdi.

‘Bugün de kurtuluş savaşı veriyoruz, bugün o günün koşullarında yaşıyoruz, yine beka sorunumuz var’ demek işe yarayabilirdi.

Ama kazın ayağı öyle değil.

Bozdağ, bu basit gerçeği ihmal etti.


YILMAZ NEREDEN TUTTURDU?
Aynı hataya düşmedi İsmet Yılmaz, ‘suimisal emsal olmaz’ deyimini unutmadı.

‘Kötü örnek, örnek değildir’ ilkesinden hareket etti.

İlla Atatürk ve İnönü dönemleriyle bir benzerlik kurulacaksa onu doğru yerden kurmaya çalıştı.

En doğru analoji, Atatürk’le İnönü arasındaki anlaşmazlıklar, uyuşmazlıklar, yetki çatışmaları üzerinden yürüyebilirdi.

‘Silah arkadaşı oldukları halde Cumhurbaşkanı Atatürk’le Başbakan İnönü arasında ikilik çıkmadı mı, çift başlılık sorun olmadı mı’ dedi.

Ve taşı açtığı gediğe oturttu; ‘işte bu ikiliği, bu çift başlılığı ortadan kaldırmak için anayasayı değiştiriyoruz’a bağladı.


CHP KARŞIYSA DOĞRU MUDUR?
Eskiler ‘mugalata’ derdi, bir toptancı demagoji yöntemi var.

Karşınızdakinin fikrini çürütmek için kendisini şeytanlaştırmaya girişirsiniz.

‘Geçmişinde tek adamcılık, parti devletçiliği var, CHP kötüdür... Öyleyse CHP’nin karşı çıktığı her şey doğrudur, sunduğu her gerekçe yanlıştır’ mantığı böyledir.

CHP’nin yanlışlığı, AK Parti’nin doğruluğunu göstermeye yeter sanmaktır.

Özetle; ikinci tur AK Parti konuşmacıları kendi modellerinin neden doğru olduğunu anlatsalar... CHP’nin ne kadar yanlış olduğunu ispata uğraşmaktan daha etkileyici, daha inandırıcı, daha ikna edici gelmez mi?

Yazının devamı...

Başkanlığa Putin de karşıymış

15 Ocak 2017

“Üst akıl FETÖ, tetikçi PKK”.

İzmir’deki adliye saldırısını soruşturan savcılığın ulaştığı bulgulara dayanıyor haber.

İnanır mısınız, inanırım.

* * * 

Star gazetesi, Reina saldırısından FETÖ’nün parmak izlerinin çıktığını yazdı.

O da soruşturma dosyasına dayandırıyor haberi.

Altından FETÖ çıksa şaşırır mısınız, şaşırmam.

* * * 

FETÖ kılıktan kılığa girebilen bir bukalemun, her terör örgütünü taklit edebilir.

Onların kılığına girebildiği gibi içlerine sızarak eylemlerini yönlendirebilir de.

Olmayacak şey değil.

* * * 

Fakat başka ‘üst akıl’lar olabileceğine de inanırım.

Esad, borazanı devlet TV’sine tellal çıkarıp IŞİD’e sızdıklarını, eylemlerini kontrol ettiklerini itiraf etmedi mi?

Şam rejiminin sesi olan bir milletvekili, Reina katliamını davulla zurnayla üstlenen bir ifşaatta bulunmadı mı?

‘IŞİD burnumuzun dibinde, Şam’ın eteklerinde ama bombaları Türkiye’de patlatıyor, istihbaratımız tarafından yönlendirildiğini artık anlayın, bizimle çalışmadan durduramazsınız’ mesajı vermedi mi?

‘Duyduk duymadık demeyin, muhatap biziz’ demeye getirmedi mi?

Peki Esad’ın da kendi çapında bir ‘üst akıl’ olabileceğine neden inanmıyorsunuz?

PERİNÇEK’TEN ALIN HABERİ

AYDINLIK gazetesi, çarşamba günü Doğu Perinçek imzalı bir yazıyı çekti manşetine.

Putin de Erdoğan’ın başkan olmasını istemiyor diyor.

“Çin ve Rusya istemiyor” başlığının hemen altında şu cümle vardı:

“Çin ve Rusya, cumhurbaşkanlığı sistemini Türkiye’de istikrarsızlık ve güvensizlik olarak değerlendirmektedir...”

İnanır mısınız, inanırım.

Peki Şam rejimi IŞİD’e sızdıysa Moskova’nın da haydi haydi sızmış olabileceğine niye inanmakta zorlanıyorsunuz?

Rusya’nın da hayli iddialı bir ‘üst akıl’ olabileceğine neden ihtimal vermek istemiyorsunuz?

* * * 

Varsa da yoksa da Batılı güçler; AB, ABD, NATO...

Neden Moskova’nın da içimizi karıştırma kabiliyetine sahip olduğuna inançsızlık çekiyorsunuz?

Süper güç ABD’yi siber saldırılarla karıştırabilen, başkanlık seçimlerine burnunu sokabilen, orada bile siyasi kaos ve kargaşa çıkarma kapasitesi sergileyebilen Rusya... Bizim başkanlığa geçiş sürecimizi mi manipüle edemeyecek?

ABD’YLE RUSYA AYNI SAFTA YANİ

Esad’ın adamı Halid Abbud’un IŞİD ifşaatını yazdığımda çapraz taciz ateşinde kalmıştım.

Bir tarafta ‘üst akıl’ın tek olduğuna kesinkes inananlar...

‘Üst akıl tek değil’ dediğim için ‘üst akıl’ın hizmetinde bir hain olduğuma hükmetmişlerdi.

Diğer tarafta Avrasyacı kesin inançlılar...

Onlar da Rusya’yla yakınlaşmadan rahatsız, satılmış bir ‘üst akıl’ uşağı olduğuma karar vermişlerdi.

Esad’ın bu taraklarda bezi yoktu, Putin’se haza melek...

* * * 

Hani tüm şeytanlık ABD’deydi, AB’deydi, NATO’daydı...

Başkanlığın önünü kesmek için IŞİD’i, PKK’yı, FETÖ’yü harekete geçiriyor, dolarla vuruyorlardı...

Hani kurtuluş Rusya’ya, Çin’e açılmaktaydı, Şanghay Beşlisi’ndeydi...

Anti-Amerikancılığın, AB ve NATO karşıtı ulusalcılığın ağababası, Avrasya ekolünün piri, Rusya ve Çin muhiplerinin önde gideni Perinçek ne diyor şimdi?

Meğer Rusya ve Çin de kendilerine bakmadan bizde başkanlık sistemine karşılarmış.

İstikrar, güvenlik, birlik ve beraberlik demir bir yumrukla sağlanamaz diyorlarmış.

Israr edersek Doğu’da da kapılar yüzümüze kapanacakmış.

Batı’dan kopmamızın en ateşli savunucularından biri söylüyor bunu.

Şeytanlaştırdığı ABD’den, AB’den farkları ne?

* * * 

Bütün terör örgütlerinin tek bir şefe bağlı çalıştığına, IŞİD’le PKK’nın da alt taşeron FETÖ emrine girdiğine inanır mısınız hâlâ?

Başımıza gelen her fenalığı tekil bir ‘üst akla’ bağlama rahatlığı, gözümüzü bağlamasın.

Dünya Erdoğan’ın başkanlığına karşı birleşmediyse şayet...

Bir teori daha var, o da ‘çoklu üst akıl’ teorisi.

 

Yazının devamı...