(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Zeynep Koçak" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Zeynep Koçak" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Zeynep Koçak

Zeynep Koçak

Murat Boz sendromu
23 Nisan 2016

Yoğun geçen bir film süreci oldu, biraz ara vermek zorunda kaldım (elleriyle gözlerini kapatan maymun).
Şimdi hiç uzatmadan konuya girmek istiyorum (gülen bok).
Çok heyecanlıyım çünkü yeni bir şey deneyeceğim (32 diş emoji).
Şimdi şöyle oldu; bir arkadaşımla muhabbet ediyorum, konu arkadaşımın hayalindeki erkeğe geldi. 
“Oyuncu ya da müzisyen olsun ama gelecek vaat etsin, basına benimle poz vermekten kaçınmasın, Instagram’da hep benim fotoğraflarımı paylaşsın, sadece beni takip etsin (Murat Boz sendromu), beni sürekli tatile çıkarsın ama hesabı o ödesin” gibi yazarken onun adına utandığım berbat kriterler falan derken, konu Mehmet Turgut’un “Koza” adlı sergisine geldi. 
Sergide hayalindeki kadını yaratmak istemiş. Kadınlar cıbıl cıbılmış, vay efendim niye cıbılmış, Mehmet Turgut’un hayalindeki kadın en azından bir don sütyen giyeymiş diye konuşurken, bir saat sonra sergideydik. (Bu arada sergi muhteşem...)
Mehmet Turgut’la ufak bir sohbet sonrası aklımda olan bir köşenin ilk konuğu olur mu diye sordum. (Ekşi Sözlük’te onunla ilgili girilen olumsuz entry’lere cevap verecekti.) 
Tereddütsüz kabul etti. Buyrun...

EKŞİ CEVAP
Yorum: Fotoğrafçılık dünyasının Serdar Ortaç’ı olan şahıs... (konuşmaz yazarım)
- Birincisi Serdar Ortaç benim tanıdığım, işine saygısı olan, sıfır ego bir insan. O yüzden bu yorum açıkçası bana koymaz. 
Bir de benim için üç şey söylüyorlar. Birincisi fotoğrafın Ara Güler’i, ikincisi fotoğrafın Serdar Ortaç’ı, üçüncüsü fotoğrafın Ozzy Osbourne’u.
Üçünden birini seçecek olsam sıralama bir Ara Güler, iki Ozzy Osbourne, üç Serdar Ortaç. 
Bir de benim için popüler kültüre hizmet ediyor diyorlar. (Bu arada popüler kültüre karşılar çünkü aslında hepsi orada olmak istiyor...) Ama ben geçen hafta bu sergiyi açtım, konu kapandı.
Bir süre sonra yine tanınmış insanlarla çalıştığım için aynı şeyi söyleyecekler sonra ben yine bir sergi açacağım, yine konu kapanacak.
Yorum: Son derece itici, samimiyetsiz ve dikkat çekme çabasını fazla fazla göze sokuyor... (pillowfromhome)
- Sanırım gece bir rock barda görmüştür beni bunu yazan kişi. Yani benim rahat olmam ve etraftakileri sallamamam insanlara dikkat çekme çabası olarak gelebilir. Ya zaten bu Ekşi Sözlük’ün ilk sayfalarına bak, hepsi olumludur; “Vay kimsenin bilmediği underground fotoğrafçı” filan. 
Ben İstanbul’a geldikten sonra değişti bu yorumlar. Yani kendileriyle de çelişiyorlar. Zaten ben işin puanını şurada verdim; İtalya’da bir markanın reklam yüzü oldum, sonra reklamımı Ekşi Sözlük’te gördüm, o günden sonra çok ciddiye almamaya başladım sözlükleri. Hem gömüyorlar hem reklamımı yapıyorlar!
Yorum: Ağır uyuz olduğum bir abimiz. Ama nasıl yani böyle... (disease)
- Abimiz demiş kendisiyle çelişmiş!
Yorum: Başkalarını taklit etmekten varlığı buharlaşma derecesine gelmiş biri... (sadefeyn)
- İstanbul’a ilk geldiğimiz yıllarda Beyoğlu’nda küçük bir stüdyo tuttuk, iş yapmaya çalışıyoruz. Bize işler geliyor dergilerden, “Biz konsepti kurduk gelin çekin” diye. Sonra bir baktık yorumlar geliyor, “Bu prodüksiyon şuradakinin aynısı” diye. Ama haberimiz yok. 
Sonra dedim ki “Biz konsepte karar vermeyeceksek hiçbir dergi fotoğrafını çekmiyoruz”...
Sonra da A46 dergisini çıkarmaya başladık. Dergide bugüne kadar 400 farklı konsept yaptım, bir tanesine de diyemezler ki “Bu taklit”...
* Çizerimiz Cem Özüduru’ya sonsuz teşekkürler...

Yazının devamı...
Borcu geri isteme ritüelleri
9 Nisan 2016

Ne kadar izlendi, tepkiler nasıl filan... 
Aklım tamamen orada olduğu için bugün de “Küçük Esnaf” filminden esinlenerek iki konuyla ilgili yazmak istedim. 
Kına gecesi: Eyes Wide Shot’tan zerre farkı yok bence. Yani onun Türk versiyonu. Karanlıkta ellerde mumlar, kızın kafada tülbent, şarkılar eşliğinde kızın etrafında dönmeler...
Garip bi ritüel. Ama en garip yanı manik depresif bir gece olması. Bir yandan ağlanırken iki dakika sonra “ulan kakaladık kızı” coşkusuyla çılgınca oynanmaya başlanıyor. 
Borcun geri istenmesi: Bir nevi psikolojik savaş. Borç veren taraf çeşitli imalarla borcu geri istemeye çalışır, diğer taraf da vermemek için elinden geleni yapar. İşte örnek bir diyalog ve deşifresi...
- N’apıyosun, nasıl gidiyor? (Soruyorum ama umarım konu borcuma gelmez...)
- Nasıl gitsin be Ahmetcim, çok çalışmak zorundayım bu aralar. Ek iş alıyorum hep (Yani paramı geri ver Ahmet)...
- Ya sorma ben de aynı durumdayım (Yani o parayı o kadar kolay geri alamayacaksın canım)...
- Bu kadar çalışıyoruz da değse bari, 3 kuruş para alıyoruz (Yok ben net kararlıyım)...
- Hele ben? Çocuklarımı göremiyorum bir aydır 5 kuruş fazla kazanayım diye (Peki bu duygu sömürüsü şovuma ne diyeceksin)...
- Kredi kartı borçlarımı ödesem rahatlayacağım da (Görüyorum ve artırıyorum canım)...
- Valla ben ödeyemedim, eve haciz gelecek herhalde (O parayı geri almak o kadar kolay mı be Muratcım)...
- (...sessizlik) (Hoşçakal paralar)...
- Aylin’den borç isteyeceğim, belki kurtarırım durumu (Uzun bir süre benden uzak dur)...
- İste Ahmetcim, iyi fikir (ben yandım Aylin de yansın)... 
- Sana da mahcup oldum, borcunu ödeyemedim daha (Yoo hiç mahcup değilim)...
- Ya saçmalama, unuttum bile ben onu (Asla pes etmeyeceğim)...
Aslında çok şey var yazacak ama yerim dar be arkadaşlar. Öperim.

Yazının devamı...
Beni tedavi etsinler
6 Nisan 2016

Ama bir o kadar da gerginim. Çünkü yarın “Beyaz Show” var ve ben;
- Selam Zeynep...
- İhihihi...
- Nasılsın?
- İhihihi...
- Filminiz çıkmış... 
- Ehüehü ihihii...gibi cevaplarımla karşınızda olacağım.
Arkadaşlar, ben seyirci karşısında tam anlamıyla bir embesile dönüşüyorum. Çok Güzel Hareketler döneminde, sahneye çıkmadan 2 dakika önce kulisteki tuvalete kusuyordum. Sürekli bir rezil olacağım gerginliği... 
Ama bir nedeni var tabii. Simdi hep birlikte çocukluğuma inelim.
Yıl 2001... 19 yaşındayım. Piyano kursuna başladım. Kurstaki herkes çalıştığı parçaları bir resitalde çalacak. 
Neyse; büyük gün geldi.
Piyanonun başına geçtim. Yanımda da hocam oturuyor, ben çaldıkça sayfayı çevirecek. İki nota bastım... Parçayı o an unuttum... Gitti yani...
Döndüm seyirciye “Ehehehü pardon ya” dedim.
Hocam bir yandan sakin ol filan diyor. Tekrar iki nota bastım. Yok... Yok yani.. 
Hoca yine sakin ol filan demeye başladı. O esnada seyirciden bi ses: “Bravo Zeyneeeep...” 
Allahım annem... Alkış başlatmaya çalışıyor salonda. Ben sürekli aynı iki notaya basıyorum. Rezalet şov var sahnede. Hoca hâlâ sakin ol sakin ol diyor. 
“Ne sakin ol ya... Ne sakin ol sabahtan beri... Madem yeteneksizim niye teşvik ediyorsun” diye çemkiriyorum kadına!
O esnada baktım sahne arkasında 9-10 yaşında çocuklar toplaşmış “ehüehü” diye gülüyor. 
Ben yok olmak istiyorum. N’apsam diye düşündüm yok olmak için. Arkadaşlar bir saniye sonra hiçbir şey demeden kalktım, sahneden eve kadar koştum.
O gün bugündür ben seyirci karşısında black out oluyorum. Mecbur kalmadıkça hiçbir yere çıkmıyorum. 
Ve buradan bütün psikologlara sesleniyorum. Beni tedavi etsinler. Sevgiler...

Yazının devamı...
Belli ki fakirsin beni oyalama
2 Nisan 2016

Denediği kıyafetin kendisine yakışmadığı konusunda tezgahtarı ikna etmek: Arkadaşlar neden? Neden ben çalışan birini ikna etmeye çalışıyorum? Yani ona kalsa ben Adriana Lima’yım, her giydiğim aman tanrım nasıl güzel oluyor.
Yaklaşık herkesle şu tarz diyaloglar yaşıyorum:
- Iımmm ya bunun burasından etlerim şey oldu... 
- Yooo, bakiim... Hayır tamamen size öyle geliyor. 
- Ama hanımefendi baksanıza...
- Yok yok hiç alakası yok, aksine sizi zayıf gösterdi.
- Hayır a...
- Şşşt bu konuyu kapatıyoruz.
- Ama b...
- Duymuyoruuum duymuyoruum (kulaklarını tıkar) lalalalalalala...
“Bunların hiçbirini almıyorum” demeden önceki gerginlik: 
Bakın yemin ediyorum sanki sevgilimden ayrılacağım, o kadar stres oluyorum o lafı söylerken. Gerçekten hiçbir farkı yok. Önce alıştıra alıştıra konuya girersin. “Ya ürünleriniz çok güzel” vs... 
Sonra esas konuyu çok üzgün bir tonda araya sıkıştırırsın: “Ama ben alamicam bunları...”
Ve finalinde teselli bahanesi söylersin: “Gerçekten sorun sizin kıyafetlerinizde değil, benim vücudumda”, “Bu kıyafetler daha iyilerine layık” vs...
Baktığın eşyaları görevlinin arkandan gelip düzeltmesi:
Ben çok tedirgin oluyorum bu durumlarda. “Ulan acaba yanlış bir şey mi yapıyorum?” diyorum. Çünkü 1 metre ötemde duran, suratı beş karış biri bana “Ben topluyorum, sen bozuyosun” hissi veriyor. Psikolojik baskı yapıyor resmen.
Sanki birazdan gelip “Süpür lan yerleri. Ayakkabıyla mağazaya giriyorsun. Pissslik” diyecek. 
Bir de çeşitli bakışlar atıyor bunlar: “Belli ki fakirsin, beni oyalama” bakışı... “Şurada mesaimin bitimine kaç dakika kalmış, gelene bakın” bakışı... “Arkadaşım ben sattığım parça başı komisyon almıyorum, beni yorma” bakışı...
Ama tüm bunlara rağmen alışveriş candır.
Hadi bir “Devil Wears Prada” izleyin de gaza gelin. Öperim...

Yazının devamı...
Trip atmak her yerde işe yarıyor
30 Mart 2016

Çünkü günün sonunda geriye kalan, alınan muhteşem şeylerdir.
Yaşanan gerginlikler hemen unutulur.
Oysa ki alışveriş yapmak bi kadın için kabusa da dönüşebilir.
İşte bu gerginliklerden bazıları...
Mağaza çalışanının seni gezerken takip etmesi:
Daha sinir bozucu bi şey olamaz.
Bazen rahat dolaşabilmek için önce reonların arasına saklanıp izimi kaybettiriyorum.
Arkadaşlar alışveriş diil baya belgesel çekiyoruz ya.
Tezgahtar, mağazadaki avlar içinde en paralı gözükeni takip etmeye başlar.
Av her ne kadar izini kaybettirse de kimse bu mağazayı tezgahtar kadar iyi bilmemektedir.
Rahat bir nefes aldığını sanıp elini bir pantolona götüren av ansızın ‘onlar 5 lira efendim.
İsterseniz size 36’sını getiriyim. Olmadı 38 bakarız. Yeni geldi bunlar. En çok satan ürünümüz.
Bir de pembesi var bakın ne kadar da harika. Eniyisibundan-dabita.................” gibi, gitgide hızlanan bi konuşmayla irkilir. Artık çok geçtir.
Av tezgahtarın bu tek tonda ilerleyen ve bitmeyeceği
belli olan konuşmasıyla hipnotize olmuştur.
Ve av için pes etme zamanı gelmiştir.
Çünkü az sonra kendini, elinde 10 tane pantolonla tezgahtarın peşinden soyunma kabinine giderken bulacaktır...
Tezgahtarın size sürekli mağazadaki en berbat şeyleri tavsiye etmesi:
“Bakın bu ürünümüz çok güzel”le başlayıp sanki “aman bunu görmezseniz olmaz, bakın çok nadide bi parça” hissi uyandırıp, en son mağazanın en ücra köşesinde 2013 yaz sezonundan kalmış, artık dampingde zirveye ulaşmış yüzde 50 artı yüzde 20 artı kalanın bir tam 5 bölü 3’ü gibi bi indirime girmiş ürünü tavsiye etmelerine kadar gidiyo bu durum.
Bazen “ııı hanımefendi pardon lakin b.k gibi ürünler getiriyorsunuz” demek istiyorum ama arkadaşlar ben “yok ya” diyince bile tezgahtar bana trip atıyor.
Resmen trip yiyorum.
“hmm... hı hı... neyse...” gibi nidalar.
Utanmasa “Bu konuyu evde konuşucaz” filan diyecek.
Peki nihayetinde daha adı konmamış renkteki bi elbiseyi denemek zorunda kalıyo muyum, kalıyorum.
Trip atmak her yerde işe yarıyor.
Tabii ki yaşanan gerginlikler bunlarla bitmiyor.
Pazar günü yazmaya devam edicem.
Saygılar.

Yazının devamı...
Ben senin biiiip
26 Mart 2016

Dedim “Abi senin aklın başka bi yerde mi?”
“Evet” dedi “Ben uzun zamandır kaçak iddaa oynuyorum. Benim ilkokul arkadaşım oynatıyo. Geçtiğimiz ay yüklü miktar para kazandım ama paramı vermiyo biiiip. Neredeyse 20 bin harcadım. Ama ben o biiiip’e ne yapacağımı buldum. Bi tane Rus kadın ayarlicam. Bu biiiip’i ayartacak, içkisine ilaç atacak. Sonra çırılçıplak soyup Belgrad ormanlarına atacak. Ben de bunun yanına gidicem, silahı dayıycam alnına... ‘Vercen mi lan paramı’ dicem ‘Ben senin biiiiiiiip, biiip herifi, ağzına biiiiiip biiiiiiip dicem, yalvartıcam, yalvarcak bana o biiip biiiip.” (biip’ler havada uçuşuyor)
“Rahatlican mı abi böyle yapınca” dedim.
“Şu an bile düşündükçe tüylerim diken diken oluyo. Benim tersim pistir. Bana yanlış yapılmaz” dedi...
Benim o an aklımdan geçenler: Çok da kısa mesafe geldik, şimdi tüm para verince sinirlencek kesin. Çattık ya. Ne zengin bi küfür haznesi varmış arkadaş. Dur bi bakiim çantama... Hah 10 lira.. Başkaa başkaa... Çanta çanta diil ki çöplük. Bu saç düzleştiricisini ne ara koymuşum... Biraz daha kurcalasam kuaförümü çıkarıcam. Yok başka para yok... Şurda durup bakkalda bozdursam mı... O zaman da dicek niye bindiinde söylemedin... Offf bu benim yokuşu görünce çıldırıcak kesin... 10 lirayı geçmeden ben insem mi şurda aceba.. Bu sefer de bunun için mi bindin dicek... 
Alllam napcam ben ya...
(Bu arada ışıklarda durduk...)
Hah buldum... “Aaaaaaaa şu Ediz diil mi ya... Abi dur dur vallahi Ediz bu... Ediz’in kulakları, Ediz’in burnu. Burnu kanca gibidir onun. Yazları burnuyla balık tutuyo. Net Ediz. Ay inanmıyorum ben de kaç zamandır onu arıyorum ulaşamıyorum. Borcu var bana abi, sen bilirsin. Sen şansa bak ya... O kadar insanın arasında baya Ediz... Ben burda iniim abi... Şöyle veriim ben 10 lira... Kolay gelsin...”
Kaç gündür 3. sayfa haberlerini okuyorum aldı mı intikamını diye...
Ve size gelmiş geçmiş en güzel intikam filmini öneriyorum. “Old Boy”... Ben böyle psikopat film seyretmedim, böyle intikam görmedim. En iyisi. Saygılar...

Yazının devamı...
Şeytan çıkarma
23 Mart 2016

Dolayısıyla bir yas havası hakim şu an. Ben ayrılık yaşamayı bir nevi şeytan çıkarmaya benzetiyorum. Exorsist filmindeki gibi her şey, birebir aynı aslında. 

Misal; şeytan genelde kızları tercih eder. İşte birinci benzerlik. Çünkü erkekler her zaman ayrılığı daha kolay atlatır. Filmimizde şeytan, kızın içine girer ve kız zamanla korkunç gözükmeye başlar. Tıpkı ayrıldıktan sonra kendini eve kapatan kızımız gibi.
Ayrılık sonrası inanılmaz yeme ve kilo alma, stresten ve aşırı miktarda Nutella’dan sivilceler, akneler çıkarma... Saç baş dağınık. Kaşlar, bıyıklar alınmamış. Berbat gözükür.
Sonra şeytan giren kızımızda garip hareketler başlar. Aşırı sinir, gerginlik... Kimseyi odasına yaklaştırmaz. Artık ailesi onunla başa çıkamaz hale gelir. Ayrılıktan sonra, ailesiyle yaşayan kızımız resmen yeniden ergenliğe girmiş gibidir. Odasına kapanır. Slow müziğe abanır. Sürekli ağlar. Anne ve babasına tahammül edemez.
Çünkü tek isteği Berk’tir. Berk’ten başka herkes yalandır, sinir bozar.
Ve işte tam bu durumda aile işin içinden çıkamaz ve bir peder çağırmaya karar verir. Bu da gerçek hayatta Ayşe’nin en yakın arkadaşı Buse’dir.
Peder günlerce gelip gidip dualar okur. Buse de günlerce gelip gidip Ayşe’yi teselli eder. Fakat tabii ki işe yaramaz.
Artık önemli bir hamle gereklidir. Peder cebinden haç çıkarıp kızın yüzüne yüzüne tutar. Kız bir anda çıldırır. Canı yanar, tepinmeye başlar. Yani Ayşe’nin en yakın arkadaşı Buse’nin, haçı temsilen eski sevgilisi Berk’in yeni kız arkadaşıyla çekilen fotoğrafını göstermesi gibi.
Ayşe’nin canı yanar mahvolur, çığlıklar atar, isyan eder, ağlar. Ama ayin başarılıdır. Çünkü Berk artık onun içinden çıkıp yeni sevgilisinin kalbine yerleşmiştir.
Ayrılıkla ilgili izlediğim en güzel film “Aşkın 500 Günü”... Bence gelmiş geçmiş en güzel aşk filmi... Şiddetle tavsiye ediyorum. Saygılar.

Yazının devamı...
Küçük Esnaf
19 Mart 2016

Haftaya cuma, yani ayın 25’inde iki yıldır yazımıyla uğraştığım ‘Küçük Esnaf’ filmi vizyona girecek.
Ne kadar heyecanlı olduğumu anlatamam.
Bu benim ilk filmim, ilk başrolüm.
Şimdilerde sürekli geçmişi düşünüyorum.
Mesela ilk yazmaya başladığım günü.
Yıl 2001...
Günlüğümden bi parça...
“Kendimden nefret ediyorum...
Allahın belası bu yerde neden hâlâ yaşıyorum ki...
Berbat insanların arasında, günden güne daha da hastalık bulaşıyor herkese, her eşyaya ve suratlarınıza bakıyorum da ne pis bi ifade var öyle. O kadar lanet ki... Sevemiyorum işte hiçbirinizi... Ama kimin umurunda...”
Bakar mısınız, ne berbat.
Yemin ediyorum her okuduğumda kafamı çimentoya filan gömmek istiyorum...
Bu nasıl bir ergenlik.
Hayır 2001 dediğin, üniversite.
Yani bu hangi ergenlik ki ortaokulda girip üniversitede hâlâ çıkamamışım.
Nazım Hikmet ilk şiirini 13 yaşında yazmış, benim 19 yaşında düştüğüm durumlara bak.
Sanırsın ki satanist, sanırsın ki iki dakika sonra kedi kesecek.
Nerdeeeen nereye...
Ben kısaca açıklayayım, nereden nereye olduğunu.
Ben üniversitede hukuk okudum, daha sonra yönetmen olmak için İstanbul’a geldim.
İstanbul’da Eser Yenenler’le tanıştım.
Eser benim yazabileceğime, benden daha fazla inandı ve kefil olup BKM’ye soktu.
BKM’de Yılmaz Erdoğan yazmayı öğretti ve ilerleyen yıllarda İbrahim Büyükak yoldaşım oldu.
İşte benim 3 Adam’ım.
Tabii ki bugünkü tavsiyem ‘Küçük Esnaf’ filmi olacak.
Bedran Güzel yönetti, biz yazdık oynadık.
Yol boyunca Seda Sertbaş, Nurdan Beşen, Umut Evirgen, Dilşad Şimşek ve birçok arkadaşımız destek oldu.
Bize bizden daha çok güvendi, inandı.
Hayatımın en güzel iki ayı oldu.
Umarım sizin de en güldüğünüz 110 dakikanız olur.

Yazının devamı...