Bir düşünün bakalım en çok neyin olmasını bekliyorsunuz? Bizim birer peri olduğumuzu, bütün fanilerin öğreneceği günü mü, yoksa Taci’nin köpek halinden kurtulup, insan görüntüsüne geri dönmesini mi? İşte bütün bu soruların cevabı için hep beraber Eylül ayının gelmesini bekleyeceğiz.
Sizler ekran karşısında sadece bizleri yani oyuncuları görüyorsunuz ama aslında bu dizi için çalışan o kadar çok abla ve abi var ki, saymakla bitmez. Bir kere her hafta bize senaryo yazıp yollayan her hafta hepimizi heyecanlandıracak meraklandıracak konular bulan bir Gamze abla var. Bütün ekibin ihtiyaçlarını karşılayan herkesin sorunlarıyla tek tek ilgilenen bir İnci (Kırhan) abla var. Sonra bize sürekli nerede, ne yapmamız gerektiğini söyleyen, hepimizin işi bitse bile, hiç işi bitmeyen ve çalışan dizinin yönetmeni Tülay abla var.
Özellikle Çilek ve Taci’ye ezber yaptırmaktan hiç sıkılmayan Başak abla, yaptığımız her hareketi takip eden Kurtuluş abla, Serpil abla... Gözünü bütün gün kameradan ayırmadan bize bakan Ömer abi, Şahin abi, Serkan abi, Gökhan abi. Bizi giydiren o çok beğendiğiniz şatoyu ve evimizi kuran Demet abla, Çiğdem abla, bize makyaj yapan Sevinç abla... Bitip tükenmeyen isteklerimize hep çözüm bulan Akın abi, Engin abi, saçlarımızı tarayan Fevzi abi ve daha adını sayamayacağım pek çok ekip arkadaşımız var.
İşte çok merak ettiğiniz bir soruyu daha cevapladım. İnci abla dizi başlarken biterken bir sürü isim yazıyor kim onlar diyen herkes artık onları tanıyor. Zaten her iş böyle değil midir? Hep iş bölümü yapılır. Kimileri daha çok göz önünde olur, kimileri işin mutfağında. Ama ortak bir amaç için elele verip çalışıldığı zaman hep güzel işler ortaya çıkar. Herkes işini en iyi şekilde yaparsa, bütün lokomotifler süratle ve sevgiyle çalışırsa o zaman o mutlu treni hiç kimse durduramaz.
Bakalım tatil ne demek
Tatil için yaptığınız planların hepsi de birbirinden ilginç. Meğer hepinizin vaktinizi iyi ve doğru değerlendirmek için ne güzel planları varmış. Hepsini burada yayınlamak imkansız ama İzmir’den gelen bir mektupta 7 arkadaş toplanıp, kendileri için tatil kelimesinin ne anlama geldiğini yazmış. Bakın neler söylemişler...
Nida Çamlı (9): Tatil demek daha çok yemek yemek, daha çok oyun ve daha çok uyku demek.
Nihat Yenişehirli (8): Tatil demek, çok sevmesek de çocuklarıyla oynamak zorunda olduğumuz ama deniz kıyısında evi olan komşularımıza gitmek demek.
Nihan Özler (9): Tatil demek, hiç bitmesini istemediğimiz güzel günlerin hemencecik bitmesi demek.
Tunç Bulut (7): Tatil demek daha çok oyun oynayacağım ve erken yatmak zorunda olmayacağım demek.
Filiz Songar (7): Tatil demek küçük kardeşimle daha çok oyun oynamak ve anneme daha çok yardım etmek demek.
Mehmet Sağlam (9): Tatil demek yüzmek, deniz ve sıcak demek.
Zeynep Yenişehirli (7): Tatil demek her zaman göremediğimiz ve yazlık evi olan akrabalarımızın yanlarında kalmak ve denize girmek demek.
Doğrusu hepinizin fikirleri harika. Bakalım benim içim tatil demek ne demek olacak, onu size dönüşte yazarım. Biz de Sylvio ile beraber bir süre yazılarımıza ara vereceğiz ama dönüşte konuşacak çok şeyimiz olacak... TEKRAR GÖRÜŞÜNCEYE KADAR HOŞÇAKALIN.
Benim de Miço adında bir uçurtmam vardı
Ben ilkokuldayken sınıfımızda en güzel uçurtma yapma yarışması düzenlenmişti. Canım babamla bütün bir haftasonu uğraşarak yaptığımız uçurtma, sınıfın en güzeli seçilmişti. Bir görseniz öyle renkli, öyle güzeldi ki. Çıtaları için yarım günümüzü harcayıp en iyisini bulmuştuk. Bilirsiniz, bir uçurtmanın güzelce havalanabilmesi için çok dengeli olması gerekir. Biz de babacığımla hesap kitap yapmış ve gerçekten birinciliği hak eden harika bir uçurtma yapmıştık. Adı da Miço’ydu. Aylarca onunla oyalanmış, onu gökyüzünün en yukarılarına, bulutların tepelerine çıkartabilmek için uğraşmıştım. İstiyordum ki benim MİÇOM bütün uçurtmalardan daha yüksekte olsun ve yanıma geldiğinde bana gökyüzünün bütün sırlarını anlatsın.
Hazır havalar hálá serin ve rüzgarlı iken bence hepiniz uçurtma uçurmanın keyfini tadın. FMV Işık Okulları’nda okuyan arkadaşlarınız bir araya gelmişler ve rüya gibi bir uçurtma şenliği gerçekleştirmişler. Gökyüzünde tam 162 tane rengarenk uçurtma vardı, gördünüz mü?
Sylvio'nun köşesi
Dengeli olalım
Alçakgönüllülük, cesaret, inanç, disiplin, güzellik, zeka hepsi bir kenara beni en iyi tanımlayacak özelliğim ‘denge’ olmalı. Çünkü düşünüyorum da gerek güzellik, gerek zeka, gerekse çalışkanlık ancak dengeli bir kişilikle bütünleşirse bir işe yarar.
Bebekliğimden beri bende bir aşırıya kaçma merakı var. Her ne kadar İnci beni sürekli uyarsa da ben bir türlü kendimi dizginleyemedim. Çok fazla yemeğe düşkün olmam ve bana bir şey olmaz demem, denizden hiç çıkmayıp ‘ben hiç üşümem’ diye etrafa hava atmam, bütün bir günü sadece uyuyarak geçirmem, ertesi gün hiç uyumadan devamlı oyun oynayıp koşmam normal mi yani?
İnci benim aşırı uçlarda dolaşarak, başkalarından çok farklı olduğumu kanıtlamaya çalıştığımı düşünüyor. Belki de haklıdır. Çünkü benim sevgide bile bir dengem yok. Sevdiğim zaman aşırı seviyorum ve dozu aşıyorum.
Hah işte DOZ kelimesi... İnci’nin en sevdiği kelimelerden biri. Ne lüzumundan fazla ne de az. Bana hep ‘Hayatta kuracağın ilişkilerde, yapacağın işlerde dozunu iyi ayarlarsan başarılı olursun’ diyor.
Yine üstüm başım karınca dolu, çimenlerde yatıyorum ve düşünüyorum... Her zaman olduğu gibi, İnci yine haklı. Çünkü sokaklarda sınırlarını iyi belirleyemeyen, ilişkilerinde denge kuramamış ve öylece başı boş gezen bir sürü başarısız arkadaşım var. Yazımın başında da söylediğim gibi sanıyorum hayattaki en büyük başarılardan biri de dengeli bir kişiliğe sahip olmak.
Kafanızı karıştırdıysam özür dilerim ama bence hepiniz bu konuyu bir düşünün. Karıncalar bana çok ilham veriyor; onlar da öyle ölçülü hareket ediyor, öyle dengeli çalışıyorlar ki hayret yani. Neyse bir süre yazamayacağım, çünkü ben de İnci’yle tatilde olacağım. HOŞÇAKALINNNN NNN...
Bana yazın olur mu
İnci Türkay / Kelebek - Hürriyet Medya Towers. Güneşli 34212 - İSTANBUL Faks: 0212 677 04 35
Sakın bu sözlere inanmayın. Bizim düşlerimizi gerçekleştirmemize engel olacak hiçbir şey yok. Bazıları buna ’Boş hayaller ya da fazla idealistlik’ diyebilir. ‘Çocuklar nasıl olsa büyüdüklerinde bu hayalleri unutacaklardır’ diyenler de var. Hatta hayattaki sihirlere, fantastik romanlara, ’Saçma sapan, hiç olmayacak şeyler’ diyenler bile var. Sakın onlara da inanmayın! Bence yaşadığımız dünyanın, daha çok hayal kuran ve daha idealist insanlara ihtiyacı var. Günün birinde insanoğlunun Mars’a gidebileceğine, aya ayak basacağına inananların da, büyük hayallerin peşindeki insanlar olduğunu sakın unutmayın. En son örnek olarak ünlü İngiliz yazar, J.K.Rowling’in yarattığı hayal kahramanı HARRY POTTER, hepimizin ilgi odağı oldu. Şimdi herkesin çok iyi tanıdığı Rowling’in, Harry Potter’ı yazmaya başladığı günlerde sadece çay içecek kadar parası, ama dünyaya yetecek kadar hayalleri vardı. Küçücük bir cafede, Harry Potter’ı yazmaya başladı. Onun sihirli dünyasına girebilmek için hepimiz kitabevlerine koştuk. Bütün serileri büyük bir heyecan ve keyifle okuduk. Sinemaya uyarlandığında, ilk film gişe rekorları kırdı.
Zamanda geri gidişleri inanılmaz
Şimdi serinin üçüncü filmi olan Harry Potter ve Azkaban Tutsağı sinememalarda. Emin olun sizler için en güzel karne hediyesi. Ben ilk gün izledim ve bayıldım. Sizi uyarıyorum, bu film diğerlerine göre birazcık daha korkutucu. Ama çok keyifli, insan film hiç bitmesin istiyor. Hele ‘Harry ve Hermonie’nin zaman döndürücü ile zamanda geri gitmeleri inanılmaz. İşte asıl macera orada başlıyor. Bir de, daha önce hiç görmediğimiz yeni kahramanlar var. Ben Prof.Sibyll Trelawney’e bayıldım. Film hakkında öyle çok şeyler yazmak istiyorum ki... Ama kendimi durdurmalıyım.
Bir tek şunu söylemek istiyorum. Kitabı okuduğum zaman beni en çok etkileyen cümle KARANLIKTA BİLE UMUT VARDIR YETER Kİ IŞIĞI YAKMASINI BİLİN cümlesiydi. Filmde de bu mesaj çok güzel yerine oturmuş.
Sylvio'nun köşesi
Taşınmak sürprizlerle dolu bir oyunmuş
Taşındık! Evet inanılması çok zor, ama biz artık başka bir yerde oturuyoruz. Bütün arkadaşlarım, geçerken bana salam ve peynir veren şarküteriler, poğaça ikram eden cafeler, hepsi ama hepsi geri de kaldı. Ve tabii FİONA...
O kadar üzüldüm ve sinirlendim ki, İnci’ye küstüm. Taa ki İnci bana olanları açıklayana kadar hayatım bir kabusa dönüşmüştü. Dün akşam üzeri beni karşısına aldı, uzun uzun konuştuk.
Taşınmak hakkındaki fikirlerim tamamen değişti. İnci, bana küçükken babasının işi dolayısıyla ne kadar çok taşınmaları gerektiğini anlattı.
Önce, o da aynı benim verdiğim gibi tepkiler vermiş. Ama sonra yeni yerler görmenin, yeni arkadaşlar edinmenin önemini kavramaya başlamış. Eski arkadaşlarıyla bağlarını da hiç kopartmamış. Onlarla mektuplaşmış. Eski değerlerini hiç kaybetmeden üzerine yenilerini eklemiş. Ve bütün bunlar onu çok olgunlaştırmış.
Hakikaten yaşadığım her şeyden zevk almak ve yeni başlangıçlar yapmak meğer ne kadar güzelmiş. FİONA’yla da konuştuk. Onunla artık bizim eve yakın bir parkta buluşacağız. Hem birbirimize anlatacağımız bir sürü yeni hikayelerimiz olacak. Burada bir bahçem var. Bahçede bir sürü kedi var. Ben onlarla iyi mi geçinmeliyim, yoksa kovalamalı mıyım bilmiyorum. Ama onlar her fırsatta benim mamalarımı yiyip, suyumu içiyorlar.
Bazen onlara güçlü bir köpek olduğumu göstermek istiyorum. Sonra karıncalar, bir görseniz, hepsi üstümde. İnci de onları eve taşıyorum diye bana sinir oluyor. Ama ben onların benimle böyle yakın olmalarından çok memnunum.
Sabahları kuş seslerini duyuyorum. Yıllardır bahçesi olmayan bir yerde yaşadığımdan bütün bunları unutmuşum. Kendimi ait olduğum doğanın kucağına bırakmak çok hoşuma gidiyor.
Şimdiden iki tane arkadaşım oldu. Onlara eski dostlarımı anlatıyorum. Onlar da, benim dostlarımla tanışmak için sabırsızlanıyorlar.
Sonra burada da bana güzel yiyecekler ikram edecek pastaneler ve lokantalar var. İşte artık böyle düşünüyorum.
Ve çok mutluyum.
Ama, yine de Fiona’dan aldığım bir mektup biraz hüzünlenmeme sebep oldu.
Okuyorum, hemen yan tarafta lütfen dinleyin:
Sevgili SYLVÄ°O,
Artık ben de senin güzel hislerine, nazik sözlerine cevap vermek istedim. Uzun zamandır aramızdaki bu güzel iletişim devam ediyor. Bunların açığa çıkmasının zamanı geldi galiba. Ama ben de birazcık utanıyorum. Biliyorsun, sessiz ve çekingenim. Her buluşmamızda içim titriyor. Hele sahiplerim, belki de annem, babam, yani Gamze ile Macit o pek sevgili kızları İldem’in yanına Amerika’ya gittikleri şu sıkıntılı günlerde benim hep yanımda olman, onlara olan özlemimi bana unutturdu. Sıcak sevgin benim ‘Sahipsiz kaldım’ korkularımı ve üzüntümü bir nebze olsun hafifletti. Hele hele onların olmadığı anneler gününü beraber geçirmemiz ve İNCİ’nin bizlere sahip çıkarak, bizi sirke götürmesi, benim için bulunmaz bir mutluluktu. Ben de seni görmek için hep sizin kapının önünde bekliyorum. Senin o yakışıklı yüzünü apartmanınızın cam kapısından görünce heyecanlanıyorum. Heyecanımı belli etmek istemiyorum, ama o uzun tüylü kuyruğum rahat durmuyor ve fırıl fırıl dönüyor.
Alımlı yürüyüşünü çok özleyeceğim
Bazen kapıdan bana hiç aldırmadan fırlıyorsun ve seni öpmeme bile fırsat vermiyorsun. Fakat birkaç gündür seni göremiyorum ve içimde büyük bir sıkıntı belirdi. Çünkü dün sabah bizim evden çıkınca hemen senin kapında bir yığın eşya gördüm. Onları koklayınca senin kokunu onlarda duydum. Kapının önünde bir kamyon vardı. Hemen o bildiğin müthiş hislerim senin gitmekte olduğunu anladı. Sen gidiyordun...Bunu anlıyorum. Acaba bu güzel arkadaşlığımız senin gitmenle son mu bulacak? Sonra yine komşumuz BONFİ telefon etti. Senin başka bir yere taşınmakta olduğunu öğrenmiş. Üzüldüm. Hem de çok üzüldüm, galiba geceleri kurduğum hayaller yıkılmak üzere. Belki ben de sahiplerimi kandırırabilirsem, pazar sabahları sizin evin yakınlarındaki parka gelirim ve orada eski günlerde olduğu gibi birbirimizi görürüz ve oynarız. Gözlerim çok doldu ve kıpkırmızı oldu, bunları saklamayı pek beceremiyorum. Sylvio, sen harika birisin. O parlak tüylerini, ışıltılı gözlerini, yakışıklı ve alımlı yürüyüşünü çok özleyeceğim galiba. Ne olur İnci’ye bunları anlatmaya çalış. Çok mutlu ol ve senin için çarpan bir FİONA kalbi olduğunu unutma...
FÄ°ONA TÃœREN
* FİONA’NIN MEKTUPLARI İÇİN GAMZE VE MACİT TÜREN’E TEŞEKKÜR EDERİZ.
Sevgili İnci abla, ben Ezgi 8 yaşındayım. Ankara’da oturuyorum. Ve benim bir kedim var. Sinirlenince veya sıkılınca yalayarak kuyruğunu kabartıyor. Tıpkı sincaba benziyor kuyruğu. Ben hayvanları çok seviyorum ve eziyet etmeyi sevmiyorum. Diğer insanların da hayvanları korumasını istiyorum.
Sevgilerimle, Ezgi Topuz
Selam İnci abla, Ben Bahar, 15 yaşındayım. Ben kardeşimle derslerimden dolayı hiç ilgilenemiyordum. O bana karşı soğumaya başlamıştı, hep beni şikayet ediyor, açığımı yakalamaya çalışıyordu. Aramızda yaş farkı olduğundan bana yapılan veya alınan bazı şeyleri de kıskanıyordu. Köşenizde yayınlanan kardeş hakkında yazılmış bir yazıyı başkasına okutmuş, daha sonra bana getirip ‘Oku abla da öğren!’ demişti. Ben de okuyup onun benden neler istediğini tam olarak anlamıştım. Yine de vakit bulamıyordum. Pazar günü sınavımı atlattım ve biraz rahatladım. Bugünümü de ona ayırdım. Sabah annemler gittikten sonra başladık oynamaya, her istediğini yaptım, aldım. Hatta size yazmaya onunla birlikte karar verdik. Onunla vakit geçirmeyi, konuşmayı çok özlemişim. Onu ne kadar çok sevdiğimi şimdi daha iyi anlıyorum. Bu sizin sayenizde oldu ve kardeşim Pınar size çok teşekkür ediyor, tabii ben de... :) Bu arada sizi çok seviyor, ‘Sihirli annem’ dizisini tekrarı da olsa seyrediyor. Evde onun sözü daha bir geçerli olduğundan ailecek seyrediyoruz ve bundan hiç şikayetçi değiliz. Her şey için teşekkür ederim...
Bana yazın olur mu
İnci Türkay / Kelebek - Hürriyet Medya Towers. Güneşli 34212 - İSTANBUL Faks: 0212 677 04 35
Hepinizin çok iyi bildiği gibi tam 500 bölüm Duma Duma Dum adlı çocuk programının ’İnci Abla’ sıydım. Her bölüm en az yirmi beş stüdyodan, milyonlarcası ise ekrandan ışıl ışıl bana bakıyordu ve her gün yeni bir şeyler öğreniyor, yeni bir şeyler öğretiyordum. Bu kış ise Dum Dünyası adlı yeni bir program yaptık. Biliyorsunuz programın içinde bir sürü eğlenceli ve eğitici yarışma vardı.
Bir programda su dolu bardakları üst üste koyarak en yüksek kuleyi yapma oyununu oynuyorduk. Bu dikkat ve konsantrasyon için çok önemli bir oyundu. Aynı zamanda çok da eğleniyorduk. Ama içi su dolu bardaklarla dengeyi sağlamak zordu ve bardaklar devrildikçe stüdyo sular içinde kalıyordu. Tabii biz bütün bunları hesaplayıp önlemler almıştık ama o gün her yer çok ıslanmıştı. Ben de ıslak zeminde neşeyle koşuşturan çocukları dikkatle izliyordum. Bir kayıp düşen olursa hemen koşup yakalayacaktım.
Tam kendimi iyice oyuna kaptırdığım bir anda birden çocuklar için korktuğum şey benim başıma geldi. Ayağım kaydı ve sert bir şekilde yüzüstü düştüm. Olay canlı yayında olmuştu. Hemen reklam arası verildi. Kimse bir şey anlamadı tabii.
Ela beni öperken duraksadı
Başımda kocaman bir şişlik oluştu. Ama yayını gayet mutlu bir şekilde bitirdik. Ertesi gün uyandığımda vücudumda bir gün öncesine göre bir sürü ağrı vardı ve pek çok yerim morarmaya başlamıştı. Özellikle başımda sağ kaşımın altına doğru ciddi bir morluk vardı. Görüntümden rahatsızdım ama nasıl olsa makyajla kapanacaktı.
Ben sabahları yayın öncesi hep konuk gelen çocuklarla oturur sohbet ederim. Onların heyecanını gidermeye çalışırım.
Ama o gün farklıydı. Beni yüzümdeki morluklarla görmesinler diye telaşla makyaj odasına giderken beni bekleyen kalabalık grup içinden küçücük bir kız çocuğu bana sarılmak için kucağıma koştu. Ela tam beni öpmek üzereydi ki birden duraksadı ve yüzüme garip garip bakmaya başladı. Hemen yüzüm için bir açıklamaya hazırlandım. O anda Ela bana ‘İnci Abla yüzünde bir gökkuşağı var’ dedi.
Evet, gerçekten de yüzümde bir gökkuşağı vardı.
O gün yağmur yağıyordu ve ben dünkü kazadan çok ama çok ucuz kurtulmuştum. İşte o zaman hayatımın güneş ışıklarıyla süslenmiş ve gökkuşağının tüm renkleriyle dolu bir hazine olduğunu anladım. Beş yaşındaki Ela, zaman zaman bulutların arkasına gizlenen güneşi görmemi sağlamıştı.
Saklambaç oynarken kardeşimi kilitledim
Merhaba İnci Abla, ben Kaan 10 yaşındayım. Mersin’de oturuyoruz. Programlarınızı seyrediyorum ve arkadaşlarım da ben de yazılarınızı okuyoruz. Hepsi çok güzel. Benim size anlatmak istediğim bir şey var. Küçük kardeşim Esin. O altı yaşında ve çok yaramaz. Benim arkadaşlarım ne zaman bize gelseler yanımızda durmak istiyor. Yanımıza gelmesi bir şey değil de yaptığı yaramazlıklar yüzünden ne rahat konuşabiliyor ne de eğlenebiliyoruz. Geçen hafta yine arkadaşlarım bize geldi. Her zamanki gibi Esin huysuzluğa başladı. Annem de biraz yanınızda dursun diye ısrar etti. Biz de anneme karşı gelemedik ama kardeşime bir ders vermeye karar verdik. Ona saklambaç oynayacağımızı söyleyip bunun değişik bir oyun olduğuna ikna ettikten sonra odasında beklemesini, ’Sobee’ lafını duyana kadar odadan çıkmamasını böylece en iyi saklanan oyuncu olacağını anlattık. O odasına girdi ben bir süre sonra işi şansa bırakmayıp kapısını kilitledim. Neyse işte biz epeyce oynadık ve artık arkadaşlarım gitmeye karar verdi. Ben hemen onun odasına gittim, aslında bu kadar zaman merak da etmiştim ama oyuna dalınca unuttuk tabii. Odasına girince bir de baktım ki sakin sakin uyuyor. İşte o an yaptığımdan çok pişmanlık duydum. Onu öylece kapının dibinde uyur bulunca bir daha asla böyle bir şey yapmamaya söz verdim. Çünkü o benim kardeşim ve ben onu çok seviyorum. Böylece ona değil kendime bir ders vermiş oldum. Ayrıca geçen haftaki kardeş sevgisi yazınızdan çok etkilendim ve bu olayı onun için anlattım.
MatematiÄŸi sevmeyen kalmayacak!
ARANIZDA matematiği sevmeyen, problem çözmekten hoşlanmayan kimler var? Çoğunluk ’Ben, ben’ diyor duyuyorum. Size öyle bir kitap tavsiye edeceğim ki, bu kitabı okuduktan sonra matematiği sevmeyen kimse kalmayacak. Bu kitapta çözülmeyi bekleyen birbirinden ilginç bilmeceler var. Ve bu bilmeceler ancak matematik problemleriyle çözülebiliyor. Size biraz kitaptan bahsedeyim de iyice merak edin.
Kahramanımız Alex, bir gün yolda yürürken tuhaf bir kalem buluyor. Aradan biraz zaman geçince bu acayip kalemin, canını sıkan bütün matematik problemlerini çözüverdiğini fark ediyor. Buraya kadar her şey çok güzel değil mi? Sonraaa, Alex’in kitaplığında bir de esrarengiz kitap ortaya çıkıveriyor. O kitap hem Alex’i hem de arkadaşlarını esir alıyor. Çünkü kitapta anlatıldığına göre; Kral’ın şatosundan kaçırılan Zümrüt Kraliçe’nin birbirinden ilginç matematik problemleri halindeki tam 400 bulmacayı çözmesi gerekiyor. Çünkü ancak bu bilmeceleri çözdükçe zindanın kapıları birer birer açılacak. Kitap yüzünden Kraliçe’nin zindandan kurtulmasına yardım etmek zorunda kalan Alex ve arkadaşları bir de Kral’ın dehşet saçan öfkesiyle karşılaşıyor. Ve herkes için büyük bir mücadele başlıyor. Vladimir Tumanov’un ’Kraliçeyi Kurtarmak’ isimli kitabı hepinizi güzel bir maceraya davet ediyor. Lütfen okuduktan sonra bana matematikle ilgili fikirlerinizi yazın. Anlaştık mı? Kitap Günışığı Kitaplığı Yayınevi’nden çıkmış. Hadi bakalım kolay gelsin.
Sylvio'nun köşesi
Fiona’dan mektup var
Ne kadar tedirginim anlatamam. Bugünlerde İnci o kadar telaşlı ki. Bir taraftan işlerine koşuşturuyor, bir taraftan da evdeki eşyaları topluyor. Bu konuda kimseyle bir şey konuşmadığı için ne yapıyoruz anlayamıyorum. Aklıma bir şey geliyor: TAŞINIYORUZ. Ama o zaman Fiona ne olacak? Nereye taşınıyoruz? Yeni evimiz nerede olacak? Buradaki arkadaşlarım? Bütün tanıdıklar? Diyorum ya çok şaşkınım. Ne diyeceğimi, nasıl davranacağımı bilemiyorum. Ama kararlıyım bugün bu konuyu İnci ile konuşacağım. Bütün bu endişelerimin arasında beni çok mutlu eden bir şey oldu. Fiona’dan mektup geldi. Onu daha yakından tanıyabilin diye size mektubu okuyorum dinleyin.
***
Sevgili Sylvio, benim de bir hayat hikáyem var. Ben Dragos’ta bir çiftlikte doğdum. Babam Tom, annem Whisky. Daha 38 günlük olduğumda Macit ile Gamze beni alıp Nişantaşı’na getirdiler. Meğerse o evde çok büyük bir acı yaşanmış. Bütün Nişantaşı duyup üzülmüş bu acı olaya. Benden evvel evimizde iki yaşına girmiş çok güzel bir Fiona yaşıyormuş. Bir cumartesi günü sahibim Macit yürüyerek Yıldız Parkı’na gitmiş. O Fiona, orada muhtemelen kötü niyetli insanların attığı striktin zehrine bulaşarak zehirlenmiş. Sahibimiz onu koşarak Topağacı’nda veterinerine yetiştirmeye çalışmış ama o Fiona bir tahta sehpa gibi kaskatı kesilerek ölmüş. O benden de güzelmiş, güzelliği bütün Nişantaşı’nda bilinirmiş. Tam kafasının üzerinde mucize gibi siyah bir tam eşkenar üçgen varmış. Üç ay yeni bir Fiona aramışlar her yerde. Bembeyaz olsun ve ona benzesin diye. Acıları çok büyükmüş. Bir de mesuliyetleri varmış. O Fiona kızları İldem’inmiş. İldem de o sırada yurtdışındaymış. Ona bu acı olayı bildirmemişler. Ben de çabuk gelişeyim diye neler yaptılar neler. Habire sevmediğim vitaminleri ağzıma tıkıştırıp duruyorlardı. Bir gün İldem yurtdışından tatil için döndü. Ona güya yutturmak için kafamın üstüne siyah tüyden eşkenar bir üçgen yapıştırmaya bile kalktılar. Bu benim çok onuruma dokundu Sylvio. Çünkü ben de alımlı bir genç kız olmuştum. Kızları İldem ’Ben bu köpeği istemiyorum’ diye tepki gösterdi. Gözlerinden sicim gibi gözyaşları akıyordu yerlere. Babası o Fiona’nın nasıl öldüğünü ona sükunetle anlattı.
Sevgi galip geldi
Bizim hislerimiz biliyorsun çok kuvvetlidir. Bir hamlede İldem’in yanına gittim. Başımı kucağına koydum ve sonraaa... yanaklarından öpmeye, ellerini yalamaya başladım. İşte kendimi kabul ettirmiştim bile.!Gözyaşları durdu, yavaş yavaş sıcak bir sevgi seli onu sarmaya başladı ve sonunda bana sarılarak ’Canım kızım benim’diyerek beni kabul etti. Dünyalar benim olmuştu. Acıyı mutluluğa dönüştürmüştüm ve sevgi galip gelmişti. Evet sevgi... Biz insanlara sevgi, mutluluk ve ümit veriyoruz. Zekámızla birçok şeyi çözeceğimize inanıyorum Sylvio. O yaz annemi ve babamı görmek için hep beraber Dragos’taki çiftliğe gittik. Ben babama çok benziyordum artık. Kardeşlerim de çeşitli yerlere gitmişlerdi. Annem ve babam avcılık yapıyorlardı. Çünkü biz English Setter’ler çok avcıyız. Ama ben nedense kuşları incitmekten hiçbir zaman hoşlanmadım. Oynarken bile sahiplerimin eline, dişlerimin dokunmasını hiçbir zaman istemedim. Çünkü sevgi doluyum. Bir müddet sonra canım annem ve babamın bir av kazasında öldüklerini duydum. Yalnızdım artık. Ama ben sahiplerimle, arkadaşlarımla ve bütün insanlarla mutluydum. Onlar da benim annem babamdı. Mutlu olmasını biliyordum. Hele seni görmediğim akşamlar, Nişantaşı’ndaki cafeleri zaman zaman geziyor, beni tanıyan veya tanımayan insanlara sevgi dağıtıyorum. Onlar da bana sevdiğim fındık, badem veya önlerindeki tabaktan bir parça tavuk veriyorlar. Sahibim Macit utanıyor ama ben bu keyif aldığım akşam gezintilerinden vazgeçemiyorum. O rahmetli Fiona’nın başına gelenlerin hiçbir arkadaşımın başına gelmemesi için, yerden bir şey yemememiz gerektiğini çok iyi bilmeliyiz. Hep bizi böyle bir tehlike bekliyor.
Seni sevgi ile kucaklarım.
Fiona Türen
MEKTUPLAR
Size önerdiğim kitapları okuduğunuzu bilmek beni çok sevindiriyor. Kitaplar hakkındaki yorumlarınız harika. Bu hafta da önerdiğim kitaplar ile ilgili birçok mektup aldım. Teşekkür ediyorum. Lütfen hep ama hep ve çok ama çok kitap okuyalım.
Merhaba İnci Abla, ben Gülce 12 yaşındayım. Geçen haftaki yazınızda Kim Takar Salatalık Kral’ı adlı kitaptan bahsetmişsiniz. Ben de bu kitabı okudum. Adı çok komikti. Çok beğendim. Ayrıca bu kitabın yazarının diğer kitaplarını da okudum. ‘Konserve Kutusundan Çıkan Çocuk’ adlı kitabında çok dağınık bir insan olan Bayan Bartolotti’ye yanlışlıkla konserve kutusundan aşırı düzgün bir çocuk çıkıyor. Gerisi çok eğlenceli. Ben de bu kitabı tavsiye ederim. Umarım beğenirsiniz.
Bana yazın olur mu
İnci Türkay / Kelebek - Hürriyet Medya Towers. Güneşli 34212 - İSTANBUL Faks: 0212 677 04 35
Biz ablamla oyunlar oynarken, içine dilek için bozuk paralar atılan bir havuz keşfetmişiz ve hemen annemizi çağırmışız. O da cüzdanından bozuk para çıkartmış ve bize dilek dileyip havuza atmamızı söylemiş. Önce annem bize nasıl yapacağımızı göstermek için bozuk parayı avucunda sıkıp dileğini tutmuş ve sırtını havuza dönüp parayı atmış. Tabii bu bize çok eğlenceli bir oyun gibi gelmiş. Biz de hemen annemden bozuk para istemişiz ve bu küçük ve eğlenceli töreni gerçekleştirmişiz. Dönüş yolu boyunca annem ne dilek tuttuğumuzu merak etmiş. Sonunda belki ne istediğimizi öğrenir ve onları kısa yoldan gerçekleştiririm diye düşünüp bize dileklerimizi sormuş. Ben hiç tereddütsüz bir köpek yavrusu istediğimi söylemişim. Annem buna çok gülmüş. Ablamın yanıtı ise annemi oldukça şaşırtmış ve duygulandırmış. Onun dileği, benim dileğimin yerine gelmesiymiş. Annem bana bu hikayeyi anlattığında 16 yaşındaydım. Ve o gün bir kardeşim olduğu için kendimi dünyanın en şanslı insanı hissettim. Küçükken bir kızkardeşin ne kadar sıkıcı olduğunu düşünürdüm. Sürekli ona küçülen giysileri giymek, onun eski ders kitaplarını kullanmak, sanki hayat boyu onun peşinden gidecek bir kopya gibi hissederdim kendimi. Tüm bunların gerçek karşılığının paylaşmak olduğunu ise yeni anlıyorum.
Sylvio'nun köşesi
Sirkte gözümüz kamaştı
İşte beklediğiniz an geldi. Bakın size FİONA’nın resmini gösteriyorum. Şimdi onu niye bu kadar beğendiğimi biraz olsun anlayacaksınız. Biraz olsun diyorum, çünküüüüü bu fotoğrafla anlaşılacak bir şey değil. Asıl güzellikler onun içinde saklı. İtiraf ediyorum onu TACİ’den de parktaki yakışıklılardan da kıskanıyorum. Bu fotoğrafları çektirdiğimiz gün İnci bize harika bir sürpriz yaptı. Bir kere onunla açık açık konuşmasak da FİONA’yla aramda birşeyler olduğunun farkında. İşte İnci’yi çok sevmem için bir sebep daha. Konuşmadan anlaşıyoruz. Bir gün ona her şeyi anlatacağımı biliyor. Size bir sır vereyim mi: Galiba birazcık UTANIYORUM.
Hayvanlardan inanılmaz şovlar izledik
O sabah uyandığımda başucumda üç tane bilet gördüm. Bu biletler şehrimize gelen MEDRANO sirki içindi. Üçüncü biletin FİONA için olduğunu öğrenince havalara uçtum. Zaten sirke gitmek ve o eğlenceye katılmak fikri beni yeterince heyecanlandırıyordu. Bir de FİONA’nın bizimle gelecek olması müthişti. İnci ile nefis bir kahvaltı yaptık. Sonra FİONA’yı da aldık ve yola koyulduk. Sonunda beklenen an geldi. Koskoca sirk çadırı karşımızda duruyordu. Her şey çok görkemliydi. ’Yukarı bak’ diye bağırdı FİONA. O da en az benim kadar heyecanlıydı. İnsanların başlarını döndürecek kadar yüksekte, ipten ipe atlayan trapezciler gösteriye başlamıştı bile. Gözleri kapalı ateş dansı yapan adam, kafasını aslanın ağzına sokan, şapkasından peşpeşe üç tavşan ve güvercin çıkaran sihirbazların gösterileri büyüleyiciydi doğrusu. Her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki FİONA’nın da, benim de izlemekten başımız döndü. Hele o vahşi aslanlar yok muydu? Bir ara İnci’ye baktım. O da nefes almadan vahşi hayvanların eğiticileriyle yaptıkları inanılmaz şovu zliyordu.
Bakın ben de neler yapacağım
Sirkte çalışan insanların cesaretlerine ve disiplinlerine hayran kaldık. Hayvanların eğitimle ve çok çalışarak neler başardığını hayal bile edemezsiniz. Ben de anladım ki, çalışarak yapamayacağım hiçbir şey yok. Yani o iki tekerlekli bisikletlere binen köpekler benden çok mu üstün? Hayır, efendim. Ben de vücudumu daha iyi kullanmayı öğreneceğim ve bakın neler yapacağım! Eğer sizin de yaşadığınız şehre bir sirk gelirse sakın kaçırmayın. (Devamı var)
Akşam parkta FİONA’yla konuşurken aklımıza bazı sorular takıldı. ‘Acaba vahşi hayvanlar kimseyi ısırmasınlar diye gösteriden önce tıka basa besleniyorlar mı’ diye düşündük. Ya kafasını aslanın ağzına sokan adamın kafasında çelik bir peruk mu vardı? Ya aslan birden acıkırsa? Kovboy giysili kadın uçuşan bıçaklardan korkmamak için her gösteriden önce uyku ilacı mı alıyordu?
NE DERSÄ°NÄ°Z?????
Sizin için çok eğlenceli bir kitap okudum:
Kim Takar Salatalık Kralı
Daha önce hiç, sürekli hayatımıza yön vermeye çalışan birileri olduğunu fark ettiniz mi?Bizim birer birey olma çabamıza karşın hep bazı insanların bizim adımıza düşünmek istemesi, bizim yerimize kararlar verme çabaları sizi rahatsız etti mi? Tarih boyunca toplumlarda hep yönetenler ve yönetilenler olmuş ve galiba bu düzen dünyanın sonuna kadar da sürecek. Tabii bu sistem doğru ve güzel bir işleyişle sürerse sorun yok. Ama bir de bunun tam tersini düşünün. İşte sizin için okuduğum bu kitapta eğlenceli bir şekilde bu konunun eleştirisi yapılıyor. Bakın size biraz hikayeyi anlatayım:
‘Bir gün mutfak masasının üzerinde salatalıktan bir kral bulmak, sıradan bir ailenin başına gelebilecek en çılgın deneyim olmalı. O acayip salatalık, mutfaklarında ortaya çıkana dek, Hogelmanlar, aslında sıradan bir aileymiş. Masalarında buldukları salatalık, kilerde yaşayan Kummi Ori’lerin kralı olduğunu, ama isyan çıkaran hain halkı yüzünden onlara sığındığını söylüyor. Ev halkından da kendilerine majesteleri demelerini istiyor. Kısa sürede baba Hogelman’ı etkisi altına almayı başarıyor. Bu arada aile bireylerini gizliden gizliye izlemeye ve olmadık olaylar çıkartmaya başlıyor. Hogelman ailesinin evinde artık hiçbir şey eskisi gibi gitmiyor. Avusturyalı çocuk ve gençlik kitapları yazarı Christine Nöstlinger, bu küçük belayla baş etmeye çalışan aile üyelerinin ilişkilerini, karşılıklı davranışlarını çok güzel anlatmış. Yani size bu hafta Günışığı Kitaplığı’ndan çıkmış, ‘Kim Takar Salatalık Kralı’ adlı ödüllü öyküyü tavsiye ediyorum.
MEKTUPLAR
Ödevler bizi araştırmacı yapar
İnci abla bu ödev meselesi sanıyorum hepimizi çok ilgilendiriyor. Ama ben ödevlerin okulda ki başarımızı pekiştirdiğini düşünüyorum. Çünkü eğer ödevlerimizi anne- baba veya büyüklerimize güvenmeden, onlar bize karışmadan başarıyla yapabiliyorsak, kendimizle gurur duyabiliriz. Bir de ödev yaparken daha çok araştırmacı oluyoruz. Mecburen daha çok düşünüyoruz. Ödevlerimizi güzelce ve doğru yapmış olmamız bizim derslerimizi iyice anladığımızın göstergesi oluyor diye düşünüyorum. Belki bu fikirlerim geçen hafta yazısı çıkan Yusuf Güler arkadaşımız için bir cevap olabilir. Ama bazen de çok lüzumsuz ve ezbere dayalı ödevler veriliyor, onlara ben de sinir oluyorum.
Volkan Duman(9), AYDIN
Bana yazın olur mu
İnci Türkay / Kelebek - Hürriyet Medya Towers. Güneşli 34212 - İSTANBUL Faks: 0212 677 04 35
Orda suyun içinde oturmaya bayılırmışım. Ta ki 10 ay 5 gün geçip de, doktorlar beni zorla annemin karnından çıkarıncaya kadar keyfim pek yerindeymiş. Suya olan düşkünlüğümü beni yakından tanıyan herkes bilir. Yazın denizden, kışın da havuzdan çıkmak bilmem. Yüzmenin kaslarıma ve bedenime verdiği sağlığı, huzuru hiçbir şeye değişmem. Size seyehat etmekten, yeni yerler görmekten, yeni kültürler tanımaktan ne kadar keyif aldığımı anlatmıştım. Geçen gün fotoğraflarıma bakıyordum da, dikkatimi çekti: En çok suyla yakın ilişkisi olan yerlerde kocaman gülmüşüm ve de çok mutlu görünüyorum... Bizim ülkemiz bu açıdan bakıldığında bir cennet. Avrupa’da ise favori şehrim Venedik. Yakında tamamen sular altında kalabilecek olması çok ürkütücü ama o güzel şehrin kanallarında gezmek, San Marco meydanında ayak bileklerinize kadar suyun içinde yürümek harika.
Sonra, Amsterdam... Biliyorsunuz orası için de aynı tehlike söz konusu. Ama orada da kanal turları nefistir. Düşünsenize koskoca Hollanda Kraliçesi’nin oğlu bile bir kanalevinde yaşıyor. Görseniz bayılırsınız. Basbayağı üç oda bir salon evler. Balkonları bile var, hatta çamaşırlarını yıkayıp oraya asıyorlar. Öyle güzel görünüyor ki. Hepsi de suyun üzerinde yüzüyor.
***
Geçenlerde size Londra’da kaldığım yıllarda Kensington bahçelerinde, Peter Pan’ın peri çocuklara çaldığı flütü duymaya çalıştığımı ve hep onu aradığımı anlatmıştım. Dünyanın neresinde olursam olayım, ister Adriyatik’te, ister Akdeniz’de sudayken de hep denizkızlarını ararım. Hatta bir gün yüzerken bacaklarımın birbirine yapışıp, dev bir kuyruğa dönüşeceğini ve bir denizkızı olabileceğimi hayal ederim. Böylece yunuslarla yarışabilir ve su altının o gizemli dünyasını keşfeder, gerçek deniz kızlarıyla yakın arkadaş olabilirim. İşte yine bütün bu hayallerimi paylaşabileceğim bir arkadaş buldum kendime... DENİZ KIZI EMILY.
‘Emily, kendini bildi bileli, annesiyle birlikte yelkenli bir teknede yaşamaktadır. Babasını hiç görmemiştir. Annesi garip bir şekilde Emily’i başından beri denizden uzak tutmaya çalışmaktadır. Bir gün okulda havuzda yüzme dersine katılma izni çıkınca Emily, yaşamındaki büyük dönüşüme ilk adımını atar. Yüzme bilmeyen Emily’nin bedeni suyu tanımamaktadır. Birden bacaklarındaki büyük değişimi yaşar; bacakları bir balık kuyruğuna dönüşür ve Emily deniz kızı olur. O bunu herkesten sır gibi saklayacaktır. Deniz altı dünyasında olağanüstü serüvenler yaşarken hiç görmediği babasının da izini bulur.’
Ve sonra neler mi olur? İşte Can Çocuk Yayınları’ndan çıkan bu harika kitapta bu öykünün devamı var... Kitabın adı: DENİZ KIZI EMILY’NİN SIRRI. Yazarı Liz Kessler. Hadi gelin hayallerimizi paylaşalım. Hadi gelin hep kitap okuyalım...
Bir küçük düzeltme
Geçen hafta biz tırtıllar için düzenlenen ilk film festivalinin başlayacağını duyurmuştum. Yok yok merak etmeyin festival başlıyor da bu festival ilk değil. Çünkü daha önce 11-14 Ekim 2003 tarihleri arasında 1. Uluslararası İstanbul Çocuk Filmleri Festivali düzenlendi ve çok da yoğun ilgi gördü, haberiniz olsun...
Kırmızı ışık ‘geç’ mi demek
İnci ablacığım, geçtiğimiz pazar, anneler gününü kutladık. Size annemle başımıza gelen komik bir olayı yazıyorum. Annem araba kullanırken acaleyle kırmızı ışıkta geçti. Hemen ileride polis memuru bizi durdurup, ‘Hanımefendi neden kırmızı ışıkta geçtiniz’ dedi. Annem de ‘Kusura bakmayın memur bey, ben İstanbul’un yabancısıyım. Aslında Ankaralıyım’ dedi. Polis de ‘Hanımefendi, Ankara’da kırmızı ışığın manasının geç olduğunu bilmiyordum’ diyerek bize ceza yazdı. Ben çok ama çok güldüm. Annem galiba biraz utandı. Sonra da bana ne olursa olsun trafik kurallarına uymam gerektiğini ve asla hiçbir konuda yalan söylemememi tembih etti. Ben Zeynep Bolat, üçüncü sınıf öğrencisiyim. Bu anımı sizinle paylaştım. Sylvio’yu çok seviyorum. Bütün sokakta yaşayan hayvanlara çok iyi davranmamız gerektiğini düşünüyorum.
Hayal edin gerçek olsun
Hatırlarsanız Slyvio’nun anlattığı öyküyü en güzel tamamlayan Öykü Esberk’di. Öykü bize Adana’dan yazmıştı. Biz Öykü ile telefonla çok güzel sohbet ettik. Öykü’nün o güzel hayal dünyası, ona çok sevdiği Sihirli Annem dizisinin Eda’sıyla, yani Defne Joy Foster’a merak ettiği soruları sorma imkanı sağladı. İşte Öykü ve Defne’nin sohbeti:
ÖYKÜ- Bu diziye rastlantı sonucu mu seçildin? Rastlantı değilse nasıl oldu?
DEFNE- Yazılmış hazır bir senaryonun üzerine geldim. Ben iş ararken Kanal D’de Hatice Soysev ve İnci Kırhan’la yaptığımız bir toplantının sonunda o sıralar yeni başlamakta olan Sihirli Annem dizisinde bana da bir rol ayarladılar. Yani biraz tesadüf sayılır.
ÖYKÜ- Rol gereği bile olsa dizide karnında bir çocuğun olması nasıl bir duygu? Çocukları sever misiniz?
DEFNE- Çocuk sahibi olma fikri her yönden garip geliyor bana. Ama tatlı ve olgunlaştırıcı bir duygu. İnsanın kendisinden vazgeçip başkası için yaşamaya başladığı nokta sanırım. Güzel ama çok sorumluluk istiyor. Her çocukla çok iyi anlaştığım söylenemez. Ama genel olarak çocuklar beni seviyor.
ÖYKÜ- Dizinin ilerleyen bölümlerinde sürprizler var mı?
DEFNE- Her hafta yeni bir bölüm yazıldığı için gelecekte neler olacağını biz de bilmiyoruz. Ama zaten her bölümde bir sürprizle karşılaşıyoruz bence.
ÖYKÜ- Eda’yı kendinle özdeşleştiriyor musun?
DEFNE- Evet, zaman içinde birbirimize karıştığımız oluyor. Hem iyi hem de kötü oluyor ama Eda’yı seviyorum.
ÖYKÜ- Sence çocukların seni bu kadar sevmesinin bir nedeni var mı?
DEFNE- Çocukların her şeyi sevmesi mümkün. Ama hayal dünyalarına bir pencere daha araladığımız ve bunu Türkiye’de becerebildiğimiz için bizi seviyorlar bence.
ÖYKÜ- Röportajın sonunda söylemek istediğin başka bir şey var mı?
DEFNE- Sorular için çok teşekkür ederim. Bir de, HAYAL ET Kİ GERÇEK OLSUN. AMA HER ZAMAN NE HAYAL ETTİĞİNE DİKKAT ET, derim hepinize...
SYLVIO'NUN KÖŞESİ
Yemin ederim ki Finona gerçek
Geçtiğimiz pazar anneler günüydü, sakın unuttuğumu sanmayın. İnci bana, ona yazdığınız mektupları okudu. Hepiniz annenizle çok güzel bir gün geçirmişsiniz. Keşke hepsini burda yayınlayabilsek... Ne güzel hediyeler almış, sevginizi ne güzel dile getirmişsiniz. Anneler günü benim için de çok önemli. Hepinizin de bildiği gibi beni İnci doğurmadı. Benim annem Macaristan’da.
Ben kardeşlerimle beraber bir kutunun içinde buraya gelmişim.
Ama gözümü açtığım andan itibaren gördüğüm ve bildiğim tek anne İnci oldu. Bana hep o baktı. Bebekken mamamı yedirdi, aşılarımı yaptırdı. Bütün sıkıntılarımda yanımda oldu. Eğitimim için çok çaba sarf etti. Zaten bana harcadığı onca emek ve verdiği sonsuz sevgi onu benim annem yaptı. Bence bir çocuğu sadece doğurmuş olmak hiçbir şey ifade etmez. Ona sahip çıkmak, onu hayata hazırlamak her şeyden daha önemli. İşte gerçek annelik diye ben buna derim.
O özel günün sabahı, erkenden uyandım. Tam sekiz buçukta Finona ile buluştuk, parka gittik. Finona ile birlikte annelerimiz için çiçek topladık. Tabii bu bahaneyle ben sabahın köründe Finona’yla buluşmuş oldum. Belki ilerde onunla evleniriz ve ben de oğlumla beraber Finona için çiçek toplarım!
Yalnız bazılarınız Finona’nın bir hayal kahramanı olduğunu düşünüyor. Hayır değil, yemin ederim o yan apartmanda oturuyor ve bütün anlattıklarım gerçek. Çok yakında bunu size fotoğraflarla ispat edeceğim. Neyse sonra Finona’yla ayrıldık. Ben sessizce eve girdim. İnci için en sevdiği şey, yani nefis bir kahvaltı hazırladım. Çiçekleri de masaya koydum. Günümüz çok güzel geçti. Kahvaltıdan sonra sete gittik. Ve ben çekimlerde Finona’yı düşünmeye devam ettim. Sizin için bir sakıncası yoksa rüyamı tamamladığınız mektupları Finona’ya da okuttum. Onun fikirlerine çok güveniyorum. Çünkü o da çok kitap okuyor. Mektupları okumamız bitince bir baktık ikimiz aynı mektubu seçmişiz. Tabii günlerce uğraştık. Bu da bizi birbirimize daha çok yaklaştırdı. İşte rüyamın devamı:
***
KABUL EDİYORUM PEK DE CESARETLİ BİR KÖPEK SAYILMAM. Cinsimden dolayı da kimse benim kahraman olduğumu düşünmüyor. Çok iyi niyetliyim napiyim? O akşam eve döndüğümde, yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu fark ettim. Bir kere arka tarafa açılan kapı hafif aralıktı. Hiç ses çıkartmadan emekleye emekleye koridorda ilerledim. Mutfağa gelince burnumu içeriye uzattım. Buzdolabı açıktı. Ya eve hırsız girmişse??? Ödüm koptu. Birisi sanki ağzını kapatmadan bir şeyler çiğniyormuş gibi sesler çıkartıp şarkılar söylüyordu. Ne yapmalıydım? Hemen İnci’ye telefon etme niyetiyle kapıya doğru yavaşça sürünmeye başladım. Ama tam o sırada şüpheli bana doğru gelmeye başladı. Ben de perdenin arkasına saklandım. Perde kıpırdadı veeeee...
***
ŞİMDİ FULYA ANLATIYOR...
Taci ile burun buruna geldim. Heyooooo diye bağırdı. Korkudan dilim tutulmuştu. Zar zor sen bizim evimize nasıl girebildin dedim. O da bana bir sürpriz yapmak istediğini ve ayrıca hep anlattığım Finona ile tanışmak istediğini ve bu yüzden onca yolu yürüyüp buraya geldiğini söyledi. Tabii bu arada buzdolabında ne var ne yok yemeğe başlamış bile.
İçeriye nasıl girdiğini anlatmaya fırsat kalmadan büyük bir gürültüyle sokak kapısı çarptı. Oysa ben kapıyı kapatmıştım. Nasıl açılmıştı? Bu sefer Taci ile beraber korkudan titremeye başladık. Ve bize doğru yaklaşan nazik adımlar duyduk. Gittikçe yaklaştı ve o güzel sesi ile Finona ‘Kimse yok muuuu’ dedi. Heyecandan ne yapacağımı şaşırdım. Finona ilk kez bize geliyordu ve Taci benimleydi. Hemen ona gitmesini söyledim ama o ısrarla gitmedi. Sonraaaaa...
Haydi İnci abla, biri de bu öyküyü devam ettirsin ne dersin?
***
Evet, işte bu güzel fikri bize veren Fulya Taşpınar. Kendisi 9 yaşında ve yazar olmak istiyor. Biz İnci ile beraber Fulya’yı yemeğe götürüp bol bol sohbet edeceğiz. Merak etmeyin beni kabul eden bir sürü cafe var. Hadi siz de bu öyküyü devam ettirin ve sürprizlerimize hazır olun. Mektuplarınızı bekliyorummmmm.
Trafiğimiz tam fıkralık
İnci abla, trafik kurallarına hiç uyulmuyor. Bazı okullarda trafik dersi var, bazılarında yok. Sonra herkesin bir arabası var. Neden toplu taşıma araçlarıyla ulaşıma özendirilmiyor, anlayamıyorum. Bence en büyük sorun çok araba. O zaman da tabii çok kaza olur. Bu konuda hassas davranılmasını rica ediyorum. Bu konuyla ilgili bir fıkram var:
Trafik polisi bir aracı durdurur ve şoförüne, ‘Tebrik ederim beyefendi, bugünkü kontrollerimizde emniyet kemeri takan tek sürücü sizsiniz, bu yüzden size 100 milyon lira ödül vereceğiz, ne yapmayı düşünüyorsunuz’ demiş. Şoför, ‘Hemen gidip ehliyet alacağım’ diye yanıt vermiş. Polis, ‘Ne, senin ehliyetin yok mu’ demeye kalmadan şoförün yanında oturan karısı söze girmiş: ‘Siz ona bakmayın memur bey. İçince hep böyle sapıtır!’ Polis iyice sinirlenmeye başlamış.Derken arka tarafta oturan adam lafa girmiş: ‘Ben size demedim mi çalıntı arabayla yola çıkmayalım, diye.’ Trafik polisi şaşkınlık içinde bakarken, bagajdan bir ses gelmiş: ‘Ne oldu arkadaşlar, sınırı geçtik mi?’ Veli Kaplanoğlu (9)/SAMSUN
Bana yazın olur mu
İnci Türkay / Kelebek - Hürriyet Medya Towers. Güneşli 34212 - İSTANBUL Faks: 0212 677 04 35