(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Eray Görgülü" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Eray Görgülü" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Eray Görgülü
Nihayet adım atıldı
21 Ekim 2015

Gölbaşı ve tüm Ankara için sevindirici olan bu haberi, önceki gün telefonla arayan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Mustafa Öztürk verdi.
Ankara Hürriyet olarak, Mogan Gölü’nde yaşanan felaketleri defalarca gündeme getirirken, üç bakanlık ve iki belediyenin bir yıl önce imzaladığı protokolün bürokrasiye takılmasını da “Kalkınma’yı bekliyor” manşetiyle duyurmuştuk.

* * *

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Büyükşehir Belediyesi ile Gölbaşı Belediyesi’nin işbirliğinde hazırlanan protokol, geçen yıl ekim ayında imzalanmış ve göldeki temizlik çalışmalarının kısa sürede başlaması hedeflenmişti.
Ancak, bir türlü ihaleye dahi çıkılamayan protokolle ilgili kaynağın Kalkınma Bakanlığı tarafından yatırım programına alınmadığı için, projeye başlanamadığı ortaya çıkmıştı.
Sonunda beklenen oldu ve Kalkınma Bakanlığı, Mogan Gölü için ayrılması planlanan 80 milyon TL’lik kaynağı yatırım programına aldı.
Peki, bundan sonra süreç nasıl işleyecek?

* * *

Bunun detaylarını da yine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Mustafa Öztürk anlattı:
“Mogan Gölü’nde yapılacak çalışmaya ilişkin tüm fizibilite çalışmaları yapıldı ve dip çamurunun temizlenmesi için idari ve teknik ihale dökümanları hazırlandı. Şimdi çok kısa sürede ulusal ve uluslararası firmaların katılacağı açık ihale yapılacak. İhalenin ardından işi alacak firma, Mogan Gölü’nde 4.5 milyon metreküp çamur tarayacak. Taramanın ardından çamur pompalarıyla göldeki dip çamuru alınacak. Bunu yaparken, kesinlikle sazlıklar tahrip edilmeyecek. Ekolojik dengenin bozulmasına müsade etmeyeceğiz. Zaten bunları da ihale dökümanlarında ayrıntılarıyla yazdık.

* * *

Diğer yandan, yine göl yakınında hazırlıkları devam eden Botanik Park’ta yaklaşık 600 bin ton bitkisel toprağa ihtiyacımız var. Bu ihtiyaç da, gölün tabanından aldığımız çamuru kuruttuktan sonra geri kazanacağımız topraktan karşılanacak. Mogan Gölü’nde öncelikli amacımız, gölü biyoçeşitliliğin zengin olduğu eski günlerine döndürmek.”

Yazının devamı...
Mogan nefessiz kaldı
3 Eylül 2015

Çünkü, geçtiğimiz hafta yaşanan balık ölümlerinin ardından yapılan analizler, göldeki canlı yaşamının tamamen ölmek üzere olduğunu ortaya çıkardı.
Yani, göl öldü, ölecek.
Bundan tam bir hafta önce, Mogan Gölü’nde çok sayıda balığın karaya vurması üzerine, konuyu Ankara Hürriyet’in manşetine taşımış ve “Göl can çekişiyor” demiştik.
Haber yayınlanmadan bir gün önce de, yani olayın yaşandığı gün Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkililerine ulaşarak, suyla ilgili analiz yapılması talebinde bulunmuştuk.

* * *

Ve o analizin sonuçları geldi.
Dört ayrı noktadan su ve balık numunesi alan yetkililer, ilk etapta ciddi bir ‘koku kirliliği’ tespit etmiş.
50 parametrede ölçüm yaptıklarını ve bazı parametreler bakımında Mogan Gölü suyunun “çok kirli su kategorisi”ne girdiğini belirten yetkililer, özetle şu bilgiyi verdi:
“Onlarca yılın getirdiği yükle birlikte tabanda biriken çamurun verdiği etki, göldeki oksijeni bitirme noktasına getirmiş. 5 mg/L’nin üzerinde olması gereken çözünmüş oksijen seviyesi, 0.14, 1.4 ve 0.1 gibi değerlerde çıktı. Dolayısıyla tabandaki çamur, yüzeydeki suyu tehdit ediyor.
Gölde çözünmüş oksijen seviyesinin balık yaşamını tehdit eden değerin altında olması, mevsim geçişleri yaşanmasının balık ölümlerine sebebiyet verdiği düşünülmekle birlikte balık analiz sonuçlarının da birlikte değerlendirilerek genel değerlendirmenin bu doğrultuda yapılması önem arz etmektedir.”
Yani analiz sonuçları özetle diyor ki:

* * *

“Gölde oksijen bitti. Beni kurtarın, yoksa ölmek üzereyim.”
Bu arada bir kez daha hatırlatmakta fayda var.
Bundan yaklaşık bir yıl önce Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Büyükşehir Belediyesi ve Gölbaşı Belediyesi, göldeki dip çamurunun temizlenmesi için bir protokol imzalamış ve tüm kentte Mogan Gölü’yle ilgili yeni bir umut doğmuştu.
Fakat, protokolün imzalanmasının üzerinden bir yıl geçmesine rağmen, temizlikle ilgili bir adım atılmış değil.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın hazırladığı proje, Kalkınma Bakanlığı’nda yatırım programına alınacağı günü bekliyor.

Yazının devamı...
Yanı başımızda turizm hamlesi
24 Ağustos 2015

Kent turizmi konusunda son birkaç yıldır yalnızca “Alışveriş Festivali”ne bel bağlayan Ankara, bir türlü beklenen turizm hamlesini gerçekleştiremiyor. Sahip olduğumuz müzelerin tanıtımı için yeterli tanıtım çabaları ortaya konamazken, kente yurt dışından, hatta bırakın yurt dışını çevre illerden bile turist çekebilecek ölçekte bir turizm projesi de üretemiyoruz.
Oysa bakın yanı başımızda Ankara’dan daha az imkanlara sahip illerde neler yapılıyor?
Geçtiğimiz hafta Bolu’daydık ve ileriki yıllarda bu bölgede önemli bir turizm merkezi olmaya aday kentin çabalarını yerinde gördük.
Eldeki tarihi değerlerin yanısıra coğrafi avantajlarının farkına varan Bolu kenti, bunlara sahip çıkıp Türkiye ve dünyaya tanıtmak için önemli projeler hazırlamış.

KÖROĞLU EFSANESİ YENİDEN DİRİLİYOR

Köroğlu efsanesine hak ettiği değeri kazandırmak isteyen Bolu Belediyesi, ilk olarak Köroğlu’nun yaşadığı Sayık Köyü’nden işe başlamış. Köroğlu’nun bir dönem torunları tarafından kullanılan evi müzeye çevirmek için harekete geçen Belediye, üniversiteyle de işbirliğine giderek konuya akademik çerçeveden de yaklaşıyor. Bolu Belediyesi, Türk Tarihçisi Prof. Dr. Faruk Sümer’in bulduğu belgeler ışığında çalışmalarını yürütürken, diğer yandan Bolu Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz da Ankaralı gazetecilere Sayık Köyü’nde projeyle ilgili bilgiler verdi. Biz de Yılmaz’ın anlattıklarını yerinde dinledik.
Dörtdivan Belediyesi’yle birlikte bu evi müze yapmak istediklerini kaydeden Yılmaz, “Batı’nın Robin Hood’unu tüm dünya biliyor. Biz de adaletin ve yiğitliğin simgesi Köroğlu’nu tüm dünyaya tanıtmak istiyoruz” dedi.

KÖROĞLU VARSA BOLU BEYİ DE VAR

Aynı çalışmalar kapsamında Köroğlu’nun kendisine karşı mücadele verdiği ‘Bolu Bey’inin izine de ulaştıklarını anlatan Yılmaz, şunları söyledi: “Halk arasında Bolu Beyi’nin olduğuna inanılan bir mezar bulunuyor. Şehir merkezinde Karaçayır Mahallesi’nde Gülez Sokak’ta bir evin bahçesi içinde, taşında ‘Bolu Beylerinden Musa Paşa oğlu Mehmet Bey’ yazan mezar üzerinde araştırmalar yapıldı. Bolu halkının kulaktan kulağa efsaneleştirdiği ve Köroğlu’nun zulmüne karşı ayaklandığı Bolu Beyi’nin mezarı olduğunun söylencesi tarihi verilerle karşılaştırıldı. Yapılan çalışmalar, Bolu Beylerinden Musa Paşa oğlu Mehmet Bey’in Köroğlu’nun isyan ettiği tarihlerde Bolu Beyi olduğuna işaret ediyor.”

TÜRK DÜNYASINA AÇILACAK

Köroğlu’na ilişkin yapılan çalışmalar bununla da sınırlı değil. Bolu’da aynı zamanda Köroğlu destanı olan diğer ülkelerin de kendi Köroğlu heykellerini sergileyebileceği büyük bir Köroğlu Parkı’nın yapımı için çalışmalar sürüyor. Bu projeye, Türksoy organizasyonu ile Türk dünyasından ünlü mimar, heykeltıraş ve akademisyenler de destek veriyor. 75 bin metrekarelik parkta 25 metrelik dev bir Köroğlu heykelinin yanı sıra, her ülkenin kendi Köroğlu’nu simgeleyebileceği sanat eserleri yer alacak. Projede büyük bir kültür ve araştırma merkezi ile Köroğlu Müzesi de bulunacak.

Denizi yok ama suyu var

Tarihi ve kültürel çalışmaların yanında “Tabiatın Kalbi Bolu” turizm şehri olma hedefiyle de hareket eden Bolu Belediyesi, su sporlarının da yapılabileceği bir sayfiye ve rekreasyon merkezi için çalışmalara başlamış. Bolu Büyüksu Deresi’nde hayata geçirilecek projeyle, derenin 1 kilometrelik kısmı gölet haline getirilerek, deniz kumuyla yapay plaj oluşturulacak. Gölette, yüzme imkanının yanı sıra kürek ve kano gibi su sporları da yapılabilecek.
Bolu’da yaşayanların deniz özlemini gidermenin yanı sıra bu proje ile Bolu’yu su sporlarının da merkezi yapmak istediklerini belirten Yılmaz, “Gölette, halkımız yüzme imkanına kavuşacak ayrıca kürek, kano gibi su sporlarını da yapabilecek. Özellikle kano yarışları için önemli bir parkura sahip olacağız. Gelecekte Bolu, sporun her branşının yapılabileceği bir spor merkezi halinegelecek” diyor.

Sevgi Çiçeği’ne örnek olacak proje

Dünyada yalnızca Gölbaşı’nda yetiştiği söylenen ‘Sevgi Çiçeği’ni koruma konusunda sıkıntılar yaşayan Ankara’ya örnek olacak bir proje daha yürütülüyor Bolu’da: “Endemik Bitkiler Gen Bahçesi Projesi”. Abant İzzet Baysal Üniversitesi’yle birlikte projeyi yürüten Bolu Belediyesi, sayıları 100’ü bulan endemik bitkileri koruma altına alacak. Abant’taki turizm artışı nedeniyle risk altında bulunan Abant Çiğdemi ile Ankara Çiğdemi ve Abant Çiğdemi’nin birleşmesinden oluşan Ala Çiğdem öncelikli olarak koruma altına alınacak. Çiğdemlerin korunması yanında Bolu markasına da eklenmesi planlanıyor.
Gen Bahçesi oluştuğunda uluslararası bilim insanları arasında da Bolu’ya ilginin artması beklenirken, artan biyo çeşitliliğin Bolu’ya yerli ve yabancı turistlerin ilgisini de yöneltmesi bekleniyor.

‘İki fidan’ birlikte büyüyor

Özellikle büyük kentlerde yeşil alanlar her geçen gün daha da tahrip edilirken ve mevcut olanları da betonlaşma tehdidi altındayken, Bolu’da gördüğüm bir başka proje her şeye rağmen bana umut verdi. İsmi de özenle seçilen ve “İki Fidanı Birlikte Büyütelim, Bebek Ormanı” projesi kapsamında bugüne kadar kente 4 bin meyve fidanı kazandırılmış. İsminden de anlayacağınız üzere, 300 dönümlük alanda her yeni doğan bebek için, bebeğin ismiyle yeni bir meyve fidesi dikiliyor. Elma, armut, dut, vişne, kiraz ve daha bir çok meyvenin yetiştiği bu orman Bolu’da meyveciliğin gelişmesinin yanında bir turizm projesi olmaya da aday. Çünkü, bu ormanlık alanda serbestçe gezintiye çıkabilen vatandaşlar, aynı zamanda bu ağaçlardan meyve de yiyebiliyor.

Yazının devamı...
Oda başkanının UKOME isyanı
21 Ağustos 2015

Özetlemek gerekirse, bir hat sahibinin taksisinde günübirlik direksiyona geçen kişi, bir arkadaşımızı ‘jopculuk’ (el çabukluğuyla para değiştirerek, para üstünü vermeme) denen yöntemle dolandırmış, biz de hat sahibi ve meslek odasına ulaşınca taksiyi bırakıp kaçmıştı. Bu demek oluyordu ki; şoförlük yapan bu kişi hırsızlık da, gasp da hatta Mersin’deki Özgecan olayında olduğu gibi vahşi bir cinayete de karışabilirdi. İşte Oda Başkanı Yıldırım’ın itirazı da tam bu noktadaydı. Yıldırım, şoförlük mesleğiyle ilgili kritik kararın 2005 yılında alındığına ve bu tarihten sonra kontrolsüzce bir sürecin başladığını söylüyor. Gelin, Yıldırım’a kulak verelim:

* * *

“Odamıza kayıtlı 7 bin 701 taksi bulunuyor ve bunlarının tamamının dürüst, ekmeğinin peşinde olduğuna eminim. Ancak, günün 24 saati hizmet veren taksici esnafımız doğal olarak tek başına çalışma olanağına sahip değildir. Bundan dolayıdır ki, yardımcı mahiyetinde, günün yarısında mal sahibi olmayan ancak para kazanmak için, bu taksilerde şoför olarak çalışanlar da var. Mevcut düzenlemelere göre, bir kişinin taksi ya da diğer ticari araçlarda çalışabilmesi için “B” sınıfı ehliyetine sahip olması yeterlidir. Dürüst insanların yanında maalesef bu mesleği kirleten kişilere de rastlıyoruz.
Doğal olarak şunu sorabilirsiniz: “Ticari araç sahibi olmayan ancak mesleğin adını kirleten bu kişi ya da kişiler için ne gibi önlemler alıyorsunuz?”

* * *

Bilindiği üzere, ticari amaçlı faaliyet gösteren araç sahipleri dahil, tüm şoförler, 1950 yılından 2005 yılına kadar esnaf odalarına üye oluyor ve denetim, eğitim gibi kriterleri, bağlı oldukları esnaf odaları tarafından gerçekleştiriliyordu. Ancak, 2005 yılında ilgili bakanlığın aldığı kararla araç sahipleri yani ruhsat sahipleri hariç, ticari araç şoförlüğü yapan kişiler esnaf statüsünden çıkarıldı. Bundan dolayı da bu kişilerin bağlı oldukları meslek odalarındaki üyelikleri sonlandırıldı. Yani ilgili düzenleme sonucunda “B” sınıfı ehliyeti olan herkes taksilerde çalışabilir hale geldi, bu da beraberinde ‘kayıtdışılığı’ getirdi.

* * *

Halbuki vasıfsız bir kişiden en basit bir işte çalışırken bile sabıka kaydı, sağlık raporu gibi evraklar istenirken, şoförlük yapabilmek için bunların hiçbirine bakılmıyor. Oysa herkesin canını emanet ettiği bu taksilerde çalışan şoförlerin de bu şekilde kontrol altına alınması gerekmektedir. Biz bununla ilgili, Mersin’de yaşanan Özgecan cinayetinin ardından gerçekleştirilen ilk UKOME toplantısında teklifimizi dile getirdik. Teklifimizde, taksilerde şoförlük yapacak kişilerin ilgili evraklarla kayıt altına alındıktan sonra, Emniyet, Büyükşehir Belediyesi, Sağlık Müdürlüğü ve Şoförlür Odası’ndan oluşacak komisyon tarafından eğitilmesini ve sınava tabi tutulmasını önerdik. Sonrasında da gerekli işlemlerle bu kişilere kart verilmesini ve kartı olmayanların şoförlük yapmasının engellenmesini istedik. Ancak, bu teklifimiz o günden beri UKOME’de gündeme alınmayı bekliyor. Tüm bu düzenlemeler Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı UKOME’de alınacak bir kararla hayata geçirilebilir. Meslek Odası olarak bu konudaki bekleyişimiz sürüyor.”

Yazının devamı...
Kara düzen aynen devam
20 Ağustos 2015

Aradan altı ay geçti ve akıllarda ne Özgecan kaldı, ne de vaatler...
O günlerde yazdığım bir yazıda, şu soruyu yöneltmiştim: “Sosyal medyada eli silahlı fotoğraflarını paylaşan ve silah kaçakçılığından hüküm giymiş birisi nasıl olur da bir toplu taşıma aracında direksiyona geçebilir?”
Sonrasında alınması gereken önlemler çokça konuşulsa da ‘toplumsal hafıza’ eksikliğimiz devreye girdi toplu taşımaya dair tüm sorunlar sümen altı edildi.
Var olan problemleri unutsak da, halının altına süpürsek de bu gerçeklerle yaşamaya devam ediyoruz.
Bakın şimdi, bu işlerin Ankara’da ne kadar kontrolsüzce ilerlediğini gözler önüne seren bir olay anlatacağım.
Çarşamba günü sabahı arayan bir arkadaşım, taksici tarafından dolandırıldığını ve ne yapabileceğini sordu. Önce olayı özetlemesini istedim:

* * *

“Kızılay’dan bindim, Çankaya’da indim. Taksimetrede 10 TL 50 kuruş yazıyordu. Taksiciye ‘Bozuğun yoksa, 10 TL verebilirim, yoksa 100 TL var’ dedim. O da ‘10 TL yeter’ dedi ve parayı uzattım. Sonra da ‘Bu para yırtık’ diyerek geri verdi ve 100 TL’yi aldı. Para üstü olarak da 9.5 TL verdi. 100 TL verdiğimi söyleyince de ‘20 TL verdin’ dedi. Sabah sersemliğiyle ‘karıştırdım herhalde’ diyerek indim. Fakat birkaç adım attıktan sonra, parayı az önce bankamatikten çektiğimi hatırladım. Üstelik, ‘her seferinde bozuk verir bu kez tüm para verdi’ diye de söylendim kendi kendime. Yani emindim, ama taksici çoktan uzaklaşmıştı.”

* * *

Plakasını sordum. Almamıştı ama indiği yerdeki bir otelin güvenlik kamerasından plakayı bularak bana söyledi. Biz de hemen Ankara Umum Otomobilciler ve Şoförler Odası’na ulaştık. Oda yetkililerinin ilk tepkisi, “Jopculuk dediğimiz tipik dolandırıcılık olayı” şeklindeydi.
Fakat sonrasında gelişen süreç, Ankara’da taksi ve dolmuşlarla ilgili başıboşluğun ne kadar vahim olduğunu gösterdi.
Oda yetkilileri, taksi yani hattın sahibine ulaştı. Bu kişi de, taksiyi abi kardeş işlettiklerini, abisinin tatile çıkması nedeniyle birkaç günlüğüne aracı, tavsiye üzerine buldukları bir şoföre emanet ettiklerini, hemen şoföre ulaşacağını söyledi.

* * *

Ulaştı ve şoföre, “Cemiyetten arıyorlar, bir sıkıntı mı oldu?” diye sordu. Şoför de, “Bir problem yok ama cemiyete gelirim” diyerek telefonu kapattı. Daha sonra, hattın sahibine, her zaman otogaz aldıkları istasyondan bir telefon geldi. Şoför, taksiyi bu istasyona bırakıp kaçmıştı, üstelik bir günlük hasılatı da alarak. Daha sonra taksi sahibi, arkadaşımın yani yolcunun mağduriyetini giderdi ancak, geride bu sisteme dair bir yığın soru işareti kaldı.

Ders olmamış

Bu olay bir kez daha gösterdi ki;
* Demek ki; hâlâ her isteyen istediği şekilde herhangi bir takside direksiyon başına geçebiliyor.
* Demek ki; Esnaf Odası ya da trafik polisi, taksiyi durdurup “Sen kimsin arkadaş?” diye soramıyor.
* Demek ki; bindiğimiz bir takside, şoför görünümlü hırsız, gaspçı ya da bir tecavüzcüyle karşılaşmamız an meselesi.
* Demek ki; Özgecan olayı hiç kimseye ders olmamış.

NOT: İşini layıkiyle yapan, bu işi meslek edinen taksicileri bir kenara ayırıyorum ve bu işlerin bir düzene konulması noktasında en çok onların istekli olduklarını biliyorum.

Yazının devamı...
Para mı vizyon mu
17 Mayıs 2015

Büyükşehir Belediyesi, Ankapark’ı bir an önce hizmete sokmak için yoğun çaba harcarken, Altındağ Belediyesi de ‘Altınköy’le ilgili son rötuşları yapıyor. İki projenin de hemen hemen aynı dönemde hizmete girmesi bekleniyor ve ikisi de hem Büyükşehir hem de Altındağ belediyeleri için ‘prestij’ proje ancak, tek benzeştikleri noktalar bununla kalıyor.
Biraz karşılaştırma yapınca ben aralarında epeyce bir fark buldum, en başta fiyatı...
Altındağ Belediyesi, Altınköy’ü 20 milyon TL’ye mal ederken, Büyükşehir Belediyesi Ankapark için 800 milyon TL harcadı.
Peki sizce hangisinde daha kaliteli zaman geçirilir?
Bunun yanıtını ikisi de açıldıktan sonra verebiliriz ancak, gelin şimdiden bildiğimiz özellikleriyle iki ‘prestij’ projeyi mukayese edelim:
* Ankapark, yapaydır; Altınköy, doğal.
* Ankapark, safi eğlence yeridir; Altınköy, hem eğlenme, hem öğrenme.
* Ankapark’ta konuşan pırasa ağaçlarının arasından yürürsünüz; Altınköy’de, çimlerin üzerinden.
* Ankapark’ta adrenalin yaşarsınız; Altınköy’de dinginlik.
* Ankapark’ta robotların dünyasına gidersiniz; Altınköy’de 100 yıl öncesinin Ankara’sına.
* Ankapark’ta çocuklar robotların savaşını öğrenir; Altınköy’de sütün inekten nasıl sağıldığını.
* Ankapark’ta bin 217 adet küçüklü büyüklü oyuncak olacak vardır; Altınköy’de Atatürk köşesi, tebeşirli kara tahtası.
Bence ikisi arasındaki fark, parayla satın alınan tek kullanımlık zengin hediyesiyle, emek harcanarak ortaya konan ve bir ömür boyu saklanacak manevi değeri olan hediye gibidir.

GERÇEKTEN 'TEMA'SI VAR MI

Meydanlarda her gün yenileri beliren dinozorlarla, Maden Tetkik Arama Enstitüsü Tabiat Tarihi Müzesi’nin dinozorlarını karşılaştırdığım yazının ardından önemli bir isimden çarpıcı tespitler geldi.
Bu kişi, Türkiye’nin ilk çocuk müzesini kuran proje geliştirme grubunun temsilcilerinden biri olan Fırat Kotan...
Ülkemizde ciddi bir kavram kargaşası yaşandığını söyleyen Kotan, öncelikle tema parkla ilgili şu tanımı getiriyor:
“Tema parklar (Theme Parks) belirli bir tema üzerine kurulmuş, tüm konsepti belirli bir tema olarak hazırlanmış, tasarımcılardan, işletmecilere, şehir planlamacılardan, akademisyenlere ve sanatçılara kadar farklı birçok disiplinlerarası ortak çalışmanın ürünü olup, kültür, sanat, deneyim ve eğlence destinasyonlarıdır.”
Eğlencenin en genel geçer kavramıyla bu parklarda yardımcı, tamamlayıcı unsur olduğunun altını çizen Kotan, şu örneği veriyor:
“Temelde kültür, sanat, deneyim odaklı kurulan projelerdir. Örneğin Almanya’daki ‘Euro Park’ bir tema parkken, Amerika’daki ‘Six Flags’ bir ‘Amusement Park’ yani ‘Eğlence Parkı’”dır.”
Kotan, bu tespitin ardından da şu soruları sıralıyor:
* Konuya buradan bakıldığında ‘Ankapark’ bir ‘tema park’ mıdır? Yoksa bir ‘eğlence park’ mıdır?
* Ankapark’ın bir ‘Tema’sı var mıdır? Varsa nedir?
* Ankapark’ta ziyaretçiler ne türden kültürel, sanatsal deneyimler yaşayacaklar?
* Tema parklara her daim dinamizm kazandıran, tüm dünyadaki örneklerine benzer kültürel gösteriler, sanatsal şovlar ve prodüksiyonlar yapılacak mıdır?
* Ziyaretçiler ziyaret sonrası bu ziyaretten neler öğrenecek, ne tür bilgilere sahip olacaklardır?
Temelde bu sorulara cevap bulmadan ne dinozorları ne de robotları tartışmak bir fayda sağlayacaktır.

SEYİRLİK DEĞİL 'BİLİM'LİK

Bu arada, “Yok ille de biz dinozordan vazgeçmeyiz” diyorsanız, onun da bir usulü var Kotan’a göre... Kotan, dinozor üzerine temalandırılmış parkların dünyadaki örneklerini de şöyle anlatıyor:
“Bu parklardaki dinozorlar seyirlik obje olarak değil paleontoloji biliminin anlatıldığı, geçmiş ile günümüz arasındaki bağları dinozorlar üzerinden nasıl kurduğumuzu deneyimleten yerlerdir. Okul gruplarının okul dışı öğrenim destinasyonlarıdır. Kampları, konaklama alanları vardır. Ailece kaliteli zaman geçirme mekanlarıdır.”

KENT MÜZESİ YAPILAMAZ MI

Ne zaman Temapark’a harcanan para eleştiri konusu olsa, karşısına ‘turizm’ kozu konuluyor. Çok turistin geleceğinden, Ankara’ya ekonomik anlamda fayda sağlayacağından bahsediliyor ama, Ankara turizmine değer katması kesin olan ve diğer şehirlerin deneyerek gördüğü basit hamleler hep gözardı ediliyor. Mesela, bugün tüm dünyada ‘Uluslararası Müze Günü’ kutlanırken, iki gün önce Müze Günü mesajı yayımlayan ve “Kültür mirasımızın korunmasını sağlamak ve gelecek nesillere en iyi şekilde bırakılabilmesi için kamu bilinci oluşturmak hedeflenmektedir” diyen Vali Mehmet Kılıçlar, “Ankara’nın neden bir kent müzesi yok?” diye sormuyor. Elbette kent müzesi yapmak tek başına bir valinin görevi değil ancak, başkente valilik yapan kişinin bu tür kazanımlar elde etmek adına ilgili kurumları harekete geçirme yetisine de sahip olması gerektiğini varsayıyoruz.

Yazının devamı...
Tane tane dinozor meselesi
9 Mayıs 2015


Turizme katkıyı...
Melih Gökçek’in Temapark’taki turist hedefi neydi?
Yılda 10 milyon turist.
Peki, bir marka ya da ürünü nasıl tanıtırsınız?
En iddialı unsurlarını öne çıkartarak.
Büyükşehir Belediyesi, Temapark’ın reklamı için ne yaptı?
Dinozor ve robotu öne çıkardı. Böylece, Ankara ve çevre illerden vatandaşların, hatta Avrupalıların robot ve dinozorlara hayranlık duyması ve Temapark’a akın akın koşması beklendi.
Türk halkı gerçekten dinozor görmek için can atıyor olsaydı eğer, Ankara’nın ortasında Yüzüncü Yıl’da dinozorları fosilleriyle birlikte, yani hem aslını, hem de maketini sergileyen MTA Tabiat Tarihi Müzesi’nin yıllık ziyaretçi sayısı kaç olmalıydı?
Başkan’ın Temapark hesabına göre en az 10 milyon.
Peki, girişlerin ücretsiz olduğu MTA Tabiat Tarihi Müzesi’nin yıllık ziyaretçi sayısı kaç?
2013’te 150 bin, 2014’te 170 bin.
Dinozorun kendisine olan ilginin istatistikleri ortadayken ve bu rakamlar ışığında dinozorun maketine gidecek olanın sayısı da az çok belliyken, herhangi bir hayal kırıklığında dinozorlara yatırılan 10 milyon liraya yakın kaynak,
nereden karşılanacak?
Ben bilemedim, bilen varsa anlatsın lütfen.

KAYNAKLAR VE TERCİHLER

Ankara’da kente para harcanırken yapılan tercihlerde ciddi bir kafa karışıklığı yaşanıyor. Örneğin, belediye hastanesinin masraflarını kendine yük gören belediye, bir kalemde ‘hoşgeldin’ kapısına 25 milyon lira yatırabiliyor. Ya da, EGO’nun toplu taşıma zararı büyük bir dertken, dekoratif saat kuleleri büyük bir ihtiyaç olabiliyor. Ankara, benim gözümde bazen, parasının hesabını bilemeyen savurgan bir ergene dönüşüveriyor.

HER METRO ÜÇ VAGONMUŞ GİBİ GELİYOR

Ankara’dan alışkanlık oldu. Yurtiçi-yurtdışı farketmiyor hangi kente gitsem metrosuna indiğimde istasyonu şöyle baştan sona kolaçan etme ihtiyacı hissediyorum. Çünkü, tren geldiğinde son vagonun istasyonun neresinde kalacağını kestirmeye çalışıyorum. Oysa ki; bütün kentlerin trenleri, istasyon uzunluğuna eşit mesafede oluyor ve ben her seferinde, “Çayyolu, Sincan metrolarının vagon sayısı, ne zaman üçten altıya çıkacak acaba?” diye sormaktan kendimi alamıyorum.

HAYALLER AVRUPA GERÇEKLER YÜKSEKOVA

Ankaralı sivil toplum örgütleri, Esenboğa Havaalanı’ndan yurtdışına direkt uçuşlar konusunda seferber olmuş ve harekete geçmişken biz de her an direkt uçuşla ilgili bir müjde bekliyoruz. Biz, direkt uçuş konusunda müjde beklerken de, Doğan Haber Ajansı, iki gün önce Ankara’ya yeni bir direkt uçuşun haberini verdi. Haberin başlığı şuydu: “Yüksekova Havaalanı’ndan uçuşlar başlıyor”. Olsun, bu da bir şeydir. En azından Hakkari ve çevresine gidip gelenler için müjdedir.

Yazının devamı...
Dinozora isim bulunur da 95 milyon TL ne olacak
18 Nisan 2015

Mevzu, ilk olarak CHP Ankara Milletvekili Levent Gök’ün TBMM’de verdiği soru önergesiyle ortaya çıkmış, başkentli de 21 Mart günü Ankara Hürriyet’in “Kızılırmak’ta yeni boru” başlıklı haberiyle duymuştu.
ASKİ, yapımı 2007 yılında tamamlanan Kesikköprü İsale Hattı’nın 67 kilometrelik kısmı için yenileme ihalesi açmış, ihaleyi alan firma da işe 95 milyon TL bedel biçmişti.
Ankara Hürriyet okurları, dün de İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi’nin ihaleye açtığı davayla ilgili ayrıntıları okudu.
Odadan yapılan açıklamada olduğu gibi; ihalenin iki boyutu var.
Birincisi, ihalenin usulüne uygun yapılmadığı iddiaları...
Türkiye’de alışık olageldiğimiz bu durumla ilgili iddiaları yargı araştıracaktır elbette ancak, ihalenin ikinci boyutu pek de sıradan değil...
Siz belediye olarak, işi yapan firmaya neredeyse bir milyar lira para vermişsiniz ve aradan sekiz yıl geçmeden bu boruların yenilenme ihtiyacı ortaya çıkmış.
Ne Büyükşehir Belediyesi’nden, ne ASKİ’den, ne de Başkan Melih Gökçek’ten hala bu yöndeki eleştirilerle ilgili tek bir açıklama duyamadık.
* Bu borular neden yenileniyor?
* İhale yapıldığı zaman, döşenen boruların ileriki yıllarda farklı türdeki bir boruyla değiştirileceği biliniyor muydu?
* Uzmanların en az 20-25 yıl dayanmasını öngördüğü borular, 8 yılda yıprandıysa bunun sorumlusu kim?
* İşi yaptıran Büyükşehir Belediyesi, firmanın herhangi bir kusuru olduğunu düşünmüyor mu?
* Düşünüyorsa, 95 milyon liralık yenileme bedeli için firmaya tazminat davası açmayacak mı?
Kamuoyu, AOÇ Kavşağı’na konulacak dinozorun isminden çok, bu soruların yanıtını bekliyor.

BİRAZ DA AVRUPA'YA İMRENSE

Başkan ne zaman uzak doğuya gitse, cebinde ya bir ışık gösterisi, ya da bir robot projesiyle dönüyor. Biliyoruz ki; başkan, uzak doğudaki ışık gösterilerini heyecanla izliyor, teknolojik robotlara hayranlık duyuyor.
Buna eyvallah bir diyeceğimiz yok. Yok da, keşke başkan Avrupa’ya gittiğinde oralardan da birşeyler getirse.
Ne bileyim mesela, metro projelerine imrense...
Yaya yollarına, bisiklet yollarına hayranlıkla baksa...

DEPLASMANDAN YÜKSELEN SES: SAHİPSİZ ANKARA

Hafta içinde Gençlerbirliği-Bursaspor kupa mücadelesini izlemek üzere 19 Mayıs Stadı’ndaydık. Maçın heyecanı, golleri bir yana da bir ara Bursaspor tribünlerinden öyle bir tezahürat yükseldi ki; her Ankaralının başını önüne koyup düşündürecek türdendi...
Ankaragücü’nün durumuna atıfta bulunan Bursaspor tribünleri, epeyce bir süre ‘Sahipsiz Ankara’ diye bağırdı.
Hakikaten Başkent Ankara, deplasman tribünlerini bile düşündürecek kadar sahipsiz mi?

Yazının devamı...