(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Yılmaz Coşkun" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Yılmaz Coşkun" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.

Yılmaz Coşkun

Hangi mucize
17 Mayıs 2012

Yok efendim kasaba takımıymış, bütçesi üç kuruşmuş, stadı avuç içi kadarmış, hocası gençmiş, futbolcusu yaşlıymış, taraftarı uzunmuş, yöneticisi kısaymış, mış mış da mış mış...
Beyler, bırakın bu hikayeleri.
Ortada mucize falan yok.
İşin özeti şu:
Bir avuç insan kafa kafaya verdi.
Planını, programını yaptı.
Parasını pulunu denkleştirdi.
Aslanlar gibi bir takım kurdu.
Takır takır şampiyon oldu.
Bu kadar basit.
Attıkları tek bir gol, kazandıkları tek bir puan, galip geldikleri tek bir maç bile tesadüf değil.
Alın teri, göz nuru.
Haaaa, illa da yazmak istiyorsanız:
Şampiyonluk 100. yılında 15 milyon TL harcayıp averajla ligde kalmayı başaran (!) Karşıyaka’yı.
İki sezonda beş takım kuracak kadar futbolcu transfer edip, küme düşmediği için sevinen Göztepe’yi.
Süper Lig piyangosundan gelen 35 milyon TL’yi futbolcu simsarlarına kaptırıp, 10 milyon TL borçla kös kös 1. Lig’e dönen Bucaspor’u.
İsmen ikinci, resmen üçüncü ligde değil şampiyon, beşinci bile olamayı beceremeyen Altay’ı.
Senelerdir, “Küçük olsun, benim olsun” diyen üç-beş yöneticinin elinde oyuncak haline gelen Altınordu’yu.
Amatör kümede sürünmekten kurtulamayan, dahası bundan da şikayet etmeyen İzmirspor’u.
Bu sezon önce “PİK” yapıp, ardından “KÜT” diye çakılarak futbol tarihine geçen Manisaspor’u.
Uzak ara şampiyon olacak kadrosuyla haftalarca kümede kalma mücadelesi veren Denizlispor’u yazın. .
Bence asıl mucize bunlar...
Yazının devamı...
Bir çığlık bir çığ
2 Şubat 2012

Olaylı derbi, tribünde yangın, taraftara cop, karekodlu küfür, kırılan koltuklar, temsilci raporu, kulüplere ceza, vs, vs...
Ne ilginçtir, medya olarak biz de hem bu tablodan yakınıyoruz, hem de borazancılığını yapıp, rezilliğe çanak tutuyoruz.
Oysa konuşulacak, tartışılacak, yazılacak o kadar çok şey var ki...
Örneğin, Altay Başkanı Ömer Hızlıok’un TFF genel kurulundaki konuşması.
Spor etiğinden başlayıp futbolun marka değerine uzanan, TFF’nin basiretsizliğinden girip şikenin somut ipuçlarından çıkan müthiş bir tirad.
Son bölümdeki yumuşama ve bir kaç küçük geri adım olmasa, “Sokrates’in Savunması” gibi klasiklerin arasına koyabileceğiniz gerçek bir futbol manifestosu...

Ya Denizlispor Başkanı Yurdal Duman’ın, Elazığ yenilgisinin faturasını gariban hakeme kesmeye çalışan futbolcularına ve teknik kadroya verdiği ahlak dersine ne demeli?
Takım yenilmiş, iki futbolcu kırmızı kart görmüş, teknik direktör sahadan atılmış; yani tam hakeme giydirilecek ortam.
“Eyyy kara gömlekli adam...” diye gir lafa, taraftar ayaklanıp TFF’yi basmazsa ben de hiçbir şey bilmiyorum. 10-0 kazansan böyle prim yapamazsın. Ama ne diyor Duman?
“Yenilgiye değil, olaylara üzüldüm. Ortalığı germenin, hakeme tepki göstermenin ne anlamı var? Gol attık da vermedi mi? Bence iyi maç yönetti.”
Dedik ya ahlak dersi...

Akhisar Belediyespor Teknik Direktörü Hamza Hamzaoğlu’nu da unutmamak lazım. Şampiyonluk mücadelesi veren takımı, lig sonuncusuyla sahasında berabere kalmış, tribünler suçlu, ilahlar kurban arıyor.
Veeeee elinde şahane bir malzeme var.
En iyi futbolcunu oyundan atan, çaldığı ya da çalmadığı düdüklerle taraftarı öfkeden kudurtan bir hakem.
Sakatlanma ayaklarıyla sürenin yarısını çalıp, ‘dan-dun’la futbolu katleden bir rakip.
Maça en önemli rakiplerinden birinin bölgesinden hakem atayan bir MHK.
Bundan iyisi, Şam’da kayısı.
Gir basın toplantısına, koy hedef tahtasına hakemi, rakibi, MHK’yi; sonra saydır Allah saydır.
Yemin ederim galip gelmiş gibi omuzlarda terkedersin stadı...
Ama ne diyor Hamzaoğlu:
“Ben hakemden memnunum. Biz neleri yapmadık, asıl sorun burada. Kürşat’ın hareketi kırmızı karttı. Rakibin vakit geçirmek istemesi de gayet doğal. Hakemlerin Karadenizli olduğu konusuna girmek dahi çok yanlış. Biz kafamızdaki düşünceleri olumluya çeviremezsek, bu böyle sürer gider.”
Hamza Hamzaoğlu değil, Hazreti Hamza sanki...

Özetlersek, etrafımızı çepeçevre saran zihni fukara, aklı ukala dümbükler korosundan farklı şeyler söyleyenler de var bu alemde.
Biliyorum, “Bir Ömer, bir Yurdal, bir Hamza’yla düzelir mi bu işler?” diyeceksiniz. Haklısınız ama unutmayalım.
Bir çığlık, bir çığ meydana getirir...

 

 

Yazının devamı...
Boş işler
26 Ocak 2012

Nereye baksanız bir kokuşmuşluk.
Neye el atsanız bir çürümüşlük.
Tepeden tırnağa çamura batmış bir yapı.
Kuralsızlık kural, sistemsizlik sistem olmuş.
“Futbolun adaleti” orta malı. Kim tutarsa öpüyor...

Rüşvet verip delege ayarlamak futbolda.
Maç satmak futbolda.
Hakem ayarlamak, oyuncu ayartmak futbolda.
Tribünde adam bıçaklamak, sahada gırtlak kesmek, yöneticiden avanta almak, yalan haber yazmak, ana avrat düz gitmek.
Hepsi futbolda.
Gazetelerin spor sayfaları, üçüncü sayfalarla yarışıyor.

Ve bu atmosferde İzmir, taraftarıyla, futbolcusuyla, teknik adamıyla, yöneticisiyle, medyasıyla bir Karşıyaka-Göztepe derbisine daha hazırlanıyor.
Aslında maç sanal alemde çoktan başlamış.
İnternet geyikleri evrim geçirmiş, internet canavarı olmuş.
“Oyarız... Koyarız...” muhabbeti iyi niyet dileği sayılır.
Emanet, alet, edevat gırla gidiyor...

Soruyorlar, “Tribünler yarı yarıya mı olsun, yüzde 5 mi olsun?”
Bana kalırsa seyircisiz olsun.
Çünkü biliyorum ki, yaşıyla, kurusuyla başlayacaklar sabahtan çekmeye.
Sonra matiz kafayla dalacaklar tribüne.
Arkası kızılca kıyamet...
Bu yüzden, bir kişinin burnu kanayacağına, bırakın topçular kendi arasında tepişsinler...

Hani o, “Ölmeye, ölmeye, ölmeye geldiiiiik...” diye nara atan arkadaşlar var ya.
Biraz kafayı çalıştırsalar, bu
işlerin ne kadar boş olduğunu anlayacaklar.
Buradan onlara içinde, “Global dünya... Endüstriyel futbol...” gibi yakışıklı kelimelerin geçtiği...
Aslında, “Kardeşler, siz tribünde birbirinizi gırtlaklarken, millet atomu parçalıyor” diye tercüme edilebilecek cümleler kurmak isterdim.
Ama abesle iştigal olduğunu bildiğimden kendimi yormuyorum.

Sadece, fanatizmin cisim bulduğu bu vatandaşlara sormak istiyorum:
Göztepe’nin teknik direktörü kim?
Cevap: Karşıyaka’nın eski futbolcusu.
Karşıyaka’nın kaptanı kim?
Cevap: Göztepe’nin eski kalecisi.

Başka sorum yok hakim bey.

Yazının devamı...
Tecrübe
3 Aralık 2011

Altay Başkanı Ömer Hızlıok’un, Teknik Direktör Mehmet Altıparmak’ı görevden aldıktan sonra yaptığı bu açıklama, Türk futbolunda yöneticilik anlayışının değişmekte olduğunun önemli bir göstergesiydi.
Üç haftada 7 puan kaybettiği bir dönemde sahip çıktığı antrenörü kazanılan iki maçın ardından, “Kötü futbol oynatıyor” diye kapının önüne koyan Hızlıok, başarıyı salt puanla ölçen klasik yönetici profilinin ötesinde bir tavır sergiledi.
Daha önemlisi, taraftar kadar, yöneticinin de kaliteli futbol beklentisi içinde olduğunu ortaya koyup, gelecek teknik adama büyük bir sorumluluk yükledi.
Bu kararı pek çok boyutuyla tartışabiliriz.
Ancak hiçbir tartışma, futbolumuzda kulüpçülük parametrelerinin değişmesi gerektiğini ve Hızlıok’un yaptığı açıklamalarla bu tartışmaya ışık tuttuğu gerçeğini değiştirmez.
İşteeee, tam bunları söylemeye hazırlanırken...
Aynı Ömer Hızlıok’un yeni teknik adam seçiminde sergilediği tavır, tokat gibi patladı suratımızda.
Altıparmak’ı görevden alırken, “Taraftarın lafıyla iş yapmıyoruz” diyen Hızlıok, Toprak Kırtoğlu ile el sıkıştıktan bir gün sonra, camiadan gelen “Tecrübesiz” eleştirilerine kulak verip rotayı Ekrem Al’a çevirdi.
Yani, futbolumuzun yerleşik kalıplarını yıkmaya soyunan Ömer Hızlıok, popülizmin doruklarına çıktı.
Kesinlikle Ekrem Al’a karşı değilim. Tüm kalbimle başarılı olmasını diliyorum.
Ancak genç ve tecrübesiz bir başkanın, bir teknik adamdan vazgeçerken, “Genç ve tecrübesiz” mazeretine sığınmasına anlam veremiyorum.
Mourinho’nun Benfica’yı çalıştırırken 32, Andre Villas-Boas’ın Porto’yu UEFA şampiyonu yaparken 33 yaşında olduğunu hatırlatıp, son sözü Peyami Safa’ya bırakıyorum:
Tecrübe yaşlanarak değil, yaşayarak kazanılır.
Zaman insanları değil, armutları olgunlaştırır.

Yazının devamı...
Eşkıya ve Hızlıok
1 Ağustos 2011

35 yılını zindanlarda geçiren Baran (Şener Şen), hapisten çıkınca geçmişin izini sürer, kendisini jandarmaya ihbar edip altınlarına el koyan, dahası büyük aşkı Keje’yi (Şermin Hürmeriç) ailesinden satın alan en yakın arkadaşı Berfo’nun (Kamran Usluer) karşısına dikilir:
- Bana niye ihanet ettin Berfo?
2004’te kaybettiğimiz Usluer, Berfo’nun cevabını, Türk sinema tarihinin en müthiş oyunculuk performanslarından biriyle verir (özetle):
“Sen yapabilir miydin benim yaptığımı ha? Arkadaşının altınlarını çalabilir miydin? O altınlarla arkadaşının sevdiği kadını satın alabilir miydin? Arkadaşını ölüme gönderebilir miydin? Ama ben yaptım. Şimdi söyle bana. Hangimizin aşkı Keje’ye daha büyük ha? Hangimiz Keje için bu kadar günaha girmeyi göze alabildi? Bu aşk için ben cehennemde yanmaya hazırım. Ya sen?”
Ömer Hızlıok’un zaferiyle sonuçlanan Altay kongresi, nedense bu sahneyi çağrıştırdı bende.
Yanlış anlaşılmasın; Ahmet Taşpınar’ı imza toplayarak seçime sürükleyen Hızlıok’un kulüp sevgisiyle yoğrulmuş başkanlık sevdası ile Berfo’nun ihanetle kirlenmiş aşkı arasında bir benzerlik kurma çabasında asla değilim.
Yalnızca o koltuk için harcadığı enerjiyi, inanılmaz hırsı ve bitmeyen tutkuyu anlatmaya çalıştım.
Alsancak elitlerinden “varoş” itirazları gelse de.
Camianın seçkinleri yollarına duvarlar örse de.
Medyada üvey evlat muamelesi görse de.
Daha önce üç kez seçime girip kaybetse de.
Pes etmedi ve dördüncü denemesinde “zorla da olsa” istediğini aldı.
28 Temmuz günü Altay tarihinde yeni bir sayfa açıp, ilk satırına da “72. dönem başkanı Ömer Hızlıok” cümlesi yazdırdı.
Bu cümlenin nasıl devam edeceğini ve sayfanın kalan satırlarına neler yazılacağını hep birlikte izleyip göreceğiz.
İktidara geliş biçimi kulüp geleneklerine pek uygun düşmese de ilk icraatları dikkat çekiciydi.
Reddi miras yapmak yerine, Taşpınar’ın göreve getirdiği Teknik Direktör Mehmet Altıparmak’la devam etme kararı.
Altyapıdan yetişen gençlere sahip çıkma arzusu.
Mali konulara hakim bir görüntü sergilemesi.
“Küsmedim, kazandım” sözüyle kavgacı değil, uzlaşmacı olacağı mesajını vermesi, hanesine olumlu puanlar olarak yazıldı.
Yeter mi? Elbette yetmez.
Çünkü, camianın ondan tek beklentisi var; şampiyonluk.
Bu noktada önemli bir hatırlatma yapmakta yarar görüyorum.
Ahmet Taşpınar ve ekibi kurumsallaşma, mali disiplin, marka değeri, reorganizasyon peşinde koşup sportif başarıyı unutunca, 97 yıllık kulübü 3. Lig’e düşürdü.
Ömer Hızlıok da camianın beklentilerini karşılamak adına sadece sportif başarıya odaklanıp; mali ve idarı anlamda doğru başlamış işlere sahip çıkmazsa hasar çok daha büyük olur.
3. Lig’e düşmüş bir takımı Süper Lig’e çıkarabilirsiniz, ancak değerlerini yitirmiş bir kulübü ayağa kaldıramazsınız.
NOT: Baran-Berfo hesaplaşması, tek el silah sesiyle biter.
Hiçbir ihanet cezasız kalmaz...

Yazının devamı...
Çare başkanlar koalisyonu
5 Haziran 2011
“Meraklısı değilim” dediği koltuğa dört elle sarılan Ahmet Taşpınar, kongreyi zaman aşımına uğratmak için yine topu taca atacaksa...
Dost meclislerinde yağıp gürleyenler, “Aman ihale bana kalmasın” diye yan çizecekse...
Benim bir önerim var!
Bu sadece bir öneri değil, aynı zamanda bir samimiyet testi...
* * *
Süleyman Seba’yı hatırlamayan yoktur; Beşiktaş’ın efsane futbolcusu ve efsane başkanı. Seba’yı tanıyanlar, onun nasıl başkanlık yaptığını da bilirler. 1984 yılında kulüp sancılı bir dönemden geçerken camianın mali ve idari açıdan güçlü isimlerinden oluşan bir yönetim kuruldu, “mühür” de “Muhteşem Süleyman”a, yani emekli MİT İstanbul Bölge Müdürü Süleyman Seba’ya verildi.
Başkanlık koltuğunda oturduğu 16 yıl boyunca Türk futbolunda gücün, otoritenin ve en önemlisi saygınlığın simgesi haline gelen Seba’nın döneminde Beşiktaş en parlak günlerini yaşadı. Süleyman Seba 2000 yılında görevi bırakırken, geride 5 lig, 4 Türkiye şampiyonluğu ile 4 Cumhurbaşkanlığı, 2 Başbakanlık ve 6 TSYD Kupası’ndan oluşan dev bir hazine bıraktı.
* * *
Şimdi de daha yakın bir tarihe gidelim ve önceki sezon Bank Asya 1. Lig’de parasız-pulsuz şampiyon olan Bucaspor’dan da bir örnek aktaralım.
Buca’yı 2. Lig’den Süper Lig’e taşıyan süreçte kulübe gönül vermiş pek çok eski başkanın apoletlerini sökerek, kendilerinden çok daha az kıdemli, çok daha genç, çok daha az tanınmış isimlerin emrinde gerçek bir nefer gibi çalıştığı, sanıyorum hafzılardan silinmemiştir...
O insanlar, başarının sadece parayla pulla değil, kulüp sevgisiyle, renk aşkıyla ve en önemlisi özveriyle elde edebileceğini cümle aleme göstererek Bucaspor tarihde kendilerine 24 ayar altından birer sayfa açtılar.
* * *
İşte bu iki örnekten hareketle...
Altay’ı hem kalbi hem de beyniyle seven, kulüp aşkı koltuk aşkından önce gelen, apoletsiz üniforma giymekten gocunmayan, egolarına teslim olmayan ve en önemlisi, 97 yıllık çınarın uçurumun kıyısına geldiğini görebilen herkesi Beşiktaş-Buca modeli bir yönetimde buluşmaya çağırıyorum...
Hanri Benazus’tan Hayri Yorgancıoğlu’na, Erdinç Altınyeleklioğlu’ndan Nafiz Zorlu’ya, Mehmet Erdoğan’dan Niyazi Konuşmaz’a, Melih Tandoğan’dan Sabri Sevenoğlu’na, Ahmet Ertem’den Erdoğan Tözge’ye, Ahmet Taşpınar’dan Tuğrul Koparan’a kadar o koltukta oturmuş herkesi...
Ve dahi Kemal Zorlu’yu...
Ellerini değil, bedenlerini taşın altına koymaya davet ediyorum.
Kurun bir yönetim; kıdemliler danışman, gençler icracı olsun. Yetmezse camiadan takviye alın... Yeter ki el ele, omuz omuza, sırt sırta verin. Böyle bir yönetim değil Altay’ı, İzmir’i uçurur.
* * *
Unuttum sanmayın, bir de Süleyman Seba lazım bu yönetime...
“Mustafa Denizli” diyenleri duyar gibiyim.
Ama gerçekçi davranmakta fayda var.
Benim favorim Hanri Benazus.
Efsane Başkan Benazus önderliğinde bir başkanlar yönetimi.
Düşüncesi bile insanı heyecanlandırıyor...
Olur mu peki?
Altay’ı ne kadar sevdiklerine bağlı.
Dedim ya, bu bir samimiyet testi...
Yazının devamı...
Nefsi müdafaa...
18 Mayıs 2011

MEŞREBİMİZDE düşene vurmak yoktur.
Zalimden değil, mazlumdan yana olmak, baba mirasımızdır.
Kin gütmeyiz, çetele tutmayız, hesap kesmeyiz.
Yanlış yapmaz mıyız? Ooooo, alasını yaparız.
Ama kastımız olmaz kimseye...
Hal böyle iken, kardeş saydığımız, dost bildiğimiz insanlar, kalemin ucunu azıcık sivrilttik diye, “İçindeki kini yazıya dökenler... Gerçekleri bilmiyormuş gibi yorum yapanlar” cümlesiyle başlarsa söze...
Elmalarla armutları ayırmadan; işini namusuyla yapan bilumum gazeteci tayfasıyla, küfür edip tesis basan güruhu aynı kefeye koyarsa...
İki satır laf etmek, boynumuzun borcu olur.
Sevgili Ahmet Taşpınar;
2003-2004 sezonunda senin başkanlığında 2. Lig’e düşen Altay, o koltukta yine senin oturduğun 2010-2011 sezonunda bu kez 3. Lig’e sürüklendi.
Olabilir... Futbolun doğasında var bunlar. Göztepe örneğinde yaşadığımız gibi bir anda kendini amatör kümeye bulur, üç sene sonra 1. Lig’e çıkarsın.
Amaaaa, 97 yıllık bir kulübe tarihinin en büyük başarısızlığını yaşattıktan sonra kalkıp gazeteciye fatura kesersen, bize de nefsi müdafaa hakkı doğar.
Emekliliği gelmiş futbolculardan takım yapacaksın.
Kurduğun yönetim iki ayda dağılacak.
Getirdiğin antrenör futbolu bırakıp kurbağaları anlatacak.
Federasyon’la ters düşeceksin.
Taraftarla küfürleşeceksin.
Camiayla kavga edeceksin.
Sonrasında, bir yandan, “Bizi günah keçisi seçtiler” diye köpürüp, diğer taraftan medyayı günah keçisi yapacaksın.
Ayıptır, yazıktır, günahtır...
“Özgür”ce yazdığın basın açıklamasında, “Bu gerçekleri herkesin anlaması, aynaya bakıp yüzleşmesi, sorumluluğu duyması ve suçu biraz da kendisinde araması gerekir” demişsin.
Evet Sevgili Taşpınar, aynaya bakıp gerçeklerle yüzleşmen ve suçu biraz da kendinde araman lazım.
Unutma; önemli olan düşmek değil, kalkmasını bilmektir.

Yazının devamı...
Şifre skandalı (!)
7 Nisan 2011

MALUMUNUZ, kamuoyu günlerdir YGS’de yaşanan şifre skandalı ile çalkalanıyor.
Eğitim dünyası, öğrenciler, veliler ayakta.
Savcılık mavcılık da işin içine girmiş vaziyette.
Ortalık böyle toz duman olur da, biz boş durur muyuz?
İşte size bir vatandaşlık (!) hizmeti.
Altay Kulübü’ne üyelik başvurusunda bulunan adaylar için hazırlanan soru kitapçığını çaktırmadan siz değerli okurlarımıza sızdırıyoruz.
Soruları görüp de, “Hani bunun cevap anahtarı?” diyen olursa, yeminle kafasını gözünü yararım ona göre.
Süreniz 10 dakika, sağa sola bakmak yasak, kopya çekeni yakarım.
Haydi hayırlı başarılar...
Müzesinde 5 Türkiye, 1 Gençlik ve Spor Bakanlığı Kupası bulunan... Türkiye Kupası’nda 5, Cumhurbaşkanlığı Kupası’nda 2 kez final oynayan... UEFA Kupası’na katılan ilk Türk takımı olma onuruna erişen... Süper Lig’de, Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş ve Ankaragücü’nden sonra en uzun süre yer almasına rağmen, bugün 2. Lig’e (aslında 3. Lig’e) düşme tehlikesi yaşayan kulübümüz aşağıdakilerden hangisidir?
a) Altay   b) Kasımpaşa
c) Gaziosmanpaşa   d) Eşrefpaşa
Teknik Direktörü, “Bu takım düşerse, Barcelona da düşer; hatta gökten kurbağa yağar” dediği halde uçurumun eşiğine gelen kulübümüz hangisidir?
a) Altay    b) Karatay
c) Dorutay   d) Taytay
Ligden düşmesi kesinleşen Diyarbakırspor’u bu sezon (28. hafta itibariyle) iki maçta da yenemeyen tek Bank Asya 1. Lig takımı hangisidir?
a) Altay   b) Fenerbahçe
c) Panathinaikos   d) Ajax
Göreve gelirken ilk 2 havası atan, ardından ilk 6’ya çırak çıkan, sıkışınca, “Başaramazsam diplomamı yırtarım” diyen, bugünlerde diplomasını yırtmaya hazırlanan Coşkun Demirbakan hangi kulübü çalıştırmaktadır?
a) Altay   b) Bayern Münih   
c) Chelsea   d) Çemişgezekspor
Dört forvetinin attığı gol toplamı (Thernand 4, Mehmet Şen 3, Burak 2, Ergun 1), T.Linyitspor’un adı sanı duyulmamış santrforu Mehmet Akyüz’ün bile (11 gol) gerisinde kalan takım hangisidir?
a) Altay   b) Karavanaspor     
c) Ataryemez   c) Tayyaregücü
Takımı şampiyon yaparak tarihe geçmek yerine, kendisini Maliye Bakanı zannedip, “Borçları ödeyeceğim” diye tutturan, sonuçta, “Hem yardan, hem serden” olan Ahmet Taşpınar hangi kulübün başkanıdır?
a) Altay   b) Dinarspor
c) Memergücü   d) Granitspor

Yazının devamı...