Bu evrede bebek, çevresini ağız yoluyla keşfetmeye çalışır ve etrafında gördüğü cisimleri sıklıkla ağzına götürür.
Yapılan araştırmalarda emme güdüsünün bir sonucu olarak bebeklerin yaklaşık yüzde 85’inin birinci aylarında emzik kullanmaya başladığı saptanmıştır. Emzik, bebeğin doğal emme içgüdüsünü tatmin etmekte ve bebeğe güvende olduğu hissini vermektedir.
Bebek emzik emmekten mutlu oluyorsa, bu durumdan rahatsız olmaya ve bebeklerin emme zevklerini tatmin etmelerini engellemeye gerek yoktur. Ancak kimi anne-babalar, bebeklerine çok fazla emzik verirler. Bu yüzden de bebekler için emme bir vakit sonra ihtiyaç olmaktan çıkıp sakinleştirici bir araç haline gelir. Bu da bağımlılığa yol açar.
Ayrıca uzun süreli emzik alışkanlığı; diş ve çene yapısının bozulması, kulak-burun hastalıkları ve konuşma bozukluklarına yol açabilmektedir. Uzun süreli emzik kullanan bebekler, kelimelerle duygulara temas etmekten ve başka türlü problem çözme şemalarını oluşturmaktan da uzaklaşmaktadır.
Eğer emziği çok fazla kullanırsanız, yani bebeğinizin çıkardığı sesler karşısındaki ilk hareketiniz ona emzik vermek olursa, bebeğinizin ses çıkarma ve ses keşfetme ihtiyacını engelleyebilirsiniz.
Çoğu bebeğin emzik ihtiyacı, kelimeleri kullanmaya başlamadan önce yani 4-5 aylık gibiyken azalır. Ağızda bir şekil bozukluğuna yol açmaması açısından bebeğinizin ilk dişleri çıktığında yani 6-8 aylar arasında emzik kullanımını yavaş yavaş azaltabilirsiniz.
Genelde emme refleksi, çiğneme becerisinin gelişmesiyle birlikte ortadan kaybolmaya başlar. Çiğneme becerisinin gelişmeye başladığını gözlemlediğiniz dönemde çocuğunuza emzik yerine çiğnemesi için ekmek kabuğu gibi sert bir yiyecek verdiğinizde, bunu çiğnemeye çalıştığını görürsünüz. Bu açıdan çocuğunuzun emme refleksini yapay bir şekilde uzatmaktan kaçınmanız gerekir. En geç 2 yaş bitiminde emzik kullanımının tamamen bırakılması da yerinde olacaktır.
EMZİĞİ ONU SUSTURMAK İÇİN KULLANMAYIN
Bu süreçte ilk olarak bebeğinizin emmenin dışında ihtiyaçları olabileceğini, emme dışında bir faaliyetle de sakinleşebileceğini fark etmeye çalışın. En önemlisi bebeğiniz gergin, sinirli veya huysuzken, ağlıyorken, emziği susması için kullanmaya çalışmayın.
Bebeğiniz ağladığında yapmanız gereken, ona yumuşak bir şekilde yaklaşıp sakinleştirmeye çalışmaktır. Bunun için çocuğunuza müzik dinletebilir, şarkı mırıldanabilir ya da kucağınıza alıp onunla konuşabilirsiniz.
Dikkat edilmesi gereken bir nokta da şudur: Bebeğinizin gereksinimi bitmeden emziğini alırsanız, çocuğunuzun emme ve ağzından haz alma ihtiyacı devam ettiğinden parmak emmeye başlayacaktır. Ayrıca gereksiz korkutmalar, daha ciddi ruhsal gerginliklere yol açacağından, başvurulmaması gereken bir yöntemdir.
PARMAK EMMESINE SERT TEPKILER VERMEYIN
Öte yandan emzik kullanımı için annesine ihtiyaç duyduğunu fark eden bebek, kendi kendini yatıştırabilmek için daha bağımsız bir yola başvurabilir ve bu durum kendini çoğu zaman parmak emme davranışı olarak gösterebilir. Bebek, parmak emme davranışını bir kez keşfettiğinde, her ihtiyaç duyduğunda emme güdüsünü tatmin etmek amacıyla kullanabilir.
Aileler genellikle parmak emme davranışının ilk 3 ayda ortaya çıktığını belirtse de, parmak emme davranışının anne karnından itibaren görüldüğü ultrason görüntülerinden tespit edilmiştir. Uzmanların araştırmalarına göre, parmak emme davranışı beyinde salgılanan endorfin seviyesini artırmakta ve sonuç olarak bebeğin kendisini psikolojik olarak daha rahat ve güvende hissetmesini sağlamaktadır.
Halk arasında parmak emme davranışının açlıktan kaynaklandığına dair bir görüş bulunmaktadır; ancak parmak emen çocukların çoğunun bu davranışı beslenmeye bağlı olmayacak şekilde geliştirdiği belirlenmiştir.
Bunun yanı sıra bebeklerin uykuları geldiğinde ellerini ağızlarına götürmesi de uyku ve parmak emme arasında bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır.
Parmak emme davranışı kimi zaman ailelerde endişe uyandırabilir ve anne-babalar, çocuklarını bu davranıştan vazgeçirmeye çalışabilirler. Normal gelişen bir çocuğun 3 yaşına kadar parmak emmesinin engellemesine tepki göstermesi doğal karşılanan bir durumdur. Ancak 4 yaşına gelen çocukların yavaş yavaş bu alışkanlıktan vazgeçmesi beklenmektedir. Parmak emmeyi sürdüren çocuklarda, aileler sert tepkilerden ve ceza, yasaklama gibi kısıtlayıcı yöntemlerden uzak durmalıdır.
Eğer çocuğunuzun bu davranışı karşısında yasaklayan ve karşı çıkan tavırları sık sık sergilerseniz, bu istenmeyen davranışı onun gözünde daha mükemmel kılar ve pekiştirmiş olursunuz!
Anne-babalar, her çocuğun şahsına münhasır olduğunu bilmeli ve buna uygun ebeveyn tutumları geliştirmelidir.
Anne-babalık sürecinde sık sık kendimizi geçmişle gelecek arasında gidip gelirken bulabiliriz. Geçmişin hesaplarını yaparken genellikle hatalarımıza, yapmak isteyip yapamadıklarımıza odaklanırız.
Günlük hayatta her tür mesleği icra etmek için belirli bir öğrenme süreci ve yeterlilik belgesi gerekir. Oysa ki anne-babalık, kendi anne-babamızdan aldığımız miraslar ile yaşamın ileriki yıllarında öğrendiklerimizi bütünleştirmeye çalıştığımız zorlu bir süreçtir.
Ebeveyn olma hakkında pek çok kaynak olmasına karşın, çoğu anne-babanın ne yapacağıyla ilgili kafa karışıklığı uzun yıllar devam eder. Aldığımız eğitim, edindiğimiz bilgi ve deneyim bizi olgunlaştırır elbette... Ama bütün bunların daha ileriki yaşlarda edinildiğini düşünürsek, o yıllara kadarki deneyimimizin referansı anne-babamızdır.
GEÇMİŞTEKİ İLİŞKİLER GELECEĞE YÖN VERİYOR
Içine doğduğumuz aileyle ilişkilerimiz, sonradan kurduğumuz ailemizde kendisini tekrar eder. Bazen bilerek bazen de farkında olmadan kendi anne-babalarımızın yansıması oluruz.
Aile terapistleri de geçmişteki insan ilişkilerinin yaşanmakta olan ilişkilerde kendini tekrarladığını savunmaktadır. Sözgelimi, aşırı ilgili annelerin genellikle kendi annelerinin ilgisiyle boğulmuş çocuklar olduklarını gözlemleriz. Bazen de annenin kendi annesi ihmalkâr ya da ilgisiz olabilir ve ilgisizlik onun karşı kutba kayarak kendi çocuğuna karşı aşırı ilgili olmasına yol açabilir.
KÜÇÜK SIYRIKLAR GÜÇ KAZANDIRIR
Ne kadar sevilirsek sevilelim, karşılanmamış ihtiyaçlarımız, gözden kaçmış duygularımız vardır. Ancak birçoğumuz, yaşamdaki bu küçük sıyrıkları bir varoluş becerisine dönüştürebiliriz.
Burada sanırım anahtar kelime “sevgi”... Eğer bir çocuk, koşulsuz sevgi ile büyütülmüş ve bunu hissedebilmişse, bireysel özelliklerinin izin verdiği oranda tüm yaşam olaylarını yeniden yorumlama ve olumlama becerisi daha fazla olur.
Bunu hep aşı ve hastalık ilişkisine benzetirim. Sağlıklı bir vücudun zayıflatılmış virüslerle büyük hastalıklara donanım kazanması gibi... Sevgi ortamındaki küçük sıyrıklar, büyük yaşam olaylarına karşı baş etme gücü kazandırır insana!
İyi bir ebeveyn olmanın anahtarı; kendi ihtiyaçlarımızla çocuklarımızın ihtiyacını ayırt etmek ve her çocuğun şahsına münhasır olduğunu bilerek buna uygun anne-
babalık tutumları geliştirmektir.
Anne-babaların çocuklarına verebilecekleri en önemli iki şeyi sembolik olarak anlatmaya çalışırsak, “kök” ve “kanat” benzetmesini kullanmamız yerinde olur. Burada kökler, çocuğa kararlı bir destek ve umursandığı duygusunun aşılanmasıdır. Kökleri geliştirmek için çocuğunuza “koşulsuz sevgi”nizi hissettirmeniz gerekir.
Kanatlar ise eğitimle, cesaretlendirmeyle ve özgür bırakmayla gelişir. Bunlar, çocuğunuzun dünyada kendi yolunu bulmasına ve kendi potansiyelini keşfetmesine yardımcı olur. Çocuğunuzun kanatlanma zamanı geldiğinde, ona sorumluluk duygusunu öğretmiş, gelişiminin belirli evrelerinde sizden uzaklaşmasına izin vermiş, kendilerine güven duyabilmelerini sağlamış olmalısınız. Sevgi, bir çocuğun köklerini geliştirmesi için kesinlikle gereklidir, ancak yeterlilik duygusunu engellememelidir.
KAYGILARIN KAYNAĞI BELKİ DE SİZSİNİZ
Bireyler ebeveyn olduklarında da içlerindeki büyümemiş çocuk bir yerlerde durur. O çocuğun ilgi isteği, yetersizlik duyguları, kaygıları, korkuları, karşılanası sevgi ihtiyacı, görünürdeki yetişkinde de var olmaya devam eder.
Çocuklarımız için kaygılandığımız, meraklandığımız, çözüm bulmaya çalıştığımız birçok durum gerçekte kimin öyküsüdür acaba? Çocuğumuzun mu yoksa içimizdeki çocuğun mu? Işte böyle bir kafa karışıklığı durumunda içinizdeki çocuğa sarılsanız bir türlü, sarılmasanız başka türlü...
ÇOCUKLARINIZA BEDEL ÖDETMEYİN
Kendini çocuklarına adayan ve bunu onlara söyleyen anne-baba, farkında olmadan çocuklarına bedel ödetmeye başlar. Çünkü çocuklar, ebeveynin yorgunluğuna ve üzüntüsüne neden olmaktan ötürü ağır suçluluk hisseder.
Anne-babaların, çocukları dışında kendilerine ait alanları da olmalıdır ve çocuğunuz zamanı gelip özgürleşmek istediğinde sizin ağırlığınızı omuzlarında taşımamalıdır.
Okul ve ebeveynler arasındaki bu iletişimin yıl sonunda da tekrarlanması, anne-babaların sorunlu dersler hakkında öğretmenlerle görüşme ve işbirliği yapması önemlidir. Anne-babalar, çocuklarının dersleri ve başarısızlık nedenleriyle ilgili bilgi sahibi olduklarında, konuyu en uygun şekilde ele almaları ve ilişkiyi bozmadan çocuklarına yardım edebilmeleri mümkündür.
Çocuğunuzla konuşmadan önce bu soruların cevaplarını öğrenin...
? Duygusal sorunlar, öğrenmeyi ne derece etkiler?
- Çocuklar, zekâdan bağımsız olarak, hangi yaşta olursa olsunlar duygusal süreçlerine bağlı bir akademik performans gösterirler.
- Dikkat bozukluğu vb. sorunlar, bazen başarısızlık için başlı başına bir neden, bazen de pek çok şeyin sonucudur.
- Kaygı, ifade edilemeyen olumsuz duygular, özgüvenle ilgili sorunlar, büyüme ile önceliklerin değişmesi gibi ruhsal süreçler, öğrenme becerilerini ve akademik performansı doğrudan etkiler.
- Çocuğunuzun gelişimsel dönem özellikleri ve onunla kurulan ilişki kalitesinin yanı sıra aile ortamı da akademik başarısızlığa neden olacak pek çok duygusal iniş çıkışlar yaratabilir.
? Sorun, akademik mi gelişimsel mi?
Bazı çocuklar, zeki olmalarına rağmen bazı güçlükler nedeniyle akademik çalışmaların gerisinde kalabilir. Bu çocukların ileriye gitmeleri için önce var olan boşlukların tamamlanması gerekir. Eğer çocuğunuzun herhangi bir derste başarısız olmasına yol açabilecek spesifik bir sorundan şüpheleniyorsanız, okul ile işbirliği içinde bir uzmandan yardım alın.
? Çocuğunuzun problemli dersiyle ilgili okulun bir planı var mı?
Dersteki başarısızlığın akademik olduğuna kanaat getirdiyseniz, söz konusu dersle ilgili eksiklerini gidermesinde okulun ne gibi bir katkısı veya önerisi olabilir, araştırın (ek kurslar, özel ders, tavsiye edilen kitaplar vs).
? ıleriki akademik hayatında başarılı olabilmesi için çocuğunuzu evde nasıl desteklemelisiniz?
- Anne-baba olarak şu soruları sorun: Çocuğunuzun özellikle üstünde durması gereken bir konu, var mı? Bu konuda gelişimine yardımcı olabilecek oyunlar ya da projeler nelerdir?
KONUşURKEN SAKıN OLUN
Düşük notların bulunduğu bir karneyi kabullenmek elbette kolay değildir. Fakat anne-babaların karne konuşmasını yapmadan önce çocuklarının derslerindeki başarısızlığını tamamen içlerine sindirdiklerinden emin olmaları gerekir.
Anne-babalar kendi içlerindeki öfke, üzüntü veya hayal kırıklığıyla yüzleşmezlerse çocuklarıyla konuşma sırasında “Bu senin suçun”, “Derse dikkatini verseydin ve çalışsaydın karnende bu kırık(lar) olmazdı” gibi sözler sarf edebilirler. Bu sözler, genellikle çocuklar için kırıcı olur. Dahası, onların “Ben başarısızım/ yetersizim/ zeki değilim”, “Bu okul bana göre çok zor” ya da “Daha yüksek notlar alsam, anne-babam beni daha çok severdi” gibi olumsuz çıkarımlar yapmalarına yol açabilir.
Unutmayın siz çocuğunuza yüklendikçe o da sorunu dışsallaştıracaktır. Sorunu dışsallaştıran çocuklar, hep başkalarını ya da durumları suçlarlar ve kendi payları ile ilgili düşünmekten giderek uzaklaşırlar.
Başarısızlığın nedenlerini konuşurken, “Ne yapsaydı daha başarılı olabilirdi?” sorusuna birlikte cevap arayın. Elbette kendisi dışındaki diğer faktörleri de düşünün. Nedenleri bulmanız, çözüme ulaşmanızı kolaylaştırır.
Özetle çocuklarının karnelerine yorum yapmadan önce anne-babalar, mutlaka sakin ve yargılamayan bir tutum takınmalıdır.
Nedeni ne olursa olsun ya da karnede görülen başarısızlık kimin suçu olursa olsun anne-babaların çocuklarıyla karne konuşmaları yaparken üzgün ve öfkeli bir tutum takınmaları, onları daha çok yaralayacaktır.
Diğer yandan anne-babalar, çocuklarının karneleri ya da sıkıntılı olduğu derslerle ilgili kırıklıklarını, öfkelerini ve suçluluk duygularını da anlayıp kabul etmelidir. Çocuklarının ağlamaya ihtiyaçları varsa anne-babalar buna izin vermeli, onları sakinleştirdikten sonra gerçekleri konuşmalı ve gelecek için etkin planlamalar yapmalıdırlar.
EK ÇALIşMA AÇIKLAMASI
Çocukların geride kaldıkları dersleri yakalamak veya bazı eksiklikleri tamamlamak için yaz boyunca birtakım ek çalışmalar yapmaları gerekebilir. Anne-babalar, bu durumu sakin ama kararlı bir tavır içinde şöyle açıklayabilirler: “Bu yıl matematik dersinde biraz zorlandın. O yüzden bu dersin notu karnende diğer derslerinden daha düşük. Öğretmenin ve ben; gelecek yıllarda matematikte zorlanmaman için bir plan yaptık. Tatil boyunca seninle haftanın belirli gün ve saatlerinde eksik olduğun konuları çalışacağız. Yazın düzenli çalışarak hem okula eksiklerini gidermiş olarak döneceksin hem de seneye karnende bu çalışmanın karşılığını göreceksin.”
Masallardaki olumsuz duyguların çocuklarını kötü etkileyeceğini düşünürler. Oysa ki masallar, çocukların bilişsel ve duygusal gelişimi desteklerken anne-baba ve çocuk arasındaki ilişkiyi de zenginleştirir.
Bir toplumda büyüyen ve yaşayan bireylerin çoğunun kısmen aşina oldukları masallar, o toplumun ortak tarihidir de aslında. Bunun yanında evrensel masallar da dünyanın farklı yerlerindeki bireylerin, belki de evrensel tarihimizin ipuçlarıdır.
Ancak bazen anne-babalar; çocuk büyütürken kendilerine okunan, anlatılan ya da bizzat okudukları masalların çoğunu çocuklarına aktarmaktan bir çekince duyarlar.
Masallardaki cadılar, çocuğu korku dolu bir hale getirecek midir? Prenses ve prens ilişkisi, gereksiz bir karşı cins merakı yani cinsel bir uyanış yaratacak mıdır?
Tüm bunlar, mükemmel çocuk yetiştirme endişesinin bir yansıması olabilir. Anne-baba, dünyanın en kusursuz çocuğunu böyle olumsuz duygularla kirleteceğini düşünür. Ya da anne-babanın kendi korku ve kaygılarının çocuk üzerindeki yansıması da olabilir.
Oysa masallar, çocuğun içinde yaşadığı toplumla ve başka toplumlarla bütünleşmesine yardım eder.
Çocukların duygusal hayatını şekillendirir. Çocuklara değer yargılarını öğretir. Çocukların sorunlarla nasıl başa çıkabileceğine dair örnekler verir. Onlara olasılıkları gösterir ve onları ümitlendirir. Ayrıca iyi ve kötü kavramlarını onların anlayacağı şekilde biraz da abartılı bir üslupla ortaya koyar.
Masal okuma ya da anlatma esnasında, anne-baba ve çocuk arasında olumlu ve olumsuz pek çok duygunun konuşulması için bir fırsat doğacaktır. Anne-babanın hem oradaki duyguyu kabul etmesi hem günlük hayatta benzer duyguyu yaratan durumları konuşması hem de hayal ile gerçek kavramları üzerine konuşması, iletişimi derinleştirir ve zenginleştirir.
Ancak çocuğun çok rahatsız olduğu ve duymak istemediği bir masalı da zorla anlatmak ve ondan bir ders çıkarması için ısrarcı olmak da, bir fayda sağlamayacaktır.
Günümüzde klasik masalların dışında çocukların sorunlarla başa çıkmalarına yardımcı olmak için oluşturulmuş kitaplar da vardır.
Bu tür kitaplar, temel olarak çocuklara iyi bir rol model olma ve hayatın zorluklarıyla baş edebilmeleri için gerçekçi örnekler sunma amacı taşır.
Bu kitaplar; çocuklara sadece iyi rol model olmakla kalmaz, ayrıca onların nasıl düşünüp davranacaklarına dair örnekle sunar.
ERKEN DÖNEMDEN İTİBAREN NASIL KİTAPLAR OKUNMALI
Bebekler, yeni yeni adapte olmaya çalıştıkları dünyada her gün yeni şeyler öğrenirler. Renkli, parlak, hareketli ve sesli nesneler; bebeklerin oldukça ilgisini çeker.
1-3 yaş çocuklarıysa, dokunarak ve dinleyerek öğrenirler. Dil ve konuşma becerilerinin gelişebilmesi için bol miktarda kitap okumaları gerekir. Bu yaşlarda ne okumak istediklerine kendileri, karar verebilirler. Yemekler, arabalar, hayvanlar ve çocuklarla ilgili kitaplar; oldukça ilgilerini çeker. Bu yaş aralığında bir çocuğunuz varsa ona kitap alırken olayların kısa cümlelerle anlatılmasına, renkli ve bol resimlerin olmasına dikkat edin.
3-6 yaş çocukları; masallar, tekerlemeler ve kısa öykülerden çok hoşlanırlar. Herhangi bir kitabı defalarca okumanızdan çok keyif alırlar. Bu tekrarlar onlar için yararlıdır da çünkü tekrarların öğrenmeye katkısı, çok fazladır. ıçinde hayvanların, rakamların ve sayıların yer aldığı kitaplar; onlar için oldukça ilgi çekicidir.
Okul çağındaki yani 7-9 yaşlarındaki çocuklar, hâlâ somut düşünürler. Bu yaşta kahramanları çocuk olan kitaplar, ilgilerini çeker. Doğadan bahsedilen kitaplar da, hoşlarına gidebilir. 10 yaş itibariyle çocuklar soyut düşünme becerisi kazanırlar ve ilgi alanları genişler.
Bu yüzden macera ve mizah içeren kitaplar, ilgilerini çeker.
Ancak her şeyden öte çocuğun kendi bireysel meraklarını konu edinen kitapların anne-baba tarafından özenle seçilmesi gerekir. Okunan veya anlatılan öykü ile ilgili konuşmak, buradan yola çıkarak çocuğun kendi öykülerini oluşturmasına yardım etmek; bilişsel ve duygusal gelişimi desteklerken anne-baba ve çocuk arasındaki ilişkiyi de zenginleştirir.
Çoğu çocuk, erken çocukluk döneminde, yuvadan ya da arkadaşının evinden bir oyuncağı izinsiz alıp evine getirmiş olabilir. Böyle bir olay karşısında anne-babalar, çocuklarının bu davranışını geleceğe taşıyabileceğinden kaygılanır.
Oysa erken dönemde, istediğine sahip olabileceğini düşünmek, gelişimsel sürecin gereğidir. O yüzden çocuklar, kendi oyuncaklarından ya da eşyalarından daha güzelini gördüklerinde bunları izinsiz alır, bunu ahlak dışı bir davranış olarak görmezler.
Bu dönemde “mülkiyet kavramı” daha gelişmediğinden başka birinin eşyasını izinsiz almak, onlara kötü bir davranış olarak gelmez.
İzinsiz eşya alma davranışının bir uyum ve davranış bozukluğu olarak değerlendirilebilmesi için çocukların ilkokul çağına gelmiş olması gerekir.
Çocuğunuza beğendiği veya oynamak istediği şeyi elde edebilmesi için neler yapabileceğini anlatın. Örneğin arkadaşının oyuncağını almak istiyorsa “Başkasının oyuncağını izin almadan alamazsın, ama izin istersen belki sana verebilir” diyebilirsiniz.
ANNESİYLE ARASINDA KOPUKLUK OLABİLİR Mİ
Çocuk için anlamlandıramadığı şeyleri kabul etmek çok zordur. Bu nedenle aynı kuralı pek çok kez tekrarlamanız gerekebilir. Ancak bu davranışın sık tekrar edilmesi ya da okul çağına kadar devam etmesi durumunda, yani davranışın nedenlerini merak etmenin gerekliliği doğar.
Burada çocuk, aslında çaldığı nesneyle değil, kişilerle ilgilenmektedir. Asıl aradıkları şey, sevgi nesnesidir. Çaldıkları da aslında kendilerine zevk veren renkli bir kalem, lezzetli bir elma ya da arkadaşının bisikleti değildir. Bu şekilde çalma davranışı gösteren çocuklar, çaldıkları şeyleri beğendikleri için çalmazlar.
Bu çocukların anneleriyle duygusal ilişkilerinde bazı eksiklikler olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Anneleri; yanlarında değildir, uzaktadır. Belki de çocuklarının yanındadır, mükemmel bir annedir ve çocuğuna sınırsız sevgi vermektedir. Ancak çocuğun bakış açısından durum öyle değildir, eksik olan bir şey vardır.
ÇALMA DAVRANIŞINA YOL AÇAN TUTUMLAR
Çocuk, bir şeyi izinsiz alırken aslında neyin eksikliğini taşıyordu?
Öfke ve ifade edilemeyen diğer olumsuz duyguların ya da bastırılmış merakların yarattığı kaygı, çalma davranışını tetikliyor olabilir mi?
Dürtülerini denetleyememek, çalma davranışının nedeni olabilir mi?
Tüm bunların cevabı, çocuğun kendi yaşam öyküsünde saklıdır elbette. Ancak ne tür tutumların çalma davranışına neden olduğunu genellemek mümkün.
Anne-baba tutumları: Anne-babalar, çocuklarına karşı aşırı disiplinli ve katı tutumlar sergiledikleri, onları kardeşleri ya da başkalarının çocuklarıyla kıyasladıkları takdirde bu durum çocuklarını çalma davranışına meyilli hale getirebilir. Anne-babalar ekonomik zorluklar yaşıyorlarsa, bu da çocukları çalmaya yönlendirebilir.
Kıskançlık ve rekabet: Çocuklar, kendilerine örnek gösterilen kardeşlerini ya da yaşıtlarını kıskanabilirler ve yaşadıkları rekabet duygusunu bastırabilmek için çalma davranışı gösterebilirler.
Sevgisizlik ve ilgisizlik:
Çocuklar, yeterince sevilmediklerini, duygusal anlamda yeterince ilgi görmediklerini düşünürlerse, başkalarının eşyalarını izinsiz alarak sevgi açlığını gidermeye çalışırlar.
Değersizlik duygusu ve öz güven eksikliği: Kendilerini yetersiz hisseden çocuklar, beğendikleri eşyaları çalarak kendilerini değerli kılmaya çalışabilirler.
Eğer anne-babalar, çocuklarında çalma davranışı gözlemliyorlarsa, yanlış tutumlarda bulunup durumu daha da zorlaştırmamak için bir uzmana başvurup çalma davranışının altında yatan nedenleri bulmalı ve bu nedenleri ortadan kaldıracak şekilde tutumlarını değiştirmelidir.
EBEVEYNLER NELERE DİKKAT ETMELİ
Çocukları böyle bir sorun yaşayan anne-babalar, şunlara dikkat etmeli:
Çocuklarını yargılamamak ve suçlamamak
Çocuklarını aşağılamamak, küçük düşürmemek
Çocuklarının bu davranışını başkalarının yanında konuşmamak
Çocuklarının çalma davranışı nedeniyle telaşa kapılmamak
Çocuklarını çalma davranışından vazgeçirmek için onlara şiddet uygulamamak ancak net sınırlar koymak