(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Razi Canikligil" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Razi Canikligil" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Razi Canikligil
Saat saat seçim gecesi rehberi
8 Kasım 2016

ABD’deki tüm anketler Demokrat Parti adayı Hillary Clinton’ı favori gösterirken, Cumhuriyetçi Parti aday Donald Trump’un rakibi ile arasındaki puan farkını 2’ye indirmesi hala önemli bir şansının olduğunu gösteriyor.

 

Hillary Clinton, ABD Başkanı Barack Obama’nın katıldığı Philadelphia’daki son konuşmasından sonra New York’a geçerken, Donald Trump son seçim konuşmasını rakibiyle başabaş olduğu New Hempshire eyaletinde yaptı.

 

Demokrat Parti, seçim zaferini New York’un en büyük kongre merkezi Javits Center’da kutlamaya hazırlanırken, Cumhuriyetçi Parti ise New York Hilton otelinin tüm salonlarını kapattı.

 

Sandıkların kapanması ve sayım işlemlerinin başlamasıyla tüm dünyanın gözleri eyaletlerden gelecek olan sonuçlara kitlenecek. 50 eyaletten gelecek olan rakamlarda popüler oylardan çok o eyaleti kimin kazandığı önem teşkil ediyor.

 

ABD seçimlerinde sandıklardan alınan popüler oy değil, kazanılan delege sayısı başkanı belirleyecek. Bunun anlamı şu; ABD başkanlık seçim yöntemine göre seçmenin oyları başkanı direk belirlemiyor. Amerikalı seçmen aslında sandığa giderken seçiciler kurulunu oluşturacak olan delegeler için oy kullanacaklar. Her eyaletin seçmen sayısına göre delege sayısı bulunuyor. Eyaletlerde seçmenin en fazla oyunu alan aday tüm delegeleri de kazanmış oluyor. Toplam 538 delege sayısından 270 sayısına ulaşan başkanlığı kazanmış olacak. En fazla delegeye sahip olan California (55), her seçimde tercihini Demokrat parti adaylarından yana kullanırken, delege sayısında ikinci sırada olan Teksas (38) tercihini Cumhuriyetçi Parti adaylarından yana kullanıyor. Daha sonra ise tercihini genellikle demokrat Parti adaylarından yana kullanan New York (29), Florida (29), Pennsylvania (20); Illinois (20) eyaletleri geliyor.

 

Gecenin sonunda “zafer” ya da “çekilme” konuşmasını kimin yapacağı aşağıda sıraladığımız saatlere göre belli olacak.
İlk sonuçlar, TSİ çarşamba 02.00'de gelmeye başlayacak.

 

01:00 Sandıklarda oy kullanımın sona ermesiyle ilk sayılar gelmeye başlayacak. 

 

(19 OY)

 

Anahtar eyaletler: Kentucky ve Indiana
Seçim gecesi için net olarak çok erken sonuçlarını alacağımız Kentucky ve Indiana’da Trump kolayca kazanacak. 03:00’de Indiana ve Kentucky’nin galibi açıklanacak. Çünkü bu eyaletler adeta Cumhuriyetçilerin birer kalesi. Ancak bu haber Clinton’un moralini bozmayacak.

 

02:00 (70 OY)

 

Anahtar Eyaletler: Virginia, Florida
Bu iki eyaletten gelecek rakamlar çok önemli. Eğer, Clinton burada açılacak ilk sandıklarda önde başlarsa Trump için seçim gecesi çok erken bitebilir. Trump’un Başkan olabilmesi için gerekli olan en az 270 sayısına ulaşabilmesi için bu eyaletlerde mutlaka önde başlamalı ve kazanmalı. Florida’nın 29 delege oyu var. Bu Trump’un Clinton’u yakalayabilmesi için oldukça değerli bir rakam.
Florida anketleri;
CBS/YouGov Clinton 45 – Trump 45
FOX 13/Opinion Savy: Clinton 49, Trump 45
Virginia anketleri;
PPP: Clinton 51, Trump 45
Roanoke College: Clinton 49, Trump 40

 

02:30 (38 OY)

 

Anahtar Eyaletler: Ohio, North Carolina.
Trump, Florida’yı kazanmış olsa bile eğer Ohio’yu kazanamazsa başkanlık için elindeki matematik formülleri tükenecek. Trump’un bu eyalette rakibi Vlinton’u geçtiğini ileri sürüyordu. Ancak anketler farklı gösteriyor;
Ohio;
Columbus Dispatch Poll: Clinton 48, Trump 47
CBS/YouGov: Trump 46, Hillary 45
Trump, North Carolina’da kazanabilir. TV kanallarının Trump’u galip etmeleri Cumhuriyetçilerin moralini biraz olsun düzeltecek.
North Carolina:
Public Policy Polling: Clinton 49, Trump 47

 

03:00 (143 OY)

 

Anahtar Eyaletler: New Hempshire (net sonuç), Pennsylvania, Connecticut, Missouri, Texas (Çoğunluk).
Türkiye saati ile sabah 03:00’e gelindiğinde 16 eyalet ve başkent Washington’da rakamlar gelecek. New Hampshire ve Pennsylvania (20) çok önemli. Pennsylvania şimdiye kadar hiçbir Cumhuriyetçi adayı Beyaz Saray’a göndermemiş olsa da bu durum değişebilir. Trump’un burada ümitli. Bunun farkına vatan Clinton, son geceyi tüm gücüyle Philadelphia’da geçirdi. Ona eşi Bill Clinton ve Barack Obama da eşlik etti. Jon Bon Jovi ve Bruce Springsteen sahnede destek verdi. Trump ise son günü kampanyasını New Hempshire’de yürüttü. Benim tahminim Hillary Clinton Florida ve Pennsylvania’yı kazanırsa onu önce Cumhuriyetçi FoxNews kanalı başkan ilan eder.



04:00 (153 OY)

 

Anahtar Eyaletler: Wisconsin, Michigan, Minnesota, Colorado, Arizona.
Saat farkından dolayı bu saatte kapanacak olan 14 eyaletteki sandıklardan gelecek olan ilk rakamlarda yukarıdaki eyaletler büyük önem taşıyor. Eğer bu saate geldiğimizde kazanan belli değilse belli ki Trump, Florida ve Pennsylvania’yı kazanmış demektir. Ancak bu da yetmeyecek Virginia , Michigan ve Wisconsin’da da mutlaka kazanmak zorunda. Anketler her ikisinde de Clinton’u önde gösterirken Michigan (16) , Ronald Reagan’dan bugüne, Wisconsin ise 1972’den bugüne Cumhuriyetçi adayı başkan seçmedi.
Kararsız eyaletlerden Colorado’da seçmenlerin %80’i oylarını önceki günlerde kullandıkları için buradan çok çabuk bir galibiyet çıkabilir. Anketler Clinton’ı 3 puan önde gösteriyor.

 

05:00. (21 OY)

 

Anahtar Eyaletler: Iowa and Nevada.
Karasız olan Nevada’da (6) her iki aday başabaş gidiyor. Iowa’da ise Clinton önde görünüyor. Clinton, bu iki eyaleti kazanırsa, Trump, Michigan, Pennslyvania ve Wisconsin’i (10) kazanmak zorunda kalacak. Eğer Trump, Iowa ve Nevada’da kazanırsa son oylar sayılana kadar seçimin galibi çıkmayabilir.

 

06:00 (85 OY )

 

Altın Vuruş California’dan; 55 oy
Hillary Clinton, bu saate gelindiğinde 78 oyu hanesine yazacak. Zaten Demokratlar kalesi olan 55 oya sahip California’da seçim başlamadan bu oyları kazanmıştı bile. Hawaii, Oregon ve Washington Eyaleti de Clinton’un cebinde. Idaho ve North Dakota gibi küçük eyaletler Trump için banko.

 

08:00 (3 OY)

 

Anahtar Eyalet: Alaska. (3)
Bu saatlerde daha uyumadıysanız, seçimin galibi kesinleşmemiş demektir. 2000 yılındaki Gore-Bush arasındaki tartışmalı seçimi düşünün. Bush’un seçimi Florida’daki tartışmalı 537 oyla kazandığını hatırlatırım. Bu saatte televizyonunu kapatıp ya yatın ya da işinize gitmek üzere hazırlanın. ABD başkanını bu saatten sonra ancak mahkemeler belirler.

Yazının devamı...
Başsavcı Bharara, Zarrab hakkında yüz binlerce sayfadan oluşan kayıtlar üzerinde keşif yapıyor
6 Mayıs 2016

Bu haftaki “The New Yorker” dergisi, başsavcı Preet Bharara ile söyleşi ve analiz içeren geniş bir yazı yayınladı. Yazıda Bharara’nın ofisi için; bazı kişilerin yarı şaka yarı ciddi, kendi dış politikası olan ABD’deki tek savcı ofisi olduğunu söyledikleri belirtiliyor.

Bharara’nın 2013 yılında Hindistan’ın New York Başkonsolos Yardımcısı’nın evinde çalıştıracağı Hintli yardımcı kadın için vize sahtekarlığı yaptığı gerekçesiyle tutuklattığı ve bunun ABD ve Hindistan arasında krize neden olduğu ve Dışişleri bakanı John Kerry’nin Hindistan’dan özür dilediği de kaydediliyor.

Bharara röportajında, bu davanın ABD Dışişleri Bakanlığı'nda hazırlanıp kendi ofisi tarafından düzgünce onaylanıp mahkemeye sunulduğunu itiraf ederek sorumluluğu üzerinden atma cesaretini de gösteriyor. Hatta, ABD’nin özrüne ve Hintli konsolosun ülkesine dönmesine rağmen, Başsavcı Bharara suçlamalardan vazgeçmiş değil.

Zarrab iddianamesine de yer veren The New Yorker Dergisi, bu davanın Bharara’ya kazandırdığı Twitter takipçisi sayısına ve Türk halkının yargıya olan güveninin azalmasına değiniyor. Bizim için yeni bir şey yok.
Buna rağmen, “Zarrab konusu da Hintli konsolos iddianamesindeki gibi ABD Dışişleri Bakanlığı kaynaklı olabilir mi?” sorusunu da aklımıza geliyor.

Öyle ki, Zarrab ABD’ye Türk pasaportu ile giriş yaptı ve giriş için bir de ABD vizesi gerekiyor. Ve bu yol da İstanbul’daki ABD Başkonsolosluğu’ndan geçiyordu. Yani herkesin kafasındaki gibi “ABD ile anlaştı!, Bu kadar saf olmaz!” safsatalarının bir anlamı yok.

Zarrab’ın yerinde siz olsanız ne yapardınız?
ABD Başkonsolosluğu ya da Dışişleri Bakanlığı’nda tanıdığı olan, çok güvendiği bir kaynağına ABD’ye giderse başına bir yasal sorun çıkar mı? diye sordururdunuz. Zarrab da bunu yaptı. Ancak, güvendiği kaynak farkında olmadan onu ele verdi. Yukarıdaki Hintli konsolos mevzusunda olduğu gibi, Zarrab davası da ABD Dışişleri Bakanlığı’nda hazırlanıp Bharara’nın ofisine servis edildi. Bunu mühürlü iddianamenin ABD’deki adli kayıtlara 15 Aralık tarihinde sunulmasından anlıyoruz. Zarrab, ABD’ye neredeyse 3 ay sonra 19 Mart tarihinde giriş yapmıştı. Yani Zarrab’ı yıllardır dinleyen, emaillerini okuyan ABD, kendisine turist vizesi de verip, iddianameyi çabucak hazırlayıp cebinde gizli tuttuğu ortaya çıktı.

Mahkemeden notlar
Şimdi, Zarrab’ın yargıç karşısına çıktığı New York’ta gerçekleştirilen duruşmanın notlarına bakalım.

İran'a karşı uygulanan ABD ambargosunu delme, banka sahteciliği yapma ve kara para aklama suçlamaları ile FBI tarafından tutuklanan Reza Zarrab, 27 Nisan günü New York’taki Federal Mahkeme’ye her mahkum gibi ayaklarından kelepçeli olarak yargıç karşısına çıkarıldı.

Davaya bakan yargıç Richard Berman, Zarrab’ın konuşmaları anlayabilmesi için bir tercüman da çağırmıştı. Normalde bu işi avukatlar talep eder. Belli ki bu davanın öneminin farkında.

Başsavcı Bharara, Zarrab ile yüzyüze geldi
Zarrab, Federal mahkeme’de kendisini savunması için IMF’nin eski başkanı Domique Straus-Kahn’ın (DSK) kefalet ile yargılanmasını sağlayan New York’un ünlü mafya avukatı Benjamin Brafman’ı tutmuştu. Zarrab, kendisini savunabilecek en iyi avukatı tutmuştu. İddia makamında ise o günkü görevi New York Eyaleti Güney Bölgesi Başsavcılığı’ndan yardımcı savcı Sid Kamaraju üstlenmişti.

Başsavcı Preet Bharara ise herkes Zarrab’ın ruh halini anlamaya çalışırken, sessizce salona girip 20 kadar izleyicinin arkasından çok kısa süre duruşmayı izledi. Belli ki iki taraf duruşma öncesinde bir odada yüzyüze oturup karşılıklı değerlendirme yapmışlardı. Bu zaten duruşmaya da yansıdı.

FBI da izledi
Zarrab soruşturmasını başlatan FBI New York bürosundan ajanlar Jennifer McReynolds ve Scott Giessler de salonunda hazır bulunurken, Türkiye’nin New York Başkonsolosluğu'ndan Türk vatandaşlarının mahkemelerdeki adil yargılanmalarını takip eden bir sözleşmeli memur da duruşmayı izleyenler arasındaydı.

Bağımsız ve Etkili Yargı
Yargıç Berman, 2014 yılı mayıs ayında İstanbul’da gerçekleştirilen uluslararası bir sempozyumda “Bağımsız ve Etkili Yargı” başlıklı oturumu yönettiğini anlatırken, “Bu açıklamayı olayı ifşaa etmek için yaptım. Bu panele katılımım, bu davaya adil ve tarafsız bir şekilde başkanlık etme yeteneğimi etkilemez.” dedi. Sonra da, panelde yaptığı konuşmasının metnini Zarrab’ın avukatı Benjamin Brafman’a verdi.

Brafman, ilk olarak iddianamenin okunmasından feragat edilmesini ve müvekkilinin suçlamaları reddettiğini ve savunma yapacağını söyledi.

Yüz binlerce sayfa belge
Başsavcı yardımcısı Kamaraju ise; davaya sunacakları belgelerin yoğunluğuna dikkat çekerek, e-mail yazışmaları, banka hesapları ve telefon kayıtlarından oluşan belgelerin yüzbinlerce sayfa olduğunu ve şu anda sahip oldukları belgeler üzerinde keşifleri tamamlamak için Yargıç Berman’dan en az 30 gün süre istedi.

Yeni keşifler
Avukat Brafman ise yeni keşifler ve duruşma takvimini belirlemek için 16 Haziran günü üzerinde karşılıklı karar kıldıklarını, ancak, kefalet duruşmasını bu tarihten çok daha önce gerçekleştirmek istediklerini, hazır olduklarında kararlaştırdıkları tarihi mahkemeyi bilgilendireceklerini söyledi.

Kefalet duruşması gecikti
“Süratli Muhakeme Usulü” ile davaya bakacağını söyleyen Yargıç Berman’a iki tarafta itirazda bulunmadı. Mahkeme çıkışında konuştuğum, Avukat Brafman, Bu iddianamenin “savunulabilir” olduğunu ve kefalet duruşması için 10 gün içinde mahkemeye iyi bir paket sunacaklarını söylemesine rağmen, aradan geçen 10 günün ardından yaptığı yeni açıklamada, başvurularının bir kaç hafta daha gecikebileceğini belirtti.

Belli ki, yüzbinlerce sayfadan oluşan belgeler üzerinde keşiflerini yürüten Başsavcı Bharara’nın ofisi avukat Brafman’ın işini zorlaştırdı. Kariyerini risk etmek istemeyen Avukat Brafman, Zarrab’ın kefalet ile tutuksuz yargılanması için Başsavcıyı şimdilik ikna etmiş değil.

Zarrab’a IMF paketi
2011 yılında New York'ta kaldığı otelde oda temizleyicisi kadına cinsel saldırıda bulunup, zorla alıkoyduğu iddiasıyla tutuklandıktan sonra kefalet ile serbest bırakılan dönemin IMF Başkanı Fransız DSK'ın da avukatlığını yapan Brafman, Fransa Cumhurbaşkanı seçilmesine kesin gözüyle bakılan DSK'in 1 milyon dolar kefalet, 5 milyon dolar ipotek ücreti karşılığında tutuksuz yargılanmasını sağlamıştı.

Brafman'ın DSK için mahkemeye sunduğu kefalet paketinde ayrıca, ayak bileğine takılan elektronik pranga ile ev hapsini geçirdiği New York'un lüks semtlerinden SOHO'da aylık kirası 40 bin dolar olan daire ve DSK'nın yanında mahkeme tarafından onaylanan, parasını kendisi ödemek üzere 24 saat silahlı özel güvenlik ekibi bulunuyordu.

16 Haziran’da belirlenecek olan duruşma takviminde, Ekim ayından önce oturumların başlaması beklenmezken, dava sürecinin 1.5 yıl alabileceği tahmin ediliyor. Bu durumda Zarrab, kefaletle dışarı çıksa bile New York’ta maliyeti oldukça yüksek uzun süreli bir ev hapsine mahkum olacak.

Yazının devamı...
BM lider değiştiriyor: En güçlü aday komşudan, hem de Putin dostu
14 Şubat 2016

Reformcular BM’ye hep bir kadın genel sekreter istiyordu. Beklenen aday çıktı. Bulgaristan, Rus lider Putin’e yakınlığı ile bilinen UNESCO Genel Direktörü olan vatandaşı İrina Bokova'yı BM Genel Sekreteri olarak aday gösterdi.

ABD, Bokova’dan hoşlanmıyor. Nedeni; 2011’de UNESCO’nun Filistin’i resmen tanımasına önayak olması. ABD yönetimi, UNESCO’nun üye ülkelerin oyları ile Filistin’i devlet olarak tanıması sonrasında, BM’nin Paris merkezli bu güçlü organına yönelik para yardımlarını askıya almıştı.

Rusya, Bokova’nın adaylığını destekliyor. Peki, ABD nasıl bakıyor? Şimdilik sessizler. Henüz hiç bir açıklama yok.

Bulgaristan’ın Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkan Yardımcısı olan vatandaşı Kristalina Georgieva’yı da aday gösterebileceği konuşuluyordu. AB üyesi Bulgaristan’ın isimleri uzun süredir tartışılan Georgieva yerine Bokova’yı tercih etmesi, Güvenlik Konseyi’ndeki Batı grubunun da Bokova’ya destek vereceğinin bir işareti olarak algılandı.

Bu yıl yönetmelikler gereği aday gösterme sırası Doğu Avrupa ülkelerinde. Baktığımızda artık hepsi AB üyesi. Yani ABD’ye daha yakın duruyorlar. Ancak, içlerinde güçlü aday gösterebilecek eli sağlam tek ülke Bulgaristan. Diğer ülkelerden şimdilik aday yok. İrina Bakova, eski Bulgar Dışişleri Bakanı, Komünist altyapıdan geliyor. Yıllardır da Paris’te UNESCO Genel Sekreteri. Bu sayede hem Batı grubu hem de Doğu grubu ülkelerden destek alması kaçınılmaz.
Bokova, Filistin krizi sonrasında ABD ile arası bozulmasının ardından Putin’in daveti ile Moskova’ya giderek Zafer Günü kutlamalarında boy göstermişti. Yani, Rus lider Putin’e çok yakın.

AB üyesi Bulgaristan, tercihini Rusya’ya yakınlığı ile bilinen Bokova’dan yana kullanması, Bulgarların bu kararlarının BM Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul’undaki etkisini hesapladıklarını gösteriyor.

ABD’den Bokova’nın adaylığı konusunda şimdiye kadar hiç bir tepki gelmedi. Görülen o ki, Ruslar, Fransa’nın da sıcak baktığı Bokova’nın adaylığı konusunda ABD’yi ikna etmiş görünüyorlar.

TÜRKİYE PUTİN'İN DESTEKLEDİĞİ BOKOVA'NIN ADAYLIĞINA NASIL BAKIYOR?

Acaba, Türkiye komşusunun BM Genel Sekreteri adayına nasıl bakıyor? Suriye ve Irak’ta yaşanan krizler yüzünden artık iç içe yaşadığımız mülteciler sayesinde BM ile işlerimiz çok yoğun ve karmaşık. Irakla ilişkiler içler acısı, Rusya ile malum. Son günlerde BM’yi Suriye’deki etkisizliği yüzünden eleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin’in dostu yeni BM Genel Sekreteri ile bu sorunları nasıl çözecek? Öncelikle Türk Dışişleri Bakanlığı, Bokova’nın adaylığı henüz momentum kazanmadan görüşünü, eğer varsa desteğini ya da kaygılarını bir an önce açıklamalı.

BAN GÖREVİ BIRAKIYOR

Güney Kore'nin eski Dışişleri Bakanı Ban Ki-mun, BM tarihindeki 8. genel sekreter. Ban'ın ikinci beş yıllık dönemi 2016 sonunda tamamlanacak. İki dönem görev yapan Ban Ki-mun'un tekrar seçilmesi için yazılı kurallara göre bir engel bulunmuyor, ancak BM tarihinde hiçbir genel sekreterin iki dönemden fazla görev yapmamış olması bu konuda bir teamül oluşturuyor. Zaten, Ban, yeniden aday olmayacağını defalarca söyledi. Ayrıca, Güney Kore Cumhurbaşkanlığı’na aday olacağı yönünde haberler yayınlanıyor.

BEŞ RESMİ ADAY VAR

Kendi ülkelerinin hükümetleri tarafından BM’ye aday gösterilen şimdilik 5 isim var. Hırvatistan’ın eski Dışişleri ve AB ile ilişkilerden sorumlu Bakanı Vesna Pusiç, Makedonyalı BM Genel Kurulu eski başkanı Srgjan Kerim, Slovenya eski cumhurbaşkanı Danilo Türk ve Portekiz eski Başbakanı ve BM’nin eski Mülteciler Yüksek Komiseri Antonio Guiterez, Bokova’nın şimdiki rakipleri arasında bulunuyor.

GENEL SEKRETER'İN YETKİLERİ SEMBOLİK

Gerçekte, BM liderinin sembolik olmaktan başka önemli pek rolü yok. Sonuçta adı üzerinde genel sekreter. 193 üyesi olan BM’nin 5 ülke tarafından yönetildiğini defalarca yazdık. BM’nin yürütme organı veya yönetim kurulu diyelim, yani en üst organı olan Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi 5 ülke (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin) herkesin anlaştığı bir kararı veto edebiliyor. Ya da diğer ülkelere baskı uygulayabiliyorlar. Konseyin daimi üyeleri, BM yönetmelikleri gereği kendi vatandaşlarını genel sekreterliğe aday gösteremiyorlar.

GÜVENLİK KONSEYİ ÖNERİDE BULUNMAYACAK

Bu yılki seçimler teknik olarak öncekilerden farklı olacak. Güvenlik Konseyi bu defa yeni Genel Sekreter için Genel Kurul’a öneride bulunmayacak. BM Genel Sekreteri, 5 yıllık süre için üye ülkelerin gösterecekleri adaylar listesinden BM Genel Kurulu'ndaki oylama ile seçilecek. Geçmişte böyle bir oylama hiç olmadı. Çünkü, seçilecek adayı Güvenlik Konseyi kendi içinde yaptığı kapalı müzakereler sonrasında belirler ve Genel Kurul’un onayına sunardı.

 

Yazının devamı...
“ABD’nin kafası hiç bu kadar karışmadı, Suriye ile ilgili sorular, seçimler sonrası için kaygılar”
22 Kasım 2015

Türkiye’deki 1 Kasım seçimlerinin sonuçlarını ve nedenlerini konuşan artık kalmadı. Gündemde terör ve Müslüman mültecilerin durumu var. ABD’de 2016 başkanlık seçimleri öncesindeki adaylar arasındaki tartışmalarda bile öne çıkan başka bir konu yok. (Şimdilik!)

Fazla uzatmadan, ABD’nin Türkiye’yi nasıl gördüğünü resmi ağızdan belgeyle aktarayım.

ABD Kongre Araştırma Servisi (CRS), kongre üyeleri için düzenli olarak Ortadoğu, terör, silahlanma, ekonomik ve diğer iç konular ile ilgili raporlar sunar. Türkiye için de yılda 3-4 defa rapor yayınlar.

CRS’in son yayınladığı " Türkiye: Arka plan ve kısaca ABD ile İlişkiler’’ başlıklı raporunda, 1 kasım genel seçimleri sonrasında ve IŞİD’a karşı mücadelede Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’nin adımlarının ne olacağı ve kafalara takılan sorular üzerinde değerlendirmeler yapıldı.

Raporu özet olarak yazmadan önce son paragraftaki şu cümle ile bir fragman vereyim istiyorum. “Türk liderler, Batılı ülkeler veya uluslararası kurumsal çerçeve ve bazı süreçlerde Türkiye’nin çıkarları ve konulara tercihli yaklaşımlarının yansıtılmadığına inandıklarında Türkiye'nin geleneksel Batı müttefikliğini benimseyişi zamanla azalır. “  Yani anlayacağınız, eğer sesine kulak verilmezse Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşacağı konusunda bir endişeleri var.

TÜRKİYE, ABD İÇİN BÖLGEDE DAHA AZ ETKİLİ

Ortadoğu uzmanı Jim Zanotti tarafından kaleme alınan raporda; “Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun 2000’li yıllar ortalarında Türkiye'nin tarihi, dini, kültürü ve bölgedeki tecrübesi ve diğer bölgesel aktörlerle derin ilişkileri üzerine sürekli ortaya koydukları ‘’Stratejik Derinlik" ya da "Komşularla sıfır sorun" yaklaşımları ile son on yıl içinde Ortadoğu'da daha etkili bir aktör geldi.

Buna rağmen; Türkiye, komşu ülkeler için bir model olarak gösterilirken, iç ve dış politikada attığı bazı adımlarının  bölgesel sonuçları şekillendirme ve ABD çıkarlarını kolaylaştırmada daha az etkili hale dönüştüğü görülüyor.” şeklindeki ifade adeta Türkiye’deki iktidar muhalifi güçlerin ağzından çıkıyor gibi. 

Yine de, Batı ile olan köklü bağları ve benzer karakteristik özellikleri paylaşan Türkiye’nin bölgeyi şekillendiren Mısır, Suudi Arabistan ve İran gibi diğer potansiyel Müslüman güçlerden ayrışarak önemli bir bölgesel güç olmaya devam ettiği ve bu nedenle, ABD'nin çabuk alevlenen bölgedeki çıkarlarının ilerlemesi için Türkiye ile birlikte çalışmanın uygun olduğu da kaydediliyor.

ABD-Türkiye işbirliğinin Suriye’deki genel yörüngesinin belirsizliğini koruduğu da belirtiliyor.  Rusya’nın Suriye’de artık direk askeri rol alması ve ABD’nin IŞİD’a karşı savaşmak üzere Türkiye’de başlattığı eğit-donat programının fiyasko ile sonuçlanıp iptal edilmesiyle yeni belirsizliklerin doğduğuna ve Türkiye’nin Suriye sınırları içinde “Güvenli Bölge”  isteğinin ise Washington’da destek görmediğine de dikkat çekiliyor.

 RUSYA VE ABD İŞBİRLİĞİYLE İZOLE OLAN TÜRKİYE PYD’YE DAHA DÜŞMANCA OLUR

Kongre üyelerine yapılan uyarıda; bu gelişmelerin, iki ülkenin sınırda bir devriye bölgesi oluşturmasına engel olmayacağı, ancak Türkiye’nin Suriyeli Kürtlerin bölgeyi işgaline izin verilmesine açıkça itiraz ettiği belirtiliyor.  Rusya’nın Sunni İslamcı güçlere karşı PYD ile olası bir ortaklığı ve Kürt desteğini kazanmaya yönelik ABD-Rusya rekabetinin, Türkiye’yi bölgede iyice izole edeceği, bunun Türkiye’yi PYD’ye karşı daha da düşmanca tutuma itebileceğine dikkat çekiliyor.

AMERİKALILARIN TÜRKİYE İLE İLGİLİ KAFALARINA TAKILAN SORULAR...

ABD-Türkiye ilişkilerinin Suriye ve Irak ile ilgili işbirliği için kafalarına aşağıdaki bir dizi soru takılmış;

Türkiye’nin nüfusunun önemli kesimleri tarafından potansiyel Sünni karşıtı ve Kürt yanlısı sonuçları destekleme olarak görülen ABD, Rusya ve İran liderliğindeki operasyonlar ne ölçüde olabilir? Ve, Türkiye’nin IŞİD’a karşı savaşma isteğine etkisi ne olur?

-ABD, hem Türkiye hem de PYD ile birlikte operasyonları nasıl koordine edebilir ve taraflar ve bölge için büyük etkileri nelerdir?

-ABD-Türkiye ilişkilerinin askeri ve siyasi sonuçları Suriye’deki etkisi ne olacak? Esad ve rejimin hayatta kalma şansını azaltacak mı, artıracak mı? Türkiye, Suriye’de şimdiki durumdan mı, yoksa Suriye’nin fiilen bölünmesinden mi faydalanabilir?

-Bölgedeki gelişmeler ve  şu anda Avrupa’daki potansiyel hedef ülkeler

Türkiye'deki Suriyeli ve Iraklı mültecilerin durumunu nasıl etkiler?

 Raporda 1 kasım seçimleri sonrasında Türkiye’deki iç siyaset ve istikrarın geleceği  üzerine de şu analizler var;

 Türk iç siyaseti;  güç, anayasal demokrasi, yolsuzluk ve sivil özgürlükler konusunda çatışmaları içeriyor.  Yenilenen Türkiye-PKK savaşının ülkenin önemli alanlarını istikrarsızlaştırma potansiyeli var;  Suriye ve Irak ile ilgili güvenlik kaygıları; ve ekonomik kaygılar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’nin hükümeti ve toplum üzerindeki otoriter kontrolüne yönelik ateşli tartışma yakın gelecekte de devam edecektir

ERDOĞAN VE DESTEKÇİLERİNİN İÇ SİYASETİ TAHRİK ETME ÇABALARI...

Bu ölçüde Türk olmayan dış aktörlerin Türkiye’nin demokrasiye bağlılığı ve sınırlı hükümet, kendi laiklik-din dengesi ve Kürt sorunu ile ilgili yanıtsız kalan  soruların çözümünde ne derece önemli bir rol oynayacakları belirsiz. Erdoğan ve destekçileri Batı ülkelerinin eleştirilerine karşı periyodik olarak “dış güçlerin çabaları” şeklinde  açıkça iç siyaseti tahrik etme çabalarına başvuruyorlar. Ayrıca,  IŞİD gibi güvenlikle ilgili çeşitli endişeler ve mültecilerin durumu yüzünden dış gözlemcilerin Türk yetkililerin içerideki eylemlerini denetleme olasılığını azaltıyor.

SEÇİMLER SONRASINDA ABD’NİN KAYGILARI

Türkiye'nin 1 Kasım seçimleri sonrası karşı karşıya kaldığı bir dizi yıldırıcı zorlukların da bulunduğu ve bunların ABD için belirsiz etkileri ise cevap bekleyen şu sorularla sıralanıyor;

Güvenlik Sorunları:

AKP'nin zaferi Türkiye'nin Suriye ve Irak’a yaklaşımını, ayrıca, Kürtler ve İslam Devleti  ile ilgili iç ve dış zorluklara karşı nasıl etkiler?

Türk liderler ABD’nin PYD’ye yardımına ne ölçüde teveccüh veya karşı olacak veya Esad’ın Suriye’deki rolünün bir süre daha devam etmesi önerisine karşı Türk liderler ne kadar cesaretlendirilebilecekler?

İç Politika:

Erdoğan ve Davutoğlu Türkiye’nin 2 yıllık seçim sezonu ardından AKPli olmayan seçmen karşıt ya da bağımsız seslere karşı daha fazla güç arayacak mı? veya  görevlerini daha çatışmacı mı kullanacaklar?  Özellikle, Erdoğan’ın yetkilerini hangi yollarla artırmayı deneyecekler? Anayasa değişikliği ile mi?, Erdoğan'ın mevcut yasal ayrıcalıklarının geniş kullanımı ile mi?  Ekonomi, bürokrasi ve medya ağları üzerindeki anahtar rolündeki kendi kişisel kontrolü veya etkisi yoluyla artırmak isteyebilirler.

Ekonomi:

AKP, Türkiye'deki olumsuz ekonomik trendlerin ışığı altında büyüme, ihracat, döviz gücü ve güvenlik endişeleriyle aksayan turizm ve diğer kilit sektörler için  verdiği ekonomik güvenlik sözlerini nasıl yerine getirecek?

 Rapordaki soruların dışında en önemli analizlerden biri de NATO ile ilişkilerdeki belirsizlik.  Türkiye’nin  Batı’ya yönelik artan kaygılarına rağmen NATO ittifakı çerçevesinde kalmak isteyebileceği kaydediliyor.  Ancak, NATO üyeleri ile ne ölçüde, hangi stratejik ve pratik işbirliklerini devam ettirebileceği, Türkiye’nin özellikle ABD’nin küresel ve bölgesel politikalarına karşı duran diğer ülkelerle ilişkilerini güçlendirmek istemesinin belirsizliğini koruduğuna dikkat çekiliyor.

 Sonuçta, rapordan şu anlaşılıyor ki, Türkiye-ABD ilişkileri 1974 Kıbrıs ambargosundan bugüne hiç bu kadar belirsiz olmamıştı.  Amerika’nın kafası hiç bu kadar karışmamıştı.

 

 

Yazının devamı...
Dünya 5’ten büyük müdür? G20 zirvesi Türkiye’nin ne işine yarar?
15 Kasım 2015

Bu şu anlama geliyor; BM Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesinden 5’i hem daimi üye hem de veto yetkileri bulunuyor. Yani Güvenlik Konseyi’nde alınan ve tüm dünyayı ilgilendiren istedikleri kararları diğer üyelerin görüşlerine bakılmaksızın veto edebiliyorlar. Kim bunlar? Ve, buna ne hakları var?

70 yıl önce, İkinci Dünya Savaşı sonrasında galip gelen devletler; ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin, benzeri bir savaşın tekrarlanmaması ve sorunların diplomasi yoluyla çözülüp, ortak alınan kararların yasallaşması için Birleşmiş Milletler’i kurdular. Buraya kadar her şey iyi, ama bu ülkeler savaş kazanmanın gücüyle kendilerin, de Birleşmiş Milletler’in bir anlamda yönetim kurulu olan 15 sandalyeli Güvenlik Konseyi’ni de kurarak burada kendilerine olağanüstü veto yetkisini de veren daimi üyelik ile zaferlerini taçlandırdılar.

BM, geçtiğimiz hafta Suriye içsavaşının gölgesi altında sessizce 70’incı kuruluş yıldönümünü kutladı. Sadece Erdoğan değil, dünyanın pek çok entelektüeli de özellikle Güvenlik Konseyi’nde reform istiyor. 70 yıl önceki savaşı kaybeden Almanya ve Japonya günümüzün büyük ekonomileri Brezilya ve Hindistan ile birlikte Güvenlik Konseyi’nde daimi üyelikle birlikte veto hakkını da istiyorlar. Bu 4 ülke zaman zaman bir araya gelip yıllardır tartışılan BM reform için izleyecekleri yolu konuşuyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM’yi her defasında eleştirerek “Dünya 5’den büyüktür” diyor ama, neden bu gruba katılamıyor?


Dünya 5’den büyük müdür? ve Türkiye, daimi üye olabilir mi?


Bunu rakamlarla inceleyelim; 2015 rakamlarıyla dünya ekonomisinin büyüklüğü 74.5 trilyon dolar. Güvenlik Konseyi’ndeki 5 ülkenin rakamı ise 35 trilyon.

Evet, Erdoğan haklı. 5 ülke diğer 193 ülkenin toplam ekonomik gücünün 4.5 trilyon dolar gerisinde. Ancak, günün ekonomik trendlerine bakıldığında 2020 yılı sonrası aradaki bu fark kapanıyor. Yani Erdoğan bu tezini 5 yıl daha sürdürebilecek. Dünya’nın gerisi 5 ülkeden daha küçük olacak.

Aslında, BM Güvenlik Konseyi üyeliğinin ekonomik güçle bir ilgisi yok. Askeri güçle ilgisi var. Sonuçta bu ülkeler İkinci Dünya Savaşı’nı kazanarak kendilerini buraya yerleştirdiler. Başka bir yol ile de inmeyecekleri ve onları zorlayabilecek kimsenin olmadığı da ortada.

Peki G20 ne iştir?


2008 küresel krizi sonrasında G8 diye bilinen gelişmiş ülkeler; “Hadi diğer büyük ekonomileri de toplayıp, küresel ekonomik istikrarı sağlamak ve gerideki ülkeleri de kalkındıralım” diye geleneksel G20 zirvesini başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilk olarak kendi başbakanlığı döneminde toplanmaya başlanan ve dünya liderleriyle aile fotoğrafına girdiği G20’ye laf dokundurmuyor. Şu da bir gerçek ki “Dünya 20’den küçük”. Küresel ekonomik kriz, yoksulluk, ülkeler arasındaki ekonomik uçurumlara rağmen bir sekretaryası, bağlayıcılığı ve yaptırımı olmayan G20 platformuna gruptaki tüm ülke liderleri sıcak bakıyor. Kim bu aile fotoğrafında yer almak istemez ki. İç siyasette kuşkusuz çok işe malzeme oluyor. Bu yıl dönem başkanı olduğumuz için bu yılki fotoğraf Antalya’da çekilecek.

Aslında biz 1990’lı yılların başında dünyanın en büyük 17’inci ülkesi durumuna yükselmiştik. Türkiye tarihi boyunca da zaten hiçbir zaman 25’incilikten aşağıya inmemişti. Yani bu G20 sınıfına girmemiz bizim için büyük bir olay değil. Sıralamada vardık, ama böyle bir toplantı olmuyordu. Şimdi en baştaki cümleyi ve yukarıda verdiğim rakamları açarak aslında kim kimden büyük inceleyelim;

Türkiye yaklaşık 800 milyar dolarlık ekonomisiyle dünyanın 18’inci büyük ekonomisi. Üzerimizdeki Hollanda (870 Milyar) ve onun üzerindeki Endonezya (888 milyar) var. Bu arada; “Neden Hollanda G20’de yok?” diye sormalısınız. O halde aynı soruyu İspanya (1.4 trilyon dolar) için de sormalısınız.

Açıklaması şu; G20 seçilirken hep Avrupa ülkeleri olmasın, biraz çeşitlilik olsun diye Hollanda ve İspanya listeye alınmayıp, listedeki diğer 19 ülkenin başına Avrupa Birliği konuldu. Yani 19 + 1 oldu. Ne İspanya’dan ne de Hollanda’dan bir itiraz gelmedi. G20’nin Pittsburgh (2009) ve Toronto (2010) zirvelerini yerinde izledim. Büyük bir liderler şovu olarak yansıyor. Ekonomik şeffaflıktan bahsediliyor ama, şimdiye kadar başarabildiği önemli bir şey yok. Rusya, Çin ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin bulunduğu grupta ekonomik şeffaflık zaten nasıl olur?

Dönelim “Dünya 5’den büyüktür” meselesine. Hayır, dünya 5’den büyük değildir. Bu 5 ülke diğerlerinden büyüktür. Ve, bunu da ne ekonomik dengelerle ne de bir oylamayla değiştirmezsiniz. BM için sözü geçen “Güvenlik Konseyi Reformu”’nu ise torunlarınız bile göremez. İsteyen istediği kadar bağırsın çağırsın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi İkinci Dünya Savaşı sonunda kurulan bu düzenin değişeceği yok. Çünkü, bu 5 ülke ne onu ne de diğer reformcuları dinlemiyor. Neden dinlesinler ki, Güç bende! diyen bunu başkasıyla neden paylaşsın.

İngilizce P5 (Permanent 5) denilen bu 5 daimi ülke, ABD – İngiltere- Fransa + Rusya – Çin. Yani 3 +2. Batı ve Doğu grubu. Bir de Güvenlik Konseyi’nin ikişer yıllık süreyle, veto yetkisi olmayan Genel Kurul oylamasıyla seçilen 10 üyesi var. Bunları boş verin. Çünkü konsey şöyle çalışıyor; 3+2, yani 5’li gruptan bir taraf, farz edelim Suriye ile ilgili bir karar tasarısı hazırlıyor. Eğer bunu hazırlayan ABD ise, önce İngiltere ve Fransa ile bir odada buluşup tartışıyorlar. Kendi aralarında anlaştıktan sonra, kağıt üzerindeki tasarıyı Rusya’ya gösteriyorlar. Rusya isterse düzenlemeler istiyor veya olmaz diyor. Gerek duyarsa Çin’e de gösteriyor. Çin, 70 yılda sadece 1 defa veto kullandı. Bu işleri onun adına Rusya yapıyor. Diğer 10 ülkenin gerçekten de pek önemi yok. Yoksa Angola veya Litvanya’nın şimdi orada ne işi var? Suriye krizi, ilk başladığında da aynen böyle oldu. Batı grubun hazırladığı tasarı Güvenlik Konseyi’nde oylandı. Geçici üyelerinde onaylamasına rağmen Rusya kararı veto etti. Ve çıkıp şunları söyledi; “Eğer Suriye’ye yönelik bir BM operasyonu olursa, bundan radikaller beslenir. Irak’a benzer.” Buna rağmen yine olanlar oldu. Yüzbinler öldü, milyonlar ülkelerini terk etti. Esat rejimi köşeye iyice sıkışınca bu defa Rusya’dan askeri yardım istedi. Bu BM yönetmeliklerine uygun. Bir ülke başka bir ülkeden kendi sınırlarını savunması için yardım isteyebilir.

Peki “Suriye, Rusya’yı davet etmek için neden bu kadar gecikti?” diye sorabilirsiniz. Neden olsun? Rejim, ülkesinde görmek istemediği diğer etnik grupların çoğundan kurtulmuştu bile. Ama, Şam yine de tehlike altındaydı.

Batı ülkeleri bu aşamada Esat ile uğraşmak yerine hiç beklemediği IŞİD ile mücadele vermek zorunda kaldı. Türkiye ve Katar’ın çok ilginçtir ki baştan beri kararlı bir şekilde dikkatleri IŞİD’den uzaklaştırıp “Esat gitmediği sürece Suriye’de çözüm olmaz “ diye ısrarda devam ediyorlar.

Suriyeli mülteciler Almanya ve Türkiye’nin başına sorun olmaya devam ediyor. Almanya, mültecileri tutması için Türkiye’yi 3.3 milyar dolara razı etmiş görünüyor. Tabii bu paketin içinde Erdoğan’ın AB zirvesine daveti de var. Yani Brüksel’den de yine güzel aile fotoğrafları gelecek.

Çok ilginç, görüyorsunuz, İkinci Dünya Savaşı’nda yenik düşen Almanya, bugün Avrupa’yı mülteci istilasından kurtarıyor. Fransa ise savaşta Almanya’nın işgaline uğrayıp yenik düştüğü halde galip devletler arasında yer alırken, yıllar sonra yeniden bulaştığı Suriye, Paris’in göbeğinde başına bela oldu. Sonuçta terörün sınırı yok. Bazen bir terörist bile dünyayı sarsan katliam yapabiliyor.

Peki Türkiye bu son yaşananların neresinde kaldı? Güneyimizdeki iç savaş, 2 milyon Suriyeli mülteci, Ankara’da yaşanan son terör eylemi, PKK ile yeniden başlayan çatışmalar, Beyaz Toros söylemleri sonrasında AK Parti yeniden tek başına iktidar oldu. Yüzler güldü. Cumhurbaşkanımız dünya lideri ilan edildi.

Peki G20 üyesi ülkemiz, ölümü göze alarak bebekleri kucaklarında kendilerini Ege denizinin azgın sularına atan Suriyeli ya da Afgan sığınmacılara neden cazip gelmiyor? Neden hem Müslüman, hem demokrat hem de gelişmiş Türkiye’de kalmak istemiyorlar? Neden bu insanların hayallerini süsleyemiyoruz?

Mülteciler diyor ki; “Çocuklarımızın geleceğini düşünüyoruz. Biz kaybettik, onlar kurtarsın” . Bakınız, Türk çocuklarının geleceği Suriyelilere hiç cazip gelmiyor. Ülkemizin başka toplumların hayallerine girebilmesi için, sadece güçlü ekonomi, kalkınmışlık ve G20 aile fotoğrafı yetmiyor. Bunun için sağlam demokrasi, kişisel özgürlükler ve kaliteli bir eğitim sistemi gerekiyor. Dünya Liderliği ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyeliğinden geçiyor. Hatırlayın; tam bir yıl önce Türkiye, geçici üyelik için aday olmuş ve Suriyeli mültecilere yönelik inanılmaz yardımlarımıza rağmen İspanya ve Yeni Zelanda gibi rakiplerinin çok gerisinde oy toplayarak bu seçimi kaybetmişti. Çok ilginçtir ki; dünya ülkeleri, İspanya ve Yeni Zelanda’yı G20 üyesi Türkiye’ye tercih etti. Oylamanın son turunda Türkiye’nin sadece 63 oy alabildiğini hatırlarsak; dünya liderliği ne ekonomik büyüklükle ne de jeopolitik güçle geliyor. Ya yukarıdaki 5 ülke arasında olacaksınız, ya da güçlü demokrasi, istikrarlı dış politika ve tarafsızlığınızla kendinizi tüm dünyaya inandıracaksınız.

Yazının devamı...
New York’tan seçim sonuçlarına bakış
2 Kasım 2015

25 yıl boyunca ABD’deki Türklerin nabzını tutan bir gazeteci olarak Ak Parti’nin (AKP) en çok beyin göçü verdiğimiz bu ülkede CHP’den bu kadar fark yemesini sadece eğitim seviyesinin farklılığına bağlayanlar haklı mı?

Hürriyet’in Cağaloğlu’ndaki merkezinden ayrılıp New York bürosuna geçeli dile kolay 25 yıl oldu. Hergün Babıali yokuşunu çıkmıyor, 5.inci caddede yürüyordum. Öğlenleri Sultanahmet meydanının banklarındaki güneşlenmelerin yerini Bryant Park’ın güzel çimleri almıştı. O günlerde ne bir internet vardı, ne de Türk uydu kanalları. New York’un 42.sokağındaki Grand Central binasının tepesinde bugünkü sigorta firması MetLife yerinde eski havayolu firmasının ismi PANAM yazıyor, THY ise New York’a günde bir defa Brüksel aktarmalı uçuyordu. Telefon şirketlerinin Türkiye’ye dakikasına 2 dolar yazdığı o eski günlerde benzin istasyonunda çalışan bir Türk, günde saatine sadece 4 dolar kazanıyordu. Anlayacağınız Türkiye’ye telefon açmak hem lüks hem de iyi bir alışkanlık değildi. Biz bile gazetede çalıştığımız halde, Türkiye’den haberleri Almanya’da basılıp her gün uçakla New York’a gönderilen Hürriyet’den okuyorduk. Amerika’daki vatandaşlarımız da Türkiye’nin gündemi ile ilgili gelişmelerden haberdar olmak için büromuzu arardı. O yıllar ABD’de şimdiki kadar çok çok Türk işyeri yoktu ama, çok daha fazla Türk vardı. Bunların çoğu, lisan eğitimi için gelip, kaçak durumda yaşayan ya da çalıştığı gemi limana yanaşınca kaçan Türklerdi. Ben haber almak için büromuzu arayanları hafta içi arayanlar ve hafta sonu arayanlar diye iki gruba ayırırdım.

Haftaiçi arayanlar, hani o beyin göçü dediğimiz gruptan insanlardı. Yani ABD’ye yüksek lisans eğitimi için gelip, bu ülkenin sunduğu imkanların etkisiyle kalmaya karar veren, ama aklı hep Türkiye’sinde olan insanlardı. Her şeyin daha iyisini istiyor, hayalini kuruyor ve bunu başarabileceklerine inanıyorlardı. Tıpkı, Nobel ödüllü Aziz Sancar, Amerika’nın en ünlü doktoru Mehmet Öz’ün babası Dr.Mustafa Öz ve Harvard’dan tutun da ABD’nin en saygın üniversitelerinin laboratuvarlarında inanılmaz işler başaran yüzlerce biliminsanımız ve binlerce başarılı girişimcimiz gibi.

Bu insanlar; bir genel seçim, doğal bir afet ya da bir ülkemizde güncel bir kriz olduğunda hemen büromuzu ararlardı. Yaşları yüksekti. Kibar konuşurlar, sohbet etmeye çalışırlardı. İşimizin yoğunluğuna rağmen onlara bildiklerimizi aktarmak bize mutluk verirdi. Haftasonu arayanlar, tahmin edeceğiniz üzere, futbol maçlarının sonuçlarını öğrenmek içindi.

Bir pazar günü, futbol maçı sonucunu öğrenmek için arayanların sayısı 1 Kasım seçimlerinde tüm ABD’de oy kullanan seçmenin sayısına yakındı. Yani binlerce kişi. Onlara telefonu açamazdık. Telesekretere maç sonuçlarını okuyup sonuçları otomatik dinletirdik. O haftaki maçların önemine göre arayanlar 10 bin kişiyi geçerdi. Derbi maçlarında golleri kimin attığını sesli mesajda bırakmadıysak, vay halimize, dinle küfürün bin türünü…

O yıllarda ABD’de yaşayan Türklerin en büyük özlemi, seçimlerde oy kullanmak veya tuttuğu takımın maçını izleyememekti. Maç meraklıları bu işi o yıllarda yaygın olan videoculardan hallediyordu. Maçın video kaseti ertesi gün İstanbul’dan gelen bir yolcuya veriliyor, videocuya gelen kaset aynı gün yüzlerce adet çoğaltılıp kiralanıyordu.

1990’lı yıllarda Türk uydu yayınlarının ABD’ye gelmesi, internetin yaygınlaşması, yani işin kolaya binmesi, ayrıca Amerika hayali sönen ve kaçak yaşayan Türklerin ülkemize geri dönmek zorunda kalmasıyla hafta sonu çalan telefonların sesi kesildi. Her şeyin daha iyisine sahip olmak isteyen büyük hayaller kuran, Amerika’da bunu başarabileceklerine inanan ve çok çalışan Türklerin haftaiçi telefonları daha da artarak çalmaya devam etti.

Yazının devamı...
Türkiye, sadece AKP değil: 1 Kasım seçimlerini beklemeye gerek yok
14 Ekim 2015

Atatürk bu sözü ile işgal altındaki ülkemizin, sadece bir kısmında oluşturulan bir savunma hattının yeterli olmayacağını, bütün vatanı içine alan bir savunma ile gerçek anlamda savunma yapılabileceğini ifade ediyordu. Bu sözüyle, birlikte mücadelenin, destekli savaşmanın önemini vurgulamış ve müdafaayı karış karış tüm ülkeye yayarak kazanmayı hedeflemişti. Atatürk, bunu işgalci dış güce karşı başardı. Öyle bir gün geldi ki, Yunan meclisi bu defa Ankara’da ölen canlarımız için saygı duruşunda bulundu. Bakınız kin ve nefret nasıl unutuluyor.

Peki yaşadığımız teröre karşı mücadeleyi öfkemize “Dur!” diyerek günün şartlarıyla nasıl vereceğiz?

Yakın tarihimizdeki bu olayla Ankara katliamına şöyle bir bir ışık tutalım;

Terörü durdurmak için 1 Kasım seçimlerini beklemeye gerek yok. Türkiye, AKP’nin değil. Herşeyi onlardan beklemek veya her olay sonrasında AKP’nin siyasi kararlarını hedef göstermek, ya da daha da ileri gidip AKP seçmenine hakaret etmek terörü ya da yaşanan olumsuzlukları durdurmaya yetmiyor. Sadece, şimdiye kadar ne yapıldıysa işe yaramadığını kabullenmemiz gerekiyor.
Neydi bu işe yaramayanlar? Ne yapılmalı?

Türkiye’yi büyük karamsarlığa sokan Diyarbakır, Suruç ve son olarak Ankara’da patlayan canlı bombaların IŞİD bağlantılı olduğunu bilmeyen yok. Şanlıurfa’nın Süruç kasabasında eylemi gerçekleştiren canlı bombacının kimliğini emniyet yetkilileri açıklamıştı. Saldırgan Şeyh Abdurrahman Alagöz’ün ağabeyi Yunus Emre Alagöz ‘ün işletiği İslam Çay ocağınının IŞİD’e adam toplama yeri olarak işletildiği da kaydedilmişti. Zaten, İstanbul’un pek çok semtinde bazı mağazalar IŞİD bayrakları ve üniformaları da satıyordu. Kimse sesini çıkarmıyordu.

Üç eylemin de türü, yöntemi, hedefi ve zamanlaması birbiriyle uyuşuyor. Peki, IŞİD, neden HDP sempatizanı bu insanlarımızı hedef alıyor?
Komplo teorisi üretmeye gerek yok. IŞİD’in Irak ve Suriye’deki eylemlerine bakmak yeterli. Uluslararası istihbarat raporları IŞID’ın büyümesindeki en önemli etkenin çevresine yaydığı korku olduğunu gösteriyor. İslam dinini kendi istedikleri gibi uygulamayanları inançlarından ve yaşam tarzlarından dolayı katlediyorlar. Türkiye’de belirledikleri hedef, çoğunluğu Alevi vatandaşımız olan HDP mitingleri. IŞİD’ın Suriye ve Irak’ta uyguladığı vahşetin 40 tonunu, eğer bakabildiyseniz yayınladıkları videolarda görmüşsünüzdür. AKP tabanı yolsuzlukla ilgili ses kayıtlarında olduğu gibi tepkisini “İzlemedim. Görmedim” diye veriyor.

Ancak, görüntüler internette duruyor. IŞİD uyguladığı vahşeti dünyanın gözüne sokmaktan çekinmiyor. Siyasi olarak farklı kutuplardaki ABD, Rusya, İran, Irak ve Avrupa ülkelerinin ortak düşman gördüğü IŞİD’a karşı AKP hükümeti, bölgedeki Kürt yayılmacılığını öne sürerek mesafeli duruyor.

1 Kasım seçimleri sonrasında sonuç ne olursa olsun, terör saldırılarının son bulacağını düşünmek gerçekçi değil.

IŞİD, Suriye ve Irak’ta eylemlerine başladığı ilk aylarda dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün; “Bunlar öfkeli çocuklar. Düşünün onlara o kadar çok kötülük yapılmış ki, böyle eylemlere başvurabiliyorlar” şeklindeki yaklaşımını hatırlayalım.

Gül’ün bu konuda haklı olduğunu varsayın ve kendinize şu soruyu sorun; “Peki, Ankara’da kendilerine böylesine kötülük yapılan çocukların, bu vahşetin daha büyüğünü başkalarına yapmaya hakları varmıdır? Ankara’da üniversite öğrencisi kızı ve kardeşini kaybeden İzzettin Çevik’in insan parçaları sıçramış yüzündeki o sert bakışta öfkesinin kime olduğunu düşünüyorsunuz?
Çevik ve onun gibi onlarca babanın yerinde olsaydınız, kime hesap soracaktınız?
Hükümete değil mi? Bunun için onlara oy vermedin mi? Devlet nerede?, Hükümetimiz nerede? diye sormazmısın?. Yıllarca, Nerede bu devlet? diye haykıran sen değilmiydin? Siyasette uzun sure kalmak çok kötü bir şey. Bir defa sıkışıp yalan söyledin mi, onun tekrarı geliyor. Bu yalan tekrarlandıkça bu defa kendi yalanlarına da inanmaya başlıyorlar. Zaten, yandaş medya sayesinde seçmeni yalanı doğruyu nasıl ayıracak ki!

Halk doğal olarak tepkisini hükümete gösterecektir. Çünkü, işleri gereği halkın güvenliğini, kamu düzenini sağlamak ve ülkeyi kalkındırmak için bu göreve geldiler. Sonuç; hayal kırıklığı, hep bir bahane, hep bir başka güç veya bir yeni düşmanı hedefe oturtmak. Bir takım medya üzerinde kurulan algı yönetimi mekanizması ile seçmenini bir kurgu dünyasında yaşatan şebeke çalışıyor. Burada açıkça yazayım: “Haber, kitap okumayan, haberi TV anonslarından ya da liderinin ağzından alan. Vaktinin çoğunu Facebook’ta kaynağı ve doğruluğu belirsiz kurgulu yazılarla geçirip, doğrulama, sorgulama ve araştırma alışkanlığı olmayan seçmenin yaşanan olaylar sonrası fikri ne olabilir ki!

Şunu itiraf edeyim; teröre karşı ne kadar önlem alsanız da New York’ta 11 Eylül terör saldırıları ve sonrasına tanık olmuş bir kişi olarak, sadece tüm toplumun razı geleceği siyasi kararları uygulamaya sokarak ve güvenilir istihbarat şebekesine sahip olarak teröre engel olursunuz.

Önümüzdeki seçimlerin sonuçları ne olursa olsun terörün bitmeyeceği ortada. Çare, gerçek bir hukuk devleti olmaktır.

IŞİD, Türkiye’nin de AKP’nin de düşmanıdır. Sosyal medyadaki karşılıklı küfürleşmeyi bırakıp vatandaşlık görevinizi yapıp. Gördüklerinizi savcılığa ve farklı medya kuruluşlarına gönderin. Sosyal medyada paylaşın. Kimliğinizi saklamayın. Kendinizle gurur duyun. Takipcisi olun. Terörle mücadele, sadece siyasilerin kontrolündeki polis ile değil, tüm insanlık adına tüm halkın müşterek desteği ile kazanılacaktır. Halkımız, küfür ve hakaret edenleri değil, gerçek aydın, edebiyatçı ve sanatçılarını dinleyecektir. Bugün ister sevin ister sevmeyin ama, bir zamanlar TRT ekranlarında tüm ailenizi kahkahalara boğan Levent Kırca’nın son mektubunu da mutlaka okuyun.

Yazının devamı...
Büyük Ortadoğu Projesi’nin yeni eş başkanları: Suriye soğuk savaşını Rusya ve İran Stratejik Ortaklığı mı kazandı?
28 Eylül 2015

New York’taki ilk 2 gününü New Jersey’de yaşayan kızının evinde dinlenerek geçiren Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun BM’deki öncelikli hedefi Suriye sorununda hükümetinin görüşlerini diğer liderlere kabul ettirmek. Ayrıca 1 kasım seçimleri öncesinde seçmene dışarıda saygın ve etkili bir lider görüntüsü vermek.

Almanya’nın Türk başkonsolosluğuna da komşu BM yakınlarındaki binasında Şansölye Angela Merkel ile görüşmeye beraberinde MİT müsteşarı Hakan Fidan’ı da götüren Davutoğlu, Türkiye’nin elindeki 2 milyon mülteciden bir kaç yüz bininin Almanya’ya geçişini kolaylaştırmak ve Suriye içinde güvenli bölge kurulması konularını konuştu.

Almanya’nın parası çok, ama Esad’ı koltuğundan indirebilecek gücü yok. ABD Başkanı Obama’nın ise Suriye konusunda artık Türkiye’yi dinlemediğini Sağır Sultan dahi biliyor. 2 yıl önce Başkan Obama ve yardımcısı Biden, Beyaz Saray’daki öğle yemeğinde MİT Müsteşarı Fidan’ı zaten çok dikkatle dinlemişlerdi. Esad gitmesi gerektiği ve nasıl gideceğini kendilerine el ve kol hareketleri ile de anlatan Fidan’ı dikkatlice dinlemişlerdi. Avrupalı liderler de dinlemişti. Merkel ayak üstü de olsa yine dinledi. Ama, Suriye konusunda ikna edilmesi gereken ülke Rusya’nın ta kendisiydi. Bunu Güvenlik Konseyi toplantılarında hızlı ve etkili konuşan Rus Büyükelçi Vitali Çurkin’den öğrenmişlerdi. ABD, Rusya’nın onayı olmadan Esad’ın indirilemeyeceği gerçeğini çoktan anlamıştı. Obama, zaten bölgede başını yeni bir belaya sokmamak için çok özen gösteriyordu.

Rusya’ya göre, Esad giderse ortalık daha da karışacaktı. Bunu her defasında Dışişleri Bakanı Lavrov ifade ediyor, Güvenlik Konseyi toplantılarında anlatıyorlardı.

4 yıl öncesinde “2-3 aya kalamaz Esad düşer” diyen ABD, ve koalisyondaki diğer müttefikleri Suriye’de aylardır sadece IŞİD hedeflerini bombalıyor. Bu durum Rusya’nın işini kolaylaştırıyor. Büyük çoğunluğu Rusya topraklarından gelip, kolayca Türkiye sınırından geçen IŞİD’ın yabancı savaşçıları hem Esad hem de Putin’in ekmeğine adeta yağ sürdüler.

Batı ülkelerinde artık açıkça Esad’ın bir süre daha iktidarını koruması gerektiği sesleri yükselirken, Rusya büyük bir hamle yaparak Suriye’nin Latakya şehrindeki üssüne askeri uçaklar ve tanklar indirdi. Bu hamle ile 10 yıl aradan sonra ilk defa katıldığı BM zirvesinde elini güçlendiren Rus lider Putin, Esad gitse bile yerine seçilecek olan yönetimi belirlemede en etkili isim olacak. Yani Şam’ın anahtarı artık onun elinde. İstediğine verecek.
BM’de Obama ile bir araya gelecek olan Putin, Suriye’deki bu son adımı ile Kırım’ı işgali ve Ukrayna’daki Rus ayrılıkçılara desteği konusunda Beyaz Saray’dan gelecek baskıyı şimdiden hafifletmiş görünüyor.

Irak’ın Şii çoğunluklu hükümeti, IŞİD konusundaki askeri istihbaratlarını sadece Rusya, İran ve Şam yönetimi ile paylaşacağını duyurunca, Putin’in Moskova’da açtığı camii ile sadece ülkesindeki Müslümanların sevgisini kazanmadığı da böylece ortaya çıktı.

Önceki yıllarda BMGK’ya katılan AKP hükümetinin liderleri istedikleri her ülkenin lideri ile rahatça randevu alıp, ABD medyasında da bol bol övgülerle boy boy yer alırlardı. Başbakan Davutoğlu, hiç alışık olmadığımız şekilde son 2 yıldır BM’de uluslararası basının karşına çıkarak sesini duyurmaya çabalıyor. Önceki yılların aksine New York programında Uluslararası medya ile tek bir randevusu yok. İkili temaslarını da sadece resmi Türk basınının izlemesine izin veriyor.

Suriye iç savaşı öncesine kadar BM için “Arabuluculuk” el kitabı bastıran Davutoğlu, Türkiye’nin dış politikasının 10 yıl öncesindeki saygınlığına geri dönebilmesi için belki de kendi yazdığı kitabı BM kütüphanesine gidip okuması gerekecek. Veya, el kitabını birlikte yazdığı Norveçli meslektaşı ile bir randevu ayarlaması gerek. 10 yıl öncesine kadar, “Bizimki Stratejik Ortaklık”, sonra “Model Ortaklık” dediği ABD ile “Büyük Ortadoğu Projesi”’nin eş başkanıyken, bu projeyi Rusya ve İran’ın model ortaklığının kazandığını kendisine belki o söyler.

Yazının devamı...