(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Faruk Bildirici" hakkında bilgiler ve tüm köÅŸe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Faruk Bildirici" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Faruk Bildirici

Faruk Bildirici

‘Hamileye tekme’den hukuk dersi
18 Aralık 2016

Sırf arabası saldırganın aracı gibi kırmızı renkte diye gözaltına alınan Mehmet T. adlı vatandaÅŸ üç gün tutuklu kaldı. Avukatı, aracının hareket etmediÄŸini kanıtlayan kamera görüntüleri bulmuÅŸ olmasaydı muhtemelen uzun süre de hapisten çıkamayacaktı. Bereket avukatı suçsuzluÄŸunu kanıtladı da öyle kurtuldu. O serbest kalınca polis de yeniden araÅŸtırmaya baÅŸladı ve yeni bir “saldırgan”a ulaÅŸtı; bu kiÅŸi tutuklandı.

 

Åžimdi soralım. “Gerçek tekmeci” yeni yakalanan kiÅŸi ise ilk yakalanan Mehmet T. nasıl oldu da tutuklandı? Demek ki, ortada bir polis hatası var. Hatta gerektiÄŸi gibi soruÅŸturma yapmadan mahkemeye sevk eden savcı da hatalı; somut kanıtlar ve teÅŸhis olmadan tutuklayan hâkim de.

 

Ama aradan günler geçti ve suçsuz bir insanı üç gün boÅŸu boÅŸuna hapiste yatıran polis, savcı ve yargıcın hatasının sorgulandığına ve soruÅŸturma açıldığına dair bir haber okuyamadım. Onu yakalayan polisin, tutuklanmasını isteyen savcının ve tutuklayan yargıcın en azından özür dilemesi gerekli.

 

Peki, polis, savcı ve yargıç hatalı da gazeteciler günahsız mı? Ne yazık ki, medya da bu olayda aynı hataya ortak oldu. Polisin verdiÄŸi bilgiler hiç sorgulanmadan, araÅŸtırılmadan kesin doÄŸrular gibi yazıldı; haberlerde suçsuz bir insanı yargılayan, mahkûm eden bir dil kullanıldı.

 

Maalesef Hürriyet de polisin ve yargının bu hatasına ortak oldu. Hürriyet’te 10 Aralık’ta “Ä°nkâr etti ama plakası ele verdi” baÅŸlığıyla yayınlanan habere göre, polis saldırgana aracının plakasından ulaÅŸmış, maÄŸdur kadın da bu kiÅŸiyi teÅŸhis etmiÅŸ, saldırgan tutuklanmıştı! Haberi kaleme alan muhabir, o kiÅŸinin suçlu olduÄŸuna dair en ufak bir kuÅŸku duymamış; olayı hatırlatırken bile “... Kadına tekme atmayı sürdüren saldırgan Mehmet T., imdat çığlıkları üzerine kaçmıştı” diye yargılayan bir dil kullanmıştı. Yayına hazırlayan editör de haberden ÅŸüphelenmemiÅŸ, yargı içeren bir baÅŸlık eklemiÅŸ; tutuklanan Mehmet T.’nin adını açık biçimde kullanmış; fotoÄŸrafını da buzlamamıştı.

 

SuçsuzluÄŸu ortaya çıkıp serbest bırakıldığını duyuran 13 Aralık’taki haberde bu kez soyadı kodlanmış, fotoÄŸrafı da buzlanmıştı. Fakat Turgutlu gibi bir ilçede yaÅŸayan bu kiÅŸinin adını ve fotoÄŸrafını bir kez yayınladıktan sonra ikinci haberde kapatsanız ne olur? Olan oldu bir kere.

 

Dahası Mehmet T. vakasından hiç ders alınmadı; 14 Aralık’ta yayınlanan “Gerçek tekmeci suçunu itiraf etti” haberinde de bu kez Davut K. adlı kiÅŸi suçlu ilan edildi; ismi açıkça yazıldı. Daha önce saldırıya uÄŸrayan bir kadının, kırmızı arabası olan bu kiÅŸiyi teÅŸhis ettiÄŸi bilgisi de veriliyordu. Ama bu kiÅŸinin de “gerçek suçlu” olduÄŸuna emin olamayız. Zira ilk haberde de tutuklanan kiÅŸinin teÅŸhis edildiÄŸi yazılmıştı!

 

Basılı gazetenin yanı sıra Hürriyet internette de yayınlanan bu haberler nedeniyle Mehmet T. adlı kiÅŸiye özür borçluyuz. Tabii bu haberleri yayınlayan diÄŸer gazete ve internet siteleri ile televizyonlar da özür dilemeli...

 

 

GAZETECÄ° SAVCI OLURSA

 

KEÅžKE “hamileye tekme” olayı, Türkiye’de ender görülen bir örnek olsa. Maalesef böylesi örnekler medyada yaygın. En küçük bir ÅŸüpheyle gözaltına alınan insanlar hemen “suçlu” ilan ediliyor; “terör örgütü üyesi” olarak damgalanıyor; savunmalarına asla yer verilmiyor.

 

Hatta bazı medya organları polis ve yargıdan önce insanları “suçlu” ilan ediyor ve de kendince yargılıyor. Bu tavrın son örneÄŸi DoÄŸan Holding Ankara Temsilcisi Barbaros MuratoÄŸlu’nun başına gelenler.

 

AkÅŸam’ın Genel Yayın Yönetmeni Murat KelkitlioÄŸlu, somut kanıtlar olmamasına raÄŸmen MuratoÄŸlu’nun suçlu olduÄŸuna baÅŸtan karar vermiÅŸti. Öyle ki, MuratoÄŸlu’nu savunan Hürriyet yazarlarına 5 Aralık’ta “Barbaros MuratoÄŸlu’nda ByLock çıkarsa ne yapacaksın?” diye sormuÅŸtu. Ama MuratoÄŸlu’nda ByLock haberleÅŸme programı çıkmayınca okurlarına bunu duyurmak, özür dilemek yerine 13 Aralık’ta gazetesine “Kriptonun ByLock hattı” manÅŸeti atarak aynı izlenimi vermeye çalıştı. Bu sefer suçlamaları “ByLock kullananlarla görüÅŸtü”ye çevirdi. Mahkeme de bu yayınları dikkate alarak MuratoÄŸlu’nu tutukladı.

 

Üzülerek bir kez daha hatırlatıyorum; gazeteciler ne polistir ne savcı ne de yargıç. Gazeteci kendisini polisin yerine koyamaz, iddia makamı gibi davranamaz, yargıç gibi yargılayamaz. Evrensel gazetecilik ilkeleri böyle söyler. O nedenle de ‘DoÄŸan Medya Yazılı Yayın Ä°lkeleri’nde güvenlik ve yargı haberleri ile ilgili sınır net bir ÅŸekilde çizilmiÅŸtir:

 

“Polis ve savcılık soruÅŸturmaları ile ilgili haberlerde, kiÅŸilerin peÅŸinen suçlu ilan edilmemesi ve soruÅŸturmanın olumsuz etkilenmemesi esas alınır; okurun doÄŸru ve eksiksiz biçimde bilgilendirilmesi amaçlanır. Ancak yönlendirme gibi bir gaye güdülmez. Suçlayan makamların üslubu kesinlikle kullanılmaz. Yargı süreci devam eden davalarda ise iddialar ile savunmalar adil ve dengeli biçimde yayınlanır.”

 

Bu ilke, hiçbir sanık, hiçbir ÅŸüpheli arasında ayrım yapmadan, dönem ve koÅŸullara göre deÄŸiÅŸtirmeden hep aynı özenle uygulanmalı. Tabii bütün medya kuruluÅŸlarında...

 

 

OKURDAN KISA KISA

 

- EMÄ°N Kebapçı: Gazetede ve internette yayınlanan “8 bin 840 lira tazminat kazandı” haberinin baÅŸlığı yanlış. Çünkü bu cumhuriyet savcılığınca açılan bir ceza davası. BaÅŸlık ise belediye baÅŸkanının dava açtığı ve tazminat kazandığı izlenimi uyandırıyor. Asliye Ceza Mahkemesi, sanığı 8 bin 840 lira adli para cezasına mahkûm etmiÅŸ. (11 Aralık)

 

- Yüksel Çetiner: “Güven mektubunda Saray farkı” haberinde “maiyetindeki” sözcüÄŸü”, “mahiyetindeki” olmuÅŸ. Yazım hatası mı? 10 satır ara ile yine aynı ifade yer almakta. “Görkemli karşılama” deyiÅŸi kullanılmış. Güven mektubu sunumu sadece bir formalitedir. (11 Aralık)

 

- Bülent Çelik: Hatırladığım kadarıyla siz de sporda ÅŸiddet içeren baÅŸlıkları eleÅŸtirmiÅŸtiniz. Hürriyet internette 13 Aralık’ta “G.Saray bombayı patlatıyor!” baÅŸlığı kullanıldı. Hele bugünlerde çok yanlış ve düÅŸüncesizce.

 

- BüÅŸra Özdemir: “Üniversiteli Zehra’yı hafriyat kamyonu ezdi” haberinde ilk cümlesinde anlam eksikliÄŸi var. “Geçer” kelimesi yerine “geçerken” yazılmalıydı. (14 Aralık)

 

- Sami Ä°lgen: 21. yüzyılın 2016 yılında 7 Aralık tarihli Hürriyet, baÅŸ sayfasında neredeyse çeyrek sayfa ve Kelebek’te de iki tam sayfa bir falcıya yer veriyor ve tanıtımını yapıyor!

 

- Engin Nur: Görsel yönetmenleriniz son günlerde sayfaların bir kısmında 10 puntodan küçük bolt yazı kullanıyor. Harfler birbirinin içine giriyor ve okunması zor oluyor.

 

- M. Akif Nuray: Üçüncü sayfada “Genç kadının katilinden ürperten ifade: Kanı temizleyip uyudum” haberinde cinayet ayrıntılı olarak anlatılmış. Batı gazeteleri bu kadar ayrıntı vermiyor, neden? Kötülük mü öÄŸretiyorsunuz? (9 Aralık)

 

- Nalan Reis: Neden aktif sporcusu olan satranç sporuna yer ayırmazsınız? Neden su topuna ya da masa tenisine verdiÄŸiniz önemin yarısını beyin sporu olan satranca vermezsiniz?

 

Yazının devamı...
‘Kayyım’a dilimiz dönmüyor
11 Aralık 2016

“Kayyum” son aylarda haberlerde en sık gündeme gelen sözcüklerden biri. Åžirketlere atanan görevlilerin “kayyım” olarak yazılması gerektiÄŸi eleÅŸtirileri daha önce de gelmiÅŸti, yazmıştım. Bir itiraz da Prof. Dr. Baskın Oran’dan geldi. Baskın Hoca, gönderdiÄŸi iletide “Kayyum yanlış. ‘Öncesi ve sonrası olmayan’ demek. Yani Allah’ın sıfatı. ‘Kayyım’ ise, bir iÅŸin yapılması için tayin edilen kiÅŸi demek” diye hatırlattı.

 


Bu sözcükle ilgili tartışmanın tarihi hayli eski. Tanıl Bora, 28 Eylül’de Birikim dergisindeki yazısında “kayyum”un Allah’ın sıfatlarından biri olduÄŸunu, hukuki terimin ise “kayyım” olduÄŸunu vurgulamıştı. 38 gündür hapiste tutulan sevgili dostum ve Cumhuriyet Gazetesi Okur Temsilcisi Güray Öz de bu görüÅŸteydi. Gazetesinde “kayyum” yazılmasına karşı çıkıyor, doÄŸru hukuki terimin “kayyım” olduÄŸunu savunuyordu. Öz, farklı anlamlar içeren iki sözcüÄŸün eÅŸanlamlı olarak tek sözcükte birleÅŸtirilmesinin dili yoksullaÅŸtıracağı görüÅŸünü dile getiriyordu.

 


Gerçekten hukuki metinlerde hep “kayyım” olarak geçiyor. Türk Ceza Kanunu, Türk Ticaret Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nda “kayyım” deniyor. Mahkeme kararlarında da öyle...

 


Sözlükler ise hukuki metinlerden farklı. Türk Dil Kurumu’nun 1980 önceki baskılarında “kayyım” sözcüÄŸü ayrı bir madde ama sonraki yıllarda “kayyum” ve “kayyım” eÅŸanlamlı olarak tek maddede birleÅŸtirilmiÅŸ. Ali PüsküllüoÄŸlu’nün hazırladığı sözlükte de “kayyım” ve “kayyum” eÅŸanlamlı olarak verilmiÅŸ. 
Fakat dijital TDK sözlüÄŸünde ise artık “kayyım” maddesi yok. Aynı ÅŸekilde Dil DerneÄŸi’nin dijital sözlüÄŸünde de sadece “kayyum” sözcüÄŸü yer alıyor. Anlamı da “Belli bir malın yönetilmesi ya da belli bir iÅŸin yapılması için görevlendirilen kimse” olarak veriliyor. SözcüÄŸün Arapça orijinalindeki anlamının Türkçede kaydığı kabul ediliyor anlaşılan. Dilbilimcilerin üstadı Ömer Asım Aksoy baÅŸkanlığında hazırlanan “Ana Yazım Kılavuzu”nda ve halen hapiste tutulan Necmiye Alpay’ın “Türkçe sorunları Kılavuzu”nda “kayyım” diye bir sözcük yok; “kayyum” var sadece. Bunun nedenini Dil DerneÄŸi BaÅŸkanı ve dil uzmanı Sevgi Özel ile konuÅŸtum:

 


“Evet, bu sözcüÄŸün Arapçası kayyım. Fakat burada ünlü uyumu söz konusu. Kayyım sözcüÄŸünü öyle telaffuz edemediÄŸimiz için zamanla dilimizde kayyuma dönüÅŸmüÅŸ. Tıpkı Arapçadaki ‘mudir’ sözcüÄŸünü ‘müdür’ olarak okuyup yazdığımız gibi. Böyle pek çok sözcük var dilimize uydurduÄŸumuz.”
GörüldüÄŸü gibi bir tarafta hukuki metinlerdeki “kayyım”, diÄŸer tarafta dil bilimcilerin kullandığı “kayyum” sözcüÄŸü. Günlük dilde de kayyum yaygın. Hangisi doÄŸru?

 


Evet tartışılan hukuki bir terim ama sonuçta bu bir dil sorunu. Dilbilimciler arasında görüÅŸ birliÄŸi var, hepsi “kayyum” diye yazılıp söylenmesinden yana. Uzmanlar olarak onlar “kayyum” derken, bir gazeteci olarak onların görüÅŸüne itiraz edemem. Zaten bu noktadan sonra günlük hayatta “kayyım”a dönmek mümkün görünmüyor; “ünlü uyumu” kuralı baskın çıkmış durumda. Yasaların geriden gelmesi de doÄŸal...

 

 

‘PÄ°ZZAGATE’TEN ‘MASONGATE’E

 

 

ABD’deki “Pizzagate” vakasının kaynağı Facebook. Ä°nternetteki bir sitede çıkan “Comet Ping Pong adlı pizza restoranında çocuklara tecavüz ve iÅŸkence eden bir çete bulunduÄŸu” iddiası Facebook’ta ortaya atılmıştı. Bu söylenti o kadar yayıldı ki, buna inanan silahlı bir kiÅŸi, restoranı basıp, çocukların saklandığı öne sürülen tünelleri aradı.

 

Pizzatage vakası, Facebook baÅŸta olmak üzere sosyal medyanın nasıl bir bilgi kaynağı olduÄŸunu bir kez daha gözler önüne serdi. Facebook kullanıcıları, kaynağı ÅŸüpheli kimi söylentilere inanıp, hiçbir doÄŸrulama ihtiyacı duymadan yayabiliyorlar.

 

Türkiye’de de sosyal medyadaki “bilgi kirliliÄŸi” ABD’den geri kalmıyor. “Bilgi kirliliÄŸi” kimi zaman bazı ÅŸiirlerin Can Yücel’e aitmiÅŸ gibi yazılmasıyla kendini gösteriyor; bazen de siyasetçilerle ilgili olmadık uydurmalarla.

 

Bir süre önce medyada “Masonik baÄŸa mimari önlem” baÅŸlıklı bir haber yer almıştı. Habere göre, Pamukkale Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hüseyin BaÄŸ, havadan bakıldığında “masonik iÅŸaret olan 1 doların arkasındaki ışık saçan piramide benzediÄŸi” iddia edilen bir binanın yapımından vazgeçmiÅŸ, yine “masonik iÅŸaretlerden biri olduÄŸu” söylenen boÄŸa heykelinin de yerini deÄŸiÅŸtirmiÅŸti.

 

Haberde rektörü harekete geçiren söylentilerin kaynağı belirtilmiyor, sadece “yorumlar” ve “iddialar”dan söz ediliyordu. Haberi yazan DHA Denizli muhabiri O. Nuri Boyacı ile konuÅŸunca durum anlaşıldı. MeÄŸer üniversitede “masonik simgeler” olduÄŸu söylentileri Facebook’tan çıkmış, oradan yerel medyaya sıçramış.

 

Basın toplantısında da sorulup, rektör bu söylentileri ciddiye aldığını gösterince bir Facebook vıdıvıdısı bütün Türkiye’ye yansıyan bir habere dönüÅŸmüÅŸ. Üniversitedeki masonik iÅŸaretler olayının pek bilinmeyen trajikomik öyküsü iÅŸte böyle. Umarım Facebook kullanıcıları Türkiye’deki diÄŸer boÄŸa heykellerini ve piramit ÅŸeklindeki yapıları dillerine dolamazlar.

 

 

YILDIRIM VE KILIÇDAROÄžLU

 

 

BAÅžBAKAN Binali Yıldırım, BiliÅŸim Kurultayı’nda yaptığı konuÅŸmada, MHP Genel BaÅŸkanı Bahçeli’ye teÅŸekkür ederken, CHP Genel BaÅŸkanı Kemal KılıçdaroÄŸlu’nu eleÅŸtirmiÅŸti:

 

“Bahçeli’ye ilkeli tutumundan dolayı teÅŸekkür ediyorum. Anamuhalefet partisinden de baÅŸlangıçtaki duruÅŸunu muhafaza etmesi, toplumun beklentisiydi.”
Hürriyet’te yayınlanan “15 Temmuz direniÅŸinin gizli kahramanı medyadır” baÅŸlıklı haberde Yıldırım’ın sadece bu sözlerinin yayınlanması CHP’lileri üzmüÅŸ. Yıldırım’ın önceki bölümde Bahçeli ile birlikte KılıçdaroÄŸlu’na da teÅŸekkür ettiÄŸini hatırlattılar. Baktım konuÅŸma metnine. Yıldırım, orada ÅŸöyle demiÅŸti:
“... DoÄŸrusu MHP Genel BaÅŸkanı’nın, Sayın KılıçdaroÄŸlu’nun o gün (15 Temmuz) tercihini milletten yana, milletin geleceÄŸinden yana, demokrasiden yana ortaya koyması ve her türlü desteÄŸi açık bir ÅŸekilde o gece bize göstermeleri, Türkiye demokrasi tarihinde altın harflerle yazılacak bir konudur. Bu hakkı teslim etmemiz lazım.”

 

Bu sözlerle Yıldırım, KılıçdaroÄŸlu’nun darbe giriÅŸimi gecesi demokrasiden yana tavır aldığını teyit ediyor. Üstelik bu cümleler, darbe sonrası tutumunu eleÅŸtirdiÄŸi cümlesiyle de baÄŸlantılı. Haberde eksik kalmış...

 

 

OKURDAN KISA KISA

 

 

BÄ°RGÜL Ergev: Üçüncü sayfada habere “Tamir patladı: 1 ölü 2 yaralı” baÅŸlığı atılmış. Belli ki kafalar ve kelimeler karışmış. Bu da gazetecinin iÅŸ kazası olsa gerek! (3 Aralık)

 

 

Deniz Durmaz: Ä°nternette Astroloji bölümündeki Niobe’nın haftalık yazısı 24 Kasım tarihinde kalmış. Yıldızlar mı bir ÅŸey söylemiyor, yoksa Niobe mi duymuyor? (9 Aralık)

 

 

Ebru Dicle: Erdal Tosun kıymetli ve seveni çok bir sanatçıydı. Ancak Hürriyet, kendi cenaze haberinin öznesi olmasına müsaade etmemiÅŸ, çok daha medyatik olan Cem Yılmaz’ın gözyaÅŸlarını manÅŸete çıkarmış. Merhuma hak ettiÄŸi deÄŸer verilmemiÅŸ. (2 Aralık)

Yazının devamı...
Yabancı markalı yerli araçlar
4 Aralık 2016

“Türkiye’de satılan her 100 Fiat’tan 92’sinin Bursa’da üretilmesini yüzde 92 yerlilik oranı” olarak tanımlıyordu.

 

M. Akif Nuray adlı okur, 14 Kasım’da yayınlanan haberdeki bu yaklaşıma itiraz etti. “Yerlilik oranının böyle tarif edildiÄŸini gören olmamıştır. Bir otomobil markasının adet bazında yerli/ithal kırılımının ‘yerlilik oranı’ olacağını kimse düÅŸünmez” diye yazdı. Okurun eleÅŸtirisini ilettiÄŸim Özpeynirci ÅŸu yanıtı verdi:

 

“Türkiye’de üretilen araçlara ‘yerli’ denir. Yabancı marka olması, nasıl ve ne kadar üretildiÄŸi bunu deÄŸiÅŸtirmez. Üretimde yerlilik oranı ise farklıdır. Bu oran araçtan araca deÄŸiÅŸir. Kullanılan parçalara göre yerlilik oranı yüzde 50’den yüzde 90’a çıkar. Yazımda bahsettiÄŸim ise iç pazarda satılan araçlardaki yerlilik oranı. Otomotiv Distribütörleri DerneÄŸi (ODD) raporlarında satışları yerli ve ithal olarak ikiye ayırır. Ben de yazımdaki oranları buradan aldım.”

 

Özpeynirci, 28 Kasım’da yayınlanan “Yerliye ÖTV’de sınırlı avantaj” haberini de bu yaklaşımla hazırlamış, Türkiye’de üretilen otomobilleri “yerli otomobil” diye tanımlamıştı.

 

Okurun itirazını incelerken CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan’ın baÅŸbakanlığı döneminde yaptığı çaÄŸrıyı hatırladım. ErdoÄŸan, o günlerde “Yok mu yerli otomobil yapacak bir babayiÄŸit” derken yabancı markaların Türkiye’de üretim yapmasını mı kastetmiÅŸti? Elbette hayır. 1961’de yapılan “Devrim” otomobili gibi, markasından parçalarına kadar burada üretilecek bir aracı kastediyordu. Nitekim Özpeynirci de bütün gazeteciler gibi bu aracın prototipiyle ilgili haberlerinde bazen “milli otomobil” bazen de “yerli otomobil” diye yazıyordu. (Yerli oto prototipleri Ä°sveç’ten böyle gelmiÅŸ/20 Ekim 2015)

 

Hem yabancı markaların Türkiye’de ürettiÄŸi araçlara hem de her ÅŸeyi yerli araçlara “yerli otomobil” denebiliyorsa ortada bir kavram karmaÅŸası var demektir. Çünkü ikisi çok farklı kategoriler.

 

Bir de ÅŸöyle bakalım; ekonomistler de otomotiv sektörü de “yerlilik oranı”nı, “bir otomobil üretilirken içinde kullanılan malzemelerin yerli sanayi payı” olarak tanımlıyor. ÖrneÄŸin bir araçtaki parçaların “yerlilik oranı” yüzde 70 ise kalan yüzde 30’u “yabancı”dır. O aracın Türkiye’de üretilmiÅŸ olması o yüzde 30’a da “yerli” dememize yetmez. Bir Mercedes ya da diyelim bir Honda, Citroen marka araç, Türkiye’de üretildi diye “Türk Malı” olmaz. Aslında Emre Özpeynirci’nin 25 AÄŸustos 2015 tarihli ve “Ä°ÅŸte Türkiye’nin en yerli otomobili” baÅŸlıklı haberi de bu düÅŸüncemi destekliyor. Zira haberde TofaÅŸ’ın CEO’su Cengiz Eroldu, ‘Egea’ model araçların yerlilik oranının yüzde 70 olduÄŸuna dikkati çekiyor ve “Bu modele ‘yerli otomobil’ denilmez ise hangi modele söylenebilir? Daha yerlisi var mıdır?” diye soruyor. GörüldüÄŸü gibi, TOFAÅž’ın CEO’su da Türkiye’de üretilen parçaların oranından hareketle “yerli otomobil” tanımı yapıyor.

 

Otomotiv Distribütörleri DerneÄŸi’nin Türkiye’de üretilen araçları, barındırdığı yerli parça oranına bakmadan “yerli” olarak tanımlaması onların pazarlama taktiÄŸi de olabilir. Ama bence biz gazeteciler, onların gözüyle bakarak yabancı markaların Türkiye’de ürettiÄŸi araçları “yerli” olarak yazmamalıyız. Benim önerim “Türkiye’de üretilen araç” olarak tanımlayıp, “yerlilik oranları”nı da yazmak. Böylece tüketiciyi eksiksiz bilgilendirmenin yanı sıra Türkiye’de üretimi ve yerlilik oranının artmasını da teÅŸvik etmiÅŸ oluruz. Bunu tartışabiliriz de... 

 

ALMIÅžLAR AMA SATIYORLARMIÅž!

 

ANGELINA Jolie ve Brad Pitt’in Urla’dan villa aldıkları yolunda geçen yıl yayılan spekülatif haberlerin devamının gelmediÄŸini yazmıştım.

 

Bu haberlerin dayanağı olan açıklamayı yapan Oya PaktaÅŸ, yazımın ardından daha önce gönderdiÄŸim e-postayı yanıtladı. Özetle, Ä°talya merkezli Proto Group’un Türkiye temsilcisi olarak kendisine gönderilen basın metnini açıkladığını, artık bu grubun temsilcisi olmadığını ifade ediyordu.

 

PaktaÅŸ’ın önerisiyle Proto Group’un merkezine e-posta göndererek, Angelina Jolie ve Brad Pitt’in Türkiye’den villa aldığını neye dayanarak açıkladıklarını, yeni bir geliÅŸme olup olmadığını sordum. Paola Borromeo adlı görevli, “Ä°zmir’den villa aldılar ama ÅŸimdi satıyorlar. Daha fazla bilgi veremem” diye geçiÅŸtirdi. Bu yanıtı durumu kurtarmaya yönelik sözler olarak algıladım.

 

Angelina Jolie ile Brad Pitt’in villa aldığına dair bir kanıt göstermesini istedim ve “Kanıt göstermezseniz geçen yılki açıklamanızın tamamen spekülatif olduÄŸuna inanacağım” diye ısrar ettim. Hiç umursamadı. “Ä°stediÄŸine inanabilirsin” yanıtını verdi.

 

Sanırım durum artık açıklığa kavuÅŸtu. KeÅŸke bu sorular, geçen yıl Angelina Jolie ile Brad Pitt’in Urla’dan villa aldığı haberleri yayınlanmadan önce sorulsaydı, insanlar boÅŸuna inandırılmamış olurdu.

 

OKURDAN KISA KISA

 

ERSÄ°N ONOÄžUR: Hürriyet Pazar ekinin 2. sayfasında Mehmet Ä°ren’in “BirliÄŸin mi var derdin var” baÅŸlıklı yazısını okumakta zorlanınca artık yazayım dedim. Merak ediyorum, sayfa düzenleyenler neden bir yazıyı soluk mavi zeminde soluk beyaz renkte basarak yazıyı okunmaz hale getirirler? (27 Kasım)

 

BENER DAÄžLIER: Spor sayfalarınızda yeni baÅŸlayan “Futbol Konseyi” sayfası çok güzel bir fikir. Ancak kullanılan format bana göre okuru yoruyor. Bunun yerine geleneksel yöntemde sunulsa, her bir soru baÅŸlığının altında yazarlar ve yorumları sıralansa, çok daha okunabilir olacağı görüÅŸündeyim.

 

ANADOLU AJANSI KURUMSAL Ä°LETİŞİM DÄ°REKTÖRLÜÄžÜ: Yazınızda AA’nın yeni kararname içeriÄŸini yazarken hata yaptığını ve kapatılan dernek sayısını 375 yerine 550 olarak verdiÄŸini belirtmiÅŸsiniz. Bahse konu haberimizde eleÅŸtirinize konu olan kısımla ilgili hata fark edilerek haber iptal edilmiÅŸ ve gün içerisinde yeni bir haber servis edilmiÅŸti.

 

NOT: Anlaşılan gazetedeki hatanın nedeni, AA’nın bu düzeltmesinin de Hürriyet’te fark edilmemesi. 

 

OÄžUZ KARAOÄžLU: Dünya sayfasında “KaradaÄŸ’ın önemi” baÅŸlığı altında kullanılan Balkan haritası yanlış. Sırbistan, Bulgaristan’a komÅŸu gösterilmiÅŸ. Aradaki Kosova ve Makedonya unutulmuÅŸ. Daha dikkatli olunmalı. (28 Kasım)

 

MUSA ALÄ°OÄžLU: Brezilya’da bir futbol takımına mezar olan uçakla ilgili habere geniÅŸ yer vermiÅŸsiniz. Fakat uçağın hangi ÅŸirkete ait olduÄŸunu ve modelini göremedim. Haber eksik kalmış. (30 Kasım)

 

NOT: DüÅŸen uçak, Bolivya’nın LaMia Havayolları’na ait bir RJ85’ti. Bu tip uçaklar Türkiye’den gönderilirken alanda deve kurban edilmiÅŸti.

 

ÇÄ°SÄ°L KALTALIOÄžLU: “KeÅŸif sırasında DEAÅž pususu” baÅŸlıklı haberde “Çok sayıda DEAÅž’lı terörist daha sonra iki Türk askerini kaçırmayı baÅŸardı” cümlesinde “baÅŸardı” kelimesinin kullanımı ciddi bir yanlış. (1 Aralık)

Yazının devamı...
Yalanlamalar da yalanlanır
27 Kasım 2016

Devlet adamlarının, siyasetçilerin açıklamaları o haberin doÄŸru olmadığı izlenimi verir kamuoyuna. Halbuki resmi yalanlamalar her zaman doÄŸruyu söylemez. Zaman da çoÄŸu kez bu yalanlamaları yalanlar.

 

Hürriyet’in 21 Eylül’de yayınlanan “Piyade gidiyor” sürmanÅŸeti de böyle bir haber. Milli Savunma Bakanı Fikri Işık, haberdeki “Fırat Kalkanı operasyonunda El Bab kentini hedefleyen Türk Silahlı Kuvvetleri, Suriye’deki güçlere muharip piyadelerle takviye yapmaya hazırlanıyor” bilgisini yalanlamıştı. Işık, haberin yayınlandığı gün gazetecilere, “Türkiye’nin kendi piyadeleriyle bu iÅŸi yapmak yerine Özgür Suriye Ordusu’nun elemanlarıyla bu harekâtı yürütmek ÅŸu anda bizim planlamamız. Yani kendi piyademizle bu harekâta katılmayı düÅŸünmüyoruz” demiÅŸti.

 

Fırat Kalkanı harekâtı, hiç de Bakan Işık’ın söylediÄŸi gibi geliÅŸmedi. Haberde yazıldığı gibi, “Özel Kuvvetler’in yanı sıra Kara Kuvvetleri’ne baÄŸlı deÄŸiÅŸik muharip piyade sınıfları” da ÖSO’ya destek için Suriye’ye girdi; El Bab yakınlarına kadar gitti.

 

Bu durumun kanıtlarından biri Genelkurmay BaÅŸkanlığı’nın 15 Kasım’da medyaya gönderdiÄŸi bilgilendirme notuydu. O notta “Komando BölüÄŸü timlerinin Åžuvayhat Åžadır ve BaÅŸgün meskûn mahallerinde kontrolü saÄŸladığı” anlatılıyordu. Yani Suriye topraklarında. BaÅŸbakan Yıldırım’ın 15 Kasım’da partisinin grup toplantısındaki konuÅŸması da bu doÄŸrultudaydı; “Suriye’de birliklerimizle ÖSO, El Bab’a doÄŸru ilerliyor”.

 

Türk askerinin Suriye’de olduÄŸunun baÅŸka bir kanıtı da Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı’dan geldi. TBMM Darbe GiriÅŸimini AraÅŸtırma Komisyonu’nun davetine karşılık “Suriye’deyim, gelemiyorum” haberi göndermiÅŸti Korgeneral.

 

24 Kasım’da El Bab bölgesinde Türk askerine düzenlenen saldırılarda ÅŸehit olan dört askerden üçü “piyade” sınıfındandı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin verdiÄŸi gazete ilanında üç ÅŸehidin rütbelerinin yanında “piyade” yazıyordu.

 

GörüldüÄŸü gibi, geliÅŸmeler, Hürriyet’in haberini doÄŸruluyor. Yanlış haberlerde özür dilediÄŸimiz gibi doÄŸrulanan haberleri de okura duyurmamız gerek. Bakan Işık da kimi gazetelerde “Hürriyet’in haberi yalanlandı” diye yayınlanan o sözlerine yeni bir açıklama getirir herhalde...

 

Bir de hatırlatma. Gazetesinden dokuz yazar ve yöneticisi ile birlikte cezaevine atılan Cumhuriyet yazarı Kadri Gürsel de o günlerde UÄŸur Ergan’ın bu haberine atıfta bulunarak, “Piyade Suriye batağına mecbur girecek” diye yazmıştı. O da haklı çıktı.

 

DÄ°CK MÄ°, DÄ°RK MÄ°?

 

FENERBAHÇE Teknik Direktörü Advocaat’ın adı “Dick” mi, “Dirk” mi? Okurlarımızdan Bülent Özel, merak etmiÅŸti bu konuyu. “Gazetenizde Dick Advocaat olarak yazmışsınız, gerçek ismi Dirk deÄŸil mi?” diye soruyordu. Ben de biraz taradım. Hollandalı çalıştırıcının adı resmi kayıtların tümünde “Dirk” olarak geçiyor. Fenerbahçe’nin resmi sitesinde de “Dirk” olarak yazılıyor. Ama Hürriyet’te ve bütün spor medyasında gerçek adıyla deÄŸil, “Dick” olarak anılıyor. Gerçek adının yerine “Dick”in tercih edilmesinin nedenini ‘Spor Servisi’ndeki arkadaÅŸlara sordum. Spor yazarı Koray Durkal yanıtladı:

 

“Tam adı Dirk Nicolaas Advocaat. Dick ise ona verilen lakaplardan biri. Bir diÄŸer lakabı ise Little General (Küçük General). Bu lakapları alması Hollanda yıllarına dayanıyor ve hakkında pek çok kulaktan dolma hikâye var.

 

Ancak Hollandalı Hoca tüm dünyada Dirk deÄŸil Dick Advocaat olarak anılıyor, tanınıyor. Kısacası bu bize özgü bir kullanım ÅŸekli deÄŸil. Dick Advocaat olarak bilindiÄŸi için biz de bu ÅŸekilde kullanıyoruz.”

 

Spor medyasında insanların lakaplarıyla anılması sık rastlanan bir durum. Fakat lakap ve isim aynı ÅŸey deÄŸil. O nedenle lakabı, isim gibi yazmamak gerektiÄŸini düÅŸünüyorum. En azından okurun lakap olduÄŸunu anlayacağı ÅŸekilde örneÄŸin tırnak içine alarak yazmak daha doÄŸru.

 

OKURDAN KISA KISA

 

FATÄ°H Kol: “15 Temmuz ÅŸehitlerinin çocuklarına askerlik yok” haberinde yeni kararname içeriÄŸini yazarken bir hata olmuÅŸ. Kapatılan dernek 375, önceden kapatılıp açılan dernek ise 175 ÅŸeklinde olmalıydı. Ama haberde bu ikisi toplanıp “kapatılan dernek 550” diye belirtilmiÅŸ. (23 Kasım)

 

NOT: Ä°çiÅŸleri Bakanlığı’nın bilgi notu ve Anadolu Ajansı’nın haberinde bu ÅŸekilde yazılmış. Ama ikisine de güvenmeyip Resmi Gazete’den kontrol etmek gerekirdi. O gün baÅŸka bazı gazetelerde de aynı yanlış yapılmıştı.

 

Müzeyyen HuÅŸ: “Nejat Melih Devrim’in tablosuna 700 bin lira” baÅŸlıklı müzayede haberi dünkü (22 Kasım) gazetede hem sanat sayfasında hem de Kelebek’te yayınlanmıştı. Bugün de (23 Kasım) Fenerbahçeli futbolcu Van Persie’nin bir resim sergisini gezmesi hem spor sayfasında hem de Kelebek’te kullanılmış. Kelebek’in ilk sayfasında yazılan sayfa numarası da yanlış.

 

Cafer Yarkent: “Euroleague puan durumu” tablosu vermiÅŸ, Hürriyet. Ancak oyun var, galibiyet var, maÄŸlubiyet var, attığı var, yediÄŸi var. Sadece “Puan durumu” yok. (19 Kasım)

 

M. Kemal Okutan/Hüseyin Honça: Ä°nternette basketbol sayfanızda puan tablosunun deÄŸiÅŸmediÄŸini size yazmıştım. Siz de iki hafta önce yayınlamıştınız. Ama basketbol puan cetveli halen geçen seneki son haftada duruyor. Fikstür de bomboÅŸ duruyor. Ne desem ki? (18 Kasım)

 

F. Burak Ä°zci: “Madende göçük” haberindeki “Olay sırasında 16 iÅŸçiyle birlikte 8’i kamyon, 3’ü iÅŸ makinesi toplam 16 araç göçük altında kaldı” cümlesi incitici. Bu cümleyi kullanmak insan onuruna deÄŸer vermemektir. (18 Kasım)

 

Alayça Ersin: DoÄŸan Grubu, her görüÅŸe eÅŸit mesafede durmayı ilke edinmiÅŸ bir grup. Bu takdire ÅŸayan bir tutum. Ve lakin, bu farklı gruplara eÅŸit mesafede olma tutumu sadece siyasetle mi sınırlı? Hürriyet, Fenerbahçe’nin Galatasaray karşısında, bileÄŸinin hakkıyla elde ettiÄŸi galibiyetin haberini objektif olarak yapmalıydı. Bir tarafgirlikle deÄŸil.  (21 Kasım)

 

R. Engin Tarhan: Ä°nternet baskınızdan ÅŸikâyetçiyim. Ana sayfada baÅŸlık “Patates fiyatları kaç kat arttı”. Habere giriyoruz. Haberin baÅŸlığı aynen “15 kuruÅŸu düÅŸen patatesin fiyatı 55 kuruÅŸa yükseldi”. 15 kuruÅŸ nereye düÅŸmüÅŸ acaba? DüÅŸmeden önce fiyat kaç kuruÅŸmuÅŸ?

 

NOT: BaÅŸlıkta “kadar” sözcüÄŸü eksikti. Patatesin fiyatı bir ara 15 kuruÅŸa kadar düÅŸmüÅŸtü.

 

H. Günhan SarıoÄŸlu: KılıçdaroÄŸlu’nun resminin altına “Rakıları açıyoruz” baÅŸlığı atılmış. Habere bakıyorsunuz baÅŸka ÅŸeyler yazıyor. Yaptığınız doÄŸru deÄŸil. (22 Kasım) 

 

Melih Kocakus: Ä°nternette “Dünya Quaresma’nın rabonasını konuÅŸuyor” haberi altında “spektaküler” kelimesi kullanılmış. Ä°ngilizceden zorlamayla dilimize girmiÅŸ bu kelime yerine Türkçe karşılığı kullanılamaz mı? (25 Kasım)

 

Tuna Ekim: Pazar ilavesinde kelebeklerle ilgili yazınızı, konunun ilginç olması bir yana, bütün kelebek isimlerinin Latince bakımından bile doÄŸru olarak (italik ve tür adları küçük harfle baÅŸlar ÅŸekilde) yazılmış olmasını sevinçle izleyerek okudum. (20 Kasım)

 

Yazının devamı...
Tek kaynağa dayalı haber
20 Kasım 2016

Bu haberin iç sayfadaki devamına “3 DNA yalan anne gerçek” baÅŸlığı atılmıştı. Gerçekten de üç kez DNA testi yapılmış ve üçü de yanlış çıkmışsa ortada bir skandal vardı.

 

Ama aynı gün Adli Tıp’tan açıklama geldi. Haber tümüyle yalanlanarak, anne Emine Ayhan’ın oÄŸlu Ramazan’a ait olduÄŸunu kabul ettiÄŸi cesedin zaten DNA testleri yapılan ve daha önce kendisine gösterilen “25 No’lu ceset” olduÄŸu ifade edildi. Açıklamada, iki kez DNA testi yapıldığı, annenin sonucu kabul etmemesi üzerine mezarın açılarak cenazeden bir kez daha örnek alındığı, Ankara Biyoloji Ä°htisas Dairesi’nde DNA karşılaÅŸtırması yapıldığı, buradan elde edilen sonucu Ä°stanbul Biyoloji Ä°htisas Dairesi’nin de onayladığı vurgulandı.

 

Ben de konuyu araÅŸtırdım. Annenin, oÄŸlu Ramazan’a ait olduÄŸunu kabul ettiÄŸi ve yeniden açılan mezar, zaten diÄŸer iki çocuÄŸunun mezarlarının yanında. Bu mezara isim yerine “41586” numaralı plaka konulmuÅŸtu, hâlâ da öyle duruyor. DHA Gaziantep Temsilcisi Hasan KırmızıtaÅŸ, annenin ilk baÅŸta reddettiÄŸi “25 No’lu ceset”in bu mezara gömüldüÄŸünü ve son DNA örneÄŸinin de bu mezardan alındığını söyledi.

 

Gaziantep Cumhuriyet BaÅŸsavcılığı kaynakları da Adli Tıp’ın açıkladığı bilgileri doÄŸruladı; acılı ailenin ikna olması için ilk günden itibaren yoÄŸun çaba harcadıkları bilgisini verdi.     

 

Aslında anne Emine Ayhan’ın, oÄŸlunun cesedini bulamadığı ilk olarak 15 Ekim’de Hürriyet’te “Ramazan sır oldu” baÅŸlığıyla yayınlanmıştı. O zaman habere hiçbir yalanlama gelmemiÅŸti. 11 Kasım’da çıkan bu haberin baÅŸlığında “Anne haklı çıktı”nın yanı sıra “Büyük DNA skandalı” yargısını içeren baÅŸlık atılınca Adli Tıp’tan itiraz geldi.    

 

Åžimdi bir tarafta ailenin söyledikleri, öbür yanda Adli Tıp’ın açıklaması var. 

 

Bu verilere dayanarak üç DNA testinin yanlış çıktığı ya da cesetlerin karışmadığı söylenebilir mi? Yanlış ceset gösterilmiÅŸ olma ihtimali hiç yok mu? Bu sorulara kesin bir yanıt veremiyorum ama gazetecilik açısından daha önemlisi, böyle bir haberin sadece üç çocuÄŸunu kaybetmiÅŸ bir anne ve amcanın sözlerine dayanarak yazılmış olması. Haber hazırlanırken ailenin iddiası araÅŸtırılmalı, Adli Tıp ve savcılık yetkililerinin de bilgisine baÅŸvurulmalıydı.

 

Ayrıca haberde iki teknik hata gözüme çarptı. Birincisi YeÅŸilköy yazılmış ama doÄŸrusu YeÅŸilkent Mezarlığı. Ä°kincisi spotta “25 No’lu mezar” yazılmış, doÄŸrusu “25 No’lu ceset”.

 

KÄ°TAP SUÇ MU?

 

"10  Kasım eylemcisi 10 DEAÅž’lı yakalandı” haberinde aynen ÅŸöyle bir cümle yer alıyor: “Åžüphelilerin adreslerinde yapılan aramalarda, bol miktarda örgütsel doküman, dijital veriler, kitap ve dergi ele geçirildi.”

 

Örgütsel dokümanın “ele geçirilmesini” anlarım. Dijital veriler de suç unsuru taşıyor olabilir. Ama “kitap ve derginin ele geçirilmesi” ne demek? Kitap ve dergi bulundurmak suç olamaz. 

 

Belli ki, Sivas’ta ÅŸüphelilerin evlerinde arama yapan polis, böyle düÅŸünmüyor; kitap ve dergileri suç unsuru olarak görüyor. O nedenle kitap ve dergileri de “ele geçiriyor”. Anadolu Ajansı (AA) muhabirleri ve editörleri de emniyet yetkililerinin yaklaşımını aynen habere taşımakta sakınca görmemiÅŸ. 

 

Asıl sorun, Hürriyet’in bu ifadeyi düzeltmeden yayınlamış olması. Çünkü AA mahreci olması, Hürriyet’in sorumluluÄŸunu ortadan kaldırmıyor; aynen yayınlayarak o yaklaşıma katılmış, kitap ve dergiyi suç olarak görmüÅŸ oluyor.

 

Hürriyet, AA’nın bu haberini, 11 Kasım’da yayınlamadan önce redaksiyon iÅŸleminden geçirmeliydi. Zira gazeteler, ajans haberlerini geldiÄŸi gibi yayınlamak zorunda deÄŸildir. Her gazete ajans haberini önce kontrol eder, gerekiyorsa ek bilgiler koyar. Onunla da yetinmeyip kendi yayın politikası ve üslubuna göre yeniden düzenler.

 

Ajans haberlerini redaksiyondan geçirmeden, aynen ya da biraz kısaltarak yayınlamak editoryal sorunlar yaratabilir. Örnekte olduÄŸu gibi...

 

EDÄ°TÖRLERÄ°N Ä°Åž KAZASI 

 

SANIRIM bazı okurlar, biz gazetecilerden daha dikkatli okuyorlar Hürriyet’i. Geçen hafta yazdığım Arif Kolan’ın eleÅŸtirisi bu düÅŸüncemi doÄŸruluyordu.

 

Kolan’ın dikkatini çeken, 21 Ekim’de Kelebek’te yayınlanan “Hillside Harvard sınıflarında” haberinin aradan dört gün geçtikten sonra bu kez Ekonomi sayfalarında tekrar yayınlanmasıydı. Kolan, eleÅŸtirisini “Ya haberi çok beÄŸendiniz ya da birbirinizi okumuyorsunuz” sorusuyla noktalıyordu. Böylece editörlerin gazetenin kendi yapmadıkları bölümlerini de okuması gerektiÄŸine dikkat çekiyordu.

 

Benzer bir tekrarlama olayı da benim dikkatimi çekti. Ä°nanmayacaksınız ama aynı haber Hürriyet’te tam üç kez yayınlandı. Konu, bir ÅŸirket ile bir vakfın “Özel Sporcular Yüzme ÅženliÄŸi” düzenlemesiydi.

 

Bu haber, 1 Kasım günü gazetenin magazin haberlerine ayrılan ikinci sayfasında, Sadettin Saran ve TuÄŸba Özay’ın zihinsel engelli yüzücü gençlerle çekilmiÅŸ fotoÄŸrafı ve “Özel sporcularla yüzdü” baÅŸlığıyla yer aldı.

 

Aynı gün spor sayfasında da bu fotoÄŸraf kullanıldı. Haberde yine yüzme ÅŸenliÄŸinden bahsediliyordu ama bu kez Sadettin Saran’ın Fenerbahçe ile ilgili sözleri ağırlıktaydı.

 

Aradan iki gün geçtikten sonra 3 Kasım’da, aynı haber, Hürriyet’te bir defa daha yayınlandı. Bu kez Kelebek’in üçüncü sayfasındaydı. Hem de yine “Özel sporcularla yüzdü” baÅŸlığıyla. Üstelik haber hemen hemen aynıydı. Sadece birkaç sözcük deÄŸiÅŸmiÅŸ; tarihler çıkarılmış, düzenlendiÄŸi otelin adı eklenmiÅŸti. En önemli fark, bu kez Hande Yener’li iki fotoÄŸrafın kullanılmasıydı.

 

Editörlerin iÅŸ kazası da bu olsa gerek.

 

OKURDAN KISA KISA

 

YAÄžMUR Giray: Üçüncü sayfada “Kızgın yaÄŸla gelinini yakan kayınvalide” haberinin altında yarım sayfalık yaÄŸ reklamı yayınlamak ne tür bir korkunçluktur? Siz insanlarla dalga mı geçiyorsunuz? (15 Kasım)

 

Hayri Yalçın: Haberlerde aynı metinler bazen iki-üç kez tekrar ediyor. Örnek, 16 Kasım’da üçüncü sayfadaki “UyuÅŸturucu ararken KalaÅŸnikof buldu” haberi. Kısacık haberde tüfek ve tabanca bulunduÄŸu iki kez tekrarlanmış.

 

Arif Arslan: (Batman ÇaÄŸdaÅŸ Yazı Ä°ÅŸleri Müdürü) Geçen hafta gazetemizin kapatıldığını yazmıştınız. Bu vesileyle gazetemizde meslek etik ilkelerini her zaman tüm ideolojilerin üstünde tuttuÄŸumuzu okurlarınıza duyurmak istiyoruz. 34 yıldır kamu yararını gözettik, halkın ihtiyaçlarını haberleÅŸtirdik, dürüst ve vicdanlı duruÅŸumuzdan taviz vermedik. Bu kararın düzeltileceÄŸine inanıyoruz.

 

Gürbüz Onur: Ekonomi sayfasında “Göreve hazır” baÅŸlığıyla yayınlanan haberin spotunda “ana muhabere tankı Altay” yazıyor. Muhabere haberleÅŸme demek, oradaki muharebe. Hürriyet nasıl bu yanlışı yapar?  (10 Kasım)

 

Emel Karamut: “Son otobüs hattı kızkurtaran” haberi de “Çılgın âşık öldürdü”, “Öfkeli koca bir aileyi yok etti” haberleri gibi. Tamamen zanlının anlatımlarına dayanan, onu çılgın, kalbi kırık bir âşık gibi gösteren, iÅŸin “suç” kısmıyla ilgilenmeyen bir haber. MeÅŸrulaÅŸtırıcı, teÅŸvik edici. Yolda herkesin gözü önünde kaçırılmaya çalışılan kız ‘sevdiÄŸi kız’ olmuÅŸ. (11 Kasım) 

Yazının devamı...
Siyasi haberlerde eÅŸitlik
13 Kasım 2016

Bunlardan birincisi 7 Kasım’da gündem sayfasında kullanılan “Eyyy KılıçdaroÄŸlu teröre sahip çıkma” baÅŸlığıydı.

 


Sosyal medyada da yayılan eleÅŸtirilerde Hürriyet’in yayın ilkelerini benimsediÄŸi ve siyasi partiler arasında tarafsızlığı misyon edindiÄŸi hatırlatılıyor; BaÅŸbakan Binali Yıldırım’ın CHP Genel BaÅŸkanı Kemal KılıçdaroÄŸlu’na yönelik suçlamalarını içeren haberin bu çizgiye uygun olmadığı savunuluyordu. Yıldırım haberine atılan baÅŸlığın “KılıçdaroÄŸlu’nu hedef gösterdiÄŸi ve Hürriyet’in düÅŸmanlığı körükleyici bu sözleri sahiplendiÄŸi izlenimi verdiÄŸi” öne sürülüyordu.

 


Bence bu eleÅŸtirileri doÄŸru deÄŸerlendirebilmek için sadece o baÅŸlığa ve habere deÄŸil, sayfanın tümüne bakmak gerekli. Evet, sayfanın üzerinde BaÅŸbakan Yıldırım’ın sözlerini içeren o haber ve baÅŸlık var. Ama hemen altında da KılıçdaroÄŸlu’nun sözleri “Yıldırım’a yanıt: PKK bana saldırdı” baÅŸlığıyla verilmiÅŸ. Hatta onun altına da “KılıçdaroÄŸlu: Yenikapı ruhuna ihanet ettiler” haberi konulmuÅŸ.

 


Bir tarafın suçlamasının karşı tarafın yanıtıyla birlikte verilmesi, okurun bilgilendirilmesi açısından gerekli özen ve dengenin gözetildiÄŸini gösteriyor. Fakat bu haberlerin sunumunda eÅŸitsizlik söz konusu. Åžöyle ki, suçlama haberinde “Eyyy KılıçdaroÄŸlu” kutusu yanında “Teröre sahip çıkma” baÅŸlığı tercih edilmiÅŸ. Ama bu cümle tırnak içine alınmadığı için gazetenin yorumu gibi algılanabiliyor. Savunma haberinde ise “KılıçdaroÄŸlu’ndan yanıt: ...” kutusunun yanına KılıçdaroÄŸlu’nun “PKK bana saldırdı” sözü konulmuÅŸ. GörüldüÄŸü gibi iki baÅŸlığın üslubu çok farklı.

 


EÅŸitliÄŸi saÄŸlamak için iki baÅŸlıkta da aynı üslup kullanılmalıydı. BaÅŸbakan Yıldırım haberinde de KılıçdaroÄŸlu haberindeki gibi iki nokta üst üste iÅŸareti kullanılarak kutuda “Yıldırım’dan suçlama: ...” denilse sorun kalmaz; iki haberin sunumunda eÅŸitlik saÄŸlanmış olurdu.

 

 

Siyasilerden birinin söylediÄŸini diÄŸerine üstün göremeyiz. Noktalama iÅŸaretlerini canımız istemediÄŸinde kullanmama lüksümüz de olamaz.

 

 

VAHÅžETÄ°N SORUMLUSU 

 

 

ELEÅžTÄ°RÄ°LEN baÅŸlıkların ikincisi, 5 Kasım’da ilk sayfada yayınlanan “Yine PKK vahÅŸeti” baÅŸlığıydı. Diyarbakır’ın BaÄŸlar ilçesindeki terör saldırısına iliÅŸkin bu baÅŸlığa önce sosyal medyadan sonra da gazeteci Latif Yıldız’dan eleÅŸtiri geldi. 
Yıldız, “PKK vahÅŸeti’ demiÅŸsiniz ama Diyarbakır ValiliÄŸi’nin açıklamasından baÅŸka bilgi yok. Ona dayanarak nasıl böyle bir baÅŸlık atılabilir?” sorusunu yöneltti.

 

 

Okur Temsilcisi olarak bu haberin veriliÅŸinde gazetecilik tekniÄŸi açısından sorunlar olduÄŸunu söyleyebilirim. Çünkü her ne kadar Diyarbakır ValiliÄŸi, saldırıyı PKK’nın yaptığını açıklamış olsa da bu bilgi henüz kesinleÅŸmemiÅŸti. Hatta aynı akÅŸam Reuters Ajansı, saldırıyı IŞİD’in üstlendiÄŸi yolunda bir haber geçti. Yazı iÅŸleri, Reuters’in haberi geç saatlerde geldiÄŸi için “PKK vahÅŸeti” haberine müdahale edememiÅŸ, bu geliÅŸmeyi “VahÅŸete çifte üstlenme” baÅŸlığıyla küçük bir haber olarak son baskılara girebilmiÅŸti.

 

 

Nitekim durum böyle çetrefilli hale gelince ertesi gün (6 Kasım) Diyarbakır ValiliÄŸi yeniden açıklama yapma gereÄŸi duydu. Fakat bu kez haberin baÅŸlığı “Diyarbakır ValiliÄŸi: PKK yaptı, telsizden çözdük” ÅŸeklindeydi. DoÄŸru üslup buydu. Hüküm vermek yerine iki nokta üst üste koyup kaynaÄŸa atıfta bulunmak sorunu çözmüÅŸtü. HDP’nin, saldırıyı PKK’nın deÄŸil IŞİD’in yaptığı yolundaki itirazları verilerek de objektif davranılmıştı.

 

 

Saldırı haberine 7 Kasım’da, Vali Hüseyin Aksoy’un sözlerini içeren “Ä°ÅŸte o PKK’lı” baÅŸlığıyla devam edilmiÅŸti. Fakat bu haber de eksikti. Bir gün önce PKK’nın yan örgütü konumundaki TAK’tan gelen “Saldırıyı biz yaptık” açıklaması yoktu haberde. HDP milletvekili ErtuÄŸrul Kürkçü’nün TAK’a yönelik tepkisine de yer verilmemiÅŸti.

 

 

Tam vahÅŸetin sorumlusu belli oldu, valiliÄŸin açıklaması doÄŸru çıktı denirken 12 Kasım’da Sputnik’in geçtiÄŸi bir haber yine zihinleri bulandırdı. IŞİD’in sekiz dilde yayımladığı Rumiyah adlı derginin kapağında Diyarbakır’daki bombalı saldırıya yer verilmiÅŸ, bir kez daha saldırıyı kendilerinin gerçekleÅŸtirdiÄŸi savunulmuÅŸtu. IŞİD ısrar ediyordu.

 

 

Bütün bu geliÅŸmeler de ilk günkü baÅŸlığın yanlış olduÄŸuna iÅŸaret ediyor. Böylesine ikircikli bir durumun yaÅŸandığı sırada “PKK vahÅŸeti” diye hüküm içeren baÅŸlık atmak yerine bu bilgiler “Diyarbakır ValiliÄŸi: PKK yaptı” diye kaynağına atfen verilip karar okura bırakılmalıydı.

 

 

OKURDAN KISA KISA

 

 

NEFRETSOYLEMÄ°.org: “Tacizci Suriyeli’ye uçtular” baÅŸlıklı haberde, münferit bir olay üzerinden ÅŸahsın ulusal kimliÄŸine vurgu yapılıyor. Böylece, Suriyeliler tehlike unsuru olarak iÅŸaretlenerek suç ile iliÅŸkilendiriliyor ve okuyucunun algısındaki mevcut önyargılar güçlendiriliyor. (4 Kasım)
Ä°. Tufan Ünal: “Ne eski koca ne 8 kurÅŸunu durduramadı” Böyle bir baÅŸlıktan ne anlarsınız, eski koca sekiz kurÅŸunu mu durduramamış? Bu cümle Türkçe yazım kurallarına aykırı. Bu baÅŸlık, eski kocasının sekiz kurÅŸununa raÄŸmen yaÅŸam mücadelesinden vazgeçmeyen bir kadının haberine uymamış. (7 Kasım)

 

Åžamil Kul: Köpekleri mal gibi görüyorsunuz. “Ne köpeÄŸi ne annesini kurtarabildi” haberinde “köpek telef oldu” yazmışsınız. Mal ziyan oldu diyorsunuz yani. “Öldü” sözcüÄŸünü esirgiyorsunuz bu canlılardan. (8 Kasım)

 

Birgül Ergev: “26 yıl sonra bulduÄŸu öz babası can verdi.” Bu baÅŸlıktaki “can verdi” kelimelerini görünce ölüm akla geliyor. Ama burada anlamı baÅŸka. Kimse ölmemiÅŸ, baba oÄŸluna organ bağışlamış. KeÅŸke “can oldu, hayat verdi” gibi bir deyim kullanılsaydı. (4 Kasım)

 

Engin Nur: Bozulan Türkçemizin üzerine körükle gidiyorlar. Bakın bir sanat etkinliÄŸi var, adına “Contemporary Istanbul” diyorlar. Bu kelimenin Türkçesi yok mu? Gazetenizden daha böyle Türkçesi yazılmayan çok misal verebilirim.

 

B. Akıncı: Hürriyet’in yaptığı tüp mide ameliyatı destekleyen haberler sebebi ile aklımı kaçıracağım! Lütfen ölüm riski taşıyan bu ameliyatın reklamını yapmaktan artık vazgeçelim.

 

Ümit Yalım: Ayhan SicimoÄŸlu, Seyahat ekinde Datça’nın güneyinde bulunan Simi Adası’ndan bahsetmiÅŸ. Adanın Yunanca/Rumca isminin yanında Türkçe “Sömbeki” isminin de yazılması gerekirdi.

 

Cihan Yavuz: Ä°nternette tık almaya yönelik baÅŸlıklar yüzünden sitenize girmeyi azalttım. Haberlere foto galeri yapıp okumayı zorlaÅŸtırıyorsunuz. Bazen baÅŸlıkta sorduÄŸunuz soru haberin içinde bile olmuyor, farkına varmıyorsunuz.

 

Tarık TaÅŸkesen: “Factoringciler de çok oldu” haberiniz 10 Kasım’da gazetenizde yayınlandı. Ama habere konu olan seçimlerin Cape Town’da 23-29 Ekim’de yapılan toplantıda gerçekleÅŸtiÄŸini yazıyorsunuz. Aradan 10-12 gün geçmiÅŸ, siz yeni mi yayınlıyorsunuz?

 

Yazının devamı...
GazeteciliÄŸi savunmak
6 Kasım 2016

 

Evindeki sandalyesini alıp bir başına cezaevi önüne geldiÄŸinde “Neden” sorusuna verdiÄŸi yanıt da katıksız bir gazeteci yaklaşımını içeriyordu:

 

“Åžu gazeteci ÅŸöyle düÅŸünüyor, bu farklı düÅŸünüyor; onun için biri iyi, biri tu kaka. Böyle laf olmaz.”

 

Akyol için o gün cezaevine atılan Can Dündar ve Erdem Gül’ün düÅŸünceleri deÄŸil, gazeteci olmalarıydı önemli olan. “Umut nöbeti” ile gazeteciliÄŸi savunuyordu.

 

Maalesef Akyol’un yaklaşımı egemen deÄŸil bugün medyanın önemli bir kesimine. Cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticilerinin gözaltına alındığı operasyon haberlerine bakın. Kimi gazeteler bırakın eleÅŸtirel yaklaÅŸmayı, sayfalarında mahkeme kurarak destek verdiler operasyona. Suç olarak ortaya koydukları da Cumhuriyet’in manÅŸetleriydi. ‘Gazeteciler’, gazeteciliÄŸin yargılanmasına malzeme üretiyordu.

 

Hürriyet ise her gün birinci sayfadan ‘Cumhuriyet’te 15 gözaltı’, ‘Sanatçı desteÄŸi’, ‘Cumhuriyet savcısı FETÖ’den sanık’, ‘(BozdaÄŸ’ın) Cumhuriyet savcısı yorumu: Bence talihsizlik’ baÅŸlıklı haberlerle duyurdu operasyonu. Tepkileri ve Cumhuriyet’e desteÄŸi de haber yaptı. Hürriyet internet de bu haberleri güncel geliÅŸmelerle birlikte yayınladı.

Hürriyet’in saÄŸduyulu, demokrat ve özgürlükçü okurlarının da beklediÄŸi buydu. Hatta daha geniÅŸ verilmediÄŸi için eleÅŸtiren okurlar bile oldu.

 

Okurlar da medyanın özgürlük alanının her geçen gün daha da daraldığının farkında, bağımsız gazeteciler de. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu’nun Cumhuriyet operasyonuyla ilgili açıklamasındaki veriler medyanın durumunu gözler önüne seriyor:

 

“15 Temmuz darbe giriÅŸimi ardından kapatılan gazete, dergi, TV ve ajans sayısı 170’e ulaÅŸmıştır. Sürekli ve sarı basın kartı iptal edilen gazeteci sayısı 777’ye çıkmıştır. Åžu anda 105 gazeteci tutuklu bulunmaktadır. Kapatılan yayın organları nedeniyle 2500’ün üzerinde gazeteci iÅŸsiz kalmıştır.”

 

Hapisteki gazetecilere Cumhuriyet’ten Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Musa Kart, Güray Öz, M. Kemal Güngör, Turhan Günay, Bülent Utku, Önder Çelik ve Hakan Kara’yı da kattılar ÅŸimdi. Tutuklamaların, kapatmaların ardı gelmiyor.

 

Böyle bir ortamda biz gazetecilere düÅŸen Mete Akyol’un dediÄŸi gibi, görüÅŸüne bakmadan, çizgisine aldırmadan gazeteciliÄŸi savunmak olmalı. Her seferinde tekrarlamalıyız, gazetecilik suç olamaz diye...

 

GELÄ°NCÄ°KLERE SAYGI

 

HÜRRÄ°YET’in spor sayfasında “Adada haÅŸhaÅŸ tartışması” haberini görünce ÅŸaşırdım. “1. Dünya Savaşı’nda hayatını kaybeden askerleri ve gazileri anmak için sahaya haÅŸhaÅŸ çiçekli formalarla çıkmak isteyen Ä°ngiltere ve Ä°skoçya’ya FIFA’dan yasak geldi” yazılmıştı. Ama benim bildiÄŸim, Ä°ngilizlerin her yıl 11 Kasım’da yakalarına taktıkları sembol çiçek, gelincikti. Acaba yanılıyor muyum diye bir araÅŸtırma yaptım. Bulgularımı sıralayayım:

 

 

 

1- HaÅŸhaÅŸ, gelincikgiller familyasından. Ä°ngilizcede hem gelincik hem de haÅŸhaÅŸ çiçeÄŸine ‘poppy’ adı veriliyor. ‘Poppy’nin Türkçe sözlüklerdeki ilk karşılığı ‘gelincik’ ama alt sıralarda ‘haÅŸhaÅŸ çiçeÄŸi’ de geçiyor.

 

 

 

2- Anı çiçeÄŸinin esin kaynağı, ‘In Flanders Fields’ adlı ÅŸiir. Bu ünlü ÅŸiir, Belçika’nın Flanders bölgesindeki kırmızı çiçeklerden hareketle yazılmış. Åžiirde ‘poppy’ olarak geçen çiçekler gelincik mi, haÅŸhaÅŸ mı? Latince isimlerinden bakınca bu sorunun yanıtını buldum. GelinciÄŸin Latincesi ‘papaver rhoeas’, haÅŸhaÅŸ çiçeÄŸinin Latincesi ise ‘papaver somniferum’ imiÅŸ. Flanders’ta yetiÅŸen çiçekler ise ‘papaver rhoeas’ yani gelincik.

 

 

 

3- Nitekim Wikipedia’da, BBC’nin tarih sayfasında, eski askerlere destek veren British Legion’ın web sayfalarında ‘Remembrance Day’de kullanılan anı çiçeÄŸinin ‘papaver rhoeas’ yani gelincik olduÄŸu yazıyor.

 

 

 

4- Toronto Star’da 2014’te çıkan bir yazıda da haÅŸhaÅŸ ile gelinciÄŸi birbirine karıştıranlara “HaÅŸhaÅŸ çiçeÄŸi (papaver somniferum) ile ‘In Flanders Fields’ta bahsedilen ve Flanders tarlalarında yetiÅŸen gelinciÄŸin (papaver rhoeas) aynı olmadığı” yanıtı veriliyor.

 

 

 

5- Ä°ngiltere Büyükelçisi Richard Moore’un “Foreign & Commonwealth Office Blogs”ta “Britanyalılar neden gelincik rozeti takıyor” baÅŸlıklı bir yazısı var. 11 Kasım 2015 tarihli bu yazıda da anı çiçeÄŸi ‘gelincik’ olarak Türkçeye çevrilmiÅŸ.

 

 

 

Sanırım bu kadar veri, anma günlerinin sembol çiçeÄŸinin haÅŸhaÅŸ deÄŸil gelincik olduÄŸunu kanıtlamaya yeter. Zaten bugüne deÄŸin 11 Kasım hakkında Hürriyet ve Türkiye medyasında yayınlanan haberlerde sembol çiçeklerden hep ‘gelincik’ olarak bahsediliyordu. ‘HaÅŸhaÅŸ çiçeÄŸi’ yazıldığına ilk kez Hürriyet’in 2 Kasım’daki haberinde tanık olmuÅŸtum. Ama o da yanlış.

 

 

OKURDAN KISA KISA

 

Hüseyin Honça: Ä°nternette basketbol sayfanızda puan tablosu hâlâ geçen yılın. Bu sezonda beÅŸinci hafta maçları oynandı ama siz daha önce uyarmama raÄŸmen hâlâ o tabloyu yenilemediniz. Fikstür de hâlâ boÅŸ. Bu ne hız! (2 Kasım)

 

Bahri Karakeçili: “Cemevi ne alanı’ krizi” haberinde “Cemevlerinin tıpkı cami gibi olduÄŸunu öne süren CHP’li meclis üyeleri” diye yazmışsınız. “Öne sürmek” ne demek? Cemevlerinin ibadethane olduÄŸu sizin için de bir iddia mı yani? Bu tartışmada taraf deÄŸilseniz dilinize dikkat edin. (22 Ekim)

 

E. Erdem: Ankara Eki’nizde “Caminin temeli atıldı” haberi var. Anlaşılan caminin Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde yapılacağını sanmışsınız ama orası Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesi. Haberdeki belediye baÅŸkanına, caddelerin isimlerine vs baksaydınız anlardınız. (30 Ekim)

 

Salim TaÅŸçı: Anıtkabir’deki tören haberinde “Generalleri aradılar” baÅŸlığı atılmış. Ama fotoÄŸrafta kimlikleri kontrol edilen subaylar, general deÄŸil albay. Tören kıyafetlerindeki ÅŸapka ve omuzlarındaki rütbelerden belli. Dolayısıyla baÅŸlık yanlış. (30 Ekim)

 

Sevim Manisalı: 31 Ekim tarihli gazetenizin ilk sayfasındaki “Kapsülden 1 ABD’li, 1 Rus, 1 Japon çıktı” haberinizde astronotlar kadın olmasına raÄŸmen spotta “Üç uzay adamı” yazması bir kadın olarak beni rahatsız etti. Bilim insanı ifadesi kullanılarak cinsiyet ayrımcılığı yapılmamasını dilerdim.

 

Yaman Yamaner: “Orkestra sinevizyonun arkasında kaldı” haberinde “Sopranoda Görkem Ezgi Yıldırım, mezzosopranoda Ferda YetiÅŸer, tenorda Ayhan UÅŸtuk ve Metin Turan, basta Erdem Baydam, baritonda Umut KoÅŸman’ın sahne aldığı” yazıyor. Anlaşılan sopranoyu, tenoru enstrüman sanıyorsunuz. (31 Ekim)

 

Mustafa Ä°nanç: Hürriyet’in Ekonomi sayfası manÅŸeti “Esnaflar da kazandıracak”. Malum esnaf kelimesi ‘sınıf’ın çoÄŸuludur. Bu nedenle ‘esnaflar’ ifadesi yanlış olmuÅŸ. (1 Kasım)

 

Özge Yazıcı: Ä°nternette çıkan “AtaÅŸehir’de AVM’de vatandaşın üstüne vitrin camı düÅŸtü!” haberinde neden AVM’nin adını yazmıyorsunuz? (22 Ekim)

 

NOT: Olay, Novada AlışveriÅŸ Merkezi’nde, H&M maÄŸazasında yaÅŸandı.

 

Yazının devamı...
Masabaşı habercilik
31 Ekim 2016

Sabah gazetesi ise bu söyleÅŸiye “Ä°stihbarat kaynakları tarafından inandırıcı bulunmadı” diye yanıt verdi. 27 Ekim’de yayınlanan ve Hürriyet’i “algı operasyonu” yapmakla suçlayan Sabah’taki haberin kaynağı buydu; “Ä°stihbarat”. Sabah muhabiri hangi “istihbarat kaynakları” ile konuÅŸtuysa baÅŸtan aÅŸağı “Türk istihbarat kaynakları dikkat çekici tespitlerde bulundu”, “istihbarat kaynaklarına göre”, “deÄŸerlendirmesi yapıldı”, “iddia edildi” gibi muÄŸlak ifadelerle dolu bir haber yazmıştı.

 

Böyle bir haberin evrensel gazetecilik kriterlerine göre deÄŸerlendirmesini yapmak mümkün deÄŸil. Zira ne somut bir kaynağı var ne de doÄŸrulanmış bilgilere dayanıyor. BaÅŸtan aÅŸağı önyargılarla hazırlanmış, mesnetsiz yorum ve varsayımlara dayalı bir “iddianame” bu. Fakat Sabah’ın yanı sıra benzer çizgideki baÅŸka mecralarda da tekrarlanan iki suçlamayı inceledim.

 

Ä°ddia: Ana amaç, gizli haberleÅŸme sistemi ByLock’un Ocak 2016’dan sonra kullanılmadığını yayarak, “FETÖ 15 Temmuz darbe giriÅŸiminde yer almadı” algısını yerleÅŸtirmek.

 

David Keynes’in (Alpaslan Demir) söylediÄŸi, “ByLock programının Ocak 2016’dan sonra kullanılmadığı” doÄŸru. Bu bilgiyi daha önce Hürriyet’te Murat Yetkin ve Abdülkadir Selvi de yazdı. MÄ°T’in bu programın ÅŸifrelerini kırdığını fark eden örgüt, o tarihten itibaren Eagle adlı yeni bir mesajlaÅŸma programı kullanmaya baÅŸlamış.

 

Keynes, Eagle’dan söz etmiyor ama “ByLock programının Cemaat’in haberleÅŸme ağına döndüÄŸünü” söylüyor ve “ByLock’un örgüt üyeliÄŸine kanıt olduÄŸunu” kabul ediyor.

 

Ä°ddia: Ä°kinci amaç ise ByLock kullanıcılarının yüzde 10’u FETÖ’cü deÄŸil açıklamasıyla “FETÖ’nün büyük balıkları” denilen ve CIA ile baÄŸlantılı isimlerin gizli kalmasını saÄŸlamak.

 

Tam tersine “büyük balıklar”ın Eagle programını kullandığı, Eagle kullananların sayıca daha az ve üst düzey isimler olduÄŸunu da Hürriyet yazdı. Ama MÄ°T ve diÄŸer yetkililerin, bu programın kullanıcılarını tespit ettiÄŸi ve ÅŸifrelerini kırdığı yolunda bir bilgi henüz gelmedi.

 

David Keynes, Hürriyet’te “Türk kullanıcıların yüzde 90’ı FETÖ’cü” diyor; yüzde 10’dan deÄŸil, yüzde 90’dan söz ediyor. Anlatmak istediÄŸi, ByLock kullananların yüzde 90 gibi bir kısmının bu örgütlenme ve haberleÅŸme ağına dahil olduÄŸu.

 

Aleyhte yazılanlarla ilgili vardığım sonuçlar böyle. Özetlersem; Ä°smail Saymaz’ın ByLock sisteminin patent sahibi olan bu kiÅŸiyle yaptığı söyleÅŸi, “Fetullahçı Terör Örgütü yapılanması” ve 15 Temmuz darbe giriÅŸimiyle ilgili yeni bilgilere ulaşılmasını saÄŸladı. Bu yönüyle baÅŸarılı bir gazetecilik çalışması. Nitekim TBMM Darbeleri AraÅŸtırma Komisyonu da bilgi almak için David Keynes’i dinleme kararı verdi.

 

KeÅŸke bu söyleÅŸi, yanıt ağırlıklı deÄŸil de soru-yanıt olarak ve analizlerle birlikte yayınlansaydı. Sorular, Saymaz’ın eleÅŸtirel yaklaşımını ve bilgi almak için Keynes’i ne denli zorladığını okura daha net yansıtırdı. Analizler de Keynes’in eksik bıraktığı ve karanlıkta kalan noktaları aydınlatırdı. ÖrneÄŸin ByLock’tan sonra Eagle programının kullanıldığı hatırlatılabilir; o boÅŸluk giderilebilirdi.

 

SöyleÅŸinin yayınlandığı 24 Ekim’den sonra Hürriyet’te kullanılan “10 soruda ByLock gerçeÄŸi” incelemesi ve Murat Yetkin’in yazıları bu açığı kapatmak açısından yararlıydı.

Arkeolog kesilen emlakçı

 

BÄ°R emlakçı, arkeolojik eserlerle ilgili haber kaynağı olabilir mi? Olmamalı ama ülkemizde oluyor. DüÅŸünün, Bodrum’daki bir emlakçı “Truva Krallığı’nın 3200 yıl toprak altında kalmış ve piyasa deÄŸeri 500 trilyon dolar olan hazinesinin yerini bulduÄŸunu” söylüyor ve bu ciddi bir haber konusu olabiliyor.

 

DHA’nın hurriyet.com.tr’de yayınlanan “Emlakçıdan ilginç Truva hazinesi iddiası” baÅŸlıklı haberinin tek kaynağı, Bodrum’da emlakçılık yapan Tuncer Rıfat Barın. Bir emlakçı, arkeolojiden ne kadar anlarsa onun da o kadar anladığı belli. Ama muhabir arkadaÅŸlar, söylediklerini uzman görüÅŸü kabul edip aynen yazmışlar. GazeteciliÄŸin hiçbir kuralına uymayan bu haber, haklı olarak Arkeologlar DerneÄŸi BaÅŸkanı Soner AteÅŸoÄŸulları’nı endiÅŸelendirmiÅŸ:
“Üzülerek belirtmek isteriz ki haberde yer verilen bilgiler tamamen hayal ürünü, bilimsel gerçeklerle baÄŸdaÅŸmayan, halkımızı yanlış yönlendirecek ve defineciliÄŸi teÅŸvik edecek ifadelerle dolu.
13 Ekim’de gazeteniz web sayfası ile diÄŸer basın yayın organlarında yer alan haber, ne yazık ki biz arkeologların dahi anlayamayacağı, düzmece kurgular ve hikâyelerden oluÅŸan bilgiler içermektedir. Maalesef bu tür haberler, ülkemizin kültür varlıkları için büyük bir tehdit oluÅŸturan kaçak kazıları teÅŸvik etmekten baÅŸka bir iÅŸe yaramamaktadır.”

 

AteÅŸoÄŸulları’nın bu uyarısına gerek kalmamalıydı. O haberi yazan muhabirler ve yayına veren editörler, bir emlakçının arkeolog edasıyla “açıklama yapması”na yol açmamalıydılar. Biz gazeteciler, bu tür efsanelere aldanan “hazine avcıları” ile aynı konuma düÅŸmemeli, onlara malzeme üretmemeliyiz.


Okurdan kısa kısa

 

ABDULLAH Bizden: “Ölüm Ä°lanlarındaki son sesler kitap oldu” yazısında Hakan Tartan ÅŸöyle söylüyor: “Hani Edip Cansever demiÅŸ ya: ‘Sizin hiç babanız öldü mü?/Benim bir kere öldü/Kör oldum’ diye.” Bu ÅŸiir Edip Cansever’in deÄŸil Cemal Süreya’nın. Böyle bir yanılgı üzücü. (22 Ekim/Cumartesi Eki)

 

Sinan Ustacı: “PYD’yi bu kez karadan vurduk” baÅŸlığı atmışsınız. Siz kimsiniz? Ordu mu, asker mi? Biz gazeteci biliyoruz. Gazeteci gibi baÅŸlık atın. Haberinizde yazdığınız gibi “... Vuruldu” diyebilirsiniz. (22 Ekim)

 

Nusret Selen: 37. sayfada Eczacıbaşı VitrA takımının dünya ÅŸampiyonu olduÄŸu haberi vardı. Ama ne takımı olduÄŸu yazmıyordu. Futbol deÄŸil ama hangi branÅŸ? Ä°nanın bilmiyorum. Bilmek zorunda mıyım? (24 Ekim)
NOT: Eczacıbaşı VitrA, kadın voleybol takımı. Haberde eksik kalmış.

 

Ünal Alp: “Babasının madalyasıyla uÄŸurlandı” haberinin yanındaki fotoÄŸrafın üzerinde “Altemur Kılıç, Atatürk’ün yaveri Kılıç Ali’nin oÄŸluydu” yazmışsınız. Bu yanlış bir bilgi. (24 Ekim)
Not: Okur haklı. Kılıç Ali, Atatürk’e yakın isimlerdendi ama yaveri deÄŸildi.

 

Abdullah Gözkaya: “Zehirli gaz sınırımıza geldi” haberinde sülfirik asit (H2SO4) için “halk arasındaki adıyla kezzap” yazılmış. Kezzap olarak da adlandırılan asit, nitrik asittir (HNO3). (27 Ekim)

 

Arif Kolan: 25 Ekim’de ekonomi sayfasında “Harvard’ta dersimiz Hillside” haberi çıktı. Ama aynı haber/bülten, 21 Ekim’de Kelebek’te Gökhan Kimsesizcan’ın köÅŸesinde “Hillside Harvard sınıflarında” baÅŸlığıyla yayınlanmıştı. Ya haberi çok beÄŸendiniz ya da birbirinizi okumuyorsunuz.

 

 

Yazının devamı...