(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Bülent Katarcı" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Bülent Katarcı" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Bülent Katarcı

Bülent Katarcı

Sarı nokta önlenebilir
18 Aralık 2016

Sarı nokta önlenebilirBilinen adıyla sarı nokta hastalığı... Türkiye’de, tüm dünyada olduğu gibi 55-60 yaş üzeri kişilerde en sık görme kaybı yaratan hastalıkların başında geliyor. Sarı nokta hastalığı olan kişiler okuma, araba kullanma, kişilerin yüzlerini seçme, televizyon seyretme gibi günlük işleri yapmakta sorun yaşıyorlar. 

Bu önemli hastalığı Kaşkaloğlu Göz Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Tansu Erakgün ile konuştuk. Prof. Erakgün’ün anlattığına göre; sarı nokta, görme işlevinde gözün en önemli ve merkezi kısmı.

TAMAMEN KÖRLÜK DEĞİL
Hastalığın erken belirtileri düz çizgilerde yamulma hissi ve görme miktarında azalma. Aylar, hatta haftalar içinde merkezi görme düzeyi ciddi şekilde azalır, kişi odaklandığı noktayı göremez hale gelir. Sarı nokta hastalığı olduğundan şüphe duyan kişi bunun ön değerlendirmesini kendisi de yapabilir. Örneğin evdeki duvar fayanslarına bakarak bunu test edebilir. Düz çizgilerde eğrilme ve yamulma hissi şüphe uyandırmalıdır. Bununla birlikte, görmedeki bu değişiklikleri saptamak için özel olarak hazırlanmış kareli test kartları mevcuttur (Amsler Kartı) ve göz hekimlerinden edinilebilir. Ailede bulunması, sigara kullanımı, yüksek kol tansiyonu (hipertansiyon) ve yüksek lipid-kolesterol, obezite bilinen risk faktörleridir. Bununla birlikte, hastalığın ileri evresinde bile kişi tamamen körlük yaşamaz, merkezi görme dışındaki görüş alanı ile günlük hayatını idame ettirir.

TEDAVİ İMKANI ARTIYOR

Tedavi konusuna gelince; yakın zamana kadar bu hastalıkta uygulanan tedaviler yüz güldürücü sonuçlar vermezken, bugün için gelişen teknolojiler ve yeni tedavi şekilleri ile son derece başarılı sonuçlar alınmaktadır. Yaş tip sarı nokta hastalığında tedavide amaç, hastalığa neden olan tabakalar arasındaki istenmeyen damar tomurcuklarının, sıvı sızıntılarının ve kanamaların kurutulmasıdır. Bunun için farklı tedavi seçenekleri mevcuttur. Laser tedavisi, fotodinamik tedavi, damar gelişimini önleyici tedavi.
Son evre sarı nokta hastalığında diğer tedavi seçenekleri tükendiğinde bazı hastalarda işe yarayabilecek bir alternative de teleskopik göz içi mercekleridir.

Yazının devamı...
Parmak ucu ve tırnak yatağı yaralanmaları ihmale gelmez
11 Aralık 2016

Kemik yapının üzerini saran yumuşak dokunun içindeki birçok sinir sonlanması, özel bir deri ile kaplanarak en önemli duyu organlarımızdan birisi olarak görev yapar. Tırnak ise bu derece hassas olan dokunma duyusuna destek sağlarken, gündelik etkinlik içinde karşılaşılan ufak yaralanmalardan koruyucu, estetik bir görev üstlenmiştir. Parmak ucu ve tırnak yatağı yaralanmalarına tedavi ve takiplerde gereken mutlaka önem verilmelidir. El Mikrocerrahi Ortopedi ve Travmatoloji (EMOT) Hastanesi doktorlarından Doç. Dr. Tahir Sadık Sügün, bu konuda şunları anlattı;

 

 

ÇOK SIK KARŞILAŞILIR

“Tırnak plağı, tırnağın altında ona destek olan, parlaklık ve düzgünlüğünü koruyarak, kendisini yenilemesini sağlayan yapıdır. Bu özel yapılar her gün ellerimizin işlevselliğini yerine getirmesinde dış ortam ile sürekli temas durumundadır. Ne yazık ki bu kullanım sıklığına bağlı olarak, el yaralanmalarının en sık görüldüğü bölge de parmak uçları ve tırnak yataklarıdır. Çocukluk çağından ileri yaşlara kadar birçok kişi gün içerisinde bu tür yaralanmalar ile karşılaşmaktadır. Araba ve ev kapıları, bıçak makas gibi kesici delici ev ve iş aletleri; testere, balta, çekiç gibi parçalayıcı aletler parmak ucu kopmalarından kapalı ezilme yaralanmalarına kadar çeşitli derecelerde bu bölgede hasar oluşturmaktadır.

 

 

KALICI SAKATLIK OLABİLİR

Bu kadar hassas ve önemli olan yapıların yaralandığı durumda tedavi büyük önem kazanmaktadır. Uygun tedavi yöntemlerinin kullanılmadığı durumlarda sakatlık kalıcıdır. Bu kalıcı hasarlar elimizin, bazen de tüm kolumuzun kullanımını etkileyebilmektedir. Tedavi de amaç; yeterli hareket ile birlikte parmak uzunluğunun mümkün olduğunca korunduğu, yaralanma dokusu içermeyen, esnek, dayanıklı ve duyulu bir cilt örtüsü ile bu bölgenin tamirini sağlamaktır. Hastane ortamında kalış süresini kısaltan, hastanın bir an önce iş, okul ve gündelik hayatına dönmesini sağlayan tedavi yöntemleri tercih edilmektedir. Bu yöntemlerinin uygulanması sırasında yaralanmanın yeri, şekli, seviyesi, mekanizması kadar; hastanın yaşı, cinsiyeti, işi, ek hastalıkları, çocuk ya da erişkin oluşu, baskın olarak hangi elini kullandığı önemlidir. Uygun şartlarda mikroskop altında kopan parçanın yerine dikilmesi, uygun olmayan durumlarda ise yukarıda belirtilen hedefler doğrultusunda parmak ucu ve tırnak yatağının yeniden yapılandırma ameliyatları bu tür yaralanmalarda uygulanan güncel tedavi yöntemleridir. Her el yaralanmasında olduğu gibi fizik tedavi ve rehabilitasyon, bu bölge yaralanmaları sonrasında da hareket ve fonksiyonelliğin kazanılmasında oldukça önemlidir.”

Yazının devamı...
Daha az radyasyon daha kesin sonuç
4 Aralık 2016

 

Günümüzde kalp damar hastalıklarının artmasına paralel olarak kalp anjiyosu da daha sık uygulanır olmuştur. Bilek atardamarından yapılması ile hastalar aynı gün taburcu olmaya başlamışlardır. Ama yine de bir çok hasta için korkutucu bir işlem olmaya devam etmektedir.
MedicalPark Hastanesi Kardiyoloji Kliniği’nden Prof. Dr. Ertuğrul Ercan, ‘Bilgisayarlı Tomografik Koroner Anjiyografi’yi şöyle anlattı;

15 DAKİKA YETERLİ
“Koroner anjiyo işleminden çekinen, ama kalp damar arterlerinin de görüntülenmesi gereken hastalarda BT kalp anjiyosu yapılmaktadır. Özellikle bilgisayar teknolojisinin hızla ilerlemesi, işlemcilerin küçülüp hızlanması ile daha çok kesiti kısa sürede alan, çok daha net görüntüleri çok daha az radyasyon vererek yapan cihazlar kullanıma girmiştir. Artık bir saniyeden kısa sürede ve tek kalp atımında neredeyse bir akciğer filmine eş doza yakın seviyede düşük radyasyon ile bu işlem yapılabilmektedir. İşlem için hastanın soyunması ve giyinmesi dahil toplam yaklaşık 15 dakika süre yeterlidir.

YÜZDE 99 KESİNLİK
Kalp hızı düşük değilse öncesinde ilaç ile kalp hızı istenilen düzeye geriletilmektedir. Görüntüler yüzde 99 kesinlikte olup sadece kalp damarının içindeki darlık değil etrafındaki bozulma, akciğerlerde yada göğüs içindeki organlardaki sorunlara da tanı koydurucu olabilmektedir. Özellikle yeni kuşak cihazlarda radyasyona maruz kalma koroner anjiyodan çok daha azdır. Yeni geliştirilen bazı yazılımlarla görüntüler üzerindeki incelemeler kalp damarı içinde kan akım hızını, basıncını ve daralmanın önemli bir etkisi olup olmadığını da tespit edebilmektedir.

YENİ NESİL GÖRÜNTÜLEME
Bilgisayarlı tomografik koroner anjiyografi (BTKA) kalbin kanlanmasını sağlayan damarların yani koroner arterlerin görüntülenmesi için geliştirilmiş yeni nesil bir görüntüleme yöntemidir. Geleneksel koroner anjiyografi ile karşılaştırıldığında girişimsel olmayan bir test olup kasık veya kol atardamarından kateter ile girilmesine gerek kalmamaktadır. Yine hasta konforu ve gelişebilecek olası komplikasyonlar açısından geleneksel koroner anjiyografiye göre üstünlükleri bulunmaktadır. Sistem temel olarak X-ışını cihazının (tomografi) kalp ve koroner arterlerin görüntülerini oluşturmasına dayanır. Yeni nesil cihazlar ile kalbin üç boyutlu görüntüleri de elde edilebilmekte ve yapısal ya da doğumsal kalp hastalıklarının tanı ve takibinde de giderek artan oranlarda kullanılmaktadır.

 

NEDEN BTKA YAPILIR?
* Kalbin çeşitli hastalıklarında tanı koydurucu olmasına rağmen en sık kullanıldığı alan koroner arterlerdeki daralma ya da tıkanmaların saptanmasıdır.
* Göğüs ağrısının nedeni olan bir koroner arter darlığını ortaya koyabilir ve hastanın kalp krizi geçirme riski belirlenebilir. Böylelikle erken tanı ve tedaviye imkan vermesi esasen temel amacını oluşturmaktadır.
* BTKA sıklıkla geleneksel koroner anjiyografiye alternatif olarak kullanılmaktadır. Özellikle hekim değerlendirmesine göre koroner kalp hastalığı açısından orta risk grubundaki bireylerde geleneksel anjiyografiye göre tercih edilmesi önerilmektedir.
* BTKA sırasında vücuda bir kateter yerleştirilmesine gerek yoktur. İşlem sırasında kol veya el sırtındaki toplardamardan verilen boyar madde koroner damarlara ulaştığı sırada tomografi cihazı tarafından görüntülenir ve koroner damarlar ile kalbin üç boyutlu görüntüleri elde edilir.
* Yapılan BTKA sonrasında darlık çıkmaması durumunda testin güvenilirliği oldukça yüksektir. Ancak orta veya ciddi dereceli darlık saptanması durumunda hem doğrulama amaçlı hem de darlığa müdahale edilebilmesine olanak vermesi nedeniyle geleneksel anjiyografinin uygulanması sıklıkla gerekmektedir.

RİSKLERE NELER?
* BTKA sırasında hasta bir miktar radyasyona maruz kalmaktadır. Radyasyon miktarı kullanılan X-ışını cihazına göre değişmekle birlikte yeni nesil cihazlarda oldukça azaltılmıştır.
* Genel olarak kanser gelişimi açısından maruz kalınan riskin düşük olduğu söylenebilir. Yeni cihazlarda radyasyon maruziyeti beş ile on akciğer filmindeki miktara kadar düşürülmüştür.
* Gebelikte radyasyonun fetüs üzerinde ciddi yan etkilerinden dolayı gebelere uygulanmamalıdır.
* Boyar maddelere karşı alerjik reaksiyonu bulunanlarda dikkatli olunmalı, alerjik olduğu bilinen kişiler önceden doktorlarını bilgilendirmelidirler.

TESTE HAZIRLANMA
* İşlem öncesi yaklaşık dört saat aç kalınmalıdır. Bu sürede su içilebilir ancak çay, kahve gibi içeceklerden ve sigaradan kesinlikle uzak durulmalıdır. Çünkü bu uyarıcılar kalp hızını yükselterek testin değerini düşürmekte ve işlem süresini uzatmaktadırlar.
* İşlem öncesi yapılan ölçümlerde kalp hızının yüksek saptanması durumunda testin kalitesini ve güvenilirliğini artırmak için kalp hızını düşüren bazı ilaçlar ağızdan alınarak ya da damar yolu ile verilebilir.
* BTKA sırasında gerçek çekim süresi modern cihazlarda 5 saniyenin altında olmakla birlikte hastanın hazırlanmasından işlem bitimine kadar toplam süre yaklaşık 10-15 dakikadır.
* Koroner hastalığı günümüzde ölümcül hastalıkların başında gelmektedir. Bu nedenle hastalığın erken tanı ve tedavisinin önemi giderek artmakta, bu konuda tıp dünyasındaki çalışmalar son hızla devam etmektedir.
* BTKA da bu alanda özellikle son 5-6 yıldaki gelişmelerle kalp hastalığı tanısında yeni bir ufuk açmıştır.

Yazının devamı...
Akciğer kanserinde umut veren gelişmeler
27 Kasım 2016

Türkiye’de yılda 30 bin yeni akciğer kanseri vakası görülüyor ve ne yazık ki bunun yalnızca yüzde 20’si cerrahi ile tedavi edilebilen erken evrede teşhis ediliyor. Akciğer kanserinin en önemli nedeni sigara. Asbest, radon gazı ve hava kirliliği diğer önemli risk faktörleri. Akciğer kanseri önlenebilir bir hastalık ve önlemenin en etkili yolu da sigara içmemektir. 

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları A.D, Türk Toraks Derneği Akciğer Kanserleri Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Tuncay Göksel, bu hastalıkta umut veren yeni tedavileri şöyle anlattı:

KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI
“Akciğer kanserini kabaca küçük hücreli dışı (KHDAK) ve küçük hücreli (KHAK) olarak ikiye ayırabiliriz. Yüzde 75-80 oranında daha sık rastlanan grup olan KHDAK, erken evrelerinde cerrahi tercih edilen yaklaşım iken, lokal olarak ilerlemiş ve cerrahiye uygun olmayan hastalarda radyoterapi kemoterapi kombinasyonu etkili tedavi yöntemidir. Tümörün akciğer dışına yayıldığı ileri evrede standart tedavi yaklaşımı ise kemoterapidir.

YENİ TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Akciğer kanserinde yeni tedavi yöntemleri geliştirme çalışmaları hızla devam etmektedir.
* Genetik alandaki gelişmeler akciğer kanserine neden olan genetik mutasyonların saptanır hale gelmesine yol açmıştır. Bu genetik mutasyonları susturan hedefe yönelik tedaviler, yeni biri çığır açmıştır. Şu an için EGFR, ALK ve ROS1 mutasyonlarına yönelik etkili ilaçlar geliştirilmiştir. Amaç tüm hastalarda tümör neden olan mutasyonların belirlenebilmesi ve bunlara yönelik çok daha etkili tedavilerin geliştirilmesidir.
* Akciğer kanseri tedavisinde diğer önemli bir gelişme vücudumuzdaki beyaz kan hücrelerinin kanserle savaşmasını sağlayacak yeni yöntemler geliştirilmesidir. Beyaz kan hücreleri kanserleşmeye eğilimli hücreleri hemen tanımakta ve yok etmektedir.
* Ama bazı kişilerde kanserleşmeye eğilimli hücreler kendilerini beyaz kan hücrelerinden saklamayı öğrenmektedirler. Bunu sentezledikleri bir takım proteinlerin beyaz kan hücrelerinin kendilerini tanıyacak reseptörlerini kapatarak gerçekleştirmektedirler.
* Kanser immunoterapisi dediğimiz bu alanda araştırmalar çok yoğun bir şekilde devam etmektedir. İleri evrede, kemoterapiye dirençli olguların tedavisinde etkili olduğu gösterilmiş ve bu alanda iki ilaç batı ülkelerinde ruhsat almıştır. İlk basamakta etkili olup olmadığına yönelik çalışmalar devam etmektedir.
* Diğer bir bağışıklık sistemin harekete geçiren tedavi yöntemi kanser aşılarıdır. Kanser hücrelerinde yer alan bazı maddelerle hazırlanan bu aşılar beyaz kan hücrelerinin kansere saldırmasını hedeflemektedir.
* Halk arasında Küba aşısı olarak da bilinen ilaç en çok üzerinde çalışılan ilaçtır. Küba ve Arjantin’de yapılan lokal çalışmalar sonucunda, o ülkelerde ruhsat almıştır. Ancak uluslararası faz 3 çalışmaları halen devam etmektedir.

 

EN ÇOK İZMİR’DE
Prof. Dr. Tuncay Göksel, hastalığın en az Erzurum’da, en çok ise İzmir’de yaşandığını, hastaların yüzde 90’ının erkek ve ortalama yaşın 60 olduğunu söyledi. Erkeklerde risk yaşının 75 - 79, kadınlarda ise 80 - 84 olduğunu dile getiren Prof. Dr. Göksel, “Ne kadar uzun yaşarsak, akciğer kanseri olma riski de o kadar artıyor” dedi. Hastalığın en büyük nedeninin sigara olduğunu belirten Göksel, “Akciğer kanseri, sigara içtiğiniz sürece herkesi adil oranda öldürüyor” diye konuştu.

Yazının devamı...
Grip aşısı olmayı unutmayın
20 Kasım 2016

Çevremizde sesi değişen, geniz ve burun akıntısı olan kişiler de giderek artıyor. Eylül sonundan itibaren kapımızı çalmaya başlayan gribin elbette önlemi de mümkün. Bunların en başında aşı geliyor. 

YÜKSEK RİSK GRUBU 

İzmir Halk Sağlığı Müdürü Uzm. Dr. Bediha Salnur, bu konuda bilgi verdi. Özellikle yüksek risk grubundaki kişilerin, gebelerin, 6 aylıktan büyük çocukların ve hastane çalışanlarının ekim, kasım, aralık ayında grip aşısı yaptırabileceğini duyuran Salnur, “Grip, influenza adı verilen virüs tarafından oluşturulan, ani olarak 39 derece üzerinde ateş, şiddetli kas ve eklem ağrıları, halsizlik, bitkinlik, titreme, baş ağrısı ve kuru öksürük gibi belirtilerle başlayan bir enfeksiyon hastalığıdır. Sağlıklı insanlarda ortalama bir haftada geçmesine rağmen; vücut direncini düşüren kronik hastalığı olan kişilerde, yaşlılarda ve çocuklarda tedavi daha uzun sürmektedir” dedi. 


KOLAY VE HIZLI BULAŞIR

Grip virüsünün hızla ve kolayca bulaştığını, her yıl milyonlarca insanın etkilendiğini aktaran Salnur, “Vatandaşlarımızı gripten korumak amaçları ile Sağlık Bakanlığı bünyesinde 2005 yılından beri ‘Sentinel İnfluenza Sürveyansı’ çalışmaları yürütülmektedir. Bu çalışmanın yapıldığı illerden biri de İzmir’dir. İlimizde 10 aile hekimi aracılığı ile Sentinel İnfluenza Sürveyansı çalışmalarında kendilerine başvuran kişiler, içerisinde ‘Grip Benzeri Hastalık’ geçiren hasta sayılarını ve bu hastaların birinden aldıkları numuneyi laboratuvarlarımıza göndermektedirler” diye konuştu.


KORUNMA YOLLARI

Hasta kişilerden kaçınmalı ve hasta olanların istirahat ederek başka insanlarla temasını sınırlandırmalı.* Aksırma ve öksürme esnasında kağıt mendil kullanılmalı,* Eller sık sık yıkanmalı, yüzeyler sık sık temizlenmeli,

YUMURTA ALERJİSİ

Grip aşısının büyük önem taşıdığını belirteren Salhur, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bazı kişiler için grip aşısı uygulanması tıbbi açıdan sakıncalıdır. Bunlar yumurta alerjisi olanlar (yumurta yediğinde ciddi alerjik reaksiyon geçirenler), geçmişte grip aşısı uygulanmasıyla ciddi alerjik reaksiyon gelişmiş olanlar ve 6 aydan küçük bebeklerdir. Orta dereceli ya da ciddi ateşli bir hastalık geçirmekte olan kişilerin geçirdiği hastalığın belirtileri azaldıktan sonra aşılanmaları daha uygun olacaktır. Risk gruplarında olanlar grip geçirdiğinde hekime müracaat etmelidir. Ayrıca, grip belirtileri ağırlaşırsa (nefes darlığı, göğüs ağrısı, bilinç bulanıklığı, yüksek ateş, öksürük gibi belirtilerin ortaya çıkması) bir hekime başvurulmalı ve tavsiyelerine göre gerekli ilaçlar kullanılmalıdır. Antibiyotikler gribi tedavi etmezler, bu nedenle hekim tavsiyesi dışında antibiyotik kullanılmamalıdır.”


------------
Sağlık ağızda başlar
22 Kasım Ağız ve Diş Sağlığı haftasını, çürük yaygınlığı yüzde 98’lere varan, yıllık macun tüketimi kişi başına 110 gram olan, diş fırçasıyla halen hiç tanışmayan vatandaşlarımızın olduğu ülkemizde buruk bir şekilde kutluyoruz.İzmir Dişhekimleri Odası Başkanı ve Ege Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Pedodonti Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rıza Alpöz, dişin insan vücudundan soyutlanmış bir organ olarak algılandığı ortamda, diş hekimlerinin yıllardır ağız ve diş sağlığının vücudumuzun genel sağlığıyla direkt ilişkili olduğunu anlatmaya çalıştıklarını söyledi. 2013 yılında yayınlanan ‘İstanbul deklarasyonu’ ile ağız ve  diş sağlığının genel sağlığın ayrılmaz bir bileşeni olduğunun vurgulandığını hatırlattı.
SATIR BAŞLARI* Unutmayalım ki dişimiz de bir organdır, * Ağzımızda iken kıymetini bilmediğimiz bu organımızın değerini bilelim, her gün iki ya da üç kez, en az iki dakika dişlerimizi fırçalayalım, çocuklarımıza da örnek olalım,* Rafine şeker ve tatlandırıcılardan olabildiğince uzak duralım,* Yoğun kalorili ve çürük yapıcı tatlılardan çok meyve ağırlıklı beslenelim,* Sigara içmeyelim,* Diş fırçamızı ayda bir değiştirelim,* Çocuklarımızı süt dişleri çürümeden büyütelim, * Çürük ve iltihaplı dişlerin genel sağlığımızı da olumsuz yönde etkilediğini, iltihaplı süt dişleri yüzünden her yıl yüzbinlerce çocuğumuzun antibiyotik kullanmak zorunda kaldığını unutmayalım,* Her yıl düzenli olarak dişhekimimizi ziyaret edelim.

Yazının devamı...
Hareketsizlik kolon kanserini tetikliyor
13 Kasım 2016

 

Batı bölgelerinde daha yaygın görülüyor. Cinsiyet farkı gözetmeyen kolon kanseri; sıralamaya girdiğinde tüm kanser türleri arasında yaygınlık bakımından 3. sırayı alıyor. En çok 50 yaş ve üzerindeki kişilerde görülen kolon kanserini; fiziksel hareketsizlik, obezite, alkol, kırmızı ve özellikle de işlenmiş et (salam, sucuk, sosis vb.) ve hayvansal yağların aşırı tüketimi tetikliyor.

Erken teşhis ve doğru cerrahi müdahalenin hastalara uzun yaşam fırsatı verebildiğini söyleyen Buca Tıp Merkezi Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Göktuğ Faik Önder, bu konuda bilinmesi gerekenleri ve tedavi yöntemlerini anlattı:

DENGELER BOZULDUĞUNDA
“Kalın barsağımız, sindirim sistemimizin bir parçasıdır ve görevi vücuda yararlı besin ve suyu tutmak, kalan artıkları dışkı oluşturarak düzenli bir şekilde dışarı atmaktır. Genetik faktörler ve karsinojenlere maruz kalma sonucunda koruyucu mekanizmaların dengesi bozulursa kanser meydana gelebilir. Kolon kanseri dünyada en sık ilk 5 kanser türünden biridir.
Kolorektal kanserin gelişim nedenleri tam olarak bilinmiyor. Yüzde 95’i poliplerden oluşur. Polipler bağırsağın iç yüzeyindeki sonradan oluşan et parçalarıdır. Çoğu polip iyi huyludur genellikle kansere dönüşmez, ancak kolonoskopi ile çıkartılmaları, kolorektal kanser gelişimini belirgin olarak azaltmaktadır. Bu nedenle kolon kanseri önlenebilir bir hastalıktır.
Normalde 50 yaş civarı kişilerin yaklaşık yüzde 20’sinde polip bulunur. Yaş arttıkça görülme sıklığı da artar. Bu nedenle risk faktörlerinin bilinmesi ve tarama testlerinin uygulanması önem kazanmaktadır. Polipten kansere dönüşme sürecinin kabaca 5-8 yıl olduğunu söyleyebiliriz.

RİSK FAKTÖRLERİ
* Kolorektal kansere yakalanma olasılığı yaşla birlikte artar. Bu hastalığı olanların yüzde 90’dan fazlasına, tanı 50 yaşından sonra konulmuştur.
* Polipler kolon ya da rektumun iç duvarındaki büyümelerdir. 50 yaşının üstündeki insanlarda yaygındır. Çoğu polip iyi huyludur, fakat bazı polipler sonradan kanser olabilirler. Polipleri bulmak ve onları çıkarmak kolorektal kanser riskini azaltabilir.
* Aile öyküsü: Kolorektal kanser öyküsü olan kişilerin (özellikle kişi genç yaşta kanser olmuşsa) yakın akrabalarında da bu hastalığa yakalanma olasılığı vardır.
* Genetik değişiklikler
* İltihabi barsak hastalıkları (Ülseratif kolit, Crohn gibi)
* Sigara kullanımı
* Diyet: Yapılan çalışmalarda yağ oranı (özellikle hayvansal yağ) yüksek diyetlerin (batı tipi beslenme) ve kalsiyum, folik asit ve lifli gıdaların düşük olduğu beslenme şeklinin kolorektal kanser riskini artırabileceği öne sürülmüştür.

BELİRTİLERİ NELER
* İshal ya da kabızlık, dışkılama alışkanlığında değişiklik
* Bağırsaklarınızın tamamen boşalmaması hissi ve sık dışkılamaya çıkmak
* Dışkıda (çok açık ya da koyu renk) kan görme
* Dışkınızın her zamankinden daha ince olması
* Sıklıkla gaz sancısı ve krampları ya da doluluk ve şişkinlik hissi
* Nedensiz kilo kaybı
* Sürekli kendini yorgun hissetme, kansızlık (anemi)

KORUNMA YOLLARI
40-45 yaş itibarı ile kolon kanseri için tarama testleri yapılması önerilmektedir. En basiti gaitada (dışkıda) gizli kan bakısıdır. Gizli kan varlığı mutlaka ileri araştırmayı gerektirir, negatif olması kesin bir şey olmadığını göstermez. Bu nedenle 40-45 yaş sonrası en az bir kere kolonoskopi yapılması genellikle önerilmektedir.

NASIL YAPILIYOR
Merkezimizde de uyutularak kolonoskopi uygulanmaktadır. İşlemin bir gün öncesinde ağızdan alınan bazı ilaçlarla kalın barsağın boşaltılması sağlanmalıdır. İşlem 20-30 dakika kadar sürmekte ve bitiminde hastalar ayrı bir odada istirahata alınmaktadır. Kolonoskopi sonrası karında gerginlik, şişkinlik barsak içi verilen hava nedeniyle bir süre devam edebilir, birkaç saat sonra etki kaybolur. Kişi işlemden sonra 4-6 saat dinlenip, normal hayata dönebilir.

Yazının devamı...
Şampiyon Başhekim
6 Kasım 2016

Ertuğrul’un hikayesi henüz 6 yaşındayken başlamış. Ama ondan önce Ege Şehir Hastanesi hakkında bilgi vermek isterim. 9 bin metrekare alanda 102 yataklı 70 özel oda, 32 yoğun bakım, 7 normal odaya sahip hastane, 24 yeni doğan kuvöz makinası, 6 ameliyathane, 24 saat hizmet MR, tomografi, son sistem mamografi, 35 doktor, 100 hemşire olmak üzere toplam 350 çalışana sahip. 

Başhekim Ertuğrul, küçük yaşta yakalandığı tonsillite bağlı Akut Romatizmal hastalığını yenebilmek için doktorunun tavsiyesi üzerine spora başlamış. En büyük destekçisi annesi olmuş. Yaklaşık iki ay süren hareketsiz döneminde çizgi roman okumasını yasaklasa da, babası Marvel serilerinden XMEN’i almış ve orada herkesi kurtaran, vücudu sınırsız iyileşme gücüne sahip olan Wolverine ise gelecekteki hayali olmuş... Kalp yetmezliği olunca spora başlamasını söylemiş doktorları ve bunun üzerine bir spor salonuna yazılmış.

VÜCUT GELİŞTİRME
O sürelerde gözünde ilahlaştırdığı doktorların ne kadar kutsal bir meslekleri olduğunu düşünerek kararını vermiş. 21 yaşına geldiğinde kalp yetmezliği tam iyileşmiş ve spor salonunda model aldığı ağabeyleri gibi vücut geliştirme sporuna başlamış. O yıllarda tanıştığı Avrupa Vücut Şampiyonu Soner İçöz, Başhekim Dr. Ertuğrul’u yarışmalara girmesi konusunda ikna etmiş. Bir yıl sonra girdiği ilk yarışmada dördüncü olduğuna üzülmüş ve sonraki yıllarda hedeflediği birinciliği alarak Dünya Vücut Şampiyonu olmuş. Birincilikten beşinciliğe kadar birçok derecesi bulunan Ertuğrul, bu işi profesyonel olarak yapmak istemiş ve ARES GYM adıyla bir spor salonu açmış. Gündüz Anestezi Uzmanlığı, geceleri ise vücut geliştirme antrenörlüğü yaparak geçirmiş yaşamını...

GÜNDE 45 DAKİKA İDMAN
Antrenörlük ile başhekimliği bir arada yürütmenin düşünülenin aksine zor olmadığına inananlardan olduğunu belirten Ertuğrul, “Spor yapmak sosyalleştirir. Her gün 45 dakika idman yapıyorum. Sabah 5’te kalkıyorum ve geç saatlere kadar çalışıyorum” diyor. Günde 20 ye yakın birçok zor ameliyata girip günün stresini spor yaparak atıyor. Bütün bu sıkıntılardan kurtulmamın yolu, hırsı ağırlıklardan almaktı aslında. Çünkü ben hassas bir adamım, çevremdeki insanları kırıp dökmekten, öfkelenmekten hoşlanmam. Hıncımı idmanda aldım. Alkol, sigara ya da kokain değil, spor bana kendimi yeterince iyi hissettiriyor” dedi.


HEDEFİ 200 YATAKLI
ÜNİVERSİTE HASTANESİ
Ertuğrul’un hedefi ise, Özel Ege Şehir Hastanesi’ni 200 yataklı bir Üniversite Hastanesi yapmak. Diğer hastanelere nazaran daha mütevazı ücretleri olan hastanenin A sınıfı kaliteye sahip olduğunu vurgulayan Ertuğrul, hastanenin tüm ihtiyaçlarıyla A’dan Z’ye ilgileniyor.

-------------------

Medikalpark 5 yaşında

2011 yılında Op. Dr. Zafer Beken ve Veysi Kubba’nın Karşıyaka’da hayata geçirdiği Medicalpark İzmir hastanesi beşinci yılı geride bıraktı. Dünyanın 41 ülkesinden 26 bin hastaya sağlık turizmi kapsamında tedavi hizmeti veren Başhekim Yardımcısı Dr. Zeki Hozer, İzmir’den küresel bir sağlık hizmeti markası çıkarmanın mutluluğu içinde olduklarını söyledi. Hozer şöyle anlattı;

DÜNYA PERFORMANSI
İzmir’in en büyük özel hastanesiyiz. 50.000 metrekare kapalı alanda 46 branşta hizmet veriyoruz. 1000’e yakın personelin 110’u akademik unvanlı uzmanlardan oluşuyor. Beş yıl içinde 2 milyon 100 bin protokol sayısı ile İzmir, Ege Bölgesi, ülkemiz ve 41 ülkenin hastalarına sağlık hizmeti verilmiştir. Acil başvuru sonrası kabul edilen hasta sayısı 340 bindir. 38 bin ameliyat, 20 bin anjiyo, 1500’ü bulan by-pass operasyonu, 500’ü hamilelikle sonuçlamış 1200 tüp bebek uygulaması rakamlarına 81 organ nakli ve 445 kemik iliği transplantasyonunu da eklediğimizde, dünyanın sayılı tıp merkezlerinde yapılan bir performans ile karşı karşıya olduğumuz görülür.”

Yazının devamı...
Gebelik öncesi diş tedavisi
30 Ekim 2016

Yapılacak tedavilerin, kullanılacak malzemelerin bebeğe zarar verebileceği endişesi ile pek çok anne adayı maalesef diş tedavisinden kaçınıyor ve ağrılara katlanmaya çalışarak aslında fetüse daha çok zarar veriyor. Konuyu İzmir Dişhekimleri Odası Başkanı ve Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rıza Alpöz ile konuştuk. Alpöz’e göre, eğer diş rahatsızlıkları ciddiye alınmaz ve tedavi edilmezse vücutta ağrı oluşturan kimyasallar serbestleniyor ve damarlarda daralmalar oluşuyor. Bu ağrı şoku ile bebek daha fazla adrenaline maruz kalıyor. O yüzden gebelik planlanıyorsa önce mutlaka bir diş hekimine uğramak, çürükleri tedavi ettirmek, diş taşlarını temizletmek, sorun yaratan gömük dişler ve kökler ağızdan uzaklaştırılmalı. Ayrıca diş fırçalama alışkanlığı yoksa o da mutlaka sağlanmalı. 


SAĞLIKLI MÜDAHALE
Ortalama 40 hafta süren gebelik döneminin üç bölüme (trimestr) ayrıldığını belirten Alpöz; dönemlere göre ağız ve diş sağlığı müdahalelerini de şöyle açıkladı;
“Birinci trimestr 0-3 ay arası dönem, ikinci trimestr 3-6 ay, son trimestr 6-9 ay arasında kalan dönem. Diş çekimi, dolgu, kanal tedavisi gibi tüm tedaviler orta trimestrda yapılabilir. En riskli olan dönem ilk ve son trimestr, ki bu dönemde bile pek çok diş tedavisi rahatlıkla uygulanabilir. Kadın hastalıkları ve doğum uzmanından alınacak onay ile genellikle damar büzücü içermeyen anesteziklerle dolgu, diş taşı temizliği, kanal tedavisi, diş çekimi rahatlıkla yapılırr. Burada önemli olan hastada ağrı ve sıkıntı oluşturan bir sorun varsa gebelik döneminde müdahale edilmesi. Diş beyazlatma, implant, estetik lamina restorasyonları gibi aciliyeti olmayan tedaviler mümkün olduğunca gebelik sonrasına planlanmalıdır.”

SIKÇA SORULAN SORULAR
* Cıva içeren metal dolgularımı söktürüp gebelikten önce değiştirmeli miyim?
Kesinlikle hayır. Metal dolgular gümüş ve cıva içerir, dolgu yapıldığında ilk 24 saatte minimal bir cıva salınımı olur sonra dolgudan kesinlikle cıva salınmaz. Eğer dolgular sökülürse oluşan ısı nedeniyle cıva tekrar açığa çıkar. O nedenle sökülmesi gerekiyorsa mutlaka su soğutması altında çok iyi bir aspirasyonla yapılmalı. Gebelik sırasında metal dolguların sökülmesi önerilmez.

* Diş rengi dolgular (Kompozit) gebelerde daha mı sağlıklıdır?
Hayır. Kompozit (diş rengi ışınla donan) dolgularda kısaca BİS GMA olarak adlandırılan bir monomer fazlaca bulunur. Eğer kullanılan dolgu materyali kalitesiz ve ışın süresi yetersiz ise yapılan dolgudan bu madde salınır ve anne ve bebek için zararlı olabilir. Gebelerde kullanılacak en iyi dolgu maddesi konvansiyonel cam iyonomer dolgulardır.

* Gebe olduğumu bilmiyordum diş röntgeni çektirdim. Bebeğime zarar vermiş olabilir miyim?
Diş röntgenleri günümüzde çok gelişmiş ve verilen radyasyon da o ölçüde azalmıştır. Prensip olarak gebelerde diş röntgeni çekilmemelidir denilmesine rağmen, son yıllarda küçük periapikal fimler çok zorda kalınırsa bir adet olmak üzere çekilebilir. Tüm çeneyi gösteren panoramik röntgenler ise gebelikte çekilmemelidir. Farkında olunmadan çekildi ise gebelik süresince başka film çekilmemesine dikkat edilmelidir.

* Her gebelik bir diş kaybı getirir sözü doğru mu?
Hayır. Gebelikte değişen hormonal dengeye bağlı olarak dişeti rahatsızlıkları daha çok görülür, buna bağlı olarak var olan dişeti hastalıkları daha da artabilir. Onun dışında bu inanışın bilimsel hiçbir dayanağı yoktur. Uygun tedavilerle sorun ortadan rahatlıkla kaldırılır.

Yazının devamı...