(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Cengiz Semercioğlu" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Cengiz Semercioğlu" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Cengiz Semercioğlu

Cengiz Semercioğlu

Yol arkadaşlığı bize uymaz!..
22 Aralık 2016

Otomobilinizle İzmir’e gidiyorsunuz diyelim, siteye kayıt olup aynı yöne giden bir başka yolcu daha buluyorsunuz.
Onu da arabanıza alıp birlikte İzmir’e gidiyorsunuz, masrafları da paylaşıyorsunuz...
İki yıl önce Türkiye’ye ilk girdiklerinde “Bu iş bize uymaz” diye bir yazı yazmaya niyetlenmiş, hadi adamları kafadan baltalamayalım diyerek vazgeçmiştim.
Önceki gün Türkiye’den çıkma kararı aldılar...
Neden?
Sistem çalışmadı çünkü...
Çalışmaz... Biraz Türkler’ tanısaydınız çalışmayacağını en başta anlardınız...
Biz, hırlı mı, hırsız mı der yanımıza tanımadığımız bir yol arkadaşı almayız...
Yolda horlar mı, çok mu konuşur der almayız...
Ter mi kokar, ayakları mı kokar der almayız...
8 saat yolda ne yaparım tanımadığım biriyle der almayız...
Otobüste, uçakta yanımızdakini rahat bırakmayız ama kendi arabamızda tanımadığımız biriyle baş başa ‘bla bla’ diye sohbet edeceğimiz bir uzun seyahate çıkmak istemeyiz...
Hele bir kadın yolcunun bunu yapması bin tane riski de beraberinde taşır.
Fransa’da Amerika’da bu sistem çalışır belki ama bize uymaz!
Uymadığı da iki yıl içinde kanıtlandı işte...
Bla Bla’cıların bunu öğrenmek için bu kadar para dökmelerine hiç gerek yoktu, sokakta kime sorsalar olmayacağını hemen söylerdi zaten.

Yakıştı mı Sabri?

Galatasaray-Tuzlaspor arasında oynanan Türkiye Kupası maçında Sabri Sarıoğlu, bir pozisyonda hakeme itiraz eden Tuzlaspor’un hocası Metin Ersan’a diklendi...
Parmağını sallayarak hocanın üzerine yürüdü, gazetelere ‘tehdit içerikli sözle sarf etti’ diye yansıdı bu görüntüler.
Nasıl tehdit ettiğini bilmiyoruz ama Metin Ersan’a burnunun dibinde parmak sallayarak “Maç sonrası kahve içelim mi” demediği kesin...
Sen Galatasaray’sın, karşındaki Tuzla...
Sen Sabri’sin, karşındaki 2. Lig’in oyuncuları...
Tuzla’nın tüm oyuncularının gelirini toplasan senin bir yıllık kazancın etmez be Sabri...
Biraz bulunduğun yerin ağırlığını göstersene...
Galatasaray, Tuzla’yı güç bela 2-1 yendi... Bravo Sabri!
601 gün sonra attığın golle değil ama bu çirkin hareketle konuşulmayı başardığın için...

Nilüfer’le yeniden

Nilüfer’in Türk pop müziğinin unutulmaz 12 şarkısını seslendirdiği yeni albümü geçtiğimiz hafta çıktı.
Şarkılar zaten muhteşem, bunun üzerine bir de büyük bir sesin yorumu eklenince ortaya çok lezzetli bir iş çıkmış.
Albümde Nilüfer’in seçtiği 12 şarkının 6’sı Sezen Aksu’nun.
İlk 3 sıraya da bunları koymuş zaten.
Müthiş söylemiş...
“Seni Kimler Aldı”yı, “Unut”u, “Ağlama Anne”yi o kadar güzel söylemiş ki, tekrar tekrar dinlemeye doyamıyor insan. Sadece Sezen şarkıları değil, İlhan Şeşen’in “Ellerimde Çiçekler”i, Şehrazat’ın “Yalnızlığa Hüküm Giydim”i, Fahir Atakoğlu’nun “İstanbul”u da bu albümü çok güçlü kılan diğer şarkılar olmuş.
“Memleketim”, “Ağlama Anne” gibi döneme denk düşen şarkılar da var ki, Nilüfer iyi ki “Yeniden, Yeni, Yine” demiş dedirtiyor.

40’lık Shakira!

Shakira 40 yaşına girmeye hazırlanırken Chantaje adlı bir şarkı yaptı ve bir klip çekti..
Şarkıda 22 yaşındaki Kolombiyalı şarkıcı Maluma’yla düet yapıyor, klipte de birlikte oynuyorlar...
Şarkı güzel, kısa şortu, erkekler tuvaletinde yaptığı seksi dansıyla Shakira da her zamanki gibi güzel...
Artık klasikleşen kalça hareketlerinden az örnek sergilese de klipte Shakira çok güzel...
Sahne ışığı gerçekten başka bir şey...
Eylül ayında Barcelona’da bir restoranda görmüştüm Shakira ve kocası Pique’yi...
Son derece sıradan görünen o kadının sahneye çıktığında, kameralar karşısına geçtiğinde bambaşka birine dönüşmesi şaşırtıcı...
Bu klipte Shakira, kadında 40 yaşın en güzel yaş olduğunu kanıtlıyor.

 

Yazının devamı...
Olay kostümler bakın basına nasıl sızmış
21 Aralık 2016

Ali Genç’in THY’nin dünya markası olduğu 2003-2015 yıllarını anlattığı “Yüksek İrtifa” kitabını okurken o yıllara geri döndüm.
11 yıl boyunca THY’nin basın müşavirliğini yapan Ali Genç, kitabında bu süre içinde yaşanan çok ilginç olaylara yer veriyor.
4 yıl önce fırtınalar koparan hostes kıyafetlerinin basına nasıl sızdığını ise şöyle anlatıyor:
“Türkiye’nin en iyi 8 modacısıyla bir araya geldik ve onlara ne istediğimizi anlattık. Hiçbiri işin maddi boyutunu gündeme getirmeden, büyük bir heyecanla ‘Varız’ dediler.
Atıl Kutoğlu, Arzu Kaprol, Dilek Hanif, Gamze Saraçoğlu, Cengiz Abazoğlu, Ayşe-Ece Ege gibi isimlerle Vakko modacılarının hazırladığı tasarımları değerlendiren heyet her kıyafeti puan vererek oyladı.
Son değerlendirme ise THY ekibi tarafından yapıldı.
Heyetin daha çok beğendiği tasarımlar olmasına rağmen, Dilek Hanif’le çalışma kararı alındı.
THY’de yapılan deneme çalışmaları sırasında çekilen bir fotoğraf sosyal medyaya düştü.
Fotoğraf hızla yayıldı. Yeni bir krizimiz daha olmuştu ve bunu yönetmek oldukça zordu. İnternet ortamında dolaşan fotoğraf oldukça cazipti ve tartışmaları alevlendirecek nitelikteydi.
Başka fotoğrafların olup olmadığını araştırırken fotoğrafın nasıl sızdığını da öğrenmiştim.
Tasarım, kıyafetleri deneyen kabin ekipleri tarafından beğenilmemişti. Her ne kadar karar verilmemiş olsa da bu kıyafet seçilirse hoşlarına gitmeyecek ve giymek istemeyeceklerdi. Kıyafeti engellemenin yolunu da fotoğrafı medyaya sızdırmak olarak gören bir çalışanın eseriydi bu durum.
Gerçekten de istediği sonucu almayı başarmıştı.
Fotoğrafın ilk kez 9 Şubat 2013 tarihinde ortaya çıktığı günden bugüne kadar Dilek Hanif tasarımını tamamlayamadı, THY de eski tasarımları kullanmaya devam etti.”
Ama iyi ki bu fotoğraf basına sızmış be sevgili Ali...
Gerçi Dilek Hanif daha sonra bunların tamamlanmamış tasarımlar ve pek çok örnek içinden sadece birkaçı olduğunu söyledi ama yine de bu tartışma çıkmasa belki hostesler benzer kıyafetler giyecekti bugün.
THY personeli eski tasarımları bugün de kullanmaya devam ediyor.
Uzun süredir de gündemimizde yeni bir tasarım tartışması yok.
Aman olmasın, hosteslerin bu halinden herkes memnun.
Kurcalayıp karıştırmaya gerek yok.

Akmerkez’de neden kırmızı renk yok?

Akmerkez yılbaşı süslemeleriyle ışıl ışıl parlayan alışveriş merkezlerinden birine döndü.
Güzel süslemeler yapmışlar. AVM’nin önünde de küçük bir buz pateni pisti var. Geçen hafta sonu kızım Pera’yla gittik denedik, o kadar sevdi ki buz pateni yapmaya karar verdi.
Akmerkez süslemelerinde bir şey dikkatimi çekti ama...
Işıklandırma ve süslemeler sarı-beyaz ağırlıklı.
Yılbaşının rengi kırmızı, neden kırmızı yok diye merak ettim.
Sonradan öğrendim; Akmerkez’in sahibi Dinçkökler koyu Fenerbahçeli...
Sarının yanına da kırmızıyı bu yüzden koymuyorlarmış.
Takım sevgisi neler yaptırıyor görüyor musunuz...
Kırmızısız da olsa süslemelerin güzel olduğunu söylemeliyim ama.

Yıllarca dinlenecek bir albüm

Erol Evgin’in “Altın Düetler” adlı albümü çıkalı neredeyse 7 ay oldu ama hâlâ dinleniyor, hâlâ çalınıyor, hâlâ gündemde.
İyi albümler böyledir işte, her şeyin çabuk tüketildiği müzik piyasasında aylarca, yıllarca ayakta kalmayı başarırlar.
Erol Evgin’in unutulmaz şarkılarında kadın solistlerle düet yaptığı bu albüm de öyle, yıllarca dinlenecek türden. Ben bu albümü aylardır zevkle dinliyorum.
Sıla’yla Erol Evgin’in “Ateşle Oynama” şarkısında olağanüstü bir düet yaptıklarını aylar önce yazmıştım.
Ama dinledikçe bu albümde başka lezzetler de keşfediyor insan.
“Ateşle Oynama”ya 10 üzerinden 10 vererek en beğendiğim 5 düeti sıralıyorum bu albümde...
1- Sıla-Ateşle Oynama
2- Candan Erçetin-Aldım Başımı Gidiyorum
3- Sezen Aksu-Ben İmkansız Aşklar İçin Yaratılmışım
4- Göksel-Rüya
5- Nükhet Duru-Bir de Bana Sor
Not: “Ateşle Oynama”ya Rahşan Gülşan bir klip çekti, tebrikler.

Yazının devamı...
Haydar’la yollarda
20 Aralık 2016

Neden? Arabada koltuğun altında bulundurmak için...
Beyzbol sopası satışlarıyla ilgili gerçek bir veri bulamadım ama “haydar” denilen sopanın pek çok arabada bulunduğu aşikar...
Burak Yılmaz’a saldıran özel halk otobüsü şoföründe gördük işte en son.
Koltuğun kenarından şak diye çıkarınca “haydarı”, Burak neye uğradığını şaşırdı.
Yollarda herkes herkese gıcık, herkes gergin olduğu için, herkes patlamaya bir kıvılcım aradığından “tedbirli” geziyor.
Ne olur ne olmaz...
Bu artık bir modayı da beraberinde getirdi.
Son dönemde pek çok arabanın üzerinde “Arabama Dokunma” çıkartmaları görüyorum.
Bu yazının yanında yere çökmüş biri ve onu beyzbol sopasıyla döven başka biri çizgi adam olarak resmedilmiş.
“Arabama dokunursan beyzbol sopasıyla döverim seni” diye herkese ilan ediyorlar...
Şimdi bu çıkartmaları arabalara yapıştırmak moda...
Yetmez...
“Silahla beyni dağıtılan adam” da resmedilmeli “Arabama Dokunma” yazısının altına.
Şiddetin bu kadar meşrulaştığı, haydarın, beyzbol sopasının, bıçağın, silahın bu kadar kolay çekildiği bir toplumda şiddetin azalmasını beklemek hayal.
Dur ben de gidip bir beyzbol sopası alayım en iyisi...
Kim kime ekleştirirse artık...

Kaçacak yer yok!

Bu ülke çekilmez oldu, her gün bir olay, çekip gitmek lazım buralardan diye düşünenlere kötü bir haberim var:
Dünyanın hiçbir yerinde huzur yok artık.
Daha geçen gün arkadaşlarla konuşuyorduk, yeni yıl öncesi iki gün Berlin’e kaçalım, Noel pazarında gezeriz falan, ne kadar renklidir diye...
Rus Büyükelçisi’ne suikast haberini izlerken kanallarda altyazı geçti; Berlin’de Noel Pazarı’na TIR girdi diye...
12 kişi öldü, 10’larca yaralı var.
Fransa Nice’te bu yaz benzer bir saldırı oldu.
Paris, Brüksel, Orlando dünyanın neresine giderseniz gidin terör saldırıları var artık.
Dolmabahçe’de de bulabilir hepimizi, Londra’da da, New York’ta da...
O yüzden hiç başka yerlere giderek kaçacağınızı sanmayın.
Dünyada kimsenin kaçacak bir yeri kalmadı çünkü...
Tek çare bu terör belasıyla insanlığın her yerde ve her zaman topyekun mücadele etmesi...

Tebrikler Türkiye

Büyük proje... Büyük iş... Olağanüstü büyük bir olay.
Dün açılışı yapılan Avrasya Tüneli’nden söz ediyorum.
Bütün olumsuzluklara rağmen, böyle sıkıntılı bir dönemde Türkiye’nin bu büyük yatırımları hayata geçirmesi o kadar önemli ki...
Hayatımızı kolaylaştıracak olması bir yana, yarattığı moral motivasyon için Avrasya Tüneli’ni böyle bir dönemde hayata geçiren herkesi tebrik ediyorum.
Çok önemli bir iş...
Hepimizin göğsünü kabartan, gurur veren bir proje.
Bir de anket yapmak yerine en baştan ismi Avrasya Tüneli olarak açıklansaydı tam olacaktı...
Atatürk ve Abdülhamid Han yarıştırılıp, son anda “anketten vazgeçtik” demek, herkesin kafasına “Atatürk kazanınca vazgeçtiler” fikrinin yerleşmesine neden oldu...
Oysa oylama ilk başladığı gün yazmıştım, “Adı üzerinde bu tünelin, Avrasya... Ne diye anket yapıyorsunuz?” diye...
Neyse, gereksiz bir anketle gereksiz bir tartışma çıkmış olsa da sonunda böyle sıkıntılı bir dönemde çok ihtiyacımız olan gurur verici bir projeye kavuştuk...
Bir kez daha tebrikler Türkiye...

Fatih Terim Stadı, Şenol Güneş Stadı...

Biz yaşarken insanları onurlandırmayı, övmeyi becerebilen bir millet değiliz...
Genelde ölünün arkasından methiyeler düzeriz.
Yaşarken onurlandırmayız.
Futbol camiasında tersi örnekler görüyoruz ama son yıllarda.
2014 yılında açılan Başakşehir’in stadına Fatih Terim Stadı adı verildi.
Önceki gün açılışı yapılan Trabzonspor’un yeni stadına da Şenol Güneş’in adı verildi...
Beğenin beğenmeyin, ikisi de Türk futbolunun yaşayan en büyük 3 hocasından ikisidir...
Hem futbolcu hem de teknik direktör olarak büyük başarılara imza atmışlardır.
Bu statlara adlarının verilmesini de fazlasıyla hak etmişlerdir.
Bu iki hocanın böyle taltif edilmesini alkışlıyorum.
Şimdi sıra İzmir’e yapılacak bir stada, yaşayan 3. büyük hocanın, Mustafa Denizli’nin adını vermeye geldi.

 

Yazının devamı...
Demre’ye de yazık Noel Baba’ya da
19 Aralık 2016

Bu sefer ben yazmadım, New York Times yazdı.
Bütün dünyanın çocukları Noel Baba hayranıyken, neden Noel Baba’nın doğduğu Demre bunu turistik bir başarıya dönüştürmez diye çırpınıp duruyorum yıllardır.
Bunun Müslümanlık, Hıristiyanlık ile bir ilgisi yok.
Terörler, patlamalar, savaş yüzünden Türkiye’ye gelen turist sayısı dibe vurmuşken, biz elimizdeki değerleri bilmiyoruz.
Benim yıllardır bu söylediklerimin benzerini pazar günü New York Times haber yapmış işte.
“Demre neşeli olmaktan çok uzak” diye yazmış gazete.
Suriyeli mültecilerin taşıdığı sorunlar, terör saldırıları, başarısız darbe girişiminden sonra Demre’nin iyice ıssızlaştığını söylemiş.
“Dünya çapında milyonlarca çocuk Noel Baba’nın kucağına oturmak için alışveriş merkezlerine koşarken, kimse Demre’ye gelmiyor bile” demiş.
Okurken üzüldüm...
Elimizdeki değerlerin kıymetini bilmediğimiz, Demre ve Türkiye’yi cazibe merkezi yerine getirmek yerine görmezden geldiğimiz için.
Türkiye’nin istese 1 yıl içinde en büyük yatırımlarla bambaşka bir çehreye dönüştüreceği, dev oyun parkları, çocuklar için eğlence merkezleri kurabileceği bir yer olabilir Demre.
Dev yatırımları kısa sürede hayata geçiren Türkiye için bunu yapmak çıtır çerez bir iş.
Ama niyet yok.
Vatandaştan dolarını bozmasını istediğimiz şu sıkıntılı günlerde asıl biz kaçırdığımız dolarlara yanalım...

Mahsun’un afişi

Mahsun Kırmızıgül’ün 25 Ocak’ta vizyona girecek “Vezir Parmağı” filminin ilk afişi yayınlandı.
İki itirazım var...
1- Her oyuncuya afişte yer vermek istediği için çok karışık olmuş, hiçbir şey anlaşılmıyor.
2- Usta oyunculara biraz ayıp olmuş, fotoğrafları çok küçük.
Not: Tabii bir filmin tek afişi olmaz, farklı versiyonları da çıkacak ve bu karışıklık giderilecektir diye düşünüyorum.

Cem Yılmaz, Recep
İvedik’e oy verir mi?

Guardian gazetesinin bu hafta pazar ekinde 10 komedyenin seçtiği en komik 50 film listesi vardı.
10 İngiliz komedyen birinci sıraya Coen Kardeşler’in 1987 yapımı “Raising Arizona” filmini yerleştirmişler.
“Çatlak Profesör”, “Nedimeler” (Bridesmaids), “Harry Sally ile Tanışınca” ve “Mükemmel Saha” (Pitch Perfect) ilk 5’e giren diğer filmler olmuş.
Bu haberi okurken düşündüm;
Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar, Ata Demirer, Demet Akbağ, Gupse Özay, Gülse Birsel gibi isimlerden oluşan bir jüri kursak ve onlara Türk sinemasının en komik 20 filmini sorsak nasıl bir liste ortaya çıkar acaba?
“Hababam Sınıfı” serisinin, Kemal Sunal filmlerinin zirveyi zorlayacağı kesin de komedyenlerin seçtiği listeye “Recep İvedik” ya da “Düğün Dernek” kaçıncı sıradan girer dersiniz?

Gupse’ye kötü bir haberim var

Bundan 10 yıl önce ortaya attığım “Bizde kadın komedyen yetişmez” iddiamı kaldırıp çöpe atan isimlerin başında geliyor Gupse Özay.
Çok da sevdiğim bir isimdir... Ama bugün kendisine kötü bir haberim var; filmini beğenmedim!
“Yalan Dünya”da canlandırdığı Nurhayat karakteriyle hayatımıza giren Gupse, yazıp oynadığı “Deliha” filmiyle sinemaya iddialı giriş yapmıştı.
“Küçük Esnaf”ta canlandırdığı küçük rol bile komedi konusundaki yeteneğini göstermeye yetmişti.
Beni oyunculuğundan daha çok heyecanlandıran ise her zaman kalemi oldu Gupse’nin... Gözlem yeteneği, yarattığı karakterler, yazdığı sahneler hep iyi bir mizah kafasının ürünü oldu.
Buğra Gülsoy’la oynadığı son filmi “Görümce”yi de geç de olsa bu duygularla izledim.
Erkek kardeşini dişi sinekten bile kıskanan Yeliz’in hikayesi bu. Kardeşi Buğra’yla evlilik hazırlığı yapan Eda Ece’ye yapmadığını bırakmıyor Gupse film boyunca. İki sevgiliyi ayırmak için film boyunca her yolu deniyor. Problem de bu zaten, Gupse’nin senaryosunun 20’nci dakikasıyla 70’nci dakikası arasında hiçbir fark yok.
Sanki aynı sahneleri tekrar tekrar izliyormuşuz duygusu yaratıyor.
“Görümce”nin girdiği kıskançlık krizleri, yaptığı planlar, film boyunca hep aynı eksen üzerinde ilerliyor.
Senaryo böyle olunca Gupse’nin oyunu da kendini tekrar ediyormuş hissi uyandırıyor.
Oysa “Deliha” daha zengin bir mahalle hikayesiydi.
İki hafta önce filmle ilgili röportaj yaptığım zaman abisiyle ilişkisinden yola çıkarak “Görümce”yi yazdığını söylemişti bana Gupse.
Oradan yola çıkarak kurduğu dünya ise çok yapay kalmış.
Ama itiraf edeyim; ağzının yandığı sahneler gibi kahkahalarla güldüğüm birkaç sahne oldu filmde.
Bizim görmek istediğimiz Gupse bu işte dedim kendi kendime.
2 haftada 1 milyon seyirciyi aştı film bu arada, Gupse’nin gişesi ve seyircisi olduğunu gösteriyor bu rakam da.
Filmini sevmemiş olabilirim ama Gupse’nin bizi yıllarca güldürmeye devam edeceğinden hiçbir şüphem yok...

En iyi 5 Ferdi Özbeğen şarkısı

Cenk Eren’in Ferdi Özbeğen şarkılarını topladığı “Repertuvar” albümünü dinliyorum.
Rahmetli Ferdi Özbeğen’le Bodrum’da sohbet ettiğim, onu sahnede son kez izlediğim günlere götürdü Cenk bu albümle beni.
Hepimizin belleğine mıh gibi çakılı Ferdi Özbeğen şarkıları vardır.
Tıpkı Tanju Okan şarkıları olduğu gibi.
Cenk Eren, Tanju Okan şarkılarından sonra Ferdi Özbeğen şarkılarını da yaparak turnayı gözünden vurdu.
Her zaman söylerim Cenk’in sahnesinin çok iyi, albümlerinin ise zayıf olduğunu.
Bu son iki albümle bunu yıkmayı başardı.
Ferdi Özbeğen şarkılarını da çok iyi söyleyerek, sahnesi kadar yorumculuğunun da iyi olduğunu kanıtladı.
Albümde Cenk Eren’in yorumuyla en beğendiğim 5 Ferdi Özbeğen şarkısı ise şöyle:
1- Seninle Aşkımız Bir Roman
2- Bir Şarkımız Vardı
3- Yok Yok Yalan Deme
4- Ağla Halime
5- Büklüm Büklüm
6- Kandil
5 dedim ama elim varmadı birini elemeye, 6 şarkı yaptım.
Cenk Eren yeni yılın ortasında mutlaka bu albümün devamını getirmeli...
Ferdi Özbeğen’in unutulmaz şarkıları bu kadarla sınırlı değil çünkü...

Mülteciler hakkında
bunları biliyor musunuz?

◊ Bu yıl sadece deniz yoluyla Avrupa’ya geçmeye çalışan 4 bin 700’den fazla göçmen boğularak öldü. Bu rakam sadece kaydedilebilen vakalar.
◊ Tüm dünyada göçmen sayısı 1960 yılında 79 milyonken, son 50 yılda büyük bir artış göstererek 2015’te 250 milyona ulaştı.
◊ Tüm dünya nüfusu içinde göç etmek zorunda kalan, doğduğu ülke veya bölge dışında yaşayanların oranı yüzde 3.3...
◊ Savaşlar dışında her yıl sadece sel, fırtına, kuraklık gibi doğal afetler yüzünden yurtlarından olan mülteci sayısı 22.5 milyon. 2008’den bu yana bu rakam sürekli artıyor.

Yazının devamı...
Biz derin sularda yüzüyoruz
17 Aralık 2016

◊ Kaç yıldır tanışıyorsunuz?
Selçuk Yöntem: 3 yıl oldu.

◊ 3 yılda albüm yaptıysanız, 10 yılda film de yaparsınız siz...
Aykut Gürel: Vallahi bildin. Selçuk’la bu albüm sonrası bir şeyler daha yapacağız.
SY: Bazı dostluklar 3 yılda 25 yıl gibi olur. Biz Aykut’la tanışmamızın üçüncü dakikasında gülmeye başlayıp, 15’inci dakikada “Ne zaman yemek yiyoruz?” dedik.
AG: O günden beri de gülüyoruz. (Gülüyorlar)

◊ Memnun musunuz ortaya çıkan işten?
SY: Ben çok memnunum. Paylaştığım, birlikte iş yürüttüğüm arkadaşlarım da çok memnun oldu. Ortaya güzel bir tablo çıktı.

◊ Aykut, sen daha önce Bergüzar Korel’le albüm yapmıştın. Selçuk Yöntem’den sonra da Hande Ataizi’yle yapacaksın galiba?
AG: Evet...

◊ Başka var mı böyle proje albümler?
AG: İki-üç isim daha var aklımda ama şimdi açıklamayayım onları.

◊ Selçuk Yöntem’le bir sonraki projenizi açıkla bari.
AG: Bu albümde bir-iki iddialı hareket vardı. Selçuk’un şarkı söylemesi mesela. Nasıl okudu şarkıyı?

◊ Beklediğimden çok daha iyiydi...
AG: İddialı bir şarkıyı söyledi üstelik. Andrea Bocelli söylüyor onu yani... Ama çok ‘şarkı şarkı’ duran bir şey değildi o fark ettiysen. Melez bir işti. Yine öyle melez bir şeyler yapmak istiyoruz. Jacques Brel, Leonard Cohen gibi...




ŞARKICI DEĞİL DİZÖR

◊ Selçuk, şarkıcı mı oldun şimdi sen yani?
SY: Yok, öyle demeyelim.
AG: Ona ‘dizör’ diyelim biz.

◊ Nedir dizörün açılımı?
AG: Fransızlar, konuşur gibi şarkı söyleyen erkek yorumculara ‘dizör’, kadın yorumculara ‘dizöz’ der.
SY: Yani hem sözel hem de ritimsel anlatmak. Bu tarzın ses tonuma çok iyi gittiğini söyledi Aykut. Bunu daha önce de söyleyen birkaç arkadaşım oldu.

◊ Oyuncularla albüm yapma fikri nasıl ortaya çıktı?
AG: Aslında ben 2000 yılından bu yana Sezen Aksu ve Selami Şahin dışında kimseyle, ‘profesyonel kiralanabilir düzenlemeci, prodüktör’ olarak çalışmıyorum.

◊ Neden?
AG: Sıkıldım. Çünkü işin tadı kaçtı. Çok uzun bir hikaye bu. Benim ustalarımdan öğrendiğim şey o kadar şekil değiştirdi ki, artık benim için manasız bir yere geldi. Şarkıcılar artık kendi repertuvarlarını yapmakla gurur duyuyorlar. Oysa bu dünyanın en yanlış şeylerinden biri. Bununla gurur duyulmaz. Bir atletin “Olimpiyatlara kendim hazırlandım, koçum yoktu” demesi gibi saçma sapan bir şey bu yani.

◊ Belki de bu bizdeki şarkıcıların çok donanımlı olmasından kaynaklanıyordur...
AG: Cahil olmasından kaynaklanıyor. Şarkıcılar ve plakçılar her şeye karışmaya başladığından beridir olayların rengi değişti. Öyle tartışmalı seneler geçirdikten sonra “Bu böyle olmayacak, ben evinde oturup da Türkiye’ye sesini duyuramayan insanlarla bir şeyler yapayım” dedim. İşte ondan sonra oldu o Sagopa Kajmer’ler, Keremcem’ler, Gökhan Türkmen’ler, Bedük’ler filan. Sonrasında da oyuncularla proje albümleri yapmaya başladım.

◊ Yani seni oyuncularla proje albümleri yapmaya iten neden, müzik sektörünün bu kadar kötü durumda olması mı?
AG: Bu yıl 32’nci senem. İnsan hep aynı şeyi yapa yapa sıkılıyor. Öyle de bir yaşa geldim ki... (52) Biraz daha süzülmüş, daha rafine, daha açık seçik, daha net şeyler, daha uzun soluklu işler yapmak istiyor artık canım. Heyecanlanmıyorum öbürlerine. Ama Selçuk’la yaptığımız şu işe heyecanlanıyorum mesela.
SY: Bugüne kadar üretmiş ama değişim istiyor kendinde yani... Çok doğal, çok anlaşılır bir şey bu. Aktörlerin de hayatında böyle bir durum var. Eğer dizilerde, sinema filmlerinde sık sık oynuyorsan, sahneye çıkmak istiyorsun. Beden dilini kullanmak istiyorsun. Kendini sınamak istiyorsun. Bu kaçınılmaz bir değişim.
AG: Çalmak istiyorsun bir defa... Güzel, derin şeyler çalmak istiyorsun. Şu an popüler müzikte öyle derin şeyler çalmana gerek yok. Bizim sahnede çaldıklarımız derin işte. Derin sularda yüzüyoruz yani. Bunu ayrımcılık yapmak için söylemiyorum ama bu biraz müzisyenlik ister, geride bir 30 sene ister...

Son Destan dizisi ocak ayında ekranda

◊ Selçuk, yeni dizi var mı gündeminde?
SY: BKM’yle yaptığım 5 bölümlük bir dizi var. “Son Destan” ismi. Ocak ayında TRT’de yayınlanacak. Onun dışında yeni bir dizi çalışması yok. Zaten zamanım da yok buna.

BERGÜZAR’LA SAHNEDE ÇALABİLSEYDİK İYİ OLACAKTI

◊ Bergüzar’dan memnun musun?
AG: Kendisinden mi, projeden mi?

◊ Projeden?
AG: Çok memnunum.

◊ Kendisinden değilsin galiba...
AG: Yok, kendisinden de memnunum ama çok yoğun çalışıyor, devamlı seti var. Çalamıyoruz o işi sahnede. Çalsaydık iyi olacaktı. Oyunculuğa daha çok asılıyor çünkü.
SY: Bu işte de oyunculuk esastır aslında. Oyunculuk sadece sahnede tiyatro yapmak değil ki. Şarkı söylemek, sunuculuk yapmak, bunlar da oyunculuğun dalları...
AG: Hocam bir de bizde büyük bir sıkıntı var benim dikkatimi çeken. Gerçi oyuncuların çalışma şartları da çok insani değil biliyorum ama yahu Mel Gibson’a bakıyorum; yılda 4 film çekiyor, 2 tane de yönetiyor. Hugh Jackman’a bakıyorum, Londra’da tiyatro oynuyor, Johannesburg’da film çekiyor, Tokyo’da konsere çıkıyor. Avrupalı nasıl bu kadar işe yetişiyor da biz yetişemiyoruz?

◊ Bizde diziler çok uzun olduğu için. Haftanın 7 günü çalışıyorlar...
AG: İnsanlık dışı bir yaşam şekli var hakikaten...

SELÇUK’UN SES TONUNA ÂŞIĞIM

◊ Selçuk Yöntem ismi nasıl geldi aklına? Önce projeyi mi düşündün, yoksa “Selçuk’a bir şey yapmam lazım” diye mi planladın?
AG: Aslında “Neden şiir meselesi yok” diye düşündüm. Benim çocukluğum TRT’de Semih Sergen şiirleriyle geçti, onlarla büyüdüm. Selçuk’la böyle bir dostluk kurunca, aklıma bu fikir geldi. Ses tonuna âşığım adamın, konuşurken kendimden geçiyorum. “Abi gel böyle bir şey yapalım” dedim. Çok konuştuk tabii üstüne. İş iki-üç defa takla attı, şekilden şekle girdi. Ama en son geldiği halden memnunum. Doğru noktaya geldi şu an.

◊ Selçuk, sen teklif gelince çekinmedin mi?
SY: Yoo, hayır. Çünkü ben daha önce de Vedat Sakman’la bir albüm yaptım. Ertuğrul Özkök’le de yaptım. Ertuğrul’un yaşadıklarını anlattım, seçtiği şarkılar eşliğinde. Bunda benim için korkulacak bir şey yok. Bilakis motive edici şeyler.

◊ Şiir okuyordun zaten ama şarkı söylemekten korkmadın mı hiç?
SY: Şarkı söylemek cesaret işi. Herkes güzel şarkı söyleyemez. Ama herkes melodiyle bir şeyi iyi anlatabilir. Kendi tınılarınla, ses renginle bir şeyi etkileyici şekilde anlatabilirsin. Biz buradan yürüdük. Bu beni ikna etti zaten.
AG: “Çok acayip şarkı söylüyorum” iddiası aramamak lazım bu projede. “Bir laf anlatıyorum, bir şey söylüyorum” iddiası var burada.

◊ Peki nasıl bir öğrenci Selçuk Yöntem?
AG: Çok, çok iyi. Çalışkan. Ben hiç sıkıntı yaşamadım.

◊ Bu albümün bir de sahne performansı tarafı var. Ne zaman sahnedesiniz?
SY: 21-22 Aralık’ta. Peş peşe iki gün. Pera Palas’ta çıkacağız. Yaptığımız işe çok yakıştı orası.

SEDEN GÜREL 5-6 SENEDİR KİTAP ÇEVİRİLERİ YAPIYOR

◊ Selçuk, yarışma sunuculuğunu sevdin galiba?
SY: Hep söyledim bu da oyunculuğun bir parçası diye. “Büyük Risk”te çok önemli bir yol aldım kariyerim adına. “Kim Milyoner Olmak İster” de dünyadaki sayılı konseptlerden biri. Kolay gibi görünen zor bir iş esasında. Beni mutlu ediyor izleyiciyle bilgi paylaşmak.

◊ Yarışmalar öğretici. Peki sen hayattan ne öğrendin?
SY: Hayattan ne öğrendiğime bakıyorum, hiçbir şey öğrenmediğimi görüyorum. Ama hayata karşı reaksiyonlarımın değiştiğini görüyorum. Artık daha olgun olduğumu görüyorum, daha esnek olduğumu görüyorum, daha tutarlı olduğumu görüyorum.

◊ Sen ne dersin Aykut?
AG: Benim hayattan aldığım en büyük ders, hayatta hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı... Açık ara en büyük ders bu. Ben görünene kıymet vermekten ve görünenle yargılamaktan vazgeçeli çok oldu. Bir de kimse ve hiçbir şey için yaşamamak lazım. Benim için en önemli olan şey benim, çocuklarım ve ailem. Mevzu budur.

◊ Eski eşin Seden Gürel ne yapıyor, müzikten tamamen elini eteğini çekti mi?
AG: Bıraktı, zaten biz evliyken bırakmıştı o. Kitap çevirileri yapıyor 5-6 senedir. Çok sevdi de o işi. Evlendi, gayet de mutlu.

◊ Kızın 29 yaşında, o ne iş yapıyor?
AG: Benim plak şirketimi yönetiyor. Bir de bir internet sitesi projesi var, onu hayata geçirecek. Sahne ve gösteri sanatları okudu. Oğlum da vergi denetmeni oldu. Uluslararası bir firmada çalışıyor. Onlarla ilişkim de çok iyi.

ŞİİRLERİ LEVENT YÖNTEM BULDU

◊ Albümdeki şiirleri kim seçti?
SY: Kardeşim Levent Yöntem araştırdı, buldu. Ben kendi düşüncemde ve duygumdaki aktarımına baktım. Beğendim, paylaştım. Onlar da çok beğendiler.
AG: Hepimiz bayıldık.

◊ Neruda, Can Yücel, Nazım şiirleri var...
SY: Metin Altıok, Ümit Yaşar Oğuzcan, Haydar Ergülen, Çisel Onat gibi isimlerin şiirleri de var.

◊ Sanki bilerek popüler olmayan şiirler tercih edilmiş...
SY: İlla kimsenin bilmediği şiirler olsun demedik. Mesela “Anlar” diye bir şiir var, ben Borges’in diye biliyordum. Meğer Borges’in değilmiş, anonimmiş.

◊ Nazım’ınki bile daha az bilinen bir şiir...
SY: Ama ne kadar gerçek... Haydar Ergülen’in “Gözlük” şiiri de öyle. Bir gözlükle bu kadar güzel felsefe yapılabilir mi? Bir de temelindeki anlamları aktarabilmek çok önemli. O anlamları seçmeye çalıştık. Mesela “Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim” diye başlıyor Neruda’nın şiiri. Duyguya bakar mısın ya?

◊ Neruda’nın, Borges’in ya da Nazım’ın herkes tarafından bilinen şiirleri toplansa, daha çarpıcı olmaz mıydı?
SY: Bilinmeyenleri duymaları daha güzel, daha etkili olmaz mı? Biz oradan yürüdük. Bilinmeyeni bilinir hale getirmek de önemli.
AG: Bu albüm sayesinde 5 bin kişi Haydar Ergülen’i öğrenirse bizim için goldür yani. Benim konuştuğum 10 kişinin 6’sı tanımıyor çünkü...

◊ Sen şiir yazar mısın Selçuk?
SY: Hayır.

◊ Hiç yazmadın mı?
SY: Denedim bir-iki kere.

◊ Aşkların için mi?
SY: Hayır, hayata dair şiirler yazdım ama kimseye göstermedim.

◊ Yırtıp attın mı?
SY: Yoo, duruyor bir yerlerde. Ama kimseye göstermedim. Çünkü bana güzel gelen şey başkası tarafından aynı güzellikle algılanmayabilir. Zaten öyle bir dokun varsa baştan yürürsün, şair olursun.

◊ Birbirine yakın duygular değil midir, şairlik ve oyunculuk?
SY: Temeli sanat, üretkenliktir. Ama işçiliği farklıdır. Sen iyi bir oyuncu olabilirsin ama bu iyi bir şair olacağın anlamına gelmez.
AG: Çok iyi bir enstrümantalistin de çok iyi bir besteci olması gerekmediği gibi.

◊ Aykut, sence Selçuk’un bu albümde en iyi okuduğu şiir hangisi?
AG: Anlar’a ve Nazım Hikmet’e bayılıyorum. Müthiş, müthiş...

◊ Sen en çok hangisini sevdin Selçuk?
SY: Özdemir Asaf’ın şiirini çok sevdim. O beni çok etkiledi. Haydar Ergülen’in “Gözlük” şiiri de öyle.

EVET İYİ MÜZİSYENİM YAPACAK BİR ŞEY YOK

◊ Şu anda Bodrum’da mı yaşıyorsun Aykut?
AG: Benim işlerim burada ama stüdyom ve evim Bodrum’da. Pazartesileri gelip çarşamba dönüyorum.

◊ İstanbul’dan kaçış, müzikten kaçış... Bu bir kaçış sendromu mu?
AG: Yaşın gerekliliği. 50 yaşını geçtim. Bundan sonra artık benim yaptığım şeylerden keyif almam lazım. Yaşadığım yerden de öyle.

◊ Müzik sektörünün cehaletinden söz ediyorsun. Kendini hep böyle üst noktada mı görüyorsun?
AG: Ben üst perdeden konuşmayı pek sevmem ama mütevazılık da yanlış bir şey. Gerçek zannediyorlar sonra. Evet iyi müzisyenim, yapacak bir şey yok. Evet, kendimi başka bir yere konumlandırıyorum, çünkü çok yıl harcadım. Yalnızca para kazanmak, müzik yapmak ya da meşhur olmak için bir şeyler yapmadım ben. 25 senedir müzik sektörünün sorunlarıyla uğraşıyorum. Meselenin sadece “çalıyoruz, içiyoruz, para kazanıyoruz” kısmında hiç durmadım. Hep uğraştım. Evet o yüzden bazen üst perdeden konuşuyorum ve beni dinlemelerinde de fayda var.

◊ Selçuk, sen oyunculuk konusunda kendini üst noktada görüyor musun?
SY: Ben hiç öyle bir şey düşünmedim. Bunu başkalarının söylemesi önemli. Bizim kendimizi öyle görmemiz bir şey ifade etmiyor. Ama tabii Aykut’a da insanlar “iyi müzisyen” diyorlar. Ben de halktan iyi bir reaksiyon alıyorsam, demek ki yanlış bir şey yapmıyorum. Olmam gereken yerdeyim. Toplumdan gelen reaksiyon önemlidir. Bir insan kendine star diyorsa, star değildir.

◊ Hiç star demedin mi kendine?
SY: Asla. Aklımın ucundan geçmemiştir.

◊ Tiyatro sahnesinde?
SY: Aldığım reaksiyonlarla ben neyin ne olduğunu biliyorum. Ama onu da ben söylemeyeyim, başkası söylesin.

Yazının devamı...
Kitaba gel!
16 Aralık 2016

Hükümet yetkililerinin bu kitaba tepki göstermesi de o kadar sevindirici...
“Çağa uygun olmayan, bilime uygun olmayan hiçbir görüşe itibar etmiyoruz” çıkışı o kadar önemli...
Ancak aslolan nedir biliyor musunuz?
Bu tür kitapların yazılmasının, otobüslerde ve parklarda kadınlara tekmelerin atılmasının...
Okullarda çocukların eline idamlık urgan verilmesinin önünü kesecek akılcı uygulamaları hayata geçirmektir...
Bu tür şeyler yapıldıktan sonra tepki gösterilmesi güzel de, yapılmayacak iklimin yaratılması daha da güzel ve önemlidir.
Çağdaş insanlığın kitabı ancak böyle yazılır.

Bütün komediler yazlık mekanlarda

Eleştiri bana ait değil, dün televizyonda Seren Serengil’den duydum...
“Neden bizim komedi filmlerinin hepsi yazlık mekanlarda, teknelerde, otellerde geçiyor. Neden kışın çekilen bir komedi filmimiz yok” dedi...
Ata Demirer’in yeni filmi “Olanlar Oldu”nun yeni fragmanı üzerine söyledi bunu.
Bu eleştiriyi Ata’nın filmleri için kabul etmiyorum ama diğerleri için doğru.
Çünkü Ata, bir Kuzey Ege sinemacısı olarak Bozcaada’dan, Geyikli’den kahkaha dolu hikayeler anlattı hep bize.
Son filminin de kendi çizgisiyle örtüştüğü görülüyor.
Ama diğer komedi filmlerinin çoğunun yazlık mekanlarda geçtiği de doğru bir tespit.
Hem maliyetler düşük, hem set kurmak daha kolay olduğundan, komedi filmleri çoğunlukla yazın çekiliyor.
Bir de buna komedyenlerin rahatına düşkünlüklerini eklemek lazım...
Sonuçta komedi filmlerinde fotoğraflar, görüntüler ister istemez birbirini andırıyor...

Fatma Girik: Ayağım şeytan ayağı gibi ters döndü...

Fatma Girik’i aradım dün, geçmiş olsun demek için.
Kalça eklemindeki rahatsızlık nedeniyle ameliyat olmuştu ilk olarak, arayamamıştım.
Kalça ekleminden ameliyat olunca taburcu olmuş...
“Evde walker denilen yürüteçle oradan oraya koşturmaya başlamıştım neredeyse artık.
Onu kullanmadan sehpaya uzanayım dedim, bir anda oldu her şey...
Şeytan ayağı gibi ters döndü ayağım. Evde acılar içinde kıvranmaya başladım” diye anlattı yaşadığı kazayı.
İkinci operasyonu geçirdikten sonra dün taburcu olmuş hastaneden, evine geçmiş Fatma Abla...
Kendisine geçmiş olsun diyorum.

Pera’da şiirli geceler

Önceki akşam Aykut Gürel, orkestrası İstanbul Ensemble ve Selçuk Yöntem’i ilk kez birlikte sahnede izledik, Pera Palas’ta...
Aykut Gürel ve Selçuk Yöntem’in birlikte hazırladıkları Aşk İçin Önsöz adlı yeni albümün lansmanıydı bu...
Selçuk Yöntem artık bir enstrüman kabul edilen sesiyle albümde yer alan birbirinden güzel şiirleri okurken, Aykut Gürel ve arkadaşları ona eşlik etti...
Aşk İçin Önsöz albümü önceki gün çıktı piyasaya...
Arada bir bu müzikli-şiirli dinletiyi de tekrar edeceklermiş Pera Palas’ta.
Peki bu birliktelik nasıl ortaya çıktı?
Onu da yarın Pazar Kelebek’te okuyacaksınız, Selçuk Yöntem-Aykut Gürel röportajında...

20. yılda büyük konser

Mor ve Ötesi bu sene müzikte 20. yılını kutluyor. 20 yılı birlikte yaşadık bu grupla, bağıra çağıra söylediğimiz, aşka, hayata, isyanımıza eşlik eden şarkıları oldu...
1996’dan bu yana da 20 yıl geçti...
20 yıl kutlamalarına “Anlatamıyorum” şarkısıyla başlayan grup, bu hafta Melekler Ölmez single’ını yayınladı.
Son yılların en iyi Mor ve Ötesi şarkısı bu, çok sevdim ben. Grup tüm bunların üzerine 23 Aralık’ta Zorlu PSM’de bir büyük konserle taçlandıracak 20. yıl kutlamalarını...
“Yansa da her yer ölmez melekler” diye haykıracağız hep beraber...

Yazının devamı...
Zaten yer vermiyordunuz şimdi de otobüsten atın!
14 Aralık 2016

65 yaş üstü vatandaşlar toplu taşımadan ücretsiz faydalanmasın diye...
Neymiş efendim, 65 yaş üstündekiler işi gücü olmadığı için zeytin peynir almaya bile otobüsle, metroyla gidiyorlarmış, iş saatlerinde toplu taşımada gereksiz yoğunluk yaratıyorlarmış.
Bu ‘ihtiyarlar’ canları sıkıldıkça toplu taşımalarda geziyorlarmış, yolcu kalabalığı yaratıyorlarmış...
O nedenle 65 yaş üstüne verilen ücretsiz seyahat etme hakkı kaldırılmalıymış.
Bana bak genç kardeşim; zaten artık kalkıp yer bile vermiyorsunuz, şimdi bir de emeklileri otobüslerden tamamen atmaya mı kalkıyorsunuz?
İşe gidene, okula gidene otobüslerde yer kalmıyormuş.
Bir sonraki otobüsle git, çok meraklıysan işine, okuluna yatağından biraz erken kalk, bir önceki otobüse bin!
Toplu taşımalardan atmaya çalıştığınız o emekliler hayatları boyunca vergilerini ödeyerek o hakkı elde ettiler.
İster peynir almaya giderler otobüsle, ister çay içmeye...
Bir de aynı hak öğrencilere de tanınsın diye kampanya başlatılmış.
Öğrenciye bedava olsa aynı yolcu kalabalığı daha da artmayacak mı? O zaman nasıl gideceksin okuluna?
Onların derdi, gençliklerinden utanmadan emeklilerin haklarını gasp etmek.
Ya bize de bedava olsun ya da yaşlılar binmesin!
Yeter ki biz rahat edelim!
Ne hakla canım kardeşim, ne hakla?
40 yıl sonra sen de aynı yaşlara geleceksin.
Yaşlılığın, yalnızlığın, can sıkıntısının ne olduğunu sen de anlayacaksın.
Belki peynir almaya otobüsle gitmek gününün en önemli işi olacak. Belki eve kapanmaktansa boş boş şehri gezmeyi isteyeceksin.
O zaman mı diyeceksin “65 yaş üstüne toplu taşıma ücretsiz olsun” diye?
Hadi binlerce emekliden utanmadın, dedenden ninenden de mi utanmadın?
Bırak ne zararı var sana yaşlı insanların?
Yaşlılara toplu taşımada yer veren bir toplumdan, yaşlıları otobüsten atmaya kalkan bir topluma nasıl geldik biz?
Bir de 11 bin kişi imzalamış bu kampanyayı.
Toplu taşımada 65 yaş üstüne sınırsız kullanım verilmesin, aylık belli kotalar konsun, bunlara hiçbir itirazım yok, tartışılır.
Ama tamamen bu hak kaldırılsın demek...
Hele hele onlara ücretsizse öğrenciye de ücretsiz olsun demek yakışık almaz.
Bununla uğraşacağına otobüste yer vermeyi denesen inan daha az yorulursun.

Murat Boz’un suçu mu?

Hemşireler yine ayaklandı, “Cinsel obje olarak gösterilmeyi kabul etmiyoruz” diye...
Tartışma konusu Murat Boz’un oynadığı ve 23 Aralık’ta vizyona girecek olan “Dönerse Senindir” adlı film.
Filmin fragmanında ve basınla paylaşılan fotoğraflarda bir sahnede Murat Boz’un başındaki hemşireler mini etekli, göğüs dekolteli, seksi kızlar olunca hemşireler itiraz etti...
“Bu yapılan mesleğimize saygısızlıktır” diye...
Öğrendiğim kadarıyla bu sahnede Murat Boz bayılıyor ve hayal kuruyor, başındaki erkek hemşireleri de böyle görüyor.
Yani hemşirelerin itiraz ettiği görüntülerin sadece hayali olabileceğini gösteriyor.
Daha film ortaya çıkmadan hemşire birliklerinin bu tepkisi abartılı.
Sinemada her gördüğünüz mini etekli hemşireye itiraz etmeden önce bir filmi bekleyin.
Ayrıca rahatsız olduğunuz hemşire imajı bir tek bizim filmlerde yok, dünyadaki hemşireler neden bu tür sahneler gördüğünde ayaklanmıyor anlamış değilim...
Yine de hassasiyetinize tamamen itiraz etmiyorum.
Ama bu da Murat Boz’un suçu değil.
Ona gelene kadar bu filmin senaristi, yapımcısı, yönetmeni var. Oyuncu olarak Murat Boz en son eleştirilecek isim.
Tabii isim popüler olunca, hedefe ilk onu oturtmak işin en kolayı oluyor...

Yapımcının açıklaması:
Bu bir hayal sahnesi

Hemşirelerin tepkisi üzerine “Dönerse Senindir” filminin yapım şirketi TAFF’ın yöneticileriyle konuştum.
Şu açıklamayı yaptılar:
“Tek bir fotoğraf karesine bakarak yargısız infaz yapılıyor.
Film izlendiğinde durumun göründüğü gibi olmadığı anlaşılacak.
Sonuçta bu bir film, üstelik çok eğlenceli bir komedi filmi. Bu da bir hayal sahnesi.
Hiçbir meslek grubunu rencide etmek gibi bir yaklaşımımız olamaz.”

Emirates’in reklamı

Emirates Havayolu’nun geçtiğimiz yıl başlattığı ve bu yıl da sürdürdüğü etkili bir reklam kampanyası var.
Avrupa Kupaları’ndaki karşılaşmalardan ve Amerika’daki beyzbol maçlarından önce Emirates’in hostesleri sahaya çıkıyor.
Ve uçaklarda uçuş öncesi güvenlik kurallarını hatırlatır gibi seyirciye maçla ilgili bilgiler veriyorlar.
Komik ve eğlenceli bilgiler.
Seyirciler eğleniyor ve Emirates’in de çok etkileyici bir reklamı oluyor.
Yani diyeceğim o ki; THY’nin iyi tanıtımlar yapması için illa Hollywood oyuncularına milyonlarca dolar dökmesi gerekmiyor.
Emirates örneğinde olduğu gibi iyi fikirlerle çok daha etkili tanıtımlar yapılabiliyor.

Yazının devamı...
Polis neden vurmadı?
13 Aralık 2016

Dünyanın hiçbir polis teşkilatında bu cesarete rastlayamazsınız...
Canlı bombayı gördüklerinde ya kaçarlar ya da ateş ederler...
Bizim polisimiz durdurmak için etrafını sardı, daha fazla can kaybı olmasın diye kendi canlarını verdiler...
Bu millet için yaptıkları fedakarlık için ne desek az.
Hepsine Allah’tan gani gani rahmet diliyorum...
Ama bir şeyi de tartışmamız lazım, bu gencecik çocukları bu kadar kolay ölüme göndermememiz gerekiyor.
Artık riski yüksek bir terör ülkesiyiz...
Bu yılın başından bu yana sadece İstanbul’da yaşadığımız 5 büyük saldırı var, hepsi de İstanbul’un en önemli yerlerinde.
Dolayısıyla genç polis kardeşlerimize çok daha dikkatli olmayı öğretmek, canlı bombaya karşı nasıl davranmaları gerektiği konusunda iyi eğitimler vermek şart.
Daha 5 dakika önce stadın orada bombalı araç patlamış, olağanüstü bir durum var...
Ve sırt çantalı canlı bomba olduğundan şüphelenilen bir şahıs var ortada...
Dur ihbarına uymuyor...
Polisin yapması gereken tek bir şey var, şüpheliye hiç yaklaşmadan uzaktan silahları doğrultup havaya uyarı ateşi yapmak...
Hâlâ durmuyorsa şüphelinin bacaklarına ateş etmek...
Hâlâ durmuyor ve kendini patlatmadıysa da vurup öldürmek...
Canlı bomba şüphelisine yaklaşıp yakından müdahale etmeye çalışmak yerine benim dediğim yöntem izlenseydi Maçka’da 4 polis ve 1 sivil vatandaşımızı kaybeder miydik?
Şimdi bazıları diyecek ki, bu yöntemin ucu açık, yargısız infazlara kadar gidebilir, polis her şüphelendiğini çekip vurabilir.
Elbette savunduğumuz o değil.
Ama bomba yüklü aracın patladığı dakikalarda bir canlı bomba şüphelisi dur ihtarına uymuyorsa dünyanın her yerinde gözünün yaşına bakmadan vurulur.
Polis, vatandaşın canını, milletini, vatanını düşündüğü kadar kendi canını da düşünmek zorundadır.
Hiçbir önlem almadan canlı bombanın üzerine gitmek yerine uzaktan müdahale yöntemlerini öğrenmeli ve hayata geçirmelidir.
Geçmiş yıllarda eli bıçaklı, silahlı ufak tefek olaylar karşısında bile polisimizin ‘yumuşak, hoşgörülü’ tutumuyla ilgili sayısız yazı yazdım.
Şimdi canlı bombalarla karşı karşıyayız...
Polisimizin çok daha tedbirli olması gerekiyor...

Dolmabahçe ışıl ışıl

İstanbul’da terör saldırısının yaşandığı Dolmabahçe’den bir gün sonra geçtim, her gün geçtiğim yerler zaten...
Hava kararmıştı, içim kararmıştı...
Stadın yanından inip Dolmabahçe yoluna girdim...
Şehrin en güzel yolundaki bütün ağaçlar sağlı sollu ışıklandırılmıştı...
Dolmabahçe’den Beşiktaş’a, Beşiktaş’tan Yıldız’a kadar bütün ağaçların gövdeleri ışıklarla süslenmişti...
Nasıl güzel olmuş anlatamam, ışıklı bir mutluluk tünelinden geçiyorsunuz gibi...
Bir anda içimize çöken karanlık gitti, içim aydınlandı.
Tebrikler Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Hazinedar’a dedim.
Terörün karanlığına inat dünyamızı ışıl ışıl yaptığı için...
Bu aralar hava karadıktan sonra mutlaka Dolmabahçe-Beşiktaş arasındaki ağaçlı yoldan geçin diyorum...
İster yürüyerek, ister araçla...
Bayılacaksınız...

Trump, New York’u mahvetmiş bile

Donald Trump, başkanlık görevini daha almadan New York’u mahvetmeye başlamış bile...
En son 7 ay önce New York’a gittiğimde başkanlık seçimleri devam ediyordu ve 5. Cadde üzerindeki Trump binası önünde her gün protestolar yapılıyordu...
Şimdi başkan seçilmesiyle birlikte her şey altüst olmuş durumda New York’ta...
Polis Trump binası önünde güvenliği artırmış, binanın bulunduğu 5. Cadde’de yaya ve araç trafiğini bariyerle daraltmış durumda...
Yetmemiş Trump binasının yanındaki 56. Cadde tamamen trafiğe kapatılmış.
Hele Trump geldiğinde caddeler kesiliyor, trafik durduruluyormuş...
Tabii trafik felç!
Tüm bunların üzerine Noel tatili de eklenince 5. Cadde’de Trump binası önünde yaya trafiği kilitlenmişti.
Adım atamadık resmen, öylece bekledik insan kalabalığı yüzünden...
New Yorklular daha şimdiden Trump’tan illallah demiş durumda, Washington’a taşınsın diye dua ediyorlar.

Aydınlığa uyanmak ne güzelmiş meğer

Çocuklarımız sabahın köründe yollara dökülüyor...
Yaz saati uygulamasında kalmanın hata olduğunu hepimiz yaşayarak gördük...
Çoğunluk bu uygulamanın ilk ve son olması konusunda hemfikir...
Bunları iki aydır söylemekten dilimizde tüy bitti.
Billboard ödül töreni için gittiğim New York’ta yaşayınca bir kez daha anladım, aydınlığa uyanmak ne güzelmiş meğer...
Saat farkı nedeniyle erken kalkıp yürüyüşe çıkıyordum ve 06.30-06.40’a doğru hava aydınlanmaya başlıyordu...
Bizde 08.15’te aydınlanıyor...
Yetkililerden bir kez daha rica ediyoruz, lütfen yaz-kış saati uygulamasına yeniden geçelim...
Saatlerle oynamak insanların psikolojisini bozuyor diyorduk ama karanlıkta uyanmak çok daha fazla bozuyor...

Yazının devamı...