(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Y.Sinan Tanyıldız" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Y.Sinan Tanyıldız" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.

Y.Sinan Tanyıldız

Shooting OK, says ruling AKP deputy
13 Kasım 2008

Defending changes to the Police Duty Law, a deputy of the ruling Justice and Development Party, or AKP, at a parliamentary commission meeting Wednesday said anyone who crosses the state, surely deserves to be shot.

Responding to pro-Kurdish Democratic Society Party, or DTP’s, deputy Hasip Kaplan’s comments that police had been shooting anyone who did not stop when they were told to, AKP’s Abdülkadir Akgül said, "I am not a person who likes to shoot, but I would still enjoy shooting those who committed a crime against my state and my nation."

Kaplan during the meeting on the Justice Ministry’s budget criticized changes made to the Police Duty Law, saying they had given too much power to police."A person who fails to stop, could be hearing impaired," said Kaplan, likening the law to a "Stop-shoot law." Kaplan asked Justice Minister Mehmet Ali Şahin whether his ministry was working to amend the law. Akgül responded to the question, saying, "There are those who are human beings and those who commit crimes against humanity. According to the Stop-shoot law, those who commit a crime against the state deserve to be shot. There is too much justice in Turkey for everyone, anyway," said Akgül.

Republican People’s Party, or CHP, deputy İsa Gök said, "I am shocked. What will happen to prosecutors and judges? Will everyone prance around the streets with guns, acting like rangers? I cannot believe this."Akgül’s comments came only 10 days after Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan's response to the actions of an Istanbul shopkeeper who shot at a group of demonstrators protesting over reports outlawed Kurdistan Workers’ Party, or PKK’s, jailed leader, Abdullah Öcalan, had been mistreated in prison.

Erdoğan said, "We asked for patience but how much patience can we ask for? If you break a man’s shop window or threaten his life, the man will try to defend himself. "We said one nation, one flag and one country. Those who object to this have no place in Turkey."

His response was seen as a tacit approval of the shopkeeper’s actions. The shopkeeper was later detained and is currently facing charges of illegal weapon use. Speaking at the commission meeting, Democratic Left Party, or DSP, deputy Harun Öztürk said, "Asking people to take justice into their own hands is tantamount to rejecting the system.

We need to realize that bullets from a shogun could hit any of us."When Kaplan asked Şahin whether Erdoğan was being investigated for making the comments, AKP deputies said the prime minister had explained his position. Erdoğan told his deputies Tuesday that the slogan "Love it or leave it" belonged to the far-right Nationalist Movement Party, or MHP, and had nothing to do with him. MHP deputy Erkan Akçay said as a party they had rejected any such slogan. "Are there people who do not like the country? Of course there are. However, it is the state’s duty to both try to make them love our country and also to fight terrorists."

Elaborating on comments
When asked to elaborate on his comments yesterday, Akgül said: "Those who wrap bombs around themselves and kill innocent people cannot be shot by the police. Those in the mountains [PKK members] will kill our soldiers and we will just give them flowers. I never think that. Who is against the state? Terrorists. I’ll shoot them. What’s wrong with that?" He later said the police and soldiers would do the shooting. "I don’t like killing. I am not a sadist or a murderer. However, I know how to fight when confronted with separatism," he said.When he said he didn’t own a gun, he was asked how he would do the shooting. He said: "I am not going to do the shooting. We have security forces. What else can you think in a country governed by the rule of law?"

Yazının devamı...
Parçalanmış Ailelerin Öyküsü (Giritliler...)
2 Nisan 2007

 

Yüksel Hançerli arşivi ile tanınan bir gazeteci… Yıllarca TRT’de çalıştı ve binlerce kez deklanşöre basarak olayları geleceğe taşıdı… Sonra da “Parçalanmış Ailelerin Öyküsü” kitabını kaleme aldı. Bununla yetinmedi kitaba arşivindeki resimleri de ekledi…

Yüksel Hançerli, “Bugüne kadar mübadele ile ilgili sayısız kitap okudum. Hepsi çekilen acıları anlatıyordu…” dedi ve bu kişilerin çoğu Ege bölgesine yerleştirilmişti…

Lozan antlaşmasıyla birlikte mübadil Türkleri taşıyan gemiler Girit limanından hareket edince aileler de parçalanmış oldu…

Çünkü hepsi aynı gemiye binememiş, çeşitli gemilerle ülkemize getirilmişti… Acılar da o zaman başlamıştı… İnsanlar yakınlarını arıyor bulamıyorlardı… Geride kalanlar vardı, önce gidenler vardı…

Bunlardan biri de İbrahim Hançerli’ydi… Kendisi gemiye binmişti ama ağabeyi Mustafa Bey’i Kandiye’e bırakır…

Mustafa Bey gemiye binmek istemez… Çünkü orada bir Rum kızına aşıktır… Tercihini aşktan yana kullanır, her çileyi göze alarak ailesini Türkiye’ye uğurlar…

İbrahim Hançerli o günden sonra ağabeyinden bir daha haber alamaz… Ve bindiği gemi de Mersin Limanına yaklaşır… Sonra da Adana’ya gelirler, Yeni Cami civarındaki Hankulpu Mahallesine yerleşirler…

İbrahim Bey’in teyzesiyle diğer akrabalarını getiren gemi de İzmir’e yanaşır… Onlar da Kemalpaşa’ya yerleşirler… Amcası Erdek’e yerleşir…

Böyle binlerce aile var…

İşte bu kitap Giritlilerin hazin hayat hikayelerini anlatıyor, o günlerde çekilen sıkıntıları belgeleriyle, fotoğraflarıyla günümüze taşıyor…

Eminim bu ailelerin çocukları şimdi işadamı olmuştur, yönetici olmuştur…

O yıllarda ülkemize gelen Giritliler maddi ve manevi kayıplara uğradı… Türkçe bilmedikleri için bazen “Rum” muamelesi gördüler…

Şimdi her şey değişti, lakin parçalanmış aileler geride bıraktıkları kişileri hala arıyor, hala soruyor…

İstedim ki Girit’ten gelen vatandaşlarımıza böyle bir kitabın yayınlandığını duyurayım… Belki de bu kitap parçalanmış ailelerin buluşmasına vesile olur…

Kitapta meşhur Giritliler de var… Ayla Algan, Pakize Suda, Hüsamettin Cindoruk, Ekrem Pakdemirli, Ümit Boyner, Hüsnü Özyeğin, Birol Güven, Ömer Kavur, Halil Berktay, Ahmet Yorulmaz, Mustafa Denizli, Rıdvan Dilmen ve sayısız isim…

İbrahim Hançerli yıllarca ağabeyini aradı ama bulamadı… Ama umut kesilmedi… Aile araştırmalarını sürdürüyor… İbrahim Bey’in çocukları amcalarına ulaşmaya çalışıyor… Eğer ölmüşse onun çocuklarını bulmaya uğraşıyor…

Yine kitapta Giritli Türklerin özelliklerini okudum… Örneğin evlilik çok kutsal… Bir evlilik töreni için günlerce hazırlık yapılır, aileler birbirlerine hediyeler verir… Buna da Seleça deniyor…

Giritli aileler boşanma nedir bilmezlermiş. Çocuklarına aşırı düşkün olurlar, büyüklerine de saygıda kusur etmezlermiş… Birbirlerine asla kötü söz söylemezler ve sağlıklı beslenmeye de özen gösterirlermiş…

Hayattaki mübadillerden örnekler de var…. Örneğin Yadigar Korkmazer 1923 Girit Kandiye doğumlu… Örneğin Zekiye Hançerli… Yine Girit Kandiye doğumlu… Şerife Gülbağlar… Girit doğumlu… Saadet Keskin 1917 Girit doğumlu… Larani Köyünde doğmuş… İbrahim Aşken… 1917 Girit Doğumlu… Lakabı İmamaça yani İmamzadelerden… Hüseyin Uğurerkan… O da 1917 Girit Doğumlu… Hüseyin Erkul, Gülistan Örnek, Fatma Şendağ, Hasan Yögen, Gardamaç Mehmet Uğurdalı

Ve bir Girit hikayesiyle yazıyı bağlamak istiyorum…

“Girit’te yaşlılar bir kahvede otururken, daha yeni icat edilmiş bir uçak üstlerinden geçer. Bütün herkes şaşkın şaşkın bunun ne olduğunu anlamaya çalışır. Ve içlerinden biri sorar:

- Bu nedir?
- Bilmiyoruz.
- Kim biliyor?

İçlerinden biri Hüseyin bilir der… Ve herkesin gözü Hüseyin Ağa’ya çevrilir… O da bilgece açıklar: “Bu uçan şey olsa olsa 100 yaşında bir arıdır…

Kitabı 0.322 459 55 83 nolu telefonu arayıp Yüksel Hançerli’den edinebilirsiniz…

Umarım bir parçalanmış aile de bu kitap sayesinde buluşur ve hasret sona erer…

Yazının devamı...
Mersin Halkevi hakkında bilmediklerimiz…
28 Mart 2007

Çukurova hareketli günler yaşıyor… Gerek Adana gerek Mersin’de sayısız etkinlik düzenleniyor ve üretimler yapılıyor…

Örneğin Güler Sabancı salı günü Adana’da İŞKAD üyeleriyle buluştu…

ADSİAD tıpkı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi parti liderlerini davet ediyor ve işadamlarıyla buluşturup sorulu cevaplı toplantılar düzenliyor. İlk toplantıya da DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar katıldı…

Çukurova Üniversitesi Konservatuvarı bu yıl da yarışmalara katılmak üzere Macaristan’a gidiyor ve doğrusu bu konuda AKP Adana Milletvekili Ömer Çelik’in katkıları gerçekten anılmaya değer…

AGİMAD, moda fuarının üçüncüsünü hazırlamak için kolları sıvadı…

TÜYAP Fuar Merkezi’nde başarılı bir Otoshow fuarı gerçekleştirildi…

Yine Sabancı Kültür Merkezi’nde Tiyatro Festivali başladı…

Adana’da birinci uluslararası Edebiyat Festivali’nin hazırlıkları tamamlandı… 5 Nisan’da önemli yazarlar Adanra’da buluşacak…

Adana’da bu tür etkinlikler gerçekleşirken Mersin’de de önemli şeyler yapıldı…

Bence en önemlisi yayınlanan Mersin Halkevi kitabıdır…

Semihi Vural imzasını taşıyan bu kitabın desenlerinde Ahmet Yeşil’in eserleri vardı, Celal Soycan’ın edebiyat katkısı belli oluyordu…

Özdemir İnce de kitaba önsöz yazınca, bence bu kitap bir kat daha güzelleşti…

Bir kere Mersin Halkevi Cumhuriyet döneminin en seçkin 50 yapısı arasında yer alıyordu ama hikayesini kimse bilmiyordu… Bu kitap halkevinin öyküsünü gün yüzüne çıkardı…

Hele kitapta Şeref Defteri ile ilgili bir bölüm var ki hikayesi bile yürekleri titretiyor… Bir çöpçünün “Şeref defteri ile ilgili çabaları” okunmaya değer…

Yani 1950’li yıllarda ülkemizde 478 Halkevi vardı, bugün sadece Mersin Halkevi yaşıyor…

Semihi Bey halkevini her yönüyle incelemiş:

- Bina Mimar kavramlarına göre değerlendirildi.

- Genel Yapı Kavramı üzerinde duruldu,

- Tarihi belgeler gözler önüne serildi,

- Binayı yeniden Mersin’e kazandıranlar, tarihe mal edildi,

Ve size kitabın girişinde yer alan Özdemir İnce’ye ait bir cümleyi aktarmak istiyorum:

“Kent bilinci ya da kent haysiyeti! İnsanlar sanır ki bu bilinç ve haysiyet kendilerindedir. Kendilerinde de vardır elbette. Ama bu bilinç ve haysiyetin en üst aşaması kentin kendi bilinç ve haysiyetidir.

Bir kenti kent yapan bu bağımsız ve özerk bilinçtir. Bir kent bir şeye ya izin verir, ya da vermez. Yakışmayanı bir beden gibi reddeder…”

Yazı böyle devam ediyor…

Ve son olarak ben de şunu eklemek istiyorum: Mersin, Halkevi binasını öyle benimsedi ki, ne yıkılmasına izin verdi, ne de kaybolmasına… Hala eski görkemi ve mükemmel mimarisiyle yaşamaya devam ediyor… Üstelik artık hakkında yazılan bir de kitap var…

Kitabı nasıl temin edeceğinize gelince… Siz yazıya yanıt verin, ben telefon numaranızı Semihi Vural Bey’e ileteceğim…

 

Yazının devamı...
Demek ki borçlanma stratejim doğru…
21 Mart 2007

Yüksel Yavuz ve Ahmet Aslan’la birlikte piyasa konuşuyoruz. Masamda Kemal Kağan’ın kitabı var. Ahmet Aslan, Adana’da 8 mağazası olan bir işadamı. Üniversite tahsilini tamamladıktan sonra uzun bir süre öğretmenlik yapmış Ahmet Bey…

Sonra da mobilya sektörüne geçmiş, 25 metrekare bir dükkanla ikinci hayatına başlamış.   

Bugün 5 kardeş büyümeye devam ediyorlar…

36 ay vadeyle mobilya satıyorlar… Bu da epey güçlendiklerini gösteriyor…

İşe borç para alarak başlamışlar…

Tıpkı Osmanlıların İngiltere’den borç para alarak Kırım Savaşı’nda ihtiyaçlarını giderdikleri gibi… Zaten borçlanmaya da 1854 yılında Kırım Savaşı’nı finansmanını sağlamak için başlamışız. Derken 1855’te ikinci kez borç para alınca adamlar kefil istemişler… Yazara göre bize İngiliz ve Fransız hükümetleri kefil olmuş…

Tabii baskılar da başlamış… “Para alan, emir de alır” sözü gerçekleşmiş, 1856’da Islahat Fermanı yayınlanmış ki bu ferman yabancı sermayenin içeri girmesine neden olmuş…

Kitaba göre 1867 yılında toprak satışı da başlamış…

Görüyorsunuz işte borçlanma tarihimiz oldukça eskilere dayanıyor…

Avrupa Sanayili yılları yaşarken, bizden de toprak ürünü almaya başlamışlar… Ispanak, meyve, ham yün, ipek, bitkisel yağ satmışız, makine parçası almışız…

1911’de 24 milyonluk ihracat yaparak rekor kırmışız lakin ithâlâtımız da almış başını gitmiş… 45 milyonluk ithâlât yaparak güle oynaya bugünlere gelmişiz…

Görülüyor ki yıkılmadık ayaktayız…

Ahmet Aslan’a bunları anlatıyorum… 36 ay vadeyle koltuk takımı alan bir müşterinin yıkılması mümkün değildir… Zaten kredi kartlarına da boğulmuşuz ki 36 ay vade kurtarıcı gibi bir şey…

Sonra şöyle diyorum: “Ama ben müşterinin koltuklardan 14. ayda sıkıldığını duydum…”

İlk ay koltuklar yeni, müşteri taksit ödüyor, sorun yok… İkinci ay, üçüncü ay, döndüncü ay yine sorun yok… Ama 14. ayda koltuklar artık yeni değil ve müşteri taksit ödemeye devam ediyor… Sıkıcı tarafı burası…”

“Gel sen koltukları satma, kiraya ver…” dedim…

“Nasıl olacak?” diye sordu…

Önümde kitap var, borçlanma tarihimizi ona adapte ettim…

Eğer alınan şey ekstra kaynaksa ve kalkınmayı sağlıyorsa sorun yok, ancak ihtiyaçlar için harcanmış ve tüketilmişse sorun var… Kalkınan ülkede iş vardır, alınan parayla gedikler kapanıyorsa işsizlik vardır… Sorun bu kadar basit…

Müşteriye koltuğu kiraya vereceksin, koltuk eskimeden kira bitecek ve eskimeyen koltuğu alıp bir başkasına kiralayacaksın, eski müşteriye yeni koltuk vereceksin…

Hem ucuz, hem mantıklı…

Böylece müşterinin evinde koltuklar her yıl değişecek…

Ahmet Aslan da “Bunu düşüneceğim…” dedi…

Galiba olmayacak… Kimse sabit gelirli vatandaşı, “her yıl koltuklarını değiştirenler sınıfına” dahil etmiyor…

Tıpkı bizi AB’ye kabul etmedikleri, bin dereden su getirdikleri gibi…

Kiralık koltuk projem geçerlidir, bu kitap bana çok şey öğretti. Borçlanma stratejimi değiştirmeye kararlıyım…

Eğer sizler de ülkemizin borçlanma tarihini akıcı bir Türkçe’yle okumak istiyorsanız bu kitabı mutlaka edinin…

İnanın çok şeyler öğreneceksiniz, belki de kitap bende bıraktığı etkiyi sizlerde de bırakacak…

Borcu seveceksiniz…

Ama bu arada dikkat edin, borç kalkınma için alınmalı, gedik kapama için değil…

Yoksa tarih tekerrür etmez…

Yazının devamı...
Romatizmanın ilacı: Sakine Sultan
18 Mart 2007

Referans Gazetesinde cumartesi günü hoşuma giden bir haber vardı… Doğa Koleji’nde öğrenciler “Pamuk neden elde edilir?”in yanıtını bulmuşlardı… Ve bu okulumuzda öğrenciler çilekten domatese kadar çoğu sebzeyi yetiştirmesini öğrenmişlerdi…

 

Okulun yöneticilerini, öğretmenlerini ve öğrencilerini kutluyorum…

 

Ancak bu konuda yalnız olmadıklarını da belirtmek istiyorum… Tarsus’ta İlkem Koleji’nin öğrencileri de aynı şekilde yetişiyor, bu okulumuzda da her öğrencinin kendine ait bir toprağı ve yetiştirdiği sebzeler var…

 

Keşke Köy Enstitüleri açık olsaydı da oradaki öğrencilerin masa sandalye yapmayı öğrendiklerini söyleyebilseydim…

 

İki ay önceydi… Sabahın erken saatlerinde ziyaretime gelen iş adamlarımızdan biri romatizmadan şikayetçiydi… Koşturmaktan kendiyle uğraşmaya vakti yoktu, nemli ve yağmurlu günlerde, özellikle sabahları yataktan kalkmakta zorlanıyordu…

 

Çalışma odama girer girmez, masamın sağ tarafında güzel bir camekan içinde duran, sim işlemeli elbiseleri ve ipek başörtüsü ile gülümseyen mankeni gösterdi:

 

- Bu ne?.. dedi.

 

- Ben ona Sakine Sultan diyorum, diye yanıt verdim…

 

Dizlerini ovuşturdu, koltuğa oturdu…

 

Aklıma üç ay önce ziyaretime gelen Florida Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Bernard Lohmayer geldi…

 

Ve hemen Nedim Yazgan’ı aradım…

 

Nedim Bey “FoumLife”ın Genel Müdürü…

 

- Bana şu romatizmaya iyi gelen şişelerinizden birini gönderir misiniz?... Ama hemen lazım…

 

Mersin’de Florida Üniversitesi’nin desteğiyle kurulan bir tesis var. Bu tesiste “Romatizma”, “Astım” ve “Kemik erimesi”ne iyi gelen bitkisel özlü, özel formüllü “yardımcı ilaç” üretimine başlandı…

 

Romatizmayı ben denedim, artık neme, yağmurlu günlere meydan okuyorum…

 

Astımı da bir arkadaşımın kızına tavsiye ettim, kız kurtuldu…

 

Ve ben bu “yardımcı ilaç”lara “Enerji deposu” adını taktım…

 

Çok gelmeden içi enerji dolu şişe geldi ve bu şişeyi işadamı arkadaşıma hediye ettim, sonra da işlere daldım ve arkadaşımı unuttum…

 

Geçtiğimiz Cumartesi sabahı aynı arkadaş yine yanımdaydı bu kez yüzü gülüyordu ve yine masamın yanında cam fanus içinde gülümseyen mankeni sordu:

 

- Sakine Sultan’ın özelliği ne? Ayrılamıyorsunuz…

 

İlk gelişinde ağrıları vardı, Sakine Sultan’ın yanı başımda neden durduğunu sormamıştı…

 

Anlatmadan önce Referans’taki öğrencilerle ilgili haberi okumasını istedim… Okudu… “Güzel…” dedi ve ekledi “Sakine Sultanla ne ilgisi var?”

 

- Mankenin üstündeki elbiseyi Adana Olgunlaşma Enstitüsü öğrencileri yaptı… Ve bu okulun başında mükemmel bir yönetici var… İkbal Kalın yıllardır öğrencilerine meslek öğretiyor… Sakine Sultan’ın üstündeki elbiseyi de bu öğrenciler yaptı… Henüz liseye gidiyorlar ve okulu bitirdiklerinde övünerek biz bir işe yarıyoruz, okulumuzda bunu yapmayı öğrendik, diyecekler. Ben de gelen konuklarıma, çocuklarınızı meslek okullarına verin, bakın neler yapıyorlar diyerek Sakine Sultan’ı göstermeye devam edeceğim… Ve sen FoumLife’ı içmeseydin, Sakine Sultan’ın sırrını öğrenemeyecektin…

 

Ayağa kalktı… Mankenin üstünde altın simle işlenmiş muhteşem elbiseyi inceledi ve yerine otururken şöyle dedi:

- Evet bizim kesinlikle meslek okullarına ihtiyacımız var…

Ben de karar verdim, bundan böyle ziyaretime gelen herkese FoumLife’ı içireceğim, ağrılarından kurtulacaklar ve “Meslek okullarının” ne kadar önemli olduğunu kavrayacaklar…

 

Zaten Prof. Dr. Bernd Lohmayer söylemişti… Florida Üniversitesi’ndeki öğrenciler laf olsun diye, sadece diploma almak için üniversiteye gelmiyor, öğrenciler üretime bilfiil katılıyor ve bitkilerin ne işe yaradığını öğreniyorlar…

 

Nedim Yazgan Bey’e de buradan teşekkür ediyorum… FoumLife’ı Türkiye’ye getirmeseydi, en azından arkadaşım Sakine Sultan’ın sırrını öğrenme zahmetine katlanmayacaktı…

 

İşte sevimli sarışın mankenim, bu yüzden gülümsüyor… Üstündeki “altın simle işlenmiş” kıyafetiyle meslek okullarının önemini, gelecek olan konuklarıma anlatmaya hazırlanıyor…

Yazının devamı...
test
14 Mart 2007
test                           
Yazının devamı...