Son krizde yaşanan esnaf ayaklanışı patlamaya dönüşmediyse, fizik ve kimya koşullarının oluşmamış olmasına şükretmek yerine, patlama olmadan da ortaya çıkan sonuçlara bakıp düşünmek gerekir: IMF'cilerin dört aşamalı senaryosuna uygun olarak,
‘‘Ülke oturulmaz duruma geldi’’ diyen yerli sermaye dışa gitmekte, kelepirleşen şirketlerle batmaya yüz tutmuş bankalar yabancı ellere geçmektedir.
Zaten, patlamadan da ürkütücü olan, bu sönmedir: Umutların sönüşü, üretim şevkinin kırılışı, geleceğe güvenin yok oluşu, yeni kuşakların kaçışı.
Başka bir deyişle, geçmişte yaratılan
‘‘her yaştan on beş milyon genç’’in
‘‘altmış beş milyon ihtiyar’’a dönüşmesi; yılgın ve bezgin.
Şimdi, böyle bir tablonun bu cumhuriyeti
kuran ve gerekirse ölümü göze alarak ayakta tutan bir orduda soru işaretleri uyandırıp güvenlik endişeleri yaratmamasını düşünebilir misiniz?
İkinci
Dünya Harbi'nin
‘‘topyekûn savaş’’ öğretisinden beri ulusal savunma ve güvenliğin
ekonomi, toplum yapısı ve sosyal psikolojiyle bağlantıları konusunda azıcık bilginiz varsa.
Hele
Türkiye gibi, dünyanın en kritik coğrafyasında eski hınçlar ve yeni hesaplarla çevrilmiş bir ülkedeyseniz.
Bunlara ek olarak, Hitler istilasından bir yarısı Amerika, öbür yarısı Sovyetler'ce kurtarılmış bir Avrupa'nın ulusal güvenlik kavramını tam Türkiye gibi düşünemeyeceğini ayrıca söylemeye gerek var mı? O Türkiye ki, seksen yıl önce toprağına
göz dikmiş bir Avrupa'nın çullanışını yalnız
kendi ordusunun özverisiyle yenerek bağımsız cumhuriyetini kurabilmiştir.
Ulusal güvenlik tartışmasının,
Avrupa Birliği'nce istenmiş bir
‘‘ulusal program’’ı gözden geçirme arifesinde, AB'den sorumlu bir başbakan yardımcısınca ortaya atılması basit rastlantı olamaz. Unutmamak gerekir ki,
‘‘Milli Güvenlik Kurulu'nun sistem içindeki ağırlığını azaltın’’ diyen ve bunu Kopenhag kriterlerinin demokrasisi adına isteyen de Avrupa'dır.
Niçin?
Çünkü Brüksel'dekiler pekala bilirler ki,
Ege'de ödün, Kıbrıs'ta çekilme, Güneydoğu'da etnik özerklik gibi aslında o kriterlere bile pek sığmayacak
‘‘ekstra’’lara
‘‘olmaz’’ diyenlerin başında bu ülkenin
cumhuriyet ordusu gelir. Avrupalılık uğruna iffetlerini bile fedaya hazır İkinci Cumhuriyetçi azınlığın, dönekler tekkesinin, Bizans bezirganlarının ve
‘‘gavur’’dan medet uman İslamcıların aynı orduya karşı Avrupa'yla koro oluşları da bundandır. Oysa, bilmezler ki, yüzü tarihsel özlem olarak zaten Batı'ya yönelik bir Türkiye orayla onurlu ortaklık için kendi koşullarını ortaya koymadıkça, Avrupa'nın Türkiye politikası bütün
‘‘ekstra’’lar elde edilinceye ve Kemalist cumhuriyet iğdiş edilinceye kadar hesaplı bir oyalama taktiğinden ibaret kalacaktır. Sonuçta süngüsü düşük bir Türkiye'yi kaçmak üzere olduğu söylenen trenin üçüncü mevki vagonlarından birine bindirmek, hatta furgonuna sokup ucuz yakıt olarak kullandırmak ise kimseye
onur verecek bir marifet sayılamaz.