(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Haluk Kalafat" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Haluk Kalafat" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.

Haluk Kalafat

Tufan Türenç: Akşener İslamcı partide karar kıldı
5 Temmuz 2001





Tufan TÜRENÇ

Türk siyasal yaşamında bir ilki yaşıyoruz. Ülkücülükten Çiller'in tetikçiliğine, oradan da İslamcı partiye uzanan ilginç bir çizgi.

Meral Akşener, katı bir milliyetçiliğin öngördüğü koyu Türkçülükten İslam ümmetçiliğini benimseyen harekete katıldı.

Bu tercihini açıklarken çok mutlu görünüyordu.

Üstelik Akşener, yeni partiyi kurmaya hazırlananların laiklik konusundaki kötü sicilinden bir kadın olarak en ufak endişe duymadığını açıkladı.

Daha önce yazdığımız yazılarda Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasal geçmişindeki örneklerden hareket ederek İslamcı düşünceye ne kadar bağlı olduğunu sergilemeye çalışmıştık.

Recep Tayyip Bey de avukatları aracılığıyla bana gönderdiği yanıtta çizgisini açıkça ele veriyordu.

Demek ki bütün bunlar Meral Hanım için bir sakınca yaratmıyor.

Akşener, siyasi geleceğini ancak bu harekete katılarak sağlama alacağının hesabını yapmış olmalı.

Hayırlı olsun.

Meral Akşener, Recep Bey'e, yeni İslamcı hareket de Meral Hanım'a mübarek olsun.

* * *

Kamuoyu, Meral Akşener adını, ilk kez genel başkan yardımcısıyken basına savurduğu tehditlerle duymuştu.

O günden sonra Akşener, Türk siyasi yaşamında sürekli gündemde kaldı.

Tansu ve Özer Çiller'in en yakınları oldu.

Onların tetikçiliğine soyundu ve genel başkanı ile eşi için kellesini ortaya koymaktan hiçbir zaman çekinmedi.

Tetikçiliğin sonu olmadığını ve bir gün gözden düşeceğini düşünmeden ablasına ve ağabeyine hizmet etti.

Ablası tarafından İçişleri Bakanlığı'na getirildiği zaman bağlılığını kanıtlamak için cumhuriyet tarihinde ilk kez bir gece yarısı Emniyet Genel Müdürlüğü'nü bastı.

Hatta ablasının yoluna öylesine baş koydu ki, Silahlı Kuvvetler'in içine casus sokmakla bile suçlandı.

Yine ablasına ve ağabeyine yaranmak için telekulak işlerine bulaştı.

Bu yüzden ağır tazminatlar ödemek zorunda kaldı.

Tetikçiliğin bütün gereklerini yerine getirmesine rağmen ablası bir gün onu silkip bir kenara atıverdi.

O da muhalefet bayrağını açtı ve sonunda da partisinden istifa etti.

Meral Hanım şimdi dört gülün dört yaprağı Recep Tayyip Erdoğancı oldu.

Kendisini kutlarız.

* * *

Önceki gün Meral Akşener'le başlayan transfer, dün de MHP'li Sadık Yakut'la devam etti.

Gerisi geleceğe benzer.

Tayyipçilere göre yapacakları transferler parlamentonun dengesini altüst edecek ve Meclis'i seçime zorlayacak.

Bunu başarabilirlerse hükümetin ayakta durması zorlaşır.

Bir erken seçim, ekonomik krizden çıkmak için çırpınan Türkiye'yi nerelere götürür onu da kestirmeye imkán yok.

Demirel'in tam bu dönemde erken seçimin zorunlu olduğu konusunda görüş belirtmesi de ilginç bir gelişme.

Erdoğan hareketi artık partileşmeye doğru hızla ilerliyor. Ancak Recep Bey'in durumu belirsiz.

Kendisi kabul etmese de Tayyip Bey henüz yasaklı. Yasağının kalkması da ancak 2003 yılında mahkeme kararıyla mümkün.

Meral Hanım, Sadık Bey ve bundan sonra harekete katılacak olanlar ne düşündüler bilemem.

Ama bana göre, Recep Bey biraz denizi görmeden paçaları sıvadı gibi...

Yazının devamı...
Tufan Türenç: Hayret! Enis Bey hálá konuşuyor
3 Temmuz 2001





Tufan TÜRENÇ

HEPİMİZ, bütün meslek erbabı, günlerden, aylardan beri bıkmadan usanmadan yazdık, yazmaya da devam ediyoruz:

‘‘ Aman hükümet olarak verdiğiniz sözlere bağlı kalın...

Ülkeyi büyük bir felaketin içine düşürdünüz, bari bundan sonra parti çıkarlarını, popülist politikaları bir kenara bırakın.

Reformları, yapısal değişiklikleri yapın, devleti küçültün, yolsuzlukların, talanın önüne geçin.

Bu kriz, ülkemiz için büyük bir fırsat olabilir. Geleceğimiz için aman bunu iyi kullanın.

İşin şakaya gelir yanı yok...

Bu son şansımız, bunu iyi kullanmak zorundayız...’’

Sizler de tanıksınız, eli kalem tutan bütün meslektaşlar bu ve buna benzer uyarılarda bulundu.

Ama bizim bazı politikacılara gerçekleri, felaketin içine boğazımıza kadar batmış olsak da galiba anlatmak mümkün olmuyor.

Şu Enis Öksüz Bey'in tutumuna bakın.

Akılla, mantıkla bağdaşır yanı var mı?

Hálá kendisine bağlı kurumları partisinin çiftliği sanıyor. Bu çiftliği elinden kaçırmak istemiyor.

O yüzden de IMF ikinci kredi dilimini serbest bırakmıyor.

Ama hayrettir o hálá konuşuyor, efeleniyor: ‘‘Ertelerse bize ne... Telekom yönetimi IMF'nin karışacağı konular arasında değildir.’’

Öyle ya IMF kim oluyor da Türkiye'ye karışıyor.

IMF'ye gidip, her türlü sözü verip, para için el avuç açan sanki babam.

* * *

İşte bu mantalite Batı ile olan ilişkilerimizi berbat ediyor.

‘‘Ben kimseyi takmam arkadaş’’ efelenmeleri...

İyi, güzel de senin kimseyi takmaman için kimseye muhtaç duruma düşmemen gerekir.

Oysa ülkeyi bu perişan duruma Enis Bey'in bakanı olduğu hükümet düşürdü.

Şimdi efelenmenin bir anlamı var mı?

Ha ‘‘Ben hep böyle yaparım. IMF'nin, Dünya Bankası'nın o enayi yöneticilerini uyuturum. Yapıyor görünürüm ama bildiğimi okurum. Arpalıkları elimde tutar, partililerimi oradan bir güzel beslerim’’ derseniz bunu kimselere yediremezsiniz.

Adamlar hiç de sizin zannettiğiniz gibi enayi değil. Bir iki kez daha böyle bir tutum sergilerseniz parayı toptan kesiverir, başının çaresine bak arkadaş derler.

Enis Bey'in acaba IMF ile Dünya Bankası'nın işlevini kalkınmakta olan ülkelerin kurtarıcılığından çıkarmak için yeni bir konsept oluşturulduğundan haberi var mı?

Yani bir türlü düzlüğe çıkmayı beceremeyen batık ülkeleri kendi yazgılarıyla baş başa bırakma eğiliminin yaygınlaştığından...

Sanmıyorum.

Çünkü Enis Bey'in dünya görüşü dar particilik duvarları arasında sıkışıp kalmış, dünyayı gördüğü yok.

* * *

Benim bildiğim, bir hükümetin birinci görevi ülkeyi sorunsuz yönetmek, piyasalarda panik yaratacak olayları önlemektir.

Ama bizim hükümet bunun tam tersini yapıyor.

Burada ANAP'ı ayırmak gerekir. Doğrusunu söylemek gerekirse koalisyon içinde en sorumlu davranan kanat ANAP.

DSP değil ama iki Ecevit de sık sık kriz çıkarmakta oldukça mahirler.

Belleğinizi şöyle biraz geriye doğru taşırsanız hem Bülent, hem de Rahşan Ecevit'in sürekli büyük krizlere imza attıklarını kolayca görürsünüz.

MHP derseniz, bu parti yapısı ve söylemleri ile zaten her zaman kriz yaratıyor.

Bu durum Bahçeli'nin MHP'yi kitle partisine dönüştürmek için gösterdiği çabayla da çelişiyor.

Derviş herhalde böyle bir cadı kazanının içine düşeceğini bilseydi, değil görev almak, Türkiye'nin yanından bile geçmezdi.

Yazının devamı...
Tufan Türenç: Politikacı-Derviş kavgası bitmez
1 Temmuz 2001





Tufan TÜRENÇ

SAINT Benoit Fransız Erkek Lisesi'ne yeni başladığım yıldı. ‘Sürekli yatılı’ öğrenciydim.

Bir çarşamba günü, bir arkadaşımla birlikte yarım günlük izinden dönüşte bir dakika geç kalmıştık.

Okula vardığımızda kapı duvardı.

Ne kadar yalvardıysak kapıcı bizi içeri almadı ve Fransız müdüre haber verdi.

Müdür gelir gelmez, ikimiz birden sadece bir dakika geç kaldığımızı ama kapıcının bizi içeri sokmadığından dert yandık.

Müdür o her zamanki sert suratında en ufak bir yumuşama olmadan, hiç unutmam aynen şöyle söyledi:

‘‘Saat saattir. Hafta sonu cezalısınız ve okulda kalacaksınız. Şimdi girin içeri.’’

Kös kös içeri girip çalışma salonunun yolunu tuttuk ve hafta sonu o arkadaşımla birlikte cezalı olarak izne çıkamadık.

O zaman bu olay beni çok etkilemişti.

Bu kadar küçük bir suça ceza verilmesini mantığım bir türlü kabul etmemişti.

Fransız müdüre büyük bir öfke duymuştum.

O zamanlar ilkelerin çok önemli olduğunu ve onlara harfiyen uyulması gerektiğini bilmiyordum.

Batılılarla, Doğulular arasındaki en önemli farkın bu olduğunun da bilincinde değildim.

* * *

Kemal Derviş'le politikacılar arasında sık sık yaşanan kavgaları gördükçe, yıllar önce yaşadığım bu olay aklıma geliyor hep...

İlkelerin önemli olduğu ve onlara uyulması gerektiği gerçeği...

Derviş Amerikan mantığı ile hareket ediyor. İlkelerine sıkı sıkıya bağlı. Onlardan ödün vermiyor.

Bizim politikacılar ise hálá ‘‘Canım Anayasa bir kere delinmekle bir şey olmaz’’ mantığına sıkı sıkıya bağlılar.

İşte bu nedenle politikacılarla, Derviş arasında hemen her konuda çıkan kavga bitmez.

Bir gün gelir Derviş'in sürekli gerilen sabır teli kopuverir. Basar istifayı.

Ortada bir program var. Bu program IMF ve Dünya Bankası ile anlaşılarak hazırlandı.

Biz bu programı eksiksiz uygulama sözü verdik, IMF ile Dünya Bankası ise parasal destekte bulunma garantisi...

Şimdi bizim politikacılar uyanık ya, ‘‘Biz bunları uyutur, yapıyor gibi yapıp, paraları kaparız’’ zannediyorlar.

Derviş de diyor ki, ‘‘Olmaz. Bunu yapamayız. Söz verdik. Buna uymalıyız. Yoksa paraları alamayız.’’

O zaman bizimkiler öfkeleniyor:

‘‘Kardeşim sen IMF'nin memuru musun?’’

* * *

Doğulu mantığı işte...

Amaç, ortaya konan ve üzerinde anlaşılan programı, orasından burasından çekiştirerek uygulanamaz hale getirmek.

Seçmenlere şirin görünmek için paraların bir bölümünü oraya buraya dağıtmak.

Yani yıllardan beri sürdürülen yozlaşmış, kapkaç düzeni sürdürmek.

Derviş buna engel olmaya çalıştığı için, bizim politikacıların nefretini çekiyor.

Ellerinden gelse onu bir kaşık suda boğarlar.

Ama ülkeyi iflas noktasına getirdikleri için IMF ve Dünya Bankası'na karşı elleri kolları bağlı.

Buna rağmen bazıları yine bildiğini okuyor.

Bu zor dönemden geçerken bile popülist politikalardan vazgeçemiyorlar.

Ülke çıkarlarını partisel çıkarların önüne koyamıyorlar.

Yani akıllar, bir türlü hırsların önüne geçirilemiyor.

Yazının devamı...
Tufan Türenç: Kriz, kurultayı da vurdu
30 Haziran 2001





Tufan TÜRENÇ

CHP kurultayları oldum olası bol kulisli, hareketli, coşkulu olurdu. Her anı politika kokardı. Her kurultay Türk demokrasisi için bir kilometre taşı gibiydi.

Bu nedenle biz gazeteciler için CHP kurultaylarının keyfi bambaşkaydı.

Ama 29. Olağan Kurultay sıradan, olağan, coşku rüzgárı cılız bir kurultaydı.

Neden böyle keyifsizdi bu kurultay?

CHP'lilere göre neden ekonomik kriz. Bir delegenin teşhisi şöyleydi:

‘‘Türkiye'nin keyfi yok ki kurultayın keyfi olsun. Milletin karnı aç, nereden para bulup da gelecekti buraya? Bizim parti ötekiler gibi insanları ağırlayamıyor ki... Yine iyi, bu kadar adam gelmiş.’’

Hiç kuşkusuz ekonomik kriz her şeyin olduğu gibi kurultayın da keyfini kaçırmış.

Ama tek nedenin bu olduğunu söylemek yanıltıcı olur.

Şurası bir gerçek ki, CHP büyük bir karamsarlık içinde.

Türkiye'nin yaşadığı felaketle birleştiğinde bu karamsarlık daha da büyümüş.

Belli ki moraller de bozuk.

Partiden istifa edenlerin yarattığı etki, gücünün çok çok üzerinde bir sarsıntı yaratmış.

Yazık, Türkiye'nin CHP'ye en fazla ihtiyacı olduğu bir dönemde örgütün böyle bir moral yıkıntısı içinde olmaması gerekirdi.

Bu kurultaydan sonra partinin silkinip toparlanması için Baykal'ın arkadaşlarıyla birlikte çizmeleri giymesi lazım.

CHP'nin silkinip kendisine getirilmesi lazım.

Çünkü CHP, Türkiye'ye lazım.

* * *

Zaman zaman bu gerçeği ısrarla vurgulama gereği duymamın bir tek nedeni var.

CHP, Türk demokrasisinin dengesidir.

Çünkü CHP, Türkiye'nin en eski ve tek kurumsal partisidir. Geleneğiyle, ilkeleriyle, ideolojisiyle...

Eğer bugün parlamentoda çok değil 20 CHP'li bulunsaydı, havası bambaşka olurdu.

Türkiye'de de böyle gariplikler yaşanmazdı.

Onun için CHP'yi bölmek, güçsüzleştirmek, Türkiye'ye yapılacak en büyük kötülüktür.

Ben dünkü kurultayda insanların gözlerinde bu bilinci, bu hırsı göremedim.

Onun için de keyifsiz bir kurultaydı diyorum.

Bundan sonra CHP'lilere düşen önemli bir görev var.

Küskünleri yeniden partiye döndürmek, birliği beraberliği sağlayıp partiyi büyütmek ve yeniden halkın umudu haline getirmek.

Bunu tek başına Baykal başaramaz, kimse başaramaz.

CHP'liyim diyen herkes, sindikleri siperlerinden fırlayıp ileri doğru atılmalıdır.

Yazının devamı...
Tufan Türenç: Peki bu değirmenin suyu nereden geliyor?
29 Haziran 2001





Tufan TÜRENÇ

MERAK ediyorum, acaba Recep Bey'in yanıtları kendi vicdanına ve mantığına sığdı mı? Şimdi bir olay anlatacağım.

Tanığı, Recep Bey'in belediye başkanlığını kazandığı 1994 seçiminde belediye meclisine üye seçilen Aydın Irmak.

Belediye meclisi ilk toplantısını yapıyor. Başkanlık koltuğunda Recep Bey oturuyor. Oturumu da o yönetiyor.

Geleneklere göre belediye meclisinin ilk toplantısında saygı duruşu yapılıyor, onu takiben de hep bir ağızdan İstiklal Marşı söyleniyor.

Ama oturumu açan Recep Tayyip Erdoğan saygı duruşu ile İstiklal Marşı maddelerini atlayıp ‘‘Herkes Fatiha okusun’’ diyor.

Beşiktaş Beylediye Başkanı Ayfer Atay ile bazı üyeler ‘‘Ne yapıyorsun sen?’’ diye karşı çıkıyorlar.

Bunun üzerine Recep Bey ‘‘İsteyen içinden okusun’’ diyor ve yapılan itirazlara kulak asmıyor.

Bunun üzerine CHP grubu ayağa kalkıp İstiklal Marşı'nı okumaya başlıyor.

Recep Bey ve diğer Refah Partili üyeler ayağa kalkmak zorunda kalıyorlar.

* * *

Recep Bey başkanlık yaptığı 4.5 yıl içinde kaldırımların yeşile boyanmadığını, bunun bir iftira olduğunu söylüyor.

İnsaf...

O günkü gazeteler arşivlerde. Olay İstanbul halkının belleğinde.

Yine Aydın Irmak anlatıyor:

- Yalnız kaldırımları değil, otobüs duraklarını da yeşile boyadılar. İlk uygulama da Piyale Paşa Bulvarı'ndan başlatıldı. Bu olay üzerine tanıdığım olan Kasımpaşa Deniz Hastanesi Başhekimi bana dedi ki, bunlar ne yapıyor yahu? Bizim kaldırımları da boyamasınlar diye nöbetçi bekletiyoruz.

Kaldırım taşlarının ve otobüs duraklarının yeşile boyanması belediye meclisinde RP'lilerin dışındaki üyelerin de tepkisine neden oluyor.

ANAP'lı bir üye kalkıp Recep Bey'e ‘‘Siz ne yapmak istiyorsunuz? Böyle şey olur mu?’’ diyor.

Recep Bey gülerek şu yanıtı veriyor:

- Biliyorsunuz ben yeşile hayranım.

* * *

Yine yanıtlara dönelim.

- İçkili lokantaların kapatılması, kapatılamayınca da perde çekilmesi olayı hiç yaşanmadı, diyor.

Menderes'in ünlü sözüdür: ‘‘Hafıza-ı beşer nisyan ile malüldür. İnsan belleği unutma hastalığına sahiptir.’’

Yani ne istersen yap insanlar nasıl olsa bir gün unuturlar.

Bizlerin değil ama herhalde Recep Bey'in hafızası nisyan ile malül.

Nevizade Sokağı'nda yaşanan olayları unutmuş olmalı.

Oradaki esnaf lokantaları kapatıldığı için günlerce direniş yapmadı mı?

Özellikle varoşlarda içkili lokantalara zorla perde astırılmadı mı?

Recep Bey'in İslamcı firmaları kolladığını yadsıması ise sokaktaki çocukları bile güldürür.

Ben firma isimleri saymak istemiyorum. Benim tarzım değil ama bir gün bu gerçekler ortaya çıkar.

Recep Bey'in öteki yanıtlarının üzerinde durmaya bile değmez. Çünkü baştan sona takıyye dolu.

Şimdi kafamı kurcalayan bir konuya değinmek istiyorum.

Recep Bey 1994'ten 1998 ortalarına kadar belediye başkanlığı yaptı. Tek geliri maaşıydı.

Ondan sonra ise ben bir iş yaptığını duymadım, okumadım. Bilen varsa açıklasın.

Buna karşın, Recep Bey'in oğlu ile gelini Londra'da yaşıyor, kızları Amerika'da okuyor, kendileri Mercedes'ten aşağı inmiyor. Ailecek rahat bir yaşam sürüyorlar. Yani parasal bir sıkıntıları yok.

Peki ama bu değirmenin suyu nereden geliyor?

Yazının devamı...
Tufan Türenç: Erdoğan'ın yanıtı yorumsuz
28 Haziran 2001





Tufan TÜRENÇ

‘İKİ politika cambazı aynı ipte oynamaz’, ‘‘Hatemi'yi oynayan kravatlı mollalar’’ ve ‘‘Ha Erbakan, ha Erdoğan’’ başlıklı yazılarıma Recep Tayyip Erdoğan'ın avukatları aracılığıyla gönderdiği açıklama özetle şöyle:

- Seçilir seçilmez İstanbul gibi dünya metropolünün kaldırımlarını yeşile boyamaya kalkıştı, diyorsunuz.

Recep Tayyip Erdoğan, başkanlık yaptığı 4.5 yıl içinde ne öyle bir şey yaptı veya yaptırdı, ne de öyle bir ithama muhatap oldu.

- Belediye başkanlığı döneminde resmi davetlere, yemeklere eşiyle katılmadı, diyorsunuz.

Görevlilerin, davetlere eşleriyle katılıp katılmaması neden eleştiri konusu olur, doğrusu anlaşılır değildir. Bu konuda resmi bir zorunluluk da bulunmamaktadır. Kaldı ki Recep Tayyip Erdoğan, pek çok davete eşiyle birlikte katılmıştır.

- İstanbul'a özgü mekánlardaki içkili meyhaneleri önce kapatmak isteyen, ama güçleri yetmeyince perde asmayı dayatan ilçe belediyelerini durdurmamış, tersine onları teşvik etmiştir, diyorsunuz.

İstanbul'da böyle bir şey olmadı ve yaşanmadı. Meyhane açma ruhsatı vermek ve kapamak, mülki amirlere ait bir yetkidir. Öte yandan Büyükşehir Belediye Başkanları, ilçe belediye başkanlarının amiri değildir. Bu nedenle ne durdurma ne de teşvik söz konusu olabilir. Sonra nerede perde astırılmış? Dolayısıyla bu konudaki ithamlarınız da, hem olgulara ve hem de mevzuata aykırı, nesnellikten uzak bulunmaktadır.

- Belediye başkanlığı süresince İslamcı firmaları sürekli kollamıştır. Yetersiz olmalarına rağmen birçok ihaleyi onlara vermiştir, diyorsunuz.

Ne demek ‘‘İslamcı firmalar’’. Firmalar, İslamcı-gayri İslamcı, laik-antilaik vs. gibi vasıflarla değerlendirilemez. İhale şartnamesine göre ihaleye katılma hakkına sahip olan her firma, ihalelere katılır ve yarışır.

- Tabanına laik, demokratik cumhuriyete kerhen katlandığı mesajını sık sık vermiştir (...) Bütün dava arkadaşları gibi gönlünde bir İslam cumhuriyeti yatmaktadır, diyorsunuz.

Erdoğan'ın, o anlamda yazılı veya sözlü, hiçbir beyanı olmamıştır. Söylenmeyenleri ‘‘söylemiştir’’ diyerek hüküm kurmak, zan ve tahminle hüküm kurmak demektir.

- Yaptığı konuşmalarda demokrasiyi amaç olarak değil, araç olarak gördüğünü söylemiştir, demekte ve eleştirmektesiniz.

O beyan ile anlatılmak istenen şudur: Her iş ve faaliyette esas olan, insanların mutluluğu, huzuru ve güven içinde yaşamalarının sağlanmasıdır. Bunu sağlamak için gerekli ve var olan her sistemin, elemanın araç olduğudur. Yani o cümledeki ‘‘araç’’ sözcüğü, sizin binek aracınız gibi bir ‘‘araç’’ değildir.

- Türkiye'yi yönetmeye talip olmasına rağmen faizin haram olduğuna inanır. Modern bankacılığa bu nedenle karşıdır, demektesiniz.

Bir inanç sisteminin bütünü içinde faize karşı olmak başka bir şey, modern bankacılık başka bir şeydir. Kaldı ki bütün dünyada, özellikle gelişmiş ülkelerde modern bankacılığın, daha doğrusu finans sisteminin en azından teorik olarak ‘‘0’’ faizi hedeflediğini de bilmenin, size yansıyacak ne zararı olabilir.

- Örneğin oğlu Burak'ın düğün davetiyesine yazdırdığı tarih 29 Zilkade 142'dir, demektesiniz.

Söz konusu davetiye ortalama her evde bulunan takvim yapraklarından bir yapraktır. ‘‘Saatli Maarif Takvimi’’ ismi ile bilinen o takvimlerde hem Rumi, hem Hicri, hem de Miladi tarihler mevcuttur. Tasarımcılar, ‘‘özgün bir seçim’’ orijinal takvim yaprağını davetiye olarak tasarlamışlardır. Pek çok gazetede olduğu gibi halen yazılarınızı yazmakta olduğunuz Hürriyet Gazetesi'nde de benzer takvimi, lütfen inceleyiniz.

- Evinde İslami kurallar geçerlidir (...) Eşi, kızları ve gelini tesettürlüdür, diyerek, kendince bu durumu küçümsüyor ve aşağılıyorsunuz.

İslam'ın evle ilgili kuralları nedir ki siz onların evde uygulandığını söylemektesiniz? Recep Tayyip Erdoğan'ın evine konuk olmuşçasına ahkám kesmektesiniz. Yoksa siz, işiniz kalmadı da ev mi gözetlemektesiniz? Kimin nasıl giyineceği, evinde nasıl oturacağından size ne? Bunlar ne insanlığa, ne ahlaka, ne demokratlığa, ne de çağdaşlığa sığacak davranışlar değildir.

‘‘Hatemi'yi oynayan kravatlı mollalar’’ başlıklı yazınızla, hiçbir kural ve ölçü tanımamanın örneğini tekrar sergilemiş bulunmaktasınız.

Çok yakışıksız olarak müvekkilimiz Sayın Recep Tayyip Erdoğan için ‘‘İran'daki mollalardan tek farkı, takım elbise giymesi ve kravat takmasıdır’’ demektesiniz. Böylece önyargının, kafanızı ne denli işgal etmiş olduğunun ipucunu vermektesiniz.

Yazının devamı...
Tufan Türenç: Siyasette CHP farkı
26 Haziran 2001





Tufan TÜRENÇ

1946'dan sonra politikada insanlar ağırlıklı olarak ikiye bölündü: Paşacılar, Demirkıratlar.

Benim çocukluğumda bizim evin hali de tıpkı Türkiye gibiydi. Gençler daha çok Menderes'i, daha yaşlılar ise Paşa'yı tutardı.

Babaannemin ikide bir bana İsmet Paşa'yı övdüğünü anımsıyorum:

‘‘Evladım, Paşa devleti bilir. Atatürk'le birlikte hep bu memleketin başını beladan kurtarmışlardır. Paşa devletin parasını korur, kuruşuna dokundurtmaz. Hırsızlara göz açtırmaz. Paşa başkadır, kimseye benzemez.’’

Her seçimden önce evde Menderesçiler ile Paşacılar arasında uzun uzun tartışmalar olurdu.

Seçim sonuçları açıklandığında yaşlılar kahrolurlardı; çünkü oyları Demirkkıratlar toplardı.

Babaannem sonuçlara çok kızar, DP'ye oy verenlere söylenirdi:

‘‘Bunlar savaş görmediler. Sıkıntı nedir bilmiyorlar. Bu hesapsız gidiş ülkeyi felakete sürükleyecek. O zaman akılları başlarına gelecek ama iş işten geçmiş olacak. Bu millet Paşa'yı daha çok arar.’’

Gerçekten de Demirkırat ülkeyi felakete götürdü. Kendi de 1960 ihtilaliyle yıkıldı gitti. O gün bugün Türkiye'nin iki yakası bir türlü bir araya gelmedi.

* * *

Paşa'nın CHP'sinden bugünkü CHP'ye gelince...

Belki köprülerin altından çooook sular aktı ama partinin felsefesi, ilkeleri ve devlete sahip çıkma iradesinde bir değişiklik olmadı.

1980 sonrası başlayan yozlaşma, atlatılan badireler de CHP'nin öteki partilerle olan farkını ortadan kaldırmadı.

CHP hep Atatürk'ün, İnönü'nün partisi olma özelliğini ve sorumluluğunu korudu.

Her zaman devlete, topluma sahip çıktı; emeği, hakkı hukuku savundu.

Hırsızlara karşı aşırı duyarlı davrandı.

CHP hiç mi yanlış yapmadı? Kuşkusuz yaptı. Zaman zaman hepimizi kızdıracak kadar.

Ama hiçbir zaman tarihi siciline leke düşürmedi.

Hiçbir CHP iktidarında banka hortumlanmadı, devlet hazinesi yağmalanmadı.

Hep laik, demokratik cumhuriyetten yana tavır koydu.

İrticayla mücadelede hiçbir ödüne yanaşmadı. Ülkeyi hep aydınlığa götürdü.

Devlete zarar verecek popülist politikalara yönelmedi.

Zaman zaman bu nedenle oy kaybına uğradı ama bu konuda ödün vermedi.

Bunlar önemli ayrıcalıklardır.

Bu özellikler CHP'nin öteki partilerden farklı olduğunun tartışılmaz kanıtlarıdır.

* * *

Son seçimde özde doğru ama acele verilmiş kararlar yüzünden halkın öfkesi çekildi.

Şimdi pişman olan pek çok insan, o gün duyduğu öfkeyi yenemeyip CHP'ye oy vermedi.

CHP, tarihinde ilk kez parlamento dışında kaldı.

Ne oldu?

- Parlamentonun kimyası bozuldu.

- Türkiye iflas etti.

Tarihi boyunca devleti hep iflastan korumuş bir partinin parlamentoda olmayışının faturasını ağır ödedik.

Hálá da ödüyoruz.

FP'liler, MHP'liler bile CHP'nin eksikliğini hissettiklerini söylüyorlar.

Neyse demokrasimiz için bu da bir ders oldu hepimize...

Cumartesi ve pazar günleri CHP'nin kurultayı var. Bu kurultaydan güçlü, kişisel kavgalardan, tutkulardan arınmış, bütünlüğünü sağlamış bir CHP çıkmalı.

Türkiye'nin CHP'ye ihtiyacı var.

Türk halkı artık CHP'nin farklılığının farkına varmalı.

Yazının devamı...
Tufan Türenç: Erdoğan için bazı sorular
24 Haziran 2001





Tufan TÜRENÇ

Recep Tayyip Erdoğan'ı umut olarak gören aklı başında insanların kafalarını acaba şu sorular hiç mi kurcalamıyor:

‘‘Dini kurallara çağdaş bir kafayla yaklaşmayıp katı bir şekilde bağlı olan, yaşamını ona göre düzenleyen bir insan, 21'inci yüzyıl Türkiyesi'nin başbakanı olmalı mı?'

Biraz daha açalım:

‘‘Ailesinin çağdaş giysilerle dolaşmasını, kadınlı erkekli toplantılara katılmayı, gerektiğinde dans edip eğlenmeyi, kamuya açık yerlerde denize girmeyi, bırakın içki içmeyi, içkili toplantılara bile katılmayı dini inançlarına aykırı olarak gören bir insan, böyle bir dünya görüşü ile Türkiye'yi çağdaş dünyada temsil edebilir mi?’’

Devam edelim:

‘‘Tasavvuf ve mehter müziğinden başkasını dinlemeyen, baleyi belden aşağısı çıplak olduğu için günah sayan, opera izlemeyen, resim, heykel gibi sanatlarla ilgilenmeyen bir insan, Türkiye'yi uygar dünyaya taşıyabilir mi?’’

Bu soruların yanıtlarını dünya görüşü Recep Tayyip Bey'le hiç örtüşmeyen ama buna rağmen onu umut olarak görenler kafalarında bulabildiler mi acaba?

* * *

Erbakan ve onun kuracağı parti üzerinde durmak ise gereksiz.

Çünkü bana göre Erbakan, Tayyip Bey ve arkadaşlarından çok daha tutarlı.

O yine aynı yolda yürüyecek ve ağzının içine bakan kitleleri yine saçma sapan söylem ve projelerle uyutup işini yürütecek.

32 yıl önce kurulup bir ara Çiller sayesinde iktidara kadar tırmanan Milli Görüş Hareketi artık bölündü.

Bölünen hareketin eski gücünü koruması, partisi kapatılıp mağdur duruma getirilmiş olsa bile beklenmemeli.

Siyasi İslam'ın yükselme trendinin 28 Şubat'la birlikte tersine döndüğü bir gerçek.

Ama Anayasa Mahkemesi bu gerçeği görüp değerlendiremedi.

FP'yi kapatarak demokrasiye gereksiz yere bir darbe daha vurdu.

Bana göre Yenilikçiler'le Gelenekçiler arasındaki tek fark yaşlarının daha genç olması ve aralarında daha az sakallının bulunması.

Gerisi masal...

Çiller'in kurmaylarından Ahmet İyimaya nazik, tatlı dilli bir politikacıdır.

* * *

Cuma günü Tansu Hanım'ı anayasa değişikliği paketine taş koyduğu için eleştirdiğim yazım nedeniyle aradı.

O çelebi üslubuyla eleştirilere açık olduklarını ama yazıdaki değerlendirmelerin olguyu olduğu gibi yansıtmadığını söyledi.

Yani nazikçe ‘‘Sayın Çiller'in sözlerini yanlış anlamışsınız’’ demek istedi.

Bir açıklama gönderdiklerini, bunu yayınlayacağımı umduğunu belirtti.

Açıklama özle şöyle:

‘‘.... DYP'nin değerli Genel başkanı Prof. Dr. Tansu Çiller, Partilerarası Uzlaşma Komisyonu'nun ürettiği anayasa paketini desteklemektedir. Bu desteği herhangi bir ön şarta bağlamamıştır. Pakette, seçim ve siyasi partiler yasasında, seçime bir yıldan az bir süre kala yapılacak değişikliklerin önümüzdeki seçimlerde uygulanamayacağı ön görülmektedir.

Prof. Çiller, siyasi partiler ve seçim yasalarındaki değişikliği ‘Katılımcı ve yöneten demokrasinin' hukuki ve sosyal bir şartı olarak ön görmektedir. Parçalı siyasetten çıkışın bir gereği saymaktadır. Anayasa değişikliğinden hemen sonra, bu değişikliğin gerçekleştirilmesini istemektedir. Bu değişikliğin süratle gerçekleştirilmemesi halinde, önümüzdeki seçime eleştirilen mevcut yasalarla girme riski bulunmaktadır. İvedi değişiklik isteği, anayasa paketindeki sözü geçen hükmün doğal gereğidir.

..... Sayın Genel başkanımız Çiller ve DYP, anayasa paketinin gerçekleştirilmesini şiddetle arzulamaktadır.’’

Tansu Hanım'ın talimatı üzerine gönderildiğini bildiğim açıklama böyle...

Tansu Hanım'ın destek istemeye gelen komisyon başkanı Nejat Arseven'e nasıl ön şart ileri sürdüğünü benim gibi milyonlarca insan da TV'de izledi.

Takdiri okurlara bırakıyorum.

Yazının devamı...