(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Nilgün Tekfidan Gümüş" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Nilgün Tekfidan Gümüş" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Nilgün Tekfidan Gümüş

Nilgün Tekfidan Gümüş

Suriye’de üçlü girişim tutar mı
22 Aralık 2016

YILIN KELİMELERİ

 

AMERİKAN Merriam Webster ve İngiliz Oxford sözlükleri de yılın sözlerini belirlemiş. Merriam Webster’a göre yılın sözü ‘surreal’ (sürreal). ‘Gerçeği aşan, gerçeküstü’ anlamına geliyor. Aynı zamanda ‘inanılmaz’, ‘fantastik’, ‘tuhaf’ anlamında da kullanılıyor. Rüya ile gerçeğin karıştığı durumları tarif etmek için de başvurulan bir kelime...

 

Sürreal’in niye seçildiğine gelince... 2016’da gerçek olması inanılması zor durumların yaşanması ve ‘sürreal’ kelimesinin internette en çok aranan sözcükler arasında yer almasından ötürü. Ve ‘sürreal’ en çok ne zaman aranmış biliyor musunuz?

 

Terör örgütü DEAŞ militanları Brüksel’de ve 14 Temmuz’da kamyonla Nice’de masum insanlara saldırdığında ve Türkiye’deki 15 Temmuz darbe girişimi döneminde. Ancak en büyük sıçramayı ise Donald Trump’ın ABD’de başkan seçilmesi üzerine yapmış. Oxford’un sözü ise ‘gerçek sonrası’ diye çevrilebilen ‘post-truth’ kelimesi. Bu sözcüğün popülerleşmesi de ABD başkanlık seçimlerinde asparagas haberlerin sosyal medyada yayılması, yalan ile gerçeğin birbirine karışmasıyla oldu.

 

MOSKOVA BİLDİRİSİ

 

TÜRKİYE bir süredir terör saldırıları, şehit haberleri ve büyükelçi suikastıyla ‘sürreal’in de ötesinde kabûsun ta kendisini yaşıyor. Türk’ü Kürt’ü, Sünni’si Alevi’si her zamankinden daha fazla birlik umutlarına ve diline ihtiyacımız var. Her şeye rağmen aklı selim, sağduyu ve uzlaşma zemini... Çok önemli.

 

Hatırlayalım... Suriye’deki içsavaşın tetiklenmesi de sürreal bir durumdu...

 

2011 yılının şubat ayıydı. Suriye’nin Ürdün sınırı yakınlarındaki Sünnilerin çoğunlukta olduğu Dera kentinden haberler geliyordu. Ortaokul öğrencileri duvarlara ‘Doktor sıra sana geldi’ diye yazmıştı. Kastedilen kişi mesleği ‘göz doktoru’ olan Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’dı. Tunus ve Mısır devlet başkanları devrilmiş; NATO, Libya’ya müdahale etmişti. Karakola götürülen çocukların türlü işkencelere tabi tutulduğunun ortaya çıkması halkın isyan bayrağını açmasına neden olmuştu. Dera, Şam, Humus, Hama derken ordunun sert müdahalesi ve komşu ülkelerin de kışkırtmasıyla Suriye topyekûn bir içsavaşın içinde bulmuştu kendini.

 

*

 

Şimdi savaşa bir şekilde taraf olan üç ülke Rusya, İran ve Türkiye bölge ülkeleri olarak Suriye’de bir çözüm arayışı içinde. İşte tam da Moskova’da salı günü yapılan üç ülke dışişleri ve savunma bakanları toplantısı öncesinde Moskova’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov bir suikastta hayatını kaybetti. Türkiye ile Rusya ilişkilerine darbe vurmak için düzenlendiği söylenen bu saldırıya rağmen zirve yapıldı. Ve taraflar olası bir barış anlaşmasının garantörü olma taahhüdünde bulundu.

 

MERAK EDİYORUM

 

TÜRKİYE’nin önceliğinin artık Esad’ın devrilmesinden çok güneyinde bir Kürt kuşağının oluşmasını önlemek olduğunu söylemek yanlış olmaz. Fırat Kalkanı operasyonundan gelen şehit haberleri TSK’nın nasıl zor bir savaşın içinde olduğunu gösteriyor. El Bab, DEAŞ’tan alınmak istenirken, bir yandan da terör örgütü PKK’nın uzantısı YPG’nin o bölgeye hakim olmasının engellenmesi hedefleniyor. Peki Suriye’de farklı çıkarları olan bu üç ülke savaşı bitirmekte ne kadar başarılı olabilir?

 

- Moskova bildirisinde tarafların Suriye’nin toprak bütünlüğüne atıfta bulunması dikkat çekiciydi. Her ne kadar bildiride Suriyeli Kürtler konusunda bir vurgu olmasa da İran ve Türkiye’nin bu konuda aynı cephede yer aldığını söylemek mümkün. Ancak sürecin ilerleyen dönemlerinde ki, Cenevre sürecinde öyle olmuştu. Rusya barış sürecine Suriyeli Kürtlerin de dahil edilmesini isterse ne olur?

 

- Deklarasyonda İran tarafından desteklenen Hizbullah ve Şii gruplarla ilgili de bir vurgu yoktu. Oysa Türkiye’nin de Körfez ülkeleri gibi bölgede Şii nüfuzunun güçlenmesinden rahatsız olduğu sır değil. Nitekim Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Moskova’daki basın toplantısında Hizbullah ve diğer dışarıdan gelen gruplara yardımın kesilmesinin önemli olduğunu ifade etti. İran bu desteği keser mi?

 

- Bir de Moskova’daki toplantıya davet edilmeyen ABD, Suudi Arabistan gibi önemli aktörler söz konusu. ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada Türkiye ve Rusya dışişleri bakanlarının görüşmeyle ilgili ABD’li mevkidaşları Kerry’yi bilgilendirdikleri Washington’ın çözüme yönelik girişimleri desteklediği belirtildi. ABD, ocak ayında Donald Trump yönetimine geçmeye hazırlanıyor, bu değişim dönemi Suriye’de de bir çözüm olasılığını güçlendirir mi?

 

- Deklarasyon El Nusra ve DEAŞ gibi radikal grupların silahlı muhaliflerden ayrılmasını öngörüyor. En kritik soru da üç ülke sahada yakın oldukları taraflara böyle bir deklarasyonu kabul ettirebilir mi?

 

Moskova’dan sonra Astana’da sürmesi hedeflenen süreç kolay bir süreç değil. Ancak altı yıldır süren savaşta artık asgari müşterekte buluşmanın zamanı gelip geçmedi mi?

Yazının devamı...
AB’de iki kritik sınav
1 Aralık 2016

Avusturya’daki cumhurbaşkanlığı seçimleri ve İtalya’da siyasi sistemin değiştirilmesini öngören anayasa referandumu Avrupa’nın geleceğinin şekillenmesinde önemli rol oynama potansiyeline sahip.

 

AVUSTURYA’DA AB KARŞITI ADAY

 

AVRUPA Birliği (AB) içinde Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin dondurulmasını en güçlü bir şekilde savunan Avusturya’da pazar günü cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Aslında seçimlerin ikinci turu 22 Mayıs’ta yapılmış, Yeşiller adayı yaklaşık 31 bin oy farkla zaferini ilan etmişti. Ancak Anayasa Mahkemesi, itirazları kabul ederek seçimlerin tekrarlanmasına karar vermişti. Seçimlerde Yeşiller adayı Alexander Van der Bellen (72) ile aşırı milliyetçi Avusturya Özgürlük Partisi FPÖ’nün adayı Nobert Hofer yarışıyor.

 

45 yaşındaki Nobert Hofer, uçak teknisyenliğinden geliyor, siyaset sahnesinde hızlı bir yükselişin ardından ülkenin en yüksek makamına talip.

 

*

 

Hofer, seçilmesi halinde AB’de aşırı sağ kökenli ilk cumhurbaşkanı olacak. Türkiye’nin AB üyesi olması ya da AB’nin yasal zemininde düzenlemelerin değişmesi halinde Viyana’nın topluluktan ayrılması için referanduma gidilmesini savunuyor. İngilizlerin AB’den ayrılmasını ifade eden Brexit gibi o da Avusturya (Almanca adı= Österreich) için Öxit’i savunuyor.

 

Mültecilere kapıları açan Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Avrupa’ya ciddi zarar verdiği iddiasında. Mültecilerin AB dışında ‘güvenli bölgeler’de tutulmasını, sığınma başvurularının uzaktan alınıp değerlendirilmesini öneriyor.

 

İTALYA’NIN TERCİHİ ÖNEMLİ

 

Pazar günü İtalyanlar da kritik bir referandum için sandık başına gidecek. Halk oylamasının konusu şöyle...

 

İtalya’da 1948 yılından bu yana Temsilciler Meclisi ve Senato olmak üzere çift kanatlı bir yasama sistemi söz konusu. 2013’te Demokratik Parti’nin başına gelerek doğrudan Başbakanlık koltuğuna oturan Matteo Renzi, halihazırdaki siyasi sistemin karar almayı hantallaştırdığı görüşünde, bu nedenle reformun en ateşli destekçilerinden biri. Herhangi bir yasanın eşit haklara sahip meclisin her iki kanadı tarafından da onaylanması gerekiyor. Yasamanın nasıl yavaş işlediğini göstermek için de şöyle bir örnek veriliyor. Evlilik dışı ve evlilik içinde doğmuş çocuklara eşit haklar tanıyan yasa tasarısının oylanması tam 1300 gün sürmüş.

 

*

 

Ülkesinin ekonomik krizden ancak reform yaparak, karar alma mekanizmasını hızlandırarak çıkabileceğini savunan Renzi’nin önerdiği anayasa değişikliği kabul edilirse, bütçe dahil, kanun tasarıları ve güven oylamalarının Senato onayından da geçmesi şartı ortadan kalkacak. Üye sayısının 320’den 100’e indirilmesi öngörülen Senato’nun İtalya-AB ilişkileriyle ilgili anlaşmalar, azınlıklar, referandum ve seçimler konusundaki yetkisi ise sürecek.

 

Anketlere referandum öncesinde karartma getirilmeden ‘Hayır’ cephesinin önde olduğu anlaşılıyordu. Ancak yüzde 25’lik bir oranının kararsız olduğu yolundaki eğilim de dikkat çekici.

 

*

 

Bazı anayasa uzmanları, öngörülen reformun başbakanlık koltuğuna oturan ya da oturacak kişiye fazla yetki vereceği hatta otoriter bir yönetimin yolunu açabileceği endişesine sahip. 1948 yılında faşizmin yükselişine tanık olmuş uzmanlar tarafından kaleme alınan anayasanın ülke yönetiminde hassas bir denge oluşturduğu görüşündeler, bu nedenle de ‘Hayır’ cephesinde yer alıyorlar.

 

Ancak ‘Hayır’ çıkması halinde Renzi’nin istifa etmesiyle ortaya çıkacak siyasi belirsizliğin ekonomik krizi derinleştirebileceği gibi AB karşıtı 5 Yıldız Hareketi’ni iktidara taşıyabileceği yorumları da yapılıyor. 5 Yıldız Hareketi, İtalya’nın AB para birliğinden çıkması için referanduma gidilmesini öneriyor.

¡

 

SONUÇ itibarıyla pazar günkü iki kritik oylamanın sonucu Avrupa Birliği’nin bütünlüğünü ve geleceğini etkileme gücü taşıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında en büyük barış projelerinden biri olarak şekillenen AB hedefi, etno-milliyetçiliğin yükselişi karşısında yeni bir yapıya mı bürünecek, yoksa bu eğilime ayak uyduramayarak kaybedeni mi olacak?

 

Yazının devamı...
Trump style
17 Kasım 2016

8 Kasım seçimlerinden bu yana Trump döneminin nasıl olacağı, ABD’deki gelişmelerin dünyayı nasıl etkileyeceğine dair kafa yoruluyor.

Radikal söylemleri, iddialı çıkışlarıyla Donald Trump her haliyle sıra dışı bir başkan olmaya aday.

ABD’de onbinlerce kişi ‘Benim başkanım değil’, ‘Trump sınır dışı’ diye sokaklara döküldüğünde Trump ilk tepkisini Twitter’dan verdi. ‘Profesyonel protestocular’ diyerek kalabalıklara çattı, medyayı onları kışkırtmakla suçladı.

CBS News’a ilk televizyon röportajını verdiğinde ailesiyle birlikte kameraların önüne geçmeyi tercih etti. Dünya Trump’ın iç ve dış politikadaki önceliklerinin ne olacağını merak ederken kızı Ivanka Trump (35), koluna taktığı kendi mücevher firmasından olan bilekliğinin reklamını yapmakla suçlandı. Tam da milyarder emlak kralının, devlet ve ailesinin iş çıkarlarını nasıl birbirinden ayırabileceği konuşulurken Ivanka’nın bilezik reklamı tartışmaların tuzu biberi oldu.


ATAMALARI TARTIŞMALI
Trump seçildiğinden beri medyaya bol bol çıkıştı. CBS röportajında, azınlık ve Müslümanların rahatsız olduğu hatırlatıldığında “Gerçekten böyle hissediyorlarsa berbat bir şey. Bence bu korku medya tarafında hazırlanıyor” dedi.

ABD medyasında kabinenin oluşturulması sırasında kavga yaşandığı, kızı Ivanka’nın eşi Jared Kushner’in geçiş yönetimi kadrolarında temizlik yaptığı iddialarına ‘Yanlış’ diyerek karşı çıktı. Kampanya sırasında Demokrat Hillary Clinton’ın ateşli savunucusu olan New York Times gazetesi, dünya liderlerinin Trump’a ulaşmakta zorluk çektiğini yazınca yine onlara Twitter’dan yanıt verdi. Yaklaşık 30 liderle konuştuğunu belirten Trump, NYT’ın kendisiyle ilgili haberlerinde ‘budala’ gibi olduğunu öne sürdü.

Atamaları da tartışmalı... Başstratejist olarak ultra muhafazakâr Breitbart haber sitesinin ırkçı, anti-semitik ve kadın düşmanı olmakla suçlanan CEO’su Stephen Bannon’ı atamasına tepkiler ayyuka çıkmış durumda. Yine damadı Kushner’i Beyaz Saray’da önemli bir pozisyona getirme olasılığı hararetli tartışmalara yol açıyor.

Ayrıca yeni başkanın daha çok New York’taki kendi adını taşıyan kulenin 66’ncı katındaki gösterişli ‘Altın Sarayı’nda mı, yoksa Beyaz Saray’da mı yaşamayı tercih edeceği merak konusu.

Trump, Oval Ofis’i teslim almadan bile hayat tarzıyla, çıkışlarıyla, Twitter alışkanlığıyla klasik bir başkan profiline uymayacağının işaretlerini veriyor.


AVRUPA’YI NASIL ETKİLER
‘Müslümanları bir süre ülkeye almayalım’, ‘Kaçak göçmenleri sınır dışı edelim’, ‘Meksika sınırına duvar çekelim’ diye aşırı fikirleri olan Trump’ın bunları hayata geçirmede ne kadar ileri gidebileceğini hep birlikte göreceğiz. Derler ki, ABD’de bir başkan göreve başladığında kurumsal yapının çizdiği politik sınırların içinde kalır. Kritik nokta da bu. Çünkü bu sınırların zorlanması ülkede tansiyonu yükseltebilir.

Uluslararası basında konuşulan bir diğer konu ise Trump’ın başarısının seçimlere hazırlanan Avrupa’da da aşırı sağcı partilere ilham kaynağı olabileceği görüşü. 15 Mart 2017’de Hollanda’da seçimler var. Avrupa karşıtı Gert Wilders’in Özgürlükler Partisi, anketlerde Liberallerle başa baş gidiyor. 7 Mayıs’ta bu kez Fransa sandık başına gidecek. Aşırı sağcı Ulusal Cephe’nin lideri Marine Le Pen’in cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turuna kalacağına kesin gözüyle bakılıyor. Sonbaharda ise Almanya’da genel seçimler yapılacak. Orada da AB ve göçmen karşıtı ‘Almanya için Alternatif’ partisi geleneksel partileri zorluyor.

Avrupa’ya yönelik göç dalgası, refahın paylaşılması durumunda kalınması, eşitsizlikler, gelecek endişesi seçmeni giderek siyasi yelpazenin sağ ya da sol uçlarına doğru yönlendiriyor.

İnsan hakları, temel özgürlükler ve hukuk devleti ilkelerine büyük önem veren Avrupa’da aşırı sağın oyunu ne kadar arttırabileceği biraz da ‘Trump style’ın nasıl şekilleneceğiyle de bağlantılı olacaktır. Çünkü Trump’ın şimdiye kadar ortaya koyduğu tarzda bir yönetim benimsemesi, Avrupa’da ters tepme potansiyeline sahiptir.

Nitekim bunun işaretleri Almanya’da görülmeye başlandı. Almanya Başbakanı Merkel’in dördüncü kez başbakan olup olmayacağı tartışılırken Trump’ın seçilmesinin ardından Hıristiyan Demokrat Partili Merkel’in yeniden aday olması yolundaki desteği arttı. Trump öncesinde yüzde 44 olan Merkel’e destek şimdi yüzde 60’a çıkmış durumda.

Dünya, İkinci Savaş sonrasındaki düzenin en belirsiz dönemlerinden birinden geçiyor. Merkez sağ ve sol yönetimler, en büyük barış projelerinden biri olan Avrupa Birliği’ni bir arada tutmayı başarabilecek mi, başaramayacak mı? Her halükârda ABD gibi Avrupa da yeni bir sınav dönemine giriyor.

Yazının devamı...
Yeni başkan yeni dönem
3 Kasım 2016


Amerikan Federal Soruşturma Bürosu FBI’ın Hillary Clinton’ın Dışişleri Bakanı olduğu dönemde gizli yazışmalara gereken özeni göstermemiş olabileceği şüphesiyle yeni bir soruşturma açmasının ardından Trump anketlerde önde giden rakibiyle arayı kapatıyor. Ayrıca Trump’ın oy tercihi değişken eyaletlerde desteğini güçlendirmesi de dikkat çekiyor. Dolayısıyla iki aday için de Beyaz Saray yolu henüz garanti değil.

 

YİNE NOBEL ALIR MI

 

ABD Başkanı Barack Obama bu kez 2008 yılında ‘Değişim’ ve ‘Başarabiliriz’ sloganlarıyla ezip geçtiği parti içi rakibi Hillary Clinton’ın seçilmesi için çalışıyor. Obama’nın ilk dönemi Cumhuriyetçi selefi George W.Bush sonrasına denk gelmişti. ABD’nin ilk siyahi başkanı olmaya aday olan Obama, barış mesajları veriyordu, ABD askerlerini Afganistan’dan, Irak’tan çekmeyi vaat ediyordu. Başkan seçildiğinde de dünya siyaset sahnesine yeni bir umut aşılamıştı. 4 Haziran 2009 tarihinde Kahire Üniversitesi’nde yaptığı tarihi konuşmada, ABD’nin Müslüman dünyasıyla yeni bir başlangıç yapacağını söylüyordu. Ve birkaç ay sonra Obama, dünya nükleer silah stoğunun azaltılması, Ortadoğu barışı için çalışmaları ve Müslüman dünyasına yaptığı açılım nedeniyle Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü.

 

*

 

NOBEL Ödülü için aceleci davranıldığı eleştirileri vardı o zaman. Başkanlık döneminin bitmesi beklense acaba Obama yine aynı ödüle layık bulunur muydu? Obama, ABD toplumuna vaat ettiği gibi 2011 yılı itibariyle Irak’taki Amerikan askerini büyük ölçüde çekti. Afganistan’daki muharip asker sayısını radikal bir şekilde azalttı. Ancak şimdi o dönemki Obama yönetiminden isimler bile bugün Irak’tan asker çekme konusunda erken davranıldığı iddiasında. Çünkü Bağdat ile anlaşıp düzen sağlanana kadar ABD’nin orada kalması gerektiği eleştirileri var. Nuri el Maliki hükümetinin Sünnileri dışlaması, ülkenin Sünni bölgelerinde oluşan siyasi vakumun El Kaide ve DEAŞ gibi yapılar için zemin hazırladığı, bunun Suriye’deki istikrarsızlığı da körüklediği iddiaları söz konusu.

 

YENİLENME FIRSATI

 

OBAMA, Başkan Bush’un 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında geliştirdiği doktrininden farklı bir politika uyguladı. Bush, tehlike neredeyse oraya gidip ABD’nin ulusal güvenliğine yönelik bir tehdide dönüşmeden imha edilmesini öngörüyordu. Obama ise ABD askerlerinin dünya polisliğine soyunması taraftarı olmadı. Demokratikleşme ve özgürleşme umuduyla Arap baharı ülkeden ülkeye sıçrarken Suriye’de masum bir protestoyla başlayan isyan, tüm Ortadoğu’yu hatta birçok dünya ülkesini içine çekecek topyekûn bir savaşa dönüştü. Bir yanda Sünni ülkeler, diğer yanda Esad’a destek veren Şii kanadı ve sahaya inen Rusya.

 

*

 

ABD yönetimi, Suriye’de de uzun süre yerel güçlerin desteklenmesine arka çıktı, Türkiye’nin ‘eğit/donat’ projesine destek verdi. Ancak terör örgütü DEAŞ gibi bir yapının ortaya çıkması üzerine ABD hem hava saldırıları, hem de askeri danışmanlarıyla bölgeye geri dönmeye başladı. Obama Yönetimi gider ayak DEAŞ’ın ‘halifelik’ iddiasını elinden almak için Musul’dan sonra Rakka operasyonuna da hazırlanıyor. ABD, Türkiye’nin çekincelerine rağmen Musul operasyonunu Irak ordusu ve Peşmerge ile yürütüyor. Rakka’daki harekâtta ise en önemli ortağını Türkiye’nin terör örgütü kabul ettiği YPG’nin içinde yer aldığı SDG ile yürütme kararı aldı. ABD’nin Musul ve Rakka’daki tercihleri belli ki, Ankara hükümeti tarafından hoş karşılanmıyor ve iki ülke ilişkileri zor bir dönemden geçiyor.

 

*

 

BAŞKAN Obama, Ortadoğu’da mükemmel bir miras almadı. Ve şimdi halefine bırakacağı Ortadoğu da devraldığından daha iyi değil. Hatta daha kötü. Suriye’de kimyasal silah kullanımını kırmızı çizgi ilan etmesine rağmen aşıldığında müdahale etmemesi... Bush yönetiminin şer ekseninde saydığı İran ile nükleer anlaşma yapması... Obama’nın tarih sayfalarına nasıl geçeceğini kestirmek şimdiden mümkün değil.

 

Başkan Obama, kendi partisinden olan Hillary Clinton’ın seçilmesi için bastırıyor. Hatta ‘ABD ve dünyanın kaderi tehlikede’ diyerek Donald Trump’ın sadece ABD değil, dünya için de bir felaket olacağını söylüyor. Her halükârda ABD seçimlerde yeni liderini belirleyecek. Ocak ayında ise Beyaz Saray’da yeni bir başkan göreve başlayacak, kadrolar yeniden şekillenecek. Türkiye ve ABD, bu yeni liderliği, görev değişimini ilişkilerini rayına koymak için bir fırsat olarak değerlendirebilmelidir.

 

Yazının devamı...
Musul’dan sonra Rakka tansiyonu
27 Ekim 2016

Irak’taki Musul harekâtında olduğu gibi Rakka operasyonunda da Türkiye’nin politikalarını zorlayabilecek durumlar söz konusu olabilir. Son gelişmeleri özetlersek ortaya şöyle bir tablo çıkıyor:

 

IRAK’TA NELER OLUYOR

 

- Musul operasyonu, Irak ordusu ve Peşmerge’nin harekâtı ile devam ediyor. Türkiye, Musul operasyonunda da masasında da olmak istiyor. Şimdilik Türkiye’nin Irak’ın kuzeyindeki Başika’da eğittiği 3.500 kişilik Sünni Ninova Muhafızları’nın bir kısmının operasyona dahil olması ve Başika’daki üsten Peşmerge’ye ateş desteği sağlanması dışında görülen operasyonel ciddi bir katılım söz konusu değil.

 

- ABD Savunma Bakanı Ashton Carter, geçen cuma, cumartesi ve pazar günleri; Ankara, Bağdat ve Erbil hattında temaslarda bulundu. Carter’ın Türkiye’nin Musul operasyonuna dahil olması için ‘prensipte anlaşma’ olduğu açıklamasını ertesi gün Bağdat’tan ‘Teşekkür ederiz, ama ihtiyaç yok’ açıklaması izledi.

 

- Türkiye, Musul operasyonunun görüşülmesi için Bağdat’a da bir heyet yolladı. Irak’tan da bir heyetin gelmesi bekleniyor. Ancak Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun da söylediği gibi henüz bir yanıt gelmiş değil. Türkiye, bir anlaşma sağlanmazsa Başika’daki askeri varlığını güvenlik açısından güçlendirmeyi de değerlendiriyor. Bu da var olan gerilimi daha da arttırabilir.

 

- 25 Ekim’de DEAŞ ile mücadele koalisyonunun savunma bakanlarının bir bölümü Paris’te bir araya geldiler. Toplantıda ABD, Almanya, İngiltere, İtalya, Norveç, Danimarka, İspanya, Hollanda, Belçika, Kanada ve Fransa dışişleri bakanları vardı. Masada Irak ordusunu eğiten Yeni Zelanda’nın dışında Avustralya da yer aldı. DEAŞ ile savaşı görüştüler.

 

- Ertesi gün ise NATO savunma bakanları Brüksel’de toplandı. Bu çerçevede Milli Savunma Bakanı Fikri Işık, ABD Savunma Bakanı Carter ve Fransa Savunma Bakanı Le Drian ile üçlü bir görüşme yaptı. ABD’li ve Fransız bakan, Paris’te yapılan toplantıyla ilgili bilgi de aktardılar Fikri Işık’a.

 

SURİYE’DE NELER OLUYOR

 

- Suriye’deki muhalif güçlerin desteklenmesi şeklinde planlanan Fırat Kalkanı operasyonu sürüyor. Harekâtın hedeflerinden biri Mare-Cerablus hattında DEAŞ’ın Türkiye sınırından uzaklaştırılıp Türkiye içindeki güvenliğin arttırılması ve terör örgütü PKK ile bağlantılı PYD’nin tek taraflı ilan ettiği Afrin ve Kobani kantonlarını birleştirmesinin engellenmesi.

 

- Fırat Kalkanı cephesinde ilginç gelişmeler yaşandı. ABD’li bakan Carter’ın gelmesinden birkaç saat önce Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde Kürt kuşağını önlemeye yönelik hava saldırısı düzenledi, karadan da PYD/YPG unsurları hedef alındı. Aynı zamanda ÖSO çevrelerinden Fırat Kalkanı’nın hedeflerinden birinin Halep olduğu da iddia edilmeye başlandı. Oysa yeni hedefin El Bab olacağı konuşuluyordu. PYD kontrolündeki Afrin ile Kobani arasındaki El Bab bir kesişme noktası ve DEAŞ’ın denetiminde. Kim El Bab’ı ele geçirirse stratejik açıdan önemli bir avantaj sağlayacak.

 

- ÖSO ile YPG çatışması sürerken üç gün önce Suriye rejim güçleri ilk kez Fırat Kalkanı’nın sürdüğü bölgede ÖSO’ya varil bombası saldırısı düzenledi. Şam rejimi müttefikleri, Halep’e doğru inen bu cephenin kırmızı çizgi olduğunu ve saldırıların tekrarlayabileceği tehdidinde bulundu. Belli ki, Esad destekçileri, Fırat Kalkanı’nın güneye Halep’e doğru sarkmasından rahatsızdı.

 

- Bu saldırıdan bir gün sonra, önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Halep ile ilgili şimdilik bir sorunumuz yok’ diyordu. Bir sonraki hedefin El Bab ve YPG’nin ana unsur olduğu SDG kontrolündeki Menbiç olduğunu açıkladı. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ise aynı gün Rakka’da PYD/YPG’nin olmaması gerektiğini söylüyordu.Birkaç saat sonra DEAŞ karşıtı uluslararası koalisyonun ABD’li komutanı Stephen Towsend, YPG’nin Rakka operasyonuna katılacağını açıkladı.

 

- Bu açıklamaların ardından ise ABD Başkanı Obama, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı aradı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, görüşmeyi dün şöyle özetledi: “El Bab’ı DEAŞ terk edecek, ondan sonra Menbiç ve Rakka’ya yöneleceğiz. Obama ile görüşmemizde bu adımları atacağımızı kendisiyle paylaştık. PYD/YPG gibi terör örgütlerine bizim ihtiyacımız yok, Obama’ya ‘gelin Rakka’da DEAŞ’ı beraber atalım’ dedim.”

 

- Fırat Kalkanı 24 Ağustos’tan beri sürüyor. ÖSO, yaklaşık 20 ile 25 km’lik bir derinliğe ulaştı. El Bab sınıra yaklaşık 30, Menbiç ise sınıra yaklaşık 40 km uzaklıkta... Hedefe ulaşmak biraz daha vakit alacağa benzer.

 

Öte yandan ABD’nin anlaşılan Rakka planları çoktan yapıldı. Obama gider ayak DEAŞ’ı Musul ve Rakka olmak üzere dağıtma konusunda kararlı. Ancak bu kararlılık bölgedeki demografik haritayı yeniden şekillendirme ve Türkiye’yi etkileme potansiyeline sahip. Musul gibi Rakka harekâtı da yeni gerginliklere gebe...

Yazının devamı...
Zor denklem
13 Ekim 2016

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 9’uncu Avrasya İslam Şurası’nda yaptığı konuşmada, Türk askerinin Irak’taki varlığına itiraz eden Irak Başbakanı Haydar İbadi’ye sert çıkması, “Sen benim muhatabım değilsin, biz Musul operasyonuna katılacağız” ifadeleri uluslararası medyada ses getirdi. İbadi’nin de Cumhurbaşkanı’na Twitter’dan yanıt vermesi üzerine bu gerilimin Musul harekâtında rötara yol açabileceği yorumlarına neden oluyor.

 

ZENGİN PETROL YATAKLARI

 

1926 Ankara Anlaşması ile resmen İngilizlere bırakılan Musul, daha sonra Dicle nehri kıyısındaki konumu, zengin petrol yataklarıyla Irak devletinin can damarlarından biri oldu. Ancak Saddam’ın devrilmesi sonrasında düzenin sağlanamaması, ülkedeki mezhepsel fay hatlarının ortaya çıkması, önce El Kaide, sonra DEAŞ gibi yapıların oluşmasının yolunu açtı. 2014 yılının haziran ayında DEAŞ, sürpriz bir şekilde Musul’a saldırdığında, Irak askerlerinin bir anda çekilmesiyle kent sözkonusu yapının eline geçti. Musul, petrol varlığıyla DEAŞ’ın sözde halifeliğinin en büyük gelir kaynağı haline geldi. ABD Yönetimi Suriye’de Rakka’nın, Irak’ta Musul’un DEAŞ’tan alınmasına öncelik veriyor. Ancak Musul’un, Rakka operasyonunun önüne geçtiği anlaşılıyor.

 

IRAK’TAKİ MİLİS GÜÇLERİ

 

IRAK’ta DEAŞ’la mücadele çerçevesinde ABD dahil birçok ülke eğitim ve askeri danışmanlık veriyor. Türkiye ise 2015 mart ayından bu yana Musul’un 20 km batısındaki Başika üssünde eski Musul Valisi Esil Nuceyfi’nin Sünni Arap milislerini eğitiyor. Bu milis gücü Haşdi El Vatani diye anılıyor. Türkiye, davetle orada bulunduğunu belirtse de Irak Yönetimi bunu reddediyor. AA’nın verdiği rakamlara göre TSK, bugüne kadar Başika kampında 2 bin Peşmerge ve 3 bin Haşdi Vatani mensubuna eğitim verdi. Irak’ta kurumsal ordunun yanında birçok başka milis gücü var. Şiilerin en büyük milis güçlerinden biri ise İran’ın askeri ve lojistik desteğine de sahip Haşdi El Şabi.

 

MUSUL OPERASYONU

 

TÜRKİYE sınırına 90 km uzaklıktaki Musul’un nüfusu büyük ölçüde Sünni Araplardan oluşuyor; Türkmen ve Kürtler de yaşıyor. Söz konusu kentteki DEAŞ varlığı ise 4 bin ile 9 bin arasında değişiyor. Bir yandan liderleri Ebubekir El Bağdadi’nin bile kaçtığı söylenirken, diğer yandan hendekler kazıldığı, tüneller açıldığı, bubi tuzakları kurulduğu, petrol tankerlerinin ateşe verileceği iddiaları geliyor.

 

TÜRKİYE NİYE TEPKİLİ

 

TÜRKİYE, Musul operasyonuna Başika’da eğittiği, çoğu bölge halkından olan Haşdi El Vatani milislerinin de katılmasını istiyor. Dün Amerikan Wall Street Journal Gazetesi’nde vardı. Türkiye’nin talepleri nedeniyle Haşdi El Şabi’nin Bağdat ile yaptığı ‘operasyonda sınırlı rol oynamasıyla ilgili’ anlaşmanın gözden geçirilmesini istiyormuş. Yani Sünni milislerin katılması halinde, Haşdi Şabi de daha fazla rol istiyor. Ancak Şiilerin, Sünni kenti Musul’a girmesi halinde mezhepsel gerginliğe neden olabileceği gibi, buradan çekilip çekilmeyeceği soru işaretleri var. Ankara, Şii milislerin, Musul’un 70 km kuzeybatısında olan Türkmen kenti Telafer’e girmesinden de endişe duyuyor. Ayrıca Musul ve Telafer’de demografik yapının değiştirilmek istenebileceğine dair kaygı hakim. Bir diğer endişe ise DEAŞ’a karşı verdiği mücadeleyle Kerkük’ü kontrol altına alan Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin (IKBY) varlığını Musul’a kadar genişletmesi.

 

ABD’NİN TUTUMU

 

ABD Yönetimi, açıklamalarında Bağdat’ın yanında duruyor. ‘Toprak bütünlüğü’ ve ‘Bağdat ile işbirliği yapılması’ mesajını veriyor. Hürriyet’in Washington Temsilcisi Tolga Tanış’ın bugünkü röportajından anlaşılacağı gibi iletişimi de destekliyor. Hem Musul operasyonu, hem de Musul’da düzenin sağlanması, paylaşımla ilgili çıkabilecek riskler, bölgede yeni gerilimleri tetikleme potansiyeline sahip. Öte yandan askeri anlamda anlaşılan o ki, operasyon düğmesine basıldı ve rötara da çok tahammül yok. Lakin DEAŞ’ı Irak’tan çıkarma hedefine kilitlenmiş koalisyonun, bu ülkedeki istikrarsızlıktan, mülteci çıkışından en çok etkilenecek ülkelerin başında bulunan Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate alması da önemli. Diyalog yolları açık tutulmalıdır.

 

Yazının devamı...
Hillary ve Trump Suriye’de ne öngörüyor
6 Ekim 2016


Rusya ise ateşkesin suya düşmesinin ardından Suriye’de askeri varlığını arttırıyor. Bir yandan bölgeye yeni savaş gemileri sevk ederken, öte yandan ‘Gladyatör’ diye anılan yeni füze savunma sistemini de Suriye’ye konuşlandırdı. Esad’ın savaştığı muhalifler ve terör örgütü DEAŞ’ın uçakları olmadığı için böyle bir girişim haliyle soru işaretlerine yol açtı. İddiaya göre Putin yönetimi, ABD’nin seyir füzeleriyle rejime olası müdahalesine karşı hazırlık yapıyordu.

 

RUSYA’NIN HEDEFİ

 

PEKİ, Başkan Obama, gider ayak tansiyonu daha da yükseltecek böyle bir müdahalenin içine girer mi?

 

Şunu hatırlamakta fayda var ki, Obama, 2013 yılında ‘kırmızı çizgim’ diye ilan ettiği Suriye’de ‘kimyasal silah’ kullanıldığı, yüzlerce sivilin öldüğü saldırıdan sonra bile askeri gücünü devreye sokmamıştı. O halde Rusya’nın bölgedeki askeri varlığını arttırmasının anlamı ne olabilir?

 

Önceki gün New York Times Gazetesi’ne konuşan Moskova’dan siyasi uzman Nikolai V.Petrov, “Putin, Amerikan seçimleri öncesinde acele ediyor. Yeni ABD Başkanı, (Suriye’de) yeni bir gerçeklikle karşı karşıya kalacak, bunu kabul etmeye zorlanacak” diyor. Yine aynı gazeteye göre, Beyaz Saray’a bilgi aktaran istihbarat analistleri Rusya’nın hedefinin Halep’in tamamen rejim kontrolüne geçmesi ve müzakere masasında Moskova’nın elinin kuvvetlenmesi olduğunu belirtiyor.

 

HILLARY SEÇİLİRSE

 

Obama, Afganistan ve Irak’taki askerlerini çekme vaadini, her ne kadar Irak ve Suriye’ye az da olsa yeniden asker yollamak zorunda kalsa da büyük ölçüde gerçekleştirdi. Demokrat Hillary Clinton, 2009-13 döneminde Obama’nın dış politikasının yüzüydü. Eski Dışişleri Bakanı Clinton’ın seçilmesi halinde selefine göre Suriye’de daha şahin bir politika izleyebileceği konuşuluyor. Ancak Obama gibi Clinton da Irak ya da Suriye’ye DEAŞ ile savaşmak üzere asker yollamayı reddediyor, sahadaki Arap ve Kürt ortaklara destek verip müttefiklerle daha fazla istihbarat paylaşımına giderek mücadeleyi yürütme peşinde. Öte yandan Obama’nın Suriye politikasından uzaklaşıp Türkiye’nin tezine yaklaştığı bir nokta var ki, o da Suriye’de siviller için ‘insani bölgelerin’ oluşturulması fikrini desteklemesi.

 

TRUMP SEÇİLİRSE

 

GEÇEN hafta yapılan TV münazarasının ardından Hillary Clinton, anketlerde Cumhuriyetçi rakibi Donald Trump’ın 5 puan önüne geçmiş durumda. Pazar günü iki başkan adayı arasında ikinci ve son televizyon düellosu var. Trump’ın bu kez daha saldırgan olacağı beklentisi söz konusu. Bu tartışma programı sonrasında seçmenin eğiliminin iyice belirginleşmesi beklenirken, seçimlerde sıkı bir kapışmanın yaşanacağı da anlaşılıyor. 8 Kasım’da Donald Trump başkan seçilirse Suriye’de nasıl bir politika öngörüyor? O da Hillary Clinton gibi büyük bir askeri güç yollama taraftarı değil. ABD’nin dünyanın polisi olmaması gerektiği, buradaki sorunların yerel güçler tarafından çözülmesinin desteklenmesi gerektiği görüşünde. Rusya Devlet Başkanı Putin ile Suriye’de işbirliği yapabileceğini söylerken “Esad’dan önce IŞİD’den kurtulmamız gerektiğini düşünüyorum” diyor.

 

GÜVENLİ BÖLGE

 

SALI akşamı iki başkan yardımcısı adayının münazarası sırasında da söz Suriye’ye geldi. Trump’ın başkan yardımcısı adayı Indiana Valisi Mike Pence, Trump’tan daha şahin bir çizgideydi. “Rusya dahil olmayı seçer ve devam ederse, yani Halep’teki barbarca saldırılara dahil olursa demek istiyorum; ABD, Esad rejiminin Halep’te süren bu insani krizini engellemek için askeri güç kullanmaya hazır olmalıdır” dedi. Demokrat Başkan Yardımcısı adayı Senatör Tim Kaine ise sözlerini seçerken daha dikkatliydi. “Hillary ve ben, Suriye’nin kuzeyinde 2014 şubatında geçen BM Güvenlik Konseyi kararına uygun bir şekilde uluslararası yardım sağlanması için insani bölgeler kurulmasında hemfikiriz” dedi. Ancak açıklamaları güvenli bölgelerin desteklenmesi konusunda gerek duyulacak uçuşa yasaklı bölgenin Rusya’ya rağmen nasıl oluşturulabileceği, Halep’te kıyımın nasıl durdurulabileceği sorularına yanıt olacak nitelikte değildi.

Sonuç itibariyle iki adayın da Suriye planlarının çok da net olmadığını, muğlak ve belirsiz bir izlenim bıraktığını söylemek mümkün.

Yazının devamı...
5 soruda Suriye’de son durum
29 Eylül 2016

 

Irak ve Suriye’de devam eden istikrarsızlık, Halep’e yönelik acımasız bombardıman, ABD-Rusya gerilimi, ABD’de kasım ayında yapılacak seçimler, AB’ye yönelik mülteci riski, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde seçimlerin yaklaşıyor olması, düşük petrol fiyatlarında denge arayışı dünyayı belirsiz bir tabloyla karşı karşıya bırakıyor. Bu hafta Suriye’deki son durumu sorularla aktarmaya çalışacağım...


Halep’te savaş niye kızıştı?



Kurban Bayramı döneminde ABD-Rusya öncülüğünde bir haftalık ateşkes ilan edilmişti. Ateşkes sürerken Suriye ordusunun Deyzezzor’daki bir askeri üssü vuruldu, 60’dan fazla Suriye askeri öldü. ABD’ye göre saldırı kazaen olmuştu. Ve ateşkesin sona ermesinin hemen ardından 19 Eylül’de insani yardım taşıyan Suriye Kızılayı’nın kamyonları vuruldu. ABD, Rusya’yı, Rusya, ABD’yi suçladı. Derken Halep’e yönelik belki de savaşın başından bu yana en etkili bombardımanı başladı. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, ‘uluslararası yasaların ihlalidir’ diye feveran ediyor. ABD’nin BM Daimi Büyükelçisi Samantha Power, Rusya’yı ‘barbarlıkla’ suçluyor. ABD Dışişleri Bakanı Sözcüsü John Kirby, “Rus askerleri, ülkelerine ceset torbalarıyla dönebilir” diyor. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Rusya ile Suriye konusunda görüşmeleri keseceği tehdidinde bulunuyor.

 

ABD’nin savaşta tutumu ne?


Suriye’de savaş tamamen kontrolden çıkmış durumda. Akdeniz’e askeri anlamda yerleşme fırsatı bulan Rusya, Esad rejimini desteklemeyi sürdürüyor. ABD ise Suriye’de savaşı kendi ulusal güvenliği için doğrudan tehdit olarak görmüyor. Nitekim ABD Başkanı Obama da önceki gün CNN’deki programda, ABD’nin ulusal güvenliğinin tehdit altına girmediği bir noktada Suriye’ye asker göndermelerinin öncelikleri olmadığını belirterek, “Dünyanın pekçok yerinde bizim güvenliğimize doğrudan dokunmayacak meydan okumalar olacak. Bu durumlarda bizim (ilgili ülkelere) yardım etmemiz lazım ancak daha fazla asker göndermek bizim cevabımız olmayacaktır” dedi. Suriye ve Irak’ta terör örgütü DEAŞ ile savaşa öncelik veren Obama, 2017 yılının ocak ayında koltuğunu kasım ayında seçilecek halefine bırakacak. Obama gidene kadar, Irak’ta Musul’un, Suriye’de Rakka’nın geri alınması için operasyonların başlatılması hedefleniyor.


ABD’nin Moskova’ya yönelik çıkışının anlamı ne?


Esad rejiminin savaş öncesi Suriye’nin en büyük kenti olan Halep’i alması muhaliflere ve onların destekçilerine büyük bir darbe anlamına gelecek. Ancak Halep’te muhaliflerin kontrolündeki mahallelerde büyük bir yıkım yaşanıyor. Şam rejimi bunu yaparken, halkı bezdirerek muhalif silahlı gruplara olan desteğin kesilmesini de hedefliyor. 250 bin kişinin yaşadığı semtlerde 100 bin de çocuğun bulunduğu hesabı var. ABD, bu çıkışıyla Rusya üzerindeki baskısını kullanmayı deniyor. Ancak Rusya, ABD’nin elinde çok da fazla enstrüman olmadığının farkında. Rusya’nın geri adım atmaması durumunda muhaliflere müttefiklerinden daha fazla operasyonel ve silah desteği gelebilir. Bu da savaşta şiddetin daha da tırmanması anlamına gelecektir.

 

Dünya, Suriye savaşını niye bitiremiyor?

 

Savaşın içinde çok fazla ülkenin çıkar çatışması söz konusu. Bir taraf kaybediyor gibi olduğunda, diğer tarafın destekçileri yeni hamlelerle devreye giriyor. Ayrıca savaş sonrasında nasıl bir Suriye çıkacağı kestirilemiyor. Çünkü Suriye haritası paramparça olmuş durumda. Kuzeyde Suriyeli Kürtler, Akdeniz kıyısında rejim kontrolündeki kuşak, Irak’tan Suriye’nin içine doğru uzayan DEAŞ kontrolü ve yine kuzeyde yer alan parçalı muhalif bölgeleri. Savaşın şu haliyle bitmesi, hiçbir tarafın işine gelmediği gibi, dünyada da bunu bitirecek güçlü bir irade de maalesef oluşmuyor.


Savaşta Avrupa nasıl bir tutum izliyor?

 

Avrupa, Suriye savaşından çok, olası mülteci akınlarına odaklanmış durumda. Oysa mülteci hareketinin durdurulmasının en önemli ayaklarından biri Suriye’de çatışmaların sona ermesi. Ancak Ukrayna’da Rusya ile karşı karşıya kalan AB, bir yandan İngiltere’nin topluluktan ayrılacak olmasının sancılarını da yaşarken Suriye’yi daha çok ABD ile Rusya’ya havale etmiş durumda. Ayrıca Almanya ve Fransa’da gelecek yıl seçimler var. Mültecilere açık kapı politikası uygulayan Almanya Başbakanı Merkel’in Hıristiyan Demokrat Partisi, iki yerel seçimde peş peşe yenilgi aldı. Daha önce Suriye’de uçuşa yasaklı bölge konusunda Türkiye’ye destek veren Merkel, birkaç gün önce yaptığı açıklamada bu konuda ‘şüpheleri’ olduğunu söyledi.
Ve tüm bunları bir araya getirdiğinizde belli ki, barış Suriye’ye çok uzak... Ateşkesin yarattığı umut ışıkları giderek silikleşiyor.

 

 

Yazının devamı...